Ben yapanım, Ben üretenim ve başaran BEN’im! Burada ki özne Ben’im

Kadın mücadelesinin bugün geldiği seyir açısından bakıldığında somut gerçekliğin yeterince kavranmadığı aşikârdır. Kadın mücadelesinin neden istenilen düzeyde gelişmediği, böylesi bir devrimci dinamiğin neden etkinleştirilemediği yıllardır gerek devrimci hareket, gerekse de kadın örgütleri tarafından tartışılıyor. Bunun tabii ki birçok nedeni var. Tarihsel koşullar, kadının örgütlemedeki zayıf olan deney ve tecrübesizliği, ruh dünyasındaki parçalanmışlık ve erkek egemen sistemin katmerli şiddeti vs. Ancak bunlar genel okumalardır ve bilinç böyle kaldıkça hep bu şekilde okunmaya devam edecektir. Asıl mesele, mevcudu doğru okuyarak kavramaktır. Partilerin veya örgütlerin teorilerinin cins sorununu sınıfsal temelde yeterince görememe durumu, geleneksel toplumsal şekilleniş teoride kabul edilse de, devrimci kadroda köklü bir davranış kültürüne dönüştürememeleri ve sadece sistemi suçlayarak bir durum tanımlaması yapmaları ciddi bir sorun olarak orta yerde durmaktadır.

Bir ihtiyacın ürünü olarak doğan bu parti veya örgütlerin yapısını oluşturan bireyler ilkeler söz konusu olduğunda oldukça katı veya sıkı olurken, ezilen cins kadına karşı olan görev veya ilke söz konusu olunca yeni bir geri yapı olarak kendisini ortaya çıkarır. Kadının hayatındaki devletleri kaldırma mücadelesine soyunmuş bu kurtuluş hareketleri ne yazık ki kadın için yine bir devlete dönüşürler.

Örgütler, bireyleri yetkin oldukları alanlarda konumlandırmayınca doğal olarak kadın da dâhil tüm bireyler emir komuta zinciri altında bir kurtarıcı beklemeyi sürdürür. Bu durumda ne kadar cesur ve cömert yoldaşlar olduklarını düşündüklerinin peşinden yürümekle yetinirler. İşte kadınlar, örgütlerin bu türden yanlış anlayışları altında yıllarca var olmaya çalıştılar ve sonrasında kendi hareketlerini yaratma mücadelesine gittiler. Yaratılan bu örgütlenmeler kadının kurtuluş mücadelesine anlamlı bir ivme kazandırdı ve kadının özgüvenini geliştirip özneleşmesine fırsat verdi. Bu kazanımlar tek tek anlattığımızda sayfalara sığmayacaktır ama yine de kadın kurtuluşunun devrim sonrasına endeksli bir şekilde devam ettiği hepimiz için aşikârdır.

Kadın mücadelesine dair somut perspektifler oldukça iyi konmuşken AN’daki kadının kurtuluş mücadelesini somutlamada hayli zayıf kalınmıştır. Kadınlar için konan pozitif ayrımcılık kota vs. gibi olumlu adımlar ki -bunlardan kota bile sınırlı sayıda bir kadın katılımı anlamına gelebilir- gündelik sorunları çözmeye maalesef yetmemiştir.

Peki neden?

Bunun bir tarafı kadın sorununa dair sürekli bir reçete sunulması ancak tek tip olan bu reçetenin tüm hastalıkları tedavi edememesi. Bir diğeri de bu reçeteyi yazanların, somut durumu bilmeyen veya kadının mücadele sürecinde nasıl bir rol oynayacağını somutlamadan kendisinin hem hasta hem doktor olmasıdır.

Bunların dışında kadınların bulundukları alanlarda yaptıkları çalışmalar ve yarattıkları olumlu değerlerin ciddiyetle ele alınmaması, aynı zamanda da kadınların kendilerinin de ihtiyaç olanı talep etmemesi, konumlandırıldıkları yerlerde veya aldıkları görevlerde etkili rol oynamaması, özne olarak sahaya çıkmaması süreç içerisinde edilgen bir şekilde plansız, deyim yerindeyse belirsiz, programsız kadın kitlesi olarak kalmasından öteye gidememiştir.

Oysa olması gereken kadının yaşadığı alanlarda karşılaştığı somut sorunları çözme noktasında ve kendisini de bu durumun muhatabı yaparak, yerelde söz sahibi olmasını sağlamak olmalıdır. Kadının yerel alandaki siyasal varoluşlarının güçlendirilmesi ve yerel politikaların kadın odaklı olarak sürdürülebilmesi büyük önem taşıyor.

Böyle bir yapı devrim mücadelesine katılır, sosyalizm amaçlar ve komünist hedefe yürüyüşü örgütler. İşte böyle bir yapı, özlenen gerçek kadın örgütünün tam da kendisi olur. Kadın örgütleri, kadının var olma ve kurtuluş mücadelesini kadın mağduriyeti üzerinden değil, o anda içinde yaşadığı gerici sistemi, bu sistem içerisindeki erkek egemen kültürü, eril dili; yani bil-cümle hegemonyacı anlayışların karşısında olacak aktif hareketlerle, aktif eylemliliklerle, aktif sokak hareketleriyle ve kendi diliyle, rengiyle yaratır.

Kadının kavganın bilincine ne kadar varırsa o kadar söz söyleme hakkına sahip olacağı günümüz açısından çok somut bir gerçeklik olarak ortada duruyor. Kadın kurtuluş mücadelesi için her alanda alınan kararların uygulanması ve bu kararları da tepeden bir yönetim anlayışıyla değil, yukardan aşağıya dayatılan bir yönetim biçimiyle değil, yerelden çalışmanın içerisine girerek, kadının kendi kendisini yönetebilmesinin koşullarını yaratarak ve bizzat kadının bu yerel yönetimin içerisinde yer almasını sağlayacak kadın meclisleriyle yaratması gerekiyor. Bugüne kadar yapılamayan veya eksik bırakılan bir noktadır bu. Tam da burası, yani kadına “sizi kurtaracağız” diyerek kurulan kadın hareketleri, kadın komisyonları ve başlarındaki “elit kadınlarla” bu iş kurtarılmaya çalışılmıştır. Ama bu kadınların evdeki, sokaktaki, tarladaki kadının kendi somutunda yaşadığı sorunlara dair belki de en ufak bir fikri olmamıştır ve maalesef bir bağ kuramamıştır. Çünkü çoğu kere kadın hareketlerinin aldığı kararlar kadının kendi gerçekliği ile uyuşmamıştır. Ayrıca yapılacaklar noktasında kadınların görüşü alınmadan üst mevkilerin inisiyatifine tabi bırakılmıştır.

Buradan varılacak sonuç ya da ders, kadın hareketlerinin öncelikli görevi kadına dokunacak, kadının güvenini kazanacak ve kadını pratik yaşamda eylemliliklerin içerisine çekecek somut örgütlenme biçimlerini yaratmak gerekiyor. Kadına mahallelerde, ilçelerde, illerde komitelerde, komisyonlarda, meclis yönetimlerinde yer alarak, kendi sesini duyması, kendi aldığı kararların pratikte hayata geçirildiğini kendisi yaşayarak, görme fırsatı verilmesi gerekiyor.

BEN yapanım, BEN üretenim ve başaran Ben’im. Buradaki özne Ben’im demesi ve görerek ikna olması gerekiyor. Kendi gerçekliğine uymayan yanlışların karşısında bu benim gerçekliğime uymuyor diyebilmesi gerekiyor. Pasifize edilmiş ya da etkisiz bırakılmış bu geniş dinamiğin harekete geçirilmesi gerekiyor.

Bu anlamda kadınların yaşamda durdukları yere dokunabilmemiz için öncelikle en ufak birimlerin içerisinde ama mümkün olduğu ölçüde geniş kadın kitlesini işin içine sokarak bir örgütlenme şekline yönelmemiz gerekiyor.

Bugün Türkiye’de, Kürdistan’da ve Avrupa’da yaşayan kadınlar olarak, kadına yönelik şiddetin, kadın kırımlarına yol açacak kadar bir tanımlamaya gittiği bir evreden geçiyoruz. Dolayısıyla kadın kırımının bu kadar üst boyutta yaşandığı bir coğrafyada (Türkiye ve Kuzey Kürdistan) kadın gerçekliğine uymayan şeylerle gittiğimiz zaman karşılık bulamayız, kadını mücadele sahasına ikna edemeyiz ya da kadını üretim alanlarında dinamik ve aktif halde göremeyiz. Onu bu cenderenin içeresinden çıkaracak kurtuluş mücadelesine katacak ve kendi meclislerinde kendi hayatını kazanacak ekonomik koşullarını sağlayacak, kendisinin üretip kendisinin kazanacağı ve kendisinin söz hakkına sahip olacağı bir ortam yaratmakla ancak uzun vade de kadının yetkinleşmesine, özne olmasına alan açmış oluruz.

Bu anlamıyla kadın hareketlerinin önce kadınların yetkinleşebileceği bir çizgi ışığında donanabileceği kadın meclisleri ortamlarında hazırlaması ilk aşamada doğru olandır. Bunu yerine getirmenin yolu ise, “kadın yönetime kadın iktidara” perspektifiyle açılan güzergâhta, gerçek anlamıyla kadının kurtuluş mücadelesine doğru perspektifler sunarak, o andaki durumlara somut öneriler getirerek, pratik yaşamın içerisinde toplumun yarısını oluşturan bu devrimci dinamiğin, aktif potansiyelin harekete geçirilmesini ciddiyetle ele almaktan geçecektir.

gazetepatika10.org

Share