. tarafından

45 kadın kurumundan ortak açıklama: “İsmail Kahraman istifa!”

Nisan 2, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Meclis’te kadın oyuncuların sahneye çıkarılmaması, 45 kadın kurumu tarafından yapılan açıklamayla kınandı.

Açıklamada olay şöyle anlatıldı; “Kadın oyuncuların beyanına göre bu değişiklik, İsmail Kahraman tarafından ‘Kızlarımız arkada duracak değil mi, aferin’ denilerek ve eliyle de salonun arka tarafı işaret edilerek kutlandı. Erkek oyuncular ‘Sizin olmadığınız yerde bizim ne işimiz var’ diyerek kadın oyunculara destek vermeye çalıştılarsa da, Devlet Tiyatroları yöneticilerinin devreye girmesi sonucunda, oyun son haliyle sahnelendi. Erkek oyuncular sahnede oyunu sergilerken, kadın oyuncular protokol ve katılımcıların doğrudan görüş mesafesi dışında arkada merdivenlerde tutuldu.”

Kadınların sahneye çıkarılmamasının ardından Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ve TBMM Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı tarafından yapılan açıklamaların tatmin edici olmadığı belirtilen açıklamada, yapılan bu açıklamaların, kadın oyuncuların sahneden kopartılıp, “TBMM tören salonunun iki tarafında ve katılımcıların arasında durmak” ve sadece “şiir okuma”ya eşlik etmek zorunda bırakıldığının doğrulandığı ifade edildi.

Ayrımcılık suçundan yargılanmalılar

Açıklamada, “Kadın oyunculara yönelik bu uygulama Anayasaya aykırı olmanın ötesinde, ayrımcılıktır, aşağılamadır, insan onurunu ayaklar altına almaktır. Biz kadınlar, kadınlara dönük bu dehşet verici muameleyi kınıyor, ‘bu oyunda rol alan tüm sorumluların’ ortaya çıkarılmasını, Türk Ceza Kanunu açısından suç oluşturan bu ayrımcılık nedeniyle yargılanmalarını; derhal istifa ederek siyaset ve bürokrasi sahnesinde bir daha da yer almamalarını istiyoruz.” İfadeleri yer aldı.

Açıklamada imzası bulunan kadın kurumları şöyle: 

AKDAM, Avrupa Kadın Lobisi -Türkiye Koordinasyonu, Ankara Kadın Ressamlar Derneği, Antalya Kadın Dayanışma Merkezi, Ayvalık Bağımsız Kadın İnisiyatifi, Bodrum Kadın Dayanışma Derneği, Erzincan Katre Kadın Oluşumu, erktolia, EŞİTİZ – Eşitlik İzleme Kadın Grubu, EVKAD – Adana, Fethiye Kadın Dayanışma Derneği, Kadınının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği, Kadın Haklarını Koruma Derneği Genel Merkezi, Kadınlarla Dayanışma Vakfı, Kadıköy Kadın Meclisi, Kadın Partisi, Kadın Savunması, Kartal Kadın Dayanışması, KAOS GL, Kırmızı Biber Derneği, Halkevci Kadınları, İlerici Kadınlar Meclisi, İmece Evişçileri Sendikası, İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği, İzmir Amargi, İzmir Bağımsız Kadın İnisiyatifi, İzmir Kadın Dayanışma Derneği, İzmir Kadın Kuruluşları Birliği, Mor Çetele, Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği, Nar Kadın Dayanışması, Özgür Genç Kadın, Tevgere Jinên Azad, TÜKD Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Genel Merkezi ve 24 şubesi, Türk Kadınlar Birliği, TKDF Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu, Trabzon Femin&Art Sanat Derneği Genel Merkezi, Karadeniz Kadın Dayanışma Derneği, Trabzon Cazılarını, SODA Sosyal Dayanışma Ağı, Sosyal Haklar Derneği’nden Kadınlar, Uçan Süpürge Vakfı, Yeni Demokrat Kadın, Yeniyoldan Kadınlar, Yeşil Feministler.

www.gazetepatika7.com

Share
. tarafından

Kadınlardan sahne yasağına karşı itiraz:Vardık, varız, var olacağız

Nisan 2, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu tarafından başlatılan ‘Meclis Sohbetleri’nde gerçekleştirilen müzikli gösteride rol alan kadınların sahneye çıkması, Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın talebiyle engellenmişti.

Oyuncular Sendikası bu uygulamayı protesto etmek için kadın oyunculara çağrıda bulundu.

Kenter Tiyatrosu’nda “Kadınlar Sahneye” çağrısıyla bir araya gelen kadınlara erkek oyuncular da destek verdi.

Meclis’teki uygulamanın ‘cinsiyet eşitsizliğinin en cüretkar örneği’ olduğunu kaydeden Saran şunları söyledi:

“Bugün bir arada olmamız hepimiz için çok kıymetli. Geçtiğimiz hafta Meclis’te yaşanan kadın oyuncu yasağını hiçbirimiz kabul etmiyoruz. Hepimiz yaşanan trajik durumun ayrıntılarına hâkimiz, o yüzden bu konuda daha fazla konuşmaya gerek olmadığını düşünüyoruz. Türkiye halkının iradesini temsil etmesi gereken Meclis’imizde kadına sahne yasağı uygulanmasını toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en cüretkâr örneği olarak görüyoruz. Kadınlar olarak hayatın her alanında vardık, varız, var olacağız. Hiçbir erkek aklı, siyasi bakışı ne olursa olsun bu varlığı yok edemeyecek. Sahnelerdeki cesaretimizi Afife Jale’den Meclis’teki varlığımız yüz yıllık kadın mücadelesinden geliyor ve bunu tekrar hatırlatmak için şu an sahnedeyiz. Varlığımız tüm hafızalara kazınıncaya dek mücadelemize devam edeceğiz. Her zaman sözümüzü söyleyeceğiz, her zaman sahnede olacağız. Bugün yüzlerce yazarın dilinden yüz replik okuyacağız.”

Konuşmanın ardından tiyatro oyuncuları, sivil toplum örgütü temsilcileri, sendikacılar ve aktivistlerden oluşan 100 kadın, “Yüz kadın yüz replik” adlı eylemi sahneledi.

Eylem “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” repliğinin hep bir ağızdan söylenmesiyle son buldu.

www.gazetepatika7.com

Share
. tarafından

TAJÊ: Efrîn’de Êzidîler Müslümanlaştırılıyor, kadınlar satılıyor

Nisan 6, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Êzidxan Kadın Özgürlük Hareketi (Tevgera Azadiya Jinên Êzidxanê -TAJÊ), yaptığı yazılı açıklamada Türk devleti ve çetelerinin Êzidîleri zorla camilere götürüp Müslümanlaştırmaya çalıştğını belirtti.

Şengal’de olduğu gibi Êzidî kadınların kaçırılıp satıldığını belirten TAJÊ, Êzidî toplumuna yönelik saldırıların sadece fiziki değil olmadığını, kültürel olarak da yok edilmek istendiğini kaydetti.

Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “21. yüzyılda kendi varlığını savunan, kültürünün koruyan bütün Ortadoğu halkları egemen iktidar tarafından hedef olmuştur. Mezopotamya’nın en kadim kültürü olan Kürtlerin özü olan Ezidi halkına yönelik egemen güçler tarafından sürekli soykırım politikaları yürütülmektedir. Ezidi toplumuna yapılan bu saldırılar sadece fiziki değil aynı zamanda onun kültürünü, tarihsel yerlerini yok etmek, Ezidi inancına, onun ruhuna fikrine, düşüncelerine yönelik de yapılmaktadır.”

Efrîn’de Êzidî toplumunun maruz kaldığı insanlık dışı uygulamalara dikkat çeken TAJÊ, şunları belirtti:

“Son süreçlerde egemen barbar güçler Ortadoğu’ya hakim olmak ve kanlı siyasetlerini yapmak için İslamiyet adı altında Ezidi toplumuna saldırıda bulunmuşlardır; bunun somut örneği de Şengal’de yaşanmıştır. Yürütülen bu soykırım politikaları Şengal’de olduğu gibi şimdi de Efrin’de yapılmak isteniyor. Efrin’de ilk önce Ezidi toplumunun yaşadığı yerler hedef olmuştur, Ezidi toplumunun kültürünün olduğu tarihsel yerler, onun kutsal yerleri faşistler tarafından yakılıp yıkılmıştır, talan edilmiştir, toplumun tarihsel bilincini yok etmek istemişlerdir. Ezidi toplumuna ait olan 22 köy boşaltıp oraya ait olmayan Arap, Türkmen halkını getirip Efrin coğrafyasında demografya değişikliğini yapmaktadırlar. Aynı zamanda bu faşist saldırılara rağmen toprağına yurduna bağlı Ezidi toplumunun bir kısmı köylerinden çıkmamıştır. TC devleti ve çeteleri Şengal’de olduğu gibi Ezidi kadınları kaçırıp satmışlardır, Ezidi halkını zorla camilere götürüp Ezidi toplumunun dinini değiştirmektedirler. Tarih boyunca bu tür saldırılara maruz kalan Ezidilerin kültürü, inancı, fikirleri hedef alınmaktadır. Ezidi toplumunun içinde de Ezidi kadınları bu kadar hedef almasının nedeni Ezidi kadının kültürünü, varlığını yaşatan, koruyan olmasıdır.”

Ortak mücadele çağrısında bulunan TAJÊ, şöyle dedi: “Ezidi toplumuna Şengal’de sahip çıktığımız gibi şimdide Efrin’de yaşayan Ezidi toplumunun varlığı, güvenliği için yürütülen konsepti boşa çıkartmak için birlik olalım. Faşizme egemen devlete karşı ortak mücadeleyi yükseltelim. Özgürlük için mücadele eden bütün kadınlar; Ezidi kadınlara yönelik saldırıları kırıp Ezidi kadınlara sahip çıkalım. Efrin’deki çağın direnişinde yer alıp mücadeleyi yükseltelim ve başarıyı elde edelim.”

anfnews

 

Share
. tarafından

Din, devlet ve kız çocukları

Nisan 10, 2018 de ANASAYFA . tarafından

KÖLN – Sekülerizm anlayışının özelliği, devletin kendisini, dünya görüşleri karşısında tarafsız olarak görmesidir. Devletin resmi dini olmadığı gibi, devlet ülkede var olan dinlere karşı tarafsız davranmak zorunda. Devlet, tarafsızlığıyla insanların inançlarına müdahale edemeyeceği gibi, bireylerin inançlarına da saygılı. Dini inançların özgürce gelişme ve ifade edilme koşulları, siyasi ve hukuki olarak güvence altına alınmıştır.

Ancak Federal Almanya sekülerizminde din tamamen devletten bağımsız, tamamen bireysel bir alana itilmiş değil. Tam tersine, dine bireysel ve toplumsal alanda faal olma hakkı tanınmıştır: Toplumda sosyal hizmetler alanında en büyük pay kiliselerdedir. Devletin halka gerekli sosyal hizmeti sunamadığı yerlerde, devletten bağımsız kurumlar -özellikle de dini kurumlar- etkinlik göstermektedirler. Faaliyetlerinin süreklilik arz edebilmesi için de devlet tarafından mali destek alırlar. Sadece Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde hastane, yuva, huzurevi vb. gibi kurumların neredeyse yüzde sekseni kiliselere aittir. Burada çalışanlar bizzat kiliselerin koyduğu kurallar çerçevesinde çalışmaktadırlar. Kiliseye üye olan kişilerin kiliseye ödedikleri vergi de, bizzat devlet tarafından diğer vergilerle birlikte kesilir. Üniversitelerdeki teoloji bölümlerindeki akademisyenleri yine kiliseler kendileri belirler.

Buradan yola çıkarak Almanya’daki İslam da şu anda burada devlet içerisinde bir konum edinmeye çalışıyor: Toplumsal ve siyasal eşitlik talep edildiğinden, aşırı sağcılar da dahil, her türlü siyasi partiyle uzlaşı arayışı içerisindeler -yer yer de başarılı oluyorlar. Daha düne kadar Gülen cemaatinin dil kursu veya özel okullarına ünlü Alman siyasiler destek verip, etkinliklerine katılarak, ‘dinlerarası diyalog’ projesinin ne kadar muhteşem bir fikir olduğunu savunuyorlardı.

Günümüzdeyse en aktüel olan, Ankara’nın Türk-Müslüman kurumlar üzerindeki otoritesi. Ankara buradaki Müslümanların sözcüsü rolünü DİTİB üzerinden üstlenmeye çalışıyor. Her ne kadar zaman zaman sert eleştirilere maruz kalsa da, DİTİB’in aldığı devlet yardımı kesilmediği gibi, kimi eyaletlerde devletle ortak proje yürütmeye devam ediyor. Müslümanlar Almanya’da tıpkı kiliseler gibi kendi okul, kreş ve diğer sosyal hizmet kurumlarını oluşturma çabası içerisindeler. Kız çocuklarının yüzme dersinden veya diğer spor derslerinden muaf tutulması veya kız çocuklarının başörtüsüyle okula gidebilmeleri, bu kurumların çabalarının sonucunda hayata geçirildi. O zamanlar bu kurumlara destek vererek bu kararların hayata geçirilebilmesini sağlayanlar, Almanya siyasi partilerinden değil miydi? Kız çocukları için iyi bir şey yaptıklarını mı sanıyorlardı?

Devletin sekülerizmiyle din iç içe geçince, dinler toplulukları aracılığıyla toplumsal ve siyasal bir öneme de kavuşuyorlar. Orta Doğu ülkelerine yabancı bir konu değil bu. Almanya’da birkaç yıldır başlamış olan, son zamanlarda da gündemden düşmeyen İslam tartışmalarına buradan da bakmak gerekiyor.

Hıristiyan Sosyal Birliği’nin (CSU) Genel Başkanı ve aynı zamanda Federal Hükümet’in İçişleri Bakanı Horst Seehofer’nın Almanya’nın gündemine taşıdığı “İslam Almanya’ya ait değildir” tartışması devam ederken, bu hafta buna ek olarak önümüzdeki günlerde muhtemelen çokça gündem olacak yeni bir tartışma konusu, Kuzey Ren Vestfalya eyaleti Hür Demokrat Parti’li (FDP) Entegrasyon Bakanı Joachim Stamp ve yine eyaletin Aile ve Entegrasyon Bakanlığı Devlet Sekreteri Hıristiyan Demokrat Birliği’nden (CDU) Serap Güler tarafından ortaya atıldı.

Her ikisi de eyalette 14 yaşın altındaki kız çocuklarının başörtüsü takmalarının yasaklanması gerektiğini açıkladılar.

Serap Güler, Batı Alman Radyo-Televiyzon’uyla (WDR) yaptığı bir röportajda “Genç bir kıza başörtüsü taktırmak, çocuğu cinselleştiren saf sapıklıktır, buna karşı net bir pozisyon almalıyız” dedi. Joachim Stamp, “Elbette, her kadın başörtüsü takıp takmamaya kendisi karar vermelidir. Ancak kendi kaderini tayin hakkı çocuklar için henüz geçerli değildir, bunu yapmaya teşvik edilmemelidirler. Bu nedenle başörtüsünü din seçebilecek yaşa gelene kadar kontrol etmeliyiz” diye konuştu.

Güler de, Stamp’ı destekleyerek “Başörtüsü takan genç kızlar giderek daha fazla görünür hale geldiler. Öğretmenler, ilkokullarda başörtülü ve yedi yaşındaki kız öğrencilerin sayılarının giderek arttığını gözlemliyor. Hatta az da olsa yuva çocukları arasında bile başörtülüler var. Kızlar, başörtüsü takmak isteyip istemediklerine dini rüştleri oluşunca, özgürce karar verebilmelidirler” dedi.

Bir başörtüsü yasağı kararının çıkması, hem Almanya siyaseti ve bürokrasisi içerisinde hemen mümkün değil, hem de bu yasağa hükümet partilerinin destek vermesi pek olası değil. İlerde bu tartışma nereye evrilecek göreceğiz, ancak 14 yaşına gelene kadar kız çocuklarına başörtüsü yasaklama, sorunlara derman olmayacak yüzeysel bir öneri, çünkü toplumlar veya toplum parçaları iç içe değil, birbirine paralel yaşıyorlar. Eğer gerçekten Almanya siyasilerinin derdi -kız veya erkek fark etmez- çocukların özgürlüklerine sahip çıkmaksa, eğitim politikası ve uyum politikalarını tüm muhatapları ve konunun uzmanlarıyla, pratik alanda entegrasyon kurumlarında çalışanlar ve sivil toplum örgütleriyle yeniden gözden geçirmek zorundalar!

Almanya’da dinle bağlantısı olmayan Türkiyelilere ve diğer göçmenlere ait birçok demokratik kurum mevcut ve devletin onlarla çalışma yürütmesinin önünde hiçbir engel yok. 2017 yılı boyunca DİTİB ile ilgili kamuoyuna yansıyan birçok sorunun üstünü örten, casusluk yaptığı iddia edilen imamların Almanya’dan gitmesine göz yuman bir devlet, hala bu kurumla eğitim projeleri yürütmeye devam ederken, ortaya attıkları çocukları koruma iddialarının hiçbir inandırıcılığı da yok!

www.gazeteduvar.com.tr

Share
. tarafından

Uçan Süpürge ödülleri, umudu büyüten kadınlara

Nisan 10, 2018 de ANASAYFA . tarafından

21. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali ödülleri belli oldu. Bu sene
10-17 Mayıs 2018 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleştirilecek olan festival, ‘Umut’ temasıyla seyircisiyle buluşacak. Umudu büyüten kadınlar ise ödüllerin sahipleri oldu.

Her yıl Onur Ödülü başta olmak üzere Bilge Olgaç Başarı Ödülleri ve Tema Ödülü’nü veren Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin 21.Onur Ödülü, tiyatro sanatçısı ve üç yüzden fazla filmde rol alan sinema oyuncusu Nedret Güvenç’e veriliyor.

Türkiye sinemasının kadın temsilini de anlamını da dönüştüren isimlerin başında gelen Bilge Olgaç, kadın filmleri yapmayı odağına alıyor ve Bilge Olgaç adına her yıl ödüller veriliyor. Kadın filmlerinin Türkiye sineması için önemini hatırlatan bu ödül, umudu önceleyen iki emekçi kadının oldu.

Bilge Olgaç Başarı Ödülü’nün bir sahibi, “Yolun sonunda ulaşacağınız o ışığı görmüşseniz, aydınlık günlere inancınız varsa tiyatrodan vazgeçemiyorsunuz” diyen tiyatro ve sinema oyuncusu Işık Yenersu’nun oldu.

Bu ödülün bir sahibi de filmlerinde kendi hikâyelerinden, kendi tarihinden yola çıkan, filmlerini belli kategorilerde değerlendirmeyen, toplumsal kaygıları öne çıkaran sinema yapımcısı ve yönetmen Biket İlhan . Yönetmenliğini yaptığı sinema filmleri arasında Yarım Kalan Mucize, Mavi Gözlü Dev, Ayın Karanlık Yüzü, Bir Kadın Yüzü ve Sokaktaki Adam sayılabilir.

Değer felsefesini temel alan bir yaklaşımın öne çıkmasını sağlamış olan düşünür, yazar, akademisyen, 1980 yılından itibaren Türkiye Felsefe Kurumu başkanlığını yapan Ioanna Kuçuradi, 2018’in Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali Tema Ödülü’nü alıyor.

Başta Goethe Madalyası olmak üzere pek çok ulusal/uluslararası ödülün sahibi ve ulusal/uluslararası mesleki kuruluşlara üye olan Kuçuradi’nin yaşamı ve yaklaşımı, Başkaldırıdan Felsefeye: Ioanna Kuçuradi adlı belgesel filmine konu oluyor.

www.gazetepatika7.com

Share
. tarafından

DKH: Kapitalizme ve Patriyarkaya Karşı Kadın Meclislerini Örgütlüyoruz!

Nisan 10, 2018 de ANASAYFA . tarafından

 

 

“Kapitalist hırslara ve eril tahakküme boyun eğdirilmek isteyenlerin, kadınların geleceği kuracağı bir süreci örgütlüyoruz. Meclisler, geniş kadın kitlelerinin sözlerini söylediği, birbirinden güç alarak, ezilmişliklerinden doğan meşru mücadele zeminlerini kadının kurtuluşu bilinciyle daha da yükseklere çıkaracakları  bir süreç olacak.

Kapitalist/Ataerkil iktidarların içinde bulunduğumuz çağı, savaş naralarının atıldığı, bedenlerimiz üzerinde tahakküm kurulduğu, emeklerimizin görmezden gelindiği, sömürüldüğü ve yok sayıldığı, düşüncelerimizin tutsak edildiği bir süreç olarak planlayıp kan gölüne çevirilen, talan edilen coğrafyamızda da bu barbarlığı canla başla uygulamaya giriştiklerini biliyoruz. Ama henüz, sözünü söylememiş olanlarımız var! Binlerce yılın ezilmişliğini sırtında taşıyan kadınların, tüm ataerkil ve kapitalist sömürü ve baskıları yok ederek, söz, yetki ve kararın kadınlarda olduğu günleri birlikte örgütleyelim, daha ileri çıkalım!

Demokratik Kadın Hareketi olarak, kadının kurtuluşuna giden yolu birlikte daha güçlü bir kadın mücadelesi ile örelim diyoruz! Tüm kadınları meclisleri örgütlemek için 22 Nisan’da saat 13.00’da Taksim Cezayir Salon’da yapılacak olan konferansa çağırıyoruz!

Sınıfsız, Sınırsız, Cinsiyetsiz, Eşit ve Özgür bir Dünya Kadınların Elleriyle Kurulacak!”

Share
. tarafından

Yasemin Çakal hakkındaki karar bozuldu, 15 yıl hapis cezası verildi

Nisan 10, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Kendisine ve çocuğuna sistematik şiddet uygulayıp ölümle tehdit eden Özkan Kaymaklı’yı öldürmek zorunda kaldığı için yargılanan ve 3 yıl tutuklu kalan Yasemin Çakal’ın duruşması İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nde görüldü. Duruşmaya katılan Çakal’a çok sayıda kadın örgütü ve feminist avukat destek verdi.

Savcı meşru müdafaa olarak görmedi

Duruşmada savcı mütalaasını sundu. Yasemin Çakal’ın eski eşinden gördüğü şiddeti “meşru müdafaa” olarak değerlendirilmeyeceğini savunan savcı, Çakal’ın “nitelikli öldürme” suçundan cezalandırılmasını talep etti.

Savcının mütalaasından sonra avukatlar savunma yaptı. Avukat Selmin Cansu Demir, Çakal’ın öz savunma hakkını kullanmasaydı bugün hayatta olmayacağına dikkat çekti ve “Sığınma evine başvuran çok defa koruma kararı alan Çakal’ın başka şansı kalmamıştı” dedi.

‘Erkek adalet değil gerçek adalet

Avukat Meriç Eyüpoğlu ise, görülen davanın sadece Yasemin Çakal ve onunla aynı durumda olan kadınlar için değil bütün kadınlar için önemine dikkat çekti. Eyüpoğlu, “Bizim bir sloganımız var, ‘Erkek adalet değil gerçek adalet’ diye. Erkeklerin sadece kravat taktığı için indirimler aldığı kararların karşısında, buradan gerçek bir adalet istiyoruz” dedi.

‘Böyle olsun istemedim

Avukatların savunmasının ardından söz alan Yasemin Çakal, “Böyle olmasını istemezdim. Kimseyi bilerek ve isteyerek öldürmedim. Kendimi ve çocuğumu korudum. Beraatımı isterim” dedi. Ardından kararını açıklayan mahkeme heyeti, “ağır tahrik” indirimi uygulayarak, Yasemin Çakal’a 15 yıl hapis cezası verdi.

Gazete Karınca

Share
. tarafından

Tacizci doktoru teşhir eden kadınlara gözaltı

Nisan 10, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Türkiye’ye okumak için gelen ve okul masrafları için girdiği muayenehanede asistan olarak çalışan M., çalıştığı diş kliğinin sahibi tarafından tacize uğradı.

Tacizi teşhir etmek isteyen kadınlar, muayenehane önünde dün akşam saatlerinde bir basın açıklaması yaptılar. Tacizci doktorun şikayeti üzerine polisler, eylemci kadınları gözaltına alındı.

Gözaltına alınanların ikisinin Anarşist Kadınlar’dan ve ikisinin de Alınteri okuru olduğu bildirildi.

www.gazetepatika7.com

Share
. tarafından

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi Solingen’de Panel Gerçekleştirdi

Nisan 10, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi başlatmış olduğu “Emperyalist Saldırganlığa, Irkçılığa ve Yaşamın Tektipleştirilmesine Karşı Örgütlü Gücümüzle Direneceğiz” kampanyası kapsamında Almanya’nın Solingen şehrinde akademisyen Sibel Özbudun’un katılımıyla bir panel gerçekleştirdi.

Mücadelede yitirilenler için saygı duruşuyla başlayan panelde ilk  konuşmayı Avrupa Demokratik Kadın Hareketi temsilcisi yaptı. Tektipleştirme üzerine sunumunu gerçekleştiren ADKH temsilcisi, tektipleştirmenin bir ulusu, bir inancı, cinsi ya da herhangi bir varlığı kendisine benzetme ve giderek kendisi gibi olmaya götürme olduğunu açıklayarak günümüzde izlenen tektipleştirme politikalarının esas olarak ırk, din, cins ve doğa üzerinden yürütüldüğünü belirtti. Tektipleştirmede ırkçılığa değinen konuşmacı ırkçılığın Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesinde tayin edici bir yer tuttuğunu söyledi. Türk ulus devleti yaratmak için tüm milletleri Türk kabul etmek, türklükten doğduğu algısını yaratmak olduğunu söyledi. Güneş Dil Teorisi ile yalan ve ırkçı bir tarih yazılımına girildiğini ve bununla o coğrafyada tüm dillerin, kültürlerin yasaklandığını veya ortadan kaldırıldığına değinen ADKH temsilcisi,  sonrasında laiklik ve din üzerinden devam ederek, Türk Ulus devlet sisteminin kabulü ile dinin işlevi de değiştirilmiştir.  Yalan ile herkesin Türk olduğu ve Güneş Dil teorisi tarihi gibi resmi dinde İslam’ın Sünni Hanefi mezhebi olması kabul edilmiştir ve bu doğrultuda da 1924 yılında Diyanet denilen dini kurum kurulmuştur diyerek konuşmasına devam etti. ADKH temsilcisi burada Aleviler başta olmak üzere Müslüman olmayan inançlara yönelik ağır baskıya dair de bilgiler vererek, bu da Müslüman olmayan toplulukların tektipleştirilmesidir dedi. Egemen olana benzeterek ortadan kaldırma projesidir. Bir devlet politikası olarak yürütülen bu asimilasyon tüm inançları tektipleştirme, denetim ve egemenlik altında tutmayı hedeflemiştir ve böylelikle de türkleştirme hem de islamlaştırma politikası da tek tip insan yaratmanın yakıcı örneklerinden biridir diyerek konuşmasının son bölümüne geçti. ADKH temsilcisi konuşmasının son bölümünde tektipleştirme de cins ilişkileri örneğine değindi. Yaptığı konuşmada kadın cinsine karşı dayatılan erkek egemen kültür, onun yaratmış olduğu yaşam biçimi, onun namus anlayışı ve bunun üzerinden giderek kadınların sürekli verilen fetvalarla bir şekilde bir tipe dönüştürülmesi noktasındaki açıklamayı yaparak burada aynı zamanda birçok kesim tarafından unutulan, görmezden gelinen cinsel yönelimleri de açıkladı. LGBTI bireylerin toplum tarafından dışlandığını ötekileştirildiğini , sürekli ahlak sınırlarını aşmamalarının istendiğini  ve bu şekilde bir tecrit uygulandığını söyleyerek açıklamasına devam etti. Zulmün zulmü altında seyreden yaşam tarzları adım adım kabullenmeye doğru evrilse de tek tip insanın aşılmasında herhalde en son kesimin LGBTI bireyler olacağını vurguladı. Son olarak   tektipleştirmenin Hapishaneler boyutuna da değinen konuşmacı tektipleştirmenin aslında öncesinde Fetöcülere yönelik tek tip elbise olduğu ortaya atıldı ama aslında bunun üzerinden gidilerek, özünde kendisine alternatif olan tüm grupların, tüm devrimci tutsakların da ortadan kaldırılarak bertaraf edilmesi projesi olduğunu bizlere gösterdiğini söyled. Özellikle şu anda hapishanelerde tektipleştirme kapsamı doğrultusunda  yapılan işkencelerle, baskılarla sürgünlerle  tektipleştirme  veya biat eden bir toplum yaratmanın artarak devam ettiğine dikkat çekti.

Panelin  2. sunumunu ise Türkiye’den gelen akademisyen Sibel Özbudun aldı. Sibel Özbudun yaptığı konuşmasında “Evet bir bedel ödüyoruz yalnızca Ortadoğu’da bir bedel ödemiyoruz  yalnızlaşan, kayıtsızlaşan,  ölüme alışan, öldürülmeye alışan  vicdanlarımızla bizde bir bedel ödüyoruz” dedi.

Sibel Özbudun konuşmasının devamında Avrupa ve Kuzey Amerika’nın ırkçılık adına bir cehenneme dönüştüğünü ve buralarda faşizmin adım adım yükseldiğine yeniden tanık olduğumuzu ve  tıpkı 1930’lar dünyasını yaşadığımızı belirterek Fransızların yüzde 30’unun az ya da çok kendisini ırkçı olarak nitelendirdiği söyledi.  Ülkelere dair istatistiki bilgiler veren Özbudun,  “Bu durum ırkçı şiddetin artmasına neden oluyor, batıda hal bu iken Doğu Avrupa’da da ırkçılık artmakta ve bu daha da çok mültecilere yönelik nefret suçlarını arttırmakta  bunun da ırkçı faşist siyasi partilerin bu arenada yükselmesine sebebiyet vermekte. 2000 yılların başında merkez sağ ve sol çökerken faşist partiler yükseliyor. Arkadaşlar sizlere bir iyi birde kötü haberim var. İyi haber  Türkiye’de Faşizm tırmanışta değil, kötü haber ise Türkiye’de faşizm iktidarda.  Türkiye’de tüm politikaların toplumsal siyasal ve ekonomik tüm çerçevesi OHAL ve KHK’ lar ile denetleniyor  ve buna dair hiçbir yasal denetime tabi kılınmıyor ve böylelikle de yüz binlerce insan işten atılıyor, pasaportlarına el konuluyor,  yani açlığa mahkum ediliyor.  Bu insanlar haklarını aramak için hiçbir yasal kurumu muhattap alamıyor” diyen Sibel Özbudun konuşmasının devamında iktidarın kendi milis ve polis gücünü oluşturduğunu ve bunları da çıkarttığı kanun hükmünde kararnamelerle yasalaştırdığını, bunun yansıması olarak da her bireyin bu yasayı kullanarak kendisine göre her türlü eyleme girişebileceğini söyledi ve buna örnek olarak Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde bir araştırma görevlisinin 4 kişiyi öldürdüğünü hatırlattı.  Sibel Özbudun tüm bu gerçekleşenlere karşı ise etkili bir sesin çıkarılmadığına değinerek,  insanların Kürtçe konuştukları için, otobüse şortla bindikleri için  ya da sadece Alevi veya solcu oldukları için, sorgusuz sualsiz göz altına alındıklarını, cezalara maruz kaldıklarını   ama bu duruma rağmen bir bütün medyanın da sessiz kaldığı, sadece kafa sallayarak buna çanak tuttuğu bir ülkede Faşizm yükselmekte değildir, Faşizm iktidardadır dedi.  Bu gelişmeler karşısında durumun gerçekten vahim olduğunu söyleyerek bu durumun arka planını da açıklayan Sibel Özbudun, Neoliberalizmin tarih sahnesine girişini açıklayarak bunun üzerinden kapitalizmin bir krizler sürecine girdiğini söyledi.  `Bir bütün ülkelerde yaşanan krizlere karşı insanlığın debelendiğini söyleyerek, Sosyalist alternatiflerin güdük olduğu dönemlerde Faşizm güç kazanır.  Neoliberalizm bir yoksullaştırma ve dengesizleştirme  politikasıdır.  Günümüz dünyasındaki bütün dengeler çöktü. Doğu blokunun dağılmasıyla ABD hegomanyası gerileyerek bir belirsizlik ortamı oluştu ve bu ortamda da küçük taşeron firmaları ben de buradan bir pay kapayım derdine girdi, Türkiye’de bunlardan biri. 770 bin kilometrenin kendisine yetmediğini söyleyerek Osmanlı’yı yeniden hayata geçirme, eski toprakları geri kazanma ve Orta Doğu’da yeni bir güç yaratma politikasına giriştiler.  Afrin’de bunun akabinde gerçekleşende tamda  bu anlayıştır. Terörü bitirme, kimsenin toprağında gözümüz yok denilmesine rağmen AKP iktidarı oraya girer girmez bayrağı dikti ve valisini atadı.” Elbette bu gidişata birilerinin dur diyeceğini  söyleyen Sibel Özbudun “Umarım bu  dur diyenler biz oluruz  yoksa   bu müdahalenin başkaları  tarafından yapılması takdirde bunun altında bizlerde ezileceğiz.”  Erdoğan’ın bu  İslami faşizminin sadece Emekçi veya Kürtlerin taleplerini bastırma hareketi olarak okumanın eksik olduğunu, Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti’ni Ortadoğu’da olasılıkla  İran’la da   kapışmaya girerek bir savaş sürecine getirmek istediğini söyleyen Özbudun, dolayısıyla da  devrimcilerin bir varolma sorunu yaşadığını ve kendi çocukları için  bir mücadele vermek zorundadır dedi. Tüm devrimcilerin Neoliberalizme, kapitalizme, savaş psikozuna, yabancı düşmanlığına ve tek tipleştirmeye dur demesi için bir mücadeleye girmesi gerekiyor, bir ses çıkartması gerekiyor diyerek sözlerini  tamamladı.

Panelin son konuşmacısı olarak Almanya Alevi Kadınları  Başkanı yaptığı konuşmasında Yol TV’nin kapatılmasına dair bilgi vererek  yol TV’nin kapatılmasında gösterilen 4 gerekçenin içerisindeki gerekçelerden birininde  Ortadoğu’da Türkiye’yi İşgalci  bir güç olarak gördüklerini söylemesinin  bu kapatılma da bir gerekçe olduğunu hatırlattı. “Alevi toplumu olarak yaşama soldan bakanlar olarak yaşadığımız bu toplumun tüm renklerine ve kültürlerine aynı bakıyoruz. Ancak  bu renklere karşı yükselen ırkçı bir yapının içinde var olmaya çalışıyoruz.  Sürekli ayrımcılığa uğruyor, ötekileştirilmeye, asimilasyona maruz kalıyoruz. bu nedenlerden dolayı  mücadeleyi bulunduğumuz ülkelerde mücadeleyi daha da yükseltmeliyiz” dedi.

Sorulan sorular ve yorumlarla panel sonlandırıldı.

Share
. tarafından

Koca bir dünya, küçük bir ülke de kaybetti

Nisan 16, 2018 de ANASAYFA . tarafından

KÖLN – Suriye’de yaşanan savaşın tarihsel gelişimi Batı’nın bakış açısıyla görüldüğünde, iflasların, beceriksizliğin ve politikasızlığın öyküsü gözler önüne serilir. İttifak halinde görülen devletlerin herhangi ortak bir planı olmayınca her şey ters gitmiş oldu. Batı’nın, Nobel Barış Ödülü sahibi eski ABD Başkanı Obama’nın gönülsüzce ve gerçekte bir planı olmaksızın girdiği savaşta, pek bir gücü kalmadığı görülüyor.

Theresa May, Emmanuel Macron ve Donald Trump’ın, Barack Obama’nın girdiği çıkmaz sokakta ne yapacakları sorusu güncelliğini koruyor. Gerçek şu ki, Moskova, Tahran ve Şam’ın ittifakı, Esad’ı bölgede giderek daha çok alanı kontrol altına almayı sağladı.

Almanya basını ABD, Fransa ve İngiltere’nin Esad’ın kimyasal silah programına karşı hava saldırılarını, Batı’nın ve özellikle de ABD’nin Suriye meselesi hakkındaki fiili güçsüzlüğünü yansıttığı görüşünde birleşiyor.

Ancak bir anda Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Suriye ile ilgili beklenmeyen çıkışı, Almanya’nın dış politikası açısından, Angela Merkel ve yeni Dışişleri Bakanı Heiko Maas (SPD) için çözülmesi gereken bir problem oldu. Fransa Cumhurbaşkanı’nın Suriye’de attığı askeri adımın durumu daha da güçleştirdiği ortada.

Merkel, her zaman olduğu gibi Fransa’nın aldığı kararla ilgili bir açıklama yapmadan önce günlerce bekledi ve geçtiğimiz Perşembe günü, Almanya’nın bir askeri harekata katılmayacağını duyurdu. Bu tavrı hem Trump’a bir işaretti hem de en önemli Avrupalı partneri olan Macron’a: Berlin, Batı müttefiklerinin karşısında durmayacak ama desteklemeyecek de.

Almanya’da, Fransa’nın Suriye ile ilgili aldığı askeri müdahale kararı, Macron’un ülke içerisindeki sorunlarına işaret edilerek konuşuluyor. Fransız Cumhurbaşkanı’nın sert ve üzerinde az düşünülmüş reformları, ülkede büyük protestoları ve grevleri beraberinde getirdi. Bu nedenle de Macron baskı altında ve oynadığı savaş kartıyla ilginin başka yöne çekileceğini umuyor. Berlin, Fransa’nın Suriye’ye müdahale kararında da Macron’un etraflıca düşünmediği kanaatinde. Perşembe günü Macron Berlin’e geliyor -acilen ihtiyaç duyulan kısa bir ziyaret, çünkü Almanya ve Fransa ilişkileri AB eksenli dış politikada, özellikle de işin içine askeri adımlar girince oldukça zorlanıyor.

Almanya, ABD Başkanı’nın belirsiz Suriye politikasının ve askeri güç kartını oynayan Fransa’nın tavırlarının yanında soğukkanlı durmayı en doğru seçenek olarak görüyor.

Genel olarak Almanya’nın hiçbir zaman Suriye için uygulanabilir bir stratejisi olmadı. Bunun yan ısıra Almanya, Suriye’den gelen göçmenleri de kontrol altında tutamıyor. Nihayetinde Almanya 1. devlet kanalı ARD’nin “Panorama” programıyla “STRG-F”in ortak araştırmaları, birçok Suriyelinin, ailelerini Almanya’ya getiremedikleri için Yunanistan üzerinden Türkiye’ye kaçtığını ortaya çıkardı. İşin ilginç olan tarafı, Almanya’nın konuyla ilgili kurumlarının konudan haberdar olmayışları: Almanya Federal Göç ve Mülteciler Dairesi (BAMF), geçtiğimiz yıl ortadan kaybolan yaklaşık 4 bin Suriyeli’den Türkiye’ye gidenler olabileceği görüşünde.

Almanya İçişleri Bakanlığı’nın bile durumla ilgili bilgisi yok. Almanya İçişleri Bakanı Horst Seehofer, Panorama programındaki röportajında, “Suriyeli mültecilerin Türkiye’ye yasal biçimde gitmesine izin verilmesinin önü açılmalı” önerisini reddediyor. Almanya’yı terk etmek isteyenin, sadece bildirerek Almanya’dan çıkıp gidebileceğini ve Almanya’nın özgür bir ülke olduğunu vurguluyor. Oysa bu insanlar seyahat özgürlüğü talep ettikleri için yine ölüm riskini göze alarak yola çıkmıyorlar. Almanya’nın insanlara ailelerini de getirmeye izin vereceğinin sözünü verdiği halde bunu yerine getirmediği ve insanlara burada ortak, saygıdeğer bir yaşam perspektifi sunmadığı için geri kaçıyorlar. Türkiye ile yapılan ve zaten tartışmalı olan mülteci anlaşması da böylece daha da absürt bir hal alıyor.

Kısacası Suriye Savaşı’nda Batı, sadece stratejik olarak kaybetmedi, mülteci hakları, insan hakları konusunda da tamamen başarısız oldu. Tüm bu tepinmeden geriye, ilerleyen zamanda sıkça sinemaya, kitaplara konu olacak trajik insan hikayeleri kalacak.

Artık Batı’nın Rusya’yı belli ekonomik zayıflıkları olsa da bölgede güçlü bir oyun kurucu olduğunu, İran olmaksızın bir çözüme varmanın imkansız olduğunu ve Esad’ın düşürülemeyeceği gerçeğini kabul ederek bir çözüm üretmeleri gerektiğini görmesi gerekiyor. Sıkışmışlıklarını hala askeri müdahalelere kurtarmaya çalışmaları, dünya politikasında daha da tehlikeli aktörlerin devreye girmesinin önünü açıyor.

www.gazeteduvar.com.tr

Share
. tarafından

163 kadın örgütünden kimyasal hadım tasarısına tepki

Nisan 16, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan ve kimyasal hadım yöntemini içeren tasarı yarın TBMM’de görüşülecek.

Tasarıya karşı çıkan 163 kadın örgütü “Erkek şiddetini görünmez kılan yasa tasarısına itiraz ediyoruz” başlığıyla ortak bildiri yayımlandı.

Yasa tasarısının çocukların haklarını merkeze koymak yerine çocuk istismarını arttırdığı belirtilen metinde,  “İlgili tarafların görüşü alınmadan özensizce hazırlanmıştır.  Çocuklara yönelik cinsel istismar durumunda faile yönelik cezaları artırmayı esas alan tasarı, bu vakaların toplumsal ve psikolojik nedenleri araştırılmadan yargılamalardan kaynaklanan sorunları ayrıntılı olarak tespit edilmeden hazırlanmış olduğundan mevcut sorunları çözmeyeceği gibi, yeni sorunları da beraberinde getirecektir. Bu nedenle, kadın ve LGBTİ+ örgütleri olarak, bu yasa tasarısına itiraz ediyoruz. Devletin görevi çocukların cinsel istismara maruz kaldığı şartları ortadan kaldırmak ve koruyucu, önleyici hizmetleri kurumsallaştırmaktır. Çocuğa yönelik cinsel istismar erkek egemen sistemin ortaya çıkardığı ve meşrulaştırdığı bir şiddet türüdür. Çocuğa yönelik cinsel şiddet, çocuğun üzerinde kurulan iktidar ve gücün kötüye kullanımı ve tahakkümün bir sonucudur. Bu nedenle, çocuğa yönelik cinsel şiddet konusu sadece faillerin cezalandırılması ile çözülemez. Anayasa’nın 41/2 maddesi ve Türkiye’nin imzaladığı uluslararası çocuk hakları sözleşmeleri uyarınca, devletin öncelikli görevi, çocukların cinsel istismara maruz kaldığı şartları ortadan kaldırmak, koruyucu ve önleyici hizmetleri kurumsallaştırmaktır. Çocuk istismarına suç ve ceza eksenini aşan daha geniş perspektiften, disiplinler arası bir yaklaşımla ve hak temelli bir çocuk koruma anlayışıyla çözüm bulunması gerekmektedir. Çocuk haklarına dayalı bütüncül bir çocuk politikası hayata geçirilmeli, konuya ilişkin bilimsel verileri, yaşanan deneyimleri, nedenleri dikkate alan, ilgili tarafların ve sivil toplum kuruluşlarının demokratik katılımıyla çocuk haklarını merkeze alan bir düzenleme yapılmalıdır” denildi.

Sessizlik cinsel şiddeti arttırır

Cezaların artırılmasının çözüm olmadığı belirtilen metinde, tam tersine cezasızlık riski yarattığının altı çizilerek şunlar ifade edildi: “Öncelikle hak temelli, önleme ve koruma odaklı bir çocuk koruma sistemi kurulmalıdır” denilen metinde şu ifadelere yer verildi: “Devlet çocuğu, çocuk suç faili olsa da korumakla yükümlüdür. Aşırı derecede ağırlaştırılmış cezalar, failin çocuk ve ergen olduğu durumlarda büyük adaletsizliklere ve yeni toplumsal sorunlara yol açacaktır. Cinsel istismar bir şiddet türüdür, hastalık değil, suçtur. Kişinin onayı olmaksızın cinsel isteğin ilaçla baskılanması gibi tıbbi uygulamalarla suçu cezalandırmaya çalışmak insan haklarına aykırıdır. Tasarı, basit cinsel saldırı ile cinsel taciz dışındaki cinsel suçlarda cinsel isteğin ilaçla baskılanmasına yönelik tıbbı müdahale öngörmektedir. Suçluyu kişinin onayı olmaksızın tıbbi uygulamalarla cezalandırmaya çalışmak insan haklarına aykırıdır. Sorunun ataerkil, cinsiyetçi sistemden kaynaklanan toplumsal boyutlarının göz ardı edilerek bireye indirgenmesi yaklaşımının bir ürünüdür. Kısas, linç gibi çağdışı cezalandırma yöntemlerinin önünü açacak tehlikeli bir adımdır.  Yayın yasağını içeren madde ‘çocuğun üstün yararını gözetme’ iddiasına karşın, toplumun suç ve suçla ilgili doğru bilgilenme ve denetleme hakkını ihlal edici niteliktedir. Tasarı çocukların cinsel istismarına ilişkin suçların soruşturulması ve kovuşturulması aşamasında yapılan yayınların yasaklanmasına ilişkin düzenlemeler öngörmektedir. Tasarıda yapılacak kısıtlamaların içeriği ve niteliği belirsiz olduğundan, habere konu olayın tamamen karartılması riskini de beraberinde getirmektedir. Sessizlik cinsel şiddeti arttırır. Toplumun haber alma ve doğru bilgilenme hakkını ihlal eden bu düzenleme, toplumun konuya ilişkin duyarlılığına da sekte vurma, sansür ve oto sansür uygulamalarını genişletme riski taşımaktadır.”

‘Tasarı ivedilikle geri çekilmeli’

Metinde ayrıca yapılması gerekenlere ilişkin de şu talepler sıralandı:

“*Bugüne kadar yapılan yasal düzenlemeler ve verilen yargı kararları, ceza artırımının çözüm olmadığını göstermiştir. Aşırı ağır cezalar yargıçları da zor durumda bırakmakta, birçok davada mahkûmiyet yerine beraat kararı verilmesine neden olmaktadır. Bu doğrultuda çocukla ilgili suç-ceza yaklaşımını dengeli kılmanın yanı sıra önleme ve koruma felsefesini merkezine alan hak temelli ve bütüncül bir çocuk koruma politikası hayata geçirilmelidir.

*Çocuğa karşı cinsel istismar suçlarının soruşturulması ve kovuşturulması sırasında delil kalitesini artırıcı, yargılamanın iyileştirilmesini sağlayıcı bir düzenleme yapılmalıdır. Örneğin çocuk cinsel istismarında zamanaşımı sorununa çözüm bulunmalı, çocuğun beyanının hukuki değeri güçlendirilmelidir. Cezaların yeniden belirlenmesi ve kurumsal mekanizmaların oluşturulması konusunda uluslararası sözleşmeler ve iyi uygulama örnekleri oluşturan ülkelerin deneyimleri göz önüne alınmalıdır.  Cinsel istismar suçuna maruz bırakılan çocukları korumak için içinde bulundukları duruma uygun sosyo-psikolojik yardım ve destek mekanizmaları oluşturulmalıdır.

*Tekrarlanan mağduriyetlerin önlenmesi için tasarıda öngörülen düzenlemeler yetersizdir, ilgili tarafların ve sivil toplum kuruluşlarının görüşleri alınarak yeniden düzenlenmelidir.

*Değişiklikte Çocuk İzleme Merkezleri’nin yapılarının değiştirilmesi ve suçların niteliği bakımından bir ayrım yapılmadan bu merkezlerde tüm cinsel şiddete maruz bırakılan bireylere hizmet verilmesi öngörülmüştür. Bunun yerine devlet İstanbul Sözleşmesi’nde de yer alan Tecavüz Kriz Merkezleri, Cinsel Şiddet Başvuru Merkezleri modelini geliştirmeli ve hayata geçirmelidir.

*Cinsel dokunulmazlığa karşı suçların toplumsal ve hukuki meşruiyet zeminini oluşturan çocuk yaşta ve zorla evlendirmeleri önleyecek ve tüm sorumlular hakkında caydırıcı cezalar getirecek yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

*Failin çocuk olduğu hallere ilişkin ayrı bir düzenleme yapılmalıdır. Failin çocuk olması halinde, eylem; fiil, cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir şekilde gerçekleştirilmemişse, failin cezalandırılması yerine onarıcı adalet ilkeleri uygulanmalıdır. Cinsel istismar faili çocuklara özel ıslah mekanizmaları oluşturulmalıdır. Cinsel dokunulmazlığa karşı suçun failinin çocuk olması durumunda, cinsel istismara maruz bırakılan ile fail arasında yaş farkını göz önünde bulunduran bir yaklaşım benimsenmelidir. İki çocuğun “akran” kabul edilebilmesi için aralarındaki yaş farkı üçten fazla olmamalıdır.

*Akran cinselliği suçtan ayırt edilerek tanınmalıdır. Örneğin 15 yaşında bir çocuk 14 yaşında bir çocukla zorlama olmadan öpüştüğünde ve bu eylem istismar olarak tanımlandığında 8 ila 10 yıl hapis cezası öngörülmektedir. Mevcut yasadaki bu eksiklik giderilmelidir.

*Devlet koruyucu ve önleyici önlemler almakla yükümlüdür. Bu doğrultuda kadınların ve çocukların şiddete maruz kaldıklarında başvuracakları merkezler yaygınlaştırılmalıdır. İstismarı fark eden kişilerin ve meslek uzmanlarının bildirimde bulunmasının önündeki engeller tespit edilmeli ve bunların kaldırılmasına yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Çocuğun istismara maruz kaldığını fark edip bildirimde bulunmak ve çocuğu desteklemek isteyen ebeveyni, öğretmeni vs. destekleyecek mekanizmalar oluşturulmalıdır. Cinsel istismara karşı koruyucu-önleyici kapsamlı cinsel sağlık ve toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi başta tüm çocuklar olmak üzere herkes için erişilebilir hale gelmelidir.

*Kadın ve LGBTİ+ örgütleri olarak çocuklara yönelik cinsel şiddet suçlarını düzenlemeyi hedefleyen bu tasarının ivedilikle geri çekilmesini talep ediyoruz. Türkiye’nin taraf olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi, Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi ve İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere uluslararası sözleşmelere uygun düzenlemeler yapılmalıdır. Başta çocuk, kadın ve LGBTİ+ örgütleri olmak üzere ilgili tarafların katılımıyla çocuk haklarını merkeze alan, koruyucu ve önleyici tedbirleri içeren, çocuğun bütünlüklü olarak güçlendirileceği bir Çocuk Politikası oluşturulmalı, bilimsel verilere ve yaşanan tecrübelere dayalı hak temelli bir yasal düzenleme yapılmalıdır.”

İmzacı kurumlar

Konuya ilişkin neler yapılacağına dair acil toplanma kararı alan kadınlar,  yarın gün boyu sosyal medya eylemleri ile tasarıya tepki göstermeye hazırlanıyor.

Bildiride imzası bulunan kadın örgütleri ise şöyle:

17+ Alevi Kadınlar, Adıyaman Anadolu İş Kadınları Derneği, AKDAM – Adana Kadın Dayanışma Merkezi, Anafatma Kadın Danışma Derneği, Antalya Kadın Danışma Merkezi ve Dayanışma Derneği, Antalya Kadın Platformu, Atakent Mahallesi Kadın Meclisi, Avrupa Kadın Lobisi – Türkiye Koordinasyonu, Aydın Kadın Efeler Derneği, Ayvalık Bağımsız Kadın İnisiyatifi, Bağlar Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele, İletişim, Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi,Bakırköy Kadın Dayanışması, Başkent Kadın Platformu Derneği, Bayan Yanı, Beden Olumlama Hareketi, BEKEV – Buca Evka-1 Kadın Dayanışma Evi Derneği,  Bodrum Kadın Dayanışma Derneği, BORKAD – Bornova Kadın Dayanışma Derneği Girişimi, Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği, Çağdaş Kadın ve Gençlik Vakfı, ÇEKEV – İzmir Çiğili Evka 2 Kadın Kültür Evi Derneği, Çekim Yapan Kadınlar, Çukurova Adana Bahai Kadın Toplumu, ÇYDD Çukurova Şubesi, Defne Kadın Emeği Derneği, Demir Leblebi Fanzin, Demir Leblebi Kadın Derneği, Demokratik Kadın Hareketi, Deniz Yıldızı Kadın Dayanışma Derneği, DİKAD – Diyarbakır İş Kadınları Derneği, Dikili Kadın Platformu, DİSK Basın-İş’li Kadınlar, Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Danışma ve Uygulama Merkezi, Ekmek ve Gül, EKDAV – Ege Kadın Dayanışma Vakfı, ELDER -Çanakkale Kadın El Emeğini Değerlendirme Derneği ve Kadın Danışma Merkezi,Engelli Kadın Derneği, Erciş Kadınları Koruma ve Danışma Derneği, Erktolia, Erzincan Katre Kadın Oluşumu, Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği, Eşitlik Koalisyonu, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Eşit Yaşam Derneği, EŞİTİZ – Eşitlik İzleme Kadın Grubu, EVKAD – Adana, Ev Eksenli Çalışan Kadınlar Çalışma Grubu, Ev  Eksenli Çalışan Emek Sensin Kadın Derneği,

FeminAmfi, FeminArt, Feminist Çukurova, Feminist Kadın Çevresi, Fethiye Kadın Danışma Dayanışma Derneği, Filmmor Kadın Kooperatifi, Foça Barış Kadınları, GEN-DER Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Kolektifi, GİRKADE- Girişimci Kadın Derneği, Göztepe Dayanışması L’animo Kadın Grubu, Gülsuyu Gülensu Kadın Dayanışma Evi, Hacettepe Üniversitesi Kadın Çalışmaları, Halkevci Kadınlar, HDK Kadın Meclisleri, Hêvî Lgbti Derneği, İHD İstanbul Şubesi Kadın Komisyonu, İlerici Kadınlar Meclisi, İmece Ev İşçileri Sendikası, İKAM – İstanbul Kadın Araştırma Merkezi, İRİS Eşitlik Gözlemevi, İskenderun Kadın Platformu, İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği, İstanbul Lgbti+, İŞKAD – Adana İş Kadınları Derneği, İzmir Amargi, İzmir Ev Kadınları Turistik El Sanatları Derneği, İzmir Kadın Dayanışma Derneği, İzmir Kadın Kuruluşları Birliği, İzmir Kadın Platformu, Jineoloji Dergisi, KADAV – Kadınlarla Dayanışma Vakfı, Ka.Der Ankara,Kadın Adayları Destekleme Derneği, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu, Kadın Dayanışma Vakfı,Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı, Kadın Meclisleri, Kadın Özgürlük Meclisi, Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar, Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği, Kadın Yazarlar Derneği,KAHDEM – Kadınlara Hukuki Destek Merkezi, Kadın Erkek Birlikte Sosyal Eşitlik Derneği, Kadın ve Aile Eğitim Kültür Yardımlaşma Derneği, Kadın Emeği Kolektifi, Kadın Savunma Ağı, KAMER Vakfı, Kampüs Cadıları, Kaos GL, Kapatılan VAKAD’ın Emekçileri, Karadeniz İlleri Kadın Platformu Derneği, Karadeniz Kadın Dayanışma Derneği, KASAİD – Kadının Sosyal Hayatını Araştırma ve İnceleme Derneği, Kayseri Kadın Dayanışma Derneği, KAZETE.DER – Kadın Erkek Eşitliği Derneği, KAZETE, KEİG – Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi Platformu,KESK Kadın Meclisi, KESK Van Kadın Komisyonu, Kocaeli Ekmek ve Gül Kadın Dayanışma Derneği, Kocaeli Kadın Emeği Kolektifi, Körfez Bağımsız Kadın Dayanışma Grubu, Kırkyama Kadın Dayanışması, Kırmızı Biber Derneği, Kızkardeşim Kadın ve Dayanışma Derneği, Lambdaistanbul LGBTİ Dayanışma Derneği, Mavi Göl Kadın Derneği, Mersin Bağımsız Kadın Derneği ve Danışma Merkezi, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Mor Çetele, Mor Dayanışma, MorEl LGBTİ Eskişehir, Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği, Muğla Emek Benim Kadın Derneği, Nar Kadın Dayanışması, Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği,Samandağ Kadın Dayanışma Derneği, Samandağ Kadın Emeği Derneği, Saray Kadın Derneği, Şahmeran Kadın Platformu, Se-kad – Seyhan Kadın Çocuk Dayanışma  Eğitim ve Kültür Derneği, Sil Baştan Kadına Yönelik Şiddet Ve Çocuk İstismarıyla Mücadele Derneği (Balıkesir), SODA – Sosyal Dayanışma Ağı, Sosyal Haklar Derneği’nden Kadınlar, Sosyalist Kadın Meclisleri, Söke Kadın Sığınma Evi Yaptırma ve Yaşatma Derneği, SPoD – Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği, S.S. Ankara Zeytindalı Kadın Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi, Tarlabaşı Toplumunu Destekleme Derneği’nden Kadınlar, TMMOB İstanbul İKK Kadın Komisyonu, TODAP – Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği Kadın Komisyonu, TJA – Tevgere Jinen Azad, Trabzon Eşitlik İnisiyatifi, Trabzon Ev Eksenli Çalışan Emek Sensin Kadın Derneği, Tuzluçayır Kadın Dayanışma Derneği, Türk Anneler Derneği Trabzon Şubesi, Türk Kadınlar Birliği ve 80 Şubesi, Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği, Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın ve LGBTİ Komisyonu, Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu, Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği, Üniversiteli Kadın Kolektifi, WINPEACE – Kadın Barış Girişimi Türkiye – Yunanistan, Van Sarayı İlçesi Kadın Çocuk ve Aile İlişkilerini Geliştirme, Modernleştirme, Koruma ve Güçlendirme Derneği, Viyan Kadın Korosu, YAKAKOP – Yaşam Kadın Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi, Yaşamevi Kadın Dayanışma Derneği, Yaşam Kadın Merkezi Derneği, Yeni Demokrat Kadın, Yeni Yol’dan Kadınlar, Yeşilpınar Kadınları Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Yeşil Feministler, Yetişme Çağındaki Çocukları Koruma Derneği, Yoğurtçu Kadın Forumu.”

www.gazetepatika7.com.tr

Share
. tarafından

Emperyalist sömürü ve savaşlara karşı, sosyalizm yolunda; 1 Mayıs’ta Alanlara!

Nisan 16, 2018 de ANASAYFA . tarafından

1 Mayıs’ı yaratan kahraman işçi sınıfı kanlarıyla öğrettiler; KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA, YA HEP BERABER YA DA HİÇ BİRİMİZ! Bu gerçeği kuşanan Dünya’nın ezilen halkları ve ulusları, kapitalist barbarlığa karşı sosyalizmin zaferini er ve ya geç ilan edip, hak ettikleri geleceği yaratacaklardır.

ADHK (15-04-2018) Dünya işçi sınıfının, tüm emekçilerin ve ezilenlerin; mücadele, birlik ve dayanışma günü şanlı 1Mayıs kutlu olsun.

Dünün vahşi sömürü ve zulüm koşullarına karşı enternasyonal proletaryanın vermiş olduğu mücadele ve elde ettiği kazanımlar biz isçi sınıfına ve ezilenlere gururla bıraktığı tarihi miraslardır. Bırakılan bu miras ve haklılığın verdiği güçle alanlara çıkanlara selam olsun.

Bugün dünya ve insanlık daha büyük savaşlar, katliamlar ve sömürüyle karşı karşıya. Kürdistan üzerindeki paylaşım savaşları Efrin’in işgal edilmesiyle sınırlı olmadığı gibi emperyalistlerin kendi aralarındaki dalaşın arenası sadece Ortadoğu değil aksine, Amerika’dan Asya’ya tüm halklara dayatılan açlık, yoksulluk ve etnik savaşlar ile biz isçi sınıfını, emekçileri ve ezilenleri bölüp parçalayarak sömürü ve talan sistemlerini sürdürmektedirler. Bunun için bugün daha güçlü ve inançla 1Mayıs ruhunu alanlara taşımak ve bizden çaldıkları her şeyi geri alacağımızı haykırarak ve her gelen günü mücadeleyle karşılamaktan başka bir yolumuzun olmadığını, bütün bu gelişmelerle tarih bize bir kez daha göstermektedir.

İnsanca yaşamak ve emeğimizin özgürlüğü için ücretlerimizin ana ve taşeron firmalar arasında adeta paslaşarak ucuzlaştırılıp bizleri köleleştiren artı-değer sistemini değil, insani ve doğayı koruyan değerler sistemi için;

Din, dil, irk ve milliyet farklılıkları adı altında çizdikleri sınırların içine bizleri hapsederek mezhepçilikle, ırkçılıkla, milliyetçilikle dil ve kültürler üzerindeki baskılarıyla her gün körükledikleri düşmanlığı değil her türden sınırları aşan isçilerin ve emekçilerin kardeşliğini, birliğini ve başta Kürt ulusuna uygulanan ulusal zulme karşı dünyanın her yerinde, eşitlik ve adalet için;

Emperyalistlerin çıkar savaşları; halkların birbirini katletmesini, yerinden yurdundan ederek göçe zorlanmalarını ve göç yollarında hayatlarını kaybetmeleriyle son bulmamaktadır. Zorla yerlerinden koparılıp mülteci yaşama  zorlanıldığı Avrupa ülkelerinin en zor şartlarına terkedilmeleri, ırkçılık ve milliyetçilik ile kuşatılarak bir kez daha insanca yaşam haklarının ve onurlarının işgal edilmesi ile yüzleşmektedirler. Bunun için ırkçılık, milliyetçilik gibi insanlık ayıbı, örgüt ve parti ve politikaların biz isçi ve emekçiler arasındaki kardeşlik ve dayanışmayı parçalamasına izin vermeyecek enternasyonal proletaryanın dayanışma ruhuyla savaşlara karşı mücadele etmek için;

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini temel alan ve bunu her alanda derinleştiren ayrımcılığın ve eşitsizliğin doğallaştırılmasına, kadının emeği, iradesi ve bedeni üzerindeki sömürü, baskı ve denetimi besleyen ücret eşitsizliğini, yasaları, dinleri, töreleri ve gelenekleri reddediyor her türden insan ticaretini; vergilendirerek yada “kaçakçılık” ile meşrulaştıran insanlık suçlusu bu sistemi yıkmak için;

Doğal felaketlerin artması ve yaşamsal kaynakların zehirlenmesi emperyalizmin doymak bilmez kar hırsıyla tükenişe doğru hızla yol almakta. İçine sürüklendiğimiz savaşlara nükleer silahlar eşlik ederken doğanın ve tüm canlıların sonunu hazırlayan kimyasal üretime, nükleer silahlanmaya, militarizme ve hâksız savaşlara karşı barışın ve doğanın korunması için;

Milyonların asgari ücret ve emeklilik maaşlarıyla bile açlık ve yoksulluğa mahkûm edildiği günümüzde, işsizliğin katlanarak artmasını görmeyip tekellerin karlarındaki yükseliş grafiğini başarı olarak gören asalaklığı alaşağı etmek için;

Çocukların ve gençlerin düşünsel olarak tek tipleştirilip, not adı altında yeteneklerinin körleştirilip hırs ve rekabete sürüklenerek emperyalizmin ihtiyaçları için eğiten sisteme karşı doğanın ve toplumların çıkarlarını esas alan yeteneklerini geliştirebilecekleri eşit ve özgür eğitim için;

Sağlığın, eğitimin, ulaşımın, barınmanın ve yaşam ihtiyaçlarımızın demokrasi adı altında seçimlerde malzeme yapılmasını değil, parasız olarak, toplumsal garanti altına alınması için;

Emperyalizme karşı tek ses, tek yürek, tek yumruk olup hep birlikte enternasyonal proletaryanın mücadele ruhuyla haykıralım;

1 Mayıs’ı yaratan kahraman işçi sınıfı kanlarıyla öğrettiler; KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA, YA HEP BERABER YA DA HİÇ BİRİMİZ! Bu gerçeği kuşanan Dünya’nın ezilen halkları ve ulusları, kapitalist barbarlığa karşı sosyalizmin zaferini er ve ya geç ilan edip, hak ettikleri geleceği yaratacaklardır.

Bu devrimci inanç ve coşkumuzla tüm Dünya dilleriyle haykırıyoruz;

Selam olsun emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı savaşanlara!

Selam olsun 1 Mayısta sömürüye ve zulme karşı haykıranlara!

Selam olsun devrimin Şanlı yolunda yürüyenlere!

Yaşasın Enternasyonal Proletaryanın Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs!

ADHK (Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu)

ADKH (Avrupa Demokratik Kadın Hareketi)

SYM (Sosyalist Gençlik Hareketi)

1 Mayıs 2018

Share
. tarafından

Osmanen Germania: Bir suç örgütünden çok daha fazlası

Nisan 25, 2018 de ANASAYFA . tarafından

KÖLN – Stuttgart-Stammheim’da yoğun güvenlik önlemleri altında, 26 Mart 2018’de aralarında Mehmet Bağcı (47), Selcuk Şahin (38), Levent Uzundal (35) ve Toni Wörz’ün bulunduğu, Osmania Germania adlı çetenin 8 sanığının davasına, savcı Michael Wahl ve ekibinin 2 yıl boyunca hazırlandığı, kötülüğün emir komuta zincirinde, zayıf olanın gereğinde öldürüldüğü, kör bir itaatle, para, iktidar ve yanlış bir milli gururun peşinde koşulduğunu gösteren, içinde neredeyse işlenebilecek tüm suçları barındıran iddianamenin bir buçuk saat boyunca okunmasıyla başlanmıştı.

İddianamede özellikle 2 olay öne çıkıyor: 2016 Kasımında Bahoz grubundan birinin, çete üyeleri tarafından hastanelik edilmesi; olay yerinden geçenlerin polisi araması sayesinde saldırıya uğrayan kişi, hunharca katledilmekten kıl payı kurtulmuş. Yerde yatan karşı grup üyesini sopa ve baltalarla yaralamaya devam eden 20 kişinin “Saldırın! Bir daha ayağa kalkamasın!” dendiği söyleniyor. Bu cinayete teşebbüs olayının ardından, Hessen eyaleti savcılığı Osmanen Germania çetesi hakkında soruşturma başlatarak, Bağcı ve Şahin’i bu şiddet olaylarıyla bağdaştırmış..

Kendi karşıtlarına yaptıklarının yanı sıra, iddianamenin ikinci boyutunu, çeteden ayrılmak isteyenlere yapılanlar oluşturuyor: Para cezasının yanında, fiziksel işkence, psikolojik şiddet ve ölüm tehdidi, ayrılanların katlanmaları gerekenlerden bazıları. İddianamedeki bu çerçevedeki bir olay, bu faşist yapının ne kadar insanlık dışı olduğunu gözler önüne seriyor: Bir Kürt’e uygulanacak şiddete katılmayacağını dile getiren bir üyelerine, 3 gün boyunca çeşitli işkenceler edilmiş. Para, değerli eşyalar ve araba gibi şeyleri vermesine rağmen, dişleri kırılmış, çeşitli işkencelere uğramış, bacağına silahla ateş edilmiş. Kurbanın kaçmayı başarmasının ardından Bağcı, polisin dinleme raporlarından anlaşıldığı üzere, olayları çarptırmak için tanıkları satın almaya çalışmış.

Garip olan, olaydan iki gün sonra eyaletin Anayasayı Koruma Dairesi, bu sokak çetesini gözlem altında tutulması için gerekli yasal taban bulunmadığını açıklaması: “Eldeki verilere göre bu sokak çetesi, Almanya özgür demokratik düzenini tehdit edecek bir örgüt değil; ancak bu gruptan çeşitli kişilerin Almanya düzenini bozma girişimleri olup olmadığı mütemadiyen denetlenmekte.”

Tanıklardan Cem S., boks kulübü ararken, bu saldırgan örgütün eline nasıl düştüklerini anlatıyor: Daha ilk günden çeteden ayrılmak isteyen birisinin, bıçakla yaralandığına, dövüldüğüne şahit olunca, kendisi ve arkadaşları derhal ayrılmaları gerektiğini anlamışlar. Ancak korktuklarından, katılma ritüelinin bir parçası olarak, kendi kendileri bıçakla yaralamak zorunda kalmışlar. Sonra katılmama kararlarını bildirince, tekrar şiddete maruz kalmışlar. Toplantının yapıldığı yere, çeteden şüphelenen polisin yerleştirdiği kameranın kayıtlarından, tanığa ve diğer iki genç arkadaşına nasıl işkence edildiği, mahkemede gösterildi. Hatta onlardan PKK bayrağına idrar yapmak ya da kusmanın yanı sıra, bir de 500 Euro dernekten ayrılma harcı şart koşulmuş. Emri veren yerel sorumlu Mustafa Kılınç’ınsa Türkiye’ye kaçtığı düşünülüyor.

Bugün davanın 4. gününde, çeteden ayrılmak istediğini söyleyen ve şiddete maruz kalan diğer iki kurban dinlenecek. Dinlenecek tanıklardan biri, 30 çete üyesinin saldırısına uğrayan iki Kürt’ten biri.

ÇETE SİYASET İLİŞKİSİNİN ALMANYA AYAĞI

Bu davanın en önemli tarafı, sıradan bir ceza davası olmaması. Almanya’daki bu milliyetçi çetenin ortaya çıkışı, ciddi bir siyasi boyuta sahip: Hessen ve Baden-Württemberg’deki müfettişler, uzun zamandır AKP’li yetkililerin bu çeteyi Alman topraklarında kendilerinin sopası olarak kullandıklarından şüphe ediyorlardı. Savcıya göre, davanın hazırlandığı sırada bunun bir kanıtı yoktu. Tüm dinleme protokollerinin değerlendirilmesi gerekiyordu ama savcılık elindeki iddianameyle daha fazla beklemek istemiyordu. Konuyu araştıran yetkililer, Osmanen Germania çetesi ile AKP’nin Avrupa’daki lobi örgütü olan Avrupa-Türk Demokratları Birliği (UETD) arasındaki bağlantıları tespit etmişlerdi. Bu tespitlerde, kamuoyuyla paylaşılan bilgileri önceki yazımda okuyabilirsiniz.

Stuttgart ceza davası, çete, UETD ve AKP arasındaki ilişkiye herhangi bir açıklık getirmeyecek. Ancak, mülteci krizinin en parlak günlerinde Stuttgart’ta çete mensuplarının mülteci kamplarında özel güvenlik olarak çalışıp, iyi paralar kazandıkları ortaya çıktı. Çetenin kasasına taşeron firmanın alt taşeronu olarak 12 bin 500 Euro girmiş. Bir suç çetesinin, ödenen vergilerden kasasına para aktarmış olması, Alman yetkililerin açıklığa kavuşturması gereken bir sorun. Türkiye hükümetiyle ilişkisi olduğu iddia edildiği halde, küçük ölçekte de olsa bu çetenin devlet kurumunun içine sızmış olması, politik açıdan tahrip edici nitelikte. Baden-Württemberg Eyalet Parlamentosu Hür Demokrat Parti (FDP) Meclis Grubu Başkanı Hans-Ulrich Rülke, Almanya Federal Parlementosu’nun çetenin AKP ve UETD arasındaki ilişkiyi araştırması için bir komisyon kurmasını talep etti. Rülke, Baden-Württemberg İçişleri Bakanı Hıristiyan Demokralar Birliği’nden (CDU) Thomas Strobl’u, Osmanen Germania çetesini yalnızca organize suç örgütü olarak ele almakla suçluyor. Rülke, “Strobl açıkça, Şansölye Angela Merkel’in mülteci anlaşmasına yardım etmek için Erdoğan’ı koruyor” iddiasını dile getiriyor.

www.artigercek.com

Share
. tarafından

103 yıl sonra Türkiye: Erdoğan’dan anma, soykırım pankartlarına gözaltı

Nisan 25, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Gazeteciler Pakrat Estukyan, Anjel Dikme ve Yetvart Danzikyan ile soykırımın 103. yılında Türkiye’nin Ermeni politikasını konuştuk.


ARTI GERÇEK- Bugün 24 Nisan Ermeni Soykırımı’nın 103. yıldönümü. Katliam başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin farklı bölgelerinde çeşitli etkinliklerle anılıyor. Bunlardan biri Sultanahmet’te 103 yıl önce sürgün edilen Ermeni aydınlarının tutulduğu ve bugün ‘Türk İslam Eserleri Müzesi’ olarak faaliyet gösteren cezaevi önündeki anmaydı. Bu anmada 3 kişi pankartlarda ‘soykırım’ yazdığı gerekçesiyle gözaltına alındı. Peki 103 yıl sonra büyük trajediye neden olan Türkiye’de soykırıma karşı tutum ne? Erdoğan’ın anma mesajlarının topluma ve sokağa yansımaları nasıl? Soykırıma ikircikli tutumun 24 Haziran’a yansımaları nasıl olacak? Bu soruları Agos gazetesi yazarı Pakrat Estukyan, Nor Radyo programcısı yazar Anjel Dikme ve Agos Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Yetvart Danzikyan’a sorduk.

PAKRAT ESTUKYAN: 1915 UNUTULACAK BİR KONU DEĞİL

Pakrat Estukyan, Türkiye’de yaklaşık 10 yıldır sokaklarda anma yapabilmelerinin olumlu bir gelişme olduğunu söylüyor. Konunun toplum nezdinde yavaş da olsa karşılık bulmaya başladığını belirten Estukyan, “Yıldönümü nedeniyle anmalar var. Oralarda bulunacağız. Cumhurbaşkanı Erdoğan 24 Nisan 1915 için bir metin yayınladı. Birkaç yıldır yayınlıyor. Ancak bu metinlerde hiçbir zaman “soykırım” kelimesi geçmiyor. O tehcir diyor. Yani devletin inkâr politikası asla değişmiyor. Ancak artık toplum nezdinde yavaş da olsa bu konu görünür oldu. Tabanda bir karşılık buluyor. 1915 öyle unutulacak, üzeri örtülecek bir konu da değil” diye konuşuyor.

Estukyan, yaklaşan seçimlerde Ermenilerin nasıl tutum alacaklarına ilişkin olarak da şunları söylüyor: Bu seçim boyutları ve sonuçları itibariyle derin anlamlar içeriyor. İlk defa panik bir biçimde seçim kararı alındı. Ekonomi kötüye gidiyor. Ekonomik ittifak yapabileceği kimse kalmadı. ABD ve AB ile NATO partneri olmasından dolayı stratejik bir ortaklığı vardı. Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olumsuz sözleriyle karşı karşıya kalıyorlar. Ülkeler peş peşe “Erdoğan buraya gelmesin” diye sert açıklamalar yapıyor. Gidişat kaygı verici, istikbal de sıkıntılı. Durum böyle olunca Ermenilerin tutumu da Türkiye’de yaşayan halklardan farklı değil. Sonuçta Ermeniler de bu toplumun bir parçası. Hükümete destek verenler de var, bu kutuplaşmadan rahatsız olan, daha demokratik bir ülkede yaşamak isteyen ve muhalif kesime destek verenler de var.

ANJEL DİKME: ACILARIMIZI SEN YAŞAMA DİYE ANLATIYORUM

Anjel Dikme ‘soykırıma maruz kalmayan bir halkın kendi acılarını anlamasının mümkün olmadığını söylüyor. Soykırım hakkında üretilen cümlelerin kendisini yanlız hissettirdiğini dile getiren Dikme, “Acılarımızı anlayan kimse yok. Doğum yapmamış birine doğumu, o sancıyı anlatabilir misin, anlatamazsın. Birinci derece yakınını kaybetmeden kimse ölümün acısını anlayamıyor. Soykırıma maruz kalmayan bir halkın bizim acımızı anlaması mümkün değil. Belki biz de anlaşılmayı beklememeliyiz artık. Bu acıda biz çok yalnızız. Bizim gibi acılar yaşayan halklar belki bizi anlayabilecek” diye konuşuyor.

Dikme, Pakrat Estukyan’ın “En azından artık soykırımı kamuda konuşabiliyoruz. Son on yıldır sokaklarda anma yapabiliyoruz. Bu bile çok önemli” sözlerini şöyle değerlendiriyor: Tabii ki öyle doğru söylemiş, bunları küçümsemiyorum. Ama bugün bir video gördüm, ‘seçimlerde oy kullanmayacağız, biz hilafet istiyoruz’ diyen bir sürü insan toplanmış. Toplum hala aynı yerde, zihniyet aynı. Eline kılıcı alan kesmeye hazır ve bize hala Ermeniler bunu yaşamadı diyorlar. Bu inkar bizi mahveden bir şey… Dört kuşaktır aynı şeyleri yaşıyoruz. Ölülerimizi gömemiyoruz, iyileşemiyoruz. Adalet yerini bulmadığı sürece iyileşemeyeceğiz.”

Doğdukları yerde ölme haklarının ellerinden alındığını belirten Dikme, “İnsan doğduğu yerde ölebilmeli. Hiçbir insan bu kadar acıyı hak etmiyor. Bu acıları anlatırken derdimiz mızmızlanmak değil. Mücadeleye de devam ediyoruz. Bunları yazıp çizerken, anlatırken diğer halklar bizim yaşadığımız acıları yaşamasın istedik. Bütün yazılarımda bu görülür. Kürt halkına iki mektup yazdım aynı yanlışları yapmayın diye. Bütün halkların artık birleşmesi lazım” diye konuşuyor.

“Acılarımızı paylaşırken küfür yemekten bıktık” diyen Dikme sözlerini şöyle tamamlıyor: Çocukluğumuzda sadece biz vardık, öteki ‘gavur’, diğerleri Müslüman Türk’tü. Şu anda o Müslüman Türk kesim ikiye bölünmüş durumda. Bir kibrit çakılsa ülke patlayacak bomba gibi. İnsanların bu devlet aklının nasıl işlediğini artık anlamaları gerekiyor. Laik kesim bugün onların ‘gavuru’. Müslüman doğmuş ama onların anlayışına göre yaşamıyor diye şimdi onları hedef alıyorlar. Hep bir ‘gavur’ yarattılar. Bunu anlamaları gerekiyor. Acılarımızı paylaşırken küfür duymaktan bıktık. Acılarımızı bana ağlasınlar diye anlatmıyorum. Sen yaşama diye anlatıyorum. Biz acılarımızı biliyoruz, kimsenin kabul etmesine de gerek yok. Ama bu inkar delirtiyor artık.”

YETVART DANZİKYAN: ERMENİLERİN GİDİP ANMA YAPABİLECEĞİ BİR ANIT HALA YOK

Yetvart Danzikyan, Türkiye’nin soykırıma ilişkin tutumunu bugün yaşanan gözaltıları örnek vererek başlıyor: Her şeyin iç içe geçtiği bir gün. Ermenistan’da yaşananlar yıldönümüne damgasını vurdu. Sarkisyan’ı istifaya zorlayan inisiyatif topluca 1915 anıtına gitti. Diğer taraftan Türkiye’de İHD’nin yaptığı anmada pankartlarda soykırım yazıldığı için 3 kişi gözaltına alındı. Bir taraftan da Erdoğan taziye mesajı yayınladı. Burada da sıkıntılı bir durum var.

Ermeni yurttaşların gidip çiçek bıracakları, anma yapabilecekleri bir anıtın hala olmadığına dikkat çeken Danzikyan, “Ermeni yurttaş böyle zor bir denklemde hem anmayı yapmaya çalışıyor hem de ‘bir şey olacak mı izin verilecek mi verilmeyecek mi konuşulacak mı ne kadar konuşulacak’ bunun endişesini yaşıyor. Bugüne kadar soykırım anmasında, soykırım yazıyor diye gözaltı olmamıştı. Dolayısıyla karmaşık bir ruh hali var” diye konuşuyor.

“Peki bu kafası karışık tutum Ermeniler’in seçimdeki tercihlerine nasıl yansıyacak?” Danzikyan, bu soruya Türkiye’deki parçalı tablonun Ermeniler için de geçerli olduğunu söyleyerek yanıt veriyor: Ermeni halkı da tıpkı diğer toplumlar gibi çok tabanlı. Her topluluk içinde farklı farklı görüşler var. Bir halk topluca şunu düşünüyor demek doğru olmaz. Hala belki iş insanları arasından AKP’ye oy verecek olanlar çıkabilir. Ama Türkleşme, İslamlaşma, MHP ile koalisyondan rahatsız olmuş olanlar buna tepki gösterip başka partilere oy verebilir. HDP’ye oy verenler tabii ki olacaktır, bu da mümkün. 60-70 bin kişi adına konuşmak doğru değil. İçlerinde politikayla ilgilenmeyenler, oy kullanmayanlar da var.  Türkiye siyasetinden uzak kalmaya çalışanlar da var.

www.artigercek.com

Share
. tarafından

Hindistan’da çoğu kadın 37 Maoist gerilla yaşamını yitirdi

Nisan 25, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Hindistan devlet güçleri, Maharashtra eyaletindeki ormanlarda yer alan Maoist gerilla kampına bir dizi saldırı düzenledi. Son operasyon pazartesi akşamı Gadchiroli kasabasında gerçekleşti ve 6 gerillanın çatışmalarda hayatını kaybettiği bildirildi.

Pazar günü ormanlık alandaki kamp kuşatma altına alınmış ve yoğun bir şekilde ateş altına alınmıştı. Yetkililer, alanda 31 gerillanın cenazesini bulduklarını bildirdi. Bunlardan 15’i bir ırmakta bulundu. Yetkililer hayatını kaybeden gerillaların çoğunun kadın olduğunu belirtti.

Gerilla kaynaklarının bu konudaki herhangi bir açıklamasına ulaşılamadı. Operasyonun hangi koşullarda gerçekleştiği, hayatını kaybedenlerin tümünün gerçekte gerilla olup olmadığı öğrenilemedi.

ANF

Share
. tarafından

Ermeni öncü kadın Zabel Yesayan’ın anısına

Nisan 25, 2018 de ANASAYFA . tarafından

“Kadınlar nereye gitti?”  Bu soruyu Merih Hovnanyan Ermeni kadınlarına dair bir makalesinde başlık yapmış. Ben de bu soruya sohbetlerin birinde tanık olmuştum. Karşısındaki insanın gasp edilen Ermeni malları ve gayri mülklerine dair kendince ve tabii ki de devlet aklıyla açıklamasına karşı ona, “sen mal mülklerden bahsediyorsun da ben sana bir soru sorayım o mal ve mülk bir şekilde başkasına geçse de, harabe olsa da orada. Peki bu insanlar nereye gitti?”

Bu soru o kişiyi de beni de çok etkilemişti. O kişinin buna verilecek elle tutulur bir cevabı olmadı tabi ki, çünkü tarih anlayışında bir yere denk düşmüyordu. Soykırımı kabul etmeyen birçok insan için bu noktanın pek de bir anlamı yoktu. Türkiye Cumhuriyeti kuruluş felsefesinin tek dil, tek din, tek ulus, tek millet anlayışı doğrultusunda 1915’te Almanların örgütleyici ve bu nedenle suç ortağı olarak yer aldıkları Asuri, Süryani, Ermeni Soykırımı tarihinin hafızasında yer almıştır. Bu soykırım sonucu bu halktan kurtulanlar topraklarından ayrılarak bir sürgün diasporası oluşturmuşlardır.

Ermeni Soykırımı’nda yaşamlarını yitiren özellikle de öldürülen birçok aydın yazar sanatçı vardır. Bunların içinde gerek katliam sırasında katledilmiş, Meri Beyleryan gibi gerekse de daha sonrasında hayatını kaybeden öncü kadınlar, Elbis Gesaratsyan, Sırpuhi Düsap, Zabel Asadur (Sibil), Zabel Yesayan ve Hayganuş Mark gibi yazar kadınlar ve Fani ve Arsuyak gibi tiyatro oyuncusu kadınlar  önemli yer tutmaktadır. Tabi bu tarih ne yazık ki çok fazla yazılmamıştır ve elde bulunan kaynaklarla ortaya çıkarılan belli sayıda sanatçı feminist kadınlara dair bilgiler bulunmaktadır. Bunların içinde Zabel Yesayan öne çıkan kadın yazarlardan birisidir.

Zabel Ermeni tarihinin günümüze kalmasında önemli katkıları olmuş yazar, şair bir kadındır. Ermeni tarihinde çok sınırlı olan kadın yazılarına dair bir ses olması açısından önemlidir. Zabel aynı zamanda  24 Nisan 1915’te yakalanacaklar listesinde adı olan tek kadındır. Üsküdar’da 1878’de doğdu ilk edebi eseri 1895 yılında yayınlandı. Edebiyat ve felsefe okudu. Yazılarında kadın hakları ve kadınların toplumsal yaşamdaki konularına yer verdi ve yazıları Fransızca ve Ermenice dergi ve gazetelerde yayınlandı. Adının geçtiği ölüm listesinden ancak bir hastanede saklanarak kurtuldu.  Zaten okumaya ve eğitime çok önem veren bir kadındı ve ulusal meseleler, siyaset ve edebiyata meraklıydı. Katıldığı edebiyat siyaset konulu sohbetler sayesinde birçok edebiyatçı ile tanışma fırsatı oldu. Bu sohbetler sonucu kendisinin nasıl bir edebiyat ve siyaset güzergahına gireceğini belirledi. Cumhuriyetin kuruluşunun özünde diğer halklara bir yarar getirmediğini kısa zamanda görenlerdendi ve halkı devrime çağırmaya başladı. Taşnaksuyun partisine üye oldu ancak bir süre sonra sosyalist ilkelerden uzaklaşan partiden ayrıldı.  Zaten kendisini feminist olarak tanımlıyordu. Kadının toplumsal konumuna daire söylenenlerin daha net ve keskin söylenmesi gerektiğine inanıyordu. Toplumun en alt kısmında bulunan kadın ve erkeklerin sömürülmesinin, ezilmişliğinin vurgulanması gerektiğini savunuyordu ve yine kadının kurtuluşunun da tüm sisteminin değişmesi ile mümkün olacağını söyleyerek kendi yaşamını da buna göre düzenlemeye çalışıyordu.

1909’da Adana (Kilikya)’da gerçekleştirilen Ermeni katliamları üzerine olayları incelemek için gönderilen heyetin içinde yer aldığı zaman nasıl bir durumun içine düşeceğine dair bir öngörüsü yoktu. Amacı yetim kalan çocuklar için bir yetimhanenin yapılmasında yer almaktı. 3 ay boyunca araştırmalar yaptı orada.  Yaşanan katliama birebir tanık oldu.  Yıkıntılar arasında yok olan bir halkı gördü ve “Yıkıntılar Arasında” kitabına dönüşecek mektuplarını gün be gün yazdı.  Kitabının bir yerinde şöyle anlatıyordu “Tekrar ediyorum hepimizde kana bulanmış ülkemizin bazı gerçeklerini bilmeli görmeli ve bu tabloya cesaretle korkusuzca bakmalıyız” diyordu. Çünkü Zabel’in gördüğü tablo korkunçtu ve o tarihte korkusuzca anlatılmalıydı. Bazı kaynaklara göre içinde Yunan ve Asurilerin de olduğu 30000 Kişinin öldürüldüğü yazılıyor ama kesin sayı net değil.

Ermeniler o dönemde birçok yerde olduğu gibi o yörenin de kalkınmasında önemli bir role sahiptirler. 2. Meşrutiyet’in ilan edilmesi ve yaşanan devrim coşkusu Müslümanları rahatsız etmiştir. İttihad-ı Muhammedi’ye Cemiyeti’nin Adana’da şube açmasıyla toplantılar başlar ve kışkırtıcı çıkışlar gözlemlenir. 13 Nisan’da toplanan kalabalık İstanbul’dan gelen İsyan haberi üzerine saldırılarını başlatır. Saldırılar sırasında Adana’da bulunan birçok yabancı insan da bu saldırılara maruz kalır. Saldırılar aslında bastırılabilecekken dönemin Adana Valisi, İstanbul’dan gelecek haberleri beklerken bir şekilde bu saldırılara kayıtsız kalır ve askerlerini göndererek onların müdahale etmesini ister. Müdahale eden askerler de saldırılara dahil olur ve orada katliamın daha da büyük olmasına sebep olurlar.

Zabel, yaşanan bu katliamı yerinde incelemek ve orada yetimhane kurmak için görevlendirilir. 3 ay orada yaşananları mektup olarak eşine yazar ve “bunları sakla günü gününe izlenimlerimi aktarıyorum lazım olabilir” der.  Zabel oradaki görevini tamamlayamaz ve kaçmak zorunda kalır. Yazılarında yaşananlara elinden geldiğince tarafsız bir şekilde bakmaya çalışır ve o şekilde not eder. “Ermeni köylerinin yanında adeta küstahça dimdik ayakta kalmış olan Türk mahallelerine bakarken, cezasız kalan katillerin yılışık bakışlarını görürken tüm bunları objektif bir şekilde kaleme almaya büyük bir çaba ve özen gösterdiğimi belirtmek isterim” diyordu Zabel. O edebi tarihe katkıları olan Ermeni kadınlardan sadece bir tanesiydi.  Osmanlı kadın hareketinin tarihinde adı geçmeyen Ermeni kadınlardan birisiydi ve öncü bir kadındı.  Yazımızı yine onun kitabındaki sözleri ile bitirelim. “Ne bu anlatılanlar, ne o küller içinde debelenen Ermeniler, ne dehşetin sarhoşluğunu üzerinden atamamış, gözlerinde acı ve şaşkınlık okunan yetimler, ne de kayıplarının acısıyla kıvranan dullar. Bunların hiçbiri yetmez o cehennem günlerinde Adana’da yaşananların karanlık ve gerçek derinliğini tam olarak kavramamamıza”

Sürgünde geçen bir ömrün yaşayanıdır Zabel. Geçen acı ama aynı zamanda mücadele dolu yıllar ve arkasında bıraktığı yazılı tarih bir dönemin tanıklığı adına önemli bir izdüşümdür. Zabel unutulan/unutturulan tarihin cesur yazıcılarındandı. Tarih O’nu unutmayacak.

Not: Zabel’in sözleri Aras Yayıncılıktan çıkan “Yıkıntılar Arasında” kitabından alınmıştır.

Aycan Solmaz

Share
. tarafından

ADKH Hamburg Paneli

Nisan 25, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Hamburg/ADKH’nin devam eden Irkçılığa, Emperyalist Saldırganlığa ve Yaşamın Tektipleştirilmesine karşı Örgütlü Gücümüzle Direnecegiz  kampanyasınn devam eden panellerinden biri daha   22 Nisan 2018 de Hamburg’da gerçekleştirildi.

Saygı duruşuyla başlayan panel de ilk konuşmayı Sol Parti milletvekili Mehmet Yıldız yaptı. Almanya’da gelişen ırkçılığın kısa  tarihine değindikten sonra, nasıl körüklendiği ve bugün AFD gibi bir partinin nasıl güçlendiğini anlatan sol parti milletvekili Mehmet Yıldız,  üzerimize düşen sorumluluklara dikkat çektiği sunumunda, Almanya’da ki göçmenlerin sorunlarını, din ve milliyetçilik ile nasıl körleştirildiklerini ve mücadele edebilmek için bu kitlelerle bağ kurmanın zorunluluğuna dikkat çekti.

Panelin ikinci sunumunu yapan  Deniz Parlak ise,  sekülerizm, din ve kadın konusunda  bilgiler vererek konunun önemine dikkat çekti. Sekülerizm ve bu konuda başarılı bir adım atmış olan Sovyetler Birliği’ni örnek verirken bugünkü en demokratik devletlerin dahi din ile içiçe geçmişliğine değinen Deniz Parlak konuşmasının devamında devletlerin laiklik adı altında dahi dinlerden vazgeçmedikleri, diğer inançlar üzerinde baskıcı ve eşit davranmadıklarını ifade ederken sekülerizmin laiklikten çok daha önce inaçlara karşı eşit mesafeyi gözeten, inançların kurumsallaşmasını değil, devletten bağımsızlaşmasının gerekliliğini belirtti. Deniz Parlak aynı zaman da islamiyetin kadın bakış açısını ayetler ve surelerden örneklendirerek kadını nasıl kendine göre şekillendirerek toplumu kadın üzerinden tek tipleştirilmesini erkek egemenliğinin nasıl körüklendğine dair örnekleriyle  sunumunu tamamladı.

Son konuşmayı ADKH temsilcisi yaptı. Temsilci konuşmasında Emperyalist saldırganlığın dünya üzerindeki geld,ü, son aşamaya dair sunumunu gerçekleştirdi.

Panelin son bölümünde gelen soru be yorumlar değerlendirildi. Kadın mücadelesine bakış açısında tarihsel bir hastalığın halen devam ettiğini,  kadınların az oldugu gibi yanlış değerlendirmelerin erkek egemen zihniyetin kadınları inkarı olduğu ifade edildi. Kadınlar neden mücadelede daha az yada öne çıkmıyor gibi sorular yada yaklaşımlar  tamamiyle erkek egemen anlayışın kadınları inkar etme biçimidir. Kadınlar devrim mücadeleleri tarihinin her aşamasında  mücadele etmiş, bedel ödemişlerdir. Kadınlar yapmışlardır ama görülmemiştir. Bugünde kadınlar yapıyor ama hala görülmemektedir. Her alanda olduğu gibi ırkçılık ile, din ile yaşamın her alanına dayatılan tekçi anlayışın mücadele saflarında da erkeklerin kadınların mücadelelerini görmeme gibi bir anlayışla sürdügü ifade edilerek bu çalışmaların ADKH tarafından sürekli yapılması temennileri ile panel bitirildi.

Share