Eren Keskin İle Röportaj: İHD’nin 30 Yılı

ihd
27 yıldır İHD’de insan hakları savunuculuğu yapan Eren Keskin, iki kez silahla vuruldu, yüzlerce tehdit aldı, cezaevine girdi ama hiç vazgeçmedi: ‘’Sana ne kızım sen kadınsın git evinde otur’ diyen de çok oldu. Duymadığımız küfür ve taciz kalmadı. Ama biz vazgeçmemeyi öğrendik’
HABER MERKEZİ(26.07.2016)- 
17 Temmuz 1986 tarihinde kurulan İnsan Hakları Derneği (İHD), işkence, gözaltında kayıplar, Kürdistan’da yaşanan savaş suçları ve ifade özgürlüğü gibi birçok alanda mücadele etti. 30 yıl önce, 12 Eylül 1980 askeri darbesine karşı kurulan bu kurumda Eren Keskin hem bir kadın olarak tüm toplumsal kalıpları yıkması, hem de uzun yıllar verdiği emek ile sembol isimlerden oldu. Keskin, söz söylemenin bile imkansızlaştığı zamanlarda ısrarla ve inatla “kadın başına” insan haklarından bahsetti. Yaptığı çalışmalar nedeniyle hakkında yüzlerce dava açıldı, tehditlere, tacizlere maruz kaldı. Gazetelerin, hakkında linç kampanyaları örgütlediği zamanlarda en çok da kadın kimliğine saldırıldı. Hatta Fatih Altaylı, gazetedeki köşesinden taciz çağrısı yapmaya bile cesaret edebildi. Ancak Eren Keskin, yine de vazgeçmedi. Keskin ile İHD’nin 30’uncu yılını ve verdiği mücadeleyi konuştuk…

*Ne kadar zamandır İHD’desiniz?

Yaklaşık 27 yıldır.

*27 yıllık mücadele deneyimlerinizden de yola çıkarak şunu sormak istiyorum; İHD olmasaydı ne olurdu?

İHD, aslında 1980 askeri darbesinin karşısında kurulan ilk sivil toplum kuruluşu. Yani darbeden sonra ilk İHD’nin kuruluşuna cesaret edebilmiş insanlar ve kurulduktan sonra militarizme karşı durmayı temel almış bir dernek. İHD, aynı zamanda Kürt sorununun kamoyunda tartışılması için de çok çalışma yaptı ve bu yüzden çok suçlandı. Mesela 1990’larda eğer İHD olmasaydı; biz Kürdistan’da işlenen hiçbir suçu bugün bilmiyor olacaktık. Yani bugün akademisyenler bile o dönemi çalışırken İHD raporlarının üzerinden çalışıyorlar. Biz o zamanlar çok yalnızdık, ben 89’da girdim İHD’ye ve 90’la birlikte önce dernekte bir ayrışma yaşadık. O da Vedat Aydın’ın Kürtçe konuşması. İlk defa darbeden sonra, İHD kongresinde ilk kez birisi Kürtçe konuştu. Bu tabi o dönem Kürtçe yasak dil olarak kabul ediliyordu. Yani öyle bir mücadeleydi ki bu, sonunda Vedat abinin ölümüne neden oldu. Vedat Aydın’ın öldürülmesiyle birlikte, aslında İHD’de birbirimizle kaynaşarak mücadele etmenin gerekliliğini de yaşadık.

*Yani iki tarafı bir yerde de buluşturdu…

Şöyle Vedat Aydın’ın Kürtçe konuştuğu günü, çok iyi hatırlıyorum, 90 kongresiydi, Ankara’da, Vedat Abi Kürtçe konuşmaya başladığı anda salonu çevik kuvvetler sardı ve salon ikiye ayrıldı. İnsan hakları savunucuları orada ikiye ayrıldılar, bir kısmı Vedat abiye bağırıyordu: ‘Ya derneği bitirdiniz, niye Kürtçe konuşuyorsunuz, derneği kapatacaklar’ filan diye. Bizler de Vedat abiyi alkışlıyorduk, yani resmen ikiye ayrıldık. Sonra o ayrışma yaşadığımız arkadaşlarımız da bizim yanımızda oldular ama orada cesur tavrın nasıl olduğunu da bir bakıma gösterdik. Çünkü ben İHD’de şunu öğrendim. Birincisi ‘taraf ama objektif’ olmayı, yani ezilenden yana, ezilen ulus, ezilen cins, ezilen sınıf, ezilen kimlikler, bunlardan yana olmak ama onlar da bir suç içlerlerse onlara da tavır alabilmek. Bunu biz ‘taraf ama objektif olmak’ olarak tanımlıyoruz. İkinci öğrendiğim şey de şu oldu; sizi koruyan tek şey cesarettir. İHD bu anlamda bir okul oldu.

Vazgeçmemeyi öğrendik

Biz 90’larda, yapayalnızdık. Çevremizde ne akademisyenlar vardı, ne sanatçılar vardı ne de yazarlar. Birkaç onurlu aydın vardı yanımızda, gazeteci, yazar ama çok azdı. Ve biz Kürdistan’da her hak ihlali olduğunda hemen oraya rapor hazırlamak üzere giderdik. Tabii ki çok zor koşullarda çalıştık, çok tehditler yaşadık, silahlı saldırılara maruz kaldık ama vazgeçmemeyi de öğrendik. İHD olmasaydı sorusuna cevap verirsek, bence bu coğrafyada az da olsa bir demokratik çıkış yapabilecek iç kamuoyu varsa bunun ilk tohumlarını atanlardan biri İHD’dir. Darbe sonrası cesaret aşılamıştır, bu anlamda ben İHD’nin çok önemli bir kurum olduğunu düşünüyorum.

*Bugün bile kadınların toplumsal alandan uzaklaştırılmaya çalışıldığını düşününce, siz o dönemlerde ne gibi sıkıntılar yaşadınız?

Yani tabii ki çok fazla sıkıntı yaşadık, yaşadım. Çünkü kadınlar her alanda olduğu gibi, insan hakları alanında da iki kere eziliyorlar. Bir kere her şeyden önce tacize uğruyorsunuz. Yemediğimiz, duymadığımız küfür ve sözlü taciz lafları kalmadı. Ben 1996 ve 2001 olmak üzere iki kez silahlı saldırı yaşadım, biri Diyarbakır’da diğeri İstanbul’da. 1995’te cezaevinde kaldım. Kürdistan kelimesini bir yazımda kullandığım için. Bir yıl meslekten yasaklandım, 2002’de. Yine Kürdistan kavramını kullandığım için. Biz Öcalan’nın Türkiye’ye getirildiğinde ilk avukatlarıyız. Çok saldırılara maruz kaldık o dönem. Ben 6 ay evime gidemedim çünkü kocaman pankart asmışlardı apantmanıma; ‘Ne mutlu Türküm diyene’ diye. Sokaklarda saldırılara uğruyordum, yani korkunç günlerdi o günler. Daha sonra Taha Akyol, Milliyet Gazetesi’ne bir yazı yazdı; bunlar avukat ne yapıyorsunuz diye, birazcık ortalık durdu. Ve ben o dönem yaşamadığım kadar taciz yaşadım, basın yoluyla. ‘Sana ne kızım sen kadınsın git evinde otur’ diyen de çok oldu. O kadar çok küfürler yazıldı ki. Erkek arkadaşlarımız da çok taciz yaşadı ama erkekler cinsel taciz yaşamıyorlardı, ben bunu çok yaşadım.

*Bu 27 yıl içinde kadınlarla ilgili bir anınız var mı sizi etkileyen?

Çok var aslında. Mesela Vedat abi öldürüldükten sonra karısı Şükran’ın ifadesi alınacaktı ve biz Şükran’ın yanındaydık ifadesi alındığı sırada. O zaman Susurluk’ta öldürülen polis şefi beni tehdit etti, benim sorguya giremeyeceğimi söyledi. Ve ben ‘Hayır, sorguya gireceğim’ dedim. Çünkü orada Şükran’ı yönlendirmeye çalışıyorlardı, yani suçu PKK’nin üzerine atmaya çalışıyorlardı. Ben de çıkmayacağımı, müvekkilimi yalnız bırakmayacağımı söylüyordum sürekli ve o da beni tehdite devam ediyordu. O sırada Şükran, elini masaya vurarak; ‘Avukatımı dışarı çıkarırsanız, ben de ifade vermem’ dedi. Ve o ortamda. Çünkü görüntü çok korkunçtu, her yerimizde özel tim, herkes silahlı, silahlar bize doğrultulmuş, hiçbir can güvenliğimiz yok. Orada hem bir kadın dayanışması hem de kadının gücü vardı. Bunun gibi çok fazla olay var.

*Yoğun olarak kadın davalarına da baktınız, özellikle Kürdistan’da cinsel işkence davalarına…

Şimdi cinsel işkence davalarına baktığımız ayrı bir kadın grubu, hukuk büromuz var. Yani İHD olarak değil. Karma kurumlarda kadın mücadelesi tabi ki verilebilir ama etkili bir kadın mücadelesi için mutlaka özgün olması gerektiğini düşünüyorum. O nedenle biz özgün olarak ‘Gözaltında Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu’ oluşturduk. O ayrı ve özgün bir çalışma.

*İHD içindeki kadınların oluşturduğu bir grup mu bu?

İHD içinde de kadın komisyonu var. İHD kadın komisyonu da her zaman her türlü şiddet, kadına karşı şiddet, siyasete katılımlarındaki engeller vb. konularda çalışmalar yapıyor.

*İHD kadın komisyonu ne kadardır var?

İHD kadın komisyonu yaklaşık 20 yıldır var. İHD, karma gruplara göre biraz daha kadınların özgür olduğu bir kurum aslında. Kendi kurduğumuz örgütler de biraz erkek egemendir. Ancak İHD’nin şöyle bir farkı var. Mesela bizim birçok şubemizde kadınlar çoğunluktadır, yönetimlerde. Belki de erkeğin olduğu her yerde daha şiddetli bir mücadele var. Ama İHD daha demokratik, daha yumuşak, daha herkesi kapsayacak bir mücadele biçimi. Mesela siz politik olarak faşizme karşısınızdır, faşizme karşı mücadele edersiniz ama İHD’de ben işkence gördüm diye gelen bir faşistle de diğer bir başkasıyla ilgilendiğiniz gibi ilgilenmek zorundasınız.

*Evet darbe girişiminin ardından da şu çağrınız vardı; işkence gören askerler de gelip bize başvurabilirler.

Tabi bu İHD’nin genel kuralı, yani işkenceciye bile işkence yapılamaz diyoruz. Başka politik bir örgüt böyle bir şey söylemez genelde. İHD darbeye karşı kurulmuş bir dernek, askeri darbenin sonuna kadar karşısında ama darbecilere dahi işkence yapılmasına  karşıyız. Yani farkımız burada, başkalarını kızdıran da bu.

*Darbe girişiminin ardından çok konuşulan bir konu da sokağa inen erkeklik, tacize ve saldırıya uğrayan kadınlar…

Zaten şöyle söyleyeyim, militarizm erkek egemenliğin son aşamasıdır. Bugün darbe yapanlar da militaristtir, darbeye karşı sokağa çıktığını iddia edenler de. Yani militarizmin araçlarını kullanıyorlar ve erk harekete geçmiş durumda. Ve bunun en büyük mağduru yine kadınlar. Sokakta insanları linç eden, öldüren erkekler acaba eve döndükten sonra hınçlarını eşlerinden çıkarmıyorlar mı? Kaç kadın dövüldü bu süreçte? Yani bunu biliyor muyuz? Hayır, bilmiyoruz. Ki bireysel silahlanmadan söz ediyor hükümet yetkilisi. Bireysel silahlanmanın da en büyük mağduru yine kadınlar olacak. Çünkü her kadın cinayeti o verilen silahlarla işlenecek. Ayrıca bize de bu tür çok fazla bilgi geliyor, özellikle akşam 7’den sonra kadınlar kalabalıkların toplandığı o yerlerde, Taksim’de, çok zor yürüdüklerini söylüyorlar. Tacizkar lafların atıldığı, küfürler edildiği, kıyafetlerine yönelik eleştirilerde bulunulduğuna yönelik iddialar geliyor. Bunların hepsi son derece tehlikeli ve tamamen erkek olmakla ilgili bir şey.

Kaynak: Özgür Gündem

 

Share