“Beyler” yine taarruza geçti! Davetleri kabulümüzdür!

gazete-126Bize dayatılan toplumsal rollerden tamamen sıyrılmak uzun bir mücadele süreci, fakat kendimize ve hemcinsimize karşı açık olmak en kolaylaştırıcı ve kazandırıcı adımdır. Tüm tartışmalarımızda içimizdeki erkeklikle ne kadar açıktan mücadele edersek o kadar özgürleşmeye devam edeceğiz. Çünkü erkek devlet her gün, her saat kadınların yaşamına, haklarına saldırmaktan vazgeçmiyor. Günü şiddetle örgütleyen “TC” bu ırkçı, şoven, cinsiyetçi politikalarını başlattığı topyekûn savaş konseptiyle daha da tırmandıracak. Sınıf mücadelesinin keskinleştiği, herkese önemli sorumluluklar yüklediği bugün, mücadeleyi bulunduğumuz her alanda daha da geliştirmek ve sürekli gericilikle mücadele halinde olmak şarttır

HABER MERKEZİ (29.07.2016) – Halkın Günlüğü Gazetesi 126. sayısında yer alan ” ‘Beyler’ yine taarruza geçti! Davetleri kabulümüzdür!’ başlıklı yazıyı site okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Erk iktidarın köşe tutucuları yine kadınlar hakkında konuşmaya başladı. “Düşük profilli” Başbakan acil servislerin aynı zamanda evlendirme dairesi olabileceğini söyledi. Anayasa Mahkemesi, TCK’daki ‘15 yaşını tamamlamamış çocuklara yönelik her türlü cinsel davranışı’ istismar sayan ve 8-15 yıl arası hapis öngören maddeyi iptal etti. Sabah Gazetesi “TC”yi kadın hakları konusunda yerden yere vuran CEDAW raporunu övgüyle halkımıza servis etti. Diyanet İşleri Bakanlığı “Uyuyan insanı öldürmekle kürtaj aynıdır” dedi. Tam bu sırada Cizîr’de vahşet bodrumunda katledilen Sultan Irmak’ın cenazesi teşhis edildi…

Şiddetin yasalaştırıldığı, kadınların devlet desteğiyle öldürüldüğü bu ülkede 2010-2015 yılları arsında 1.414 kadın, bindörtyüzondört dünya katledilmişken, 2016’nın ilk yarısında da 153 kadın katledildi.

Sıralamak bile sabır meselesi ancak bu nutuklara şaşırmıyoruz, çünkü eril iktidarın ‘erkekliği’ toplumsal kurum ve pratiklerde sürekli olarak onaylaması sınıf varlığının zorunluluğudur. Bu tekrarların biz ezilenlerin yaşamındaki tezahürü burjuvaların sınıf aidiyetidir, saltanatlarının teminatı, ideolojisidir. Burjuva sınıfının terbiye aracıdır. Eve hapsedilen, erkeğe zimmetlenen, kendinden başka herkesin ‘malı’ görülen kadının, bu şiddet sarmalı karşısındaki duruşu bile günlük yaşamının bir direnme biçimine dönüşmesine gebedir. Çünkü kadınlar için yaşam hakkı, onların her saniye yeniden uğraşarak kazanması gereken bir mücadele alanıdır. Tüm bunlardan hareketle toplumsal mücadele mevzilerine dönmemiz, kadın mücadelesini her alanda daha da köklü bir şekilde güçlendirmemiz, mücadeleyi bir yaşam biçimi olarak kavramamız hayati önemdedir. Bunca saldırı altında kendi içimize doğru şeffaf, vurucu bir yolculuğa çıkmamız her dönem olduğu gibi bugün de kazanım dolu bir yöntemdir.

Kadın mücadelesine hazır mıyız? Ya da tamam mıyız?

Evet, kadın mücadelesi son yıllarda toplumsal muhalefet içerisinde ciddi bir ivme ve söz kazanmış durumdadır. Özellikle Gezi Ayaklanması ile beraber kadın mücadelesinin daha da etkili bir şekilde güçlendiği, kadın mücadelesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve örgütlenme perspektifi üzerine ciddi kazanımlar elde ettiği, erkek devlet tarafından da pekâlâ bilinmektedir. Kadın mücadelesini nasıl daha yaygın bir şekilde öreriz ve çoğalırız sorusu hala en önemli perspektifimiz ve itici gücümüz olarak aktüel tartışma konularımızdan birisidir. Kuşkusuz kadınlar daha çok yan yana geldikçe, birbirlerine dokundukça bu sorunun cevabı pratik olarak kendini var edecektir. Ve kendini çok daha mümkün ve yaratıcı kılmaktadır. Fakat şimdi esasen örgütlü kadınlar olarak kadın mücadelesine ne kadar yakın olduğumuzu tartışmak istiyoruz. Elbette içimizdeki erkekliklere vura vura… Ve bu bağlamda mücadele alanlarında sıkça karşılaşılan öğretilmiş iki rolü masaya yatırıp iyice hırpalamak istiyoruz.

“Kadın mücadelesi gerekli midir?”

Bu soru kadın mücadelesinin görece daha zayıf olduğu dün, daha yüksek sesle soruluyordu. Şimdi genel anlamıyla erkeklerden kopamayan, yalnız onların doğru düşündüğünü; kadını her zaman kıskanç olarak gören, kadın toplantılarını bir konken partisi olarak gören ERKEK ve kadınlar tarafından çokça savunulmuş, ama biz cadıların süpürgesiyle artık kapı eşiğinde yellere savrulmuş fikir fukaralıkları bunlar. Şunu özellikle belirtelim; kadın ve erkeği ideolojik mücadele bağlamında asla aynı yerlere koymuyoruz. Fakat burada teşhir etmek istediğimiz; bilinçlenmeyi yegâne silahı olarak elinde bulunduran devrimcilerin öğretilmiş roller ya da geleneksel rolleri devrimci kurumlar içerisinde sorgulamadan tekrar tekrar üretme gayretkeşlikleridir.

“Kendimi yeterli hissediyorum”

Doğduğumuz andan itibaren kadınlık rolü ile öylesine sarmalanmışız ki, her zaman en mükemmeli olmak için gayret ederiz. Kuşkusuz bunun altında da esasen erkliğe olan hayranlık yatmaktadır. Kadın mücadelesi alanında kendini geliştirmek isteyen kişi, bu hal ile asla kendine ve kız kardeşlerine karşı samimi olmayı başaramaz. Her zaman en harika sözü söylemek ister, tüm ilişkilerini her zaman diğerlerini küçümseyerek yaşar. Ama esasen kendi kimliğine ve cinsine olan yabancılaşmanın enkazı yatmaktadır bunun altında. Kadın mücadelesinde çokça söz söyler fakat kadınlık durumu ile ilgili olarak eleştirildiğine, “Yanlış anladınız, onu demek istemedim” der. Öz itibariyle belki sayfalarca, günlerce tartışabileceğimiz bahsini ettiğimiz bu roller devletin, toplumun, ailenin kadını olanın sonucudur. Heteroseksizm ile her gün defalarca kez dayatılan devlet geleneğidir. Bir adım öndeyiz çünkü öğretilmiş olan her duruma, role, kabule, düzene savaş açmış durumdayız.

Ne o, ne bu her zaman kadın dayanışması! Her zaman mücadele!

Bize dayatılan toplumsal rollerden tamamen sıyrılmak uzun bir mücadele süreci, fakat kendimize ve hemcinsimize karşı açık olmak en kolaylaştırıcı ve kazandırıcı adımdır. Tüm tartışmalarımızda içimizdeki erkeklikle ne kadar açıktan mücadele edersek o kadar özgürleşmeye devam edeceğiz. Çünkü erkek devlet her gün, her saat kadınların yaşamına, haklarına saldırmaktan vazgeçmiyor. Günü şiddetle örgütleyen “TC” bu ırkçı, şoven, cinsiyetçi politikalarını başlattığı topyekûn savaş konseptiyle daha da tırmandıracak. Sınıf mücadelesinin keskinleştiği, herkese önemli sorumluluklar yüklediği bugün, mücadeleyi bulunduğumuz her alanda daha da geliştirmek ve sürekli gericilikle mücadele halinde olmak şarttır. Örgütlü her alanda, toplumsal mücadelenin her kesiminde özel mülkiyete dayalı ilişkilere, geleneksel rollere daha fazla karşı çıkmalı, teşhir etmeli ve yeniyi yaratmalıyız. Unutmamalıyız ki savaşı kendimizle büyütmek bu düzeni temellerinden sarsacak güç olacaktır.

Share