Zifiri karanlık yükselen ışığın hükmünü söndürememiştir
Tarihin belli kesitlerine yazılanlar bin yıllar geçse de unutulmuyor. Paris komünü, Ekim devrimi, BPKD, 68’li yıllar, 1972 çıkışı, Haziran ayaklanması ve Cumartesi Anneleri. Arjantin’de 1976-1983 yılları arasında faşist askeri cunta döneminde öldürülenlerin bulunması talebiyle 1977’de başlayan Plaza de Mayo Anneleri binlerce haftayı bulan eylemleriyle kaybedilen yaklaşık 30.000 insanın akıbetini sordular. Çoğu bugün 80’li yaşlarında olan bu anneler kapılarını hep açık tutarak yaşıyorlar olaki kaybettikleri çocukları gelir diye.
Yürek sabırlarını çatlatan bu eylem Türkiye Kuzey Kürdistan’da çocukları kaybedilen analara bir feyz olmuştu ve 1995 yılından bu yana her türlü baskılara rağmen sürdürdükleri eylemleri 700.cü haftasına yine bildik saldırı ile girdi. Amaçları sadece çocuklarına dair en ufak bir bilgi almak isteyen anaları zorla sürükleyerek alandan alıp tutukladılar. O gün doğan çocuklar bugün 23 yaşındalar ama Cumartesi Anneleri hâlâ bekliyorlar…
Cumartesi Anneleri Türkiye Cumhuriyetinin faşist devlet geleneğinin şiddetine rağmen sürekliliğini koruyan tek eylem dersek sanırız yanılmayız. Öldürülerek kaybedilen yüzlerce insanın akıbetini sormayı gerektiren bir devletin zihniyeti, anaların taleplerini görmemezlikten gelip bugün hâlâ bu zihniyetinden hiçbir şey eksiltmeden, hatta daha da katmerleştirerek kendi bekâsını devam ettiriyor. Cumartesi Anneleri tekçi zihniyetin korkularını arttırıyor çünkü baskılarını, katliamlarını her türlü biçimde sürdüren bu anlayış Cumartesi Anneleri’nin içinde biriktirdiği ve tıpkı Haziran Ayaklanmasında olduğu gibi bir patlmaya yol açması ihtimalinden dolayı daha fazla saldırıyor.
Tarihi katliamcı bir geleneğe sahip faşist diktatörlüğün yöntem biçimi olarak başvurduğu kaybetme, sindirme bugün de aynı şekilde sürüyor. Dersim coğrafyasının sürekli bir şekilde yakılması, doğa katliamına karşı birşeyler yapmak isteyen insanların engellenmesi, OHAL’in süreklileştirilmesi ve bu minvalde her türlü baskının arttırılması, köylerin yasak bölge ilan edilerek boşaltılması ve köylülerin sürgüne zorlanması velhasılı dünyanın bir coğrafyasının pervasızca tüm canlılarıyla birlikte talana uğratılması bize Ermeni soykırımından, Dersim katliamından tanıdık geliyor. Ve bunların bir devamı olarak Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) ve Grup Munzur elemanlarının keyfi bir şekilde gözaltına alınmaları ile toplumsal dinamikler üzerinde açık bir faşizm uygulanıyor.
Tüm bu baskıların bir yönü tek millet, tek devlet, tek din, tek dil diyen tekçi faşist zihniyetin tarihsel köklerinden gelmesi, bir diğer yönü ise AKP Erdoğan iktidarının gün geçtikçe yönetememezlik batağına saplanmasına rağmen, gerek Ortadoğu da girdiği savaş ve onun getirdiği yıkım, gerekse de ekonomik ve politik alanlarda ülkenin her yönüyle bir çıkmaza sürüklenmesinin sonucudur. Tek adam sultanlığının yarattığı insan tipleri, onun etrafında şekillenen gerici güruhlar, eğitimden sağlığa tüm temel alanlarda yaratılan erozyon önümüzdeki dönemlerde bu baskıların tüm ezilen kesimler üzerindeki baskının artarak devam edeceğini gösteriyor.
Tarihsel tecrübeler göstermiştir ki bu coğrafyada insanlığın gelişen, ilerleyen diri yanı her daim ayakta kalmıştır. Bu geçmişte böyleydi, bugün de böyle ve gelecekte de böyle olacaktır. Zalime karşı mazlumun başkaldırısı durmamıştır. Zifiri karanlık yükselen ışığın hükmünü söndürememiştir.
gazetepatika8.com