. tarafından

Devrimci, halkçı belediyeleri büyütelim geliştirelim ilerletelim!

Ocak 10, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Share
. tarafından

Sakine, Fidan, Leyla devrimci Kürt kadını kimlikleriyle özgürlüğe çağrı meşalesidir!

Ocak 11, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Onların anısını, birleşik öfkeye dönüştürecek olan, 12 Ocak merkezi Paris yürüyüşüne katıl, faşizm’den hesap sor!

ADHK (10-01-2019) Fransa’da Kürt ulusal hareketine mensup 3 yiğit yurtsever devrimci kadın Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez’lerin hunharca katledilişlerinin altıncı yılında saygıyla anıyoruz.

Onların, NATO organizatörlüğünde faşist Türk devleti çeteleri aracılığıyla kalleşçe katledilmesinin 6. Yıldönümünde;

Başta, Türkiye ve Kuzey Kürdistan olmak üzere, emperyalist Dünya’nın dört bir yanında kadını kıyımdan geçiren, burjuva-feodal “modern” erkek egemen anlayışın, cinsiyetçi saldırılarına karşı durmak için..

Türkiye Kuzey Kürdistan Hapishanelerinde, tecrit ve hak gasplarına karşı başlatılan Ölüm Orucu ve Açlık Grevi direnişinin sembolü Leyla Güven şahsında Türk Faşist Diktatörlüğüne karşı kenetlenmek için,

Fransız emperyalizminin, yerli ve göçmen emekçilere karşı küstah Macron hükümetinin pervasız saldırılarına karşı, sokakları zapt etmeye devam eden Sarı Yelek Halk Hareketinin öfkesini SAKİNE, Fidan ve Leyla şahsında selamlamak için..

Dünya devrim tarihinde Sakinelere uzanan direniş çizgisinde Kadının tarihsel rolünü sahiplenen bir siper yoldaşlığının, günümüze miras olarak bıraktığı; VARDIK, VARIZ, VAROLACAĞIZ bilincini hep birlikte kuşanıp, ortak düşmanlarımıza meydan okumak için,

Sesimizi duyan tüm duyarlı dostlarımızı, 12 Ocak Cumartesi günü, Paris Gare Du Nord’da, saat 10:30’da başlayacak olan merkezi yürüyüşe katılmaya davet ediyoruz.

– Soreşgeran Namırın!

– Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez Ölümsüzdür!

– Kahrolsun Faşizm! Yaşasın Devrimci Dayanışma!

Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK)

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH)

Sosyalist Gençlik Hareketi (SYM)

Share
. tarafından

İstanbul avcılar’da kadın cinayeti

Ocak 19, 2019 de ANASAYFA . tarafından

İstanbul’un Avcılar ilçesinde bir evde baza içine saklanmış kadın cenazesi bulundu. Binada bulunan komşuların ağır kokudan rahatsız olması sonucu dairenin kapısını çalmasıyla yanıt verilmeyince polise haber verildi.

Gelen ekipler, evi birkaç ay önce kiralayan emlak bürosundaki görevli ile bağlantı kurarak araştırmaya başladı. Savcılığa haber verilmesi ardından içeri giren Avcılar Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube ekipleri, ağır kokunun bazadan geldiğini anladı. Açılan bazada bir kadının çürümeye başlayan cenazesiyle karşılaşıldı.

Evde kavga veya boğuşma izleri bulunmazken, cenazede ilk tespitlerde herhangi kesici veya delici silah izine rastlanmadı. Kadının evde öldürüldüğü veya cenazenin başka bir yerden buraya getirilerek saklandığı gibi olasılıklar da değerlendirilirken, cenazenin çıkarabilmesi için İstanbul Büyükşehir Belediyesi itfaiyesine haber verildi.

Yabancı uyruklu olduğu belirtilen kadının cenazesi otopsi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu’na götürüldü.

Olayla ilgili başlatılan soruşturma kapsamında 3 kişinin ifadesine başvurulduğu, evi kiralayan kişinin bulunması için çalışmaların sürdüğü öğrenildi.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Katili babası çıktı

Ocak 19, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Keşan’da öldürüldükten sonra parçalara ayrılmış vücudu ormanlık alanda bulunan Didem Uslu’nun katili babası çıktı. Gözaltına alınan baba Hasan Uslu, sorgusunda suçunu itiraf etti.

Edirne’nin Keşan ilçesinde ormanlık alanda kesik kolu ve diğer vücut parçaları bulunan Didem Uslu’yu dönerci ustası olan babası Hasan Uslu’nun öldürdüğü ortaya çıktı. Polis ekiplerince genç kızın annesi Satı ve babası Hasan Uslu gözaltına alındı.

Edirne’nin Keşan ilçesinde 9 Ocak günü ormanlık alanda kozalak toplamaya giden bir kişi tarafından gazete kağıdına sarılmış kesik insan kolu bulundu. Haber verilmesi üzerine Edirne Emniyet Müdürlüğü’na bağlı Cinayet Büro ekipleri tarafından yapılan parmak izi incelemesinde, omuz hizasından kesildiği belirlenen sol kolun, Didem Uslu isimli kadına ait olduğu belirlendi.

Bu bilgiyle yola çıkan polis ekipleri, Uslu ailesinin oturduğu evde yapılan aramada kan izlerine rastlanması üzerine baba Hasan, anne Satı ile İstanbul’da oturduğu belirlenen kız kardeşi Özlem Uslu’yu gözaltına aldı.

Baba Hasan Uslu, yapılan sorgusunda suçunu itiraf etti. Soruşturma kapsamında ormanlık alana götürülen baba Uslu, kızına ait parçaların yerlerini tek tek gösterdi.

Didem Uslu’nun kız kardeşi serbest bırakılırken, anne Satı ve baba Hasan Uslu, Keşan İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde işlemlerinin ardından sağlık kontrolünden geçirilerek Keşan Adliyesi’ne sevk edildi.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Sancı Dergisi Yazı Kurulu üyesi Duygu Kıt’dan mektup var

Ocak 19, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Geçtiğimiz Kasım ayında SMF İstanbul örgütlülüğüne yapılan siyasi operasyonda gözaltına alınıp tutuklanan Sancı Kültür Sanat Edebiyat Dergisi Yazı Kurulu üyesi Duygu Kıt gazetemize mektup yolladı.

Mektup şöyle:

B -6’dan selamlar

Gün başlıyor kente. Aydınlık emeğin kirpiklerinde titriyor önce. Binlerce evden Yenigün’ün ılıklığı yayılıyor. Ne kadar saklanmak istense de bizim ‘unutma bahçemiz’ olan havalandırmaya düşüyor ışık dans ederek. Kumruların yuva yapacağı pencere önlerini, saçak atlılarını temizleyen, yeryüzünün bütün kötülüklerini, küresel karanlığı her gün adımlarıyla yuvarlayan, şeffaflığı ince ince duvarlara asan kadınlar da uyanıyor.

Haklarında her türlü hikayelerin anlatıldığı işçilerin, köylülerin, avarelerin, çocukların, su yorumcularının, hayal gücü iktidara diyenlerin de uyandığı gibi.

Hayallerini, inadını ta Kaf Dağı’ndan buralara kadar uçurup terini sarayların zulmünde, Yusuf’un kör kuyusunda parçalayan Hiyem ve Zeyno duvarların harcına, mazgalın demirine yerleştiriyorlar kendilerini.

Karayel’in soğuğunu ve gücünü ellerinde saklayıp, yazın buz gibi sularına ılıklığına, geyiklerin gözlerine tanıklık eden Elif ve Xece geliyor sonra. Güngörmüş bilgeliğiyle savaş cephelerinde direnişi ve sanatı duygunun ve inancın en sade, en güçlü haliyle anlatan Zuhal ve Serpil selamlıyor sonra bizi. Nemrud’un ateşini gelincik tarlasına çevireceklerine dair inancı her sabah kattığımıza katan Hülya ve Eylem de burda.

Sonra her voltada turnaların kanadında süzülen, karanlıklarda saklanılacak bir karı yeri tutan Esra ve Yelda, Şahmaran’ın cennet köşesinden bize bakıp hayal uzatan Benazir ve Berivan, Kıraç tarlalara can suyu olan görüntüleri cam gözlerine kilitleyen Hatice ve Ezgi, Duvarın öte yanına devrilmiş ayrı ve yıldızları kumruların kanatlarına saklayan, gün ağardığında bu şöleni koğuşa taşıyan Arzu ve Benay, Her akşam üç insan boyundaki duvardan mavi kuş’ları gören, ıssız dağlardan, güneşli baharlardan, yokluktan gelen, inanmanın şarkısını söyleyen Dilek ve Özlem, İçine kapanmaya, düzene konmaya karşı ufukları seçmeye, göğe, cine talip Pınar ve İsminaz, Güneşin doğuşunu görmeye yazgılılardan yüzyıllık güzellikleriyle Canan ve Gönül, Başakların aynı yönde savrulduğu kırlardan gelen, eski dostlarla kucaklaşır gibi zamana başkaldıran Semiha ve Gonca, Yusuf ile Züleyha’nın, Kerem ile Aslı’nın hikayesini gerçek yapmak için görevli Didar ve Gamze de buradalar. Bulutlara, sabahın güneşine, kedilerine, küpe çiçeklerine, dost olan, hastalığına, ölüme, acıya, patrona, arabuluculara kök söktüren kadınlar buluşmuş B-6’da.

Dışarıda muhtacız/muhtaçtım göğe, denize, düşe. Hiç gitmediğim kentlerden, yollardan geçiyorum burada. Her gün bir pencere kumruyla konuşuyor. Kara ebemkuşağının uçarılığına boyun eğiyor, dar zamanları beğenmiyor vakit. Düşünmeye, sevmeye, biriktirmeye, konuşmaya, birbirimizin içine dünya kurmaya, arada hüzünlenmeye değer veriyor B-6. Zorbalık kapıların ardında elbet. Küçük havalandırmamız da henüz fazla gelişmemiş bir ahlat ağacımız karşı koğuşun pencerelerine uzanıyor Rüzgar, bulutlar ve yağmurlar ise bizim ahengimize uygun acele bir yürüyüşte. Ada vapurlarıyla sonbaharı uğurluyoruz yavaş yavaş. Peki, ben B-6’ya nasıl geldim. Kasım’ın 29’unda dalga olan kucaklara atlayarak. Arama için arkamdan seslenen gardiyanları heyecandan duymayarak, 29 kadına sığınarak.. Hepinize bolca sevgiler, selamlar.

Duygu Kıt

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Cumartesi Anneleri: Gerçek bir yargı, gerçek bir adalet talep ediyoruz

Ocak 19, 2019 de ANASAYFA . tarafından

İçişleri Bakanlığı ve Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemleri yasaklanan Cumartesi Anneleri 721. hafta İstanbul İHD Şubesi önünde bir araya geldi. 43 yaşındayken işkence görmüş bir şekilde bulunan ve gözaltında öldürüldüğü kesinleşen Abdullah Canan için bir araya gelen Cumartesi Anneleri bu haftaki açıklamalarını yine polis ablukası altında yaptı. Bu haftaki açıklamaya HDP İstanbul Milletvekili Oya Ersoy, CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da katıldı.

‘Gerçek bir yargı talep ediyoruz’

Bu haftaki açıklamayı gözaltında kayıp komisyonundan Maside Ocak yaptı. Ocak, Galatasaray Meydanı’nın aylardır kapalı olduğunu hatırlatarak, “Gerçek bir yargı gerçek bir adalet talep ediyoruz. 721 haftadır dile getirdiğimiz taleplerimiz açık ve net. Hukukun üstünlüğünü sağlayan mahkemeler istiyoruz. Adaletin sağlanması ve haklarımızın korunması konusunda adalet istiyoruz. Taleplerimizde ısrarcıyız. Biliyoruz ki taleplerimiz ancak biz ısrar edersek gerçekleşecek” dedi.

Abdullah canan kimdir?

Ocak, 1996 yılında gözaltında kaybedilen Abdullah Canan için şunları söyledi: “Abdullah Canan çevresinde sevilen bir iş insanıydı. Bölge’de yaşanılan ağır hak ihlalleri nediyle Canan ve akrabaları suç duyurusunda bulundu. Daha sonra şikayetlerinden vazgeçmeleri istendi. Canan tanıklar önünde tehdit edildi, gözaltına alındı. Ailesi, yerel ve ulusal tüm makamlara başvurdu. Ancak gözaltına alındığı inkar edildi. Akrabaları Abdullah Canan’ı ‘siz aldınız’ diyerek günlerce oturma eylemi yaptı. Bir köprünün altında menfezde elleri ve gözleri bağlı olarak bulundu.”

Vicdanım el vermiyor’

Yüksekova taburunda görev yapan Kahraman Bilgiç, Savcıya verdiği ifadede Canan’ın işkence ile sorgulandığını, tabur komutanı binbaşı Mehmet Emin Yurdakul’un talimatı ile öldürüldüğünü anlattı. Ocak şöyle devam etti: “Olay tarihinde Hakkari’de görev yapan albay Kamber Oğur, ‘vicdanım el vermiyor’ diyerek Abdullah Canan’ı Hakkari Dağ Komando Taburu’na ait revirde başı sarılı halde gördüğüne dair tanık sıfatıyla ifade verdi. Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada tanıkların ve ailenin ifadeleri yeterli bulunmadı. Sanıklar hakkında beraat kararı verildi. İç hukuktan sonuç alamayan Canan ailesi davayı AİHM’e taşıdı. AİHM 3’ncü Dairesi Türkiye’yi oy birliği ile mahkum etti. ”

Ocak son olarak şunları söyledi; “Abdullah Cananı gözaltına alanlar, işkence edenler, katledenler ve bedenini kaybetmek isteyenler belli. Meclis araştırma komisyonunda, AİHM’de isimleri yazılı. Canan’ı katledenler üzerinde koruma kalkanı kalkmalı ve yeniden yargılanmaları sağlanmalı.”

Babasının katillerine seslendi: yüzleşelim

Canan’ın oğlu Tayyup Canan, ise ‘gelin yüzleşelim’ çağrısı yaptı; “23 yıl önce babam Abdullah Canan Yüksekova’dan Hakkari’ye gitmek üzere evden ayrıldı. 23 kasım 1995 tarihinde köyümüz yakılıp yıkılıp talan edildi. Köyümüzü talan eden katil binbaşı Mehmet Emin Yurdakul komutasındaki askerleri köyümüzü talan ettiler. Katiller hakkında babam ve 7 köylü Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Ama ne yazık ki katiller yargılanmadı katiller korundu. Katilleri koruyan zihniyeti anlamıyorum. Bizler bu ülkede hak hukuk ve adalet mücadelemizden hiçbir zaman vazgeçmeyeceğiz. Babamı öldürdüler beni de öldürebilirler ama vazgeçmeyeceğiz. Çocuklarımız vazgeçmez.”

‘Yüreğimizi kapatamazlar…’

Tayyup Canan son olarak şöyle devam etti: “Galatasaray Meydanı’nı da kapatabilirler ama yüreğimizi kapatamazlar. Hak hukuk mücadelemiz devam edecek. Bu katiller eğer yerel mahkemenin vermiş olduğu beraat kararına güveniyorlarsa’ yürekli misiniz?’ diye soruyorum. Katil değilseniz yürekliyseniz ben size katil unvanını yakıştırıyorum. Yürekli iseniz Savcılıkta yüzleşelim. Gün gelecek bu hesabı vereceksiniz, gün gelecek yargılanacaksınız.”

Canan nasıl kaybedildi?

Hakkari Yüksekova’da yaşayan iş insanı Abdullah Canan 17 Ocak 1996 sabahı otomobiliyle Hakkâri’ye gitmek üzere evinden ayrıldı. Canan’ın cansız bedeni 21 Şubat Günü işkence görmüş, elleri, ayakları ve ağzı bağlı olarak bir menfezde bulunmuştu.

Gözaltına alındığı bugüne kadar inkâr edilen Abdullah Canan davasında iç hukukta tanıklara ve askeri personelin itiraflarına rağmen yargılanan sanıklar beraat etti. AİHM ise; “Abdullah Canan’ın gözaltında öldürüldüğü mahkememizce saptanmıştır.” tespitinde bulundu ve oy birliğiyle Türkiye’yi mahkûm etti.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Söz, yetki, karar Dersim halkına! Sosyalist adayları destekliyoruz

Ocak 25, 2019 de ANASAYFA . tarafından

ADHK (24-01-2019) Emperyalist-kapitalist sistemin uzun süredir içine girdiği üçüncü ekonomik ve siyasal krizin devam ettiği, bundan kaynaklı emperyalist haydutların topyökün dünya halklarına yönelik saldırılarının bütün şiddetiyle devam ettirildiği bu süreçte, Türkiye K. Kürdistan’da faşist TC devleti Türk islam sentezli AKP- MHP iktidarına “güven” tazeletmek adına yeni bir seçim aldatmacasıyla kitlelerin gelişen öfkesini silikleştirmeye çalışmaktadır.

Seçimlerin, halklarımız için bir kurtuluş olmadığını her fırsatta açıkladık ve bu yönlü söylemlerimizi söylemeye devam edeceğiz. Ancak içinde bulunulan süreci dikkate alarak (halklarımıza yönelik yürütülen saldırıların, gözaltıların, kıyım ve yıkımların sistematik bir şekilde devam ettirilerek bir korku imparatorluğunun yaratılmak istendiği bu süreçte) gündemdeki yerel seçimlere aktif olarak katılıp, faşizmin saldırılarına karşı durmayı, kitlelerle omuz omuza olmayı sosyalist mücadelenin taktik bir aşaması olarak ele alan SMF’nin yürüttüğü mücadeleyi desteklediğimizi ADHK olarak belirtmek isteriz.

Bu seçimlerin AKP- MHP faşist klikleri için ne denli önemli olduğunun kuşkusuz farkındayız. Sürekli kan kaybeden bu Türk- İslam sentezli iktidardaki faşist kliklerin her türlü hileye, yalana dolana baş vuracaklarını ve devletin bütün imkanlarını kullanarak, aslında sadece kağıttan kaplan olan iktidarlarının ne denli “güçlü” bir iktidar olduklarının çabası içerisine gireceklerini de biliyoruz. Ancak bütün bu faşist çırpınışlar nafile. Faşist AKP iktidarı aslında gerçek anlamıyla özellikle Anayasa referandumundan bu yana hiç bir dönem gösterilen oy oranına sahip olamadı. Emperyalistlerin desteği ve CHP’nin koltuk değnekliği sayesinde olmayan oylar varmış gibi gösterildi. Bir proje partisi olan AKP’nin, Orta Doğu’daki emperyalist dalaşlardan ötürü, onların çıkarları gereği iktidarda kalması gerekiyordu. Kuşkusuz başka başka nedenler de sıralamak mümkkün. Ancak şimdilik meselemiz bu değil.

Bu yerel seçimler, hakim sınıflar için olduğu kadar, devrimci- demokrat, yurtsever ve sosyalistler için de elbette ayrı bir önem arzetmektedir. Kendisinden olmayan herkese saldırıyı bir amaç haline getirmiş olan AKP- MHP faşist iktidarına karşı, geniş tabanlı bir demokratik cephenin oluşturulması, ortak düşmana karşı, ortak devrimci ittifakların yaratılması elbetteki en büyük arzumuzdur. Bu konuda SMF’nin mücadele tarihinin örnek bir tarih olduğu gerçeğini hiç kimse reddedemez. İttifaklar hiç bir zaman “hep bana, hep bana” anlayışı üzerinde şekillenemez. Karşılıklı tavizler, esnek politikalarla mümkündür. Devrimci mücadelede “büyük abi”, “küçük kardeş” anlayışlarına yer yoktur. Halkın ve devrimin çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre şekillenmek esasdır. Aynı zamanda hiç bir kurumun özgün iradesine gem vurulamaz. Bunlar sosyalistlerin vazgeçilmezleridir. Bu seçimlerde de SMF, bu zemin üzerinde hareket ederek taktik mücadele biçimini belirlemiştir. Bu seçimlerdeki tevrımızın bir yanını bu anlayış oluştururken, diğer bir yanını da Dersim’in, esasa itibariyla tarihi boyunca devlete muhalif duruşu ve devrimci yanıyla birlikte, herkes de kabul eder ki geleneğimiz açısından özel bir yerde durduğu gerçeğidir. Bundan ötürüdür ki Dersim her dönem ilgi alanımızın merkezi ve Dersim halkıyla bütünleştiğimiz bir mücadele alanı olmuştur. Dostlarımızın bu gerçeği bilmiyor olmaları düşünülemez. Bizim istem ve yaklaşımımızdan çok, dostlarımızın “sizinle omuz omuza olacağız, desteğimiz sizedir” demelerini beklerdik. Ama hayır, tam tersi bir tutumla karşı karşıya kaldık.

Dersim yerelinde daha başından itibaren HDP tabanı, yazarları, çizerleri dostane bir ilişki içinde olmak yerine, deyim yerinde ise dilmizin varmadığı hiçte hoş olmayan tutum ve davranışlar içine girerek sosyal medyada SMF’nin ilk başta aday adayı sonrasında adayı olan Mehmet Fatih Maçoğlu nezdinde aslında SMF hedef seçilerek akla hayale sığmayacak karalamalar, suçlamalar, küçümsemeler ileri sürebilmişlerdir. Yıllardır faşizme karşı, SMF geleneği ile HDP arasındaki dostane ilişkiler ve ittifaklar bir çırpıda yok sayılabilmiştir. Tüm uyarılara rağmen HDP’nin bu çirkin saldırıların önüne geçmemesi, en ufak bir resmi açıklama yapmaması meselenin tuzu biberi olmuştur. Elbette her bireyin söylemleri dikkate alınamayabilinir. Ama resmi bir yayın organındaki söylemler, hayatın gerçekliğiyle bağdaşmayan iddialar ve karalamalar düşündürücüdür. Şu söylem ciddi bir söylemdir. “Aday olan Maçoğlu’nun kazanması mevcut siyasi ortamda demokrasi güçleri açısından bir politik değeri yoktur.” Her şeyden önce Maçoğlu bir birey değildir. Biz meseleye Maçoğlu olarak değil, (ki bu yoldaşımızı önemsemediğimiz demek değildir) SMF olarak bakarız. SMF’nin kazanması durumunda bunun nasıl bir politik değeri olmuyor anlamak mümkün değil. Sosyalistleri bu denli küçümseme hakkını hiç kimse kandisinde görme hakkına sahip olamaz. HDP kazanınca politik bir değeri oluyor da, SMF kazanınca neden politik bir değeri olmuyor. Kayyum politikalarını geriletmek sadece HDP’nin tekelinde mi ? Ayrıca sosyalistlere olan bu güvensizlik niye. Kayyum atamalarında kurumumuzun tavırı açık ve net orta yerde duruyorken görmemezlikten gelmek kime ne yarar sağlar. Her bir iddiayı, karalamayı, suçlamayı ayrı ayrı ele alıp üzerinde uzun uzun yorumlar yapmayı, akla karanın karşılaştırmasını yapmayı en azından şimdilik uygun bulmuyoruz. Gerekte görmüyoruz. Fakat bunca suçlamanın, karalamanın üstüne kalem çektiğimiz, es geçtiğimiz anlamı da çıkartılmamalı. Elbette yeri ve zamanı geldiğinde dostane söylemlerimizi söyleyeceğiz. Unutulmasınki, SMF’nin Dersim yerelinde kazanması durumunda, kazanan Dersim halkı, devrimci demokratlar ve yurtseverler olacaktır. Bu faşist devletin en büyük düşmanı ve yine halkın en samimi dostları sosyalistlerdir. Bundandır ki üzülmeniz, dövünmeniz yerine sevinmeniz gerekir. SMF’nin kazanımını, kendi kazanımınız gibi görmelisiniz. Çünkü SMF, siz de kabul edersiniz ki dost, devrimci bir kurumdur. HDP’nin adayları nasıl bizleri mutlu kılıyorsa, SMF’nin kazanması da sizleri mutlu etmelidir. Dostluk, yoldaşlık bunu gerektirir.

SMF’nin bugüne kadarki yerel yönetimler deneyimleri, iktidar yürüyüşümüzün küçük küçük adımlarıdır. Özel olarakta Ovacık deneyimimiz eksiklikleri ve yetmezlikleriyle birlikte bu coğrafyanın da ötesinde kitlelerce kabul görmüş, umut olmuştur. “Nohut, Fasuliye” diyerek, gerçekleri kitlelerin gözünden uzak tutma anlayışınızı anlamış değiliz. Küçümsediğiniz o fasuliye ve nohut iktidar yürüyüşümüzde önemli bir yer tutmaktadırlar. Stratejik düşlerimiz, hedeflerimiz olan kolektifizmin, ortak üretimin, ortak paylaşımın ve ihtiyaçlara göre şekillenmenin ön adımlarıdır. Tüm ezilen kesimlerce kabul gören bu uygulamanın eksik ve gediklerini gidererek yolumıuza devam etmemizi, genişleyerek yaygınlaştırmamızı, “bir Dersim yetmez, bin Dersim gerek” şiarımıza uygun hareket tarızmızdan vaz geçmemizi kimin bizden isteme hakkı olabilir. Bizler nasıl ki ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına müdahale hakkımızın olmadığı bilincinde isek, dostlarımız da sosyalistlerin iktidar yürüşlerine müdahale etme hklarının olmadığı bilincinde olmalılar.

Sonuç olarak, bu mücadele sürecinde, faşist devlet yönetimlerinin alternetifi olarak ve devrimin bir adım öne çıkmasında rol oynayacak olan yerel yönetimlerdeki halkın alternatif yönetim şekilini birfiil pratikte halka göstermek adına, sosyalistlerin kendi politikalarını hayata geçirme çabaları onların vazgeçilmez görev ve sorumlulukları arasındadır. Halkın söz, yetki ve karar hakının geliştirilip genişletilmesi devrimin bir adım ilerletilmesinin vesilesi olacaksa komünistler bunu hayata geçirmekte en ufak bir tereddüt duymazlar. Bu asla halk saflarındaki dostlarına karşı zarar verici bir tutum değil, tam aksine onların lehine, çıkar ve menfaatlerine olan bir tutum olur. Tamda bu anlayış içinde hareket eden SMF’nin tüm adaylarını desteklemek, dolayısıyla halkı söz, yetki ve karar sahibi kılmak için çıkılan yolda yürümek ADHK ve bileşenleri olan SYM ve ADKH’nın görev ve sorumlulukları içindedir. Aynı zamanda, adaylarımızın olmadığı yerlerde sosyalist, devrimci, yurtsever adayları desteklemek, onlarla omuz omuza olmak devrimci sorumluluğumuz gereğidir.

Kahrolsun Faşizm! Yaşasın Devrimci Dayanışma!

Faşizme, AKP/Erdoğan İktidarının Kayyumlarına Karşı Sosyalist Adayları Destekleyelim! Söz, Yetki, Karar Dersim Halkına!

ADHK (Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu)

ADKH (Avrupa Demokratik Kadın Hareketi)

SYM (Sosyalist Gençlik Hareketi)

Share
. tarafından

‘Bin isyancıdan daha tehlikeli’ anarşist bir devrimci: Lucy Parsons

Ocak 27, 2019 de ANASAYFA . tarafından


Irkçılığa, sınıf farkına ve cinsiyet eşitsizliğine karşı doğrulan bir tokat Lucy’nin sesi. Tarihten Kadın Portreleri’nde bu hafta polis tarafından ‘bin isyancıdan daha tehlikeli’ olarak görülen, işçi mücadelesi ve anarşizmin yılmaz savunucularından Lucy Parsons var.

“Biz kölelerin kölesiyiz. Biz erkeklere göre çok daha acımasızca sömürülmekteyiz.”

Lucy Parsons 1853 yılında ABD’nin Teksas eyaletinin Waco kentinde köleliğin hala geçerli olduğu bir dönemde dünyaya gelir.

Bir yanıyla Meksikalı bir yanıyla da Amerika yerlisi olan Lucy, köle olarak doğduğu için ırkçılık ve sınıf savaşımıyla genç yaşta tanışır.

1870 yılında hayatını birleştireceği, kendisi gibi hak savunucusu olan Albert Parsons ile tanışır. Albert beyaz, Lucy ise siyah olduğu için ırkçı yasalar nedeniyle resmi olarak evlenemezler.

Albert, ırkçılığa karşı verdiği mücadele nedeniyle tehdit edilir, vurularak yaralanır. İlişkileri ve politik çalışmaları nedeniyle Teksas’ta baskı gören çift, 1873’te Chicago’ya taşınır. İki çocukları dünyaya gelir.

İşsizliğin ve buna orantılı olarak işçi sömürüsünün had safhada olduğu bu dönemde kendisine bir terzi dükkanı açan Lucy, Uluslararası Kadın Konfeksiyon İşçileri Sendikası’nın (ILGWU) bir parçası haline gelir. Aynı zamanda Albert ile birlikte hem ‘Knights of Labor’un hem de Sosyal Demokrat Parti’nin üyesi olur.

Emekçi Kadınlar Birliği’nin kuruluşunda yer alan Lucy, Albert ile birlikte Anarşist Uluslar arası Emekçiler Birliği’nin yerel örgütlenmesi için çaba sarf eder.

‘Chicago Times’da işe başlayan Albert ise politik görüş ve çalışmaları nedeniyle işten çıkarılır.

İşsizliğin yarattığı depresyon ve çalışanların üzerindeki baskının her geçen gün artması emekçi kesimdeki öfkenin çığlığa dönüşmesine yol açar.

1877 yazında, ABD tarihindeki en büyük kitle grevlerinden biri olan demiryolu işçilerinin eylemleri başlar. Ülkenin dört bir yanındaki demiryolu işçileri, Baltimore Ohio Demiryolu’nun çıkardığı ücret kesintilerini protesto etmek için grev hattına katılır. Temmuz ayında grev, demiryolu işçilerinin etkin bir mücadele yürüttüğü Chicago’ya taşınır.

Lucy bu dönemde fikirlerini yazıya da dökmeye başlamıştır. Anarşist yayınlar olan The Socialist ve The Alarm için yazılar yazar. O, zulüm ortamının pasif eylemlerle son bulmayacağının bilincindedir ve “şiddetli doğrudan eylem veya böyle bir eylem tehdidinin işçilerin taleplerini kazanmasını sağlayacağını” söyler.

Bu düşünceler yoldaşlarının desteğini alırken devlet yetkilileri ve polislerin ‘kara listesi’ne girmesine neden olur.

Lucy aynı zamanda toplumsal cinsiyet normlarına karşı da başkaldırır. Geleneksel kadınlık rollerini reddeder, kadının yerini mutfaktan işyerlerine, sokaklara taşırır. Hal böyle olunca polis tarafından “bin isyancıdan daha tehlikeli” olarak nitelendirilir.

“Topraksıza toprak, işçiye araç, üreticiye ürün” sloganını benimseyen Lucy, düşüncelerini şöyle anlatır:

“Bütün bunların serbest kullanım hakkı olmaksızın, mutluluğun peşinden koşmak, özgürlüğün ve hayatın tadını çıkarmak boş birer inançtır. O nedenle bunların elde edilmesi için her türlü aracın kullanılması, şiddet içeren bir devrime yol açsa bile haklılık taşımaktadır.”

Haymarket

1 Mayıs 1886‘da ABD’nin birçok sanayi kentinde 8 saatlik iş günü ve kötü çalışma koşulları ile ilgili düzenlenen grev ve mitingler düzenlenir. Lucy de bu mücadelenin içerisindeki isimlerden biridir.

Derken günlerce süren mücadele 3 Mayıs’ta dört işçinin öldürülmesi ve birçoğunun da yaralanmasıyla farklı bir boyuta sıçrar.

İşçiler, polis saldırısı neticesinde yaşamını yitiren arkadaşlarının da öfkesiyle 4 Mayıs’ta Haymarket Meydanı’nda bir araya gelir. Yarım milyon işçinin bir araya geldiği bu mitingde, polislerin ortasında nereden ve kim tarafından atıldığı belli olmayan bir bomba patlar. Burada yedi polis ölür, onlarcası yaralanır. Ve hemen akabinde polisler işçilere yaylım ateşi açar.

Olayın ardından çok sayıda işçi gözaltına alınıp, tutuklanır ve yedisi idama mahkum edilir.

İdama mahkum edilenlerden biri de Albert’tir. Ortada yeterli kanıt yoktur ancak devlet fermanı verir. Lucy, bu kararın iptali ve meselenin özünü anlatmak için kent kent gezer, konuşmalar yapar. Gittiği her yerde toplantı salonlarının girişinde polisler tarafından karşılanır.

Ancak bu çabalar bir sonuç vermez ve 11 Kasım 1897’de Albert ve diğer üç sanık idam edilir.

Lucy acısını öfkeye dönüştürerek mücadelesine devam eder. 1891’de, Lizzy Holmes ile birlikte ‘Devrimci Anarşist Komünist Aylık Dergi: Özgürlük’ isimli yayının kuruluşunda yer alır. Dünya Endüstri İşçileri’nin de kurucu üyelerinden olan Lucy, siyasi tutuklular ve ifade özgürlüğü alanında çalışmalar yürütür. Bu süreçte üzerindeki polis baskısı aralıksız devam eder.

Lucy verdiği özgürlük mücadelesini ve bunun nasıl vazgeçilmez olduğunu şu sözlerle anlatır:

“Anarşizmin felsefesi, ‘özgürlük’ sözcüğünün içindedir. Öte yandan bu felsefe, ilerlemeyi sağlayacak her şeyi içine alabilecek kadar kapsamlıdır…Anarşizm, insanın ilerlemesine, düşünceye ya da araştırmaya engel oluşturmaz. Hiçbir şey, gelecek keşiflerin yanlışlığını ispatlamaktan aciz olacağını doğrular ve kesinlikler olarak görülemez. İşte bu nedenle değişmeyen ve başarısız olmayacak tek bir slogan vardır: ‘Özgürlük’. Doğruları keşfetmek için özgürlük, gelişmek ve doğallıkla ve dolu dolu yaşayabilmek için özgürlük.”

1888-1889 Ekonomik Forumlar yeni liberal reformist düzenlemeleri yeterli bulmayan Lucy, bunların sınıf ayrımını ortadan kaldırmadığını vurgular.

1905 yılında Liberator gazetesini düzenlemeye başlar . Bu yolla kadının boşanma, yeniden evlenme ve doğum kontrolüne erişim hakkını destekleyerek diğer kadınların sorunları üzerinde durur. Bu konuda yazılar yazar.

İşsizliğin derinleşmesiyle birlikte Lucy, 1908-1909 yıllarındaki ekonomik krizlerde açlık ve işsizlik konularına yoğunlaşır. 1915’te Chicago’da yapılan ‘Açlık Gösterileri’ni örgütler. Bu eylemi diğer geniş katılımı eylemler takip eder.

Yıl 1925’i gösterdiğinde Lucy, Komünist Parti ile birlikte çalışmaya başlar. Partiyle birlikte yerli halkın maruz bırakıldığı ırkçı muameleyi teşhir eder.

Görme yetisi zamanla zayıflayan Lucy, yine de hayatının sonuna dek kavgasından vazgeçmez.

7 Mart 1942’de çıkan bir yangında 89 yaşındayken yaşamını yitirir.

Külleri Haymarket anıtında

Lucy’nin sosyalizm ve anarşi ile ilgili 1500 kitaptan oluşan kütüphanesi, kişisel makaleleri gizemli bir şekilde ortadan kayboldu. Ne FBI ne de polis, kütüphaneyi kurtarmaya gelen Irving Abrams’a, FBI’ın zaten tüm kitaplarına el koyduğunu söylemedi.

Lucy’nin külleri, aralarında Albert’ın küllerinin de olduğu ‘Haymarket Kayıpları’ anıtına gömüldü.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Cumartesi Anneleri, 722. haftada Ayşenur Şimşek için adalet istedi

Ocak 27, 2019 de ANASAYFA . tarafından


İçişleri Bakanlığı ve Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından 700’nci haftadan beri Galatasaray meydanında oturma eylemleri yasaklanan Cumartesi Anneleri İstanbul İHD Şubesi önünde bir araya geldi. 722’nci haftada Cumartesi Anneleri, 24 Ocak 1995’te kaybedilen Ayşenur Şimşek için adalet talep etti. 722’nci haftada konuşan kayıp yakını İkbal Eren, “Hukuk güvenliğini sağlamakla yükümlü organlar bu yükümlülüklerini yerine getirmediği için Türkiye’de bir hukuk güvenliği krizi yaşanıyor” dedi.

“Bu yüzden biz 722 haftadır hukuk devleti talebiyle meydanlarda, sokaklardayız. Bu yüzden 23 haftadır kayıplar sorununu kamuoyuna taşıyabilmek için Galatasaray’da gerçekleştirdiğimiz ve Anayasa’nın güvencesinde olan buluşmalarımız polis zoru ile engelleniyor” diyen Eren, şunları söyledi: “Bizim herkes için hukuk güvenliği talebimizin kriminalize edilmesi Türkiye’nin bir hukuk devletine dönüşme ihtimalini engelleme girişimidir. Bizim hukuk ve adalet talebimizin görünmez, duyulmaz kılınmak istenmesi Türkiye’nin demokratikleşmesini engelleme girişimidir. Biz yalnız kayıplarımız için değil, demokratik bir Türkiye için de adalet talebimizde ısrar edeceğiz.”

Ayşenur Şimşek nasıl kaybedildi?

Eren, Ayşenur Şimşek’in nasıl kaybedildiğini şöyle anlatı: “Ankara’da yaşayan 27 yaşındaki eczacı Ayşenur Şimşek sağlık emekçilerinin sendikal çalışmalarının içinde yer aldı. Sağlık-Sen Ankara Şubesi Kurucu Başkanı oldu. Çalışmalarını sürdürürken ailesini defalarca telefonla arayan kişiler, ‘Bu işleri bırakmazsa sonu kötü olur’ diyerek tehditlerde bulundu. Hakkında yakalama kararı çıkartılan Ayşenur’un babası iki defa karakola çağrılarak, ‘kızın gelip teslim olsun yoksa onun için hiç iyi olmayacak’ diye tehdit edildi. Ailesi son olarak 24 Ocak 1995 tarihinde Ayşenur’la görüştü ve o tarihten sonra kendisinden bir daha haber alınamadı.

Kızlarının akıbetinin araştırılması için emniyete, savcılığa ve İçişleri Bakanlığı’na başvuran aileye ‘gözaltına alınmamıştır’ denildi. Tüm yasal girişimleri sonuçsuz kalan aile, 21 Mart 1995 tarihinde düzenledikleri basın açıklaması ile Ayşenur’un bulunması için kampanya başlattıklarını duyurdu. Kampanya devam ederken 11 Nisan 1995 tarihli Milliyet Gazetesi’nde Kırıkkale’de bulunan bir kadın cenazesi haberi yayımlandı. Haber üzerine Şimşek ailesi Kırıkkale Savcılığı’na başvurdu. Gözaltına alındığı inkâr edilen Ayşenur’u tüm resmi kurumlarda arayan ailesi, 12 Nisan 1995 tarihinde kızlarının bedenine Kırıkkale Kimsesizler Mezarlığı’na ulaştı.

Otopsi raporuna göre 28 Ocak 1995 tarihinde öldürülen Ayşenur Şimşek’in bedeninde işkence izleri vardı. Kafasından ve göğsünden ateşli silahla yakın mesafeden vurularak öldürülmüş ve 29 Ocak 1995 tarihinde Kırıkkale yolu kenarında bulunmuştu. Daha önce gözaltına alındığı için emniyette parmak izi bulunmasına rağmen Ayşenur’un cansız bedeni üç hafta boyunca morgda bekletildikten sonra ‘kimliği meçhul kişi’ olarak Kırıkkale Kimsesizler Mezarlığı’na defnedilmişti. 24 yıldır iç hukuk organlarınca maddi gerçeği açığa çıkartacak, Ayşenur Şimşek’i katledenler, bedenini kaybetmek isteyenlerin tespit edilerek cezalandırılmalarını mümkün kılacak etkinlikte bir soruşturma yürütülmedi.”

‘Savcıları göreve çağırıyoruz’

Şimşek cinayetine karışanların yargılanması için savcılara göreve davet eden Eren şöyle devam etti: “Ayşenur Şimşek’in katledilip bedeninin kaybedilmesinde sorumlu olanların belirlenmesini ve cezalandırılmalarını sağlayacak nitelikte bir soruşturma başlatılması için savcıları göreve çağırıyoruz. Ayşenur Şimşek için adalet istiyoruz. Hakikat ve adalet talebimiz gerçekleşinceye kadar kayıplarımızı aramaktan ve kayıplarımızla buluşma mekanımız olan Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz.”

CUMARTESİ ANNELERİİHD

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Faşizme direnen, toplama kampından kaçmayı başaran:Ondina Peteani

Ocak 27, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Ondina Peteani, İtalya’nın Trieste ketinde 26 Nisan 1925 tarihinden dünyaya gelir.

Faşizmin tüm karanlığıyla ülkesini sardığı bir dönemde büyüyen Ondina, mücadeleyle 1942 yılında Monfalcone’de tersane işçisi olarak çalışırken tanışır.

Antifaşist saflarda yerini alan Ondina, bölgede faaliyet gösteren Sloven Kurtuluş Cephesi partizanlarıyla birlikte 1943 senesinde Garibaldi Birliği’ni kurar. Burada ‘Nathalia’ kod adını alan Ondina, birlik için kurye olarak çalışır. Partizanlara yiyecek ve haber ulaştırır.

Ondina ilk tutukluluğunu 2 Temmuz 1943’te yaşar. Ve 8 Eylül’de müttefiklerle ateşkes yapılana dek hapishanede kalır.

İtalya’nın Nazi Almanyası tarafından işgali sırasında faşizme karşı savaşımını sürdüren Ondina, önemli görevler üstlenir.

8 Haziran 1943 sabahı, Ondina ve arkadaşlarının evleri Naziler tarafından sarılır. Ondina buradan kaçar ve tutuklanmaktan kurtulur. Bu süreçte iki kez tutuklanır ancak ikisinde de kaçmayı başarır. Ta ki 11 Şubat 1944’e kadar.

Yeniden tutuklanan Ondina, Auschwitz toplama kampına gönderilir. Ardındanda Ravensbrück’e nakledilir.

Ravensbrück’ten özgürlüğe kaçış

Ravensbrück’ten sonra Berlin yakınlarındaki Eberswalde’deki bir fabrikaya çalışması için gönderilir. Lakin Ondina mücadelesini burada da sürdürür. Çalışmayı yavaşlatarak üretimi sabote eder.

1945 yılının Nisan ayının ortalarında Ravensbrück’e geri gönderilen Ondina buradan kaçmayı başarır ve Doğu Avrupa üzerinden İtalya’ya döner.

Ondina dönüşün kendisinde yarattığı heyecanı şöyle anlatır:

“Eve dönmek heyecan vericiydi, duyarlılığımı ve kaybedilen insanlığımı geri kazanmak için zamanım vardı, ilk geri dönenlerden biriydim. Temmuz ayının ilk günü, 1300’ü geçen üç ay. Bir kilometreyi, Avrupa’da dizlerini, köprüyü, yolu ve sağlam demiryollarını içermeyen bir yerde.”

Ancak faşist koşullardan kurtulan Ondina, orada yaşadıklarını yaşam boyu ruhu ve fiziğinde taşıyacaktır. Bunu da şöyle dile getirecektir: “Bir rüyanın ne olduğunu bilmiyorum ama 1944’ten beri kabusun ne olduğunu çok iyi biliyorum.”

Fakat içinde baş ettiği zorluklar onun çalışmalarını ve azmini durdurmaz. İtalya’da ebe olarak çalışan Ondina, İtalyan Komünist Partisi’ne de çalışır. Sosyalist gençlerin toplanacağı bir mekan yaratır. Ve yine gençler için yurt içi ve dışında yaz kampları örgütler.

Ondina, Reggio Emilia demokratik hareketinin üyeleriyle birlikte kurulan eski direnişçilerin oluşturduğu İtalyan Ulusal Partizan Derneği’nin de aktif bir üyesi olur. Bir sendikada bölgesel sekreterliğini üstlenir.

Arkadaşı Gian Luigi Brusadin ile birlikte sanatçılar ve yayıncıların uğrak noktası haline gelen Editori Riuniti bir ajans kurar. Burası komünist yayıncılar çevresinde etkin olur.

Bir dönem anoreksiya hastalığı da geçiren Ondina’nın sağlık sorunları yaşı ilerledikçe artar. Amfizem hastalığı ile mücadele eden Ondina, 1991’den itibaren evinden çıkamaz hale gelir.

Ondina nam-ı diğer Nathalie, 3 Ocak 2003’te Trieste’de yaşamını yitirir.

77 yaşında aramızdan ayrılan Ondina’dan geriye son anına kadar yaşattığı mücadele azmi ve kararlığı kaldı.

gazetepatika8.com

Share