KARADENİZ’DE BİR MERYEM: MERYEM (MARİA) SUPHİ

Burhan Sönmez

image

 

(…), Karadeniz’de öldürülen on beş komünistin ardında, unutulmuş bir kadın da vardı: Meryem.
Unutulmuş; çünkü onun hikâyesi diğerlerinkinden farklıydı. Mustafa Suphi ve arkadaşları, Ankara’daki hükümetle haberleşerek, mücadeleye katılmak üzere yola çıkmış, ancak yolları kuvvacılar tarafından Erzurum’da kesilmişti. Kente girmeleri engellenerek, Trabzon’a yönlendirilmişlerdi. Trabzon’a onlardan önce Mustafa Kemal’in şifreli özel telgrafının ulaştığını bilmiyorlardı.
Vali’nin adamları gereğini yerine getirecekti. İstikbal Gazetesi ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, halkı kışkırtmak için propagandaya başlamıştı. Oradaki çeteleri, kayıkçıların başı Kahya Yahya yönlendiriyordu.
Günlerden Cuma’ydı, camideki halka, “Rusya’da soydaşlarımızı katledenler geliyor” dediler. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının yolunu Değirmendere’de kestiler. Ocak ayıydı, hava yağışlıydı. Valinin adamları kimseyi dinlemiyor, Mustafa Suphi’nin, Ankara hükümetinin bilgisi dahilinde geldiklerini söylemesi kâr etmiyordu. Saldırıp, on beşini çamurda sürüklediler. Onları Batum’a, oradan da Bakü’ye göndereceklerdi. Hepsini zorla bir tekneye bindirdiler. Kış gecesi yola çıkan teknenin ardından, başka bir tekne daha gizlice peşlerine takıldı.
İkinci teknede, Kahya Yahya ve adamları vardı. İki saat sonra öndeki tekneye yetiştiler, rampa ettiler. Bıçak ve silahla saldırdılar. Mustafa Suphi ve arkadaşlarını bağlayıp, denize attılar.
Sabaha doğru geri döndüklerinde yanlarında on altıdan biri olan Meryem vardı. Asıl adının Maria olduğu söylenir, Mustafa Suphi’nin eşiydi ve komünisttir. Meryem de ölmek istemiştir karanlık denizde.Ama öyle kurtulmasına imkan vermediler.Meryem’e tecavüz ettiler. Kentin yöneticilerinin âlemlerine kattılar.Hediye diye Rizeli çapulculara gönderdiler.Rivayet odur ki, oradaki ‘milletsever’lerin bir sefil eğlencesi sırasında öldü köle edilen Meryem.Başka bir söylentiye göre ise, aklını yitirmiş, sokaklara düşmüş, ölene kadar Trabzon’da yarı deli yaşamıştı.

Şair sözüdür: “Sevgilim, bir ülke senin gövden kadar masum olsaydı, bir tek anne evladını devletten sormazdı!” Kahya Yahya, Türk devletinin nüvesiydi. Trabzon’dan Samsun’a kadar iskele işleri ondan sorulurdu. Otomobil sahibi ender kişilerdendi. Atatürk’ün muhafızlığını yapan Topal Osman’ın adamıydı. Devlet denen duvarda ‘kanlı bir tuğla’ydı.
Katliamdan bir hafta önce, Mustafa Kemal Meclis’te yaptığı konuşmada şöyle demişti: “İşte bu serseriler, Türkiye Komünist Fırkası diye bir fırka teşkil etmişler ve bu fırkayı teşkil edenlerin başında da Mustafa Suphi ve emsali bulunmaktadır.”
Sovyetler Birliği Mustafa Suphi’lerin akıbetini sordu, ama Ankara’dan gelen “deniz kazasında öldüler” cevabından öteye gidilemedi. İki ay sonra Sovyetler Birliği ile Ankara Hükümeti arasında dostluk anlaşması imzalanınca, mesele unutuldu. Bu anlaşmanın imzalandığı gün Mustafa Kemal, Kahya Yahya’ya bir telgraf göndererek, vatana hizmetinden dolayı teşekkür etmişti. (…) Hrant Dink cinayetine adı karışan resmi görevlilerin terfi etmesinde de görüldüğü gibi, devlette süreklilik esastı.
Topal Osman, bir süre sonra kendi adamı Kahya Yahya’yı öldürdü. Ardından, olayı Meclis’e taşıyan ve Mustafa Kemal’e Meclis’te en sert muhalefeti yapan Ali Şükrü Bey’i kaçırıp, boğdu. Atatürk’le arası bozulunca bu sefer Topal Osman’ın kendisi öldürüldü ve cesedi Meclis’in karşısına asıldı. Devleti böyle temizliyorlardı. Afrika atasözünde söylendiği gibi: Aslanlar kendi tarihlerini yazmadığı sürece, herkes avcıların sözüne inanır.

Karadeniz’de, Fatsalı Terzi Fikri, Gümüşhaneli Kemal Pir ve Giresunlu Mustafa Suphi avcı değil, aslandılar. Gün geldi, kanlı tuğlalarla örülmüş bir duvara çarptılar. Bir de, acısı kalplerde yara açan Meryem vardı…

Resim: Sadık Varer

Kaynak: DEVRİMCİ KARADENIZ

Share