‘Kadınlar ve LGBTİ’ler olarak ortak mücadele hattı örmeliyiz’

kadin-sayfasi
“Kadın cinayetlerinin bu kadar yoğun olduğu bir coğrafyada silahlanmanın körüklenmesi, böyle bir süreçten yararlanarak silahlanmanın önünün açılmasının en fazla kadınlara zarar vereceğini düşünüyoruz. Bu kavga militer güçlerin arasındaki bir kavga, buradan bir demokrasi çıkmaz.”
HABER MERKEZİ (10.08.2016) – OHAL, darbe ve savaş süreçlerinden toplumsal olarak en çok etkilenenlerin başında kadınlar ve LGBTİ’ler geliyor. 15 Temmuz’da yaşanan darbe girişimi ve hemen ardından ilan edilen OHAL süreci içerisinde kadınlara ve LGBTİ’lere yönelik geliştirilen saldırılarda bu durumun kanıtlayıcısı oluyor. Geçmişten bugüne zaten fiili bir OHAL süreci yaşayan kadın ve LGBTİ’ler, bu süreçle birlikte de siyasi iktidarın da doğrudan hedefleri arasında… Bu yaşananlar ışığında kadın ve LGBTİ’lerle son sürece ve çözüm yolları üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.

OHAL ve darbe süreçlerinin kadınlara nasıl yansıdığını 80 ve 90’lı yıllardan biliyoruz. Fakat bugün ilan edilen OHAL’in demokrasi güçlerine çok daha farklı yansıyacağı aşikar. Bu sürecin kadınlara ve LGBTİ’lere yansıması nasıl olur? Ve bu süreç kadın ve LGBTİ örgütleri tarafından nasıl karşılanmalı?

Gülden Coşkun – Demokratik Kadın Hareketi

Aslında bir bütün olarak tüm savaş süreçlerinin ilk elden hedefini kadınlar oluşturuyor. Buna neden olan algıya dair birçok şey sıralayabiliriz. Erkek egemen bir sistemin var olması, kadına yönelen şiddet aracılığı ile kadının dâhil olduğu topluluğun, milliyetin, örgütlenmenin vs. cezalandırılabileceği anlayışı gibi. Tabi bir de örgütlü kadına yönelen saldırılar var. Burada egemenler örgütlü kadının iradesinin nerelere varabileceğini açık bir biçimde gördüklerinden ve deneyimlediklerinden dolayı diğer kadınlara mesaj vermek için pervasızca saldırıyor. Taybet İnan’ın 7 gün sokak ortasında bekletilmesi, Ekin Wan’ın teşhir edilen bedeni, katledilen 3 Kürt kadın siyasetçi bu anlayışın ürünü olarak karşımıza çıkıyor. OHAL ile birlikte ilerici güçlere yönelik yoğun bir saldırı döneminin başlatılacağı aşikâr. Nitekim biz bunu 80’li yıllardan, 90’larda Kürdistan illerinde yaşanan katliamlardan, Eskişehir’e işkence yapıldıktan sonra kitlesel olarak sürülen trans kadınlardan biliyoruz. Bu süreci nasıl karşılamamız gerektiğine dair sorulan soruya şöyle cevap verebiliriz. Bildiğiniz gibi 90’lı yıllarda gerçekleşen OHAL uygulaması beraberinde kadına yönelik birçok saldırıyı getirdi. Gözaltında tecavüz, işkence uygulamalarından bölgeyi insansızlaştırmaya kadar. Fakat o dönem Kürt kadını çok yalnız bırakıldı ve bu suçların üzeri kapatıldı. 90’larda Kürt kadınlarının yaşadıklarını bugün bir bütün olarak kadınların yaşamaması ve bu ohallere karşı mücadele etmek için ortak bir platform oluşturulması gerektiği kanısındayız. Bunun çalışmalarını Demokratik Kadın Hareketi olarak örmeye başlıyoruz. Bu platformun amacı yasal haklarının tümden askıya alındığı böyle bir süreçte OHAL kapsamında kadınlara yönelen saldırılara karşı bir arada durma, belgeleme, uluslararası ve yerel bazda lobi çalışması yapma ve en geniş kadın katılımı ile hak ihlallerine karşı özsavunma zeminini hazırlamak olarak tanımlanabilir. Kadınların ve LGBTİ’lerin bu süreçten en az hasarla kurtulmasının en önemli ayaklarından birinin bu platform olacağı inancındayız.

Eren Keskin – İnsan Hakları Savunucu – Avukat

Olağanüstü Hal Kanunu 12 Eylül Askeri Darbesi’nin ürünü bir kanundur. Şimdi hükümet ve esas olarak cumhurbaşkanı bir askeri darbeye karşı yine askeri militarist yöntemlerle karşı koyuyor. Yani militarizmin, militarist güçlerin kendi aralarındaki kavga halka bir baskı olarak yansıyor. Çünkü olağanüstü hal yasası aslında yaşama hakkını ve işkence görmeme hakkını garanti altına alıyor. Ama biz daha önce Kürdistan’da olağanüstü halin nasıl uygulandığını çok iyi biliyoruz. Yani özellikle AİHS’nin askıya alınmasının nasıl sonuçlar yarattığını çok iyi biliyoruz ve “TC” devleti bir hukuk devleti değil. Bu dönemde biz yine gözaltında kayıpların, işkencelerin, cinayetlerin artacağını düşünüyoruz, çünkü büyük bir silahlanma olduğunu görüyoruz. Ve aslında alttan alta ve hatta bazılarını bakanlarda açık açık söylediler bireysel silahlanmanın önünün açılacağını hatta silahlarınızı alın gelin sokaklara çıkın demelerini biz gördük. Şimdi silahlanma demek o silahın ilk önce en yakınındaki kadına dönmesi demektir. Kadın cinayetlerinin bu kadar yoğun olduğu bir coğrafyada silahlanmanın körüklenmesi, böyle bir süreçten yararlanarak silahlanmanın önünün açılmasının en fazla kadınlara zarar vereceğini düşünüyoruz. Bu kavga militer güçlerin arasındaki bir kavga, buradan bir demokrasi çıkmaz. Sokaklara baktığımızda bu kavgada demokrasi isteyen taraf olarak görünenlerin yine ağırlıklı olarak İslamcı ve faşist güçler olduğunu görüyoruz. Örneğin; Taksim’de günlerdir kadınlar yürüyemiyorlar belirli saatlerden sonra… Giyim kuşamları üzerinden saldırıya uğrayanlar, sözlü, küfürlü saldırıya uğrayanlar var. Ve tabi bu arada en büyük tehlike altında olanlardan bir kesimde LGBTİ bireyler, özellikle de trans kadınlar. Çünkü bu coğrafyada şuan demokrasinin bekçisi olarak sunulan bu feodal yapı aslında LGBTİ bireylere karşıda büyük bir saldırganlık içinde. O nedenle biran önce herkesin iyice bir düşünmesi gerekiyor. Yani bu süreçten yeni bir baskı süreci ile çıkılmaya çalışılırsa bu coğrafyada iç savaş çıkar. Bunun dışında tek yol demokratikleşmedir. Ama bunun da şuan en ufak belirtisini bile görmüyorum.

Zelal Demir – İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği

Kadın ve LGBTİ’ler  için uzun zamandır uygulanıyordu OHAL… Sadece adını koydular; resmileştirdiler. Biz bunu Ekin Wan’ın bedenine yapılan işkence ile görmüştük. Taybet Ana’nın cansız bedenini günlerce yattığı yerden alamadığımız zaman görmüştük. İki yıldan beri yapılamayan onur yürüyüşlerinde de gördük. Hani derler ya; savaşın da bir ahlakı vardır diye… Bu topraklarda özellikle kadın ve LGBTİ’lere karşı yürütülen savaşın hiç bir zaman bir ahlakı olmadı. Çünkü devlet bizleri bedenimiz ve kimliğimiz üzerinden vurmaya çalıştı hep… Şimdi Temmuz ayı itibariyle üç aylık bir OHAL ilan edildi ki, daha da uzaması gündemde. Bizlerin hayatında çok da bir değişiklik olmayacak. Devletin kendi eliyle uyguladığı şiddet, hiç bir zaman azalmadı bizler için. Devlet şiddeti dışında sokaklarda gerici paramiliter gruplar sadece işin farklı bir boyutu olarak sayılabilir. Ama bizler direnmeyi, mücadele etmeyi bilen bir neslin mirasçılarıyız. Kimseye pabuç bırakacak değiliz.

Elif Kaya – Yeni Demokrat Kadın

Aslında bir yılı aşkın süredir, çözüm sürecinin bitmesi ile birlikte OHAL uygulamalarını yaşıyoruz. Cemaat ile devletin iç çatışması vesilesi ile devlet, OHAL’i resmi olarak deklare etmiş oldu. OHAL ile aslında devletin iç klikleri arasında ki o çatırdamayı düzeltmek, AKP özgülünde devletin kendini devlet içerisinde yeniden dizayn etmek gibi bir dert var. Bütün bunlara kadınlar cephesinden de baktığımızda aslında OHAL ve uygulamalarının bir yılı aşkın süredir yaşandığını görüyoruz. Devletin geliştirdiği her türlü saldırıda kadınlar özel bir hedef haline gelmeye başladı. Gelişen kadın mücadelesinin devleti daha çok pervasızlaştırdığını ve azgınlaştırdığını da görüyoruz biz. Neden? Çünkü kadınlar ciddi bir güç olarak devletin ve erkek egemenliğinin karşısında duruyorlar. Doğallığında, devlette kadın bilincinin ve kimliğinin gelişimini durdurmak için savaşta da kadın bedenini ve kimliğini hedef alıyor diye düşünüyoruz. Bununla mücadelenin yöntemlerine dair birkaç bir şey söylemek gerekirse, kadın örgütlülükleri etrafında geniş kadın kitlelerini bir araya getirdiğimizde aslında buna çok somut cevap olabiliyoruz, devlete geri adım da attırabiliyoruz, bir sürü kazanımda elde edebiliyoruz. Kürtajın yasaklanması ve Özgecan’ın katlini buna örnek verebiliriz. Kobané direnişinde kadınların rolünün, bunun Türkiye’deki kadın mücadelesine yansımasının önemli olduğunu düşünüyorum. Bunlar bizi güçlendiren şeylerdi, bir araya getiren temel meselelerdi. Bu açıdan kadın örgütleri olarak daha fazla bir arada durabilmenin yol ve yöntemlerini biz açarsak, kadınların da etrafımızda daha güçlü bir araya gelebileceğini düşünüyoruz.

Berfin Azdal – HDP PM Üyesi

15 Temmuz darbe girişimine karşı sokağa çıkan kitlenin dün İstanbul’un Kocamustafapaşa ilçesinde genç bir kadına “Neden açık giyindin, darbecisin” diyerek saldırdığı haberi geldi. 15 Temmuz’u, “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendiren Erdoğan ve siyasi iktidarsa ilan ettiği OHAL kapsamında, yayınladığı ilk KHK ile gözaltı süresini 30 güne çıkardı ve ilk uygulama olarak Dersim’de Suruç Şehidi Cebrail Günebakan’ı anmak isteyen devrimci gençlere şafak baskını düzenledi. Baskında genç kadınlar fiziksel ve psikolojik işkencenin yanında cinsiyetçi küfürlere ve tecavüz tehditlerine maruz kaldılar. OHAL Türkiye Devleti’nin yönetim şekli haline gelmiş tecavüz kültürünü pekiştirecektir. Kadınlar ve LGBTİ’lere etkisi gözaltında taciz, tecavüz,   tehdit, cinsel işkence şeklinde olurken gündelik hayattaysa sokaklarda ve meydanlarda özgürce var olamama  olacaktır. Bugün bu gerçeklik karşısında halkların, kadınların, gençlerin, LGBTİ’lerin, emekçilerin tek çıkışı anti-faşist cephede birleşmektir. Kadınlar ve LGBTİ’ler olarak kendimize yönelen sözlü, fiziksel, psikolojik taciz ve şiddet durumlarında özsavunmamız meşrudur. Patriarkal zihniyete hiçbir şekilde göz açtırmamak gerekir bu çetin savaşta. Çünkü OHAL’in de darbenin de ilk hedefi direnişçi kadınlar ve LGBTİ’leridir.

Esra Çiftçi ( Gazeteci)

Şimdi, öncelikle biraz darbe girişimini konuşmamız gerekiyor. “TC” tarihi 10 yılda bir gerek darbe, gerek muhtıra adı altında olağanüstü halleri hep yaşatmıştır. Bu olağanüstü halleri eğer darbeyse bunun karşılığı her zaman kriz dönemlerinde ortaya çıkmıştır. Bir ülkede demokrasi yoksa barış yoksa bütün mevcut sorunlar yani Kürt sorunu, kadın sorunu, işsizlik gibi bütün ekonomik sorunları kapsayan sorunlar çözülmediği sürece her zaman bu tarz krizler ortaya çıkar. Birincisi şuydu; darbe karşıtlığı üzerinden sokağa çıkan bir güruh vardı. Halk demiyorum, toplum demiyorum, bir güruh diyorum. Bu güruh çok ilginçtir. Sloganları hemen hemen bütün mahallelerde, Taksim’de ve her nerede çıktıysalar sloganları hep cinsiyet temelliydi. Yine hatırlarsınız bir asker, polis tarafından gözaltına alınıyor ve ona çocuğun var mı diye soruyor. Asker de evet, var. 8 aylık diye cevap veriyor. Polis de onu bilmem ne yaparım diyor. Bu tarz şeyler yaşanıyor.

Hani yine çok klasiktir. Savaşın en önemli mağdurlarından biri kadınlardır. Doğrudur. Çünkü bütün savaşlarda, darbelerde, kargaşalarda kadınlar her zaman savaş ganimeti olarak görülmüştür. Nitekim 15 Temmuz ve sonrasında yaşananlarda bize bunu gösterdi. Bu anlamda biz kadınlara neler düşüyor? Tabi ki örgütlü olmak düşüyor. Ama örgütlü olmakta yetmiyor. Kadınların artık gerçekten öz savunmasını gerçekleştirmesi gerekiyor. Çünkü biz artık sokakta, her alanda hani o sadece erkek şiddeti, klasik anlamda şiddetle karşı karşıya değiliz. Direk militarizmin, devletin beslediği ve “erkekleşmiş” şiddetin bir parçası olma durumundayız. Benim çok sevdiğim bir söz var.  Hani derler ya “ göz renklerimiz farklı da olsa, gözyaşlarımız aynıdır” diye. Biz kadınların sosyal statüsü ne olursa olsun, yaşadığımız şiddet aynı. Hiç biri birbirinden farklı değil. Benim bireysel anlamda ekonomik gücümün iyi olması veya olmamasının psikolojik şiddetten beni korumadığı ortaya çıkan bir durum. Yani sokaktaki kadın hemcinsi ne yaşıyorsa, o özgürleşmediği sürece benim zaten bireysel özgürleşmem mümkün değil. Şimdi durum böyleyse biz önce kadınlar arasında toplumsal barışı sağlayacağız. Ve bu erkekleşmiş militer devletin ve erkek toplumun gerekirse kafasına vura vura barışı ve eşitliği anlatmamız gerekiyor. Ve yılmamamız gerekiyor.

Senem Alp- Feministler İzmir

15 Temmuz öncesinde de sokakta artan muhafazakârlığın hedefi çoğunlukla LGBTİ’ler ve kadınlardı. Ancak 15 Temmuz sonrası bu muhafazakârlık ve oluşan şiddet, adeta devlet eliyle meşru zemin kazandı. Sokaklarda yapılan saldırılar ve politik dilden anladığımız üzere 7 Haziran sürecinde görünürlüğü iyice artan kadınlar ve LGBTİ’ler, hem toplumsal hem siyasi olarak yeniden geriye çekilmeye çalışılacak. Görünürlük mücadelesi bu anlamda daha da zorlaşacak. Devlet kademelerinin yeniden organize edilmesi ve OHAL sürecinde kanun hükmünde kararnamelerin etkisiyle bu baskı politikasının etkisini daha hızlı görmek zorunda kalabiliriz. Keza özellikle LGBTİ’lere yönelik baskı ve şiddet “toplum huzuru” bahanesiyle meşruluk kazandığı gibi yasal zeminlere de taşınabilir. Şu an için bu uzak vadeli bir kaygı olsa da ülkede her şeyin mümkün olduğunu 15 Temmuz gecesi canlı canlı izledik. Açık giyinmenin ve hatta kapanmamış olmanın hayati riske dönüşme ihtimali -ki dönüştüğü spesifik örnekler var- bir dönemden geçiyoruz. Bu noktada OHAL hâlihazırda sistem içi olan insanların hayatında bir şey değiştirmeyebilir. Ancak batıdaki muhalif hareket için çok hareketli günlerin geldiği bir gerçek. Kürdistan’da aylardır süren bir OHAL var. Aynı şekilde süren bir direniş de var. Ancak batıda otobüste yanına oturan kişinin kim olduğunu bilemiyorsun. Bu ciddi bir paranoya toplumu yarattı. Yıllarca Kürtlere susan insanların “şimdi anladım” demesi çarpıcı bir durum bu açıdan. OHAL’le birlikle kanun hükmünde kararnameler gündeme geldi. Gözaltı süreleri uzatıldı, avukat takibi kısıtlandı. Bu durum taciz ve tecavüzün önünü büyük oranda açacaktır. Bunu seksenlerden doksanlardan çok iyi biliyoruz. Peki, ne yapmalı? Bize göre salt AKP karşıtlığına odaklanmış sınırlı bir politika alternatif üretmekten uzak bir sinizme sürekler. Ki öyle de oldu. Uzun zamandır sokak hareketleri çeşitli politik söylemlerle kendisini geri çekti ve aslında sokağı kaybettik. Yapılması gereken bu süreçten hasar almadan çıkılabileceği yanılgısından kurtulup düşlediğimiz dünyayı tam da bugünden kurmaya çalışmaktır. Bunu yolu istediğimiz şeyi söylemekten geri durmadan sürekli eylemektir.

halkın günlüğü

Share