Darbenin Ganimetleri Vatan, Millet ve Kadın

kizil-bayrakli-kadin
AYCAN SOLMAZ – 
Bugüne kadar yapılan darbelere farklılığı ile katkıda bulunan darbe girişimi, iktidarın politikasıyla toplumu tekçilik üzerinden yeniden dizayn eden bir hal aldı. Kürtlere, sosyalistlere, devrimcilere, muhaliflere karşı operasyonlara her an hazır, NATO’nun güçlü ikinci ordusu olan,  düne kadar  “kahramanlık” mertebesinden hiç taviz vermeyen TSK, halkına kurşun sıkacak kadar “alçaldı”. Vatanı kurtarma görevi de tankların önüne siper olan tekbir getiren cihatçı  “halka” verildi. Halkı sokağa çağıran vatanseverlik adına kendi askerini linç ettiren, sosyal medyada, sokakta linç muhafızları gibi çalışan cihatçılar savaş ganimetini de ilan ettiler. Cemaatin servetine iktidar el koydu (okul, üniversite, hastane, tersane, holding vs). Darbecilerin “karıları”  ”savaş ganimeti olarak milletindir”  açıklaması da vatanı koruyan iktidar yanlısı, Trabzonspor yöneticisi tarafından yapıldı.

Gündelik yaşam içerisinde orduya, askere hep ‘güven’ duyulmuştur. Ordu, ülkenin çıkarlarını ve ”bölünmez bütünlüğünü” korur diye yıllarca öğretildi. Yine, gerici eğitim sistemi içerisinde okullarda tarih, inkılap tarihi vb. dersleri yetmedi. Milli Güvenlik dersleriyle de askeri komutanların teşrifiyle bizzat militarizm eğitimi verildi. Askerlikle pekişen ‘Her Türk Asker Doğar’ anlayışı, kültürel bir öz olarak toplumu ve erkeği şekillendirdiği gerçeğini kabul edersek, kadını savaş ganimeti olarak gören sivil militerliği de görmüş oluruz. Kadınların, anne ve eş olarak milletin askeri gücünü yeniden üretmeye ve desteklemeye katıldıklarını da göz ardı etmemek gerekir. Asker anaları, evlatlarıyla her daim gurur duyar, öldüğünde de askeri törenler aracılığıyla tüm evlatlarını milliyetçiliğe feda etmeye hazır olduğunu acıyla söyler. Militarizmi besleyen bu yaklaşım aynı zamanda ölümü de kahramanlaştırarak sivil militarizmin gündelik hayata yayılmasının da aracı olur.  ”Kadın özünde barışçıldır” anlayışı toplumun politik tercihlerini (bilinçli ya da bilinçsiz) görmemektir. Bu aslında kadının genetik kodlamalar üzerinden siyasetle ilişkisini pasifleştirerek soyun, ulusun, devletin devamlılığı açısından kadınlık ve annelik rollerini oynaması anlamına gelir. Aynı zamanda aktif siyasete katılan kadını da ‘ötekileştiren’ bir anlayıştır.

‘Adam’ olmanın kriteri olan zorunlu askerlikte verilen eğitim (psikolojik, askeri, kültürel eğlencelerde dâhil) kutsal görev olan ulusunu, vatanını, milletini koruma üzerinden tek din, tek dil, tek bayrak şekillenişi ile askeri görevi bitirip sivil hayata karıştıklarında da üniformasız sivil militerler olarak ulusçuluğu, ‘eğitilmiş, hizaya getirilmiş’ erkeklik rolleriyle yeniden üretmeye devam ederler. Sivil milliterliğin gündelik hayatta görünür hale gelmesi ırkçılığın teşhir olmasını da sağlar. 2001‘de Yeniden Müdafai Hukuk Hareketi partileşme süreci içinde ”Milli Göreve Çağrı” başlığıyla siyasi partileşme sürecine gireceğini ilan etti. 1.Ordu Komutanı emekli Orgeneral Hurşit Torun’un başkanlık yapacağı partide  ”egemenlik hakkını kullanarak” emekli askeri personeli siyasete davet etti. Sivil giyinen militarizmin yapacağı siyaset, militarizmin sivilleştirme çabasıdır ki, bunu 15 Temmuz ve sonrasında yansıyan sokak manzaraları ve her kesime yönelik yapılan operasyonlarla görüyoruz. Asker eşlerine tecavüzü savaş ganimeti olarak gören anlayışın parçası olarak kadını mülk ve namus üzerinden objeleştiren görüntüler de ekranlara düştü.

Güç, mülk ve namus değeri atfedilen “at, avrat, pusat” üçlemesi ile uzun bir tarihi geçmişi olan ve günümüze kadar gelen yine en büyük adaleti mülkün temeli sayan iktidar, kadını erkeğin namusu ve mülkü olarak gördüğünü gözaltına alınan “darbeci hain” askere bu sefer “kahraman” polisi vesilesi ile inceltilmiş işkence yöntemiyle, “kızın var mı?” sorusunu sorarak gösterdi. 21.yy ‘modern’ Türkiye’sinde kadın, darbenin ganimeti, gözaltında işkence aracı ve namus simgesi olarak bu iki örnekle tekrar hatırlatıldı bize.

Cizre’de taş üstünde taş bırakmayan, bodrumlarda Kürdü yakma emri veren, iktidar için dünün “kahramanları” generaller ve diğer rütbeli-rütbesizler bugün gözaltında kendi emniyet ve ordu güçlerince işkenceye maruz kalıp bir kısmı da öldürülerek tarihin en büyük “hainleri” olarak lanse ediliyor.(Burada parantez açarak kısaca da olsa vurgulamak isteriz ki bizler işkencenin her türüne, kime uygulanırsa ve kimden gelirse gelsin tartışmasız her şart ve koşul altında karşıyız ve işkencenin bir insanlık suçu olduğunu belirtiyoruz)

AKP, devleti ve iktidarını “ne pahasına olursa olsun” koruyacağını ve kollayacağını herkese ilan etti. Bütün bu tablodan sonra devletin içinde ya da dışında, seçilmiş hükümette ya da devlet yönetim organlarında birbirini alt ederek gerici iktidarlarını güçlendirme dalaşındalar. Bu tabloyu ‘Filler tepişir çimenler ezilir’ klasik cümle ile ifade edeceksek bizim payımıza düşenin de direnmek olduğunu hatırlamak-hatırlatmak durumundayız. Faşizmi bütün kurumları ile hayata geçiren tecavüzcü iktidarın zihniyeti ve uygulamaları, en nihayetinde üzerinden yükseldiği sisteminden ayrı düşünülemez.

Gerici iktidarların ideolojik-siyasi-askeri garantörlerinden resmi/sivil silahlı güçlerinin varlık gerekçelerini her fırsatta teşhir etmeliyiz. Silahlı kurumlarının ateşlerini genellikle ezilen milyonlara; gerektiğinde de kurumlar arası birbirlerine doğrultmalarının hedefinde iktidarlarını daha da güçlü kılmak olduğunu teşhir etmeliyiz. Daha da önemlisi yükseltilen faşizme karşı mücadele eden kadınlar olarak ezilen halkın direnme hakkı ile her alanda Sosyalist Halk Savaşını örgütlemeliyiz.

Kendi içine yönelmiş gibi görünen bu dalaşın faturasını da ödeyecek olan başta örgütlü kesim ve ardından ezilen-emekçi halk olacaktır. Gelişecek faşist dalgaya ve ‘hizaya getirme’ operasyonlarına karşı hizaya girmeyeceğimizi yüksek sesle söylemeliyiz.

halkın günlüğü gazetesi Sayı 127

Share