Aycan Solmaz: 12 Eylül Yaşıyor “Netekim”

kizil-bayrakli-kadin
Semboller ve dönemler değişse de ve hatta kimi semboller ortadan kalkmış olsa da değişmeyen ve henüz ortadan kalkmayan faşizm ve sömürü gerçekliğine karşı devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmek kaçınılmaz olandır. Bugünle hesaplaşmak, hükmü hala sürmekte olan 12 Eylüllerle hesaplaşmaktan geçiyor, 12 Eylül’le hesaplaşmaksa faşizm ve sömürüyle hesaplaşmaktan. Yazımızı Rosa Lüksemburg’un düzene meydan okuyan sözleriyle noktalıyoruz: “Kum üzerine kurulu sizin ‘düzeniniz’. Devrim, daha yarın olmadan, zincir şakırtıları içinde yeniden doğrulacaktır ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet sesleri arasında şunu bildirecektir: Vardım. Varım, var olacağım!”
AYCAN SOLMAZ(19.09.2016)- 
Darbe mekanizmalarıyla sürekli olarak kendi iktidarını, emperyalist-kapitalist sistemin çıkarına ve ezilenlere karşı “düzen”leyen “TC”; içerisinde bulunduğumuz eylül ayında bir yandan 36 yıl önceki 12 Eylül AFC’sini karşılarken, diğer yandan da 15 Temmuz’da doğan başarısız darbe girişimini ya da nam-ı diğer “Allah’ın lütfu”nu kendi lehine olabilecek en iyi şekilde değerlendirme gayretinde. Öyle ki o çok kutsadıkları “demokrasi”yi darbelerden korumak adına attıkları her adım, değil demokrasi faşizm uygulamalarına vereceğimiz örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaşanılan dönemler itibariyle dünün ve bugünün zulmünde sembolleşen tarihler ve portreler farklı olsa da; 36 yıl öncesinin Kenan Evren’i ile onun ürünü ve ardılı bugünün Erdoğan’ını buluşturan, iki dönemi de ayrışmaz ve değişmez kılan faşizmin kendisidir. Uluslararası sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda ve buna ek olarak yükselen sınıf mücadelesi ve gelişen halk muhalefetini zorla bastırma amacıyla hayat bulan 12 Eylül AFC’si ile birlikte gerek siyasal gerekse ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan ağır etkiler gösterecek uygulamalar hayata geçirilmeye başlandı. Dönem itibarıyla açıklanan “resmi!” verileri kısaca hatırlarsak: 50 kişi idam edildi, 517 kişi idam “cezası”na çarptırıldı, 7 bin kişi için idam cezası istendi, resmi kayıtlarda 171 kişinin gözaltında işkenceden öldüğü belgelendi, 99.000 civarında kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı, 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı(İşten atılanların 3 bin 854’si öğretmen, 120’si öğretim üyesi ve 47’si hâkim), 31 gazeteci hapishaneye gönderildi, 300 gazeteci saldırıya uğradı, gazeteler 300 gün yayın yapamadı, gazetelere 300’ün üstünde dava açıldı, seçilmiş belediye başkanları görevden alınarak yerine sıkıyönetim tarafından atama yapıldı, yüz binlerce insan işkencelerle, göz altılarda, fail-i meçhullerle “kaybedildi”…
İşçi-emekçilerin çalışma koşullarından hak gasplarına, sendikal haklarından taşeronlaştırmaya… Eğitimde başta 12 Eylül darbe sonrası kurulan YÖK ve gelinen aşamada eğitim alanlarının piyasalaştırılması ve iktidarla güdümlü hale getirilmesine… Sağlıkta yapılan özelleştirmelerden çalışma koşullarının insanlık dışı hale getirilmesine kadar daha sayamadığımız birçok alanda etkisini bugüne taşıyan 12 Eylül, sonuçlarını açıkça göstermektedir. Faşist “TC”nin geçen bu süre zarfında “demokrasiye” olan tutkusu hala bitmemiş olacak ki icraatları her ne pahasına olursa olsun devam ediyor. AKP’nin sözde 15 Temmuz’u püskürtme uygulamaları düne oranla daha vahşi bir hal alarak başta Kürt ulusuna olmak üzere kendisine muhalefet eden en geniş kesime karşı açıktan faşizm olarak yansımaktadır. OHAL ilanının ardından KHK(Kanun Hükmünde Kararnameler) aracılığıyla tabandan yeniden inşaya girişilmektedir. Demokrasiyi kendilerine yontan iktidar aynı şekilde yasayı da yürütmeyi de “seçimle iş başına” gelmeyi de “sandıkları” da kendine yontmakta bir beis görmemektedir. Gelinen bugünde 15 Temmuz sonrası verilere bakılacak olunursa: Hapishanelerdeki tutuklu gazeteci sayısı 40’ı aşmıştır, açığa alınan kamu emekçisi 80 bini geçmiş, ihraç yoluyla işten atılan kamu emekçisi sayısı 50589, kamu emekçileri (28 bin 163 öğretmen, 2346 akademisyen) görevden alınarak yerine kayyum atanan belediye başkanlarının sayısı 28’dir. Bunlarla beraber hapishanelerde artan işkence ve baskılar, sokak ortasında infazlar, gözaltında “kayıp”lar, neredeyse gelişen her olaya karşı yayın yasakları, kapatılan gazeteler, açılan basın davaları yaşanan baskı ve uygulamalara ek olarak sıralanabilir.
Dün ve bugünün darbe ve sonrası uygulamalarını örneklendirerek karşılaştırmamız kuşkusuz tek başına denk gelen darbe pratikleriyle açıklanamaz ve anlamlandırılamaz. Dünü bugünden, bugünü de dünden ayrı tutmayan durum siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel olarak ortak bir yapının parçaları olunmasıdır. Yani Faşist “TC”nin bekası. Bugünün “Yeni Türkiye”sinin zemininin dünün 12 Eylül askeri faşist darbe rejiminden başkası olmadığı ve yine bugünün “yeni” uygulayıcılarının da dünün devamcıları ve bizzat o dönemin ürünleri olduklarını bir kez daha vurgulamakta yarar var. Zira bundan beş yıl önce referandum sürecinde Erdoğan’ın AFC’yi kastederek “Darbecilerden hesap soracağız” vaatleriyle meydanlarda dolaştığında “sol” adına “yetmez ama evet” diyerek destek olanların varlığı düşünüldüğünde bu vurgulamanın önemi artmaktadır.
Özcesi, semboller ve dönemler değişse de ve hatta kimi semboller ortadan kalkmış olsa da değişmeyen ve henüz ortadan kalkmayan faşizm ve sömürü gerçekliğine karşı devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmek kaçınılmaz olandır. Bugünle hesaplaşmak, hükmü hala sürmekte olan 12 Eylüllerle hesaplaşmaktan geçiyor, 12 Eylül’le hesaplaşmaksa faşizm ve sömürüyle hesaplaşmaktan. Yazımızı Rosa Lüksemburg’un düzene meydan okuyan sözleriyle noktalıyoruz: “Kum üzerine kurulu sizin ‘düzeniniz’. Devrim, daha yarın olmadan, zincir şakırtıları içinde yeniden doğrulacaktır ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet sesleri arasında şunu bildirecektir: Vardım. Varım, var olacağım!”

(Rosa Luxemburg’un ölümünden bir gün önce, 14 Ocak 1919’da “Die Rote Fahne” (Kızıl Bayrak) gazetesinde yayınlanan yazısından)

Kaynak: halkın günlüğü gazetesi

Share