Femen kurucusu: Erkekler değişirse dünya değişir demek doğru değil
Ayşegül KARAKÜLHANCI
ARTI GERÇEK- Zana Ramadani, Müslüman bir ailenin kızı olarak Makedonya’da dünyaya geldi. Ailesi o henüz 7 yaşındayken ’90’lardaki Balkanlar savaşı sırasında Almanya’ya göç etti. Ramadani şimdilerde 34 yaşında ve neredeyse tüm yaşamı kadın hakları için mücadele ile geçmiş. Almanya Femen’in kurucusu olan Ramadani, bu grubun eylemleriyle tanındı. “Top Model Almanya” adlı TV şovunu basarak programı protesto etmesiyle de hatırlanan Ramadani aynı zamanda bir yazar. “Örtülü Tehlike: Müslüman Annelerin Gücü ve Almanların Hoşgörü Takıntısı” adlı kitabı 14 hafta boyunca Der Spiegel’in en çok satanlar listesinde yer aldı. Ramadani’nin “Seksizim, Erkekler, Güç ve Kadınlar Hakkında” adını taşıyan ikinci kitabı ise geçtiğimiz hafta yayınlandı. Politik çalışmalarının yanı sıra avukatlık yapan ve bir çocuk annesi olan Ramadani ile 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü öncesi kadın haklarını, batı ve doğu toplumunda kadının yerini, özgürlük mücadelesini, Femen’i, #MeToo hareketini ve kitaplarını konuştuk.
– Geçen hafta yayınlanan kitabınız Almanya eski Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’un sizi taciz ettiği tartışmalarına neden oldu. Konunun aslı nedir?
#MeToo, seksizm kampanyaları, gündelik hayatta seksizm, erkek iktidarı ve kadın konularını içeren yeni bir kitap yazdım. Kitapta Cumhurbaşkanı Gauck’la ilgili yaşadıklarıma yer verdim. Gauck’la yaşadıklarımı neyin seksüel şiddet, neyin seksüel şiddet olmadığını anlatmak için örnek vermiştim. Bellevue Sarayı’nda bir organizasyona katılmıştım. Joachim Gauck, bana eski Femen aktivisti olmam nedeniyle orada soyunup soyunmayacağımı sormuştu. Ben de ‘Hayır bugün değil’ dedim. ‘Hem sırtı fermuarlı bir elbiseyle zor olurdu deyince, o da bana yardımcı olabileceğini söylemişti. Sonra bir fotoğraf çektirme esnasında elini kalçama koydu. Hoş olmayan bir biçimde bana dokunulmuştu ama bunu önemsemedim. Kaygılarımı bir kenara bıraktım, gülümsedim. Kitapta bu yaşadıklarımı anlattım.
– Peki, bunu neden şimdi anlattınız? Dikkatleri kitaba ilgi çekmek için mi yoksa başka bir nedeni var mı?
Hayır, ilgi çekmek için anlatmadım. Cinsel şiddetin farklı dereceleri, basamakları vardır. Buna örnek vermek içindi. Çünkü bu olayda pozisyonu, iktidarı, gücü olan biri vardı. Ama yaşadıklarım direkt bir taciz değildi, buna örnekti. Şöyle ki: Erkekler, özellikle de yaşlı erkekler yanlış veya nahoş komplimanlar yapabiliyorlar. Bu hemen cinsel şiddet olarak algılanmamalı. Kadınlar bu tür yanlış komplimanlarla karşılaştıklarında hemen panik olmamalılar. Bu aptalca komplimanlarla nasıl başa çıkabileceklerini anlatmak istedim.
Almanya veya batı dünyasında yanlış komplimanla tecavüz veya cinsel şiddet neredeyse aynı kefeye konuyor. Bu kadar kaba yaklaşmak konuya doğru değil. Doğal seksizm diye bir şey var. Bu kadın-erkek arasındaki iletişim için gerekli olan biçim. Ancak bunu istemeyen biri ‘Hayır ben bu yaklaşımı istemiyorum’ dediğinde bu net bir ifadedir ve bu o kişinin sınır koyduğunu gösterir. Eğer bu sınır ihlal edilirse işte bu seksizmin bir sonraki aşamasıdır. Artık bu noktadan itibaren tolere edilememesi gerekir. Doğal seksizmde en önemli şey net biçimde ‘Hayır’ dendiğinde o andan itibaren durulması zorunluluğudur.
– Gauck’ın sizi taciz ettiği ve sizin de bunu seksist bulmadığınız haberi doğru değil mi?
Benimle röportaj yapan ve Gauck’la ilgili konuyu gündeme getiren gazeteci benden bu konuyla ilgili skandal bir şey duyacağını zannetti sanırım. Ben ona istediği sansasyonel haberi vermeyince, kitabımdaki ifadeyi alıp ondan da skandal yarattı, bu şekilde de yayıldı. Ben haberde yazdığı gibi asla bu olayın seksizm olmadığını söylemedim tam tersine bunun seksizim olduğunu ve önemli bir örnek olduğunu düşündüğüm için kitaba aldım. Fakat burada bir ayrım yaptım: Bunun bir şiddet barındırmadığını, doğal seksizim içinde gördüğümü ifade ettim.
– Sizin yaklaşımınız feminist çevrelerce eleştirilmeye açık bir tutum değil mi? Ne, ne zaman cinsel taciz, ne zaman değil bu sınır çok net değil mi?
Prensipte bu sınır çok net: Fiili bir tacizde kişinin ‘Hayır’ demesi sınırdır. “Ben senden kompliman istemiyorum, benim bir yüzüm var. Göğüslerime bakma.” Bunlar bizlerin her gün muhatap olduğu günlük seksizmin sıradan hali. Bazı kadınlar da erkeklere günlük seksizim uyguluyor. Mesela kadınlar içinde erkekler güçlü olmalı, ailesine bakmalı, kariyer yapmış olmalı, iyi görünmeli vs. diyerek onları kalıplara sokuyor. Bizlerin hepimizin kafasında basmakalıp düşünceler var. Elbette nasıl ki her erkek tacizci değilse her kadın da böyle düşünmüyor. Ama böyle kalıplar içinde düşünenler de var. Ama bununla insan yaşabiliyor ya da yaşamak zorunda. Tüm bunlar doğal seksizmin sınırları içerisinde demek istiyorum.
– Bu görüşleriniz ‘erkekleri savunan’ bir bakış açısı şeklinde anlaşılma tehlikesi barındırmıyor mu?
Hayır, ben sadece kadınların günlük konular içinde boğulup, oraya takılıp kalmalarını istemiyorum. Kendi çalışmalarımda erkeklerin de kendilerini değiştirmeleri gerektiğini ifade ediyorum. Fakat benim her zaman üzerinde durduğum nokta şu: Ancak güçlü kadın dünyayı değiştirebilir. Eğer biz kadınlar günlük olarak yaptıklarımızla ataerkil sistemi desteklemesek, taleplerimizle, giyimimizle, görünüşümüzle, çocuk yetiştirmemizle vs. -bunların hepsi birbirine bağlı- bunları fark edip değiştirirsek birçok şey kendiliğinden mecburen değişecek. Ben sürekli şikâyet edip erkeklerin değişmesini savunmaktansa kendimizde de değişecek ne varsa değiştirmekten yanayım. Bizler düşüncelerimizi özgürleştirirsek, günlük hayatımızı rahatlatırsak birçok şeyi değiştirebiliriz. Biliyorum birçok feminist ‘erkekler değişirse dünya değişir’i duymak istiyor. Ama bu gerçekçi değil, hepimiz kendimizi değiştirmeliyiz.
– ‘Örtülü Tehlike. Müslüman Annelerin Gücü ve Almanların Hoşgörü Takıntısı’ (Die verschleierte Gefahr. Die Macht der muslimischen Mütter und der Toleranzwahn der Deutschen), adlı kitabınızda Müslüman anneleri çocuklarını ayrımcı yetiştirdikleri için eleştiriyorsunuz. Sizce kadınlar erkek çocuklarını bilinçli mi ‘prens’ gibi yetiştiriyor. Ya da bin yıllardır yerleşmiş gelenek kadınların düşünme yetisini bloke etmiş olabilir mi? Farkında bile olmadıkları bir durumu nasıl değiştirebilirler?
Burada batının kullandığı değerleri kullanabiliriz. ‘Herkes eşittir’i içselleştirmeleri yeterli olacaktır. Bunu içselleştirince çocukları da öyle yetiştirecekler. Burada önemli olan problemin nerede olduğunu saptamak ve kendilerini nasıl özgürleştirebileceklerinin yolunu bulmaktır. Ben özellikle İslam geleneğinde yetişmiş kadınlara kendilerinin değerli olduğunu anlatmak istiyorum. Eski kuşağa bunu anlatıp onların kemikleşmiş düşüncelerini değiştirmek çok zor. Bu nedenle ben katıldığım toplantılarda özellikle genç kızlarla, genç kadınlarla bu konuları konuşuyorum. Benim hedefimde genç nesil kadınlar var. Onlara erkekler kadar önemli ve değerli olduklarını anlatmaya çalışıyorum. Çocukları yetiştirmede temel hak kadınlarda olduğu için özellikle de Batı dünyasındaki kadınların elinde büyük bir güç var. Kim çocukları yetiştirebiliyorsa o büyük bir güce sahiptir.
– Prensipte ataerkil sistemin insanların düşünce ve yaşamları üzerinde yarattığı tahribat aynıdır. Batı dünyasında da kadınların sorunları bitmiş değil. Avrupa’da, ABD’de de kadınlar ev içi şiddete maruz kalıyor, eşit ücretlendirilmiyor, mobinge maruz kalıyor, taciz, istismar vs. var. Bunu #MeToo hareketiyle daha net gördük. Ünlü ve de görece güçlü olabilecek kadınlar Hollywood’da, AB Parlamentosu’nda, İngiltere Parlamentosu’nda vb. maruz kaldıkları taciz ve mobing karşısında susmuşlar. İslam ülkelerindeki kadınların susmak zorunda kalmasıyla Batı ülkelerindeki kadınların susması arasında bir fark var mı?
Kadınların susması temelde aynı ama iki dünya arasında yapısal olarak farklılar var. Ancak kimsenin görmek istemediği büyük fark şu: Türkiye, Makedonya veya birçok ülkede tıpkı Almanya’da olduğu gibi kâğıt üzerinde kadınların hakları yasalarla koruma altına alınmış. Ancak Müslüman ülkelerden farkı Almanya’da kadınları koruyan çok sayıda oluşum var. Kadınlar bu haklarını kullanabiliyor. Avukat parası veya dava açma parası yoksa devlet karşılıyor. Kadınları şiddetten korumak için çok sayıda kadın sığınma evleri var, kadın hakları için ve ayrımcılığa karşı mücadele eden çok sayıda güçlü kurum, organizasyon var. Bunun yanı sıra Almanya yasalarınca ayrımcılığa karşı insanlar gerçekten en iyi şekilde koruma altına alınmıştır. Paranın olup olmaması burada rol oynamıyor. Parası yoksa bile bir kadın kendi hakkını aramak için dava açabilir, bu hak burada koruma altında ve işliyor. AB ülkelerinde ve Almanya’da kadınların ellerindeki bu tarzda imkânların çoğu başka ülkelerde yok. Bu nedenle batıda feministlerin kadınları kurban rolüne sokmalarına karşıyım, burada ulaştığımız birçok yerden farklı olarak güçlü olanak ve yasalarımız var. Bunlar Türkiye, Makedonya veya diğer ülkelerdeki kadınların durumu ile aradaki ciddi farktır. Kadın haklarının iyi korunmadığı ülkelerde kadınların bu ayrımcılığı kabul etmelerini görece kabul edebilirim çünkü o ülkelerde gerçekten hakkına sahip çıkmak çok zor ama batı toplumunda bunu kabul edemem.
– Siz bu bağlamda büyük bir dalga yaratan #MeeToo hareketini de eleştiriyorsunuz.
Hollywood’da yaşanılan mesele de bence böyle. Birkaç kadın iyi roller önlerine gelsin diye yapımcının etrafında dolaşmış ve tecavüzü görmezden gelmiş. Aslınsa herkes biliyormuş tecavüzü ancak yokmuş gibi davranmışlar. Asıl bu tutum gücü olan adamların işi buraya vardırmasına izin veriyor, onları ne yapacağız! Şimdi de ortaya dökülüp ‘ama bilmiyorduk böyle olduğunu’ diyorlar. Herkes biliyor! Hepimiz hem kadınların hem erkeklerin bu sistemde mesleklerini yapabilmek için neleri göze alabileceğinin farkındayız. Olan olmuş ama biliyorum ki isteyen herkes yanlışa dur diyebilir, bir şeyler yapabilir.
– Sizin ‘dur’ deme biçiminiz nedir?
Benim için yeni kuşak çok önemli. Yeni kuşak yetişkin bir kadının bilmesi gereken en önemli şey, “Bu dünyada hiçbir erkek, hiçbir iş ve para benim bir erkek tarafından aşağılanmama izin vermem için değerli değildir!” Bizler kızlarımızı da bu bilinçle yetiştirmeliyiz. Bu bilinçle yetişen kadın güçlü olur. Güç ve iktidar tarzında yaşanılan taciz ve ayrımcılıkta çok büyük oranda azalır belki de yok olur. Ama ne yazık ki bu şekilde yetişmiyorlar. Almanya’da ‘Germanys next Supermodel’ (Top Model Almanya) gibi yarışmalarla büyüyorlar. Madalyonun bir tarafında kızlara güzel olmak, seksi görünmek empoze ediliyor diğer tarafında da İslam ülkelerindeki gibi onurlu, mukaddes, iyi kadın olmak için başörtü takmaları dayatılıyor. Prensipte aynı değerlerle (gerçek ve iyi kadın olmak anlamında) sadece farklı tahayyüllerle yetiştiriliyorlar.
– “Başörtüsü özgür toplumun kefenidir” diyorsunuz. Bunu açıklar mısınız?
Benim için başörtüsü kadınının kadınlığını da örtüyor. Onu kadın kimliğinden koparıyor, kadının kadın olmasını elinden alıyor. Bir toplum kadının kadın kimliğini elinden almayı normal ve doğru olarak kabul ediyor, kadınların kendilerini gizlemesini özgürlük olarak yorumluyorsa burada bir yanlış var demektir. Bu nedenle başörtüsünü bu şekilde tanımladım. Benim için feminizm, bir insanın cinsiyeti ve cinselliğinin onun insan kimliğinin arkasında kalması demektir. Bizler İslam toplumlarında kadına yapılanları kabul etmiyoruz ama ‘Başörtüsü özgürce bir seçim ve kişisel bir karardır’ diyoruz bu yanlış. İnsanları cinsiyete bölmek feminizme aykırıdır. Tersine başörtüsü bir insanın cinsiyetini, cinselliğini ve dinini işaret eder. Başörtüsü diğer taraftan da günlük hayatta bazı değerlerin propagandasını yapan bir araçtır. Feminist ve hümanist biri olarak bunu kabul edemem.
– Türkiye’de kadınların yaşadıkları sorunları takip ediyor musunuz? Dayanıştığınız kurumlar var mı?
Elbette, kadınların uğradığı yoğun şiddetten haberim var. ‘Tere De Femmes’ organizasyonumuzla Türkiye’den dayanıştığımız kurumlar da var. YAKA-KOOP’un Van’da yaptığı, ‘Namus Adına Şiddetten Koruma’ (Schutz vor Gewalt im Namen der Ehre) adlı projeyi 2014’ten beri destekliyoruz.
– O zaman Türkiye’de özellikle son zamanlarda çocukların uğradığı cinsel istismardan da haberiniz vardır. Neden sizce İslam ülkelerinde her konuya seks merkez alınarak yaklaşılıyor?
Çünkü İslam toplumlarında küçük yaştan itibaren erkeklere bu vaaz ediliyor. Bu nedenle de bu toplum çok cinsellik merkezli ve cinsiyetçi ama bir taraftan da neredeyse her bireyin seksüel hayatı baskı altında. Elbette her insanın doğal olarak cinsellik dürtüleri var. Günümüzde hemen herkesin elinde internet var, hemen herkes porno bakıyor ve hemen herkesin konuyla ilgili bir tasavvuru var. Özellikle bu tür toplumlarda baskıladıkları cinsel dürtülerini en kolay şekilde küçük kız çocuklarına veya erkek çocuklarına yönlendiriyorlar.
– İslam kültürünü medyada sert şekilde eleştiren bir insansınız. Özellikle de Müslüman bir aileden gelen biri olarak Almanya’da bunu yapıyorsunuz. Bu nedenle radikal İslamcılardan tehdit alıyor musunuz veya aldınız mı?
İlk kez kamuya açık konuşmaya başladığımda ‘İslam’ kelimesini ağzıma alır almaz akabinde tehdit aldım. O günden beri, tecavüz ve ölüm tehditleri alıyorum. Tabi herhangi bir tartışma ve eleştiri yok sadece tehdit ve küfür var. Hamile olduğumu öğrendiklerinde çocuğumu bile öldürmekle tehdit ettiler. Koruma altındayım adresimi kimse bulamaz. Herhangi bir yere davetliysem polis koruması mutlaka oluyor. Ben bu konuyla mücadele etmeye devam edeceğim. Artık benimle ilgili bir mesele de değil, artık kızımın kuşağı için mücadele ediyorum. Benim için yeni yetişen nesil önemli. Onlar için yazmaya ve konuşmaya devam edeceğim. Kendim ve kızım için başka birinin mücadele etmesini bekleyemem. Mücadele etmek için bir şeyleri riske etmeye de hazır olmak gerekiyor.
– Siz aynı zamanda Almanya’da Femen’in kurucususunuz. Neden Femen içinde mücadele etmeyi tercih ettiniz?
Uzun yıllardır politik hayatta aktifim fakat bu bana yetmiyordu. Sadece farklı bir şey yapmak istedim. Almanya’da politika gerçekten çok yorucu ve hızlı ilerleyemiyorsunuz kimi konularda. El ilanı yazmak, onları dağıtmak vs. çok yorucuydu. Ben bu tür şeylerden sonuç almayı beklemek için fazla sabırsız biriyim. Femen’i de feminist ağından Ukrayna’dan tanıyordum, fikri iyi buldum. Desteklenmesi gerektiğini düşündüm. Almanya’da da çok eski bir kadın hareketi var. Ve bu hareket içerisinde yer alan, kendinden emin, çıplak vücuduyla ortaya çıkmaktan çekinmeyecek çok güçlü kadınlar vardır diye düşünmüştüm. Hatta bu kadınlardan fazlaca vardır sanıyordum. Bunları harekete geçirmek istemiştim. Aslında o zamanlar iyi kazanıyordum sadece finanse ederim diye düşünmüştüm. Bir de fark ettim ki bu hareket Almanya’da hiç yokmuş. Bende var olan güçlü, kendi vücutlarıyla barışık ve doğal çıplaklıktan çekinmeyecek batılı kadın imajı yıkıldı. Kendi kendime bu tasavvuru edindim kendi kendime de yıktım. Kendim denemek zorundayım dedim. Benim için kendi kendimi yenme tecrübesi oldu. Çıplak olmak, çıplak dolaşmak, çıplak protesto etmek kolay bir şey değildi ama kendimi çok güçlü ve de özgür hissettim. Fark ettim ki bir dakika süren çıplak bir protesto sonucunda çok uzun soluklu tartışmalara sebep olabiliyorsunuz. Bir aktivistin görevi de budur zaten, bir konuyu tartışmaya açabilmek. Elbette bu aksiyonlarla dünyayı değiştiremezsiniz ama bir konuya dikkat çekebilirsiniz, çokta işe yaradı. Benim için Femen, sadece yeni bir politik ifadeydi, politikayı yenilemekti ve kendimi burada geliştirdim. Politika yapmanın yeni yolu da kitap yazmak, bunu yapıyorum. Workshoplar düzenliyorum. Benim en üstteki hedefim hümanizm. Kadınların özgürlüğü ve hakları için her türlü problemle tek tek ilgileniyorum.
– Herhangi bir partiye aktif olarak üye misiniz?
Ben eskiden beri Hristiyan Demokratlar Birliği (CDU) üyesiyim. CDU’nun Kadınlar Biriliği’nde aktifim. Parti içinde farklı politik zeminlerde ve komisyonlarda görev alıyorum. Almanca konuşulan tüm ülkelerde çalışma yürütüyorum.
– Neden CDU’dasınız?
Küçük bir yerde, gerçekten ‘iyi’ Hıristiyanların arasında büyüdüm. Onlar bana hep Hıristiyanlıkta insanın anlamı nedir bunu anlattılar. Bu da İsa’nın öğretisiydi ve bu öğreti de saf hümanizm: Önyargısız biçimde insanların kökenine, cinsiyetine bakmaksızın eşit olduğunu kabul etmek. Bu nedenle de CDU’da yer almak benim için çok değişik bir adım değildi. Elbette CDU’nun içinde de her şey mükemmel değil veya bu öğreti ile iş yapılmıyor. Burada da birçok şeyle aktif mücadele ediyorum. 13 yıldır hayvan haklarında da aktifim, veganım. Bazı durumlarda Yeşiller bana daha yakın veya sosyal eşitlik konusunda Sol Parti’ye daha yakınım mesela. Ancak dediğim gibi Hıristiyanlıktaki hümanizm nedeniyle buradayım.
– İnançlı biri misiniz?
Ben Müslüman bir ailede doğdum, Hıristiyan köyünde büyüdüm ama inançlı biri değilim. Ama belki kültürel olarak Müslümanlıktan çok Hıristiyanlığa yakınım. Çünkü onlar bana arka planını sorgulamayı, sormayı öğrettiler. Ben kendimi hiçbir zaman bir din içinde tanımlamadım, dini tarih olarak görüyorum. Bence insanın insan kimliği herhangi bir dini kimlikten çok daha değerli olmalıdır.
artigercek.com