Şiddet ve ölümün kıskacındaki Mazlumlar!

Ekim 23, 2016 de ANASAYFA . tarafından

thanatos-erosİyinin ve kötünün diyalektiğinden bahsederken, Eros-Thanatos ikileminde ölümün ve yaşamın dinamiklerinin anlatıldığı, insan varlığının toplumsal düzeydeki çatışmalarının, katliamlarının, öldürmenin ve şiddetin, yani insanın kendisini yok etme içgüdüsünün bu kadar yoğun yaşandığı günümüzde, Eros’un Thanatos’a teslimiyeti ne yazık ki içler acısıdır Genel olan bu acı tablonun, direnen halklar ve Mazlum uluslar şahsıda, özgürleşme tutkusuna dönüşmesi, tabi ki tarihin asıl ilerleyişidir. Bu gün Ortadoğu’da, Kürt ulusu gibi, kaderini tayin etmede bir dinamik olarak duran Ezidi’leride böyle tanımlamak durumundayız
HABER MERKEZİ (23.10.2016)-İnsandaki tüm yıkıcı, öldürücü dürtüleri temsil eden Thanatos, yapıcılığı, yaratıcılığı ve sevgiyi temsil eden Eros’un tamamen karşıtıdır.1930 yilinda Freud ölüm ve yasamin dinamiklerini Thanatos ve Eros olmak üzere iki temel dürtü enerjisiyle insanin dünyaya geldigini ve bu iki temel dürtünün birbirleriyle insanoğlunun doğduğu ilk günden beri sonsuz var olma mücadelesi ve yok olma mücadelesinin ortak noktalarina değinmistir. Erosu, yeme, içme, cinsellik gibi yaşamı devam ettirmeye yarayan bütün ihtiyaclarını karşılama ve hayatta kalma yaşam dürtüsü olarak tanımlarken, Thanatosu  ise dövüşme, öldürme, kendine acı ve zarar verme davranışlarının yok edici ölüm iç güdüsü olarak tanımlamıştır Sigmund Freud. Agresyon içgüdüsü doğuştan var olan bir enerji ise ve bu enerji kendisini saldırgan veya vahşi davranış biçimi şeklinde sonuçlanan davranış eğilimleri ile ortaya çıkıyorsa bu durumunun doğal bir olgu olmaktan çok, toplumsal ve tarihsel yanını da ele almakta fayda vardır. İnsan, Thanatos öldürücü dürtüler eşittir agresyon, eşittir şiddet denklem içgüdüleriyle sosyal, psikolojik ve biyolojik varlık olarak dünyaya gelir. Fakat insanın toplumsal bir varlık olmasından kaynaklı bu tür toplumsal yok olma ve yok etme mücadelesinin yani şiddetin, öldürme içgüdüsünün, şiddetli yaşandığı günümüzde bu durumun tarihsel, toplumsal, kültürel, ekonomik ve evrensel yanınında olduğunun hatırlatmakta fayda var.

Yaşadığımız şu anki dünyada emek sermaye çelişkisi, ezilen uluslar, ezilen inançlar, kadın sorunu, eşitsizlikler, haksız savaşlar, işgaller, giderek yoksullaşan çoğunluğun, kadına uygulanan şiddetin, tecavüzlerin, çocuk ölümlerinin, katliamların ve bütün bunların Faili,(güncel anlamıyla emperyalist-kapitalist sistem ve onun gerici işbirlikçileri) Thanatostur. Tarih boyunca din, ahlak, kültür ve değer yargılarının hedefi haline gelen, Kadın olmasından kaynaklı gerici egemen sisteme göre şiddeti ve ölümü hakeden, kadına uygulanan şiddete karşı bu şiddeti meşrulaştıran ve şiddeti uygulayanları koruyan Thanatostur.  Ortadoğuda kaynayan kazanda, emperyalist işgalcilerin talan savasları, din üzerinden kadının hiçleştirildiği, sürekli katliama uğrayarak acı çekenler, yerini yurdunu terkedenler, sindirilen ve bedeni üzerinde hiç bir hakka sahip olmayan kadınların ve çocukların çektiği bunca acılar, Thanatosun dövüşme, öldürme, kendine ve başkasına acı ve zarar verme davranışlarının, yok edici ölüm içgüdüsüdür. Bizim coğrafyamızda gerici sistemin devreye soktuğu savas konsepti ile bircok katliama imza atan, demokratik hakları engellenen, yargısız infazların, kadına şiddetin ve katliamlarının önünü açan, „ Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir“ ifadelerinin kullanıldığı ve bu şiddeti katliamları meşrulaştıran zihniyetin tek suçlusu Thanatosdur. 2010-2015 yillari arasinda Türkiye’de 5 bin 406 öldürülen kadının katili Thanatosdur.

Günümüz Dünyasında Şiddetin ve akabinde öldürmenin, doğuştan var olan bu içgüdünün, evrilmiş halini görerek, Kadın çocuk, yaşlı, genç demeden oluk oluk kanların akıtıldığı ortadoğu cografyasında, Irak’ta, Afganistan’ta Suriye’de, Mısır’da ve Türkiye- Kuzey Kürdistan’da, Emperyalist katillerin toplu katliamlar yaptığı bu coğrafyalarda, bu sorunu toplu şiddet, toplu öldürme, toplu katliam olarak görmek ve bu olguyu bireysel bir sorun olarak ele almak yerine, sosyal, ekonomik, kültürel, sosyolojik, psikolojik etmenleri içeren toplumsal olgu yanlarıyla ele alıp değerlendirmek gerekir.  Ya savaş Mağdurları, yerlerini yurtlarını terketmek zorunda kalan ve güvenli bölgelere yetişmek icin Avrupa yollarına düşen, denizlerde boğulan, kaybolan, öldürülen kadınlar ve çocuklar.. Toplu katliamlardan kurtulanlar..savaşın en acı şiddetini yasayanlar, yerini yurdunu kaybeden, aynı zamanda yaşadığı toprağı, evini, kendisi icin “güvenli” olan sosyal düzenini, arkadaşlarını, aile fertlerini kaybedenler. …Güvenli atmosferi, ceşitli korkuları, dokunuşları, kaybedenler, ileride ulaşabildikleri yerlerde, onlara herşeyin yabancı olduğu yerler büyük bir güvensizlik duygusu yaratmayla, beraberinde, isolasyonu ve kocaman bir boşluğu oluşturur ve hergün onlara yabancı olan şeylerlerle yaşamak, kendine yabancılaşmayı da getirir beraberinde. Yaşadıklarının ve alıştıklarının dışında,  farklı elbiseler giymek, farklı yemekler yemek, farklı bir dil ve davranış sergilemek, şeytan üçgenini dolaşmanın ta kendisidir. Kendine güvensizligi ve agır bir yükü taşımak zorunda olan bu savaş mağdurları,  kendine güvensizlik ve aşırı yabancı şeylerle karşılaşmanın ve yaşamanın yükünü taşıyarak, ruhsal problemler yasamaya başlarlar. Yani savaştan kurtulsalar da, gittikleri yerlerde hergün ölümün ve thanatosun içgüdülerini, şiddetli bir biçimde taşırlar içlerinde… Bütün bu olanların sorumlusu olarak şiddetin ve öldürmenin, içgüdüsellikten evrilerek Emperyalist katillerin planları diye görüp thanatosu mahkum etmek ve, Emperyalist katillerin ve onun isbirlikçi yerel katillerinin planları diye algılamak, görmek ve onları mahkum etmek en dogrusudur.

İyinin ve kötünün diyalektiğinden bahsederken, Eros-Thanatos ikileminde ölümün ve yaşamın dinamiklerinin anlatıldığı, insan varlığının toplumsal düzeydeki çatışmalarının, katliamlarının, öldürmenin ve şiddetin, yani insanın kendisini yok etme içgüdüsünün bu kadar yoğun yaşandığı günümüzde, Eros’un Thanatos’a teslimiyeti ne yazık ki içler acısıdır Genel olan bu acı tablonun, direnen halklar ve Mazlum uluslar şahsıda, özgürleşme tutkusuna dönüşmesi, tabiki tarihin asıl ilerleyişidir. Bu gün Ortadoğu’da, Kürt ulusu gibi, kaderini tayin etmede bir dinamik olarak duran Ezidi’leride böyle tanımlamak durumundayız.

Rivayete göre Melek Tavus’un “cennetten” kovulması,”Tanrıya” olan itirazın bir sonucudur. Ve Ezidi’ler, Tavus’a inançları gereği, Tanrı’nın, Hristiyan’ların, Müzlümanlar’ın nazarında “lanetlendiler”.Melek Tavus, cennetten kovulurken  teslimiyete boyun eğmedi.Ve bugün Melek Tavus’un halkları,emperyalist saldırganlık patentli İŞİD’in saldırılarından,sığındıkları Şengal dağlarından,yani Lalesa Nuraniye’den,teslim olmama ve kaderlerini direnişlleriyle ellerine alma iradeleriyle sürece anlam katacaklardır.Tanrı,melek Tavus’u cennetten kovdu ama,Ortadoğu’yu hegomonya şavaşının cehennemine çeviren emperyalistler ve bölgesel işbirlikçisi vahşi gericilikler,mazlum olan Bu halkı,coğrafyalarından kovamayacaklardır.

Bir Halkın Günlüğü Okuru

Kaynak: www.halkingunlugu.org

 

Share