“Bize Dokunmanın Zamanı Geldi de Geçiyor”

“Bize dokunmanın zamanı geldi de geçiyor”

IMG_213194741194799

Demokratik Kadın Hareketi, 8 Mart çalışmaları kapsamında LGBT ile röportaj gerçekleştirdi. LGBT hareketinin ülkede yürüttüğü mücadeleye ve gündeme dair görüşleri üzerine yapılan röportajı sizlerle paylaşıyoruz

HABER MERKEZİ (04.03.2014)- DKH: Gezi Ayaklanması’yla birlikte LGBT bireylerin halkla daha fazla bütünleştiğine inanıyoruz. Sizin görüşleriniz nelerdir?

Ebru: Bu anlayış bizim açımızdan anlaşılır değil. LGBT hareketi Türkiye’nin bir gerçeği ve yıllardır Türkiye’de mücadele veriyor. Sayın Öcalan’ın yakalanması sürecinde bana DEHAP’a trans üye yapılmayacağını söylediler, kocaman köpeğimi aldım gittim, partiye üye oldum. Türkiye’de halkla bütünleşmeye başlayan ilk hareket Gezi’dir ki halkla bütünleşmeyen hiçbir hareket başarılı olamaz. Örneğin PKK’nin halkla bütünleşmesi hala

ayakta durmasını sağlamıştır. Halkla bütünleşmesi üzerinden Gezi’de önemli bir yerde durur. Ancak geçmişe bakarsak biz zaten Türkiye’de vardık. Bizler başka bir ülkeden buraya gelmedik, transfer de olmadık. Buradan şöyle bağlayacağım, şahsi fikrimi söylüyorum; şu anda kendine demokratım, sol partiyim diyen partiler hatta bunun içerisine Kürt partisini de katıyorum, biz tabana ne söyleriz şeklinde saçma cümlelerle karşımıza geldiklerinde cevap olarak “biz tabanız, biz halkız sizin tabana bir şeyler söylemenize gerek yok’’ diyoruz. On sene önce analarla birlikte Ankara’ya gittiğimde analar bana kesk u sor u zer bağladı ve benim cinselliğimi sorgulamadı. Ben o annelerin ellerinden öperim. Halkın zaten bizi kabul ettiğini düşünüyorum. Onun için bu tür devrimci ve ilerici kurumların bu kaygılarından kurtulmaları gerekir. Ben senin kardeşin de olabilirim. Senin kardeşin de trans, eşcinsel olabilir. Bunu iyice düşünmeleri lazım ki bizler zaten sol gelenekten gelen insanlarız. Örneğin ben Kurtuluş geleneğinden gelen birisiyim.

Çirüsk: LGBT hareketi tabii ki Gezi’yle birlikte ortaya çıkmadı, Gezi’den önce bir geçmişi var. Darbe öncesi bir trans komünü var. Daha sonra 80 darbesiyle birlikte tüm translar sürgün ediliyor ve böylece görünürlük yok oluyor. 90’larda sınıf mücadelesinin ve Kürt ulusal mücadelesinin yükselmesi, LGBT hareketine de yansıyor ve LGBT 90’lı yıllarla birlikte örgütlenmeye başlıyor. İlk Pride ( Onur yürüyüşü) 93’teyapılıyor. Askerler Taksim’in dört bir tarafını tutuyor. Diğer ülkelerden gelen parlamenterleri tekme tokat döverek sınır dışı ediyor ve bu kadar sert müdahalede bulunuyor. LGBT hareketinin aslında şöyle öznel bir durumu var. Ben yaklaşık 4-5 yıldır LGBT hareketinin içerisindeyim. Biz yıllarca şunu tahayyül ettik, sadece LGBT özgülünde olan nbir şey değil, toplumsal mücadele içerisinde yer alan tüm hareketler bir haznede buluşmadığı, tüm kimlikler bir araya gelmediği sürece ki sosyalist hareket burada çok önemli bir yerde duruyor, bu ülkede sorunlar değişmeyecek. Bu birlikteliği sağlamak adına birçok adım attık ancak bazı devrimci demokrat kurumlar nefret cinayetleri üzerinden birliktelik sağlamak amacıyla randevu istememize karşın bizimle bu yönlü dahi ortaklaşmadı. Gezi sadece şuna vesile olmuş oldu, insanlar önyargılarından sıyrıldı, bize dokunma şansı yakaladı. Aynı barikatta dövüştük, aynı sofrada yemek yedik, birlikte hareket ettik. Orada gördüler ki aslında özlemlerimiz aynı, çok uzak şeyler tahayyül etmiyoruz.

Bu direnişle birlikte şöyle bir şey oldu, LGBT’nin 20 yılda dokunabileceği kitleye ayaklanmayla birlikte 20 günde dokunduk. 20 yıla 20 gün… İşte böyle güzel bir yanı vardı Gezi’nin. Orada zamanında kapılarını çalıp randevu alamadığımız, eylemlerimize dahil edemediğimiz sosyalistler de bunu görmüş oldu. Nitekim bunun sonucunu Pride’da da görüldü. 2000 kişiyle yürüdüğümüz Trans Pride 10 bin kişiye çıktı, 10 bin kişiyle yürüdüğümüz İstanbul Pride da 50 bin kişiye çıktı. Şimdi bunun üzerinden biraz politika değiştirdik, önceden biraz daha içe dönük politikalar üretirken şimdi daha çok ortak iş yapma, politika üretme, dokunma üzerinden ilerliyoruz.

Ebru: 87’de bizim ilk eylemimiz Gezi Parkı’nın merdivenlerinde olmuştu. Polis baskısına karşı açlık grevi yapmıştık ve Gezi Parkı’nın merdivenlerinde polis bizi dağıtmıştı. LGBT ve translar politikanın içinde yeni değiller, biz yalnızca cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim politikası yapmıyoruz, biz Kürt halkının da yanındayız. Ezilen halkların da yanındayız. Hrant Dink’in yanındaydık, Ermeni halkının yanındayız. İnsanlar bizim yalnızca cinsiyet kimliği politikası yaptığımızı düşünüyorlar. Hayır. Biz tüm ezilenlerin yanındayız. Ezilen kesimin de bizim yanımızda olması bizi onurlandırır.

DKH: Nefret cinayetleri ve devletin bu cinayetleri meşrulaştırması noktasında neler söyleyebilirsiniz?

Ebru: Devletin görsel medyasının haber yapma şeklini baştan yanlış buluyorum. Bugün bir kadın daha öldü demek yerine, kadını öldüren katile 50 sene verildi demek kadın cinayetlerini biraz daha durduran bir dil olacaktır. Örneğin; trans bireyler koruma talebinden faydalanabiliyor gibi görünüyor ancak polis bireyin bilmem kaç yüz metre ilerisinde duruyor. Daha dün ünlü bir iş kadını, kayınpederi tarafından öldürüldü. Halbuki mahkeme kararıyla kayınpederin eve yaklaşması yasaklanmıştı. Bu yüzden nefret cinayetleri yasasının çıkması ve bu yönlü yüksek cezaların olması lazım. Bu yüzden birlik olmalıyız ki sesimiz duyulsun. Hak verilmez alınır, biz hakkımızı almak zorundayız. Türkiye’nin neresinde olursa olsun bir kadın öldürüldüğünde hepimizin içi cız ediyor. Trans kadınlar da tehlikenin içerisinde yer alıyor. Gece saat ikide seks işçiliği yapmak zorunda kalan arkadaşlarımız var. Ben 25 sene seks işçiliği yaptım, bir sarhoş, ya da transfobik adamın yoldan geçerken bana ateş açtığını da biliyorum. Orada ölseydim bunun suçlusu kim olacaktı! Devlet. Çünkü nefret suçları yasasının bir an önce çıkması lazım bu ülkede.

Çirüsk: Bu sistem içersinde yasa çıksa dahi çarkın dişlisi bozukken bir şeye tekabül

edeceğini düşünmüyorum. Ancak reform taleplerimizi de iletmek durumunda kalıyoruz. Sonuçta demokratik bir mücadele veriyoruz ve bu mücadele için LGBT hareketinin demokratik talepleri var. Örneğin Avrupa’yla karşılaştırdığımız zaman oradaki talepler evlilik, miras vb. haklar üzerinden ilerliyor. Ancak Türkiye’deki LGBT hareketi bundan çok çok uzakta. Mesela hiçbir dernekte evlilik hakkı tartışmasını duyamazsınız

çünkü bizler hala yaşam hakkını tartışıyoruz. Mesela her yıl ortalama 20 trans kadın nefret cinayetlerine kurban gidiyor. Biri çıkıp diyor ki, eşcinsellik hastalıktır, öbürü diyor ki bu yüzyılda olmaz. Belki gelecek yüzyılda diyerek yargı organlarıyla katliamlar destekleniyor. Ağır tahrik ve iyi hal indirimleri veriliyor. Ölüm pornografisi yapmak istemiyorum ancak bizim aldığımız cesetler öyle normal cesetler değil. Aldığımız her ölü 30-40 yerinden bıçaklanmış, makatına şişe sokulmuş, gırtlağı kesilmiş, kolu kopartılmış…Yani cesetlere baktığınız da dahi o nefreti görebiliyorsunuz. Bunca şey varken bu katiller ağır tahrik indiriminden faydalanıyor. Yani yargı diyor ki, siz öldürebilirsiniz, katledebilirsiniz ben sizi zaten koruyorum. Bir de bunun kolluk kuvvetleri yani polis kısmı var. Mesela tüm katillerin ifadeleri aynı; ‘ters ilişki teklif etti, erkeklik gururumu incitti’ ile yapılan sözde savunma mekanizması..

Ebru: Hakimler de, savcılar da trans bireyler konusunda bilgisizler ve homofobikler. Ne eşcinselliği ne cinsel yönelimi ne cinsiyet kimliğini biliyorlar. Bursa’da İrem adlı arkadaşımız olduruldu. İrem’in katili ona ters ilişki teklif ettiğini soyluyor.

Cirusk: Bu ifadelerin yönlendirilmesini de polis yapıyor ‘bunu söylediğin takdirde indirim alacaksın’ diyor. Nefret cinayetlerinin teşvik edilmesinde yargının, bakanların, hükümet yetkililerinin, polisin el ele çalıştığını görüyoruz. Bu noktada reform taleplerimizden biri nefret suçları yasasının çıkması, ağır tahrik indirimlerinin kaldırılmasıdır. Bu da bu yargı sisteminde ne kadar olur ve ne zaman düzelir bilmiyorum. Sınıf hareketleri güçlenip, kuvvetlendiğinde ve ortak mücadele alanı oluşturulduğunda bunların ortadan kalkacağını düşünüyorum. Mesela bir arkadaşımız bir yılı aşkındır bir adamla birlikte oluyor. Yine bir gun eve girdiğinde arkadaşının çok telaşlı olduğunu fark ediyor. Anlamıyor çünkü bir yıldır görüşüyorlar. Sonra arkadaşı gırtlağına yapışıp boğmaya çalışıyor. Arkadaşımız can havliyle kurtulup kendini cama atıyor. Bağırmaya başlıyor. İtiş kakıştan sonra kurtulan arkadaşımız tabi adamı şikayet edemiyor. Durum sakinleştikten sonra arkadaşımız kendisine bunu neden yaptığına soruyor. O da kendisine ‘o ibne, öldürürsen ceza almazsın’ dediklerini soyluyor.

DKH: Katliamların zihniyeti aynı mı demek istiyorsunuz?

Cirusk: Bir Alevi’nin bir Ermeni’nin ya da farklı bir grubun katledilmesiyle bir transın ve bir eşcinselin katledilmesi arasında hiçbir fark yok. Çünkü aynı toplumsal kültürden yani nefret kültüründen besleniyor. Duşunun bu ülkenin sosyalistleri bu kadar homofibikken, sokakta; dinle, devlet algısıyla ve erkek algısıyla yetişen birinin nefret dolu olmaması ne kadar olası olabilir ki.

DKH: Devrimci, ilerici kurumlardan talep ve beklentileriniz nelerdir?

Cirusk: Ortak mücadele ağının örülebilmesi, mücadele alanı oluşturabilmesi ve sosyalist örgütlerin kendi kitlesi üzerinde homofobi ve transfobi karşıtı bir çalışma başlatması bizler için önemli bir yerde duruyor.

Ebru: Biz LGBT’leri tanıyoruz, seviyoruz değil biz dokunuyoruz diyebilmeliler. Uzaktan biz yanınızdayız

demek yok, bize dokunmanın zamanı geldi de geçiyor.

DKH: 8 Mart’a çağrınız nedir?

Cirusk: Bu ülkede mücadele şekilleri çeşitlendi. Yalnızca sınıf üzerinden örgütlenmiyor insanlar; su hakkı, doğa mücadelesi, toplumsal cinsiyet üzerinden örgütlenen insanlar vs. var. DKH’de bu sorunların ürünlerinden bir tanesidir ve bugün kadın örgütlerine müttefik olabilecek en yakın örgüt LGBT hareketidir. Çünkü kadınların da LGBT’lilerin de yaşadığı sorunların birinci dereceden müsebbibi erkek egemen algıdır, patriyarkadır. Ve erkek egemen zihniyete karşı mucadele etmenin de sembol günlerinden birisi 8Mart’tır. Bu sebeple 8 Mart’ın tüm LGBT’leri, tüm trans kadınların ve natransların birlikte yürüyeceği, sesini çıkaracağı bir gün olmasını dileyerek, herkesi 8Mart’ta alanlara bekliyoruz.

Ebru:“Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” , “Ve zorunlu seks işçiliği bir meslektir işte sloganlarımız bunlar olmalıdır.

Kaynak: Halkın Günlüğü

Share