Kadının cins olarak bedenine yabancılaşması

Toplumsal yaşamın her hücresinde kendini hissettiren ama gerek toplumun sahip olduğu bir dizi geleneksel, kültürel vb alışkanlıklarla üstü kapatılan yada tartışıldığında gene farklı noktalara çekilerek özünden uzaklaşılan bir sorundur kadının kendi bedeni yada cinselliği.

Toplumların ilerleyişi ile birlikte kadının cinselliğine yaklaşımlar da değişimler göstermiştir. Ancak bunlar, özde değişikliklerden ziyade biçimde farklılıklar olup, aslında kadın erkek tüm toplumsal ilişkileri örgütleyen mülkiyet ilişkilerinin ihtiyaçları doğrultusunda değişiklikler ve farklılıklardır.Anaerkil dönemin kadın tanrıçalarında cinselliğin kutsanması olarak ifade edilen çıplak kadın heykellerinin yerini, özel mülkiyet toplumlarında kadının cinselliği her alanda kullanılacak bir nesne haline dönüştürülmüştür. Yani mülkiyet ilişkilerinden önce, kadın bedeni ve cinselliği türün devamı olma açısından üremeyi ve üretmeyi sembolize ettiğinden, kutsallık anlamını da içerisinde barındırırdı. Kadın bedeni ve özellikle de kadın cinselliğine vurgu yapan kadın üreme organları dinsel ritüellerin araçlarıydı. Anacak kadın cinsiyetinin bütün kutsallığına rağmen sosyal yaşam içerisinde kadının ne derece özgür bir cinsellik yaşadığından kesin bir dille söz etmek mümkün değil. Buna rağmen; mülkiyet ilişkilerinin ortaya çıkışıyla birlikte kadın bedeni ve cinselliğinin de mülk olarak görülmeğe başlandığı bir gerçektir.

Kadının kendi cinselliği üzerindeki söz hakkı olmayışı mülkiyetin ortaya çıkışında miras varis hiyararşisinde kadının bedeni üzerine kurulan denetimle başlamıştır. Miras denilen mülkiyetin devrinde erkek egemenliğinin devamlılığı aynı kandan, aynı soydan olma erkek çocuklarının olabilmesi kadının cinselliğinin denetim altına alınmasını beraberinde getirmiştir. Bu kadının kendi cinselliği ve bedeni üzerindeki en önemli yenilgilerinden birisidir. Kadın o günden sonraki tüm zamanlarda bu yenilginin kurbanı olarak, kendi cinselliğini kendi istek ve düşüncelerine göre şekillendirip yaşamaktansa, bedeninin kendisine ait olmadığını , onun sahibinin bir erkek (ve nihayetinde bir bütün olarak toplumun) olduğu ve o erkeğin kadının bedenini kullanacağı güne kadar korunması, bastırılması ve denetlenmesine zorunlu boyun eğdi. En basit biçimiyle kadının kendi cinselliğini bir erkeğe sunacağı emanet olarak görmesi, kendi cinselliğine karşı yabancılaşmasının da toplumsal yaşamdaki en belirgin biçimidir. Kadının kendi cinselliğine yabancılaşması sadece yaşamının belli bir evresinde ortaya çıkıp belli bir dönemini kapsamayıp, doğumla ölüm arasındaki tüm yaşamı boyunca karşı karşıya kaldığı ve kuşaklar boyunca devam eden bir durumdur. Kız çocuğunun doğduğu andan itibaren cinselliğine karşı ayıp ve günahla terbiye edilmesi, daha çocukluk döneminde içselleştirilen cinselliğinin kötü ve utanacağı birşey olduğu, tüm yaşamını kapsayan bastırılmanın, denetlenmenin ve kadın olmanın cok kötü birşey olduğuğuyla yaşamını sürdürmeye çalışır. Genç kızlık döneminde katmerleşen cinselliği üzerindeki baskı aile, akraba ve bilumum toplum tarafından kuşatılarak, kimseyle paylaşmadığı cinselliği üzerinden değer görür. Bu şekillenişle evlililk kurumu içine itilen kadın, evliliğinin ilk gecesinde topluma bayraklaştırılan gerdek çarşafındaki kanla toplum tarafından kabul edilir çünkü; cinselliği sahiplenilmiştir artık. Bundan sonra kadın, cinselliği ile ilgili kendi istek ve arzularından çok kocasına cinsel hizmet sağlamakla yükümlüdür; cinsellikten korkuyor olsa da , hoşuna gitmese de kendisinin bu cinsellikte ne isteyip istemediğini ifade edemese de -ki; etmesi durumunda hakaret ve dayakla karşılanacağı bir gerçektir- cinselliğini kocasına sunmak zorundadır.

Sadece cinselliğinin bu şekilde kullanılmasının dışında kadın doğurganlığı üzerinde de söz hakkına sahip değildir. Ne zaman ne kadar çocuk doğuracağına özellikle bizim gibi toplumlarda kendisinin karar vermesinden ziyade aile büyüklerinin torun sahibi olma , mürüvetlerini görme yada” kısır mı bu acaba” gibi baskılarla doğurganlığıyla kendisine yönelen bu baskıları geri teptirmeye çalışır. Kendisinin doğurganlığını gerçekte bir çocuk sahibi olmak istemesindense onu başkalarının kendisine yönelen baskısının geri teptirmek için kullanarak doğurganlığına karşı da yabancılaşır. Kadının doğurganlığına yabancılaşması sadece kocası ve aile büyükleriyle sınırlı değildir. Din, devlet, toplumsal kültür gibi erkek egemen kurumlarda kadınların doğurganlığı ile ilgili kurallar ve yasalar koyarlar. Bunlar kurumsallaştırılmış denetimlerdir. Devlet ülke için en uygun nüfusa karar verir ve aile planlama programlarıyla denetim altında tutmaya çalışır. Buna göre kadınları çocuk sahibi olması noktasında cesaretlendirir veya bundan alıkoymaya çalışır. Bir çok ülkedeki kürtaj yasağı buna örnek gösterileceği gibi yaşadığımız avrupa gibi coğrafyalarda çocuk parasının azaltılması ve çoğaltması da bununla ilgilidir. Diğer bir belirgin örnek ise vatan-millet adı altında ırkçılıkla kadınlara, bu vatan için bir değil on evlat doğurtturulmaktadır. Bu şekilde kadının ne kadar ne doğuracağı belirlenirken aynı zamanda kadının analığını hangi koşullarda yapacağı da belirlenmektedir. Çocuğun bakımı vb kadının üzerine yıkılarak toplumsal ve kamusal alandan kadın dışlanır ve bu alanlarda erkeklerin varlığı kabul görür. Özel ve kamusal alan olarak bölünme, kadını kısıtlar ve geleneksel erkek egemenliğini yeniden üretir.

Kadının cinselliği üzerindeki denetimlerin en önemlisini hatta kadının kendisinin bile inanç adı altında baskı altına aldığı araç DİNlerdir.Dinlerin ortaya çıkışı anaerkil dönemin tanrıçalarının toplumda kadını yücelten ve bir erk olarak kabul edilmesinin aracı olması,erkek egemen toplumların örgütlenişindede tanrıçalığın tanrılara geçişi olarak şekillenmiştir.Daha sonraları tek tanrılı,kitaplı peygamberli dinler olarak toplumsal yaşamın şekillendirilmesinde yasa olmuşlardır Her nekadar dört büyük dinden özellikle islamiyet türban,recm,sünnet vb noktasında bugün yargılansada tüm bunlar toplumların yaşamında bu dinlerden öncede varolmuştur.Dinler aracılığı ile erkek yarı kutsal hak ve özgürlüklere sahip olurken, kadın tam aksine denetim ve baskı altına alınmaktadır. Çıktıkları ilk günden itibaren erkek egemenliğinin ihtiyaçlarına göre şekillenip kadının cinselliğinin erkeği baştan çıkaran,onu yolundan saptıran ve kadının sırf bundan dolayı aşağılanmasını,her daim denetim altında tutulmasını zorunlu kılan birer araçtırlar.Dinler, toplumu gerçek yaşamın sorunlarından uzaklaştırıp öbür dünyadaki cennet ve cehennem ikilemiyle uyuşturarak özel mülkiyeti ve erkek egemenliğini meşrulaştırmaktadırlar.Kadın zaten Lilit ve Havva şahsında tanrıya karşı gelerek şeytanla özdeşleştirilerek günahkar kılınmış ve kendi arzularının kurbanı olarak günah işlemiş ve Adem’ide kandırdığından ona hizmetle cezalandırılmak amacıyla cennetten kovulup dünyaya suçunun cezasını çekmesi için gönderilmiştir.Ogünden buyana kadın kendi suçunu affettirebilmek için dinin buyurduğu şekilde kendini sınırlayarak,arzularını bastırmaktadır. Tüm fiziksel özelliklerini yokedercesine kapatarak erkeklerin hedefinden çıkmaya çalışırken aslında cinselliğine karşı yabancılaştırılmakta yada .erkek egemenliğinin din adı altında uygulanan gazabından kendini kurtaramamaktadır.

CİNSEL TERCİHLER

Kadının kendi bedeni ve cinselliğine yabancılaşmasını sadece karşı cinsle ilişkisi ve doğurganlığı üzerinden tanımlamak, geleneksel kadın erkek ilişkisi üzerinden soruna yaklaşmak olur ki, bu da tek yanlı bir cinselliğin yaşanmasını örgütleyen sistemle aynı noktada buluşmak demektir. Varlıklarını ancak 1960′ lardan sonra duyurmaya başlayan ama insanlık var olduğundan beri bir realite olan cinsel yönelimler ne kadar üstü kapatılsa da, yok sayılsa da gün geçtikçe kendini daha da hissettirerek toplumda kendilerine yer açmaktadırlar. Cinsellik bize öğretildiği gibi sadece kadın ve erkek arasında yaşanan bir ilişki olmadığı gibi, aynı cinslerin aynı cinslere veya her ikisine birden de yönelimleri içermektedir. Toplumda kötü, sapıklık, hastalık vb. olarak damgalanan bu cinsel yönelimler, özünde topluma yöneltilen ‘’normal’’cinsel ilişkinin korunması ve devamının sağlanması için oluşturulan saldırılardır. Farklı cinsel tercihlerin dışlanmasında toplumsal, ideoljik ve yasal baskılarla ezmenin, sınırlamanın, sistemin kendisince maddi koşulları vardır. Kadınların cinsel olarak baskı altında tutulması, ailenin kapitalizm için temel öneminden kaynaklanmaktadır. Bir sonraki işçi kuşağını en ucuza maletmenin, egemen ideolojiyi her kuşak yeniden üretmenin, mülkiyet ve miras ilişkilerini sürekli kılmanın temel aracı olan aileyi tehdit eden herşey kurulu sistemin yani kapitalizmin kendisini de tehdit etmektedir.Bundan dolayı insanlık tarihi boyunca kadın ve erkeğin cinsel ilişkisi dışındaki tüm çeşitlilikler yok sayılmıştır.

 

Nedir bu cinsel çeşitlililkler?

 

Heteroseksizm olarak bilinen ve her daim kabul edilen karşıt cinslerin birlikteliği dışında kalan cinsel yönelimler olarak tanımlanmaktadırlar. Genel olarak üç başlık altında toparlayacak olursak;

-gay

-lezbiyen

-tansseksüelite

 

Daha çok hastalık olarak yada gelişmemiş kişilikler olarak adlandırılan bu cinsel ilişki çeşitleri üzerine yapılan araştırmalarda aksine bu kişilerin sağlıklı bireyler oldukları, psikolojik bir sorunları olmadığı da ortaya çıkmıştır.

İnsan kız veya erkek çocuğu olarak dünyaya gelse de cinselliğin ne olduğu ve onu nasıl yaşaması gerektiğini toplumsal egemen şekillenişten öğrenmektedir. Fakat fizyolojik olarak kız veya erkek oluşu onun salgıldığı hormonlarla belirlenmektedir. Fizyolojisiyle hormonlar arasındaki farlılıkların yarattığı bu cinsel çeşitlilik sistem tarafından benimsenmese de toplum tarafından kabul görmese de cinselliğin yaşanmasında doğal tercihlerdir. Özellikle ergenlik çağında cinselliğini tanıma sürecinde kendini gösteren farklılklar daha çok toplumsal şekillenişteki kadın erkek rollerine bürünmeyle bastırılır yada hiç öğrenilmeyen bir evre olarak insanların yaşamlarını sürdürmede belirleyici olmaktadır.Çokta kabül görmeyip daha çok bastırılmaya ve yok sayılmaya zorlanan bu tercihler ya hiç yada açıktan yaşayamadıkları gibi bu durumları açığa çıktığında çevrelerindeki insanlar tarafından dışlanmakta ,hatta işlerini kaybetmekte,hakarete ve şiddete maruz kalmaktadırlar.Bununla sınırlı kalmayıp kimileride cinsel tercihinin farklı olmasının öğrenilmesi sonucu kendisine yönelecek baskıların farkında olup tamamiyle kendini bastırmaktadır.İnsanların cinselliklerini nasıl ve kiminle yaşayacağına kendilerinin karar vermeyip-veremeyip bunların bastırılarak,dışlanarak toplumda yerverilmek istenmesede,kimi ülkelerde devlet resmi nikahla kilisede dini nikahla evlenenlerde vardır.Bir taraftan yok saydırılmaya çalışılıp bir taraftanda nikah dahi yapabilecekleri kadar olanak tanıyan bu sistemin bu cinsel tercihleri kabullenişi ancak kendine tabii kılalabildiği oranda bir kabuldür.

 

KADININ CİNSELLİĞİNİN PAZARLANMASI

FUHUŞ VE METALAŞMA

Kadının cinselliği üzerindeki yabancılaşması sadece erkek egemen toplumun onu denetim altında tutması ve doğurganlığını kullanması ile sınırlı değildir. Dünyanın bir çok geri bıraktırılmış ülkelerinde törelerle, geleneklerle namus adı altında cendereye alınan kadının cinselliği, modern kapitalist ülkelerde cinsel özgürlük adı altında günü birliktelik ilişkilerle, tüketilirken, bu farklılıklara rağmen ortaklışılan bir diğer nokta fuhuştur Kapitalizm burjuva devrimleriyle geleneksel feodal tabuları kırmış olsada özde aile kurumu,ve fuhuşla kadının cinselliği üzerindeki egemenlik devam etmektedir.

Fuhuş, kadının cinselliğinin denetim altına alınarak erkeğin cinsel olarak ‘’özgürlüğünün” toplumsal olarak kabullenilişidir. Aile kurumunun kutsallığı kadının cinselliğinin denetim altına alınmasından ileri gelmektedir. Ki; bu denetim kapitalizm içinde olmazsa olmaz koşuldur. Aile kurumu ne kadar kutsal kabul edilip fuhuş nekadar lanetlensede ikisi arasındaki benzerliklerde gene kadın cinselliği erkek egemenliğine sunulmaktadır. Birinde kadın sadece bir erkeğin cinsel hizmetkarı durumuna gelirken, diğerinde ise kadının cinselliğinin her erkek tarafından satın alınarak para karşılığında cinsel hizmetkarlığa dönüşmüştür. Fuhuşu sadece kapitalizmle özdeşleştirmek kadının cinselliğinin özel mülkiyet tarihi boyunca iktidar alanlarından biri olduğunuda yadsımak anlamına gelir. Kutsal aile için cinselliği denetim altına alınmış kadının karşısına, cinselliğini satan satmak zorunda kalan kadını koyarak namuslu ve namussuz kodlamasıyla eril sistemin devamlılığı sağlanırken, kadının cinselliğinin her alanda erkeğin hizmetinde olması da garanti altına alınmış olmaktadır. Fuhuşun bugün gelmiş olduğu boyut, emperyalizmin dünya halklarına dayattığı açlık ve yoksullukla aynı boyuttadır. Artık sektör halini alan fuhuşun en çok görüldüğü ülkeler yoksulluğun ve açlığın pençesinde boğuşan ülkelerdir. Kadınların sadece yaşamlarını devam ettirebilmek için cinselliklerini satmak zorunda kalışları, küreselleşen yoksulluk ve savaşlar, kadın ticaretini de uluslar arası alana taşımıştır. Özellikle savaş ve işgal altındaki ülkelerde bizzat açlıktan kendi cinselliğini satmak zorunda kalan kadın ve kız çocukları (yanı sıra kadının cinselliğine yönelen her saldırı ve tecavüzlerle o ülke erkeklerinin onursuzluştırılması da amaçlanır) fuhuş sektörünün beslendiği en önemli kaynak durumuna gelmektedir.Fuhuş şu veya bu ülkede çokluğu veya azlığı ile ortaya konulmaktan ziyade uluslarası boyutta en yakın örnek olarak 2006 dünya futbol şampiyonasında binlerce kadının almanyaya getirilerek bu alanda hizmet vermesi ile olduğu gibi gene Avrupadan Amerika’ya kadar birçok ülkeden erkeklerin geri yoksul ülkelere sırf ucuz vb nedenlerlede akını söz konusudur. .Fuhuş, modern kapitalist ülkelerde, üniversitelerden genelevlere taşınan kadın potansiyelini de içine almaktadır. Herhangi bir açlık ve yoksulluk sorunu olmadığı gibi, yüksek okul bitirmiş akademik kariyer yapmış kadınların da bar ve genel evlerde cinselliklerini satarak para kazanma yolunu tercih etmeleri, emperyalizmin fuhuşu bir meslek- işmiş gibi, her kadının cinselliğini satabileceği bir özgürlük yanılsamasına hapsetmesinden kaynaklıdır. Kadının akademik kariyer yapmış olması şu veya bu üniversiteden fırlayıp genel evlere düşmesinde emperyalizmin bu yönlendirişi önemli bir etkiye sahip olduğu gibi, geleneksel erkek egemenliğinin kadının cinselliğine her alanda aynı yaklaşımı kadını daha kolay yönden para kazanmaya itmektedir. Kariyerinde ilerlemesi ve bunu cinselliğini kullanmadan başarmasının imkansız olduğu koşullarda kadına cinselliğini satarak geçimini sağlamak daha kolay gelmektedir.Fuhuş sadece kadının cinselliğinin meta olarak kullanılması ile sınırlı kalmayıp erkeğin cinsel ihtiyacını fuhuş sektöründe satın alarak yaşamasıda erkeğin cinselliğinin metalaşmasıdır

 

MEDYA VE KADININ CİNSELLİĞİ

Kadının cinselliğinin pazarlanarak metaya dönüştürüldüğü ve yabancılaşmanın bu alanda gündelik yaşamımızın kopmaz bir parçası durumuna geldiği bir diğer alan ise medyadır. Medya cinsiyetçi ve eşitsiz ilişkileri yeniden üreterek bunu yaygın bir şekilde dolaşıma sokar. Kadının temsili üzerinden varolan tüm değerleri sorgulamadan olduğu gibi alarak onları yeniden ve yeniden üretir. Cinsiyetçiliğin yada kadının cinselliği üzerindeki denetimin, iktidarlaşmanın ve yabancılaşmanın içselleştirirlmesi için çalışmaların yapıldığı alan medyadır. Medya sürekli kadının kullanılan bir nesne ve meta olduğunu vurgular ve kadının yerinin ve statüsünün neresi olduğunu hatırlatan programlarla geleneksel ideolojijnin devamlılığını sağlar. Reklamlardan TV dizilerine, haberlerden gazetelere kadar kadının yeri sürekli bizlere anlatılmaya ve empoze edilmeye çalışılır. Reklamlarda kadın, satılmak istenen metalarla sürekli özdeşleştirilerek kadın ve çocuklar metanın bir parçası gibi topluma sunulmaktadır. Eş ve anne olarak aile kurumunun üstünlüğü ve kadının namus kisvesi altında terbiyesi ilk planda tutulmaya çalışılırken, çeşitli televole ve magazin programlarında kadın cinsel bir obje olarak işlenmektedir. Egemen ideolojinin denetiminde olan medya bir taraftan kadını anne ve eş olgusu üzerinden geleneksel rollere zorlarken, bir yandan da cinselliğiyle satışa sunduğu metanın yanında tüketilen kadın bedeni, -daha da açıktan porno filmleriyle- kadın özgülünde tüketilen cinsellik, günümüzdeki en önemli görsel fuhuş sektörü durumundadır.

 

VE KADININ CİNSEL ÖZGÜRLÜĞÜ

Kadının cinselliği ve özgürlüğü konusunda karşısında bulunan engellerin kaynağı ve nedenleriyle birlikte ortadan kaldırılması ancak ve ancak kadının cinselliği üzerinde kendi iradesi dışındaki tüm denetim araçlarını geri teptirmesiyle sağlanacaktır. Zira; asırlardır kadınlar, cinsellikleri yüzünden ikinci sınıf insan konumuna düşürülmüş ve sadece bunun üzerinden değer görerek aile, toplum ve sistem üçgeninde kendilerini bulmaya zorlanmışlardır.

Cinselliğin iki kişi arasında doğal bir paylaşıma dönüşmesi tüm bu engelleri aşmakla mümkün olacaktır. Kadın kendi gerçekliğinin tarihsel ve toplumsal olarak farkına varıp, eril düşünce ve sistemin kadın üzerinde yarattığı düşünce, davranış ve tahribatları sorgulamakla işe başlamlıdır. Kadının bu tahribatları açığa çıkartıp cinsel yaşamına yön vermesi kendi cinsel özgürlüğünün de başlangıcı olacaktır. Bu da kadın olarak cins bilincimizi geliştirip , kendi özümüzü aramamız ve sınıflı toplumu sorgulamamızla mümkün olacaktır.

AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ

Share