. tarafından

#SiseBingöleÖzgürlük

Ağustos 1, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Tarsus T Tipi Kapalı Hapishanesi’nde tutuklu bulunan 78 yaşındaki Sisê Bingöl böbrek, yüksek tansiyon ve diyabet hastası olmasına rağmen, hastane “Hapishanesinde kalması hayati tehlike oluşturmaz” raporu verdi.

Tarsus T Tipi Kapalı Hapishanesi’nde tutulan hasta tutsak 78 yaşındaki Sisê Bingöl için, sağlık sorunlarının ağırlaşması üzerine avukatları aracılığıyla Adalet Bakanlığı’na başvurarak, cezasının ertelenmesini talep etmişti. Tarsus Devlet Hastanesi, böbrek, yüksek tansiyon ve diyabet hastalıklarını teşhis ettiği Sisê Bingöl için, “Hapishanesinde kalması hayati tehlike oluşturmaz” raporu verdi.

Sisê Bingöl, 6 Nisan 2016’da Muş’un Varto ilçesine bağlı Badan köyünde gözaltına alınarak tutuklandı. Yaklaşık 3 ay tutuklu kaldıktan sonra yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilen Bingöl’e “Örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçlamasıyla 4 yıl 2 aylık hapis cezası verildi. Cezanın kesinleşmesi ardından Muş E Tipi Hapishanesi’nde tutulan Bingöl, Tarsus T Tipi Kadın Hapishanesi’ne sevk edilmişti. Sisê Bingöl ve aynı suçlamadan yargılanan oğlu da tutuklanarak Muş Hapishanesi’ne gönderildi.

HDP, 80 yaşındaki tutuklu Sisê Bingöl ilişkin resmi sosyal medya hesabından açıklama yaptı. Açıklamada “80 yaşındaki Sisê Ana iki çocuğunu savaşta yitiren bir anne olarak ‘Savaşın hiçbir şeye faydası yok bu ölümler barışla sonuçlansın’ dediği için bugün örgüt üyesi kabul edilerek korkunç şartlarda cezalandırılıyor. #SisêBingöleÖzgürlük”(ETHA)

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Temmuz ayında 15 kadın katledildi, 22 çocuk cinsel istismara uğradı!

Ağustos 1, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Temmuz ayı içerisinde en az 15 kadın katledilirken, 22 çocuk cinsel istismara maruz bırakıldı. Yaşanan kadın katliamlarının çoğu bireysel silahlanma sonucu yaşanması dikkat çekti.

Temmuz ayı içerisinde de birçok kadın ve çocuk katledildi. Yaşanan kadın ve çocuk katliamlarının bireysel silahlanmanın sonucunda yaşanması dikkat çekti. Temmuz ayında da kadınlar yine en yakınlarındaki erkekler tarafından katledildi ve şiddete maruz bırakıldı. Temmuz ayı içinde sitelerde geçen haberlerden derlediğimiz rakamlara göre en az 15 kadın katledildi.

Yine basına yansıdığı kadarıyla 5 kadın şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. 4 çocuk ise bireysel silahlanma sonucu yaşamını yitirdi. 2 bebek ise henüz dünyaya gelmeden anne karnında katledildi.

Temmuz ayında çocuklara dönük cinsel suçlarda artış yaşanırken, basına 22 çocuğun cinsel istismara maruz bırakıldığı yansıdı.

En fazla kadın katliamı yine İstanbul’da! 

En fazla kadın katliamı haberi İstanbul’dan geldi. Temmuz ayında basına yansıdığı kadarıyla İstanbul’da 5 kadın katledildi.

Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde, 392 çocuğun cinsel istismara maruz bırakılması sonucu oluşan gebeliğinin adli makamlara bildirilmediği ortaya çıktı.

Basına yansıyan kadın ve çocuk katliamı, şüpheli kadın ölümleri şu şekilde:

*Urfa’nın Eyyübiye ilçesinde Ali Rıza Server isimli erkek, Zemzem Server’i 3 Temmuz günü katletti.

*Van’ın Çaldıran ilçesinde yaşayan Gülistan Alma 3 Temmuz günü şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi.

*Antalya’nın Manavgat ilçesinde 8 Temmuz günü şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmiş halde bulunan Alman vatandaşı Karin Ellen Hitzel, Şahin Avcı isimli erkek tarafından katledildiği belirlendi.

*Manisa’nın Kula ilçesinde İbrahim Kutluay isimli erkek, 11 Temmuz günü Zümrethen Kutluay’ı şiddet uygulayarak katletti.

* Samsun’da M.S isimli erkek, birlikte olduğu trans kadın Simge Sezer’i 11 Temmuz günü katletti. Gözaltına alınan erkek ardından tutuklandı.

*İstanbul’daki yaşayan Hanım Kıyak 10 Temmuz günü şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi.

*İstanbul yaşayan Türkan Uygun oğlu Mehmet Bahadır Uygun tarafından 16 Temmuz günü işkence edilerek katledildi.

*Balikesir’in Dursunbey ilçesinde bireysel silahlanma sonucu 14 yaşındaki bir çocuk evde bulunan silahla oynadığı sırada 8 yaşındaki kardeşini 20 Temmuz gün vurarak ölümüne sebep oldu.

* Bireysel silahlanma sonucu bir çocukta Antep’te katledildi. Askere gidecek M.K isimli kişi için düzenlenen eğlencede S.B isimli şahıs tarafından havaya rastgele açılan ateş sırasında tutukluk yapan tabancanın aniden patlaması sonucu 6 yaşındaki İsmail Dolere isimli çocuk hayatını kaybetti.

*Adana’nın Çukurova ilçesindeki polis Ayşe Aç’nın 19 Temmuz günü şüpheli bir şekilde yaşamına son verdiği iddia edildi.

*Antep’te İsa Ç.isimli erkek evli olduğu ve 7 aylık hamile olan Aysel Kurt ‘u işkence ederek bebeği ile birlikte katletti.

* Konya’nın Karatay ilçesinde Suriyeli olduğu öğrenilen Abdulbasid El M. isimli erkek 8 aylık hamile olan Amira Alyassouf’u (38) bebeği ile birlikte katletti.

* İstanbul’un Üsküdar ilçesinde 21 Temmuz günü Güneş Karaçuban evli olduğu Sabri Barça isimli erkek tarafından katledildi.

*Adıyaman’ın Besni ilçesinde Salih Albay isimli erkek 22 Temmuz günü aynı aileden Serpil Albay, Devran (4) ve Ceyda (2) ile iki kişiyi daha katletti.

*Uşak’ta, Yeliz T. isimli kadının intihar ederek yaşamına son verdiği iddia edildi.

* 23 Temmuz günü Ankara’nın Mamak ilçesinde S.İ., isimli erkek, annesi Z.İ.’yi katletti.

* Konya’nın Meram ilçesinde Yakup Kaya isimli erkek, evli olduğu Emine Kaya’yı 24 Temmuz günü katletti.

*İstanbul’un Avcılar ilçesinde M.R.Ç. isimli erkek, boşanma aşamasında olduğu Ayşegül Ç. ve annesi Fehime Küçük’ü 26 Temmuz akşamı katletti.

* Uşak’ın Eşme ilçesinde Muammer A. isimli erkek 29 Temmuz gecesi ateşli silahla Ümmü A.’yı katletti.

*Antalya’nın Kepez ilçesinde Zübeyde D., evli olduğu Tolga D. isimli erkek tarafından 30 Temmuz günü katledildi.

*Karaman’da çocuk yaşta evlendirilen Fatma Sert, evinde şüpheli bir şekilde yaşamını yetirmiş halde bulundu.

Kaynak / Jinnews

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Geçmişten 7 Örnekle LGBTQ Tarihçesini Keşfetmek

Ağustos 6, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Arkeofili’den Erman Ertuğrul.British Museum’un 2017’deki projesini 7 örnekle derledi.

Bu yazıdaki eserler, British Museum’un 2017’deki projesi “Tutku, aşk, kimlik: LGBTQ tarihçesini keşfetmek”te sergilendi. Yazıda, bununla birlikte, müze koleksiyonunda, İngiliz romancı E M Forster’ın “kayıt dışı büyük tarih” olarak nitelendirdiği şeyleri anlatan bazı önemli nesneler vurgulandı.

1- Sappho’yu betimleyen vazo

Antik Yunan su kabı. (hydria). Yaklaşık MÖ 450.

Gerçek kadın cinselliğinin kanıtını, genellikle erkek bakış açılarını yansıttığı için, antik Yunan ve Roma objelerinde bulmak zordur. Antik Yunan’da kadınlar genel olarak kamusal yaşamdan ve siyasetten dışlanmışlardı, ancak yerli ve dini ritüellere katılıyorlardı. Midilli adasında yaşamış olan şair Sappho (MÖ 630–570), kadınlara ve kadın arzusuna ses vermişti. Sappho, muhtemelen bu su kabının üzerinde oturan figürde betimlenmişti. 19. yüzyılda, Sappho’nun şiirleri, Lesbos (Midilli) sakinleri için kadınları seven kadın için kullanılan bir terim yarattı. Sappho’nun yaşamı hakkında kesin olarak az şey biliniyor ancak şiirleri daha sonraki dönemlerde yaşayan birçok kadın için ilham kaynağı oldu.

2- Bir Maya hükümdarı

Büyük Plaza, Copan, Honduras’ta bulunan stelin dökümü. 1881-1894 yılları arasında Lorenzo Giuntini tarafından yapılan döküm, MS 730’dan kalma orijinalinden kopyalanmıştır.

Bir erkek Maya hükümdarının bu görüntüsü, bir zamanlar elit Maya kadınları tarafından giyilen bir ağ şeklinde yeşim etek giydiği için kadın olarak kabul ediliyordu. Aslında, cinsiyeti hem erkek hem de kadın olabilen genç bir mısır tanrısı gibi giyinmiş. Cinsiyet, kültürler arası okunduğunda, karışıklık veya yanlış anlamalar olabilir. İlk Avrupalı kaşiflerin, araştırmacıların ve koleksiyonerlerin, başlangıçta kendi başlarına farklı olan değerleri anlamayı başaramadıkları veya belki de isteksiz oldukları pek çok örneği vardır.

3- Warren Kupası

Warren Kupası. MS 10. Antik Roma.

İki erkek sevgili sahnesi ile dekore edilmiş olan bu Roma şarap kupası, 20. yüzyılın büyük bir bölümünde halka açık sergilenemedi. Homoseksüellik, İngiltere ve Wales’te 1967 Haziran tarihine kadar illegaldi. Ancak açık cinsel görüntüler Roma dünyasında sıra dışı değildi. Erkekler arasındaki ilişkiler, kölelerden imparatorlara kadar Yunan ve Roma kültürünün bir parçasıydı. Bunlardan en ünlüsü ise imparator Hadrian ve sevgilisi Antinous’un ilişkisiydi. Bugün bu tür eski görüntüler, bize toplumların cinsellik konusundaki görüşlerinin çok farklı olabileceğini hatırlatıyor. Warren Kupası, 1999 yılında British Museum tarafından satın alınmış ve diğer kurumlara ödünç verildiği kısa süreler hariç, o zamandan beri sergileniyor.

4- Kızılderili kayıtları

Kuzey Amerika yerli kayıtları.

“Kızılderili kayıtları”, bazı Kuzey Amerika ovalarında yaşamış kabileler tarafından tarihi kayıtlar olarak tutuldu. Bu, 1785-6- 1901-02kışları için olayları gösteren bir Sioux kayıtlarının hayatta kalan birçok versiyonundan biri. 1891 yılı, bir winkte intiharını temsil eden bir görüntüyü içeriyor. Winkte, tam anlamıyla bir kadın olmak isteyen bir Dakota kelimesi anlamına geliyor. Bazı Yerli Amerika kabileleri arasında, bu tür bireylerin özel manevi güçlere sahip oldukları düşünülüyordu çünkü toplumsal cinsiyet farklılıkları arasında köprü görevi görüyorlardı. Dakota Sioux arasında, herhangi bir zaman içinde yaşamış, aynı kabileden bu sınıf insanlara dair on kadar kayıtlı birey vardı. Anglo-Amerikalıların gelişi, bu bireyler tarafından karşı cinsin kıyafetlerinin giyilmesinin bastırılmasına yol açtı. Bugün bu gelenek, LGBTQ Yerli Amerikalıların genç kuşakları arasında yeniden canlandı.

5- Mali’den N’domo maskı

N’domo maskı. Mali. 20. yüzyıl başları.

Pek çok Afrika kültüründe cinsiyet ve cinsiyete dayalı roller ritüeller yoluyla sabitlenmiştir. N’domo maskları, Mali’nin Bamana halkı tarafından kullanılıyordu. Erkekler tarafından giyiliyordu ancak masklar erkek, kadın veya çift cinsiyetli olabiliyordu. Masklardaki boynuzların sayısı önemliydi: erkek maskeler 3 veya 6 boynuzlu, kadın masklar 4 veya 8 boynuzlu ve çift cinsiyetli masklar ise 2, 5 veya 7 boynuzluydu.

Cinsiyet ve cinsel çeşitlilik, Afrika’daki sömürgeci yöneticiler tarafından sık sık bastırıldı ve bu bazen unutuldu, hiç var olmadığı izlenimini yarattı. Kısmen bu sömürge tarihinin ve Hıristiyanlığın getirilmesinin bir sonucu olarak, birçok Afrika ülkesinde “eşcinsellik” yasadışı hale getirildi. Irkçılık karşıtı ve sivil haklar hareketleri, dünya genelindeki LGBTQ’lulara genellikle paraleldir.

2012 yılında Başpiskopos Tutu şunları söyledi: “Hiç şüphem yok ki gelecekte, birçok sevgi ve insani bağlılığı suç haline getiren yasalar, ayrımcılık yasalarının bize şu anda nasıl davrandığına bakacak – açıkça yanlış olduğu görülecek.”

6- Llangollen Kadınları

Çikolata bardak ve tabakları. 1779-81 ve 1790.

Lady Eleanor Butler ve Sarah Ponsonby 1778’de İrlanda’dan kaçtılar. Kuzey Galler’de ev kurdular, dönemin kurallarına meydan okudular ve 50 yıl boyunca tercih ettikleri hayatı yaşadılar. Eleanor’un günlüğü bize yaşam tarzlarına dair bir fikir veriyor. 22 Eylül 1785 Perşembe günü şöyle yazıyor:

“Yedide kalktım. Karanlık sabah, bütün dağlar sis kaplı. Yoğun yağmur. Kütüphanede bir yangın var. Zevk içinde rahatım. Sekiz buçukta kahvaltı ettim. Saat 9’dan 1’e kadar yazdım. Sevgilim Pembroke Kalesi’ni çiziyor. Saat 1’den 3’e kadar ona kitap okudum. Akşam yemeğinden sonra bahçelerin etrafına aceleyle gittim. Hiç durmaksızın bütün gün yağmur yağdı. 4’ten 10’a kadar Sally’me okudum. O çizim yapıyordu. Saat 10’dan 11’e kadar sevgilimle ateş başında oturarak konuştuk. Sessiz ve mutlu bir gün.”

Bu çikolata bardak çifti Eleanor ve Sarah’a aitti. Bu kadınlar ünlü gibi bir statü kazandı ve müzenin de koleksiyonunda onları tasvir eden birkaç baskı var.

7- Ganymedes heykeli

Ganymedes heykeli. Antik Roma. MS 100-200.

Yunan mitolojisinde tanrı Zeus, güzel genç Ganymedes’e büyük bir arzu besliyordu. Daha sonra tanrıların sakisi olan Ganymedes’i kaçırmak için bir kartal formunu aldı. Günümüzde Ganymedes’i betimleyen birçok eser bulunmakta. Fotoğraftaki eser ise Antik Roma döneminden kalma. Antik Yunan, belirli sınırlar içinde erkekler arasında cinsel ilişkilerin kabul edilmesi de dahil olmak üzere Antik Roma üzerinde büyük bir etki yarattı. Ancak Hıristiyanlığın benimsenmesi, bu gibi tutumlarda önemli bir değişiklik yaptı. Ortaçağ döneminde Ganymedes terimi, istismar anlamına gelmeye başladı. Rönesans, cinsel hikayeleri tasvir etmek için meşru bir yol sunan konular da dahil olmak üzere klasik mitolojiye yeniden ilgi duyulmasına yol açtı. Bunun gibi heykeller, 1700’ler ve 1800’lerde zengin Avrupalı koleksiyoncular arasında popülerdi.


 

Stuart Frost. Head of Interpretation & Volunteers. 26 Haziran 2018. British Museum Blog.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Kadın hakları için giyotine yürüyen, yenilmeyen bir kadın: Olympe de Gouges

Ağustos 6, 2018 de ANASAYFA . tarafından

 

 

 

 

 

 

 

 

İnsan Hakları Bildirgesi’ sahiden tüm insanları kapsıyor muydu yahut her daim ikinci sınıfa mahkûm edilmeye çalışılan kadınları es mi geçiyordu? Olympe de Gouges, bu noktada haykırdı ve karşı bir bildiri kaleme aldı: ‘Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’

“Erkekler, adil olma kapasiteniz var mı? Bu, soru sahibi bir kadının sualidir; eninde sonunda haklarından mahrum edemeyeceğiniz.” Kadın-erkek eşitliği için verdiği mücadele ile karanlık çağların yol açıcısı Olympe de Gouges (aile adıyla Marie-Gouze), 7 Mayıs 1748’de Fransa’nın Montauban kentinde dünyaya gelir.

Küçük burjuva sayılabilecek bir ailede doğup büyüyen Olympe, 1765’te daha 17 yaşındayken kendisinden yaşça 30 yaş büyük olan ve hiç sevmediği bir erkekle evlendirilir. Bu evlilikten Pierre isimli bir oğlu olan Olympe’nin eşi bir yıl sonra yaşamını yitirir. Olympe de 1770 yılında oğlu ile birlikte Paris’e taşınır. Filozof, feminist ve yazar olan Olympe, ilk evliliğinin ardından bir daha asla evlenmeyeceğine yemin eder. Çünkü Olympe ‘aşkın ve güvenin mezarı’ olarak gördüğü dini evliliğe karşıdır.

Dönemdaşı kadınlara nispeten çocukluğunda iyi bir eğitim alan Olympe sanatla oldukça ilgilidir. Ve Paris Olympe için sanatla dolu bir nefes alma durağı olur. Burada J. de Rozieres ile beraber olan Olympe, ‘yeminine’ sadık kalarak onun evlilik teklifini kabul etmez. Olympe burada yazılar, makaleler yazıp, hak mücadelesi vermeye başladı. Oyunlar, romanlar, politik yazılar, manifestolar, edebi incelemelerde kaleme alır. Tiyatroya oldukça ilgi duyan Olympe bu tutkusunun da peşinden koşarak bir tiyatro grubu oluşturur. İlk oyunu Zamorze ve Mirza’yı 1784’de yazar. Bu, kölelik karşıtı bir oyundur.

Olympe’nin zihninde kadın hakları için mücadele etmek, bu alanda çalışma yürütme fikri ne zaman doğar veyahut bu ilk ‘aydınlanma’ ne zaman gerçekleşir, bilinmez. Ancak hayatına göz attığımızda, onun henüz 17 yaşındayken yaşadığı evliliğin düşüncelerinin temellenmesinde etkili olduğunu söylemek yanlış olmaz. Olympe yalnızca kadınlar için değil, kölelerin özgürlüğü, ölüm cezasının kaldırılması ve genel anlamda adalet, eşitlik için de mücadele eder. Çağının ötesindedir. Aslında ataerkinin halen hüküm sürdüğü günümüz toplumunun da ötesinde bir yerde. Orası öyle bir yerdir ki cinsiyetler değil insanlar vardı sadece; zengin-yoksul, ezen-ezilenin olmadığı bir evren.

Eşitlik şiarı sokaklara yayılıyor

Düşündeki bu dünyanın yalnızca düşlerinde kalmasına izin vermez. Özgür bırakıp ses verir ona Olympe. Dahası bunun bir düş olarak kalmayacağını bunun hak kavramına uymayacağını yineler. Kâğıda yazar, sokaklarda dillendirir, kulaklara fısıldar. Ama susmaz inatla, inançla ve tutkuyla haykırır eşitliğin şiarını. Elbet onun bu kararlı tavrı, erkek egemen ve faşist düzenin sert müdahalesiyle karşılaşır. Olmpye’nin söyledikleri hem düzeni hem de ezilen konumda bırakılmak istenen kadınların konumunu kökten sarsacak düzeydedir çünkü,  Olympe; kadınların boşanma hakkı kazanması, evlilik dışı çocukların yasalarca tanınması, velayet hakkı gibi alanlarda kadınlarla birlikte mücadele verir.

‘Aydınlanma dönemi’ olarak adlandırılan çağda yaşayan Olympe, Fransız İhtilali’nin ülkeyi sardığı günlerde pek çok kadın gibi mücadeleye omuz verir. ‘İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ de tam bu dönemlerde 1789 yılında yayımlanır. Olympe, bildiride ‘insan’ anlamında (homme-man) kelimesinin kullanılmasına tepki gösterir. Çünkü bu o dilde ‘erkek’ manasına geliyordur. Kral bir süre sonra halkın tepkisi üzerine Bildirge’yi kabul eder. Ancak uygulamaya geçildiğinde bir kez daha görülür ki bu bildiri kadınların haklarını yeterince savunmaz. Ve Olympe bu noktada sesini yükseltir; ‘Sizin insan dediğiniz, erkek’. Fransız devrimine inancını kaybeden Olympe, 1791’de kadınlar için eşit politik hakları talep eden Cercle Social derneğine katılır.

‘Adam, sen adil olabilir misin?’

Kâğıda kaleme sarılan Olympe, devrimden 2 yıl sonra karşı bildiri niteliğindeki ‘Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni yayımlar. Olympe diğer bildirideki ‘man’ ifadelerini çıkarır ve yerine ‘woman’ı getirir. Bildirisinde her alanda eşitliği savunan Olympe, erkeklere tanınıp, kadınlara tanınmayan hakları (seçme ve seçilme hakkı, mülkiyet kısıtlamaları, kadınların alınmadığı meslekler vb) bir bir sıralar. Bildiri, yasa ve toplum karşısında kadının erkekler ile eşit olmadığını su yüzün e çıakrıp sorgulatmaya itmesi açısından bir ilktir.

Olympe, öfkeyle sorar!

“Adam, sen, adil olabilir misin? Sana bu soruyu bir kadın soruyor. En azından bunu sorma hakkını ondan alamazsın. Söyle bana, benim cinsimi baskı altına alan, kerameti kendinden menkul iktidarı kim verdi sana? Gücün mü? Yeteneklerin mi?” Ölüm cezasına şiddetle karşı çıkan Olympe, kadınların konu ölüm cezasına gelince erkeklerle ‘eşit olduğunu’ hatırlatarak şöyle der: ‘İdam sehpasına çıkma hakkına sahip olan kadın, konuşma kürsüsüne de çıkma hakkına sahip olmalıdır.’

Giyotine giden ama yenilmeyen bir çığlık

Olympe, kadın- erkek eşitliğini savunacak ‘cüreti’ gösterdiği için idama mahkum edilir. 2 Kasım günü giyotine giderken şu sözleri haykırır: “Titreyin, çağdaş Tiranlar! Mezarımın derinliklerinden duyulacak sesim. Cesaretim, sizin daha barbar davranmanıza neden oluyor.”

Fatmagül Berktay, “Tarihin Cinsiyeti” adlı kitabında Olympe’nin giyotinle idam edilmesinin ardından 10 Kasım 1793 tarihli Le Moniteur Universal gazetesinin “Cumhuriyetçilere” başlığıyla verdiği haberde, bu idamların kadınlara “büyük bir ders” olduğunu belirttiğini anlatır. Ve gazete pek haklı bulduğu idamların gerekçesini şöyle açıklar: “Olympe de Gouges… Devlet adamı olmak istedi ve yasa onu, cinsiyetine yakışan erdemleri unuttuğundan dolayı cezalandırdı.” Olympe suçların en ‘büyüğünü’ işleyerek bir erkekle aynı imkanlara sahip olmak istemişti. Ve bu ‘suç’ asla kabul edilebilir değildi. Bağışlamadı egemenler Olympe’yi.

Ve dünden bugüne Olympe’nin kız kardeşleri bizler de bağışlamıyoruz, bağışlamayacağız eşitliğe giyotin vuranları.

Gazete Karınca

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Ekonomik kriz kadınların emeğine de göz dikti

Ağustos 12, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Jin News’in haberine göre Urfa’nın Birecik ilçesinde 18 işletmenin tamamının kadınlara tahsis edildiği Şire Pazarı’nda, ekonomik krizin ardından işletmelerin sayısı 6’ya düştü. Şire kelimesinin anlamı her ne kadar “üzüm ve diğer meyvelerin suyu” olsa da Şire Pazarı, Birecikliler için kurutmalık sebze ve pastırma çeşitlerine ulaştıkları önemli mekanlardan biri. Baharat, kurutmalıkların ve yöresel lezzetlerin hazırlanarak satışa sunulduğu Şire Pazarı’nda kadınlar, el emeği ürünlerinin satışı ile ekonomik kalkınmalarını sağlama mücadelesi veriyor.

Bahçelerden toplanan patlıcan, biber, domates ve kabak gibi ürünleri özel aletlerle oyup güneş altında kurutarak satışa hazır hale getiren kadınlardan Zeliha İncedağ, ekonomik krizden kaynaklı bu sene gözle görülür şekilde müşteri kaybı yaşadıklarını vurguladı.

‘Emeğimin karşılığını alamıyorum’

Ürünlerinin tamamının doğal olduğunu vurgulayan Zeliha, özellikle son 2 yıldır müşteri sayısında düşüş olduğuna dikkat çekti. Zeliha, “Özellikle son 2 yıldır müşterimiz olanlar bu sene bakıyoruz ki daha ucuza satış yapan dükkânlara yönelmiş durumda. Ekonomik krizden kaynaklı ne müşteri dükkânlara geliyor ne de işçilerimize verecek maaş bulabiliyoruz. Sabah saat 06.00’da başlayan mesaim akşam 21.00’a kadar devam ediyor. Dışarıya koyduğumuz tezgâhlarda kurutmaya bıraktığımız salçalık ürünleri, günde 6 kere karıştırıyoruz. Bu kadar emek eriyorum ancak emeğimin karşılığını alamıyorum” diye konuştu.

‘Kendime zaman ayıramıyorum’  

Yaptıkları işin çok zahmetli olduğunun altını çizen Zeliha, kendine zaman ayırmakta dahi zorlandığını kaydetti. Zeliha, “Mesela kurutmalıklar ve nar ekşisini müşteriye ulaştırmak için en az 4-5 gün emek veriyoruz. Yaptığımız iş çok zahmetli ve zor. Öyle günler oluyor ki evimde zaman geçirdiğimi, kendime zaman ayırdığımı bile hatırlamıyorum” dedi.

‘3 ay çalışıyoruz’

Pazar yerinden en çok turistlerin alışveriş yaptığını belirten Zeliha, şöyle devam etti: “Şire Pazarı’ndaki ürünleri Bireciklilere zaten satamıyoruz. Çünkü insanlar evlerinde yapıyor bu ürünleri. 3 aylık bir sezon çalışması yapıyoruz ve tüm kazancımızı da 3 ayda yaptığımız satışlardan sağlıyoruz. Yurtdışından gelenler oluyor en çok onlar alışveriş yapıyor. Burada satışını yaptığımız ürünlerin yaş halini gücümüz oranında gidip halden parayla satın alıyoruz. 5 kadın ve eşimin emeğiyle şu an bu işletmeyi ayakta tutuyoruz. Sağlık sorunları yaşıyorum fakat sigortamız yok, resmi tatilimiz yok, haftalık iznim yok. Dolayısıyla yaptığım emeğin karşılığını alamıyorum.”

Urfalı kadınlara çağrı 

Urfalı kadınlara çağrı yapan Zeliha, emeğin önemli olduğunu kaydetti. Zeliha, “Tüm zorluklara rağmen Urfalı kadınları çalışma yaşamına davet ediyorum. Zorluklar karşısında emeğinin mücadelesini vermek kadar güzel bir şey yok. Ben isterim ki Şire Pazarı’nda sezonluk değil her dönem açısından kadınların çalışabileceği işletmeler olsun ve kadınlar birbirlerine destek olsun” ifadelerini kullandı.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

68’den kavgası, aşkı ve tüm inanmışlığıyla geçen bir kadın: Şirin Cemgil

Ağustos 12, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Küçük yaşta ‘kendi başına’ kalan ve o başının dikine giderek mücaedele etmeyi öğrenen Şirin Cemgil, 68’lerin Ankara’sında tüm inanmışlığıyla koştu kavganın içinde. Çok âşık olduğu Sinan’ı da bu kentte tanıdı, tıpkı kavgayı olduğu gibi. Cinsiyetçiliğe, faşizme, kapitalizme karşı verdiği mücadeleyi ülke sınırları durduramadı. Bu hafta Tarihten Kadın Portreleri’nde 68 kuşağının unutulmaz devrimcilerinden Şirin Cemgil var; coşkusu, inancı ve matemi ile.

1968’li yıllar tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de devrim mücadelesinin ateşlendiği bir dönem, bir milattı. Bu dönemde öldürülen, inandığı kavga yolunda işkencelere maruz bırakılan, tutuklananların isimleri ise kulaktan kulağa anlatılageldi, ama eksik ama yetersiz. ’68 şüphesiz kadınların da mücadeleye en etkin biçimde katıldığı süreçlerden biri oldu. Meydanlardan cezaevlerine, amfiler ve fabrikalardan işkence tezgâhlarına götürülen kadınlar kararlı mücadeleleri ile not düştü tarihe. Bu kadınlardan biri de o dönemki mücadelesi, aşkı, inadı ve acılarıyla Şirin Yazıcıoğlu Cemgil’di.

Yoksul bir çocukluk

Şirin, 11 Mayıs 1945’te Denizli’nin Buldan kasabasında, 3 çocuklu bir ailenin en küçüğü olarak dünyaya gelir. Küçük yaşta halasının oğlu yazar Cengiz Tuncer’in kitaplığına dadanır. Ortaokula geldiğinde ise kasabanın kütüphanesinde bulunan bütün kitapları harf sırasıyla okumaya başlar. Şirin maddi zorluklar ile küçük yaşta tanışır. İleride bugünleri şöyle anlatacaktır:

“İlkokul üçe gittiğim yıl fark etmiştim, evde bazen parayla ilgili sorunların olduğunu. Babam bazen Diyarbakır’dan gelmez, para kazanmak için çok çırpınırdı. Buldanlı’nın malı satılmaz, mal durgunluğu olurdu, mallar birikirdi bir türlü satılmazdı. Bizim evde ise hep bir şeylerden kısılır, bazen para yüzünden tatsızlıklar yaşanır, hatta kavga çıkardı. O zaman karar verdimdi pek bir şey istememeye.” Tüm bunların farkındalığı ile çocuk yaşta alışır tutumlu olmaya.

Cinsel tacizle kendi başına mücadele

Şirin bunların yanında çocuk yaşta başka bir olayla daha karşılaşır ki bu mukayese edilemeyecek bir şeydir. Bir erkek çocuğu tarafından cinsel tacize uğrar. Ve bunu gidip annesi ile paylaşır. Annesinin tepkisi ise toplumla doğru orantılı olur: “Belki sana öyle gelmiştir.” Şirin ‘kendi başına’ mücadele etmesi gerektiğini anlar. Öyle ki Kuran kursundaki imamın tacizine uğradığında da bunu kimseye söylemez ve kursu bırakır.

Ortaokulun ardından eğitimine İzmir Kız lisesi’nde devam eden Şirin, burada karşılaştığı cinsiyet bazlı ayrımcılığa karşı öfkelenir. Daha doğrusu yıllardır içinde birikenler yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlar: “Bir kızın cebinden oğlanlardan birinin yazdığı aşk mektubu çıkınca, müdür kızlarla oğlanların tenefüste aynı bahçede bulunmalarını yasaklamış, yukarı bahçede oğlanların aşağı bahçede kızların dolaşacağını bildirmişti. Herkes kuzu kuzu karara uyuyor, haremlik selamlık dolaşıyordu tenefüste. Bu karar onurumuma çok dokunuyordu. Kasabada her yerde aile yeri ile sinemada “aileye mahsustur” tabelasıyla, camiide “kadınlar yeri”yle sınıfta kızlar sırasıyla bir şeyler yapmak istesen “sen kızsın” reddiyesiyle her durumda her vesile ile hissettiğimiz bu ayrımcılık okul bahçesinde de bu kadar belirgin hale gelince, büsbütün çekilmez oluyordu.”

Bu Şirin’in sisteme karşı ilk başkaldırısı olur.

Ertesi gün erkeklere ait olan bölümde dolaşmaya başlar. Bunu gören müdür, Şirin’i derhal yanına çağırır. Şirin ona, ‘yasaktan haberi olduğunu ancak bunu uygun bulmadığını’ söyler. Bunun üzerine müdür Şirin’i, ellerine cetvelle vurarak ‘cezalandırır’. Lakin Şirin’in bu karşı çıkışı etkili olur ve söz konusu yasak ertesi gün kalkar. Derken Şirin 1963’te liseyi bitirir ve Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazanır.

Sonuna kadar inanmış bir devrimci

Erkek egemen baskıya karşı gelişen başkaldırısı, sınıf ve sistemin bütününe karşı da yönelmeye başlar. TİP’e (Türkiye İşçi Partisi) üye olur. 1965’te Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun (FKF) kuruluş sürecinde yer alır ve üyesi olur. Kitap tutkusunu da beraberinde getiren Şirin, bir araya getirdiği kitaplardan yoldaşları için bir kütüphane yaratır. Diğer yandan da müziği çok seven ve sesi de güzel olan Şirin, dernek bünyesinde koro kurmak için çalışmalara başlar.

Necmiye Alpay, ‘Kadınlar Hep Vardı – Türkiye Solundan Kadın Portreleri’ kitabında Necla Akgökçe’ye, arkadaşı Şirin’i şu sözlerle anlatır: “Çok okuyan bir kadındı. Onunla ilgili yazımda da belirtmiştim. Arkadaşlarım arasında en çok okuyanlardandı. Ve tabii ki sonuna kadar inanmış bir devrimci.” Keza Demir Küçükaydın’ın Şirin hakkında anlattıkları da Alpay’ın söylediklerine benzer nitelikte:

“Aramızda pek az kadın arakadaş vardı ve bunların da adı bir şekilde konuşmalarda geçer, dolayısıyla gıyabi bir tanıma olurdu. Ankara’dan üç ismi o zamanlar duyduğumu hatırlıyorum: Gülay, Şirin ve Tebessüm (Sarp).”

Siyasi çalışmalarını soluksuz sürdüren Şirin amfiden gecekondulara, alanlardan yazı masasına koşturup durur. Şirin kendi okulundaki çalışmasının yanı sıra FKF’nin ODTÜ sorumlusu olarak da görevlendirilir. Şirin kendisine verilen bu görevi değerlendirirken örgüt içindeki yerini de şöyle anlatır:

“Ortadoğulularla böylesi pratik bazı çalışmaları birlikte yürütmek gerekiyordu. Hem de parti yanlısı tartışmaları yürütebilecek, iki tarafın da yöntemlerinde yer almamış nispeten bağımsız bir tutum sergileyebilecek ve süreci baştan beri izleyip, yaşamış biri gerekiyordu. Bu vasıfta ODTÜ’den “Partili” pek çok arkadaşımız vardı ama arada uğrasalar da doğrudan FKF çalışmaları içinde değillerdi. Bense FKF’nin tüm sürecinden haberdardım ve hem partili hem de FKF’liydim. Ama eleştirici bir konumu da hiç bırakmamıştım, tam tersi sanılsa da bir klikten değildim…” Şirin’in bu eleştirel tavrı sonrasında da devam eder. Devamlı mücadelenin içindedir, sorgular, kafasına yatmayanı dillendirir. Bu dönemde Hikmet Kıvılcımlı’nın yazılarına gömülür ve etkilenir. Ancak yeri gelir onu da eleştirmekten geri durmaz.

Şirin kavganın sıcağında

Şirin ilmek ilmek işler evvela kendisini. Bir arı özverisi, karınca titizliğiyle devrimci bir kadın inşa eder kendisinden. Sinan Cemgil ile tanışmadan bir yıl önce devrimciliği hayatının merkezine konumlandırmaya kesin karar veren Şirin, neleri göze alması gerekeceğini bir bir not eder kendisi için. Her madde üzerine düşünür, cevaplar soru(n)ların cevabını. Bu liste için; “Öyle üstün körü bir cevaplamak değildi bu. Bilinçli bir karar alış süreci idi…” der Şirin.

Listede şunlar yer alır:

Ölebilirsin,
İşkence görebilirsin,
Irzına geçebilirler,
Hapis yatabilirsin,
Kendilerinden yana oldukların, yani halk seni taşlayabilir,
Çocuk doğurmaman gerekebilir.

Bu maddeler arasında en çok halkın kendisini taşlama ihtimali ve çocuk doğurmama gerekliliği üzerine kafa yorar. Her şeye dayanılabilir belki ama uğruna ölümü göze alıp savunduğu insanların kendisini taşlaması ihtimali çok üzücüdür. Çocuk kısmına gelince ise bu da üzücü bir ihtimaldir Şirin için. Çünkü çocukları çok sever ve anne olmak aklının bir köşesindedir. Hem çocuk sahibi olan pek çok devrimci önder vardır. Bir bir hepsini geçirir aklından.

Lakin bir gerçek vardır ki bu devrimcilerin hemen hemen hepsi erkektir. Ve toplumuzun kadını kemiren normları kolay kolay değişmeye elvermez. Şirin ise kadın ve erkeği tıpkı mücadelede olduğu gibi özel hayatta da ki ikisi birbirinin içindedir eşit gördüğünden bunun mümkün olabileceğini düşünür. Tabi hayat tüm ‘acı’ partiğiyle ataerkiyi sürdürür ve önüne çıkarır Şirin’in. O da çareyi en ufak bir cinsiyetçiliğe dahi anında müdahale etmekte bulur: “Paltomu tutmak isteyenlerin ellerinden paltomu çekiştirerek alır, ya da onların paltosunu tutmaya kalkışır, daha ortalık kararmadan ‘seni istersen ben götüreyim’ diyenlere, ‘istersen ben götüreyim’ derdim.” Bu listenin ardından hayatını devrime göre tanzim eder. Sigarayı bırakır, 6 saat uyur ve delicesine okur.

Bir karşılaşma: Şirin ve Sinan

Günler, aylar ve bir yıl geçer. ODTÜ’deki görevine devam eden Şirin, 1965’te Sinan ile karşılaşır. Ve işte Şirin ile Sinan Cemgil’in yolu da böylece keşisir. Hayatta bazı karşılaşmaların yaşanması sonu ne olursa olsun zaruridir. Onlarınki de böyledir sanki. Kavganın soluksuzluğunda birbirlerinde soluklanırlar. Birbirlerine aşık olan Şirin ve Sinan, çıkardıkları ‘Dönüşüm’ dergisini satarken de beraber gözaltına alınır. Ardından büyük Varto depreminin ardından, kente giderek depremden zarar görenler için gönüllü olarak çalışırlar.

Şirin ile Sinan henüz öğrenciyken, 8 Şubat 1969’da evlenir. Bir yıl sonra 28 Ocak 1970’te çocukları dünyaya gelir. Oğullarına bir yıl önce Beyazıt Meydanı’nda öldürülen Taylan Özgür’ün adını verirler. Şirin’in yıllar önce oluşturduğu listesi yaşamının ortasındadır şimdi. Doğumu ölüm izler bu kez…

“Nurhak sana güneş doğmaz”*

1970 yılında, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Alpaslan Özdoğan, Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin’le birlikte Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun (THKO) kuruculuğunu yapan Sinan, dağlara çevirir. Sinan, 31 Mayıs 1971’de Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan ile birlikte gittikleri Nurhak Dağları’nda askerler tarafından katledilir. Bu sırada ağır yaralı olarak kurtulan Mustafa Yalçıner ise o anları, yargılandığı davada şöyle anlatır:

“(…) Çatışmada Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan’ın yaralı iken vahşice kurşunlandığını, benim de üzerime 50-60 metre mesafeden 15-20 mermi sıkıldığını, köylülerin olay yerine gelmesi nedeniyle, sonradan atılan mermilerle yalnız kolumdan yaralanarak şans eseri kurtulduğumu (…) belirtmek isterim (…)”

Şirin’in matemi

Bu ölüm ile birlikte Şirin’in kendi deyimiyle matem’i başlar. Acı da uğruna her şeyi göze aldığı devrim mücadelesi kadar yalın ve sahicidir çünkü. Şirin, Sinan’ın ardından onun hiç okumayacağı mektuplar yazmaya başlar. Şirin ve Sinan’ın aynı ideoloji için farklı yöntemlere inanmışlıkları vardır. Ancak bu birbirlerinin hayatına müdahale edip, baskı kurmaya dönük olmamıştır hiç. 9 Ağustos 1971 tarihli mektupta, Sinan’ın ardından kendisini eleştiren hatta bunun da ötesine geçip onu dışlayan yoldaşlarına sitemini anlatır.

“Ben seni pasifize etmişim Sinancım. Şu işe bak sevdiğim… Benim devrimciliğime, beni tanımadan olaylara bakıp, değerlendirme yapmadan ucuza yapılan şu hareketlere bak… Bu kadınları ikinci derece vatandaş olarak görme eğiliminden başka bir şey değil… İnsan devrimciliğini yaptığı işlerle ortaya koyar, hayatıyla bir de.” Sinanların öldürülmesinin ardından gözaltına alınan Şirin, bir süre cezaevinde tutuklu kalır.

70’li yılların başında önce Vatan, daha sonra Sosyalist Vatan Partisi üyesi olarak aktif siyasi mücadelede yer alır. Hukuk Fakültesi’nden mezun olunca bir süre mesleğini yapar. 1978’de Mehmet Özler ile evlenen Şirin 12 Eylül 1980 darbesinde gözaltına alınarak tutuklanır ve ağır işkencelerden geçirilir. Cezaevinden çıktıktan sonra eşinden ayrılarak Nisan 1981’de yurtdışına çıkıp, önce İsviçre Zürih, sonrasında Almanya’da Duisburg’a yerleşir. İlerleyen yıllarda Hikmet Kıvılcımlı hareketiyle bağını koparır. Ancak politik faaliyetlerini ve mücadelesini hiç bırakmaz. Burada siyasi sığınmacı olan Şirin, Türkiye’ye ancak 2000 yılında gelebilir.Tekrar Almanya’ya dönen Şirin, anılarını ve Sinan’ı anlamakt için kağıt kaleme sarılır. Ancak kitabı tamamlayamadan 17 Nisan 2007’de bağırsak düğümlenmesine bağlı bir komplikasyon sonucunda Duisburg’ya yaşamını yitirir.

“Şirin hiçbir zaman başkasının çantası olmadı”

Şirin şimdi vasiyeti üzerine defnedildiği Sinan’ın yanında yatıyor. Ölümünün ardından tamamlayamadığı kitabını ise oğlu Taylan yayımladı. Şirin o kitapta yaşama, yoldaşlarına ve arkadaşlarına duyduğu sevgi ve kaçınılmaz olarak yaşadığı acıyı da anlatmıştı:

“Hem arkadaşım hem de yoldaşım olan insanlar öldüler. Ondan sonra da arkadaşlıkla yoldaşlığı birleştirmeye çalışmakla geçti ömrüm. Ama birleşmediler. Birleşemezlerdi. Köprülerin altından akan sular bölmüştü bu iki alanı çoktan.

Devamlılık ve kendi kuşağı ile arkadaşlık doyurucudur ancak. Leb demeden leblebiyi anlar çoğu zaman kendi kuşağı insanın. Ortak bir dil bir atmosfer. Benimse sürekliliği bölen bir şeyler vardı ömrümde her zaman. Belki herkes için de böyledir. Çocukluğumun arkadaşlıklarını onların İstanbul’a göçü böldü. İlk gençliğimin arkadaşlıklarını bölen ise benim İzmir’e yatılı okumaya gidişimdi. Arkadaşlarımın kasabaya mahkûm oluşu bir de.”

Şirin, tek başına bir kadın olarak inandı sosyalizme. Sinan’dan önce, birlikteyken ve sonra hiç geçmedi kavgadan. Elbet ikisinin brilikte anılması ne tuhaf ne de kötüdür. Saygı duyulacak belki imrenilecek bir ilişkidir hatta bıraktıkları. Sadece arkadaşı Fehmi Erbaş’ın Şirin’de bahsederken söylediği bu sözü de unutmamalı: “Şirin hiçbir zaman ne kocasının ne de başka birinin çantası olmadı.”

(*) Nurhak Katliamı’nın ardından öldürülenler için yazılan bir türkü.

Kaynaklar

“Kadınlar Hep Vardı – Türkiye Solundan Kadın Portreleri” içinde “Şirin Cemgil: Sıkı Bir Kadın, İnanmış Bir Devrimci – Necla Akgökçe”, Hazırlayan: Feryal Saygılıgil, Dipnot Yayınları

“Sinança: Şirin Cemgil, Sinan Cemgil’i Anlatıyor”, Şirin Cemgil, Ayrıntı Yayınları

Gazete Karınca

Share
. tarafından

DEDEF Dersim’deki orman yangınlarını protesto etmek için yapacağı eyleme çağrı yaptı

Ağustos 17, 2018 de ANASAYFA . tarafından

 

Dersim’in Hozat İlçesine bağlı onlarca yerde TSK tarafından yapılan bombardıman sonucu çıkan yangınlardan dolayı ormanlar cayır cayır yanarken halkın yangınlara müdahale etmesine ise askerler tarafından izin verilmiyor.

Dersim Dernekleri Federasyonu(DEDEF) bir açıklama yaparak Dersim’deki orman yangınlarını protesto etmek için yarın yapacakları eyleme çağrı yaptı. DEDEF tarafından yapılan kısa çağrıda ‘’ Dersim dört dağ içinde dört dağ ateş içinde, yaşam alanlarımızı canlı ve cansız varlıklarla birlikte yok ediyorlar. Sesimize ses katın, 16 Ağustos saat: 19.30 Beyoğlu Galatasaray Lisesi önünde buluşuyoruz’’ ifadelerine yer verildi.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Çadır kentlerde, fuhuşa zorlanan kadın ve çocuklar için dayanışma çağrısında bulunuldu!

Ağustos 17, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Urfa’daki kadın kurumları, BM Mülteci Yüksek Komiserliği’ne çağrıda bulunarak, Telhamut Çadır Kent’te yaşanan fuhuş skandalı iddialarının araştırılmasını istedi.

Tevgera Jinên Azad (TJA) Urfa bileşenleri ve Yaşam Evi Kadın Dayanışma Derneği, Telhamut Çadır Kenti’ndeki fuhuş skandalına tepki gösterdi.
Jinnews’de yer alan habere göre,Yaşam Evi Kadın Dayanışma Derneği’nde düzenlenen basın toplantısında açıklama yapan Dernek yöneticisi Sevinç Özipek, sistemli bir politika olarak kadının fuhuşa sürüklenmesinin Telhamut Çadır Kenti’nde bir kez daha karşılarına çıktığını ifade ederek, “Görüntü ve ses kayıtları ile desteklenen bu iddialar için henüz resmi kurumlardan hiç bir açıklama yapılmamıştır. Savaş mağduru kadın ve çocukların bu şekilde fuhuşa sürüklenmesi kabul edilir bir durum değildir” dedi.

Özipek, sivil toplum örgütlerine şu çağrıda bulundu: “Bu sürecin hep beraber takipçisi olalım ve bu fuhuş çetelerine dur diyelim.”

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Evrim Konak’tan mektup:’’Adaletin, Hukuk’un olmadığı bir ülkede ancak haksızlığa, eşitsizliğe karşı toplumsal mücadele verilir’’

Ağustos 17, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Hapishanelerde devrimci tutsaklara yönelik tecrit, baskı ve hukusuzluk her geçen gün artarak devam ediyor. Bu saldırı ve hukuksuzluğun yaşandığı yerlerden biri de Gebze Kadın Kapalı hapishanesidir. Gebze Kadın Kapalı Hapishanesinde tutsak bulunan SMF’li Evrim Konak’ta baskı, işkence ve hukuksuz saldırılara defalarca kez uğrayan devrimci tutsaklardan biridir. Normal koşullarda Eylül 2018 tarihinde tahliye olması gereken Evrim Konak, hakkında açılan yeni davalar ve cezalar nedeni ile tahliye edilmeyerek yaklaşık bir yıl kadar daha keyfi olarak hapishanede tutulacaktır.

Bütün bu saldırı ve hukuksuzlukları teşhir etmek ve kamuoyu duyarlılığı oluşturmak için Evrim Konak tarafından gazetemize bir mektup yollandı. Evrim Konak tarafından gelen mektubu önemli olduğu için olduğu gibi yayınlıyoruz.

‘’Mektubuma yıllar evvel yaşanmış bir hikâye ile başlamak istiyorum. Mayıs’ın en kızıl günü olan, 18 Mayıs’ta İbrahim Kaypakkaya’yı anmak için yürüyüş halinde olan kitleye kolluk kuvvetleri saldırıp dağıtmaya çalışır. Yapılan saldırı sonucunda kalabalık sağa-sola kaçışmaya başlar. Ve bu esnada İbrahim Kaypakkaya’nın bazı posterleri yere düşer. O ana kadar kaldırımda durup kitleyi izleyen Dersimli Musa amca, gidip posterleri yerden alır. İki eliyle birlikte havaya kaldırıp yürümeye başlar. Polis “kibarca”(!) gelip Musa amcayı gözaltına alır. Önce karakola, ardından savcılığa, savcılık ise mahkemeye sevk eder. Musa amca “Suçu ve suçluyu övmekten” yargılanır. Hakim: “Musa Bey ‘suçu ve suçluyu övmekten burdasın’; “evet”; “Eyleme katıldınız mı?”; “Hayır”; “Posterini taşıdığınız kişiyi tanıyor musunuz?”; “Onu kim tanımaz ki hakim bey, bütün dünya tanıyor.” der. Hakim bir süre Musa amcaya bakar ve tekrardan dosyayı karıştırmaya başlar. Nitekim bir yıl ile cezalandırılır. Musa amca, kararı dinledikten sonra cebinden çakmağını çıkartıp yerlere tutar. Hâkim şaşkın bir ifadeyle: “Musa bey ne yapıyorsunuz?”; “Adalet arıyorum hakim bey, adalet” der. O gün Musa amcanın kaybettiği adaleti bugün herkes aramaya başladı. Oysa ki vicdanlarını kaybetmişlerin, adil karar vermesini beklemek, iyimserliğe hizmet etmekten ve adaletsizliği büyütmekten başka bir şey değildi. Hukuksuzluğun alışıla geldiği ülkemizde, cılız olan hukukun, şimdilerde hepten yok edildiği bir süreçten geçiyoruz.

Elbette adalet beklemek en başta ayrımcılığa ve haksızlığa uğrayanlar hakkıdır. Zira faşizmden adalet çıkmayacağını artık görmemiz gerekir. Ve bu mektubu yazmamı koşullayan, adalet beklentisinden ziyade; hukuksuzluğu teşhir etmek ve kendimize karşı adil davranmayı; ‘suçu’ kendimizde zamanın, zulüm uygulayanlarını cesaretlendirdiğini ifade etmek için yazıyorum. Oysa ki bizler sadece düşündüğümüz gibi yaşamaya çalışıyoruz. Bu da ‘suç’ olmasa gerek…

Sevgili dostlar;

Kısaca kendimden bahsedecek olursam; 2011 yılında beş arkadaşım ile birlikte “MKP örgütünün talimatları doğrultusunda eylemler (1 Mayıs, 8 Mart, Newroz) düzenlemekten” ve “Örgüte üye olmaktan” gözaltına alındık. Üç ay içinde mahkememiz görüldü. 2. Celsede savunmalarımız devam ederken savcı mütalaayı okudu. (Bu arada, ceza savcısı dahil, mahkeme heyetinin tamamı ‘’FETÖ’cü oldukları gerekçesiyle tutuklandılar) Ve ikinci celsede mahkeme süreci sona ermiş oldu. Beş kişiye toplamda 56 yıl ceza verildi. Usulsüzlüklerle dolu olan dosyamız hala AYM’de beklemektedir. Kimi arkadaşlarımız tahliye oldu. Kimilerimiz ise ‘ceza’sının bitmesine haftalar ve aylar kala ‘yeni’ cezalar eklendi. Üyelikten verilen dokuz yıllık ‘cezam’ 03.09.2018’de sona erecek. Fakat 2011’de derneğimize (Demokratik Haklar Derneği) yapılan operasyon sonucu, demokratik eylemlerde kullandığımız resim ve dövizler ‘suç’ sayılmış ve ‘Dernekler Kanununa Muhalefet’ “suçu” işlediğimiz adı altında, başkan olduğum gerekçesiyle 1 yıl daha ceza verilmişti. Altı yıl sonra yarı oranında onaylanmış bir şekilde müddetnameye eklendi. Yasaya göre Dernekler Kanununa Muhalefet, adli dava kapsamında ve altı yıl ay yatarı yoktur. TCK’nın 58 (1) maddede yer alan 6., 7., 8., 9. Fıkralarında açıkça yazılmasına rağmen, denetimli serbestlik hakkı bana tanınmamaktadır. Neden? Her iki “ceza”nın birleştirildiği, içtimaların ayrı ayrı yapılmadığı ve müddetnamenin çözülmesi gerektiği ifade ediliyor. İtirazım haklı bulunmasına rağmen, yapılan hukuksuzluk ne Malatya 3. ACM tarafından ne de Gebze Ceza Savcısı tarafından giderilmiyor. Elbette hakkımı aramam için yöntem de sunulmaktadır(!) Denetimli serbestlik için hakimliğe başvuracağım red gelirse (ki gelecektir) ACM’ye baş vuracağım – Devlet kurumlarına giden yollar çözümsüzlük taşları ile örüşü olsa da, mücadele etmeye devam edeceğiz. Koğuş arkadaşlarım ve ailem ile birlikte var olan hukuksuzluğu düzeltmeye çabalarken, “yeni” bir ceza ile mazgalımıza geldiler.

09.04.2015 yılında hastaneye götürülmek üzere kapıaltı denilen yerde, dış güvenlikten sorumlu askerlerin üst araması dayatıldı. Rutin uygulamada üst aramasını hapishane personeli yapmaktadır. Ama Gebze’de ara ara bizleri terörize etmek ve ceza verdirmek için, “ordan-burdan talimat geldi.” Denilerek, jandarma tarafından üst araması dayatılır. Keyfi, baskıcı ve militarist zihniyete dayalı olduğu için kabul etmiyoruz. İki yıl boyunca tedavilerimiz engellendi. Mahkemelere şiddet ve işkence yapılarak götürüldük! Vücudumuzdaki darp, çürük, kesik yaralar revir raporlarında mevcuttur! Hapishane idaresi, revir doktoru, hakim ve savcılar bize yapılana tanıklar. Durum bundan ibaret olduğu halde, bizler ısrarla diyalog yolu ile mevcut sorunu çözmeye çalışıyorduk. O gün de jandarma astsubayı N.Ç. ile aramızda bir tartışma yaşandı. Aramayı kabul etmediğim takdirde hastaneye götürmeyeceğini ifade edince bende tedavi hakkımı engellemeye hakkı olmadığının itirazında bulundum. Zira, N.Ç., C. Başkanının talimat verdiğini, avukatlar da dahil bundan böyle herkesin üstü aranacak, dedi. O günde İstanbul “Adalet Sarayı”nda ciddi bir müdahale olmuştu. “Gün faşizm günüdür. İster tutsak ister avukat olunuz, saldırının özü biçimi değişmiyordur. Ve maalesef ki keyfiyetçi zihniyete karşı çıktığımız için bizlere de hapis cezası verilmektedir. C. Başkanı yasalar üstü değil” dediğim için ceza verildi.

“Bir asker olarak neden yasalara uymuyorsun. Ve Erdoğan talimat verdi diye arama dayatıyorsun?” demiştim. Bu sözlerim manipüle edilerek “Hırsız Erdoğan’ın avukatı mısın? Zaten her şey o hırsız C. Başkanı yüzünden oluyor. Hırsız AKP’nin, hırsız C.başkanı” diye tutanak tutulmuş. Aynı cümleler, kes kopyala yöntemi ile tanık olarak gösterilen gardiyanlardan B.S., İ.O., ve B.İ.’de tekrar etmişlerdir. Tıpkı dışarıda olduğu gibi, binlerce insan hakaretten tutuklanıp hapse atılırken, içeride olanın en pasif bir hak arayışının bedeli ise “yeni” hapsi cezaları verilmektedir. Elbette kendileri tarafından ifade edildiğine göre, bilinçaltlarının tezahür edilmesi olarak okuyoruz. Bu meselenin realitesi konusunda kuşkumuz olmasa da, uğradığımız baskılar karşısında da kendimizi ifade etmenin aracına dönüştürmüyoruz. Bu ülkenin tek tipçi tarihi Erdoğan’ın icraatlarından daha eskidir. “Hukukun üstünlüğü”, “yargının bağımsızlığı” gibi ifadelerin pratikte altının doldurulmadığını görmek için, ülkenin geçmiş tarihine bakmak yeterlidir. Bütün bunlar atlanarak, tek başına “herşeyin sorumlusu Erdoğan’dır” gibi çarpık bir siyasi anlayışımız yok. Bu nedenle, yalan beyanlarla, yalancı şahitlerle, haksız ve hukuksuz kararlarla, ülkeye fayda sağlamayacaklarını bir kez daha ifade etmiş olalım. Tutsaklar aleyhine gelip mahkemelerde yalancı şahitlik yapan, gardiyanların üç kuruşa hangi şartlarda çalıştıklarını görüyoruz. Emin olsunlar ki Erdoğan’ın buna ihtiyacı yoktur. Nerde çalışılırsa çalışılsın, vicdanlı ve insani bakmak mümkün.

Bu meselelerde yaptığımız hiçbir suç duyurusuna kovuşturmada yer verilmedi. Bu olayda da itiraz ve taleplerim (Kamera görüntülerinin incelenmesi; müştekiye ve tanıklara soru sorma vs.) red edildi. Beş celse boyunca saldırı altında mahkemeye götürüldüğüm halde mahkeme provokasyonu görmezlikten geldi ve 10 ay “ceza” verdi. Yaklaşık iki yıl önce arkadaşım Eylem Baş’a “askere hareketten” ceza verildi, keza Erdoğan’a hakaretten Özlem Aydın’ın dosyası da aynı şekilde, iki yıla yakın olduğu halde, hala onaylanmış değiller. Çünkü bu arkadaşlarımızın daha on beş yıl cezaları mevcut. Tahliyelerine günler, aylar, hatta saatler kala, “yeni” cezalar getiriliyor. Tahliye olan kimi arkadaşlarımız, kapıdan alınıp başka bir hapishaneye götürülüyor. Elbette bütün bunların temeli ideolojik saldırıya dayanmaktadır. Devrimci tutsakları, fiziksel, psikolojik ve ideolojik amaçlı, yıpratma ve hapisten çıkartmamaya hizmet ediyor.

Bugüne kadar “cezası” bir yılın altına düşen hiçbir kadın arkadaşımız denetimli serbestliğe gönderilmedi. Başvuruda bulunan arkadaşlarımıza pişmanlık yasası adı altında, “örgüt ortamından ayrılma” dayatıldı. Örnek vermek gerekirse, Erdoğan’a hakareti örgüt adına yaptığım söylenerek, denetimli serbestlikten faydalanamayacağım ifade ediliyor. Yani dün “Gidin 1 Mayıs’ı, 8 Mart’ı örgütleyin(!) talimatı veren” örgüt bugün “Erdoğan’a hakaret edin” talimatı veriyor(!) Yargının geldiği  nokta bu işte.

Bütün bunlar yapılırken “Adalet bekliyorum” diyebilir miyim? Adaletin, hukukun olmadığı bir ülkede, sadece ve sadece haksızlığı, eşitsizliği, yargının tarafgirliğine karşı toplumsal mücadele verilir. Ezilenler olarak, haklı ve güçlü olduğumuza olan inancımızı yitirmemeliyiz. Sistem kurumları karşısında, kendimizi, çocuklarımızı “suçlu” görmeyi bırakmalıyız. Biz tutsaklara verilen “cezalar” haksızca hukuksuzcadır. Yersiz eylemler yaptığımızdan ya da ağzımızdan çıkan sözlerin bilincinde olmadığımızdan değil kendi “suçlarına”; yaptıkları işkence; uyguladıkları hak gasplarına örtü yapmak içindir.

Biz tutsaklar hiçbir zaman kendimizi yalnız hissetmedik. En başta ailelerimiz olmak üzere, bütün duyarlı kesimlerin tutsakların sesine ses olduğunu biliyoruz. Bugün bir kez daha, yaptıkları suçları meşru göstermelerine müsaade etmeyelim. Bizler haklıyız ve birlikteyken daha fazla güçleniyor; haksız, hukuksuz ve adaletsizliğe karşı sesimiz daha bir gür çıkıyor. Bu süreçteki saldırıların bilincine varmamız, bu günleri göğüslememizi kolaylaştıracaktır. Aksi durumda umutsuzluk ve korku çığ gibi büyür içimizde.

Tekrardan selamlar, saygılar.

Umutla, dirençle, özgür yarınlarda  buluşmak üzere.’’

Evrim Konak

Gebze Kadın Kapalı Hapishanesi

 gazetepatika8.com

 

Share
. tarafından

BİR HAYKIRIŞTA SEN OL

Ağustos 21, 2018 de ANASAYFA . tarafından

On yıllardır acıları, öfkeleri, özlemleri ve umutları için sürdürdükleri eylemleri, insanlığın adalet ve onur mücadelesinin birer mevzisine dönüşen Cumartesi Anneleri bu hafta 700. kez Galatasaray’da.

„Kızlarımızın, oğullarımızın, kardeşlerimizin,  eşlerimizin hatta anne ve babalarıımızın bizlere dönmelerini bekliyoruz“  diye adalet arayışında umutlarını 700.kez haykıracaklar.

Plaza de Mayo‘dan Galatasaray Meydanına uzanan, tarihin en uzun ve en güçlü direnişinin sahibi Cumartesi Anneleri  ile zulüm ve katliamların durmasıı için,

işkencede, sokaklarda, hapishanelerde, gözaltında kaybettirilen evlatlari için „Faili Meçhu ” densede faili belli olan sorumluların yargılanması için,

Baskıya, zulme ve bütün katliamlara karşı adaletin sembolü olma onuruyla 700. Kez oturacaklar Galatasaray Meydanında. ..

Her türden şiddetti üreten ve hergün aramızdan birilerimizi hedef seçen sisteme karşı Cumartesi Anneleri’nin yanında olup omuz omuza  direnmek için her yerde meydanları dolduralım

Bizler ADKH olarak başta üye ve taraftarlarımız olmak üzere tüm devrimci demokrat kurum ve kamuoyunu Cumartesi Annelerinin 700.kez haykırışını yükseltmeye çağırıyoruz. ..

ADKH 11. Dönem Komisyonu

Share
. tarafından

IŞİD’li hâlâ Almanya’da, o Irak’a döndü: İşkencecisiyle karşılaşan Ezidi kadın anlattı

Ağustos 23, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Çeviri-Derleme: Lokman Sazan


Irak’ta IŞİD’in esaretinden kaçan Ashwaq Ta’lo, Almanya’da Stuttgart’a yakın bir kasabada güvenli bir yaşam sürdüreceğini düşünüyordu. Fakat Şubat ayının bir akşamında Ashwaq okuldan eve dönerken bir araba önünü kestiğinde bu düşüncesi değişti.

Hafif sakallı bir adam arabadan dışarı çıktı ve daha iyi görmek için gözlüğünü çıkarıp kadına yaklaştı ve “Sana bir şey sorabilir miyim? Adın Ashwaq mı?” diye sordu.

Bu, Ashwaq’ın bir daha göreceğini düşünmediği bir yüzdü. Adam, 2015’te Irak’taki köle pazarından Ashwaq’ı 100 dolara satın alan Abu Humam diye bilinen IŞİD üyesiydi.

Almanya sokaklarında ‘özgür’ bir IŞİD’li

Ashwaq’ın işkencecisi olan bu adam, Avrupa’ya sızmış çok sayıda şiddet yanlısı cihatçıdan yalnızca biri.

Abu Humam isimli adam şimdilerde, her türlü şiddete maruz bıraktığı insanlarla birlikte Almanya’da mülteci olarak ‘özgürlüğün’ tadını çıkarıyor.

Karşılaşma anı

O karşılaşma anını anlatan Ashwaq, Humam isimli IŞİD’liye “Hayır. Ben Ashwaq değilim, öyle birini tanımıyorum” demesine rağmen, onun, “Hayır. Sen Ashwaq’sın. Biliyorum. Bana yalan söyleme” dediğini söylüyor.

Ashwaq panikleyince erkek kardeşinin evine doğru koştuğunu, Abu Humam’ın da onu takip ettiğini aktarıyor.

Bu karşılaşma Ashwaq’ı ‘barışçıl’ Almanya’dan savaştan zarar gören Irak’ın tozlu yollarına geri dönmesine neden olmuş.

Irak’taki IŞİD vahşeti

Ashwaq ve 77 kişiden oluşan akraba çevresi, IŞİD, Irak ve Suriye sınırını işgal etmeden ve birçok insanı canından etmeden önce, Irak Kürdistan’ında bir köyde yaşıyorlardı.

Ancak IŞİD’in katliam ve yağması nihayetinde Ashwaq ve ailesinin yaşadığı köye de ulaştı ve cihatçılar ailesinin evinin etrafını sarıp bütün aileyi esir alarak onları birbirinden ayırdı.

IŞİD, Ashwaq ile birlikte 7 kız çocuğunu alıkoydu. “Bizi annemizden babamızdan ve kardeşlerimizden ayırdılar, 8 yaşındaki kız çocuğunu bile alıkoydular” diye anlatıyor Ashwaq.

“Kaçmaya çalışıyorduk ama elimiz ayağımız bağlıydı. Gözlerimizi kapatıp tecavüz ediyorlardı. Sonra da bizi gittikleri her yere götürüp canlı kalkan olarak kullanıyorlardı.”

“IŞİD’in ailelerimizi bizden koparması hayatımda yaşadığım en kötü andı” diyor Ashwaq ve IŞİD’in eline geçtiğinde henüz 15 yaşındayken, “Tecavüze ve işkenceye maruz kalacağımı biliyordum” diye ekliyor.

Ashwaq köyünden 100 dolara Abu Hamam’a satılacağı Irak’ın kuzeyinde bulunan Baaj kasabasına kamyonetle götürüldü.

“Beni özgür bırakması için elimden geleni yaptım. Fakat o bana ‘Bütün Ezidi kadınları köle olarak kullanmamız ve tecavüz etmemiz gerektiği emredildi’ dedi. Fakat yine de hayatımıza son vermek için sürekli yakıt ya da bıçak, makas gibi keskin bir şeyler aramaya devam ediyorduk. Fakat hiçbir şey bulamadık.”

Müslüman olmaya da zorlanan Ashwaq, bir yılın sonunda kaçmayı başardı ve mülteci sıfatı ile Almanya’ya yerleşti.

“Eğer orada kalsaydık onların bizi öldüreceklerini biliyorduk. Çünkü onlar IŞİD’li ve caniler” diyor Ashwaq.

Alman yargı makamlarının tutumu: “Paylaştıkları değerli değil”

Ashwaq, Abu Humam’la Almanya’da karşılaşınca polise şikayette bulunmasına rağmen soruşturma için bir buçuk ay bekletildiğini söylüyor. “Soruşturma açıldığında da hiçbir şey bulunmadığı söylendi bana” diyor.

“Bana tecavüz eden kişi nasıl benim sahip olduğum aynı haklarla burada yaşayabilir?” diye belirtiyor Ashwaq.

“Federal savcı bana ellerinden geldiği kadar soruşturmayı yürüttüğünü söyledi. Fakat benim tarifimle Abu Humam’ı tespit etmelerinin mümkün olmadığını söyledi” diyor.

Zaten Federal Savcılık Sözcüsü Frauke Koehler de “Genç kadınla görüşme yaptık fakat paylaştığı bilgiler değerli değildi” sözlerini sarf ediyor.

Almanya’yı terk ediş, Irak’a geri dönüş

Yaşananların ardından Ashwaq tekrar savcılık tarafından çağrılsa da o, çoktan Almanya’yı terk eder.

Ashwaq, kendisine cinsel saldırıda bulunan kişiyle karşılaştıktan sonra Irak’taki akrabalarının yanına gider. Ailesi ise Almanya’da kalır.

Almanya’da kalan aile Ashwaq’a yalvarmasına ve Alman hükümetinin sonunda gereğini yapacağına dair garanti vermesine rağmen, Ashwaq geri dönmeyi reddeder.

“Onurum, Almanya’da kalmaktan daha önemli” diyor Ashwaq ve ekliyor:

“Hayatımı, onurumu korumak ve IŞİD’den kaçmak için bir kenara attım ve yaşadığım ıstıraptan sorumlu olan adamın orada özgür bir şekilde yaşadığını bilmelerine rağmen benim Almanya’da kalmamı istiyorlar öyle mi?”

“İstediğim tek şey güvenli bir yerde yaşamaktı fakat eğer orada IŞİD’le karşılaşıyorsam her zaman beni tekrar inciteceklerinden korkuyorum. Bu yüzden orada duramam.”

gazetekarinca.com

Share
. tarafından

Pakistan’da trans kadın işkence edilip öldürüldü

Ağustos 23, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Pakistan’ın Peşaver şehrinde trans bir kadın silahla vurularak öldürüldü.

Pembe Hayat’ta yer alan habere göre ismi açıklanmayan kadının cenazesi Bara Kapısı civarında bir çuvalın içinde bulundu.

Polis, kadının silahla vurulmadan önce işkenceye maruz bırakıldığını açıkladı.

Cinayetin ardından şüpheli bulunan biri trans kadının ev sahibi olmak üzere iki kişi tutuklandı.

‘Adalet istiyoruz’

Olayın ardından açıklama yapan Pakistan yerelindeki trans örgütlenmesi Trans Action Pakistan, 2015’ten bu yana 62. trans cinayetinin meydana geldiğini belirterek, bunun önüne geçilmesi gerektiğini ifade etti.

Kadının öldürülmesinin ardından kentte pek çok eylem düzenleyen trans aktivistler, polisten koruma talebinde bulunduklarını ancak polisin kendilerini korumadığını kaydetti.

Görevlerini yapmadıkları için polislere karşı slogan atan trans kadınlar, aynı zamanda öldürülen arkadaşlarını andı ve “Adalet istiyoruz” yazılı pankartlar taşıdı.

Yasalar yetersiz ve etkisiz

Öte yandan Pakistan, Mayıs ayında transları koruyan bir yasa çıkarmıştı.

Bu yasa ülkede yaşayan translara yönelik ayrımcılığı yasaklarken, herhangi tıbbi ve psikolojik bir müdahaleye gerek kalmadan kimlik kartında bulunan cinsiyet ibaresinin değiştirilebileceğini de belirtiyordu.

Bunun yanında Pakistan’da gerçekleştirilen genel seçimlerde beş trans aday bulunuyordu.

Ancak translar, yasaların uygulamada yetersiz kaldığını söylüyor.

gazetekarinca.com

Share
. tarafından

PAZAR

Ağustos 23, 2018 de ANASAYFA . tarafından

 

O gün horozlar ortalık ağarmadan öttü. Anladım ki kurdun ağzında güvercin kanı var. Kalktım, ışığı yaktım. Baktım, yandaki boş odanın toprak zeminini karınca ölüleri kaplamış. Mübarek Mushaf-ı Reş, duvardaki yerinden karınca ölülerinin üzerine düşmüş. Altın varak kaplamasına karınca ölüleri yapışmış. Uğursuzluğu sezdim. Alnım daraldı, uyuyamadım. Pencereye gittim. Küçük kuşun küçük kafeste büyük rüyalar gördüğünü gördüm, kafesten çıkardım. Pencereden yıldız oymaklarına baktım. Karanlığı dinledim. Köpekler ilkin uludu, sonra havlamaya başladı. Ardından bombalar patladı, kurşun cayırtılarıyla ırgalandı köy. Anladım ki basıldık.

Şahit bin Car’ın soyuna düşman olan Kara libaslı cihatçılar, köyün havlayan, hamle eden bütün köpeklerini vurdular. Evin küçük pisingi acı acı miyavladı. Kuş kafese girdi. Açılmayan kapılar kırıldı. Evlerde ne kadar insan varsa, hepsini dışarı çıkarıp, köyün meydanında topladılar. Korkmuş, küçülmüştük. Etrafımızda dokuz on araba vardı, ışıklarını bize çevirmişlerdi. Erkekleri kadınlardan, çocuklardan ayırdılar. “Şeyhiniz, piriniz kim?” dediler. “Pir benim, merhamet edin,”dedi, dayım. “Niyetimiz temizdir, dara çekmeyin.” Dayım mübarek bir adamdı, Kadire Mihrani’nin soyundan gelmeydi. Laleş’teki Hallaç Makamı’nı her ay ziyaret ederdi. Önce dayımın,sonra da diğer erkeklerin ellerini arkadan bağladılar, köyün üst tarafındaki küçük tepeye, mukaddes ağacın altındaki taşlıklara götürdüler. Şêx Adîyê Şamiyê Kurrê Misafir’in ruhuna misafir olan göçmen kuşlar kaçtı. Yüreğimiz tüfek sesleriyle parçalandı. Ağladık, bağırdık, saçımızı başımızı yolduk. Fayda etmedi.
Üstü açık iki kamyon geldi. Yaşlı kadınlarla çocukları bir yana ayırdılar. Bunlar köyde kalacak dediler. Beş altı yaşından yukarı kızlarla genç kadınları bileklerinden kendirlerle birbirlerine bağlayıp kamyonlara doldurdular. Yalvardık, yakardık fayda etmedi. Ben, on yaşındaki kızımla aynı kamyona bindirildim. Biri kız, biri erkek, iki çocuğum köyde kaldı, kanlı cesetlerle beraber. Hayvanlarımızın bir bölümünü iki kamyona yüklemiş, geride kalanları da sonradan öğrendiğime göre Fellucalı bir tüccara satmışlardı.
Tekbir seslerini dinleye dinleye ana yola girdik. Şafak aydınlığı, yolu yılan derisi gibi parlattı. Baktım arkamızda önümüzde kara bayraklı, küçük arabalar. Herbirinin üzerinde bir makinalı tüfek. Bizi, kara kaderimizle beraber Musul’a getirdiler. Bir okulun önünde durdurdular. Okulun bahçesinde tanklar dizilmişti. Çevresinde silahlı cihatçılar vardı. Bizi kamyonlardan indirdiler. Kendirlerimizi çözdüler, yan yana dizdiler. Kızları kadınlardan ayırdılar. İlkİn kızları, sonra da bizi cihatçıların arasından geçirip okula doldurdular. Tavırları yumuşaktı. Lakin bakışları, çeneleri hoş değildi. Kızımı benden ayırmaları beni iyice yıkmıştı.
Okulda üç büyük oda vardı. Kızlarımızı koydukları odanın yanındaki odaya doldurdular bizi. Koyun ağılında bir koyun olduğumu anladım. Odada, bizden önce Sincar dağlarının eteğindeki Korşo köyünden getirilmiş altı kadın daha vardı. Duvar dibindeki sıralardan kalkıp bize yer verdiler. Oda sıkış sıkış dolmuştu.
Altı kadının, hele de Tel Afer’li yeşil gözlü kadının anlattıkları, acılara gark etti, içimizi kanattı. Az sonra kapı açıldı, sarı sakallı bir cihatçı bir çuval kara çarşaf getirdi, “bunları giyinin,” dedi. “Bu da bizim kara bahtımızdır,” dedik. Aldık giyindik. Bir çuval ekmek, bir kova humus, bir naylon bidon su getirdiler sonra.
Karanlık çöktüğünde, kapı açıldı, on cihatçı girdi içeri. “Yüzlerinizi açın, sıraya girin,” dediler. Emre uyduk. Her biri bir kadın seçti götürdü. “Çok şükür beni seçmediler,” derken, kapı açıldı, bu sefer sekiz cihatçı girdi içeri. Yüzümüzü açtık, sıraya girdik. Kara sakallı, uzun boylu bir cihatçı beni seçti. Ağladım, gitmek istemedim, ayak diredim, diz çöktüm, yalvardım. Adam, kolumdan tuttu, çekti, “Müşriklere karşı yürüttüğümüz cihatın bir ganimetisin sen, itiraz etme, vurulursun,” dedi. Adam beni okuldan çıkardı, tankların arkasında kurdukları çadırlardan birine soktu. Nefsini körelttikten sonra, ‘Sen iyi bir kadına benziyorsun,” dedi. Ağlıyordum. Kirlenmiştim perişandım. Dayanamadım, kızımın da okulda, yan odada olduğunu söyledim. Köle Pazarına götürülüp, kuma olarak satılıncaya kadar, kızımla beni okulun tuvaletinde zaman zaman görüştüreceğini söyledi. “Seni her gece çadıra getirdiğimde, bana direnme,” dedi. “Direnirsen, Avrupalı cihatçıların eline düşersin, okulun arkasındaki evlere götürür, seni soyar, oynatırlar.” Konuşurken tekliyordu. Sustum. Beni okula getirdi. Kızımla görüştürmek istedi. Kızların konulduğu odaya birlikte girdik. Köşede, ufak tefek, kara burçak bir kızın dışında kimse yoktu. Dünyam yıkıldı. Yalvardım. “Kızımı bul,” dedim. “Şimdi bulamam,” dedi. Yarın beni kızımla görüştüreceği sözünü verdi. Beni odama getirdi.
Aklım fikrim kızımdaydı. Kadınların bir bölümü dönmüştü. Perişanlardı. Ağlayan, saçını yolan, yüzünü tırnak tırnak yırtan vardı. Her biri bir haber kapıp getirmişti. Kimilerine göre bizi bir ay kullanacak, ondan sonra Rakka’ya götürüp, orda El Hansa adlı bir kadın tugayına teslim edeceklerdi. Kadın tugayı da bizi beşer onar seçecek, Rakkada işletilen kerhanelere dağıtacaktı. Kimilerine göre de, yeni kadınlar gelince bizi okuldan alıp Musul Pazarına götürüp orda satacaklardı. Kadınlar, satılmanın okulda kalmaktan ya da Rakkaya götürülüp, kerhanelere dağıtılmaktan daha iyi olduğunu söylüyorlardı. Bizden önce Girizer köyünden okula getirilen, genç güzel bir kadın vardı. O da Rakka’ya genç kızların gönderileceğini söylüyordu.
Perişandım. Kanım çekilmiş, dudaklarım uçuklamıştı. Elim ayağım titriyordu. Kızımı nereye götürmüş, ne yapmışlardı? Belki kızımla karşılaşırım diye tuvalete gittim birkaç sefer. Karşılaşamadım. Bir kıza sordum, gelmemiş dedi. Odama geldim, bekledim. Yatsı namazında cihatçılar, okulun dış kapısını kilitleyip gittiklerinde, biz kadınlar kızların odasına girdik. Kızım beni görünce, oturduğu yerden kalktı ağladı. Gözleri kaymış, dudakları şişmişti. Çarşafını beline kadar indirdim. Boynunda morartılar vardı. Göğüs düğmeleri kopmuştu. Nerden aklıma geldiyse, açtım, göğüslerine baktım. Isırılmıştı, morartılar vardı. Sordum, başından geçenleri anlattı. Nutkum kurudu. Bahtıma lanet okudum, döndüm odama.
O gece uyuyamadım. Çareler aradım. İlkin kızımı, sonra da kendimi asmaya karar verdim sonunda. Yedek bir çarşafım vardı yırttım, üçlü örgü ettim, kendire çevirdim, kendiri de belime doladım. Kadınlar anladılar, bir şey demediler.
Sabah oldu. Yüzümüzü pencereden bakan güneşe çevirdik, dua ettik, Heft Sirr’i (yedi sır) yardıma çağırdık. Az sonra kapı açıldı, çayla birlikte ekmek, peynir, yumurta getirdiler. Kahvaltıdan sonra tuvalete gittim. Yan yana üç tuvalet odası vardı. Tavandan ince bir demir boru geçiyordu. Kızımla birlikte, bu odalardan birine girmeyi aklıma koydum. Odama geldim. Hiçbir şey gözümde değildi. Ne kadar umudum, güzelliğim, değerim, değmezliğim varsa hepsi yıkılmıştı.
Gün boyu cihatçılar geldi üçer beşer, kadın seçip götürdüler. İkindi üzeri Karasakallı geldi. Beni aldı, kızımla görüşmem için kızların odasına götürdü. Kızımı sabah götürmüş, yeni getirmişlerdi. Kızımın kızların yanında utanıp konuşmadığını söyledim. Tuvalette görüşme izni istedim. Kabul etti. Hemen tuvalete geçtik. Tuvaletin bir gözüne soktum, kapıyı kapattım. Hiçbir şey demeden ipleri belimden çözdüm. Kızımı oturttum. Tavanla birleşmemiş yan tahta bölmeden tuttum, omuzuna bastım, iki ayrı ipin uçlarını boruya bağladım. Kızımı ayağa kaldırdım. Taşlaşmıştı, ses seda yoktu. Kucakladım, yukarı kaldırdım, ilmiği boynuna geçirdim. “Hakkını helal et ana,” dedi. Kızımı bıraktım. Hırladı, döndü. Yüzünü gördüm birden. Diliyle gözleri dışarı çıkmıştı. Dünyam karardı, başım döndü. İlmiği boğazıma geçirmeye kalmadan sırt üst düştüm. Düşüş, o düşüş.
Gözlerimi açtığımda odamdaydım. Yüzüme bir yığın yüz çevrilmişti. “Gözün aydın, kızını cennete gönderdin,” diyenler oldu. “Namusu her gün pay-ı mal olacak, acı çekecekti.” Bir şey demedim. İçim parça parçaydı zaten, ama rahatlamıştım. O gün bize et, marul ve domates verdiler. Kadınlar, “bu et, ceylan etidir, marulla birlikte yedirip bizi dinimizden edecekler,” dediler. Yemeklere el sürmeden geri verdiler. Tersliği anlayan cihatçılar, ellerinde kırbaçlarla içeri girip bizi fena halde dövdüler.
Dayak umrumda değildi. Kızımın dışarı çıkan diliyle gözleri, gözümün önünden gitmiyordu. O günden sonra tuvalete nöbetçi kadın koydular. On gün her gece, kara sakallı beni çadırına götürdü. Onbirinci gün iki kamyon dolusu yeni kadın getirdiler. Bizi, onları getiren kamyonlara doldurup Köle pazarına götürdüler. Pazarda, bileklerinden kendirli, dizi dizi beş yüzden fazla kara çarşaflı kadın vardı. Hıristiyan kadınları demir parmaklı arabaların içine koymuşlardı. Arabaların etrafında erkek müşteriler dolanıyordu. Onların satılma şanslarının daha yüksek olduğunu söylüyorlardı. Öğleden sonra sıramız geldi. Beni bir bölük kadınla beraber bir binaya soktular. Duvarlara kadınların resimlerini asmış, üstlerine fiyatlarını yazmışlardı. Çok müşteri vardı. Kendiri çözdüler, beni bir odaya aldılar. İçeri müşteriler girdi. Odanın orta yerine diktiler beni. Yüzümü açtılar. Çevremi müşteriler sardı. Ağzımı açtırıp dişlerime baktırdılar. Üç kişi talip olunca, açık artırmaya koydular. Sol yanağında kara et beni olan, pörtlek gözlü, göbekli bir adama kaldım. Adam kesesini çıkardı, dinarları cihatçının avucuna tek tek saydı. Kaça satıldığımı söylemek istemiyorum. Adam beni aldı, binanın arkasına götürdü. Orda kırmızı bir araba vardı. İçinde bir adam uyuyordu. Kaldırdı. Şöförüymüş. Adam benimle birlikte arka koltuğa oturdu. Yüzlerce kadına baktığını, beni ölen karısına benzettiği için aldığını, bundan sonra karısı olduğumu söyledi. Ağlamak geldi içimden ağlayamadım. Dertliydi herhal, çok soru sordu, hiçbirine cevap vermedim.
Beni bir köyün girişinde, iki katlı güzel bir eve götürdü. Üst kata çıkardı, kalacağım odayı gösterdi. Gitti yan odadan çerçevelenmiş bir kadın resmi getirdi. “Bu benim ölen karım,” dedi. Baktım, aynada kendimi görmüş gibi oldum. Adam kadının acılı geçmişini anlattı. Kansere yakalanan oğlunun geçen yıl ölmesinden sonra, kadının dayanamadığını, kendini astığını söyledi. Sustu, usul usul ağladı. Ben de dayanamadım, kızımı nasıl astığımı anlattım adama. Adam dondu kaldı. Kafasını ellerinin arasına aldı, “Ben, Felluce’li şeyhler gibi davranamam,” dedi. “Eğer bu evde kalmak istemiyorsan, seni yarın istediğin yere götürür bırakırım.”

Kasım-2014

Resim  M.Oruçoğlu  Sürgün

muzafferorucoglu.wordpress.com

Share
. tarafından

BU HAYKIRIŞI DİNDİREMEYECEKSİNİZ! BİTMEDİ BEKLEYİŞİM

Ağustos 24, 2018 de ANASAYFA . tarafından

İktidarını sömürü, şiddet, baskı ve zulüm üzerine kuran Kapitalist sistem bütün karanlık tezgahlarıyla emekçi halkın yaşamını zindana çevirmeye devam ediyor.

AKP iktidarıyla da hız kazanan en doğal yaşam hakkına saldırı; kendinden olmayan bütün kesimleri hedeflemektedir. İşten çıkarmalar, özelleştirmeler,Kayyum atamaları ve yandaş kadrolaşmasıyla emek dünyasını dumura uğratırken; halkın öncülerini ve savaşçılarını, sokaklarda, gözaltılarında, işkencehanelerde, hapishanelerde ve dağlarda hunharca katletmektedir. Okullarda, işyerlerinde, hastane ve tüm kurumlarında en küçük muhalefeti dahi bastırarak kendi milliyetçi,ırkçı,tek adam zihniyetçi,tutucu, bağnaz iktidarını sürdürmeye çalışmaktadır.

Bütün bu adaletsizlikler ve zorbalıklarla kuşatılmış yaşamın içerisinde Cumartesi Annelerinin 700. Haftasındaki adalet eylemi daha da büyük anlam kazanmaktadır.

700. Haftada Cumartesi Anneleri; oğullarını, kızlarını,babalarını, yakınlarını aramaktan, özlemlerini, umutlarını,mücadeledeki  ısrarlarını haykırmaktan hiç vazgeçmediler, vazgeçmeyeceklerini haykıracaklar bir kez daha.

700.kez Kapitalist sistemin adaletinin acizliğini, çözümsüzlüğünü ve pervasızlığını haykıracaklar.

700.kez Cumartesi Anneleri baskıya, zulme ve bütün katliamlara karşı adaletin sembolü olma onuruyla Galatasaray Meydanına oturacaklar.

Plaza de Mayo dan Galatasaray Meydanına uzanan bu tarihi ısrarın bir kez daha çağrısında bulunacaklar.

700.kez “faili meçhul ” denilse de faili belli olan sorumluların yargılanmasını isteyecekler ısrarla.

O nedenle diyoruz ki; her örgütsüzlük sömürü tezgahının ömrünü uzattığından ezilenlerin örgütlülüğü onların candamarıdır

Bizler Avrupa Demokratik Kadın Hareketi olarak çok iyi biliyoruz ki; işkenceler, gözaltılar, kaybettirmeler örgütlü bir devlet politikasıdır. Buna karşı duruş yine politik örgütlü bir karşı koyuşla sergilenebilir.

Her türlü zulmü halka reva görenlerden adaleti beklemeyeceğiz. Onu örgütlü gücümüzle kendi ellerimizle getireceğiz.

Bu inanç  ve coşkuyla Cumartesi Annelerinin 700.haftasında adaletin örgütlenmesini daha da anlamlı buluyor, örgütlü gücümüzle “Başka bir dünya mümkündür ” azmiyle Cumartesi Annelerinin adalet ısrarını   Avrupa Demokratik Kadın Hareketimizin devrimci duygularıyla selamlıyoruz.

-Cumartesi Anneleri adaletin sembolüdür.

-Adeletli,ısrarlı,umutlu ve örgütlü gücümüzle  getireceğiz.

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi

 

Share
. tarafından

SARAY GÜVEN’İ ÖLÜMÜNÜN 1.YILINDA KADIN MÜCADELE BİLİNCİYLE ANIYORUZ !

Ağustos 24, 2018 de ANASAYFA . tarafından

20 Ağustos’ta kaçırılarak katledilen, katledilişinin yıl dönümünde Saray Güven’in katil zanlısının mahkemesi devam etti. Toplumsal değer yargılarının, ahlak ve namusun kadının katledilmesinin sonucunu yaşayan kadınlardan biri SARAY GÜVEN. Mülkiyete ilişkisine dönen birliktelikler, kadın tarafından red edildiğinde eril şiddet sonucu ölümle cezalandırılıyor. Saray Güven de bu gerici, mülkiyetçi, intikamcı duygular sonucu öldürüldü. 22 Ağustos da görülen mahkeme esnasında ADKH, AMARA Kadın Meclisi, Yeni Kadın ve Rosa Freuenrat adına Saray Güvenin ölüm yıldönümü vesilesiyle bir basın açıklaması yapıldı. Ardından mahkemeye toplu katılımla devam edildi.

Saray Güveni Boğarak Öldürdüm

Katil zanlısı Tandoğan’ın avukatları  aracılığıyla Saray Güven’i  tek başına boğarak öldürdüğünü, itiraf etti. Savcının iddianamesinde “ ilaçla uyuşturulup tecavüz edildikten sonraöldürüldüğü” belirtilmişti. Katil, tecavüz ettiğini red etti.Bilinçli planlamış cinayeti “namus” üzerinden gerekçelendirmeye çalışan katil, bir önceki mahkemede de eski eşinin cinayeti işlediğini söylemişti. Bir kadını bir başka kadının katili olarak gösterme çabası da durumunu kurtarmayınca bu duruşma da cinayeti tek başına işlediğini  belirterek “üzüntüsünü”!! paylaştı.

Mahkemeye katılan Ç. Tandoğan  katil Hayrettin Tandoğan’ın belirttiği gibi Saray Güvenin cinayeti üzerinden belirtilen “Alevileri öldürmek sevaptır”  cümlesinin kendisine ait olmadığını, bundan dolayı katil olan eşi adına Alevilerden özür dilediğini söyledi.

Mahkemeye sunulan bilirkişi raporları Hayrettin Tandoğan’ın her şeyi bilerek planlayabilecek akıl sağlığına sahip olduğunu,Saray Güven’in tüm yaşamını sosyal medya üzerinden de denetimine alarak aşama aşama cinayetle sonuçlandıracak kadar plan yapabilme yetisinin olduğunu belirterek narsist ve aşırı yalan söyleyen biri olduğunu da defalarca vurgulandı . Mahkeme hakimi sanığın değişik tarihlerde ‘yalancı şahitlikten yargılandığını ve ceza aldığını, faturasız para giriş çıkışına da belirtip “sahtekarlığa” denk düşen ve mahkemelere yansıyan boyutlarını da tarihleriyle birlikte okudu.

Mahkeme 29 Ağustos 2018, saat 9.00 ertelendi.

 

 

Share
. tarafından

CUMARTESİ ANNELERİ’NE SALDIRI

Ağustos 26, 2018 de ANASAYFA . tarafından

MUZAFFER ORUÇOĞLU:
Cumartesi Anneleri ’nin 700. haftaya giren Galatasaray Meydanı’nındaki oturma eylemi, öz itibariyle bir uzun yürüyüştür. Devlet, halkın vicdanında yankısını bulmaya başlayan bu haklı eylemi bugünkü saldırısıyla kırmaya ve tamamen yasaklamaya kalkıştı. Tarih dediğimiz şey bir yönüyle Spartaküs’ün, Mazdek’in, Baba İshak’ın, Şeyh Bedrettin’in, Pugaçev’in, Tupaç Amaru’nun ve benzerlerinin cesetlerini yok eden, ama adlarını yok edemeyen ölü devletler tarihidir. Ne hikmetse, yok eden mevta oluyor, yok edilen ise yaşıyor.

EMEK GAZETESİ:
Galatasaray Meydanı’na gelen ailelere polis saldırdı: Berna Tosun ve Maside Ocak’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda kişi gözaltına alındı. Beyoğlu Kaymaklığı tarafından Cumartesi Anneleri’nin etkinliği yasaklandı. İstiklal caddesi’nde “benim annem cumartesi ve beni bul anne” şarkıları yankılanıyor.

HÜSEYİN AVNİ DEDEKARGINOĞLU:
BENİ BUL ANNE!..
Değerli yoldaşlarım;
Bugün saat 12.00’de Galatasaray Meydanı’nda yapılacak olan Cumartesi Annelerinin 700.Hafta yapacakları etkinliğe izin verilmedi.
Çok sayıda polisin gösteriye katılmak için gelen duyarlı insanların etrafını çevirdiği Galatasaray Meydanı’nda ve çevresinde yaklaşık yirmi kişi gözaltına alındı. Bir ara ortam iyice gerginleşti ve polis gösteriye katılmak için gelenlere saldırıda bulundu. Baskılar bizi yenemez sloganları altında devlet tarafından kaybedilen evlatlarını arayan ezilen büyük insanlık ailesinin soylu yiğit annelerini ve onlara destek vermek için gelen devrimci demokrat sosyalist yurtsever ve yüreğinde vicdan olan tüm duyarlı insanları büyük bir saygıyla selamlıyorum. Bu mücadele katiller hesap verene kadar devam edecektir. İnsanlık onuru işkenceyi yenecektir. Egemen sınıfların baskı ve tahakküm aracı olan ırkçı gerici sömürücü sömürgeci devletleri tarafından kaybedilen tüm devrimci yurtsever yoldaşlarımızı saygı ile anıyorum.

AYSEL KAYNAK:
CUMARTESİ ANNELERİNE ENGEL
Egemen sınıflar 27 Mayıs 1995 Cumartesi gününden beri evlatlarını arayan annelerin 700. Hafta Galatasaray Meydanında yapacakları toplantıya ve açıklamaya izin vermedi.
Saat 10.00 dan itibaren Galatasaray Meydanına gelmekte olan insanların girişine engel olan güvenlik güçleri çok sayıda göstericiyi göz altına alırken sıkılan biber gazıyla da çok sayıda gösterici yaralandı. Ama egemen sınıflar ne yaparsa yapsın onurlu Cumartesi Annelerinin mücadelesine engel olamayacak ve mutlaka bir gün bu katliamların hesabı sorulacaktır.
Yiğit anaların mücadelesini saygıyla selamlıyor, kaybedilen canları saygıyla anıyorum.

ARTI GERÇEK:
Yıllardır kayıplarını arayan Cumartesi Anneleri bugün 700. kez Galatasaray Meydanı’na çağrı yaptı. Sanatçıların, aydınların da destek verdiği çağrıya uyarak bugün Galatasaray Meydanı’na gelenler İçişleri Bakanlığı’nın yasağı ve polisin orantısız şiddetiyle karşılaştılar. Defalarca gazlı, plastik mermili saldırıya uğradılar, gözaltına alındılar. Buna rağmen saatlerce yıllarını geçirdikleri meydanı terk etmediler. Kayıp yakınlarına uygulanan şiddet tepkiyle karşılandı, birçok gazeteci, aydın tepkisini sosyal medyada dile getirdi. Cumartesi Anneleri Twiter’da ilk sırada yer aldı.

FİLİZ KERESTECİOĞLU:
Bu fotoğrafları unutmayacağız! 82 yaşındaki Emine Ocak’a ve bütün yoldaşlarımıza bunları yaşatan güç sarhoşları, insan değilsiniz! Bir mücadelenin büyümesi ihtimali bile sizi perişan ediyor. Türkiye’nin en barışçı insanlarına karşı bile silahlı güç kullanma emrini verenler, zehir sarmış sizi baştan ayağa!

ÖZGÜR GELECEK:
Onlarca kişinin ara sokaklarda ve cadde üzerinde gözaltına alındığı eylem sırasında kitle saatlerce alandan ayrılmadı. Her polis saldırısı sırası ve sonrasında “Katil devlet hesap verecek”, “Türkiye faşizme mezar olacak”, “Anaların öfkesi katilleri boğacak”, “Polis defol, bu sokaklar bizim”, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”, “Kaybedenler kaybedecek”, “Katilleri tanıyoruz”, “Polis simit sat onurlu yaşa” sloganları ile biraraya gelen kitle inatla ve ısrarla Galatasaray Meydanı’nın Cumartesi Anneleri’ne ait olduğunu ve yasaklamaları kabul etmeyeceğini haykırdı.

GAZETE PATİKA:
Bir tarihi direniş ve hak alma mücadelesi olan Cumartesi Annelerinin eyleminin 700. Haftası dolayısı ile Galatasaray Meydanında yapılmak istenen oturma eylemi İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun emri ile yasaklanarak engellenmek istendi. Galatasaray Lisesi başta olmak üzere Taksim’i ablukaya alan polis eyleme katılmak için gelen kitleye saldırarak gözaltına aldı. Polis kuşatması ve saldırılara rağmen İstiklal caddesinde toplanan yüzlerce kişi alkış ve sloganlarla eyleme devam etti. HDP Milletvekillerinin de katıldığı eylemde polis saldırısına rağmen direnerek dağılmayan kitle ara sokaklara dağılarak direnişi sürdürdü.

Share
. tarafından

Cumartesi Annelerinin çığlığı sokaklarda yankılandı

Ağustos 26, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Bir tarihi direniş ve hak alma mücadelesi olan Cumartesi Annelerinin eyleminin 700. Haftası dolayısı ile Galatasaray Meydanında yapılmak istenen oturma eylemi İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun emri ile yasaklanarak engellenmek istendi. Galatasaray Lisesi başta olmak üzere Taksim’i ablukaya alan polis eyleme katılmak için gelen kitleye saldırarak gözaltına aldı. Polis kuşatması ve saldırılara rağmen İstiklal caddesinde toplanan yüzlerce kişi alkış ve sloganlarla eyleme devam etti. HDP Milletvekillerininde katıldığı eylemde polis saldırısına rağmen direnerek dağılmayan kitle ara sokaklara dağılarak direnişi sürdürdü.

Polis kuşatması altında ara sokaklardan İstiklal caddesine çıkan kitle ‘’ Faşizme Karşı omuz omuza, anaların öfkesi katilleri boğacak, bu daha başlangıç mücadeleye devam’’ sloganları atarak oturma eylemine geçti. Bunun üzerine polis bir kez daha TOMA ve biber gazlarıyla kitleye saldırdı. Saldırıya sloganlarla yanıt veren kitle tekrardan ara sokaklarda topanmaya başladı. Polis kuşatması ve saldırısına rağmen İstiklal caddesinin birçok noktasında iki saati aşkın bir süre direniş yaşandı.

Saat 10.00’dan itibaren başlayan eylemlerde onlarca kişinin gözaltına alındığı öğrenildi.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Benim için günün özeti; ” 82 yaşındaki annemin polis kalkanlarıyla itilmesi, kollarının moraltılması”

Ağustos 26, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Cumartesi Anneleri’nin 700’üncü hafta eyleminde annesi Emine Ocak ile birlikte gözaltına alınan Maside Ocak, sosyal medya hesabından açıklama yaptı.

Söyleyecek tek sözüm var; 700 hafta geçti, tükenmedi umudum…” dedi.

Cumartesi Anneleri’nin 700’üncü hafta eylemine müdahale eden polis, 1995 yılında gözaltında kaybedilen Hasan Ocak’ın annesi Emine Ocak ve kardeşi Maside Ocak’ın tepki çeken gözaltına alınma görüntüleri gündemdeki yerini koruyor. Gözaltında ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılan Maside Ocak, dün yaşadıklarını sosyal medya hesabından şu sözlerle paylaştı:

“Biliyorum hepiniz çok merak ettiniz.

Bugüne dair ne yazayım bilmiyorum.

Benim için günün özeti;

82 yaşındaki annemin polis kalkanlarıyla itilmesi, kollarının moraltılması,

Gözaltı aracına kadar adeta sürüklenmemiz, yeğenim Adilcan’ın vahşice dövülmesini görüp de annemi bırakıp yanına gidemeyişim,

Gamze Elvan’ın kolunun kırmak istercesine bükülmesi,

Gözaltı aracına vardığımızda sivil polislerin yaşlı kadını araca bindirmeyeceksiniz emri,

Annemin ‘çocuklarımı aldınız ben de bineceğim’ deyip binmeye çalıştığı araçtan indirilmesi,

Araç içinde saatlerce plastik kelepçeyle bekletilmemiz…

1997’de Ahmet Şık’ın fotoğrafladığı annemin Galatasaray Meydanı’ndan sürükleniş anının aynısını bugün Hayri Tunç görüntülemiş. O günden bu güne hiçbir şey değişmedi. 1997’de iki kuşak olarak gözaltına alınırdık, bugün üç kuşak gözaltına alındık.

Eve gelip bilgisayarı açınca kardeş canım Arat’a uygulanan şiddet karşısında kenetlenen güzel insanları ve bizim götürülüşümüzün ardından saatlerce Cumartesi Anneleri’ne, ‘Biz buradayız anne, yalnız değilsin’ diye seslenenleri gördüm.

Söyleyecek tek sözüm var;

700 hafta geçti Tükenmedi Umudum…”

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Analardan korkmayın efendiler/Işıl Özgentürk

Ağustos 26, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Bu ne korku, bu ne kin, efendiler; analardan korkmayın ve bu kin sizin sonunuzu getirecek, öyledir, kin insanı usul usul öldürür. Cumartesi Anneleri’nden rahmetli Berfo Ana şöyle demişti: “30 yıldır evimi boyatmıyorum, oğlum çıkıp geldiğinde yadırgamasın.” Siz hiç mi evlat olmadınız, siz hiç mi ana, baba, kardeş, eş, sevgili olmadınız? Hiç mi hasret, özlem çekmediniz? İşte kin sizden bu duyguları alıp götürdü, geriye sadece nefret kusan makineler gibi her güzel şeye, her insani duyguya gaddarca saldırıyorsunuz.

Belli ki, emir büyük yerden geldi. 700 haftadır aynı yerde, sessizce oğullarını, kızlarını bekleyen analara saldırdınız. Onlar elbette biliyorlar, oğulları, kızları, kocaları, sevgilileri geri gelmeyecek ama orada kayıpları için, bizim için, yeni ölümler, işkenceler olmasın diye bekliyorlar. Bir kapı düşünün, o kapıdan ölüme gidiliyor, onlar o kapıyı eski zaman şövalyeleri gibi inançla bekliyorlar, yeni ölümler olmasın diye!

Onların hasretlerine, onların özlemlerine ortak olmaya, o kapıda nöbet beklemek için gelenleri nasıl da düşman bellemişsiniz. Benim iki tane çok kıymetli eşarbım var, birini Arjantin’de her hafta nöbet tutan Mayo Meydanı Anaları’ndan biri verdi, ötekini de Cumartesi Anneleri. Kıymetliler, çünkü o eşarplar, binlerce anıyı gözü gibi saklıyor. O eşarplar, karısına gözleri önünde tecavüz edilen gencecik bir eşin içine akıttığı gözyaşlarını, köy meydanlarında kurşunlanan babalarını sessizce izleyen küçücük çocukların saflığı alınan dünyalarını, ölüleri bulunamayan gencecik delikanlıların, kızların hülyalarını, uyuşturucu iğne yapılıp uçaklara bindirilen ve denizin orta yerine atılan Şilili militanların sessiz çığlıklarını, yakılan köylerin, ormanların, yok edilen ceylanların, kaplumbağaların ölürken çıkardıkları yardım seslerini, Suruç’ta, Ankara Garı’nda, birbirlerine sarılarak ölenlerin kanlı ve acılı yüzlerini saklıyor.

Ama biz kindar değiliz. Biz ölümden yana değiliz, biz sadece adalet istiyoruz. Bu nedenle Cumartesi Anneleri’nin yanındayız, bu nedenle Soma’daki katliamda bir anne madendeki oğlu için “Madeni su basmış diyorlar, benim oğlum yüzme bilmez ki” dediğinde gözyaşları ve acı bizi buluyor. Sizin anımsadığınız neşeli ve şefkatli bir anınız hiç mi yok? Gerçekten yok mu? Neden şefkati ve neşeyi unutmayı seçtiniz, çünkü neşe ve şefkat sizi kinden arındırır, insan yapar!

Bir anayı öyle nasıl da gaddarca itiyorsunuz. Annenin silahı yok, sopası yok, sadece özlemi var. Sadece adalet istiyor. Binlerce faili meçhul ölümün kara bir tarih sayfasına yazıldığı bu güzel ülkede, bu ölümlerle bir yüzleşmeye girmek o kadar zor mu? Bakın bu yüzleşmeyi Şili’de, Arjantin’de, Bolivya’da, Meksika’da yaptılar. İşkenceciler, halkın karşısında öldürdükleri analar, babalar, sevgililer için tek tek özür dilediler. Yeni bir sayfaya geçmek için işkenceciler kendilerine de iyi gelecek bir özeleştiri yaptılar. Bu topraklar bu kadar acıyı, bu kadar gaddarlığı hak etmiyor.

Neden bu kin? Neden bu korku? Bu ülkede dünyayı yönetenler önce sağ-sol kavgasını, ardından Alevi-Sünni kavgasını desteklediler, umutları ülkenin bir iç savaşa sürüklenmesiydi. Olmadı. Çünkü bu topraklarda öyle bir damar var ki, buna izin vermedi. İşte o damara yeniden ulaşmanın, yeniden birlikte olmanın zamanı. Çünkü iç savaş öyle bir şeydir ki, kardeş kardeşi öldürür. Yıllar önce parçalanan Yoguslavya’ya gittiğimde gördüm, babasını öldüren çocuklar, annesini öldüren askerler ve binlerce kadına tecavüz gördüm. Korktum, ülkemde olacak bir iç savaştan korktum. Hepimiz korkmalıyız. Cumartesi Anneleri’ne 700. haftada izin vermeyenler de korkmalı. Çünkü kurşun herkesi öldürür ve kurşun seker.

Son anda verilen bir yasak! Neden?

Efendiler analardan korkmayın. Sizin de bir ananız var, onun yüzüne bakın ve anaların acıklı tarihini onun yüzünde de göreceksiniz. Çünkü özlem ve hasret anaların yüzünden hiç eksik olmaz. Onlara kıymayın!

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Biz ADHK ve bileşen örgütlerimiz ADKH ve SYM olarak, bu keyfi göz altıların durdurulmasını ve göz altına alınan SMF üyelerinin derhal serbest bırakılmasını istiyoruz

Ağustos 31, 2018 de ANASAYFA . tarafından

ADHK (31-08-2018) Faşist Diktatörlük bugün geldiği en açık biçimiyle, kendisinden olmayan her şeye saldırmaya ve kendi zulüm düzenini baskı ve zorla devam ettirmeye çalışıyor.

Kendi kanlı saltanatını sürdürmeye çalışan eli kanlı faşizm gün geçmiyor ki gözaltılar, katliamlar, yasaklamalarına yenisini eklemesin. En son Galatasaray Meydanı’nda yıllardır, kayıp çocuklarını arayan ak saçlı analara saldırıp, bu meydanın bundan sonra bu eyleme yasaklandığı ve “terör örgütlerinin istismarı” olduğu yönünde demagojik bir açıklama da bulundular. Bununla da yetinmeyen faşizm, kendi yandaş havuz medyası üzerinden âdeta sağ gösterip “sol” vurma taktiğiyle, “af” tantanasıyla idam cezasını geri getirmeye çalışıyorlar.

Tamda bu açık faşizmin saldırı koşullarında, bugün, ezilen halk, ulus, sınıf ve cinslerin Sosyalist Merkezi anlayışla direniş sergileyen SMF ye dönük eş zamanlı gözaltı operasyonlarına girişip tutuklamalarla kitlelere gözdağı vermeye devam ediyorlar.

Şu ana kadar SMF’den yapılan açıklamaya göre, ” Gülden Coşkun, Celal Şen, Ali Bölükbaş, Çağla Göçebe, Sedat Yiğit ve Onur Yanardağ. Bunun dışında birçok SMF üye ve taraftarının gece ev baskınlarıyla göz altına alınıp keyfi olarak tutulduğu belirtiliyor.

Biz ADHK ve bileşen örgütlerimiz ADKH ve SYM olarak, bu keyfi göz altıların durdurulmasını ve göz altına alınan SMF üyelerinin derhal serbest bırakılmasını istiyor. Bu nedenle SMF ile yoldaşça dayanışma içinde olduğumuzu belirtiyor, faşizme karşı her alanda birleşik devrimci mücadelenin yükseltilmesi çağrısı yapıyoruz.

 – Gözaltılar ve Baskılar Devrimcileri yıldıramaz!

 – Gözaltındaki Tüm SMF üyeleri Derhal Serbest Bırakılsın!

 – Kahrolsun Faşizm, Yaşasın Mücadelemiz!

ADHK (Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu)

ADKH (Avrupa Demokratik Kadın Hareketi)

SYM (Sosyalist Gençlik Hareketi)

Share