. tarafından

Dilşat Canbaz Kaya: Sokaktaki mücadelem Meclis’te de sürecek

Haziran 3, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul 3’üncü bölge adayları arasında bulunan Dilşat Canbaz Kaya, 20 yılı aşkın siyaset geçmişine sahip sosyalist bir kadın. HDP’nin sol sosyalist bileşenlerinden biri olan Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun kurucu üyelerinden olan Kaya, 1996 yılından bu yana uzun yıllar mücadelenin birçok alanında faaliyet yürüttü. Canbaz, 2008’den bu yana Demokratik Kadın Hareketi’nin (DKH) genel sözcülüğünü yapıyor.

‘ESAS MÜCADELEM AİLEMDE BAŞLADI’

Uzun soluklu bir mücadele geçmişi bulunduğunu söyleyen Kaya, kendisinin topluma dayatılan kadınlık rollerinin dışında tutan bir yerden baktığını belirterek, “Kadın olmanın getirdiği zorluklarla beraber siyasetin içinde toplumun bir parçasıyız. Toplumun ezberlenmiş rollerinin dışına çıkan bir kadın kimliğim var. Erzurumluyum. Kemalist bir aileden geliyorum. Esas mücadelem kendi ailem içerisinde ve bana öğretilen ezberletilmiş rolleri reddederek başladı. ‘Kadınız, isyan doğururuz’ sözünün kendime fazlasıyla uygun olduğunu düşünüyorum. Çünkü çok uzun yıllar mücadele ederek buraya geldim. Şimdi de 2018 seçimlerinde demokrasi güçleriyle beraber halkların ortak örgütlü mücadelesini yürütmek için bugün HDP’deyim.”

‘SEÇİM ÖNEMLİ BİR YERDE DURUYOR’ 

Türkiye’de açık bir faşizmin uygulandığını belirten Kaya, bunun en büyük yansımasının da kurulan AKP-MHP ittifakıyla kendisini gösterdiği görüşünde. Kaya, “AKP- MHP, açık faşizmi yaşatmaya çalışıyor. Artık ayrı iki kutup var. Bir tarafta muhafazakar AKP–MHP ve onun gerici yanlarının yansıdığı kutup, bir tarafta da yıllardır ihtiyacı olduğunu düşündüğümüz demokratik, sol sosyalist, yurtsever hareketin de içerisinde yer aldığı keskin bir kutuplaşma. Faşizm üzerine kurulan ittifakların çok uzun soluklu olacağını düşünmüyorum. Bugün ekonomik kriz kapıda, yaklaşan emperyalist savaşların bir parçası olmasından kaynaklı AKP bugün Cumhur İttifakını kendilerine dayattı. İşte tam da bunun için bu seçim, bizler ve halklarımız açısından önemli bir yerde duruyor” diye konuştu.

‘SOKAKTAKİ MÜCADELE MECLİS’TE DE SÜRECEK’

HDP ve onun izlediği kadın politikasına da dikkat çeken Kaya, en fazla kadın vekil aday sayısıyla Meclis’e göz kırptıklarını belirterek, şöyle devam etti: “Erkek egemen sistemin kadını yok saydığı, kimliksizleştiği bir yerde bulunduğumuz her alanda yürüttüğümüz mücadeleyi Meclis’te kadın çoğunluğuyla yapacağız. İlk sıradaki adayların kadın olması önemli bir yerde duruyor. Çünkü çok daha fazla kadın sözünü söyleyecek demek. Doğru bir politika olduğunu düşünüyoruz kadın mücadelesi açısından. Kadın vekilleri tutuklayarak, vekilliklerini düşürerek siyasette önümüzü kesmeye çalışanlara sokaklarda, ‘kadınlar birlikte güçlü’ diyerek cevap olduk. Meclis’te de aynı cevabı vereceğimize inanıyorum. Bu inançla da bugün biz kadınlar HDP’deyiz” dedi.

‘HALKLARIN ÖZLEMİNİ ÇEKTİĞİ BİRLEŞMEYDİ

HDP’nin sol sosyalist güçlerle izlediği siyasetin Türkiye ve bölge halkı açısından çok önemli bir yerde durduğunu söyleyen Kaya, bu durumun ise uzun yıllardır halkların özlemini çektiği bir birleşme olduğuna vurgu yaptı. Kaya, “Bugün birleşik mücadeleye çok ihtiyaç var. Bugün Kürdistan’da çok ihtiyaç var. Türkiye ayağında; kadın mücadelesinde, gençlik, inanç, LGBTİ bireyler açısından ihtiyaç var. O yüzden kaçınılmaz bir şeydi” dedi.

‘HDP’NİN DEVASA VAATLERİ YOK’

Kaya, HDP’nin haklar dışında bir şey vaat etmediğini belirterek, şunları söyledi: “HDP, bugün kadının özgür politika yürütmesini, gençliğin bilimsel anadilde eğitimini, sömürüsüz emek alanını savunuyor. HDP, diğer burjuva siyasetler gibi büyük vaatlerle değil; gerçekçi, yalın ve en önemlisi halkların istediklerini vaatler ediyor. Ortakça, herkesin renginin bir arada olduğu bir yaşam ve dünya istiyoruz. HDP de bunun garantisini veriyor. Halklardan bir farkımız yok. Bu kadar krizin yaşandığı bir ülke ve toplumdan geliyoruz. Özelde de kadın olmanın getirdiği vaatlerimiz aslında halkla aynı. HDP’nin devasa vaatleri yok. Biz zaten oradaki insanlardan bir tanesiyiz. Değişecekse hep beraber bizimle değişecek. Bütün kadınlarla, halklarla, ezilen Kürt ulusuyla, etnik kimliklerle, inançlarla öğrencilerle değişecek. Bugün kadın katliamlarına karşı mücadelemiz, erkek adalet değil; gerçek adalet talebimiz, çocuk istismarlarının yaşanmadığı bir ülke özlemimiz bu halkın talepleri ile aynı. Bu taleplere de birlikte cevap olmaya adayız.”

‘HALKIN ÖNCÜLÜĞÜNÜ YAPTIĞI BİR ÇÖZÜM’

Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkının öncelikle ele alınması gerektiğini belirten Kaya, geçmiş çözüm süreci pratiğini de hatırlatarak, “Demokratik çözüm dediğimiz çözüm, Kürt halkının kader tayin hakkıyla beraber kendi kimliği, kendi diliyle ve rengiyle olacak. Halkın öncülüğünü yaptığı bir çözümle mümkün” dedi.

SANDIKLARA SAHİP ÇIKMA ÇAĞRISI 

Kaya son olarak özelde kadınlara ve tüm halklara hem oylarına hem de sandıklara sahip çıkma çağrısında bulunarak, “Tek adama karşı, tek tipe karşı yaşamımızdaki tekleşen her şeye karşı bugün kadınlar olarak bulunduğumuz her alanda mücadele verelim. 24 Haziran’ı yaşamı ve ülkeyi değiştirebileceğimiz bir adım olarak görmek gerekir. Herkesin HDP ile yol yürümesini istiyoruz” diye konuştu.

(MA)

Share
. tarafından

Günay Kılıç’ın direnişi kazanımla sonuçlandı

Haziran 3, 2018 de ANASAYFA . tarafından

İstanbul Bahçelievler’de bulunan Kanatçı Haydar restoranda çalışan Günay Kılıç, haklarını istediği için yöneticilerle tartışmış ve darp edilerek tazminatsız bir şekilde işten atılmıştı.. Darp raporu alan Kılıç, hakkını alana kadar mücadele edeceğini söyleyerek direniş başlatmıştı. Yaklaşık 1 aydır sürdürmüş olduğu direniş kazanımla sonuçlandı. Günay Kılıç kendisine ait sosyal paylaşım sitesinde taleplerinin kabul edildiğini açıkladı. Kılıç’ın açıklaması şöyle;”Sevgili Dostlar 4 Mayıs 2018 tarihinden bugüne kadar haklı taleplerim için Emek örgütleri ,Kadın hareketleri Demokratik kitle örgütleri ve bireysel desteklerle dayanışma içinde mücadele ettik . Gelinen noktada Dersim halkının örgütlü gücü olan Dersim Dernekleri Federasyonu ile yaptığımız görüşme sonrasında Kanatçı Haydar’ile yaptığı görüşme neticesinde tüm taleplerim kabul edilmiş bulunmaktadır.
2 Haziran cumartesi günü saat 19:00’da Kanatçı Haydar’ın önünde DEDEF’ ile birlikte basın açıklaması basına ve kamuoyuna duyuracağız, şimdiye kadar bu haklı mücadelemde benimle birlikte olan tüm dostlarımı tekrar yarın yanımda görmek istiyorum.” İfadelerine yer verdi.

www.gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Meral Hanbayat:Hep birlikte omuzdaş bir mücadeleyle kazanabiliriz

Haziran 3, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Gazete Patika: Siyasi iktidar tarafından dayatılan 24 Haziran baskın seçiminin siyasal arka planına dair neler söylemek istersiniz?

Meral Hanbayat: Bu ülkede çokça zamandır olup biten zorbalıkların, hak hukuk tanımazlıkların hızına yetişmek o kadar zorlaştı ki; bu baskın seçimi de bu kapsamda görmek gerekiyor. Her bir güne koca koca anlamsızlıklar, adaletsizlikler sığar oldu. Bu topraklar, AKP iktidarıyla ve her geçen gün perçinlenen tek adam rejimiyle, birçok toplumun on yıllar boyunca görmediği zulmü aylara sığdırarak gördü, görmeye de devam ediyor. Hayatımızın her bir alanında artarak devam eden bu sistematik hukuk ve adalet tanımazlık, iktidarın ömrünü uzatmak için kullandığı en büyük ve belki de tek enstrüman haline gelmiş durumda. Üstüne, tüm medyayı susturdukları için yokmuş gibi yaptıkları, toplumdan da öyle yapmasını istedikleri ekonomik yıkım, onların itiraflarına yansıyacak kadar görünür olmaya başlayınca, seçimleri 24 Hazirana alarak iktidarlarını korumak istediler. Ama zulüm arttıkça iktidarların ömürlerinin uzadığına tanık değildir tarih.

Patika:  Cumhur ittifakı ve millet ittifakı gibi aslında nitelikleri ayni olan iki gerici klik ve bunlara karşı demokratik toplumsal muhalefeti temsil eden HDP bulunmaktadır. Bu siyasal durumda HDP ve etrafında birleşen sol demokratik ittifak güçlerinin durumuna dair neler söylemek istersiniz?

Meral Hanbayat: Yukarıda kısaca değinmeye çalıştığım ülke ve iktidar gerçekliği içinde karşıladığımız 24 Haziran baskın seçimlerini ezilenler açısından, kendilerine reva görülen zulmün bugünkü uygulayıcılarından hesap sormanın kürsüsü haline getirmek zorundayız. Bu zorunluluğun seçimler özgülünde bugünkü tek taşıyıcısı HDP ve onun etrafında birleşen demokrasi güçleridir. Bu inkârı mümkün olmayan bir gerçekliktir. 12 Eylül faşizminin getirdiği ve AKP iktidarının bir sevgili edasıyla sarıp sarmaladığı %10 barajı an itibariyle sadece HDP için orta yerde duruyor. HDP’nin barajı geçmediği 24 Haziran seçimlerinin, tüm ülke için yıkımın ve zulmün devamı anlamına geleceğini hepimiz biliyoruz. Onun için tek adam rejimine karşı tek seçenek HDP ve onun bileşeni demokrasi güçleridir.  Ben de onun için buradayım.

Patika: Tüm bu siyasal tablo içinde dersim önemli bir yerde durmaktadır. Genel ittifakın yanında özellikle HDP ve SMF ittifakının siyasal etkisi ve karşılığı hakkındaki fikirleriniz nelerdir?

Meral Hanbayat: “Çıban” deyip kırıma uğrattılar.  Seferler düzenleyip teslim almak istediler. Sürgün hep kapı eşiğinde durageldi bura insanı için. Topraklarına mayın döşediler, siyanürle zehirlemek için her fırsatı kullandılar, kullanmaya devem ediyorlar. Yetmedi sularına bentler örüp dört dağ içindeki hayatı çölleştirmek için zalimane bir çaba içine girdiler. Çokça canı yandı, her kapıda bir başka acıyı yaşadı ama her şeye rağmen Dersim hala burada, yaşam alanlarına sahip çıkma kavgasını omuzlamaya devam ediyor. Dediğiniz gibi, inancıyla, kültürüyle, doğasıyla, biriktirdiği tarihsel tecrübeyle Dersim ve Dersimliler bu coğrafyada elbette son derece önemli bir yer tutuyor. Bu önemin içinde bu toprakların tüm değerleri, tüm demokrasi güçleri var. Ancak hep birlikte, omuzdaş bir mücadeleyle kazanabiliriz. Bu nedenle HDP, SMF birlikteliği önemlidir. Demokrasi güçlerinin bu karanlığa karşı birlikte yürüttüğü mücadelede her bir kurum, topluluk, kişi tayin edici, tahminlerin üstünde sorumluluklar, roller üstleniyor. Tam da onun için seçim sloganımız “senle değişir”. Ben de üzerime düşen bu sorumluğu hakkıyla yerine getirmeye gayret edeceğim.

Tüm bunlar içinde başkaca ağır bir sorumluluğumuz var aslında. Dersim denilince aklımıza en çok gelen şeylerden biridir kadın özgürlüğü. Toplumsal hayatta ülke gerçekliğinin çok ötesinde kendine yer bulan, bunu kazanan ve korumak için mücadele eden Dersimli kadınlar bu seçimde yalnızca bir kadın adayla temsil ediliyor. HDP ve onun bileşenleri dışındaki tüm partiler, erkek egemen sistemi teyit edip sözcülüğünü üstlenircesine tüm adayları erkeklerden belirlemiş durumdalar. Bu durum hem üzücü, hem de bizlerin sorumluluğunun daha da büyütüyor.

 

Patika: 24 Haziran ve sonrası süreç bağlamında bizleri yani ezilenleri nasıl bir siyasal süreç bekliyor?

Meral Hanbayat: İlk soruya cevaben de belirttiğim üzere, ülkeyi öyle bir hale getirdiler ki her bir günümüze, ‘bu da olmaz’ dediğimiz ağırlıkta şeyler düşer oldu. Uzun zaman aralıklarına dair çok şey söylenebilir ki bu kadarcık zaman bile artık bu ülke için uzun bir gelecek anlamına geliyor, uzatmadan şunu söyleyebilirim; HDP barajı geçip en güçlü şekilde temsili sağladığında başka bir 25 Haziran sabahına, tersi olduğunda başka bir 25 Haziran sabahına uyanacağız. Demokrasi, özgürlük, adalet umudunu büyütmek için 24 Haziran seçimlerinde senle değişir diyoruz.

www.gazetepatika8.com

Share
. tarafından

“Halklarımıza sokakta direnerek kazanacağımızı her fırsatta dile getireceğiz”

Haziran 3, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Gazete Patika: Siyasi iktidar tarafından dayatılan 24 Haziran baskın seçiminin siyasal arka planına dair neler söylemek istersiniz?

Dilşat Canbaz Kaya: Aslında tarihinden önce yapılacak bir seçimi yani baskın seçimi zaten tahmin ediyorduk. Hem ülkenin içerisinde bulunduğu siyasi atmosfer, hem iktidarın OHAL ile “yönetme” çabalarının karşısında yükselen toplumsal muhalefet, direnişler, grevler bize iktidarın sıkıştığını gösteriyordu. AKP on altı yıllık iktidarlık döneminde birçok toplu katliam yaptı, bodrumlarda insanları yakıp, cenazelerini sokak ortasında günlerce bıraktı, devrimcilerin anmalarına cezalar yağdırıp, tutuklamalar yaptı, 8 Mart’lar, 1 Mayıs’lar yasaklanarak ezilenlerin, emekçilerin, işçilerin, kadınların toplumsal mücadele belleği silinmeye çalışıldı, kendisinden olmayan her kesimi hedef aldı ve halklarımızı birbirine hedef gösterdi. Emek hırsızlığı, ırkçılık, cinsiyetçilik, nefret söylemleri AKP/Erdoğan iktidarı boyunca sürekli arttı. Ancak baskı arttıkça halkın tepkisi de artmaya başladı, grevler yükseldi, yasaklamalara rağmen eylemler çoğaldı, öyle ki “Gezi Direnişi” katliamcı iktidara karşı verilen en büyük cevaplardan biriydi. Sözde darbe girişimi bahane edilerek hapishaneler devrimcilerle tıka basa dolduruldu. Biliyorsunuz, son on yılda açılan hapishane sayısı 139 ve 2018 yılında açmayı hedefledikleri hapishane sayısı 38’idi. Tüm bunlar bize aslında iktidarın ne kadar köşeye sıkıştığını,” ülkeyi yönetemediğini” bu nedenle de son çare olarak da OHAL’e başvurduğunu gösteriyor. Ancak yedinci kez uzatılan OHAL de iktidarın yaşadığı çöküşü engelleyemedi ve engellemesini de beklemiyorduk zaten. AKP iktidarı yalnızca ömrünü uzatmak için çırpınıyor ve sürekli uzatılan OHAL, baskın seçim bunun aynası oldu.  Biraz öncede belirttiğim gibi yükselen işçi grevleriyle (ki Erdoğan’ın grevleri yasaklamak için adımlar attığını kendi ağzından duyduk), sokaklara çıkan insanlarla, hapishanelerin devrimcilerle tıka basa doldurulmasıyla, nefret söylemlerinin, ötekileştirmenin, ırkçı politikaların, işçi düşmanlığının, kadın cinayetlerinin artmasıyla Erdoğan/AKP iktidarının arkasına saklandığı sözde demokrasi aynası kırıldı ve faşist iktidarın gerçek yüzü halkımız tarafından da görülmeye başladı. Halk artan vergilere, zamlara karşı isyan etmeye başladı, derinleşen ekonomik göçük, doların yükselmesi, kısacası ekonominin iktidarın aleyhine gelişmesi baskın seçimi kaçınılmaz kılmaktaydı. Bugün bizlere dayatılan baskın seçimin arkasında iktidarın zaman kazanma politikası var açık ve aleni bir şekilde görülüyor ki AKP iktidarı en iyi hamlesini yapmaya hazırlanıyor. Ancak unuttuğu bir şey var ki on iki ayın her günü bir katliam yaptı ve biz her gün sokaklarda anmalar yapıyoruz, her mahallede tanıdığımız en az biri bu iktidara karşı olduğu için hapiste. Başta kadın hakları olmak üzere mücadele ederek kazandığımız haklarımız meclislerde oylatılarak elimizden alınmaya çalışıyor. Faşist iktidara karşı verdiğimiz mücadelenin en önemli alanlarından biri kadınların bu sistemde yaşadıklarıdır. Daha anlaşılır olması için örneklendirerek söylemem yerinde olacaktır. Biz bu iktidar döneminde Aladağ’da on tane kız çocuğunun katledildiğini gördük, ihmalin rolü büyüktü elbette ancak ihmale sebep olan şey neydi diye dönüp baktığımızda çocukların yurt kapıları demir parmaklıkla kilitli olduğu için yanarak öldüğünü görüyoruz, öncelikli olarak gözetilen kız çocuklarının “namus”u olmuştu. Ensar Vakfı olayında savunular, “bir kereden bir şey olmaz”  diyerek yapıldığında istismarcı bir iktidar geleneği teşhir olmuştu. Hamile bir kadın spor yaptığı için sokakta darp edildi, şort giydiği için kadınlar halka açık alanlarda, otobüslerde tekmelendi, dövüldü, öz savunma hakkımız yok sayıldı ve kadınlar müebbet hapse mahkûm edilirken, kadınları öldürenler iyi hal saygın tutum indirimleri aldılar, gencecik bir kadın gece yarısı ev baskınında AKP iktidarının kolluk kuvvetleri tarafında öldürüldü, müftülere nikah kıyma yetkisi verilerek, çocuk yaşta evliliklerin önü açıldı, kız çocukları tecavüzcüleri ile evlendirilsin diye yasalar çıkarılmaya çalışıldı, ölmüş kadınların çıplak bedenleri sokaklarda teşhir edilmek istendi, 8 Mart’lar yasaklandı, sokağa çıkan kadınlar dövüldü, gözaltına alındı. Tüm bunlar AKP iktidarının unuttuğu bir şeyi başta kadınlar olmak üzre bizlere tekrar gösterdi. Ellerinde bizim kanımız varken, kadınların, çocukların, işçilerin, mazlum halkların kanı varken bizi “yönetemeyecek”, iktidara gelemeyecek. Baskın seçim bizleri engellemek için yeterli bir karar olmadı ve hiçbir zaman olamaz. Bizlerin özel bir seçim çalışması yapmaya ihtiyacı yok. Bizler her daim halkımızla yan yana olan, sesimizi duyurmak için sokaklara çıkanlarız. Bizler halkız, halkın ta kendisiyiz.

Patika: Cumhur ittifakı ve millet ittifakı gibi aslında nitelikleri ayni olan iki gerici klik ve bunlara karşı demokratik toplumsal muhalefeti temsil eden HDP bulunmaktadır. Bu siyasal durumda HDP ve etrafında birleşen sol demokratik ittifak güçlerinin durumuna dair neler söylemek istersiniz?

Dilşad Canbaz Kaya:Sadece seçimden seçime emekçileri hatırlayan iki gerici klik. Elbette vaatlerinden çok net anlıyoruz, halkımızı ve yaşadıkları sorunları görmezden gelenlerin seçimlerle birlikte halkımızın sorunlarının, temel hak ve ihtiyaçlarının gerici ittifaklar tarafından nasıl hatırlanıp seçime malzeme yapıldığını. Zaten hakkımız olan bizlere vaat ediliyor, bu gerici iki ittifak gücünün ayan beyan ortaya koyduğu tablo budur. HDP ile ittifak yapan demokratik güçler, sosyalistler olarak bizler halkın seçtiği ve kendilerini temsil etmesi için,  niteliğini ve karakterini çok iyi bildiğimiz parlamentoyu, gerici, kapitalist, sınıf düşamanı partileri teşhir etmek amacıyla halkımızın bizzat belirlediği adaylarız. Seçimlerin en önemli kriterlerinden biri eşitsiz şartlarda yapılmasıdır, kapitalizmin de önemli dayanaklarından biri eşitsizlik değil midir zaten. HDP ve ittifak güçleri ile gerici kliklerin şartları arasında derin bir eşitsizlik var. HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş hapishaneden 10 dk’lık bir ankesörlü telefon görüşmesi ile dahi TV programına katılmazken cumhur ittifakı cebimizden kesilen vergiler ile çalışmalarını sürdürüyor. Hal böyle olunca tepkiler de yükseliyor tabi ki, mesela sıkça sorulan ve cevabı verilmeyen sorulardan biri şu, “Selahattin Demirtaş Cumhurbaşkanı adayı olabiliyorsa neden cezaevinde?” Elbette halkın tepkileri duyulmazdan geliniyor. Çünkü HDP bugün ittifak yaptığı demokratik güçler, sosyalist kurumlar ile önemli bir dinamizm taşıyor. HDP’nin cezaevine kapatılan vekilleri alıkonulmaya devam edildiği gibi, bu dönem adaylıkları gösterilen vekillerin bir kısmının da adaylıkları düşürülmüştür. HDP’nin halklarımızı renkliliği ve çeşitliliği ile renk, ırk, köken, cins, cinsel yönelim, inanç ayrımı yapmaksızın ittifaklar yapması gerici kliklerin tekçi zihniyetlerinin en büyük teşhiridir aslında. Bu nedenle HDP sol, sosyalist demokratik ittifak güçleri ile önemli bir görev ve sorumluluk üstlenmiş durumda. Tüm eşitsiz koşullara rağmen güçlü bir seçim çalışması yürütüldüğünü söylemek yanlış olmaz. Elbette seçimler bu düzenin değişeceğinin bir göstergesi değildir, ancak HDP ile yapılan ittifaklar tek adam rejiminin geriletilmesi için önemli bir adım olmaktadır. En  güçlü dayanağımız ise kadınların sesini meclisten de duyurmak için, AKP iktidarını ve yandaş, burjuva partileri meclisten teşhir etmek için yola çıkmış olan biz kadın vekillerdir, partilerin çıkardığı kadın vekil sayılarına bakıldığı zaman bileşen ve ittifaklarıyla HDP önemli bir rol üstlenmiştir, hakları ellerinden alınmak istenen kadınlar için bu önemli bir fırsattır. İki gerici kliğe karşı HDP ve sol, sosyalist, demokratik güçler arasında yapılan ittifak halkımız açısından önemli bir yerde durmaktadır. Elbette geri dönüşleri de pozitif oluyor. Bunun en güzel örneği rengârenk ve coşkulu meydanlar. Sol, sosyalist, demokratik güçlerle HDP arasında yapılan ittifakın tüm eşitsiz, adaletsiz koşullara rağmen bir dinamizm ortaya çıkarması gerici kliklere karşı önemli bir başarı sağlandığının göstergesidir.

Patika: SMF’nin HDP ile ittifak anlayışının siyasal gerekçelerine dair neler söylemek istersiniz?

Dilşat Canbaz Kaya: HDP ile yaptığımız ittifak taktik bir siyasettir, seçimleri sistemi değiştirmenin bir aracı olarak görmüyoruz. Bu tavrımız parlamentoyu reddetme anlayışını beslemiyor elbette, ancak parlamentoya dair taktik siyasetlerimiz döneme ve şartlara göre değişmektedir. Bu taktik siyasette esasımız kullanacağımız aracın amacımıza hizmet edip etmemesine bağlıdır. HDP ile yaptığımız ittifakın amacı mücadelemizin asıl alanlarından kopmadan, yalnızca parlamentarist bir politikayla halklarımıza barışı ve zaferi getiremeyeceğimizi bilerek ve parlamentoyu işçilerin, kadınların, ezilen ulus ve inançların, LGBTİ+’ların seslerini duyurmak için bir araç olarak kullanmaktır. Bu nedenle HDP ile yapılan ittifakta gerici, faşist partilere karşı birleşmek temel amacımızdır. Bu sürecin ve ittifakın SMF olarak birleşik mücadeleye verdiğimiz önemle kavranması önemlidir. HDP ile ittifak ilerici ve demokratik bir cephe oluşturarak halkımızın, faşist partiler arasında bir seçim yapmak zorunda bırakılmasına ilkeli bir birliktelikle engel olmaktır. HDP ile yaptığımız ittifakı, kendi cephemizden burjuvazinin kendi kalelerini içten darbelemek olarak görebiliriz, çünkü amacımız gerici klikleri ve egemenleri geriletmektir. Burjuvazi, gerici partiler yüzyıllarca parlamentoyu kullanarak halkımızı kandırmış ve parlamentoyu bu amaçları için önemli bir araç haline getirmişlerdir. Bizim HDP ile yaptığımız ittifaktaki amacımız ise bunu teşhir etmek ve haklarımıza ancak sokakta direnerek kazanacağımızı her fırsatta dile getirmektir. Kısacası amacımız burjuva parlamentonun teşhiri ve böylece yalan ve kirli siyasetle kandırılmak istenen halkımıza burjuva siyasetin gerçekliğini sunmaktır. AKP/Erdoğan iktidarı halklarımızı yoksullaştırmak, kazandıkları demokratik hakları törpülemek ve yok etmek istiyor. Sınıfsal uçurum derinleştikçe sivil ölümleri, güvencesiz çalışma, emek sömürüsü hak ihlallleri de artıyor. Sürecin halklarımız üzerindeki yakıcılığı bu denli yoğunken hiçbir taktik siyaseti ötelemek, hiçbir aracı değersizleştirmek gibi bir tavrımız olmamalıdır, olamaz. Birleşik mücadeleyi yükseltmenin tüm kapılarını açmalı ve gerici ittifakları, kapitalist, inkarcı ve asimilasyoncu iktidarı ve çanak tutanları geriletmeli ve mücadelemizi yükseltmeliyiz. Bu nedenle HDP ve SMF ittifakı faşizmin geriletilmesi için oldukça önemlidir.

Patika: 24 Haziran ve sonrası süreç bağlamında bizleri yani ezilenleri nasıl bir siyasal süreç bekliyor?

Dilşat Canbaz Kaya: İktidarın ne kadar zorlandığını hep birlikte görüyoruz. Karşısında ciddi bir muhalefet var köşeye sıkıştığı söylemlerinden dahi anlaşılıyor. Dil sürçmeleri bilinçdışına ittiklerini bir bir ortaya döküyor. İktidar bu güne kadar ezilenlerin emeklerinden çaldıkları ile geldi, katliamlar yaptı, hapislere attı, ekonomiyi iflas ettirerek üstümüze ağır borçlar bindirdi, kısacası kanımızla beslendi ve palazlandı, ancak bugün zayıflamaya başladığını görebiliyoruz. Güç kaybediyor ve saldırıları pervasızlaşıyor. SMF olarak hiçbir zaman ezilenlere, emekçilere parlamentoyu çözüm olarak göstermedik bu halkı kandırmaktan, onları oyalayıp kullanma siyasetinden başka bir şey değildir, bu nedenle 24  Haziran seçimleri bizim için her şeyin son bulduğu tarih olmayacaktır, aksine süreç ezilen halklarımız açısından olumsuz giderse AKP iktidarı baskısını arttıracak dolayısıyla biz de aynı dirençle ve mücadeleyle devam edeceğiz, süreç olumlu giderse açıkça söylemek gerekir ki, AKP iktidarının bıraktığı enkazın temizlenmesi ve gerici politikaların geriletilmesi için çalışmalarımız devam edecek. Sosyalistler olarak bizler, her durumda ve koşulda sonuç ne olursa olsun esas hedefimize ulaşmak için mücadeleye devam edeceğiz. Ezilenler üzerindeki baskı ve sömürü Cumhur ittifakının kazanması durumunda artacak ve derinleşecektir. Bir diğer gerici klik olan Millet ittifakının Cumhur ittifakı ile arasında bir fark olmadığı aynı faşist geçmişten geldiklerini belirtmek önemlidir. Ancak millet ittifakının kazanması durumunda, AKP iktidarının kalıntılarının temizlenmesi sebebiyle, -amaç kesinlikle kendi iktidarının ayaklarını sağlam bir zemine koymaktır- ezilen halklarımız kısa bir süre rahatlama yanılsamasına kapılabilme olanakları yüksek olsa da aynı politikalar yeniden uygulanacak ve ezilenler tekrar aynı baskı ortamına itileceklerdir. AKP /Erdoğan iktidarı bu sürece kadar ezilenler üzerinde kanlı politikalar uygulayarak geldi 24 Haziran’da böyle bir sürecin yaşanabilme olasılığı yüksek. İktidar yerini kolay bırakmak istemediğinin B,C,D planları olduğunu da söyleyerek belirtiyor. Tüm faşist uygulamaları devreye sokacağını tehmin etmek zor değil, hem 24 Haziran’da hem de sonrasında mücadelemiz elbette bitmiyor. Bileşik mücadele anlayışımızı yükselterek faşist iktidarı geriletecek ve tüm baskıların üstesinden birlikte geleceğiz.

www.gazetepatika8.com

Share
. tarafından

AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ 11. KURULTAYINI BAŞARIYLA GERÇEKLEŞTİRDİ

Haziran 13, 2018 de ANASAYFA . tarafından

AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ
11. KURULTAYINI BAŞARIYLA GERÇEKLEŞTİRDİ

IRKÇILIĞA, EMPERYALİST SALDIRGANLIĞA VE YAŞAMIN TEK TİPLEŞTİRİLMESİNE KARŞI ÖRGÜTLÜ GÜCÜMÜZLE DİRENECEĞİZ şiarıyla 9-10 Haziran 2018’ de tarihlerinde İsviçre’nin Basel kentinde gerçekleştirildi. Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin 11. Kurultayı delegeler ve misafirlerin de katılımıyla müzik ve şiirle başlatılarak iki gün sürmüştür.
Açılış ve saygı duruşunun ardından 10. dönem komisyonunun hazırladığı Irkçılığa, Emperyalist saldırganlığa ve yaşamın tek tipleştirilmesine karşı örgütlü gücümüzle direneceğiz sunumu yapıldı. Sürdürülen tartışmalarda ”tek tipleştirmenin erkek egemen sistemin tamamında görüldüğü ve özellikle kapitalist-emperyalist sistemin çıkarıp beslediği tüm savaşlarında araçları olduğu belirtilmiştir. Tek millet, tek bayrak, tek din, tek ırk ve tek cinse egemenlik tanıyan emperyalist sistemin kendisini eğitim sisteminden, kadın iş gücünün konumlandırmasına, medya aracılığı ile bunu her gün yeniden nasıl ürettiği değinilen konular arasında oldu. Özellikle moda adı altında kadının tek tipleştirilmesi çokça örneklendirildi. Tarihte Kant ve Nitsche gibi filozofların devlet konusundaki fikirleri ile kadın ve erkeği tanımlamalarındaki yanlış fikirlerinin sistem tarafından nasıl kullanıldığına da dikkat çekilerek ayrıca Emperyalistlerin bilimi kullanarak özellikle kendi psikologları üzerinden insanları kurulu düzene uygun hale getirmeleri için prosedürler oluşturdukları ve örnek olarak hücre tipi hapishaneler ve tek tip elbise uygulamaları anlatılmıştır. Sonrasında değişik biçimlerde ve tüm toplumun tek tipleştirilmesi tartışmaları ile buna karşı duruşumuz ne olmalıdır tartışmalarına geçildi. Delegeler konuşmalarında;
Öncelikle sistem bunu iki şekilde yapmaktadır. Eğitim sistemi, militarizm, yasalar vb. ile zora dayalı olan ve hak ve özgürlükleri manipüle edip yarattığı yanılsama ile kendimize olan güveni kullanarak toplumda bir gönüllülük yaratmaktadır. Bu konularda politik bilincimizi geliştirmek ve örgütlü bir şekilde bunu teşir eden ve toplumu aydınlatacak çalışmaların yapılmasının mücadelemiz açısından gerekli olduğu belirtildi.
Kurultayın bir diğer önemli gündemi olan her üyenin delege olması ile bunun kaldırılarak değişik biçimlerdeki delegelik sistemine geçilmesi yönünde bir önceki kurultayda gelen öneriler ele alındı. Yapılan tartışmalar sonucunda tüzük değişikliğine gerek olmadığı bugüne kadar ki yöntemin daha verimli olduğu her üyenin kendisini temsil etmesinin kadınlar açısından çok önemli olduğu sonucuna varılarak oy çokluğu ile kabul edilmiştir.
Faaliyet raporu gündeme alınıp sunulduktan sonra kurultay birinci günü kapanmıştır.
İkinci gün Mali Rapor ve denetim kurulunun raporları ele alınmış ve sonrasında yeni yönetim organları seçilerek kurultay başarılı bir şekilde sonuçlandırıldı.

Share
. tarafından

56 yönetmen ve yapımcı: “Filmlerimizde adı tacize karışmış isimlere yer vermeyeceğiz”

Haziran 16, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Geçtiğimiz günlerde dizi setinde oyuncu Talat Bulut’un set çalışanı kadını cinsel tacize maruz bırakması ardından açılan soruşturmadan sonra yapımcı ve yönetmenlerden de konuyla ilgili açıklama geldi. Aralarında Pelin Esmer, Ahu Öztürk, Tolga Karaçelik, Emin Alper gibi isimlerin de yer aldığı 50’ye yakın yapımcı ve yönetmenin yayınladığı açıklamada, “Bundan sonra filmlerimizde adı tacize karışmış isimlere yer vermeyeceğimizi kamuoyu önünde açıklıyoruz.” denildi

Açıklamada şu sözlere yer verildi:

“Türkiye ve sinema sektörüne emek veren yapımcı ve yönetmenler olarak, ülkemizde her alanda olduğu gibi, sektörümüzde de kadın çalışanlara yönelik taciz ve istismar olayları yaşandığını biliyoruz ve setlerimizde bu olayların son bulması için elimizden geleni yapıyoruz.

Yasak Elma adlı televizyon dizisinin başrol oyuncusu Talat Bulut’un sette bir kostüm asistanını taciz ettiğini, kostüm asistanı genç kadının süreci yargıya yansıtması kararıyla birlikte öğrendik.

Bizler, Türkiye toplumunda taciz ve istismar vakalarını ifşa etmenin kadınlar için ne kadar zor olduğunu biliyoruz. ‘Kadının beyanı esastır’ ilkesine inanıyoruz.

Yargıya taşınmakta olan bu taciz vakasında kostüm asistanı arkadaşımızın yanında olduğumuzu, bundan sonra filmlerimizde adı tacize karışmış isimlere yer vermeyeceğimizi kamuoyu önünde açıklıyoruz.

Sektörümüzde kadına yönelik şiddet, taciz ve istismarın takipçisiyiz. Kamera önündeki ve arkasındaki bütün kadın arkadaşlarımızın yanındayız.”

İmzacılar:

Ahu Öztürk (Yönetmen), Ali Vatansever (Yönetmen), Anna Maria Aslanoğlu (Yapımcı), Aslı Erdem (Yapımcı), Aslı Filiz (Yapımcı), Ayşe Ayben Altunç (Yönetmen), Ayşe Toprak (Yönetmen), Belma Baş (Yönetmen), Belmin Söylemez (Yönetmen), Berrak Samur (Yapımcı)/(Yönetmen), Beste Yamalıoğlu (Yapımcı), Bilge Elif Özköse (Yapımcı), Birol Akbaba (Yapımcı), Bülent İşbilen (Yönetmen), Ceylan Naz Baycan (Yapımcı), Ceylan Özgün Özçelik (Yönetmen), Çiğdem Mater (Yapımcı), Deniz Koçak (Yönetmen), Derya Durmaz (Yönetmen), Dilde Mahalli (Yapımcı), Diloy Gülün (Yapımcı), Ekin Çalışır (Yapımcı), Emin Alper (Yönetmen), Emine Yıldırım (Yapımcı), Emre Akay (Yönetmen), Enis Köstepen (Yapımcı), Ferit Karol (Yönetmen), Filiz Gülmez Pakman (Yönetmen), Gökçe Işıl Tuna (Yapımcı), Güliz Sağlam (Yönetmen), Haşmet Topaloğlu (Yapımcı), Kaan Müjdeci (Yönetmen), Kenan Tekeş (Yönetmen), Korkut Akın (Yönetmen), Melek Özman (Yönetmen), Mine Özerden (Yönetmen), Mizgin Müjde Arslan (Yönetmen), Müge Özen (Yapımcı), Nadir Öperli (Yapımcı), Nedim Hazar Bora (Yönetmen), Nefes Polat (Yapımcı), Nesra Gürbüz (Yapımcı), Oya Özden (Yapımcı), Pelin Esmer (Yönetmen), Ramin Matin (Yönetmen), Selcen Ergun (Yönetmen), Selin Vatansever Tezcan (Yapımcı), Seren Yüce (Yönetmen), Sevil Demirci (Yapımcı), Seyhan Kaya (Yapımcı), Su Baloğlu (Yapımcı), Suzan Güverte (Yapımcı), Tolga Karaçelik (Yönetmen), Yasemin Akıncı (Yönetmen), Yunus Ozan Korkut (Yönetmen), Zeynep Koray (Yapımcı).

www.gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Ana akım sinema queer tarihi nasıl çarpıtıyor?

Haziran 16, 2018 de ANASAYFA . tarafından

LGBTİ+ temalı ya da LGBTİ+’ların hayatlarına değinen filmleri nasıl adlandıracağız? LGBTİ+ sineması nedir, neleri kapsar? Bir filmin bu kategoriye alınması için neleri göz önünde bulundururuz? Son dönemdeki terminolojiyle de queer sinema bu kapsam içinde nerede durur? Bu sorular, devamlı açılması gereken ve üzerinde kolay kolay konsensüs sağlanamayacak tartışma başlıkları. O nedenle bu yazıda daha geniş bir kapsamı ele almak için queer sinema tabirini kullanacağım.

Queer sinemanın tarihini oluşturmaya kalkıştığımızda, sinemanın ilk yıllarına kadar giden bir zaman çizelgesi çıkarabiliriz. Ancak bu zaman çizelgesi dağınık, çok fazla duraksamalara sahip ve kırılgan. Kanada gibi hareketin tarihinin uzun bir geçmişe dayandığı ülkelerin queer sineması daha çeşitliyken, Türkiye sineması gibi ülke sinemalarında genellikle tek tük örnekleri üzerinden konuşabiliyoruz.

Queer sinema uzun süre underground kültürün bir parçası olarak üretildi. Queer hareketin gelişimiyle beraber sineması da ana akımda kendine bir alan açtı. Brokeback Mountain (2005, Ang Lee) filminin Altın Küre, BAFTA ve Akademi Ödülleri’ndeki başarısı, queer sinemanın artık Hollywood’da işlerlik kazanacağının ve dolaşıma gireceğinin habercisiydi. Moonlight (2016, Barry Jenkins) filminin birçok ödülün yanında geçen yıl aldığı En İyi Film Oscar’ı bu kanıyı daha da sağlamlaştırdı. Son 10 yılda, tüm sinema tarihi içinde üretilen işlerin toplamından daha fazla queer film görmüş olduk.

Bu filmlerin önemli bir kısmı da queer tarih için simgesel anlamdaki tarihsel figürler ile olguları karşımıza getirdi. Tarih, Hollywood için her zaman önemli bir besin kaynağı. Dahası, tarihin yeniden yazılma sürecinin bir parçası olarak Hollywood bu konuda önemli bir rol üstleniyor. Bu süreçte, yeni queer sinemayı izlerken, aynı zamanda küresel anlatıları şekillendiren bir yapı olarak Hollywood’un queer tarihi ehlileştirmesini, radikalliklerden arındırmasını ve heteronormatif yapıya uygun hâle getirmesini de izledik. Hollywood bir anlamda queer tarihle hesaplaştı ve bu tarihi “düzelterek” karşımıza getirdi. O nedenle queer tarihin de Hollywood’la hesaplaşmasının zamanı geldi. Bu yazıda son 10 yılda üretilmiş, queer tarihe dokunan filmlerin bazıları üzerinden bir değerlendirme yapacağım.

Queer sinemanın rönesansı mı, heterolar için queer mi?

Queer tarihin çarpıtılmasına dair tartışmalar en güçlü şekilde Stonewall (2015, Roland Emmerich) filminde yapıldı. ABD’deki ve dünyadaki queer hareketi yükselişe geçiren 1969 yılındaki Stonewall isyanı üzerine bir film neden aksiyon filmleri çeken bir yönetmene emanet edilir, diye en başında soruldu zaten. Ancak daha büyük sorun da transların ve siyahîlerin başını çektiği bir hareketi feminen olmayan, beyaz (hatta bembeyaz) bir eşcinsel erkek üzerinden anlatmasıydı. Ayaklanmada önemli rolü üstlenen siyahî trans kadın Marsha P. Johnson filmde varla yok arası temsil edildi. Ve birçok tarihçiye göre de yanlışlarla dolu bir film ortaya çıktı. Yönetmen Emmerich gelen eleştiriler üzerine başroldeki karakterin heteroseksüel izleyicilere daha kolay hitap edeceğini düşünerek böyle bir yol izlediğini savundu. Stonewall filminin önemli oranda eleştirildiğini ve tarihin çöplüğüne atıldığını görebiliriz. Ancak filmdeki sorunlar daha çok yönetmenin beceriksizliğine bağlandı.

Fakat queer tarihe dair filmlere baktığımızda, sorun kötü yönetmenlikte, tarihsel araştırmanın eksikliğinde ya da “heterolara” şirin görünme çabasında yatmıyor. Sorun, queer tarihin sistematik bir saldırı altında olmasında. İlginçtir ki sevilen, hataları görülmeyen ya da görülse de ses edilmeyen ve bugünkü mücadeleye katkı sunduğu savunulan filmler de benzer bir temizlik çalışmasının parçasına dönüşmüş durumda. Tarihsel anlatısı ince ince hesaplanmış ve radikalliklerinden arındırılmış filmlere en iyi örneklerden biri de Pride (2014, Matthew Warchus) oldu. Pride ödüller aldı, ayakta alkışlandı, günümüzdeki mücadele biçimlerine örnek gösterildi. Fakat bir o kadar da tarihi çarpıttı.

Pride, 1984 yılında İngiltere’de maden işçileriyle gey ve lezbiyenlerin bir araya gelişini anlatıyor. Thatcher neo-liberalizminin baskısı altında greve giden madencilere destek amaçlı kampanya örgütleyen “Lezbiyenler ve Geyler Madencileri Destekliyor” isimli grubu kuran ekibin, heteroseksüel ve eril kültürle karşılaşmalarını anlatan film, bütün dünya izleyicileri için bir arada yaşamanın, ortak mücadelenin sembolüne dönüştü. Ancak lezbiyenler ve geyler, bir anda “Hadi, ortak düşmanımız Thatcher’a karşı örgütlenelim” demediler.

Filmin ilham kaynaklarından aktivist Gethin Roberts, Altyazı dergisinin 2015 Haziran sayısına verdiği söyleşide fikir aşamasından filme geçiş sürecini ayrıntılarıyla aktardı. Söyleşiyi yapan Engin Ertan’ın “Daha geniş bir kitleye hitap edebilmek adına filmde herhangi bir şeyden taviz verildiğini düşünüyor musunuz” sorusuna Roberts şu şekilde cevap veriyor: “Taviz vermek çok kuvvetli bir kelime ama elbette filmde hakkıyla işlenemeyen ya da hiç işlenmeyen kimi meseleler var. Aslında iki saat bir film için uzun bir süre. Ancak neyi dâhil edip neyi edemeyeceğiniz bakımından yine de ciddi bir kısıtlama getiriyor. Fakat ekip yapmak istediğini alnının akıyla yaptı diye düşünüyorum.”

Roberts devamındaki açıklamasında da queer hareketin solla ilişkisinin geçmişini ve filmden nasıl çıkarıldığını anlatıyor: “Stephen’a (senarist) demişler ki yapımcılarla buluştuğunda şu iki kelimeyi sakın ha kullanma: Komünizm ve fisting (yumrukla penetrasyon). (gülüyor) Şaka bir yana, filmde lezbiyen ve geyler olarak niye ayaklandığımıza dair bir açıklama yok. Sanki Mark birdenbire eline bir kova alıp sokağa fırlamış gibi gösteriliyor. Kuşkusuz böyle olmadı. Biz bir grup genç gey ve lezbiyen olarak hâlihazırda bazı sol partilerde yer alan, aktif sendikacılardık. Kendi sendikalarımız ya da politik örgütlerimiz dâhilinde madencilerle dayanışma içindeydik. Yani lezbiyenler ve geyler olarak bir araya gelmemiz ve kimliklerimizi açıkça ifade ederek eyleme geçmemiz doğal bir sürecin sonucuydu. Buna filmde değinilmiyor mesela.”

Roberts’ın da bahsettiği gibi, Britanya’daki LGBTİ+ hareketinin, sol başta olmak üzere muhalif hareketlerle II. Dünya Savaşı sonrası dönemden bu yana güçlü bir ilişkisi var. Eşcinsel ilişkiyi suç sayan yasanın 1967 yılında yürürlükten kaldırılmasıyla birlikte görünürlük kazanan ve güçlenmeye başlayan Britanya LGBTİ+ hareketi, başta Gay Liberation Front olmak üzere çeşitli örgütlerle hem toplumsal kampanyalara hem de politik çalışmalara giriştiler. En yakın dirsek temasında bulundukları da 80′ sonrası neo-liberalizminden en çok zarar gören işçi hareketiyle olmuştu. Pride filminde bahsedilen maden işçileriyle LGBTİ+’ların bir aradalığı da bunun en kristalize örneklerinden biri. Film ise bunu tarihsel bağlamından koparıp ortak düşmana karşı mücadeleyi bir keşfe indirgemiş oluyor.

Ana akım sinemanın tarihsel kişilikleri “düzelttiği” ve queer çeşitlilikten sıyırıp hâlihazırda kabul edilmiş rollere indirgediği filmlerden biri de The Danish Girl (2016, Tom Hooper). Dünyada bilinen ilk trans geçiş ameliyatını olan Lili Elbe ile eşi Gerda Wegener’in hikâyesini anlatan film çoğunlukla Wegener’in anılarına dayanıyor. Filmde eşinin tablosunda model olmak için elbise giydiğinde kendini keşfeden Elbe’yi izliyoruz. Sonrasında da fedakâr eş ve acıların kadını rolünde Wegener’i. Ancak Maria San Filippo gerçekte iki karakterin de akışkan yönelimlere sahip olduğunu, filmdeyse cinsel çeşitliliğin ikiliğe indirgendiğini vurguluyor. Carol Grant da IndieWire için yazdığı makalede filmi indirgeyici ve zararlı olarak tanımlayıp, stereotipleri desteklediğini belirtiyor. The Danish Girl, çiftin hikâyesini çeşitliliklerinden arındırıp ikili cinsiyet sisteminin içine hapsediyor.

Elbe’yi canlandıran Eddie Redmayne de, oyunculuğuyla trans geçiş sürecine dair bilinen anlatıları yineleyerek öğrenme/imrenme performansını sahneliyor. Kadınlık ve erkekliğe dair kalıplar başka formlarda yeniden üretiliyor. Kendini LGBTİ+’ların mücadelesine duyarlı olarak gören bir heteroseksüel için ne kadar da dokunaklı bir hikâye. Ancak gerçek hikâyeye baktığımızda, bu anlatıların, kalıpların ve rollerin de heteroseksizm tarafından üretildiğini ve çoğunlukla yaşananlarla uyuşmadığını görüyoruz.

Örnekler çoğaltılabilir. Dallas Buyers Club (2014, Jean-Marc Valle) filminde maço ve heteroseksüel olarak yansıtılan Ron Woodroof karakterinin açık bir biseksüel olduğu eşinin ve arkadaşlarının beyanlarıyla ortaya çıkarıldı. Tom of Finland (2017, Dome Karukoski) filminde başkarakterin mücadelesi “Özgürlükler Ülkesi ABD” propagandasına dönüştü. 2018 yılının sonunda gösterime girecek Freddie Mercury’nin hikâyesini anlatan Bohemian Rhapsody (Bryan Singer) filminin fragmanında da sanatçının eşcinselliğine ve AIDS mücadelesine yönelik herhangi bir işaret görülmedi. Ve fragmanın yayınlanmasıyla birlikte buna dair eleştiriler de yazıldı.

Ana akım filmlerdeki LGBTİ+ görünürlüğü, LGBTİ+’ların tarihlerine dair anlatıların sinemaya taşınması ve kitlelerle buluşması tabii ki önemli adımlar. Özellikle son 10 yılda üretilen filmler, Queer Sinema Rönesansı’nın bir parçası olarak da adlandırılmaya başlandı. Ancak rönesansla gelen kayıp belki de daha büyük. Ana akım sinema ya da daha doğru bir tabirle Hollywood, LGBTİ+’ların tarihini ana akımlaştırıyor, heteronormatif bir noktaya çekiyor. İkili cinsiyet sistemi nasıl yüz yıllar boyunca inşa edildiyse, bu rönesans da yeniden inşa rolüne soyunuyor.

Buna karşı itirazlar da yok değil. Yazı boyunca saydığım filmlerdeki çarpıtmalara yönelik eleştiriler yapılıyor, protestolar gerçekleştiriliyor. Her filmden sonra ufak çaplı da olsa “Aslında tam olarak öyle olmadı” denerek eklemeler yapılıyor. Ancak bu eleştiriler çoğunlukla bu filmlerin günümüzdeki mücadeleye katacağı puanlar göz önüne konulunca, kenarda köşede kalıyor. Fakat sorun şu ki, çarpıtma sistematik bir şekilde işliyor. Eleştirilerse o kadar değil. Yönetmen ya da yapımcı suçlanıyor, tarihsel belgelerin eksikliğinden dem vuruluyor, keşke böyle olmasaydı deniliyor ya da en hafif şekilde bütün hikâyenin iki saatlik film süresine sıkıştırılamayacağından dem vuruluyor.

Hollywood 100 yılı aşkın tarihi boyunca sadece ABD’ye değil, bütün dünyaya anlattığı hikâyelerle ikili cinsiyet sistemini, militarizmi, dünya düzenini alternatifsiz bir model olarak sundu. LGBTİ+ hareketi bu kadar yükselmiş ve toplumsal açıdan meşruiyet kazanmışken, buna da el atmaması beklenemezdi. Neyse ki acı çeken, cinselliğini yaşayamayan LGBTİ+’ların sonu hüzünlü biten travma anlatıları artık 80’li ve 90’lı yıllardaki kadar tutmuyor. Tıpkı, bu filmlerde oluşturulmaya çalışan tarihsel anlatının da gerçekliği olmadığı gibi. Queer, özü itibariyle, ana akım sinemanın, Hollywood’un kalıplarına sığmayacak kadar çeşitliliği, politikayı, aşkı ve cinselliği barındırıyor. Queer sinema rönesansından bahsedeceksek, temelinde yatan anlayış da bu çeşitlilik olmalı.

Kültigin Kağan Akbulut / K24

Share
. tarafından

Yeni keşfedilen 3 Pandoravirüs, dev virüslerin evrimine ışık tutuyor!

Haziran 16, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Nature Communications dergisinde 11 Haziran 2018’de yayımlanan “Yeni Keşfedilen Pandoraviridae Ailesinin Çeşitliliği ve Evrimi” başlıklı yeni bir makale, evrimsel biyologlar için oldukça heyecan verici bulgular içeriyor. Pandoravirüs adı verilen dev virüsler, evrimsel süreçte körelmiş olan gen bölgelerini değiştirerek işlevsel genler üretiyorlar!

Dev virüsler, 2003 yılında ilk defa keşfedildiklerinde, onlara Mimiviridae adı verildi. Yani “taklitçi virüsler”. Çünkü bu virüsler öylesine büyüktü ki, ilk başta küçük gram-pozitif bakteri oldukları zannedildi. Çünkü birçok virüs sadece birkaç nanometre boyundadır; ancak bu bakteri-benzeri büyüklükteki virüsler, sıradan virüslerden yüzlerce, hatta binlerce kat büyüktü. Yani tıpkı bakteriler gibi mikrometre boyutlarındaydı.

Bu dev boyutları, bu virüslerin neden bu kadar yakın zamanda keşfedilebildiğinin de ana nedeni… Bilim insanları, mikrometre boyutunda virüsler bulmayı beklemiyorlardı; dolayısıyla araştırmıyorlardı. Ancak ilk dev virüsler keşfedildikten sonra, bu virüslerin yaşadığı bilinen amip vücutları daha detaylı incelenmeye başlandı. Sadece 10 sene içinde, yepyeni bir dev virüs ailesi keşfedildi: Pandoravirüsler! Pandoravirüslerden kısa bir süre sonrada, üçüncü bir aile keşfedildi. Aslında bu aileye dair tanı, 2008 yılında, kontakt lens nedeniyle enfekte olmuş bir kadının gözündeki amiplerde bulunmuştu; ancak bunların dev virüslerden kaynaklandığı ancak 2015 yılında tespit edilebildi.

Bu dev virüslerin, genomları da kendileri gibi büyüktür. Birçok virüsün büyük genomlara ihtiyacı yoktur; çünkü enfekte ettikleri organizmaların genlerini kullanarak ihtiyaçlarını giderirler. Ancak hem Mimivirüslerin, hem de Pandoravirüslerin devasa genomları bulunuyor. Örneğin şu anda rekoru elinde bulunduran Pandoravirus salinus türünün genom büyüklüğü 2,473 kilobaz (2.4 milyon baz) çifti uzunluğunda. Elbette bu, örneğin 3 milyon kilobaz uzunluğundaki insan (Homo sapiens) gibi canlıların genomları yanında aşırı küçük. Ama yine de ortalamada 10 kilobaz çifti uzunluğunda olan virüs genomları yanında ne kadar büyük olduğu aşikar. Peki bu devasa genomlar neden evrimleşti?

Dev genomlar, dev virüslerin evrimini aydınlatıyor

Araştırmacılar, bu dev virüslerin dev genomlarına bakarak, sıradışı virüslerin nasıl evrimleştiğini anlamaya çalışıyorlar. Dev virüslerin genomlarının sadece %7 civarı diğer organizmaların genomları ile uyuşuyor. Bu durum, dev virüslerin apayrı bir evrimsel yolağa girdiklerini gösteriyor.

Evrim Ağacı’nın spesifik bir dalında evrimleşip, diğer türlerde bulunmayan genlere öksüz genler denilmektedir. Bu, sıradışı bir durum değildir; evrim tarihindeki birçok türün evriminde, kendilerine özgü ve başka hiçbir türde bulunmayan genler evrimleşmiştir. Ancak sıradışı olan, bu kadar çok sayıda öksüz genin tek bir ailede bulunmasıdır.

Daha önce, dev virüslerde öksüz genleri araştırmak mümkün değildi; çünkü yeterli sayıda tür henüz keşfedilmemişti. Ancak yeni keşfedilen Pandoravirüslerle birlikte bu ailedeki tür sayısı 6’ya çıkmış oldu. Böylece karşılaştırmalı genomik araştırmalarının da önü nihayet açılmış oldu.

Eşsiz genler evrime darbe vuruyor mu?

Araştırmacıları en çok şaşırtan ilk şey, hangi öksüz gene bakarlarsa baksınlar, bu genlerin diğer dev virüslerde eşlerinin bulunmuyor olmasıydı. Sadece Pandoravirüsler arasında da değil; bu genleri diğer türlerde de bulmak mümkün değildi. Bu, bazı anaakım ve bilim karşıtı medya organizasyonlarında, evrimsel biyolojiyi “zayıflatan” bir “darbe” olarak sunuldu. Halbuki iş, burada bitmiyordu. Medya kaynakları, art niyetli bir şekilde araştırmanın ikinci ayağını görmezden geliyorlardı.

Elbette hayır!

Genlere daha yakından bakan araştırmacılar, dev virüslerin öksüz genlerinde, kodlamaya yaramayan, körelmiş ve işlevsiz “genler arası” (intergenik) bölgeler buldular. Bu bölgeler, oldukça karmaşık ve anlamsız gen bölgeleridir. Çoğu zaman evrimsel sürecin artıkları ve körelmiş yapıları, bu “hurda DNA” kısımlarında saklanır ve nesilden nesile aktarılır. Bu durumda Pandoravirüslerin işlevsel genlerinin bu düzeyde intergenik bölgelere benzemesi ne anlama gelebilirdi?

Bunun en olası açıklaması şuydu: Pandoravirüslerin evriminde, işlevsiz intergenik bölgeler, yeniden işlev kazanacak şekilde değişmekteydi! Yani bu dev virüsler, işlevsiz gen kütüphanesini kullanarak, yepyeni genler üretebilmektedir. Evrimlerini aslen sürdüren olgu da bu hızlı değişen gen bölgeleridir.

Araştırmanın baş yazarı ve Yapısal ve Genomik Bilgi Laboratuvarı’ndan Jean-Michel Claverie, bu konuyla ilgili oldukça açık konuşuyor:

“Eğer bu açıklamamız doğruysa, dev virüs genlerinin evrimsel geçmişine yönelik uzun araştırmalar nihayet sonlanacak demektir.”

Eğer bu açıklama doğruysa, dev virüsler biyolojinin ilginç bir alt kümesi olarak bilim tarihinde yerini alacak: Bu türler, halihazırda evrimleşmiş ama sonradan körelmiş gen bölgelerini sürekli değiştirerek, yepyeni genler üretebilen varlıklardır.

Araştırmaların yönü ne tarafa?

Artık “dev virüsler” diye bir canlı grubu olduğunu biliyor olduğumuz için, nereye bakarsak bakalım onları görmeye başladık. 2018’in başlarında, Brezilya’da 2 yeni Mimivirüs türü keşfedildi. Bu türlerin de oldukça karmaşık genleri olduğu anlaşıldı.

Eğer bu dev virüsleri daha yakından tanımayı başarırsak, biyolojinin bu son derece sıradışı türlerinin nasıl evrimleştiğini ve bunun bilim için ne anlama geldiğini daha iyi anlayacağız.

Elbette dev virüslerin özelliklerine dair araştırmalar devam ediyor. Araştırmaların ne yöne gideceğini ise, bu alandaki araştırmaların yeni sonuçları belirleyecek.

Çağrı Mert Bakırcı / Evrim Ağacı

Share
. tarafından

Seçim ve Kadın

Haziran 16, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Egemenlerin kendi iç dalaşlarını dindirmek ve sultalarını sağlamlaştırmak adına keyfi bir şekilde yaptıkları düzenlemeler, yasalar ve tabi ki bunun bir parçası olarak dayattıkları erken baskın seçim süreci, Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarının hayli alışık oldukları bir duruma dönüşmüştür. Kimin, hangi kliğin yöneteceği, sömürü ve yağmadan hangi kesimin nemalanacağı planlarının yapıldığı ve kendilerinden menkul kimseyi görmeyenlerin yönettiği bir ülke haline gelen bir coğrafyada seçim ve diğer yasal süreçlerin ezilen halklar için bir gelecek vaat etmeyeceğinin farkındayız.

Adeta nefes almaksızın gerici dayatmalarla yönetilen bir ülkede seçim gibi süreçlerinde öz olarak göstermelik olmakta, şimdi çok daha kaba ve inandırıcılıktan uzak bir ele alınmaktan öteye gitmemektedir. Henüz baskın bir seçim süreci içinde olduğumuz halde, iktidarın kazanamaması halinde yeni bir seçim sürecinin başlatılacağı sinyalleri verilmektedir. A-B-C dedikleri plan tartışmaları ya da hatırlatmaları nasıl bir işleyişe tekabül ettiğini, ortaya çıkacak olan halk iradesini daha şimdiden çiğneyeceklerini anlatıyorlar. Kaba, hoyrat bir sistemin en rezil halinin resmidir bu!

16 yıldır iktidarda olan Erdoğan/AKP iktidarı, insan yaşamını derinden ve olumsuz etkileyen tüm alanlarda alabildiğine baskı ortamı yaratmanın yanı sıra katliam, tutuklama ve sindirme politikalarıyla tam anlamıyla faşizm tarihini bu coğrafyada yeniden yazdığını söylemek abartı olmayacaktır. Dinci gericilik ile ırkçı milliyetçilik harmanlanması olan ve tam da kendilerine yakışan yeni bir faşist biçim ortaya konulmuştur. Böylelikle coğrafyamızda faşizm tarihi yeniden yazılmıştır.

Eski halin yeniden biçimlendirilerek sunulduğu faşizmin vurduğu kesimlerin en başında ve özel olarak biz kadınların geldiği ortadadır. Kadın adeta hayatta kalma mücadelesi içinde olmuştur. Her aya onlarca kadın ölümünün yansıdığı bu süreç, kadının mücadelesine her zamankinden daha büyük ihtiyacı ortaya çıkarmıştır. Bu objektif bir ihtiyaçtan kaynaklıdır. Kadın kırımının yaşandığı bir yerde kadın mücadelesine ve direnişine o denli büyük bir ihtiyaç duyulur. Bu durumda esasen sokakta kazanılacak olan mücadele seyrinin önemini unutmadan, olan baskın seçim sürecinde kadının öncülüğünde taktik siyasetimize göre şekillenmek ve kadın mücadelesini sürdürmek anlamlı olacaktır.

Partilerin çok sayıda kadın adaylar gösterdiklerini biliyoruz. Ancak bu kadın adaylar burjuva partiler içinde etkin değil, erkek egemenliğinin gölgelerinde bırakılmaktadır. Seçim propagandası ve oy avcılığı amacıyla kadın aday sayılarının artırılması göstermelik bir durumdur ve asla yanıltıcı olmamalıdır. Kaldı ki sorun sadece sayısal değildir. Kadın aday sayısının çokluğunu küçümsememekle beraber esas olan şey, kadın özgürlüğü için izlenen genel çizgi ve takip edilen taktik politikalardır. Kadın üzerindeki cins baskısına, katmerli sömürüye, kadın bedeni üzerinde oynanan tahakküme ve kırıma karşı nasıl bir gelecek istenmektedir? Burjuvazi biz kadınlardan sistemin sivri uçlarının sınırlı kalmamız istemiştir hep. Oysa biz kadınlar bu sınırlılığın ne olduğunu nerede bittiğini tecrübelerimizle bilmekteyiz.

Bu tecrübe ve deneyler nedeniyle, sömürü sisteminin sınırları içinde kazanacaklarımızla yetinmeyen bir devrimci hat izliyoruz. Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) ve kimi diğer ilerici-devrimci yapıların gösterdikleri kadın adaylarımız bu bakımdan anlamlı ve geleceğimize ışık tutmaktadır. Seçim normlarına kendilerinin bile itibar etmedikleri bu gerici süreci başta biz kadınlar olmak üzere, özgürlük ve kurtuluş doğrultusunda yürünecek bir perspektifle ele alarak büyük kazanımlara dönüştürelim diyoruz.

www.gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Özgür Gelecek’ten Dilşat Canbaz ile röportaj

Haziran 16, 2018 de ANASAYFA . tarafından


Özgür Gelecek HDP ile 24 Haziran’da ittifak yaptığını duyuran Sosyalist Meclisler Federasyonu tarafından HDP’nin 3. bölgeden adayı olarak gösterilen Dilşat Canbaz ile seçimler üzerine röportaj gerçekleştirdi. Röportaj şu şekilde:

İstanbul: Doğma büyüme Ankaralı olan Canbaz, aslen Erzurumlu. Siyasi hayatına Ankara’da başlayan Canbaz, Horasanlı Türk Alevi bir ailenin çocuğu. 22 yılı aşkın süredir siyaset içerisinde aktif yer alan Canbaz, kadın mücadelesinin kendisi için çok önemli bir yer tuttuğunu da ifade ediyor. 16 yaşında evlenen 17 yaşında çocuk sahibi olan Canbaz, üç kız çocuk annesi ayrıca. Siyasi mücadele arenasında ciddi bir yol kat ettiğini kaydeden Canbaz, kadının önce kendisini sonrada etrafındakilerin yaşamını değiştirdiğini de söyledi.

“HDP’den aday olmam taktik bir mesele”

Kaypakkaya hareketinin parlamentoya bakışının çok farklı bir yerde durduğunu belirten Canbaz, parlamentoyu yıllarca boykot etmiş bir siyasi hareketten geldiğini söyledi. Çok uzun yıllardır Kaypakkaya hareketinde faaliyet yürüten Canbaz, Demokratik Halklar Platformu (DHP), Demokratik Halklar Federasyonu (DHF) ve sonrasında Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF)’nin 2015 yılında HDP ile ittifak politikasını benimsediklerini dile getirdi.

Daha önce ittifak politikası kapsamında Erdal Ataş’ın milletvekili adayları olduğunu kaydeden Canbaz, dün de bugün de, bundan sonra da parlamentoyu bir amaç değil, bir araç olarak gördüklerini kaydetti. Parlamentoyu hiçbir zaman kurtuluş olarak görmediklerini, sürecin ihtiyacı olarak ve sözlerini söyleyebilecekleri bir alan olarak gördüklerini dile getiren Canbaz, taktik bir mesele olarak değerlendirdiklerini ve bu kapsamda HDP’den aday olduğunu ifade etti.

“HDP bileşenlerine yönelik özel bir saldırı var”

OHAL’in en çok toplumsal muhalif kesimleri vurduğunu belirten Canbaz, AKP’nin bir rejim değişikliği ile birlikte aslında hedeflediği sistem değişikliğini 24 Haziran baskın seçimleriyle yapabileceğine dikkat çekti.

Muhalefetin sokakta olduğunu söyleyen Canbaz, iktidarın, muhalefetin 7 Haziran coşkusuna kapılmasına izin vermemeyi hedeflediğini söyledi. Seçim bürolarını, halk buluşmalarını tomalar ve zırhlı araçlarla yaptıklarını belirten Canbaz, sürekli taciz ve saldırı altında olduklarını söyledi. Bolu, Ankara, Malatya ve Urfa gibi pek çok kentte seçim bürolarına ve üyelerine yönelik saldırılar olduğunu hatırlatan Canbaz, milletvekili adaylarının da polisler tarafından yumruklandığını ve gözaltına alındıklarını da anımsattı. HDP’ye yönelik çok rahat saldırabildiklerine de dikkat çeken Canbaz, HDP bileşenlerine yönelik özel bir saldırı olduğunu vurguladı.

Mahallelerde seçim büroları açılırken farklı partilerin tabanlarıyla da karşılaştıklarını aktaran Canbaz, özellikle AKP ve MHP tabanından tepkiler geldiğini söyledi. AKP 16 yıllık iktidarı boyunca, halkı halka kırdırma politikasını çok iyi bir şekilde yaptığını belirten Canbaz, “Onlar da en az bizim kadar netler” diye belirtti. Diğer partilerle eşit seçim çalışması yürütemediklerine dikkat çeken Canbaz, hiçbir yerde eşit olmadıkları ve olamayacaklarını da söyledi. Canbaz “Bir kutuplaşma var genel anlamıyla, 16 yıllık iktidar sürecine baktığımızda çok net artık ayrışmaları görebiliyoruz. Eskiden daha ortada duran yada liberal bir kesim vardı, her şey artık çok daha keskin” dedi.

“İktidarın Demirtaş’a biçtiği rol büyük”

“Kesinlikle eşit şartlarda değiliz, Demirtaş 10 dakikalık telefon görüşmesiyle seçim propagandası yapmaya çalışıyor. Bugün Demirtaş’a dair devletin, iktidarın biçtiği rol büyük” diyen Canbaz, sözlerini “Demirtaş’ın sesi olarak, milletvekili adayları olarak onun sesini biz taşıyoruz” diyerek sürdürdü.

Sosyalistlerin içerisinde yer aldığı ittifak bileşenlerine bakıldığında, bu renkliliğin hedef alındığına dikkat çeken Canbaz, iktidar cephesinden özelde HDP’ye özel öfke olduğunu söyledi. CHP’nin fırsatını bulduğu ilk anda AKP iktidarı ile yan yana geldiğini kaydeden Canbaz, dokunulmazlıkların kaldırılması meselesinde Erdoğan’ın tek başına değil CHP’nin verdiği oylarla HDP’li vekillerin tutsak edildiğine dikkat çekti.

“AKP iktidarı, HDP’nin kilit noktası olmasından rahatsız”

HDP’nin bugün mecliste kilit bir noktada olduğu için AKP iktidarının bu kadar rahatsız olduğunu ifade eden Canbaz, 19 ilde sandıkların korucuların bulunduğu bölgeye taşınmasının sebebinin de bu olduğunu vurguladı. 1 Kasım’daki gibi silahların altında halkın oy kullanacağını dile getiren Canbaz, halkın, “Ne olursa olsun geri adım atmayacak, oyumuza sahip çıkacağız” dediklerini belirtti. 7 Haziran, 16 Nisan ve 1 Kasım seçimlerinde özellikle, Şırnak’ta bodrumlarda katledilen insanları, buzdolabında cesedi saklanan Cemile’yi, katledilmiş bedenleri hatırladıklarını ve buradan doğru öfkeli olduklarını söyledi ve ekledi; “Öfkemiz sandığa da yansıyacak, geri adım atmayacağız”

Seçim çalışmaları kapsamında gittikleri bölgelerde AKP tabanıyla karşılaştıklarında bir kutuplaşmanın görülebildiğine dikkat çeken Canbaz, ısrarla gerçekleri anlatmaya çalıştıklarını ifade etti. CHP’nin tabanından ise “HDP’yi meclise taşıyacağız” ifadelerinin geldiğini anlatan Canbaz, bu sürecin CHP tabanında, “1 oy İnce’ye, 1 oy HDP’ye” şeklinde karşılık bulduğunu belirtti.

“Bizim açımızdan Haziran’ın 25’i önemli”

Canbaz “Referandumda üç büyük şehirde Ankara, İstanbul ve İzmir’de çöplerden oylar çıktı. Torbalar kaçırıldı, trafoya kediler girdi… Bu konuda oy kullanıldıktan sonra oyuna sahip çıkmak önemli. HDP olarak şöyle bir çağrımız var. Oy kullanma işlemleri bittikten sonra, YSK önünde toplanmak. Milletvekili adayları, yöneticileri ve bütün bileşenleri olarak orada olacağız” dedi.

24 Haziran’ın önemli olduğuna dikkat çeken Canbaz, “24 Haziran faşizmi geriletmek açısından düşündüğümüzde önemli, ama esas mücadele 24’ünden sonra başlıyor. Çünkü biz AKP iktidarının çok kolay gitmeyeceğini biliyoruz. Diktatörlük bu kadar kolay yıkılmaz. Erdoğan’ın bu kadar kolay bırakmayacak. 24’ü seçimler cephesinden önemli bir yerde, ama muhalefet ve demokrasi güçleri cephesinden 25’i önemli, bunun önemini her anlamıyla söyleyebiliriz. 24’ünde AKP gitse de, ardında bir yıkıntı enkaz ve ekonomik kriz bırakacak. Bu sistemin değişebilmesi için önemli bir sürecin hazırlanması lazım. Bu sürecin yükünü de en çok biz kadınlar taşıyacağız. O yüzden bizim açımızdan 25’i önemlidir” şeklinde konuştu.

“Parlamento çözüm değil, örgütlü ve birleşik mücadeleyle değiştireceğiz”

HDP’nin baraj altında kalmayacağına, böyle bir sorunu olmadığına, haksız, hukuksuz bir şekilde baraj altında bırakılabileceğine dikkat çeken Canbaz, böyle bir durum gerçekleşirse iktidarı, seçimi tekrar etmeye zorlayacaklarını ifade etti. Aynı zamanda asla sokaklardan vazgeçmeyeceklerini ve sokaklarda olmaya devam edeceklerine de vurgu yapan Canbaz, yeni Gezilere ihtiyaç olduğunu söyledi.

Parlamentonun çözüm olmadığını ifade den Canbaz, “Ancak örgütlü ve birleşik mücadeleyle bir şeyleri değiştireceğiz” dedi.

25’ini beklemeden şimdiden tüm demokrasi güçleri, kadınlar, gençler, işçiler olarak bütün her yerde ortak birleşik mücadeleyle bir şeyleri değişebileceğini kaydeden Canbaz, HDP ile ittifak politikalarını 24 Haziran’dan sonra da devam ettireceklerini belirtti ve “Yan yana gelmeye devam edeceğiz” dedi.

www.gazetepatika8.com

Share
. tarafından

AK Parti’nin Avrupa’daki markajı

Haziran 18, 2018 de ANASAYFA . tarafından

KÖLN – Yurt dışında ve gümrük kapılarında oy verme işlemleri devam ediyor. Alman haber ajansı DPA’nın YSK’dan aldığı verilere göre, çarşamba akşamı itibarıyla Almanya’da yaşayan yaklaşık 1 milyon 440 bin kayıtlı Türkiyeli seçmenin 343 bin 129’u oy kullandı. Veriler, oy verme işlemlerinin başladığı 7 Haziran’dan bu yana her dört seçmenden yalnızca birinin sandık başına gittiğini gösteriyor.

Seçmenlerin 312 bin 627’si Almanya’da 13 Türk konsolosluğunda kurulan sandıklarda oy kullanırken, 30 bin 502 kişi gümrük kapısında oyunu kullandı. Almanya’da şu ana kadar seçimlere katılım oranının en yüksek olduğu şehir yüzde 32,7 ile Essen, ardından 28,4 ile Düsseldorf geliyor. Üçüncü sırada yüzde 27,2 ile Köln var.

Yurt dışında kayıtlı yaklaşık 3 milyon Türkiye vatandaşı seçmen, toplam seçmen sayısının yüzde 5’ini oluşturuyor. Yurt dışı seçmenin büyük çoğunluğu Almanya’da yaşıyor. Bu nedenle Almanya’nın oyları, 24 Haziran seçimlerinin sonuçlarında kritik bir öneme sahip.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın partililerine kapalı toplantıda ifade ettiği HDP’lileri “markaja alma planı” Avrupa’da 7 Haziran’dan bu yana zaten uygulamada.

24 Haziran seçimleri şu ana kadar yurt dışında yaşayan seçmenlerin oy kullanabilecekleri beşinci seçim. Artık hem YSK’nın hem partilerin hem konsolosluklarda seçimlerde görev alan memur ve sandık kurulu başkanı olan imamların tecrübe edinmiş olması gerekirdi. Ancak işler öyle ilerlemiyor. Yurt dışı seçimleri başından beri sorunlu düzenlendi. Fransa, Almanya gibi çokça Türkiyeli’nin yaşadığı ülkelerde birkaç hafta oy vermek mümkün. Hemen her gün aynı sandık kurulu görevlileri birlikte çalışıyorlar. Bu kişiler sabah 8’den, akşam saat en erken 10’a kadar birlikte mesaideler. Bu tür bir çalışma ortamı, Ortadoğu veya Akdeniz kültüründe zaten asgaride işleyen resmi ve objektif ilişki kurma tarzını hepten ortadan kaldırıyor. Bir de buna ayağı yere basmayan mantık çerçevesi dışında hazırlanmış YSK’nın seçim genelgesi eklenince, seçim güvenliği denilen konu en baştan yara almış oluyor.

Cami imamlarının sandık kurulu başkanı olmasının da ayrıca doğurduğu sorunlar var: Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) camilerinden seçmenlerle din görevlileri tanış olduklarından, neredeyse açık oy kullanılıyor. Seçmenlerin hocalarla konuşmalarından ve tarzlarından, AK Parti seçmeni olduklarını anlamak için çok dikkat etmeye gerek yok. Seçim gizliliğini yanlış anlayan kimi seçmenlerin hocaların kulağına eğilip kimi şeyler fısıldamasını mı istersiniz, kullanılan oyun ardından hayır duaları eşliğinde uğurlanmalarını mı… Sandık çevresinde kafa tokuşturma, dua eder pozisyonda elleri göğe kaldırma gibi hem dini hem politik semboller çok normal kabul ediliyor. Oyunu sandığa atarken seçmenin Rabia işareti veya kurt işareti yaparak fotoğraf çektirmesi de… Yaşlı veya engelli seçmenin oy kullandıktan sonra alkışlar eşliğinde uğurlanmasına, özellikle iktidar partisi müşahitlerinin kendi masalarına seçmeni çığırtkan gibi çağırmasına rastlamak da olağan. Ya da kapanışa kadar beklenirse, “en çok benim masada oy kullanıldı” veya “en erken biz kapattık” sözleriyle birbiriyle yarışan çocuksu tartışmalar da oy verme eğlencesinin bir parçası. Oy kullanılan alana uzaktan baktığınızda, bir an herhangi bir büyükşehrin otogarında mı, yoksa resmi bir kamu kuruluşunda mı bulunduğunuzu kendinize sorabilirsiniz.

Yurt dışı sandık kurullarında sadece AK Parti, CHP ve MHP üyeleri oturmakta; HDP yalnızca müşahit ve itiraza yetkili kişi bulundurabiliyor. Ama sayın cumhurbaşkanı şimdi yurt içine yeni verdiği talimatı, yurt dışına önceden vermiş olacak ki, AK Parti müşahitleri ve kurul üyeleri gerçekten HDP ve hatta CHP müşahitlerini markaja alarak çalışıyor. Sandık kurulu başkanı imamlar, AK Partililer ve orada herkesi korumakla görevli olan kimi güvenlik görevlileri, tarafgir ve yek vücut biçimde sandık çevresinde “görev” yapıyor. Konsolosluklarda seçim alanı, AK Parti’nin mülkiyetiymiş de, diğer partilere orada bulunuşları lütfedilmiş gibi bir ortam olduğunu söylemek abartı sayılmaz.

Sandık kurulu başkanı ve kurul üyeleri bu işi para karşılığı yapıyor olsalar da, herkesin ödediği vergiyle finanse edilen DİTİB, her akşam sadece sandık kurulu üyelerine yemek servisi sunuyor.

Eğer zihinsel engelli vatandaşın adı seçmen listesinde çıkıyorsa, oy kullanabiliyor. Bu konuyu seçim genelgesi “aslında çıkmaması lazım, ama çıkarsa kullanabilir” şeklinde düzenlemiş. Ama önceki genelgedeki kritere göre, sandık kurulu başkanının ad, soyad, orada neden bulunduğu türünde sorularına az da olsa cevap verebilmesi, tek başına kabine girip, oyunu kullanması gerekiyordu. Bu garip durum şimdi daha da mantığın bitti yerde bulunduğumuzu tescilliyor: Nitekim zihinsel engelli birey aile ferdiyle kabine girip oy kullanıyor. Çünkü bunu yasaklayan herhangi bir madde yok. Bu durumda “bir kişi, bir oy” prensibi ortadan tamamen kalkmış oluyor.

Ara sıra eski kablolar yüzünden bilgisayarların yarım saatten fazla çalışmadığını da unutmamak lazım. Avrupa’da olmak demek konsolosluklardaki teknolojinin bulunduğun ülkeyle eşit olması anlamına gelmiyor elbette. Her şey Türkiye usulü sonuçta.

Tüm bu karışıklıklar AK Parti seçmeni olmayanları da haliyle yolunda giden işleyişte bile “bir şeyler yolunda gitmiyor” paranoyasına sürüklüyor. “Pusulayı yanınızda götürün 2. tur için kullanacaksınız”dan tutun, pusulanın arkasındaki sandık mührünü AK Parti mührü sanmaya varana kadar çeşitli yanlış bilgiler sosyal medyada yayılıyor. Bu da sandığa gitmekte zaten kararsız olanları “nasıl olsa seçim güvenliği yok” noktasına getiriyor ve insanlar sandığa gitmeyebiliyorlar.

Velhasılı bir garip seçim yasasından, seçim ortamından demokrasi üretmeye çalışıyor muhalif partiler ellerinden geldiğince, güçleri yettiğince.

www.gazeteduvar.com.tr

Share
. tarafından

17’leri ve kavganın kızıl karanfili kurucu üyemiz, Berna Saygılı Ünsal’ı saygıyla anıyoruz!

Haziran 18, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Onlar halk sevgisine açılan yürek, davaya adanmış ömür ve Altın çağ mücadelesinde bilinçtiler.
Tereddütsüzce ve kaygısızca yürüdüler. Biliyorlardı ardılları onları takip edecek ve inançla azimle yürüyecekler. Mücadelelerindeki duruşları tereddütsüz ve kaygısızdı. Biliyorlardı ardılları tıpkı kendileri gibi bu kavgayı inançla ve azimle sürdürecekler.
En çetin koşullarda yoldaşlarına cesaret ve güven vermek onların en belirgin özelliklerindendi. Ama aynı zamanda yoldaşlarını eleştirmekten de hiç bir zaman geri durmadılar. Bunu hep yoldaşlarını daha ileriye taşımak ve güvenle yürümelerini sağlamak için yaptılar.
Kurucu üyemiz Berna Ünsal yoldaş, kadın mücadelesinde bir ivme yaratmıştır. Kadının kurtuluşunu hiçbir zaman toplumun kurtuluşundan bağımsız ele almadı; tersine kopmaz bağlarla birbirine bağlı olduğunu savundu. Bilgi ve dövüşkenliği ustaca kullanan, insanlığın altınçağ mücadelesinde kadın olarak yerini alan, kadının özgürlük mücadelesinin içimizdeki sembolüdür.

Geleneksel kadın kimliğine karşı ısrarlı pratik ve ideolojik duruş sergileyen Berna yoldaşımız değişimin anahtarı olan bilgiyi örgütsel güce çevirerek kadın mücadelesini örgütleme çabasında yerini aldı. Bilgi edinme ve yazmanın yanında çeviri yapmada da enerjisini zorlayan güce sahipti.
Bilgi ile bütünleşen her konuya dair günlerce yazabilecek sabrı, enerjisini zorlayan, edebiyatı duyguyu birbiriyle bütünleştiren ama bir o kadar ayırt etmeyi de bilen özelliği kadınlara, ardıllarına miras olmalı. Doğru ve yanlışı yaşamla bütünleştiren, gündelik hayatı politik yaşamla içiçe geçirmeyi beceren, yaşam felsefesi haline getiren yoldaşlarımıza selam olsun!
Kapitalist sermaye düzenine karşı her koşulda mücadelede ısrarı öğreten, küllerinden var olma geleneğini içselleştiren yoldaşlara selam olsun. Kadın mücadelesinin kadın kolları vb. Seklinde örgütlemesinin kadının kendi özgün siyasetini ve pratiğini yaratamadığını tespit ederek “Ben Kadınım Demek Yürek İster” şiarıyla örgütsel ve politik olarak bağımsız kadın örgütlenmesini savunup çalışmalarını sürdürerek alışılmış olanı devirmiştir. Berna yoldaş kadının tarihten gelen ezilmişliğini bilince çıkarmış ve Kadın Hareketinin kuruluş coşkusunu hem kendinde taşımış hem de örgütlediği kadınlara yansıtmıştır. Ve bugün Berna yoldaşın öncülüğü kadının özgürleşme mücadelesinde yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Onları anmak taşıdıkları bayrağı hep yükseklerde tutmaktır diyor anıları önünde saygıyla eğiliyoruz .
Kurucu üyemiz Berna Saygılı Ünsal ölümsüzdür.
17’ler ölümsüzdür.

*Berna Saygılı Ünsal Yoldaşımızın Not Defterine yazdığı fakat şiirin kime ayıt olduğu bilinmeyen ve severek okuduğu şiirdir.

Share
. tarafından

SEVGİ OLMAZ, ERKEK EGEMENLİĞİNDEN İNSAN OLMAZ YAŞAMIN ADI KADIN, ÖLÜMÜN ADI ERKEK

Haziran 25, 2018 de ANASAYFA . tarafından

ÇİĞDEM AKIN

Yaşı: 34

Cinsiyeti: KADIN

Ölüm Nedeni: KADIN DOĞMAK

Erkek egemenliği: kadınların nasıl giyineceklerini, nasıl oturup kalkacaklarını, nereye, ne zaman, nasıl, kiminle gidecekleri, kimi sevecekleri, kiminle evlenecekleri, eğitim alıp alamayacakları, çalışıp çalışamayacakları, kaç çocuk doğuracaklarını kısacası erkekler tarafından yaşam biçimlerinin ve nasıl katledileceklerini belirlendiği bir sistemdir.Binlerce yıl kadınlar bu şekilde erkeklerin denetimi ve baskısı altında yaşadılar. Bu baskıyı ve denetimi reddeden her kadın ya dışlandı ve hor görüldü, ya hakarete uğradı ve kötü kadın ilan edildi yada ailesi ve toplum tarafından bu şekilde psikolojik ve fiziksel şiddetin akıl almaz biçimlerine maruz kaldı ve de katledildi. Kadına karşı her hakkı kendinde gören erkek egemenliği kadınları katletmekte hiçbir sınır tanımamaktadır. Dünya üzerinde gerek Asya’da, Afrika’da gerek Avrupa’da,Amerika’da kadınlar sadece kadın doğdukları ve örf, adet, gelenek ve görenekler gibi kendilerini hapseden kurallara uymadıkları için katledilmeye devam ediliyor. Neresi olursa olsun kadınların katillerini yasalar koruma altına almakta. En başta da kadın defalarca polise şikayet etse de gerekli önlemler alınmayıp erkeklerin kadınları katletmesi için bütün yollar açık tutuluyor.

ADI; SARAY GÜVEN

Yaşı; 47

Cinsiyeti; KADIN

Ölüm Nedeni; KADIN DOĞMAK

Bir yıl önce öldürülen ve her defasında duruşmaları uzatılan Saray Güven’in katil zanlısının yargılanmasında hiç bir ilerlemenin olmadığı ve aklanmaya çalışıldığını hissettiğimiz bu günlerde hukukunda erkek ve suç işleyen erkeklerle işbirliğine devam ettiğine tanık oluyoruz. Daha ilk duruşmada psikolojik olarak rahatsız olduklarına dair belgeler, mahkemelere delillerden önce sunularak, erkeklerin işledikleri cinayetlerden en hafif cezaları alarak kurtulmaları sağlanarak adeta kadın cinayetlerini teşvik etmektedirler.On dokuzuncu yüzyılda liberalizm yükselen kadın mücadelesini bastırmak için, kamu ve özel alanı birbirinden ayırarak devletin özel alana yani hukuk yada adalet adı altında, erkeğe müdahale etmesini engelleyerek, erkek egemenliğini garantiye almıştır. Kadının ikincilliğinin ve maruz kaldığı her türden şiddetin sürüp gelmesinin de teminatı olmuştur. Günümüzde kadınlar şikayet etse de devletlerin gerekli önlemleri almamasının ve de mahkemelerde erkeklerin ya hiç yada çok az cezalarla hukuk adı altında ödüllendirilmesinin kaynağında sistemin bir bütün kadının yaşamına, iradesine ve özgürlüğüne düşman olduğu gerçekliği bulunmaktadır.Ne Saray nede Çiğdem erkek egemen sistemin kendini sürdürmek için ilk cinayetleri değildir. Aksine kadınların örgütlü mücadelesi kadın katliamlarını durduracaktır. Kendi istediğinle evlenirsetöre öldürür, ayrılırsa eski eşi öldür, hakkını ararsın devlet öldürür. Özellikle biz kadınlar birbirimize sahip çıkmadığımız, hakkınızı aramadığımız sürece içerde dışarda işyerlerinde her alanda sessiz kalırsak daha çok katlediliriz . Başka Sarayların, Çiğdemlerin, Tuğçelerin ve daha nicekadınların hayatlarını kurtaracak, iradelerine sahip çıkmalarını sağlayacak ve Ben kadınım deme cesaretiyle tüm ezilmişliğe ve köleliğe meydan okuyarak kendi özgürlüklerini yaratmak icin:Hem şiddet gören, hem öldürülen hem de suçlanan olmaktan kurtuluşun yolu örgütlü mücadeledir.

KADIN CİNAYETLERİ POLİTİKTİR

ÖZGÜRLEŞMEK İÇİN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEYE

AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ

Share
. tarafından

SARAY GÜVENE SES VE ÇIĞLIK OLMAYA DEVAM EDELİM!

Haziran 26, 2018 de ANASAYFA . tarafından

SARAY GÜVENE SES VE ÇIĞLIK OLMAYA DEVAM EDELİM!
20 Ağustos’ta kaçırılarak katledilen Saray Güven’in katil zanlısı yargılanıyor. Toplumsal değer yargıları, ahlak ve namus gerekçesiyle kadının katledilmesini sağlayan tüm gericiliğin yargılanması için SARAY GÜVEN ‘e ve eril şiddet sonucu katledilen tüm kadınlara sahip çıkmak adına 28 -29 Haziran ve 13 Temmuz da görülecek olan mahkemelere başta kadınlar olmak üzere duyarlı her bireyi, kurumu katılmaya çağırıyoruz

Tarih: 28-29 Haziran 2018

Adres: Mathildenplatz 15, 64283 Darmstadt

Saat: 09.00
Avrupa Demokratik Kadın Hareketi / Frankfurt

Share
. tarafından

Yeni Meclis’te kadın sayısı yine düşük

Haziran 27, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Seçim sonuçlarına göre TBMM’deki kadın milletvekili sayısı 104 oldu.

AKP’den 53, HDP’den 25, CHP’den 18, MHP’den 5, İyi Parti’den 3 kadın milletvekili seçildi. AKP’nin en genç milletvekili adaylarından Rumeysa Kavak (22) ve HDP’nin en genç adaylarından Dersim Dağ (22) Meclis’e girdi.

Yüzde 17,3 1935 seçimlerinden bu yana en yüksek oran olmakla birlikte Türkiye, kadınların siyasete katılımı, parlamentoda temsili konusunda dünya sıralamalarında geride yer alıyor. Emekçi kadınların, bir bütün olarak da emekçilerinse hiç temsil edilmediği görülüyor.

www.gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Sur’daki ablukadan kurtuldu, tutuklandı, bugün HDP’den vekil oldu: Remziye Tosun

Haziran 27, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) 24 Haziran seçimlerinde Diyarbakır’dan milletvekili seçilen isimlerden birisi de Sur’da sokağa çıkma yasakları sırasında 3 yaşındaki kızı Beritan ile birlikte 100 gün boyunca mahsur kalan Remziye Tosun oldu.

Sur’daki ablukadan çıktıktan sonra tutuklanan ve 14 ay tutuklu kalıp 16 Mayıs 2017’de tahliye edilen Tosun, Mezopotamya Haber Ajansı’ndan Özgür Paksoy’a konuştu.

Tosun, yasak ve yıkım sırasında insan hakları ihlallerine maruz kalan Sur halkının sesi olmak için mücadele edeceğini kaydetti.

Çalışmalarına Meclis’te değil Sur ilçesinde başlayacağını ifade eden Tosun, “Sur’da yaşanan çatışmaları birebir yaşayan kadınlardan biriyim. Sur’da yaşananları bir bir anlatacağım. Özellikle mağdur edilen kadınların sesi olacağım” dedi.

‘Kadınların çığlığı olacağım’

Sur ilçesinde yasak sırasında yıkılan tarihi yapıların hesabını sormak için de Meclis’e gideceğini dile getiren Tosun, her şeyden önce kadınların sesi olacağını sözlerine ekledi.

Tosun, “Sur’da yaşanan çatışmalar sonucunda ağır bir göç yaşandı. Seçmen sayısında ciddi bir düşüş olmasına rağmen yüzde 65 oranında oy aldık. Erdoğan’ın Sur’u yıktıktan sonra halkı açlıkla terbiye etmek istemine cevap verildi. Tüm baskılara rağmen Sur yaşanan yasak ve yıkıma karşılık verdi” şeklinde konuştu.

www.gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Zapatistaların adayı: Kim kazanırsa kazansın mülksüzleştirme sürecek

Haziran 27, 2018 de ANASAYFA . tarafından

EZLN (Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu) üyeleri ve yerlilerden oluşan Yerli Hükümeti Konseyi’nin (Indigenous Goverment Council) ortak başkan adayı María de Jesús Patricio Martínez, nam-ı diğer Marichuy, Meksika’da sayılı günlerin kaldığı seçimlere ilişkin açıklamalarda bulundu.

Sendika.org’un haberine göre Martínez, “1 Temmuz’da kim kazanırsa kazansın, ülkenin kaderi değişmeyecek çünkü bütün siyasi güçler ile iktidardaki kişiler arasında anlaşmalar söz konusu” sözlerini sarf etti.

“Seçimlerin ardından bugün olanlar olmaya devam edecek, mülksüzleştirme ve su kaynaklarının özelleştirilmesi sürecek” diyen Martínez, seçime katılan ve kendisinin solcu olduğunu ileri süren adayların da aslında sol değerler ile ilgileri olmadığının şimdiden ortaya çıktığını belirtti.

Martínez, Meksika Ulusal Seçim Konseyi’ni de eleştirdi.

Konsey’in bağımsız aday olarak seçimlere katılmaya çalıştığı süreçte görevini yeterince yapmadığını belirten Martínez, Konsey’in ülkeyi mülksüzleştirmeye devam eden siyasi ve ekonomik güç sahipleri için dizayn edilmiş bir kurum olduğunu söyledi.

Zapatistaların adayı: ‘Geleneksel doktor’ Patricio Martinez

EZLN üyeleri ve yerlilerden oluşan Indigenous Goverment Council (Yerli Hükümeti Konseyi), 2018 Meksika başkanlık seçimlerinde kadın doktor María de Jesús Patricio “Marichui” Martínez’i destekleme kararı almıştı.

Konsey başkanlık kampanyasının amacını, ‘ülkenin her yerinde örgütlenmeyi ve konseyi kendi kendisini yöneten bir hale getirmeyi sağlamak’ olarak tanımlıyor.

Başkanlık adayı 58 yaşındaki Martinez, 3 çocuk annesi ve insan hakları savunucusu.

Yerli toplulukların sağlık hakkına ulaşması için uzun yıllardır mücadele veren Martinez, 1992’de Calli Tecolhuacateca Tochan adındaki sağlık merkezini kurdu.

Bölgedeki yerli hareketinin uzun süredir lideri olan Martinez ‘geleneksel doktor’ olarak tanınıyor.

www.gazetepatika8.com

 

Share