Gökay Sofuoğlu: Bu seçimler yeni bir gelecek inşa etmek için yapılmıyor

24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilleri seçimleri için oy verme işlemleri Almanya’da 7 Haziran’da başlıyor. Almanya’da 13 gün boyunca vatandaşlar konsolosluklarda oy verebilecekler. Yurt dışı oyları tüm partiler için kilit rol oynuyor. Almanya’da seçim gündemini, Almanya’nın önemli sivil toplum örgütlerinden biri olan Almanya Türk Toplumu Başkanı Gökay Sofuoğlu, Alman kamuoyunun konuya nasıl yaklaştığını, burada yaşayan Türkiyelilerin eğilimlerini değerlendiriyor.

Türkiyeli siyasetçilerin Almanya’ya gelip burada propaganda yapmak isteyecekler diye endişelenilmesini ve bu konu etrafında tartışılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu tartışma kendi başına Türkiye kaynaklıdır. Türkiye hükümeti geçmiş dönemlerdeki bütün seçimlerde mutlaka bir düşman yaratarak, hedef göstererek seçim propagandası yaptı. Amacı bir mağdur psikolojisi yaratmaktı. Bunu da yurt dışı üzerinden başardı. Ama beni asıl ilgilendiren Alman siyaseti, Alman kamuoyudur. Daha ortada herhangi bir somut gelişme olmadan konunun üzerine tartışıyorlar. Alman medyası, siyasetçileri varsayımlar üzerinden yorumlar yapıyorlar. Sonrasında biz de bu varsayımları yorumlamak zorunda kalıyoruz. Ayrıca Almanya’nın net bir yasası var: Yabancı siyasetçilere kendi ülke seçimlerinden 3 ay önce Almanya’da siyasi propaganda yapmalarına izin verilmiyor. Gördüğüm kadarıyla Türkiye’den de zaten böyle bir talep henüz yok.

Sizce neden AKP’li siyasetçilerden Almanya’da bir toplantı yapmak için henüz bir talep yok?

Bunun iki nedeni var. Birincisi süre çok kısa. Almanya konusu Haziran’ın başı gibi gündeme gelebilir. İkincisi de Ramazan’ın başlamasıyla iftar programlarının gündemi nasıl olacak onu beklemek lazım. İftar programlarında Türkiye’deki seçimlere yönelik çalışmalar yapılacak mı bunu bilmiyoruz. Biraz üstü kapalı bir şekilde Türkiye’deki gelişmeler bekleniyor.

Yani Almanya’da var olan bu yasağı iftar programlarına katılma gerekçesiyle delebilirler mi diyorsunuz?

Olabilir tabi. Buradaki milletvekilleri katılabilirler. Bunu da yasaklamak mümkün değil. Kaldı ki geçtiğimiz referandum döneminde de böyle şeylere başvurmuşlardı. Kadınlar kahvaltısı diye bir şey yaptılar. AKP’nin lobi kuruluşu Avrupa Türk Demokratları Birliği’nin (UETD) genel kurulu toplantısı diyerek siyasetçiler geldi. Yine aynı yöntemleri kullanabilirler ama bu biraz da Türkiye’deki son kamuoyu yoklamalarına, buradaki oylara ine kadar ihtiyaçları olduğuna bağlı. Bir de gördüğüm buradaki Türkiyeli sivil toplum kurumları da Türkiye’deki seçimlere pek angaje olma niyetinde değil.

Hangi sivil toplum kurumları bunlar hükümete bağlı olanlardan mı bahsediyorsunuz?

Hepsinden. Dini örgütlenmeler kendi aralarında bir karar birliğine varmış değil. MHP, Tayyip Erdoğan’ın başkanlığını destekliyor olmasına rağmen buradaki dernekler konuyla ilgili toplantılar henüz yapmadılar. En azından dışa yönelik toplantılar yapmıyorlar kendi içlerinde yapıyorlar. CHP birlikleri daha çok seçimlere katılımı arttırmak için toplantılar yapıyor. Yurt dışındakiler sanırım biraz daha hazırlıksız yakalandı. Önümüzdeki günlerde belki bu durum değişecektir ama henüz burada dışarıya yansıyan bir hareketlilik yok.

Bu duruma UETD’de dahil mi diyorsunuz?

UETD’de dahil ama onların çalışmaları daha çok gizli daha çok kendi çevresini etkilemeye yönelik onlar da artık kamuoyunda çok fazla dikkat çekmek istemiyorlar. Görünen şu anda seçime yönelik toplantı, hazırlık, parti propagandası henüz yapılmıyor.

Almanya ile Türkiye arasında ilişkiler daha yeni iyileşmeye başladı. Türkiye ekonomisinde ciddi sorunlar var. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu nedenle sessiz kalıyor olabilir mi? İlişkileri germek şu anda Türkiye ekonomisi açısından riskli mi olur?

Almanya ve Türkiye arasındaki siyasi ilişkilerin düzelmesi her iki ülkenin de yararına olacaktır. Her iki ülke de bu konuda ikna oldu. Türkiye’deki siyasetçilerden henüz Almanya ile ilgili bir demeç yok. Alman siyasilerden de henüz Türkiye seçimleri ile ilgili bir yorum gelmedi. En son Fransa ile ilgili herhalde Kuran’ın toplatılması konusu nedeniyle sert açıklamalar yapıldı ama Türkiye siyaseti henüz Avrupa ile ilgilenmiyor, daha doğrusu AKP henüz yurt dışı ile ilgilenmiyor.

Bildiğimiz kadarıyla 20 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan Saraybosna’da, UETD’nin olağan genel kurulu toplantısına katılacak. Bir de Belçika gündemde alternatif olarak.

Benim bildiğim kadarıyla Bosna hükümeti bu toplantıyı kabul etmedi. Sanırsam, ‘Bosna kamuoyunu Türkiye’deki siyasi gelişmelere alet etmeyin’ diye bir açıklama yaptılar. Belçika’da büyük ihtimalle aynı çizgide açıklama yapacak. Ama dediğim gibi belki ihtiyaç duyarlarsa bu yasaklar konusunu zorlarlar. Hollanda da yaşanıldığı gibi. Yasak olmasına rağmen bakan oraya gitmişti. Polis engellemesi vs. o görüntüler Türkiye’de iyi işlenmişti. Buna benzer resimleri tekrar Türkiye kamuoyunun önüne sermek isteyebilirler.

29 Mayıs’ta Solingen’de yapılan ırkçı saldırıda hayatını kaybedenler için düzenlenecek anma törenine Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da katılması bekleniyor. Saldırıda yakınlarını kaybeden Genç ailesi bu anmaya siyasetin karıştırılmasını istemediklerini açıkladı. Yine de Çavuşoğlu’nun yapacağı ziyaret ilgili tartışılıyor. Çavuşoğlu sadece anmaya katılıp gider mi?

Bunun tartışılıyor olması bile beni üzüyor, özellikle Genç ailesi adına üzüyor. Çünkü Solingen Almanya’da ırkçılığın zirveye tırmandığı bir dönem ve ırkçı gelişmelerin bir dönüm noktasıdır. Ailesinin fertlerini kaybeden bir acılı aile var. 25 yıldır bu acıyı yaşıyorlar. Bu acının günlük siyasi çıkarlar için kullanılması kadar ayıp bir şey yok. Bu yapılırsa her türlü etiğe aykırı olur. Bu hem Almanya hem de Türkiye siyaseti için geçerli. Bizim asıl meselemiz, Türkiye’den kimin geleceği değil, Alman Federal hükümetinin bu konuya nasıl sahip çıkacağıdır. Alman Federal hükümeti oraya gidip, siz bizim vatandaşımızsınız, sizin güvenliğiniz bizim sorumluluğumuz altında, bundan sonra bu gibi olayların olmaması için elimizden geleni yapıyoruz çağrısını inandırıcı bir şekilde yapmadığı sürece Türkiye’den gelen siyasetçiler ister istemez rağbet görür. Bu nedenle Türkiye’den kimin geleceğinden ziyade Almanya’dan kimin geleceği önemlidir. Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas geleceğini söyledi. Geçtiğimiz günlerde Berlin’de Uyumdan Sorumlu Devlet Bakanı Annette Widmann-Mauz’da bana törene katılacağını söyledi. Hatta yaptığı negatif açıklamalarla izler bırakan İçişleri Bakanı Horst Seehofer’da katılmalı. Sonuçta Almanya’da olan bir saldırıda hayatını kaybedenlerin sorumluluğunun Almanya hükümetinin üyelerinde olması gerekir. Onların sahip çıkması gerekir. Türkiye siyasetini eleştirirsiniz o ayrı konu ama Türkiye’deki siyasetçilerin burada hayatını kaybetmiş vatandaşlarının acısını paylaşmak için anma törenine katılması kadar doğal bir şey yok. Ama tabi bunu yaparken de o ailenin onurunu rencide etmeyecek şekilde davranmaları gerekir. Ben böyle olacağı düşüncesindeyim. Gelecek kişi Genç ailesinin acısını başka amaçla kullanırsa buradaki insanların bunu affetmeyeceğini düşünüyorum. Ayrıca Çavuşoğlu Solingen’e geldiği gibi Sivas katliamının anmasına da gitmelidir. Aynı duyarlılığı orada hayatını kaybedenler içinde göstermelidir. Sivas’ta insanlar farklı düşündükleri için farklı oldukları için yakıldı. Kaldı ki yıllardan beri Sivas’taki anma törenleri neredeyse yasaklanıyor, katılımcıların sayısı azaltılıyor. Siyasette güvenilir olmak için tutarlı olmak, çifte standarttan uzak olmak gerekiyor. Sivas’ı görmezden gelip Solingen’deki insanlara sahip çıkmak çifte standarttır. Beklentim Çavuşoğlu’ndan Solingen’e gösterdiği duyarlılığı Sivas’a da göstermesidir.

Anladığım kadarıyla siz bu yasakları ve bu engellemeleri, dış basının abartılı sayılacak yorumlarını iç politikada kullanılmasından dolayı doğru bulmuyorsunuz.

Evet, Alman medyası somut olmayan konular üzerinden yorum yapıyor. AKP’nin bütün milletvekilleri Almanya’ya akacakmış gibi bir psikoloji yaratıyorlar. Buradaki kamuoyu da bu konuyla ilgili yorum yapmak zorunda kalıyor. Örneğin Alman medyası bana da sordu. Ben de onlara birincisi böyle somut bir talep yok dedim. İkincisi de Türkiye’deki seçimlere şimdiden yorum yapmak insanın kendi aklıyla alay etmesi gibi bir şey. Biraz aklı olan insan Türkiye’deki seçimleri yorumlamakta zorlanır. Niye iki ay içerisinde, niye olağanüstü hal koşullarında, niye başkan adaylarına bu kadar kısa bir süre içerisinde 100 bin imza toplama zorunluluğu gibi o kadar çok ‘niye’ soruları var ki. Partilerden birisinin cumhurbaşkanı adayı hala cezaevinde. Bütün bunlar içerisinde bir seçim yorumu yapmak çok yanlış olan bir şeyi meşrulaştırma anlamına gelir. Şu anda Türkiye’de yapılan seçim bir şeyi kurtarma seçimi, ama geleceği inşa etme seçimi değil. Buna rağmen bir imkan yaratılmışsa oyunu bozmak için sandığa gitmek gerekir. Almanya Türk Toplumu olarak bizim burada çağrımız mümkün olduğu kadar insanın sandığa gitmesi ve değişimden yana oylarını kullanmasıdır. Ama şu adaya oy verin, şuna oy vermeyin gibi bir çağrımız yok.

Özel olarak desteklediğiniz bir aday veya ittifak yok mu?

İnsanlar Almanya Türk Toplumu’nun genel olarak demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti çerçevesinde yaptığımız açıklamalarına bakarlarsa ne söylemek istediğimizi anlarlar.

AK Parti ve onunla ittifak yapan partiler dışındaki partiler için soruyorum, sizce HDP ve CHP buradaki seçmenle doğru ilişki kurabildi mi? Eksik bıraktıkları neler var?

Bütün partilerin buradaki seçmene hitap etme şekilleri burada yaşayanların günlük yaşamından ziyade soyut konulardan oluşuyor. Türkiye’nin geleceğinin inşa edilmesi, Türkiye’nin nasıl yönetileceği, kimin yöneteceği konusu buradaki insanı duygusal olarak ilgilendiriyor ama bundan fazlası ilgilendirmiyor. Bundan dolayı partiler her ne kadar seçmene seslenmek isteseler de bundan dolayı zorluk çekiyorlar. Buradaki ikinci nesil, üçüncü nesil her ne kadar Türkiye’deki gelişmelere ilgili olsa da, bu gelişmelere müdahale edecek kadar kendisini etkin görmüyor. Bundan dolayı zaten geçtiğimiz dönem seçimlere katılma oranı yüzde 50’nin altında çıktı. Büyük bir ihtimalle bu seferde aynı şekilde olacak.

Daha çok ideolojik temelli sandıklara gidiyorlar diyebiliriz herhalde.

Tabi öyle. Keşke Almanya gibi demokratik kurumlaşmanın daha yoğun olduğu bir ülkede partilerin adayları, taraftarları birlikte toplantı yapabilseler. Bir araya gelseler birlikte konuşsalar. Bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi. Belki o zaman buradaki tartışma kültürü Türkiye’ye de yansırdı. Bu konu maalesef buradaki Türkiyeli parti örgütlerinin de gündeminde değil. Buradaki insanlara Türkiye’deki retorik ile Türkiye’deki konular üzerinden ulaşmak zor. Belki buradaki sorunları daha ön plana çıkarıp Türkiye-Almanya ilişkilerini daha nasıl ileriye taşıyabiliriz, Türkiye’nin AB sürecine nasıl katkı sağlayabiliriz, bunun için Türkiye’de nasıl bir yönetim olması gerekiyor, Türkiye’de nasıl bir sistem olması gerekiyor yani kendileri ile ilgili ağırlık noktaları bulunursa insanlara ulaşmak daha kolay olur diye düşünüyorum. Örneğin yıllardır Stuttgart’a yaşayan bir insan Çorum’da hiç tanımadığı bir insan için oy veriyor. Bu da çok yapıcı bir siyaset değil. Keşke yurt dışı da bir seçim bölgesi olsaydı ve yurt dışındaki insanlar kendi adaylarını seçmiş olsalardı. Bu İtalya, Yunanistan gibi başka Avrupa ülkelerinde mümkün. Yıllarca burada sivil toplum kuruluşlarında çalışmış insanlar mesela DİTİB’den Bekir Alboğa gibi eleştiririz veya eleştirmeyiz fakat yıllardır burada Alman kamuoyunun konuşmak içim muhatap aldığı insanlardan birisi buradaki görevini bırakıp AKP’den aday adayı oldu. Bunlar üzücü tabi. Yönünü buraya değil de Türkiye’deki siyasi gelişmelere dönen bir siyaset algısı burada bizim çalışmalarımızın önünde de engel olabiliyor.

Konu Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) gelmişken, geçtiğimiz günlerde camiler tekrar küçük çocuklara üniformalar giydirip onlara şehitliği yücelten oyunlar oynatılmasıyla gündem oldu. Almanya hala eleştirdikleri bu kurumla çalışmaya devam ediyor. Politikacılar, Türkiyelilere özellikle Türk-Sünni kesime camiler üzerinden ulaşabildikleri için DİTİB çalıştıklarını söylüyorlar. Sizce bu kolaycılık değil mi? Yaşadığımız yüzyılda Almanya gibi bir ülkede hala insanlara dini kurumlar üzerinden mi ulaşılmalı? Kaldı ki Türkiyeli bir çok sivil toplum örgütü var.

Almanya dini cemaatlerle onların dini cemaat statüsünden yola çıkarak birlikte çalışıyor. İslam dini Almanya’da maalesef var olan İslam örgütleri üzerinden tanımlanıyor. Var olan bu örgütlerin de Almanya’ya göre bir İslamı temsil etmeleri mümkün değil. Üç aşağı beş yukarı hepsi geldikleri ülkelerin yönetimleri tarafından bir şekilde kontrol ediliyor. Bu Faslılar için de geçerli, Bosnalılar için de geçerli, Araplar ve Türkler için de. Buradaki yaşamı gündemine alıp buradaki yaşama kendi İslami açısından katkı sunmak isteyen dini kuruluş sayısı neredeyse yok denecek kadar az. Almanya dini bir grupla çalışırken Katolik, Protestan kilisesi düzeyinde bir kurum arıyor. Bundan dolayı bizim Alman İslam Konferansı’nın önümüzdeki dönem nasıl inşa edilmesi gerektiği konusunda önerimiz oldu. Başka örgütlerin ve kişilerin de oraya çağrılması gerektiğini söyledik. Daha genişletilmiş daha kapsamlı bir tartışma yürütecek bir ortamın orada olması gerektiğini ifade ettik. Bu herhalde önümüzdeki dönem olacak. DİTİB şu anda beğenelim beğenmeyelim Almanya’daki en büyük dini çatı kuruluşu. Ancak insanların çoğu DİTİB’i bir çatı kuruluşundan ziyade cuma günleri namaza gittikleri yer olarak görüyor. Onun dışında DİTİB camileri genellikle boş. Bizim insanlarımız artık camilerde de kendilerinin yeterince temsil edildiklerini görmüyorlar. Sadece namaz kılmak için oluşan kurumlar artık insanları tatmin etmiyor. Alman siyaseti niye hala DİTİB’le çalışıyor, çünkü Alman siyasetinin çok fazla radikal değişiklikler yapmayı seven bir yapısı yok. DİTİB’i düzeltene kadar, DİTİB’le ortak işler yapana kadar herhalde DİTİB’le çalışacaklar. DİTİB’in genel yönetiminde mutlaka bir reform ihtiyacı var. O reform olmadığı sürece federal düzeyde DİTİB’le çalışmanın Alman siyaseti içinde gittikçe zor olacağını düşünüyorum. Ama DİTİB gerçekten Alman siyaseti ile birlikte çalışmak istiyor mu, buradaki yaşama katkı sunmak istiyor mu, buradaki derneklerinin güçlenmesi mi yoksa buradaki yaşamın zenginleşmesi mi doğrusu bu konularda DİTİB’in kafası çok karışık. Örneğin Almanya’da bir Yahudi düşmanlığı konusu var. Bu konuda DİTİB’in çok açıklama yaptığını görmedim. Fakat İslam düşmanlığına karşı Yahudi cemaatinin her seferinde çok sert açıklamalar yaptığını gördüm. Almanya’ya ait bir konuda DİTİB’in açıklama yapmıyor olması, farklı bir dinden insanların dışlanıyor olmasına sessiz kalması bu kurum hakkında kamuoyunda güvenilir bir intiba bırakmıyor.

Seçim sürecinde camiler Ankara ve hükümet endeksli propaganda merkezi mi olacaklar?

Olacak muhakkak. Bu camiler bizim insanımızın yoğunlukta gittiği yerler. Türkiye konusunda en fazla duyarlılığın, duygusallığın olduğu yerler. Oraya sanırım HDP dışında bütün partilerin örgütleri gidecekler en azından kendilerini gösterecekler. Ama siyasetçiler oralarda boy gösterir mi bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Umarım kimse böyle bir hata yapmaz. Zaten kamuoyunun hedefinde olan DİTİB araç olarak alt yapısını böyle bir hizmete sunarsa bu DİTİB için de iyi olmaz.

Henüz Avrupa’da seçim süreci hızlanmadı herkes henüz şoku atlatmaya çalışıyor. Bu seçimler biraz da tüm taraflar için dönüm noktası bir yerde. Bu nedenle parti taraftarları arasında Almanya’da sert çatışmalı bir seçim süreci olur mu?

Bu tehlike var tabi. Toplum her ne kadar geçtiğimiz referandum sürecinden dolayı yıpranmış olsa da Türkiye’deki olayların duygusallaştırılması bu potansiyelleri arttırabilir. Ama burada ben Alman siyasetinin nasıl bir tavır takınacağını önemli buluyorum. Bence Almanya, siyaseten şu anda en doğrusunu yapıyor ve Türkiye’deki gelişmeleri yorumsuz bırakıyor. Almanya şu anda Erdoğan’ı mağdur edebilecek yorumlardan kaçınıyor. Alman siyasetinin, Alman medyasının düşman gibi görülmediği bir ortamda seçim kampanyası artık Türkiyelilerin kendi arasında bir kampanya olarak kalır. Bu da herkesin kendi seçmenini sandığa motive etmesiyle ölçülüdür. Bu şekilde giderse bir sorun çıkmayacaktır.

www.gazeteduvar.com.tr

Share