Zafer sistemleşmiş şiddete karşı örgütlü kadın mücadelesindedir!
HABER MERKEZİ(09.12.2017)-25 Kasım 1960’da Dominik Cumhuriyeti’nin 31 yıllık Rafael Trujillo diktatörlüğüne karşı ezilenlerin hareketi olan Clandestina Hareketi’ni kuran Mirabel Kardeşler (Patria, Maria ve Minerva) aynı yıl diktatörlük tarafından “Bu ülkede iki tehdit var: Kilise ve Mirabel Kardeşler” denilerek hedef gösterilmiştir. Diktatörlüğün korkusunu büyüten kadınlar ataerkil sistemin temsilcisi olan Trujillo’nun kolluk güçlerine teslim olmazlar. Bunun üzerine Kardeşler, kolluk güçleri tarafından kaçırılır ve tecavüze uğrayarak bir uçurumdan atılırlar. Dönemin burjuva basınında haber araba kazası olarak yer alır. Kardeşlerin kurduğu Clandestina Hareketi 1961 yılında diktatörlüğün son bulmasında önemli bir rol oynar ve Mirabel Kardeşler’in ölümlerinden 29 yıl sonra 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan edilir. 28 yıldır her 25 Kasım’da kadınlar sokaklara çıkarak Mirabel Kardeşleri ve kaybettikleri tüm kadınları anar ve mücadeleye devam etme sözü ile şiarlarını sokaklara taşır. “Kadın Cinayetleri Politiktir!” sloganlarıyla kadınları birlikte mücadele etmeye ve direnmeye çağırırlar.
Şiddet yaşadığımız coğrafyada farklı şekillerde vuku bulsa da sonuç kadınlar açısından değişmiyor; yaşam hakkı ihlali! Türkiye/Kuzey Kürdistan özelinde bakıldığında; son 10 yıl içerisinde öldürülen kadın sayısı 2024 iken Ocak 2017’den bu yana 286 kadın öldürülmüştür. Kadın cinayetleri her yıl artarak devam ederken 20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL’den bu yana kadın cinayetlerinin artmasına sebep olacak yasalar ise meclisten geçirilerek kapitalist toplumsal formasyonun devamlılığının sağlanması için AKP/Erdoğan iktidarına muhalefet eden tüm kesimlere, hak ve özgürlük mücadelesi verenlere olduğu gibi kadınlara da saldırılar artmakta ve bu artış kadının yaşam hakkı ihlali ile sonuçlanmaktadır.
Kadın cinsine yönelik gerçekleştirilen saldırılar egemen ideolojiden ve onun yasa koyucularından ve devam ettiricilerinden bağımsız ele alınamaz. Kadınlara yönelik gerçekleştirilen şiddet, baskı ve cinayetler kadınların yaşam alanlarını kuşatmış olmasıyla birlikte farklı pratik sonuçlarla gözlenmektedir. Söz edilen alanlarda şiddet ekonomik, fiziksel ve psikolojik olarak değişiklik gösterse de öz itibari ile aynıdır ve aynı eller tarafından gerçekleştirilmektedir.
İşçi bir kadının ucuz işgücü olarak görülmesi eşdeyişle emeğinin karşılığının verilmemesidir, bu durum tüm işçilerin maruz kaldığı bir hak ihlali olmasına karşın, burada kadının durumu, ikincil bir konuma getirilmesinden kaynaklı işçilerin en ezileni olması vurgusunu arttırmaktadır. İşçi kadınların emeklerinin gasp edilmesinin yanı sıra maruz kaldıkları mobing, istismar ve tacizler ise azımsanmayacak bir orandadır. Bu durum işçi bir kadının çalışma hayatında şiddetin tüm formlarına maruz kaldığının göstergesidir. Kadına yönelik şiddetin yalnızca çalışma alanlarında var olmadığı ise aşikardır. Özel alan (ev içi alan) kadının şiddete maruz kaldığı önemli bir alandır. Kadın özel alanda eşi ve akrabaları tarafından istismara ve fiziksel şiddete maruz kalmakta ve kadın kimliği üzerinden yüklenen “sorumluluklar” kadının bağımlı konuma getirilmesiyle doğru orantılı olarak şiddetin formlarına maruz kalmasına da sebep olmaktadır. Eşdeyişle kadın kamusal alandan ayrılıp özel alana geçtiğinde de devletin ideolojik aygılarından biri olan ailenin şiddeti ile karşı karşıya kalır. Şiddetin yaşam alanlarımızın tümüne sirayet ettiğini söylemek yanlış olmayacağı gibi yaşam alanlarımız içerisinde farklılık gösterse de tek bir kaynaktan beslendiği söylemek de yanlış olmayacaktır. Kadına yönelik şiddetin kaynağı ve devam ettiricisi olan köleci toplumdan kapitalist topluma kadar varlığını sürdüren Ataerkil Sistem’dir. Ataerkil Sistem’in en temel kan taşıyanı ise ezen sınıfın çıkarlarını gözeten Kapitalist Sistem’dir. Öyleyse okulda cinsiyetçi politikaları gelecek nesillere empoze eden egemen ideoloji, fabrikada kadının emeğini çalarak onu yeniden ikinci konuma düşüren patron ve türevleri, özel alanda kadını istismar eden ve aile kurumunu devletin ideolojisine göre konumlandırarak var eden bireylerin, var olan sistemi oluşturan ögeler olduğunu söylemek yanlış değildir.
Aile içerisinde erken yaşlarda başlayan kadına yönelik şiddet, eril dil ile perçinlenerek kadının toplumsal alana geçme aşamasında edilgen bir “birey” olarak hazırlanmasına sebep olur. 7 yaşında eğitime başlayan çocuk, kapitalist topluma dahil edilmek için ataerkil söylemlerin ve ekonomik gücü elinde bulunduran burjuva sınıfının çıkarlarını koruyan ideolojinin ve dilin açmazına çaresizce maruz bırakılır. Çocuklar kendilerine dil aracılığı ile aşılanan ataerkil ve kapitalist ideolojiden habersiz bir şekilde, rekabetçi bir topluma hırslı bireyler olarak hazırlanmaya başlarlar ve eğitim hayatları boyunca maruz kaldıkları ideoloji geleceğin kadınlarına, kaderci bir şekilde şiddeti kabullenen, kadına yönelik şiddetin normalleştirildiği, erkeğin egemenliğinin ve üstünlüğünün olması gereken olduğu öğretilir. Özcesi erkek, beyaz ve heteroseksüel olan iktidar olmaya aday olandır ya da ataerkil ideolojiyi kabul eden, benimseyen ve yaşayan.
Aslolan kadın’ın kurtuluş mücadelesidir
Kadına yönelik şiddetin yoğun olarak görüldüğü bir diğer yaşam alanı ise “ev” yani özel alandır. Özel alana giren kadın burada çeşitli rol ve modellerle donatılmıştır. Dışarda işçi olan erkek evde patron olurken, dışarda işçi olan kadın evde işçi olmaya devam etmektedir. Kadın olmanın var olan sistemdeki anlamı 7 gün, 24 saat ve 12 ay ezilmek ve sömürülmek demektir. Çünkü bu sistem öncelikle Kapitalist olsa da yalnızca kapitalist değil aynı zamanda ataerkildir. Bu ise kadınların yaşamları boyunca şiddete maruz kalmaları demektir. Şiddet her zaman gözle görülebilen bir olgu değildir. Milyonlarca kadının şiddete maruz kaldığı bir coğrafya da şiddete karşı sokağa çıkan, dur diyen kadınların sayısının yüzlü rakamlarda olması şiddetle doğru orantılı olarak yansıma bulan sindirilmiş olmaları durumudur. Bu noktada karşımıza çıkan güç erk-egemenliğinin kurumsallaşmış hali olan devlettir.
Devletin üstlendiği rol ise kadınların nihai kurtuluşu için mücadele eden kadınların kurumsal bir şekilde istismar edilmesidir. Günümüzde, devlet için suç; 25 Kasım’a ve 8 Mart’a katılmış olmaktır. Kapitalist ve Ataerkil olan sistem köküne dinamit yerleştirerek kadının özgürlük ve kurtuluşu mücadelesini daha ileri taşıyanların çıplak bedenlerinin teşhir ederek, işkence yaparak, tutsak kadınları tecrit ederek, yaşayabilmek için istismar edene öz savunma ile karşılık veren kadınları müebbet hapis cezaları ile yargılayarak şiddeti meşrulaştırmak istemektedir. Çünkü kadın olmanın bilincini uyandırmak isteyen kadınlar ölümcül birer hastalık taşıyormuş gibi toplumdan uzaklaştırılmakta ve kadınlarla olan temasları engellenmek ve zedelenmek istenmektedir. Oysa her baskı karşıtını doğurur ve kadın mücadelesi baskı, sömürü, şiddet ve istismara karşı her zaman var olacaktır.
Her yıl yitirdiğimiz yüzlerce kadının tek faili erkek egemen sistem iken ölüm ise yalnızca baba, eş, sevgili, kardeşten değil, dil, zihniyet ve sinmiş ve zulmü kabullenmiş bireylerin varlığından da bir o kadar güç almaktadır. Azınlık bir sınıfın çıkarları için istismarı, sömürüyü, şiddeti normalleştiren, varlığını bunun üzerinden devam ettiren bir sistemin kalıcı olması imkansızdır. Çünkü zulme karşı isyan meşrudur. İsyanımızın adı Dominik’te Mirabel Kardeşlerken, bugün binlerin sesi olup haykırarak Meralleşiyor, Barbaralaşıyor, Bernalaşıyor ve Mercan’ların, Lorin’lerin, Deniz’lerin sesiyle kadının kurtuluşu mücadelesindeki yerini aynı kararlılık ve direnç ile yeniden alıyor.
Gelecek 25 Kasım’ı yittirdiğimiz kadınların isimleriyle değil, zafer çığlıkları ile anmak için tüm kadınları örgütlü kadın mücadelesinde yerini almaya, erkek egemen sınıfın kadına biçtiği rolleri yıkarak kadın mücadelesi saflarını güçlendirmenin direnciyle kadın mücadelesini yükseltmeye, nihai kurtuluşun ve inancın ancak örgütlü kadın mücadelesi ile geleceğine olan inancımızla birlikte kavgaya ve zafere çağırıyoruz.
Demokratik Kadın Hareketi
Kaynak: www.halkingunlugu1.org