GÜLE GÜLE SEVGİLİ ARKADAŞIMIZ HÜLYA!

 

DSC_3229

 

 

 

 

 

Hamburg’da 3 Mayıs  günü rahatsız olan oğlu tarafından  yaşamını yitiren Hülya Arslan kadın arkadaşları ve dostları tarafından gerçekleştirilen bir cenaze töreniyle sonsuzluğa uğurlandı. Saygı duruşuyla başlayan cenaze töreninin ardından sevenlerinin, dostlarının ve Kadın Örgütleri temsilcilerinin  yaptıkları konuşmalarla hayatı kadın penceresinde her yönüyle yaşayan ve amansız mücadele eden Hülya Arslan’ın buna rağmen mücadelenin her yerinde olduğunu, yanındaki kadınlara örnek çalışmalar yaptığını ve talihsiz bir şekilde ölmesinden öncesine kadarda bu mücadelesini sürdürdüğünü anlattılar. Hülya’nın sevdiği şarkıların söylendiği şiirlerin okunduğu cenaze töreninde oldukça duygulu anlar yaşandı. Tören sonrası kadın arkadaşları ve dostları tarafından tabutu taşınan Hülya Arslan, Hamburg’da Ohisdorf mezarlığına defnedildi.

Güle güle sevgili dostumuz, arkadaşımız Hülya. Her daim yüreklerimizde olacaksın.

AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ

A

Share

Hamburg’da kadın katliamları ve nefret cinayetleri tartışıldı

Hamburg’da kadın katliamları ve nefret cinayetleri tartışıldı

HAMBURG/ANF04.05.2014 12:50:11

10258167_1476628462568435_8816092127450497141_n

Almanya’nın Hamburg kentinde Kadın Ağı tarafından ‘İktidar-Kadın-Beden‘ başlığı altında insan hakları savunucusu Eren Keskin ve LGBTİ aktivisti Kıvılcım Arat’ın katılımıyla bir panel düzenlendi. Birçok kadın örgütünün temsilini bulduğu Kadın Ağı kurucu üyesi Hülya Arslan’ın aynı gün şizofreni hastası olan oğlu tarafından öldürülmesi ise panele katılan insanlar arasında şok etkisi yaptı.

Skype üzere panele katılan avukat Eren Keskin, kadının maruz kaldığı her durumun siyasetle ilgili olduğu gibi her kadın cinayetini de politik bir cinayet olarak değerlendirmek gerektiğini söyledi. Özellikle Kürdistan coğrafyasında tecavüz ve cinsel tacizin uzun yıllar boyunca kadının iradesini kırmak amacıyla sistematik bir devlet politikası olarak uygulandığı belirten Keskin, hem yasalarda hem de toplumsal algıda bir değişimi sağlayabilmek için tüm kadınların taleplerini ifade ederek mücadele etmeleri şart olduğunu söyledi.

İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği temsilcisi Kıvılcım Arat ise, 2007 yılından bu yana LGBTİ ve insan hakları üzerine yürüttükleri çalışmalarını anlattı. Nefret suçu mağdurlarının dava takiplerinden hukuki danışmanlığa, hak ihlallerinden çeşitli eğitim atölyelerine kadar birçok alanda çalışmalarının devam ettiğini belirten Arat, sadece LGBTİ hakları üzerinde değil, tüm hak ihlallerine karşı siyaset üretmeye çalıştıklarını vurguladı. Kendini ‘Kürt, Alevi ve Trans bir kadın’ olarak tanıtan Arat, Roboski katliamından Sivas katliamına, kadın cinayetlerinden işçi cinayetlerine, azınlıklar, inanç ve kimlik siyasetinden politik gündeme kadar birçok alana dair çalıştıklarını ve tüm ötekilerin eylem birliğini hedeflediklerini belirtti. Şiddet mağduru tüm gruplar gibi LGBTİ’lerin de şiddeti çeşitli boyutlarıyla yaşadıkları, bunu toplum ve devlet şiddeti olarak ikiye ayırmak mümkün olduğunu kaydeden Arat, devlet şiddetinin altında polis şiddetini ayrı olarak değerlendirmek gerektiğini, tecavüzden tutalım kaba işkenceye kadar bu kurum aracılığı ile yaşama geçirildiğini belirtti.

Arat, şiddete karşı ses çıkartırken, zulmün, katliamın

10264843_1476628055901809_7740278247105136428_n ve acının hayatın günlük birer parçası olduğu bir düzende hak, adalet ve özgürlük arayışın toplumun tüm kesimleri için olması gerektiğini de ekledi.

Moderatörlüğü Rojbin Kadın Meclisi üyesi Meral Babur tarafından yapılan panelin ikinci bölümünde ise, Hamburg Kadın Ağı bileşimlerinden Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH) ve Sosyalist Kadınlar Birliği (SKB) temsilcileri kendi çalışmaları hakkında bilgi verdiler. ADKH adına konuşan Berivan Upçin, bir süredir cinsel sömürüye sessiz kalma‘ şiariyla yürüttükleri imza kampanyasının amacını anlattı. SKB temsilcisi Hatice Kar ise, geçen yıl Hamburg‘da ilk kez düzenlenen mülteci kadın konferansı konusunda bilgi vererek, ikinci konferansın yazın yapılacağını açıkladı.

Kadın katliamları ve nefret cinayetleri üzerine tartışmaların yoğun olduğu panelin sonunda katılımcılar, Kadın Ağı kurucu üyesi Hülya Arslan’ın yaşamını yitirdiği haberini aldı. Uzun yıllardır kadın çalışması yürüten iki çocuk annesi Arslan’ın şizofreni hastası oğlu tarafından öldürüldüğü bildirildi.

Bu haber Firatnews.com’dan alinmistir.
10334415_1476628165901798_8099239289082622085_n

Share

NİJERYA’DA KIZLAR KAÇIRILMAYA DEVAM EDİYOR

 

Nijerya’da İslamcı militan Boko Haram’ın kaçırdığı kızların sayısı 200’ü aştı. İngiliz The Guardian gazetesinin haberine göre özellikle okullarından alınıp kaçırılan kız çocukları köle pazarlarında satılmaya ve evlendirilmeye zorlanıyorlar. AilelerA grab made on May 5, 2014 from a video by Boko Haram leader Abubakar Shekau yaptıkları açıklamalarda devletin hiçbir şey yapmadığını ve çocuklarının bir an önce bulunmasını istediklerini söylüyorlar. Son olarak 8 ve 15 yaş arası 8 kız çocuğunu daha kaçıran Boko Haram yaptığı video konuşmasında; “Kızlara söylüyorum gidin ve evlenin. Biz batılıların eğitimine karşıyız ve ben batılıların eğitim sistemine hayır diyorum. Tekrar ediyorum ben kızları kaçırdım ve onları satacağım. Kızların satıldığı  bir pazar bile var.”

Birleşmiş Milletler yaptığı uyarıda ise kaçırılan kızların satılmasında rol alan herkesin uluslar arası yasalar gereğince tutuklanacağını belirtti. Yapılan açıklamada ” Uluslar arası yasalara göre kölelik ve seks köleliği yasaktır” denildi.

People hold signs at a protest in LagosBekleyiş içinde olan aileler ise 3 hafta önce kaçırılan kızlarının hayatlarından endişe ettiklerini ve bir an önce bulunmalarını istediler.

Haber kaynağı; The Guardian 6.05.2014

Share

CİNSEL SÖMÜRÜYE SESSİZ KALMA KAMPANYASI

 

 

ADKH’NİN SÜRDÜRDÜĞÜ KAMPANYA KAPSAMINDA HAMBURG’DA STANT AÇILARAK KAMPANYA TANITIMI YAPILDI VE İMZALAR TOPLANDI.hamburg6 hamburg hamburg4 hamburg5 hamburg3 hamburg2

Share

PARİS’TE TARTIŞMA TOPLANTISI YAPILDI

 

IMG-20140427-WA0002

 

PARİS’TE TARTIŞMA TOPLANTISI YAPILDI

 

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi tarafından Avrupa’nın bir çok şehrinde yapılan “Cinsel Sömürüye Sessiz Kalma Diren Mücadele Et!” başlıklı kampanya kapsamında 26 Nisan 2014 Cumartesi günü Paris’te de bir tartışma toplantısı gerçekleştirildi. Paris Dersim Kültür Merkezinde yapılan toplantı ölümsüzleşen kadın devrimciler şahsında saygı duruşu ile başladı. Ardından ADKH’nın kampanya için hazırladığı sinevizyon gösterimi ilgiyle izlendi.

ADKH temsilcisi ilk sözü alarak kampanyanın genel içeriğini ve neden böyle bir kampanyanın gerekli olduğunu anlattı. Temsilci yaptığı konuşmada “ …bugün dünya üzerinde gelişmekte olan bir sektör haline dönüşen beden sömürüsünün ve bu bağlamda bir meta olarak pazara sunulan kadın, çocuk,erkek ve LGBTT bireylerin yaşadıkları bir bütün olarak egemenlerin politikaları sonucu her geçen gün daha da katmerleşerek devam ediyor. Çocukların küçük yaşta uğradıkları tecavüzler veya aileleri tarafından satılmaları sonucu bu ortama düşmeleri, kadınların yine aile içinde eşleri veya diğer aile bireyleri tarafından uğradıkları şiddet sonucu ve yine LGBTT bireylerin cinsel yönelimlerinden dolayı “zorunlu seks işçiliği”ni seçmeleri bize bu sistemin toplumun değişmesine katkı sunanacak tüm dinamikleri nasıl etkisiz hale getirdiğini, geleneksel ahlak ve namus algısıyla buralarda bedenlerini satmak zorunda kalan insanları nasıl ötekileştirdiğini ve hiç bir şekilde can güvenliklerini sağlamayarak yine şiddete maruz bırakarak ölümlerine nasıl sebep olduğunu göstermektedir.” dedi. İstatistiki bilgilerle devam eden konuşmada bu kampanya içersinde aynı zamanda kullanılan bazı kavramlara (seks işçiliği, seks köleliği, fuhuş) dair de açıklama yapan temsilci bu kavramları tartışmaya açtıklarını ve bu kampanya sonrasında da bu tartışmayı sürdüreceklerini söyledi.

Toplantının ikinci bölümün de ise katılımcılar söz alarak görüşlerini belirttiler. Görüşler içersinde öne cıkan noktalar;

-bugün kadın hareketleri olarak bu duruma düşürülen insanlara alternatif olamadığımız için onların hak alma mücadelelerini desteklemek zorundayız.

-Seks işçiliği kavramı doğrudur çünkü bu insanlar burdan yola çıkarak en azından örgütlenip daha güçlü bir mücadele sergiliyorlar.

-LGBTT’nin açılımının yapılması bile bizim bu konularda ne kadar bilgisiz olduğumuzu gösteriyor. LGBTT bireyler görüş açısından ileri bir yerde duruyorlar biz bile onlardan geriyiz.

-Çocuklarımız bizim yetiştirmemizle şekilleniyor ve bundan dolayı biz kadınla önce kendi içimizdeki egemenliği kırmalıyız.

  • Değişim bilinç ve cesaretle gelişir. Bu anlamda kadınlar olarak öncelikle bilinçlenmeliyiz ve daha sonra cesaretle değişime cüret etmeliyiz.

  • Çevre, LGBTT ve diğer canlıların sorunlarını önce biz ele almalıyız ve bu yönlü çalışmalar yapmalıyız.

Toparlamanın yapıldığı son bölümde ise ADKH temsilcisi yaptığı konuşmada tüm bu görüşlerin pratik yaşamda gerçekliğini bulması için örgütlenmenin çok büyük önem taşıdığını ve bu noktada da kadınların öne çıkmasının yanısıra erkeklerinde bu konuda bilinçlenmeleri gerektiği ve bugüne kadar öğretilen gerici değer yargıları, ahlak, namus ve tabularından kurtularak bu mücadeleye katılmaları gerektiğine vurgu yaparak toplantı sonlandırıldı.

Share

TRANS CİNAYETLERİ POLİTİKTİR!

 

36-AdkhMedyadaCinsiyetciligeDur

 

Günümüz toplumsal sistemleri ve ondan bağımsız olmayan toplumsal algıları ile birlikte LGBTT bireylere yönelik, onların temel hakları noktasında iki yönlü bir yaklaşım içerisinde bulunmaktadırlar. Kimi ülkeler bireylerin biyolojik cinsiyetinden ötesini tanımayıp, bireylerin kendini tanımladıkları cinsiyet kimliğini yok saymaktadır. Kimi ülkeler de ise LGBTT li bireyler yasal olarak tanınıp cinsiyet kimliklerine yönelik ayrımcılık nefret suçları altında anayasalarında yer almasına karşın, pratik yaşamda LGBTT bireyler birçok alanda ayrımcılığa, psikolojik, fiziksel şiddete uğramaktadırlar. Kimi ülkelerde ise istenmeyen biyolojik cinsiyet kimliğinden kendi istedikleri cinsiyet kimliğine geçmek için uygulanan hormon tedavileri ve ameliyatlar finansal olarak sağlık sigortalarınca karşılanmamakta ve bu durum maddi sıkıntılı olanların kendi fiziksel görünüşleriyle barışık olmayan bir yaşam sürerek ağır depresyonlara, intiharlara kadar sürüklemektedir. Yine bu koşullar trans bireylerin ekonomik sıkıntılarını gidermeleri için zorunlu olarak beden ticaretine ‘’ zorunlu seks işçiliği’’ yapmalarına neden oluyor. Toplumda ötekinin de ötekisi durumuna düşürülen bireyler olarak şiddetin her biçimini yaşamak zorunda kalıyor. Bu sonuçların hiçbiri bireysel olarak algılanmamalı. Bu yaşatılanlar toplumsal baskının bir sonucudur. Yerleşik ahlak anlayışı, erkeği yücelten, ilk doğan çocuğun erkek olması gerektiğini dikte ederken bir erkeğin kadınsı davranışlarını ya da trans kadınları erkekliği aşağılanmış görmekte ve ataerkillik uzantısı olarak nefret suçlarına yönelmektedir, öyle ki bu nefret suçları bazen bir kardeş, bazen de baba tarafından işlenebilmektedir. Yaşamın her alanından tecrit edilen LGBTT bireyler hapishanelerde de tecrit içinde tecrit dayatmasına maruz bırakılıyorlar. Bu anlayışı yasal düzenleme ile meşrulaştırılıyor.

LGBTT bireylerin kendi yaşamlarını tehdit altında olduğu yerleri bırakıp gittikleri bazı ülkelerde de iltica statüsü tanınmamaktadır. Sığınma talepleri reddedilen bu bireyler aynı ‘kaderi’  Avrupa ülkelerinde yasamaya devam ediyor. En ‘rahat’ iş buldukları alan yine beden satışı oluyor.

Toplumda kutsanmış ataerkillik ve heteroseksüellik kadınları, çocukları zayıf kılıp çok yönlü bir bastırma ve şiddet çemberine alıyor. Bu çemberin içinde olup görmezden geldiğimiz diğer kesim ise LGBTT bireylerdir. Geçtiğimiz günlerde yine bir trans cinayeti yaşandı. Toplumun ötekileri devlet şiddetine maruz kalmaya devam ediyor. Devlet ve iktidar tarafından geliştirilen ayrımcılık politikaları medya ve din ile derinleştirilen ötekileştirme farklı olana yasama şansının tanınmaması tek tek bireylerin değil bir sistemin sorunudur.  Bu katliamlara karşı „hepimiz LGBTT liyiz“ demediğimiz sürece ortak olmuş olacağız. Toplumsal ahlak ya da baskı sonucu yaşanan her cinayet politiktir. Toplumdaki politik cinayetleri durdurmak için, ötekiyi yıkıp özne olmak için gücümüzü örgütleyelim..

Daha fazla dayanışma için LGBTT kurumlarını sahiplenelim. Bizlere düşen görev öncelikle kendi örgütlerimizde var olan ataerkilliğe trans fobisine savaş açıp LGBTT haklarını savunup, demokratik haklar mücadelemizi sürdürmek, toplumu heteroseksüellik zorunluluğuna koyan algı ile savaşıp insanı merkeze alan kültür devrimine şimdiden başlamaktır. Algıları ve yargıları değiştirmenin tamda zamanı…

Trans Cinayetlerini Durduralım!

AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ/     Nisan 2014

www.adkh.org

Share

Bu da homofobik ambulans: Öldürülen trans olunca dokunmadılar!

 

 

page_bu-da-homofobik-ambulans-oldurulen-trans-olunca-dokunmadilar_560245938

  • Tarih22.04.2014 16:46

Arkadaşı, trans Çağla Joker’in ölümü ardından neler yaşadıklarını anlattı: Polis ve ambulans görevlileri arkadaşımızın cenazesine bile dokunmadı. Biz taşıdık arkadaşımızı…

İstanbul, Beyoğlu’nda dün gece yaşanan silahlı saldırıda bir trans kadın yaralanırken, 21 yaşındaki trans Çağla (Joker) hayatını kaybetti. Arkadaşı Joker’in öldürülmesi ardından neler yaşadıklarını anlatan Didem, polis ve ambulans görevlilerinin cenazeye dokunmak istemediğini ve Joker’i kendilerinin taşıdıklarını söyledi. Didem, “Gözlerini bile kapatmadılar. Biz kapattık. Ailenin ne yapacağı ise belli değil. Kabul etmezlerse arkadaşımızın cenazesini biz üstlenmek isteyeceğiz ama devlet bize vermeyebilir” dedi. Joker’in öldürülmesini protesto etmek için bugün saat 20.00’de Galatasaray Üniversitesi’nin önünde toplanılacak.

Çağla Joker’in arkadaşı Didem ile konuşan Yıldız Tar‘ın KaosGL.org’da yayımlanan haberinin ilgili bölümü şöyle:

Didem, civardaki başka transların silah sesi duyduklarını ve iki kişinin koşarak apartmandan uzaklaştıklarını belirtti. Didem “Önce bıçak çekmişler Joker’e. Nalan’ı yardıma çağırmış. O sırada silah çekip Joker’i göğsünden vuruyorlar. Cama çıkıp yardım istiyor. O arada katiller İstiklal Caddesi’ne doğru koşarak uzaklaşıyor” dedi.

 

‘Arkadaşımızın ölüsüne dokunmak istemediler’

 

Didem, olayın ardından yaşananları “Polis geldi ve hiçbir şey yapmadı. Biraz ortalığa baktı. Doğru dürüst soru  bile  sormadı. Ambulans ise  arkadaşımızı  taşımak istemedi. Apartmandan aşağıya  kadar  arkadaşımızı biz taşıdık” şeklinde anlattı.

 

Cenazeyi aile istemezse ne olacak?

 

Cenazeyi kendilerinin taşımak zorunda kaldıklarını aktaran Didem, “Gözlerini bile kapatmadılar. Biz kapattık. Ailenin ne yapacağı ise belli değil. Kabul etmezlerse arkadaşımızın cenazesini biz üstlenmek isteyeceğiz ama devlet bize vermeyebilir” dedi. Aile cenazeye sahip çıkmaz ve cenazeyi arkadaşlarının kaldırmasına izin verilmezse Joker, Kimsesizler Mezarlığı’na defnedilecek.

 

Birkaç gün önce yine saldırı olmuş

 

Didem birkaç gün önce de Ömer Hayyam Durağı’nda silahlı saldırı olduğunu söyleyerek, Translar arasındaki dayanışmayla saldırıları önleyebileceklerini söyledi. Kendisi de transfobik nefret saldırısına maruz kalan Didem, polisin ilgisizliğini ve saldırganların cezasız kalmasını eleştirdi.

 

‘Travestiyiz, alışın gitmiyoruz!’

 

Daracık Sokak’taki eylemde, “Trans cinayetleri politiktir” pankartı açıldı. Eylemde yapılan basın açıklamasında nefret saldırılarının her geçen gün artarak devam ettiği vurgulandı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“İktidar sahipleri, egemenler, efendiler! Tüm yasal düzenleme çağrılarımıza kulak tıkayanlar, bizi üçüncü sayfalardan, yandaş medyanın taraflı haberlerinden tanıyanlar! Ardı ardına yaşanan bu cinayetlerin ne anlama geldiğini biliyoruz.

Katledilen arkadaşımız Joker’in cenazesine dahi dokunmayan, olay yerinde bulunan arkadaşlarımıza cenazeyi taşıtan bu zihniyeti yok etme kararlılığımız devam ediyor. Genel ahlak kurallarınız ile hayatlarımızı cehenneme çevirirken; bizler o cehennemin içinde zihniyetlerinizi yok edeceğiz!

Korunaklı saraylarınızı toplumun tüm ötekileri ile birlikte yerle bir edeceğiz. Katlettiğiniz Dora’yla, Nükhet’le, Joker’le geleceğiz!”

Not: Bu haber T24 Bağımsız İnternet Gazetesi’nden alınmıştır.

 

Share

ULUSLARARASI HAPİSHANELER SEMPOZYUMUNDA BULUŞALIM

hapishaneler (453x640)

ULUSLARARASI HAPİSHANELER SEMPOZYUMUNDA BULUŞALIM

Devrimci demokrat yurtsever tutsaklara özgürlük“

Burjuvazinin ezilenlere yönelik cezalandırma saldırısı ilk olarak 1596 yılında Amsterdam’da uygulanmıştır. Bu saldırı süreç içinde ‘’Flaman modeli’’ olarak adlandırılmıştır.

Emperyalistler ve işbirlikçileri emeğin ve doğanın sömürüsü üzerine kurdukları cennetlerini korumak için devrimci ve yurtseverlere saldırmakta, tutuklamakta ve idama varan ağır cezalar vermektedir. Başta ABD emperyalizmi beraberinde batılı emperyalistler olmak üzere egemenler, kendileri açısından büyük bir tehlike arz eden sosyalizmin önünü kesmek için, tüm dünyadaki başta sınıfsal mücadele devamın da ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerine karşı saldırılarını artırmış, gerçekleştirdikleri katliamların yanı sıra, işgal ettikleri yerlerdeki hapishanelerinde bulunan devrimci ve yurtsever tutsaklar üzerinde de bir dizi deneyler gerçekleştiriyorlar. ABD’nin Ira’daki Ebu Garip Hapishanesi ve Guantanamo hapishaneleri bu duruma örnektir. Öncelikle ABD emperyalizmi tarafından 1950 yılında Kore hapishanelerinde bulunan tutsaklar üzerinde uygulanan tecrit ve tredman politikaları, bugün daha da geliştirilerek dünyada yaygın bir biçimde uygulanmaktadır. Almanya’da 1970’li yıllarda RAF militanlarına, İngiltere’de, 1980 yılarının başında İRA militanlarına yönelik katı bir biçimde uygulanırken, Türkiye’de tecrit saldırısı direnişler sonucu engellenmiş ancak. 2000 senesinde 19 Aralık Hapishaneler Katliamı ile F tipleri ülkemiz hapishanelerine uyarlanmıştır. Uygulamanın özü politik tutsakları birbirinden ve toplumdan izole etme, dirençlerinde zayıflama sağlama, itaate zorlama, kimliksizleştirme, kişiliksizleştirme ve sonunda teslim almayı hedefleyen çok geniş ve kapsamlı bir projeden ibarettir.

Ülkemiz hapishanelerinde uzun ve onurlu direnişlere çokça şahit olduk. Özellikle 12 Eylül Darbesi sonrası ülke açık bir hapishaneye dönüştürülürken başta Diyarbakır zindanları olmak üzere birçok hapishanede devrimci muhalefet ölümlerle, işkencelerle tekrardan sınandı.  Hapishanelerin en karanlık dönemi sayılabilecek bu dönemde tutsaklar açlık grevleri, ölüm oruçları ve fiili direnişlerle başkaldırı geleneğini sürdürerek coğrafyamızda hapishaneler tarihinin önemli mihenk taşlarından olmuştur.  1989 Eskişehir-Aydın, 19 Eylül 1995 Buca Katliamı, 1996 Diyarbakır katliamı, 4 Ocak 1996 Ümraniye Katliamı, 1996 Süresiz Açlık Grevi ve Ölüm Orucu direnişi, 26 Eylül 1999 Ulucanlar ve 19 aralık 2000 katliamı biçiminde ülke devrimci hareketi imha edilmek istenmiştir. Bugün de, gazete dağıtmak, bir mayısa katılmak, basın açıklamaların da yer almak gibi en doğal ve yasal haklar suç olarak ele alınıp yüzlerce yıllık hapis cezaları ile sonuçlandırılmakta.

Ağırlaştırılmış müebbet hükümlülerine uygulanan ağır tecrit devam ediyor. Tutsakların kaldıkları hücrelerin içini de görecek biçimde havalandırmalara kameralar yerleştirilmekte, onur kırıcı yaptırımlara karşı her türlü direniş disiplin cezalarıyla ve infaz yakma uygulamalarıyla karşılanmakta ve tedavi hakları engellenen tutsaklar ölüme mahkum edilmektedir. Böylece uygulamada kaldırılan idam cezası sürece yayılarak uygulanmaktadır! Hapishanelerde 202’si ağır 620 hasta tutsak bulunmakta. Adalet Bakanlığı’nın verdiği bilgiye göre 2000-2013 yılları arasında hapishanelerde toplam 2.304 kişi yaşamını yitirdi. F tipi tecrit politikalarının genel etkilerinin yanı sıra kadın, LGBTİ ve çocuklar için tecrit gerçekliği bir dizi ekstra saldırıları da gündeme getirmektedir. Kadın, çocuk ve LGBTİ tutsaklar tacizden tecavüze, işkenceye kadar birçok saldırı biçimine maruz kalmaktadır.

İlk başta da söylediğimiz gibi, hapishanelere yönelik bu saldırılar sadece ülke özgülünde yaşanmamakta, tüm dünyada özellikle de muhalif, devrimci, komünist, ilerici tutsaklar benzer uygulamalara maruz kalmaktadır. Bu nedenle enternasyonal dayanışma, ortak mücadele hattı hapishaneler konusunda da vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Deneyimlerimizi paylaşabileceğimiz, ortak mücadeleyi örgütleyebileceğimiz bir zemine ihtiyacımız olduğu açıktır. Bu anlamda ulusalar arası delegelerin katılımı ile 26-27 Nisan tarihlerinde yapılacak olan sempozyuma tüm halkımızı davet ediyoruz.

Türkiye/İstanbul’da gerçekleştirilecek olan sempozyumun gündemleri

  1. Gün: Ülke hapishaneleri raporları / Tecrit ve izolasyonun tutsaklar üzerindeki etkileri
  2. Gün: Kadın, LGBTİ ve çocuk hapishaneleri / Ulusal ve uluslararası ortak bir çalışma grubunun oluşturulması

Yer: Petrol-İş / Tarih: 26-27 Nisan 2014

1.Gün Saat:10:3o

  • Organizasyon “sinevizyonu”
  • Organizasyonun açılış konuşması (DHF)

1. oturum: Ülke hapishaneleri raporları / Tecrit ve izolasyonun tutsaklar üzerindeki etkileri Saat: 11:00

  • Maderatör: Akın Birdal
  • (DHF-ESP-Partizan) Ortak temsilcinin sunumu
  • Hasan Gülbahar
  • Uluslar arası katılımcılar
  • Soru cevap ve serbest kürsü

Yemek arası Saat:13:00-14:00

1.Gün 2. Oturum: Ülke hapishaneleri raporları / Tecrit ve izolasyonun tutsaklar üzerindeki etkileri Saat:14:00

    • Moderatör: Ümit EFE(İHD İstanbul şube başkanı)
    • Latin Amerika ve Asya ülkelerinin temsilcileri
    • Av.Özlem Gümüştaş
    • Soru cevap

2.Gün 1. Oturum: Kadın,LGBTİ, çocuk ve hapishaneler. Saat:10:00-12:00

  • Moderatör: Ayşe Berktay
  • Elif Avcı (LGBTİ Temsilcisi)
  • Çiçek Otlu
  • Av. Hasan Erdoğan (İHD çocuk hapishaneleri kapatılsın temsilcisi)
  • Soru cevap ve serbest bölüm

2.Gün 2. Oturum Uluslararası İnfaz Sistemleri ve Hukuk. Saat: 12:15-14:00

  • İranlı Hukukçu; İran Hapishanelerine ilişkin sunum yapacaktır.

  • Avusturalya Hukukçu; Avusturalya göçmen yasası üzerine sunum yapacaktır.

  • Hollandalı Hukukçu; Hollanda hapishaneleri ve anti-törör yasaları üzerine sunum yapacaktır.

  • Hollandalı Hukukçu; Avrupa anti-terör yasaları üzerine sunum yapacaktır.
  • MLPD Hukukçu; Almanya 129a 129b anti-terör yasaları üzerine sunum yapacaktır.
  • Brezilya Hukukçu; Brezilya köylü ceza yasaları üzerine sunum yapacaktır.
  • Türkiye hukukçu; Türkiye’de İnfaz sistemi ve terörle mücadele yasası
  • Serbest bölüm

Yemek arası: 14:00-15:30

2.Gün 3. Oturum: Ulusal ve uluslararası ortak bir çalışma grubunun oluşturulması Saat:15:30-

  • Moderatör (Partizan)
  • Ülkelerin sunumları
  • Kurumlarım önerileri ve sunumları Serbest kürsü

Sonuç bildirgesi.

Örgütleyici kurumlar: ESP(Ezilenlerin Sosyalist Partisi), DHF (Demokratik Haklar federasyonu), Partizan, SKM(Sosyalsit Kadın Meclisi), SGDF(Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu), YDK(Yeni Demokrat Kadın), DDSB(Devrimci Demokrat Sendikal Birlik) PŞTA(Partizan Şehit ve Tutsak Aileleri),DGH(Demokratik Gençlik Hareketi,YDAB(Yeni Demokrasi Aileleri Birliği), DKH(Demokratik Kadın Hareekti),ATİK (Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu), UPOTUDAK, ATİF, ATİGF, HTİF, İTİF, YDG(Yeni Demokratik Geçlik)Yeni-Kadın,ADHK(Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu), ADHF (Almanya), İDHF, FDHF, Londra-YÇKM, ADHF (Avusturya), ADKH (Avrupa Demokratik Kadın Hareketi), ADGH (Avrupa Demokratik Gençlik Hareketi),Alınteri, Devrimci Proleterya (Yaşanacak Dünya),Aveg-Kon (Avrupa Ezilen Göçmenler Konfederasyonu),AÖTDK (Avrupa Özgür Tutsaklarla Dayanışma Komitesi) AGIF (Almanya Göçmen İşçiler Federasyonu),ACTIT (Paris Türkiyeli Göçmen İşçiler Kültür Derneği),IGIF (İsviçre Göçmen İşçiler Federasyonu),GİK-DER (Londra Göçmen İşçiler Kültür Derneği), VEK-SAV (Hollanda Vardiya Enternasyonal Kültür ve Sanat Vakfı)VARDIYA, Avusturya Göçmen İşçiler İnisiyatifi,EGA-BİR (Edinburg Göçmen Aileler Birliği),BGK (Belçika Göçmenler Kolektifi),SKB (Sosyalist Kadın Birliği), YS (Young Struggie),

Destekleyenler:

FEKAR (Kürt Kültür Dernekleri Federasyonu), Bir- Kar İsviçre,Proleter Devrimci Duruş İsviçre,(Türkiye) Siyaset Gazetesi İsviçre, ADDBF(Avrupa Demokratik Dersim Birlikleri Federasyonu) TUAD(Tutuklu Aileleri ile Dayanışma Derneği), DİSK limter-iş, CİS,Ceza infaz sisteminde sivil toplum Derneği

Share

BARBARA ANNA KISTLER

 

 

 

BARBARA ANNA KİSTLERBARBARA

“Barbara’nın göğsünde Dicle kanıyor, Alp’lerden Munzur’a Barbara uzanıyor…”***

 ALP’LERDEN MUNZUR’A UZANAN ENTERNASYONAL PROLETERYANIN KADINI BARBARA…

Barbara Anna Kistler, 1955 yılında İsviçre’nin Zürih kentinde bir işçi ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Kısa bir okul dönemi geçirdikten sonra genç yaşlardan itibaren çalışmaya başladı. Yoksul semtlerinde temizlik, servis ve yardımcı işlerde çalışıyor; yoksullarla iç içe yaşıyor ve emeğin sömürüsünü bizzat kendi yaşamından öğreniyordu. 16 yaşından itibaren de siyasete ilgi duymaya başladı.

Burjuva demokrasisinin toz pembe görüntüsünün arkasında yatan adaletsizliğin, eşitsizliğin, yabancılaşmanın, sömürünün gerçekliğini görüyor ve bu onu sisteme karşı mücadele edenlere yakınlaştırıyordu. Baskı ve sömürüye olan tepkisi geliştikçe, tüm bunlara karşı mücadele etmenin, tek tek bireylerin karşı koyuşuyla sağlanamayacağını, sistemi değiştirmek için örgütlü mücadele yürütmek gerektiğini bilince çıkarıyordu. Otonomik bir örgütlenme olan Republıc Bunker’e yakınlık duyuyor ve onun çeşitli faaliyetlerinde yer alıyordu. Daha 17 yaşında polis tarafından komünleri basıldığında, kapitalizmin demokrasi aldatmacasının gerçekliğini fark ediyor, 3 haftalık tutuklanma döneminden, ezilenlerin haklı mücadelesine daha kararlılıkla, cüretle sarılarak çıkıyordu.

İsviçre’deki guruplar içersinde en yakın ilişkisi; KGI (Komite Gegen Isalation- İzalasyona Karşı Komite) ile oluyor. Aynı zamanda Marlen grubu ile de yakın ilişkiler kuruyor. Bu gurup içersindeki en önemli çalışmaları, hareket içersindeki feminist düşünceleri Marksist-Leninist düşüncelerle değiştirip dönüştürmek, kadın mücadelesini sınıf mücadelesi anlayışıyla yürütmeye dönük oluyor. Nitekim bu konuda yaptığı çalışmalardan olumlu sonuçlar alıyor ve bu gurup bugün Proleter Devrimci Hareket bütünselliği içersinde yer alıyor.

Devrime daha yararlı olabilmek için sağlıklı ve sportif bir fiziğe sahip olmak gerektiğini düşünürdü ve ona göre yaşardı. Çok yönlü bir kişiliğe sahipti. Dört dil biliyordu ve bildikleriyle yetinmeyerek sürekli yeni bir şey öğrenmeye çalışıyordu. Çevresinde bıraktığı ilk izlenimler alçakgönüllülüğü ve sabrıydı. Çok konuşmaktan ziyade çevresini gözlemlemeyi tercih ederdi. Bunu şöyle açıklıyordu; “İyi gözlemci çevresini iyi kontrol ettiğinden dış dünya ile ilişkilerinde daha az hata yapar. Ayrıca yaşamımız bunu gerektiriyor, biz dünyayı değiştirmek için yola çıkan insanlarız. Bunu yaşamımızın her alanında pratiğe geçirmeliyiz. İyi gözlem, sağlam bilgi sahibi olmayı ve onu doğru değerlendirmeyi beraberinde getirir.”

1980 Sonrası Ülkemizdeki Devrimcilerle Tanışması

Barbara, 12 Eylül 1980’de ülkemizde yapılan askeri faşist darbe sonrasında Avrupa’ya sığınmak zorunda kalan devrimcilerle tanışma olanağına sahip oldu. Bu tanışmayı 1992’de Yeni Demokrasi dergisi ile yaptığı bir röportajda şöyle anlatıyor: “ 1980 sonrasında Avrupa’ya sığınan devrimcilerle eylem birlikteliklerinde ve enternasyonal yürüyüşlerde tanıştım. Avrupa’da, Türkiye’de varolan varolmayan bütün siyasi görüşler bulunur. Çeşitli örgütleri savunan arkadaşlarla tanıştım. Sonuçta TKP-ML’nin düşüncelerinin en doğru olduğunu gördüm ve özellikle eylem birlikteliklerinde Partizanları en yakın ittifak olarak gördüm. İbrahim Kaypakkaya’nın yazılarını okuduğumda çok etkilendim. Bu genç komünist önderin kısa yaşam sürecinde neler yaratabildiğine büyük bir hayranlık ve saygı ile baktım.

…TKP-ML’nin herşeyden önce bilimsel olarak doğru olduğunu anladım ve çeşitli milliyetlerden Türkiye halkını gerçek kurtuluşa götürecek tek proleter parti diye, güvendim. Türkiye’de TKP-ML önderliğinde yükselen devrimci mücadele dünyadaki ezilen halklara ve enternasyonal proleteryaya umut veriyor. Beni de bu umutlandırdı. TKP-ML’nin siyasi ve ideolojik önderliğinde kendi siyasi kimliğimide sağlamlaştırabildim.”

isviçre’de doğan bu mücadeleye tutkun yüreği, Dersim dağlarına taşıyan bilinç, O’nun bu ifadelerinde somutlaşıyordu. Barbara’ya en çok sorulan soru olmuştu, Onun neden Türkiye’ye gelip mücadeleye burada devam ettiği. O’nunsa yanıtı hep açık ve netti. “Devrimin ve devrimcilerin vatanı yoktur, istediği her yerde mücadeleye devam ederler. Ben enternasyonal bir devrimciyim dünya ezilen halklarının kardeşliğini ve birliğini savunurum.” O’na Avrupa’ya dönmek isteyip istemediğini soranlara ise ısrarla karşı çıkıyordu ve dönmek istemeyişinin nedenini tamamen politik bir tercih olduğunu vurguluyordu. O, bir yandan darbe sonrası ülkemizdeki ağır yaşam koşulları ve devlet baskısı nedeniyle mücadeleyi bırakan, yurt dışına kaçanlara; bu gibi baskılar karşısında yılmadan ısrarla mücadelele etmek gerektiğini kendi yaşam pratiğiyle göstermek istiyor. Bir yandan da ezen ezilen çelişkilerinin çok derin olduğu, dünya devrim mücadelesinin fırtına merkezlerinden biri olan ülkemizdeki mücadeleye aktif katkı sunarak buradaki mücadelenin yükselmesinin önemini gözler önüne sermeye çalışıyordu.

Hapisane Süreci

19 Mayıs 1995’de yapılan Hasanpaşa* katliamının hemen ardında başlıyor Barbara’nın hapisane yaşamı. Faaliyette henüz yeni olduğu ve devletin gözaltı sonrasında uygulayacağı ağır işkenceler nedeniyle yoldaşlarının, çözülmesinden duyduğu tedirginlik, O’nun 15 gün işkencede gösterdiği direnişiyle boşa çıkıyor ve Barbara kararlılığın, ısrarın ve direngenliğin simgesi oluyor. Kısa sürede hapisanedeki çeşitli örgütlerden dostlarıyla yakın ilişkiler kuruyor ve burada da herkese açık kişiliği ve yüksek moraliyle sevilen biri haline geliyor. Kendini ön plana çıkartmaktan hoşlanmadığı da arkadaşlarına ve ailesine verdiği şu yanıtlarda açıkça belli oluyor: “Özellikle İsviçre’de benim tutuklanmamla ilgili bir şey yapılacaksa benim öne çıkarılmamdan çok, Türkiye’deki işkencenin (özellikle her gün yüzlerce insanın işkencelerden geçirildiği, hatta işkencedeki ölüm olaylarının gündeme getirilmesinin çok daha önemli olduğunu) ve yine çok önemli olan anti-terör yasası öne çıkarılsın.” Barbara, kendi aile çevresine de mücadelsini doğru bir temelde anlatabilmeyi başarmış olaki, ölümsüzleşmesinin ardından annesi bir röportajda O’nun için şu sözleri ifade ediyor: “Şu an Barbara bana o kadar yakın ve hatta O’nu şöyle derken duyar gibiyim. Benim ölümümden bahsetme ama Türkiye’deki binlerce ölü veren Kürdistan’daki mücadeleden bahset. Tüm dünyadaki devrimci mücadelerden bahset.”

Mahkemede ise savunmasıyla kendisini yargılamak isteyen gerici güçlere adeta meydan okuyor. Burjuva basın, devrimcilerin anti-propagandasını yapabilecekleri bir ortamın çıkabilmesi ümidiyle mahkeme koridorlarını dolduruyor. Büyük bir iştahla ağlayan, sızlayan, kandırılan(!), mağdur bir kadın görüntüsü ile karşılaşmayı bekliyorlar. Ancak O, proleteryanın sarsılmaz bilinci ve direnciyle hem mücadelesinin haklılığını ve meşruluğunu savunuyor hem de burjuva basının kendisi hakkında ortaya attığı spekülasyonları eleştiriyordu ve savunmasını şu sözlerle bitiriyordu:

“Sonuç olarak emperyalizme, faşizme ve tüm dünya gericiliğine karşı mücadelede halkların devrim davasına yardımcı olabildiysem bundan ancak gurur duyarım. Bu nedenden dolayı beni yargılamak size düşmez, beni yargılayacak tek güç enternasyonal proleteryadır. Yaşasın Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi! Yaşasın Proleterya Enternasyonalizmi!”

En Büyük Tutkusu: Munzur Dağları

7 aylık hapisane sürecinin ardından tahliye oldu. Tahliyesi sırasında yoldaşlarıyla, dostlarıyla vedalaşırken; “Dağlarda hepinize savaşacak bir mevzi hazırlayacağız. Sizleri bekliyorum” diyerek bundan sonra mücadelenin hangi alanında savaşacağını da böylelikle söylemiş oluyordu. Ta en başında, Türkiye’ye gelişinde de aynı istek yatıyordu zaten. Dediğini yaptı ve İsviçre’nin Barbara’sı, artık Munzur dağlarında Kinem olarak devrimin en zorlu yollarından birinde sürdürüyordu ısrarlı yürüyüşünü. Bu alanda da sıcak yaklaşımı, samimiyeti, içtenliği ve disipliniyle bölge halkının ve yoldaşlarının ilgisini, sevgisini kazandı. “Ben sosyalizm için yaşıyorum” diyordu her defasında. Hayatı boyuncada bu amaçla yaşadı.

Tıpkı,Kanada Komünist Partisi üyesi Norman Betune’yi** İspanya ve Çin’e taşıyan enternasyonal bilinçte olduğu gibi, Barbara’da ülkemiz halklarının kurtuluşu için İsviçre’den Türkiye’ye geldi. 1993 yılının Ocak ayında, Pülümür’de devlet güçleriyle girdikleri çatışmadan sonra, dondurucu soğuğa rağmen Zel Dağını aşarak evlere ulaşabildiler. Ancak bölge halkının özverili, yoğun çabalarına rağmen donma sonucu durumu ciddileşti ve 5 yoldaşıyla birlikte o da ölümsüzleşti.

Kadının Kurtuluşuna Dair

Kadın sorununun, dünyanın farklı bölgelerinde toplumsal yapıların farklılığı itibariyle çeşitli yönlerden farklılıklar taşıdığını söylüyordu Barbara, “Hem kapitalist ülkelerde hem de emperyalizme bağlı ülkelerde kadınların sınıfsal sömürünün yanında cins baskısınada maruz kaldığını belirtiyordu. O’na göre kapitalist toplumda kadınlar, ekonomik bağımsızlığını kazanmışlardır, ancak modern köle olarak yaşamakta ve burjuvazinin çizdiği bir özgürlüğe sahip olabilmektedir. Yani sahte bir özgürlüktür bu. Üretimdeki iş yanında, ev ve çocuk sorumluluğu da tamamen kadının omuzlarındadır. Belli kesimler görece daha rahat yaşasa da genel olarak kadınların eşitliğinden bahsetmek mümkün değildir. Toplumdaki yabancılaşma ve yozlaşma en çok kadınları etkilemektedir. Kadınlar daha çocuk yaşta tacize, tecavüze maruz kalmaktadır. Tüketim toplumunda tüketilip atılacak bir meta gibi algılanmaktadır.

Yarı-feodal, yarı-sömürge ülkelerde ise kadınlar, kapitalist ülkelere kıyasla çok daha kötü şartlar altında yaşamaktadır. Emperyalizmin baskı ve sömürüsü feodalizmin baskısı ile birleşmiş durumdadır. Kadınlar genç yaşta ve zorla parayı verene bir mal gibi satılıyor. Ailesinin kendisi adına verdiği kararlara göre bir yaşamı oluyor. Yoğun şiddete maruz kalıyor.”

Barbara, dünya genelinde yaşanan kadın sorunlarına ilişkin bu gibi benzerlikleri, farklılıkları koyuyor. Kadın sorunu hususunda feministlerin yaklaşımını ise şu şekilde değerlendiriyor; “Kadının ezilmesi feministlerin söylediği gibi erkek şövenizminden kaynaklanmaz. Kadının ezilmesi, sınıfsal, ulusal, feodal baskının yanında tüm bunlara ek olarak gerçekleşiyor. Feminizm burjuva, reformist bir akım olarak kadınların üzerindeki cins baskısı üzerinden kadının öfkesinin burjuvaziye kanalize edilmesini engelliyor. Bunun yerine emekçiler arasında bir çatışma körüklüyor ve kadın ile erkek omuz omuza proleterya saflarında, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için mücadele verirken, eşitliğin temelini koymayı engelliyor. Devrimci hareket içindeki kadınların durumu buraya göre çok daha ileri.”

Dünyanın her yerinde farklı biçimlerde ortaya çıkan kadına yönelik çifte sömürüye karşı fırsat bulduğu her alanda kadınları daha bilinçli olmaya ve sınıf mücadelesini yükseltmeye çağırıyordu.

1992 yılında İstanbul’da 8 Mart şenliğinde yaptığı bir konuşmasında kadınları sınıfsız toplumu yaratma mücadelesine şu sözleriyle çağırıyordu:

Kadın ile erkek omuz omuza yeni ve güzel bir dünya için savaşarak, bu mücadele içinde özgürce yaşamayı öğrenebilir ve insanları yeni topluma hazırlayıp eğitebiliriz. Ama bilmeliyiz ki gerçek kurtuluş patron-ağa devleti yıkılmadan ve halk iktidarı kurulmadan önce ne emekçi kadın ne de emekçi erkek özgürce ve eşitlik içinde yaşayamaz. Emperyalizmin yıkılmadığı süre içinde sınıfsal, ulusal ve cinsel baskı ortadan kalkmayacak. Kadınların da erkeklerinde kurtuluşunun tek yolu devrimle sağlanır.

Biz bu dünyanın ve insanların yarısını oluşturuyoruz. Ezilen emekçi kadınlar olarak emperyalizm tarafından oluşturulan zincir halkalarından kurtulana kadar tarihin omuzlarımıza yüklediği, kendimizi ve insanları özgürleştirme görevini devrimlerle sürdürmek zorundayız.”

Yüreği dünyanın her neresinde olursa olsun ezilenlerden yana atan; devrim mücadelesinin ısrarcı, bilinçli, direngen, enternasyonal kadınıydı Barbara

Emperyalist zincirin en ince halkasından koparılması gerçeğine uygun olarak, mücadelenin boyutlandığı ülkelerin ML karakterlerine destek vermeyi enternasyonal bir görev olarak görüyorum. Komünizm öldü çığlıklarının atıldığı bu süreçte bu görev bir kat daha artmıştır.” diyordu Barbara. Tamda Komünizm öldü çığlıklarının bugün daha da artırıldığı şu süreçte görevlerimiz bir kat daha artmıştır. Barbara’nın tüm dünyayı kucaklayan coşkun, enternasyonal bilinciyle bu görevin bugün bizlerin omuzlarından yükseleceği unutulmamalıdır.

DİPNOTLAR:

*3713 sayılı yasanın geçmesiyle birlikte işkenceciler hakkında dava açılamayacağı, tutuklanamayacağı ve yargılanamayacağı devlet tarafından açıkça onaylanmıştı. Bunun hemen arkasında İstanbul Hasanpaşa’da İsmail Oral ve Hatice Dilek devletin kolluk güçlerince infaz edilmişti.

**Ünlü Cerrah Norman Bethune, Alman ve İtalyan faşist haydutları 1936’da İspanya’yı işgal ettiğinde cepheye gitti ve anti-faşist İtalya halkı için çalıştı. Japonya’ya karşı direnme savaşında Çin halkına yardım etmek için bir tıp ekibinin başında Çin’e geldi ve 1938 ilkbaharında Yenan’a vardı. Hemen ardından Şensi-Cahar-Hopey sınır bölgesine gitti. Kurtarılmış bölgelerin ordusuna ve halkına iki yıl kadar hizmet etti. Yaralı askerleri ameliyat ederken kan zehirlenmesinden 12 Kasım 1939’da Hopey eyaletindeki Vangsien’de öldü.

*** Şiir Grup Munzur

 NOT: Bu yazı Demokratik Kadın Hareketi Bülteni 5. Sayısından alınmıştır.

Share

Çocuk Gelişimi ve Psikolojisi paneli

 

downloadfile

 

 

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi-Hamburg Bölgesi’nin organize ettigi  „Çocuk Gelişimi ve Psikolojisi“ konulu panel uzman Pedagog Emine Gülsüm Akbayır ve konukların katılımı ile 23.03.2014 tarihinde Migration Zentrum-Hamburg’da gerçekleştirildi.

 

Özellikle kadınların yakın alaka gösterdiği panelde, çocuk gelişimi ve psikolojisinin çocuğun ilk doğduğu andan itibaren her yaş döneminde farklılıklar arz ettiğine değinerek ele alan Pedegog E.G.Akbayır’ın, konuklarla iletişimde katılımcı-interaktif methodu uygulaması panelin oldukça canlı ve verimli geçmesini sağladı. Anne ve babaların çocuklarıyla iletişim noktasında, özelikle çocukların psikoljik gelişimini olumsuz etkileyebilecek  yöntemlerden uzak durmaları gerektiğine ve ebeveyn-çocuk ilişkisinin karşılılı bir öğrenim süreci olduğuna vurgu yapıldı. Ayrıca çocukların eğitiminde, onların özgüvenleri gelistirecek, saglamlastiracak, yaratici yönlerini aciga çıkarmalarını sağlayacak ortam ve koşulların oluşturulmasına özen gösterilmesi gerektiğine dikkat çekildi.

downloadfile-2

Karşılıklı görüş ve önerilerinin de sunulduğu panel, hem uzman arkadaş hem de katılımcı arkadaşlar açısıdan memnun edici bir atmosferde tamamlandı.

 

 

Share

“ Ötekilerin Bir Araya Gelmediği, Birleşmediği, Birlikte Mücadele Etmediği Hiçbir Coğrafyada Mücadele Başarıya Ulaşmadı”

 

 

 

 

IMG-20140317-WA0016

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin sürdürdüğü ”Cinsel Sömürüye Sessiz Kalma Diren Mücadele Et!” kampanyası kapsamında Londra’da İstanbul LGBT Dayanışma Derneği temsilcisi Çirüsk Arat’ın katıldığı bir panel gerçekleştirildi. Açılış ve Mart ayında yitirdiklerimiz, Berkin Elvan ve Erhan Gencer şahsında saygı duruşuyla başlayan panelde ilk konuşmayı ADKH temsilcisi yaptı. Temsilci yaptığı konuşmada devam etmekte olan kampanyaya dair bilgilendirme yaparak dünya üzerinde yaşanan cinsel sömürüye dair bilgi verdi ve bu sömürünün önemli bir yerinde bu sömürüyü daha ağır şekilde yaşayan cinsel yönelimlerin yaşadıkları durumun kendileri açısından daha çok öne çıkarılmasını istediklerini, LGBT bireylere yönelik toplumdaki anlayışları mahküm ederek bu insanların durumlarına bir nebzede olsa dikkat çekerek farkındalık yaratma amacıyla bu paneli düzenlediklerini belirterek sözü LGBT temsilcisi Çirüsk Arat’a bıraktı. Konuşmasına LGBT derneğinin neler yaptığına kısaca değinerek başlayan Çirüsk Arat devamında şöyle konuştu.

“ Ötekilerin bir araya gelmediği, birleşmediği, birlikte mücadele etmediği hiç bir coğrafyada mücadele başarıya ulaşmadı. Şöyle bir gerçeklik var; şiddet dediğimiz kavram öyle bir kavram ki çocuktan başlıyor oradan kadınlara ulaşıyor, oradan azınlıklara ulaşıyor, inançlara ulaşıyor ve ordan bir bakıyorsunuz toplumun hepsi şiddetle kavruluyor. Bu şiddet sarmalı büyüyor ve bir noktadan sonra bir de bakıyoruz ki yaşadığımız katliamlar normale dönüşüyor.

LGBT’ lilerin yaşadığı şiddeti biz iki kategoride topluyoruz. Toplum ve devlet şiddeti. Devlet şiddeti de kendi içinde ikiye ayrılıyor. Devlet ve polis şiddeti. Devlet şiddetini mevcut hükümetin söylemleri oluşturuyor. AKP hükümetinin söylemleri aslında katliama davetiye çıkarıyor. Kendi namus ve ahlak kurallarıyla söylemlerde bulunan hükümet, ölen kadının cesedine 6 saat boyunca tecavüz eden anlayışları nereye koyuyor bu müslümanlığın neresinde duruyor diye sormak istiyoruz” diyen Çirüsk Arat konuşmasının devamında ”başbakan ve bakanların söylemleri doğrultusunda devletin kurumları ve yargı organlarıda bu nefreti pratikte uyguluyor. ”Ben sizi koruyup kollayacağım kısa bir süre sonra toplumun arasına geri döneceksiniz” demesiyle nefret suçlarını teşvik ediyor. Buradan nefret cinayetlerine gelirsek Türkiye’de 2009 yılından bu yana 70’e yakın Trans kadın çok vahşi biçimlerde öldürüldüler. Katilleride 2-3 yıllık cezalarla salıverildiler.”

Trans kadınların yüzde 99’nun seks işçiliği yapmak zorunda olduğunu söyleyen Çirüsk Arat bu kadınların başka bir iş yapma şanslarının olmadığı için zorunlu seks işçiliği yaptığını belirtti.

”Bu toplum içinde çalışmak istedikleri alanları açmazsanız, yaşam alanları yaratmazsanız ne olacak haliyle bu insanlar bu işi yapacaklar” diyen LGBT temsilcisi ”bu anlamda buna fuhuş demek çok tehlikelidir çünkü bu erkek egemen bir söylemdir ve bu söylemle siz bu işi yapmak zorunda olan kadını ötekileştirirsiniz. Sosyalist Hareket bugüne kadar bu noktada ileri bir yerde durmuyor. Kadın sorununun devrimden sonraya ertelenmesi anlayışı gibi bu sorunda devrimden sonraya ertelencek demektir” dedi. LGBT’lilerin yaşadıklarına dair Kaypakkaya geleneği ve ESP’nin ileri bir noktada durduğunu söyleyen Çirüsk Arat ”bu Sosyalist Hareketlerin samimi olmaları bizim kaybettiğimiz umudumuzu yükseltecektir” dedi. ”Toplumda genel ahlak kurallarından dolayı yer bulamayan Trans kadınlar ne iş yapacak diye sormak istiyorum” diyen Çirüsk Arat, ” Tüm kapıların kapatıldığı bir toplumsal yaşamda geriye zorunlu seks işçiliği kalıyor. Ve bu zorunlu seks işçilerinin alanlarını rahatlatmak bunların yaşam taleplerine destek olmak devrimci görevlerden birisidir. Çünkü kadınlarda kendi örgütlülükleri içersinde böyle bir talepte bulunuyorlar ve devrimcilerin görevide bu reform taleplerinin desteklenmesidir yaratamadıkları alanlarda, bu alanları yaratırlarsa da zaten reformlara gerek kalmayacaktır. Birde işe şu yönden bakın bunca Trans kadın seks işçiliği yaparken bu kadınlara kimler gidiyor. Toplumun ahlak bekçiliğini yapan erkekler gidiyor. Bir taraftan erkekler dışlıyor katlediyor ama bir yandan da o insanlara müşteri olarak gidiyorlar. Bence artık şiddete karşı bir kez daha düşünmek lazım. Zulümün katliamın ve acının hayatımızın bir parçası olduğu böyle bir düzene karşı hak ve özgürlük arayışımız sadece kendimiz için değil toplumun tüm kesimleri için olmalı. LGBT’si için, kadını için, Kürdü için, Alevisi için de olmalı. Zira bir kesime uygulanan şiddet toplumun tüm kesimlerini vuruyor. Bu anlamda kadına yönelik şiddet dediğimizde Trans kadınları da bunun dışında tutmadan mücadele etmemiz gerekiyor” diyerek sunumunu tamamladı.

Gelen sorularla oldukça canlı geçen panelde Avrupa Demokratik Kadın Hareketi temsilcisi yaptığı kapanış konuşmasında ” LGBT bireylere yönelik tüm bu şiddet ve nefret cinayetlerine karşı biz kadın örgütleri olarak destek mücadelesi değil bizzat onlarla birlikte bunun bir parçası olarak mücadele etmeliyiz. Erkek egemen anlayışın tipik kadın rollerinden kendimizi arındırıp gerek toplumsal yaşamda gereksede devrimci mücadelede bilinçli ve duyarlı kadınlar olarak sadece kendimiz için değil bizim yaşadığımız şiddetin daha katmerlisini yaşayan ve ötekileştirilen cinsel yönelimlerin hak ve özgürlük taleplerinide kendi bayraklarımıza yazmalıyız” diyerek panel sonlandırıldı.

IMG-20140317-WA0017

Share

Kadın Mücadelesi Özgürlüğü Yeşertir..!

 

fotograf 2

Kadın Mücadelesi Özgürlüğü Yeşertir..!

İsviçre’nin Zürich Kantonu’nda, Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin de bileşeni olduğu, yerli ve göçmen 20’ye yakın kadın örgütü ve kurumundan oluşan “Zürich 8 Mart Komitesi’nin” çağrısıyla 8 Mart Cumartesi günü saat 13:30’da yürüyüş gerçekleştirildi. Zürich Hectplatz’da başlayan yürüyüş programı içersinde Avrupa Demokratik Kadın Hareketi faaliyetçilerinin oynadığı kısa bir sokak tiyatrosu yapıldı. Sokak tiyatrosunda, kadının kendi rengi ve sesiyle, yüzyıllardır süregelen suskunluğunu parçalamanın, örgütlü olmakla dünyayı değiştirmenin mümkün olabileceği dans ve müzik eşliğinde sergilendi.Bu yılki 8 Mart yürüyüşünün ana teması özelde cins sorunu üzerinde şekillense de genel itibariyle kapitalist sisteme karşı beraber mücadele etmenin önemiyle belirlendi.Ayrıca eylem içerisinde Zürich’in büyük alışveriş mağazalarına, özel bankaların duvarlarına kapitalizmi hedef alan yazılamalar yapıldı, pankartlar asıldı.Yürüyüş güzergahı üstünde belli noktalarda durularak, her kurumun kendi bildirisi okunurken çevredeki insanlara, iş yerlerine, kafe ve restoranlara yoğun bildiri dağıtımı yapıldı.Yürüyüşte sık sık “kein Gott, kein Staat, kein patriarchal,” (Tanrı yok, Devlet yok, erkek egemen zihniyete hayır!) sloganı atılırken, Kürtçe ve Türkçe sloganlar da atıldı, Kürtçe müzikler çalınarak halaylar çekildi.2 saat süren 8 Mart yürüyüşü Helvetiaplatz’da bitirildi.

Cinsel Sömürüye Sessiz Kalma!

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin geçtiğimiz aylarda “Cinsel Sömürüye Sessiz Kalma, Diren, Mücadele Et!” şiarıyla başlatmış olduğu kampanya çerçevesinde 8 Mart yürüyüşü boyunca ve bitiminde Birleşmiş Milletler’e sunulacak olan imza kampanyası için çevredeki insanlara, ADKH’nin kampanyası tanıtılarak imza toplandı.

fotograf 3

Share

Örgütlenerek Özgürleşeceğiz!

 

36-AdkhMedyadaCinsiyetciligeDur

Fransa Moulhose’da 8 Mart Paneli

ADKH ve Kürd kadınları 8 Mart vesilesiyle Moulhose’da bir panel gerçekleştirdi. Avrupa Demokratik Kadın Hareketi Kadın ve Şiddet konusunda ; tarihten bugune kadar kadına yönelik şiddetin sadece biçim değiştirdiğini; egemenlerin şiddeti engellemek şöyle dursun derinleştirerek arttırmanın toplumsal koşullarını yarattığını ve bizlerin daha çok birlikte hareket etme ihtiyacını belirterek, yönelimimizin siyasal perspektifine dikkat çekti. Kürd Kadın Hareketi ise yaptığı konuşmada; kadınlar tarihten bugüne birçok engelle karşılaşsa da engelleri aşarak bugüne geldikleri, kadınların kurtulmadan ne toplumun ne de erkeklerin kurtulacağını,bilinçlenen kadının Rojava’da olduğu gibi devrim doğuracağını ve örgütlenerek özgürleşeceğimizi vurgulayarak panel son buldu.

Share

‘Gezi’den Rojava’ya kadınlar iktidara’

 

Dersim 8 Mart11 Dersim 8 Mart10 Dersim 8 Mart12

Dersim Demokratik Kadın Hareketi (DDKH), 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde “Gezi’den Rojava’ya kadınlar iktidara” şiarıyla Dersim’de binlerce kadınla alanları doldurdu

DERSİM (09.03.2014)-Dersim Demokratik Kadın Hareketi (DDKH), 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde “Gezi’den, Rojava’ya kadınlar iktidara” şiarıyla bütün kadınlar cinsel, sınıfsal ve ulusal sömürüye karşı 8 Mart’ı alanlarda karşıladı.

Saat 12.00’de Sanat Sokağı’nda bir araya gelen kitle “8 Mart kızıldır kızıl kalacak” , “Devrimci tutsaklar onurumuzdur” , “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” sloganları eşliğinde Okullar Caddesi’nden Kışla Meydanı’na yürüdü.  Kışla Meydanı’ndan tekrar Sanat Sokağı’na dönülerek 8 Mart etkinliği başlatıldı. Saygı duruşunun ardından, kadın mücadelesine vurgu yapan konuşmalar yapıldı.

AKP iktidarı döneminde kadın katliamlarında artış var

Demokratik Kadın Hareketi adına yapılan basın açıklamasında, fabrikaya kapatılarak katledilen kadınların mücadelesine dikkat çekilerek işçi kadınların günümüzde de güvencesiz ve esnek çalışma koşulları içerisinde sömürüye tabi tutuldukları ifade edildi. AKP iktidarı döneminde erkek egemen sistemin baskılarının giderek arttığına dikkat çekilen basın açıklamasında, kadına yönelik şiddetin ve kadın katliamlarının arttığına vurgu yapıldı.

Basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “Emperyalist-kapitalist gerici dünyada egemenler, kadını emek, beden ve kimlik sömürüsüyle toplumsal konumuyla, cinsel kimliği ve yönelimiyle, sınıfsal, etnik konumu üzerinden parçalayıp boyutlandırarak evden fabrikaya okuldan atölyeye kadının köleleşmesini ipotek altına almaya çalışıyor. Bugün Ortadoğu halkları üzerinde oynanan kanlı savaş imha inkar politikalarıyla, savaş ganimeti gözüyle, din kisvesi adı altında gecelik nikahla, haksız savaşlarda kadını yok etmeye, katletmeye devam ediyor. Geçmişten bugüne mücadele ve örgütlenme aydınlığı ve mirasıyla kadınlar bu saldırıları, görünmez kılınmak istenen her saldırıyı örgütlü mücadele ve örgütlü bilinçle reddetmeye halkların kurtuluşu yolunda iktidar programını inşa etmeye devam ediyor.

Gezi’den Rojava’ya kadınlar iktidara!

Tarihimizi yaratan Clara Zetkinlerden, Rosa Lüksemburglardan, Alexander Kollantailerden, Barbaralardan, Bernalardan, Beşlerden, Sakine Cansızlardan ve ismini sayamadığımız mücadelede yitirdiğimiz nicelerinden aldığımız bilinçle bugün Haziran Ayaklanması’yla barikatlarda öncüleşen kadınlar, Rojava’da savaşan kadınlar, kadının kurtuluş mücadelesinde, iktidarlaşma yolunda örgütlü mücadeleyle önderleşiyor! 8 Mart sınıf bilincimizi kuşanıp özgürlük yürüyüşünde yerimizi daha da sağlamlaştırmanın zamanıdır! 8 Mart dünya halklarına azgınca saldıran emperyalist düzene karşı kavgayı büyütmenin zamanıdır! İkinci sınıf olarak görülmemizin karşısında bilinçli, kararlı ve cüretkâr mücadelemizi örgütlemenin günüdür 8 Mart!8 Mart’ın kızıllığı bugün sömürüye karşı her yerde emperyalizme-kapitalizme, şovenizme, işsizliğe, yoksulluğa, cinsel ayrımcılığa, cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüye, tacize ve tecavüze karşı mücadelemizi haykıralım!”

Grup Munzur ve Grup Alamor sahne aldı

Etkinlik sırasında Dersim Bağımsız Belediye Başkan Adayı Ali Tacar 8 Mart’ın önemine dikkat çeken bir konuşma yaptı. Tutsaklardan gelen mektupların okunmasının ardından, Dersim Kültür Derneği bünyesinde faaliyet yürüten Tiyatro Umut sahne aldı.

Grup Ala Mor ezgileriyle devam eden etkinlik son olarak Grup Munzur’un sahneye çıkmasıyla hep birlikte çekilen halaylar ve sloganlarla sona erdi.

8 Mart eyleminin videosunun linki şöyle:  http://www.youtube.com/watch?v=sPEsY3QrG0s

Share

Sarıgazi’de kitlesel 8 Mart coşkusu

Demokratik Kadın Hareketi (DKH) 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne Sarıgazi’de gerçekleştirdiği kitlesel yürüyüşle coşkulu bir şekilde karşıladı

HABER MERKEZİ (09-03-2014)- Bugün saat 17.300’da Vatan İlköğretim Okulu önünde “Gezi’den Rojava’ya Kadınlar İktidara”, “Dün Kızıldı Yarın da Kızıl Olacak” pankartları arkasında toplanan kadınlar,  sloganlarla Demokrasi Caddesi’nden Sarıgazi Meydanı’na yürüdü.

Ellerinde “Cinsel ulusal sınıfsal sömürüye son”, “Kadınlar göğün yarısıdır”, “Savaşan kadınlar özgürleşen kadınlar” yazılı dövizler taşıyan kitle, “8 Mart kızıldır kızıl kalacak”, “Susma haykır kadınlar vardır”, “Kadınlar saflara hesap sormaya”, “Kadın erkek el ele sosyalist devrime”, “Kadınız haklıyız kazanacağız” sloganlarıyla 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü karşıladı.

Newyork’ta katledilen kadınlar yaşıyor

Coşkulu bir şekilde Sarıgazi Meydanı’nda toplanan DKH’li kadınlar adına basın açıklaması gerçekleştirildi. Basın açıklamasında 8 Mart’ın tarihsel sürecine dikkat çekilerek, 157 yıl önce New York’ta katledilen kadınların mücadelesinin yaşatılmasının önemine vurgu yapıldı.

 

DEMOKRATKKH1-300x200

Basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “Emperyalist kapitalist gerici dünyada egemenler, kadını emek, beden ve kimlik sömürüsüyle, toplumsal konumuyla, cinsel kimliği ve yönelimiyle, sınıfsal etnik konumu üzerinden parçalayıp boyutlandırarak evden fabrikaya, okuldan atölyeye kadının köleleşmesini ipotek altına almaya çalışıyor. Bugün Ortadoğu halkları üzerinde oynanan kanlı savaş imha inkar politikalarıyla, savaş ganimeti gözüyle, din kisvesi adı altında, gecelik nikahla haksız savaşlarla kadını yok etmeye, katletmeye devam ediyor. Geçmişten bugüne mücadele ve örgütlenme aydınlığı ve mirasıyla kadınlar bu saldırıları, görünmez kılınmak istenen her saldırıyı örgütlü mücadele ve örgütlü bilinçle reddetmeye ve halkların kurtuluşu yolunda iktidar programını inşa etmeye devam ediyor.

Gezi’den Rojava’ya kadınlar iktidara

Tarihimizi yaratan Clara Zetkinlerden, Rosa Lüksemburglardan, Aleksandra Kollantaylardan Barbaralardan, Bernalardan, Beşlerden, Sakine Cansızlardan ve ismini sayamadığımız mücadelede yitirdiğimiz nicelerinden aldığımız bilinçle bugün Haziran Ayaklanması’yla barikatlarda öncüleşen kadınlar Rojava’da savaşan kadınlar, kadının kurtuluş mücadelesinde, iktidarlaşma yolunda örgütlü mücadeleyle önderleşiyor! 8 Mart sınıf bilincimizi kuşanıp özgürlük yürüyüşünde yerimizi daha da sağlamlaştırmanın zamanıdır! 8 Mart dünya halklarına azgınca saldıran emperyalist düzene karşı kavgayı büyütmenin zamanıdır! İkinci sınıf olarak görülmemizin karşısında bilinçli, kararlı ve cüretkâr mücadelemizi örgütlemenin günüdür 8 Mart! 8 Mart’ın kızıllığıyla Demokratik Kadın Hareketi saflarında eyleme, sokağa, özgürleşmeye! Emperyalizme-kapitalizme, şovenizme ve her türden gericiliğe karşı alanlara!”

Basın açıklamasının ardından kitle sağanak yağışa karşın halaylarla 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutladı.

Share

Paris Sokaklarında 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Çoşkusu

 

IMG-20140308-WA0011 IMG-20140308-WA0012

Paris Sokaklarında 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Çoşkusu

Fransa’nın başkenti Paris’te emekçi kadınlar sokakları isyana boyadılar. Yaklaşık yirmi bin kadının katıldığı yürüyüş Bastile Meydanında başlayarak Republıc alanına kadar sürdü. Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’de yürüyüş boyunca sloganlarıyla ve bayraklarıyla yer aldı. Ayrıca ADKH’nin 8 Mart bildirisinin dağıltığı yürüyüşte Cinsel Sömürüye karşı başlatmış olduğu imza kampanyası içinde imzalar toplandı.

Share

Dünya Kadınları Sizinleyiz!

 

IMG-20140308-WA0009 IMG_273940456344605

Londra’da Enternasyonal 8 Mart Buluşması

One Million Women Rıse kadın örütünün her yıl düzenli olarak organize ettiği 8 Mart bu yılda Londra’nın merkezinde öğlen saatlerinde binlerin katılımıyla gerçekleştirildi. Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin de içinde yer aldığı yürüyüse İran, Afganistan, Filistin, Latin Amerika, LGBTT bireyler, İngiliz, Kürdistanlı ve Türkiyeli kadın hareketleri katıldı. Yürüyüş boyunca kadını mücadeleye ve örgütlenmeye çağıran sloganlar yoğun bir şekilde atıldı. Yürüyüşün bittiği Trafalgar Meydanında ise müzik ve konuşmalarla 8 Mart etkinliği akşam saatlerine kadar devam etti.

Share

“Kadınlar Dünyaları Birleştiriyor, Kadınlar Enternasyonal Mücadele Ediyor “

1911626_628732183849160_600290124_n 888
Hamburg’da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Coşkuyla Kutlandı.
   Hamburg’da  Avrupa Demokratik Kadın Hareketi Hamburg komitesininde içerisinde yer aldığı  “Kadın Ağı” nın  çağrısıyla düzenlenen yürüyüş yüzlerce kadının katılımıyla Hachmannplatz’da saat 14:30 da başladı.
 ADKH , Rojbin Kadin Meclisi,Yeni Kadın, SKB, Göçmen Kadınlar Birliği, Courage, Kızıl Kadın Komitesi,  AtesH, SAM, MLPD, Perulu ve değişik uluslardan kadınların da katıldığı yürüyüş merkez tren istasyonunda yapılan açıklamalar ve 8 Mart’ın önemine değinen konuşmalarla başladı.
Kadın Ağı nın   “Frauen Verbinden Welten, Frauen Kämpfen İnternational” (Kadınlar Dünyaları Birleştiriyor, Kadınlar Enternasyonal Mücadele Ediyor ) yazılı ortak pankartının arkasında buluşan kadın grupları sloganlar, konusmalar, müzikler esliginde Gänsemarkt’a kadar yürüdüler.
Share

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Frankfurt’ta Kutlandı

 

1779344_223228281200427_1681582981_n

 8 Mart, Kadının Sınıfsal ve Cinsel Sömürüye Başkaldırışının İfadesidir, Katmerleşen Sömürüye İsyandır! 

Enternasyonal kadın mücadelesi ve dayanışması olan 8 Mart dünya emekçi kadınlar günü vesilesiyle Franfurt çarşı merkezinde bir araya gelen yerli ve göçmen kadın hareketleri 8 mart Emekçi Kadınlar Günü’nü kutladı.Miting alanında açık mikrofon şeklinde güne ilişkin çeşitli kadın hareketleri adına konuşmalar yapıldı.ADKH adına söz alınarak dünyada cinsiyetçi baskıdan kaynaklı kadının yaşadığı cinsel ve katmerli emek sömürüsüne vurgu yapıldı.Avrupada istatiki verilerle kadının maruz kaldığı cinsiyetçi baskılar anlatıldı.ADKH. konuşmasını ADKH olarak mücadelenin sembolü olan 8 Mart’ı ne bir anma günü ne de sadece bir kadınlar günü olarak tanımlıyoruz. Aksine 8 Mart kadının sınıfsal ve cinsel sömürüye başkaldırışının ifadesidir, katmerleşen sömürüye isyandır. Kadınları toplumsal sorunların çözümünde  kapitalizme karşı birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz. Yaşamın tüm alanlarında örgütlenerek, bu mücadelede hayatını kaybeden onlarca kadının direnişlerinden öğrenerek, özgürlük mücadelesini yükseltmeye çağırıyoruz‘‘ şeklinde sonuçlandırdı. Mart eylemi devamında çarşı merkezinden DGB Haus’a yürünerek burada sonuçlandırıldı.Eylemin ardında ADKH ve Yeni Kadın’ın ortak organize ettiği Work shop çalışması yapıldı.Work shop çalışmasında ‚‘‘ Kadın ve Emek,Din ve Cinsellik,Özgüven ve Örgütlenme‘‘ konuları işlendi.çalışmaya katılan kadınlarla yapılan değerlendirmede bu çalışmanın oldukça verimli olduğu görüşüne varılarak önümüzdeki dönemlerde bu çalışmaların benzer biçimlerde devam etmesi kararlaştırıldı. 

Share

Almanya Duisburg’da haklarımız için alanlardaydık!

20140308_13241520140308_130304duisburg

ADKH/Duisburg

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi olarak Kadının enternasyonal dayanışma günü, dünya emekçi kadınlar gününde, Duisburg’da haklarımız için alanlardaydık.
Yerli ve göcmen 15 kurumun organize ettigi 8 Mart’ta kitleler, kapitalizme karşı birlikte mücadele etmeye çağrıldı.
7 milyonun üzerinde kadınların küçük ve part-time işlerde çalıştırılarak %70 az ücret ile çalıştırıldıklarına ve cinsiyetçiliğin kadınları kimliksizleştirildiğine dikkat çekildi.
10 yıldır Almanya’da meslek haline getirilen fuhuşun dünyada merkez haline getirilip aynı zamanda argo kelimelerin kadına biçildiği vurgulanıp her türlü cinsel sömürünün hakim olduğu, bu yüzden tüm kadınların özgürleşmek için devrim mücadelesine katılmaları dile getirildi. Enternasyonal kadın mücadelesi ruhuyla, diğer yıllara oranla farklı bir yürüyüş metoduyla kadınlar seslerini sloganlarla duyurdu.
Tiyatro, müzik ve dansın da yer aldığı etkinlik kitle tarafindan ilgi ile izlendi.
Kadın dayanışmasının sergilendiği 8 Mart’ta, Cinsel  ve Sınıfsal sömürüye karşı kadınların mücadele gününü bir sonraki yıllarda da daha da yükseltmeye  çağrılarak etkinlik sona erdi.

Share

“Bize Dokunmanın Zamanı Geldi de Geçiyor”

“Bize dokunmanın zamanı geldi de geçiyor”

IMG_213194741194799

Demokratik Kadın Hareketi, 8 Mart çalışmaları kapsamında LGBT ile röportaj gerçekleştirdi. LGBT hareketinin ülkede yürüttüğü mücadeleye ve gündeme dair görüşleri üzerine yapılan röportajı sizlerle paylaşıyoruz

HABER MERKEZİ (04.03.2014)- DKH: Gezi Ayaklanması’yla birlikte LGBT bireylerin halkla daha fazla bütünleştiğine inanıyoruz. Sizin görüşleriniz nelerdir?

Ebru: Bu anlayış bizim açımızdan anlaşılır değil. LGBT hareketi Türkiye’nin bir gerçeği ve yıllardır Türkiye’de mücadele veriyor. Sayın Öcalan’ın yakalanması sürecinde bana DEHAP’a trans üye yapılmayacağını söylediler, kocaman köpeğimi aldım gittim, partiye üye oldum. Türkiye’de halkla bütünleşmeye başlayan ilk hareket Gezi’dir ki halkla bütünleşmeyen hiçbir hareket başarılı olamaz. Örneğin PKK’nin halkla bütünleşmesi hala

ayakta durmasını sağlamıştır. Halkla bütünleşmesi üzerinden Gezi’de önemli bir yerde durur. Ancak geçmişe bakarsak biz zaten Türkiye’de vardık. Bizler başka bir ülkeden buraya gelmedik, transfer de olmadık. Buradan şöyle bağlayacağım, şahsi fikrimi söylüyorum; şu anda kendine demokratım, sol partiyim diyen partiler hatta bunun içerisine Kürt partisini de katıyorum, biz tabana ne söyleriz şeklinde saçma cümlelerle karşımıza geldiklerinde cevap olarak “biz tabanız, biz halkız sizin tabana bir şeyler söylemenize gerek yok’’ diyoruz. On sene önce analarla birlikte Ankara’ya gittiğimde analar bana kesk u sor u zer bağladı ve benim cinselliğimi sorgulamadı. Ben o annelerin ellerinden öperim. Halkın zaten bizi kabul ettiğini düşünüyorum. Onun için bu tür devrimci ve ilerici kurumların bu kaygılarından kurtulmaları gerekir. Ben senin kardeşin de olabilirim. Senin kardeşin de trans, eşcinsel olabilir. Bunu iyice düşünmeleri lazım ki bizler zaten sol gelenekten gelen insanlarız. Örneğin ben Kurtuluş geleneğinden gelen birisiyim.

Çirüsk: LGBT hareketi tabii ki Gezi’yle birlikte ortaya çıkmadı, Gezi’den önce bir geçmişi var. Darbe öncesi bir trans komünü var. Daha sonra 80 darbesiyle birlikte tüm translar sürgün ediliyor ve böylece görünürlük yok oluyor. 90’larda sınıf mücadelesinin ve Kürt ulusal mücadelesinin yükselmesi, LGBT hareketine de yansıyor ve LGBT 90’lı yıllarla birlikte örgütlenmeye başlıyor. İlk Pride ( Onur yürüyüşü) 93’teyapılıyor. Askerler Taksim’in dört bir tarafını tutuyor. Diğer ülkelerden gelen parlamenterleri tekme tokat döverek sınır dışı ediyor ve bu kadar sert müdahalede bulunuyor. LGBT hareketinin aslında şöyle öznel bir durumu var. Ben yaklaşık 4-5 yıldır LGBT hareketinin içerisindeyim. Biz yıllarca şunu tahayyül ettik, sadece LGBT özgülünde olan nbir şey değil, toplumsal mücadele içerisinde yer alan tüm hareketler bir haznede buluşmadığı, tüm kimlikler bir araya gelmediği sürece ki sosyalist hareket burada çok önemli bir yerde duruyor, bu ülkede sorunlar değişmeyecek. Bu birlikteliği sağlamak adına birçok adım attık ancak bazı devrimci demokrat kurumlar nefret cinayetleri üzerinden birliktelik sağlamak amacıyla randevu istememize karşın bizimle bu yönlü dahi ortaklaşmadı. Gezi sadece şuna vesile olmuş oldu, insanlar önyargılarından sıyrıldı, bize dokunma şansı yakaladı. Aynı barikatta dövüştük, aynı sofrada yemek yedik, birlikte hareket ettik. Orada gördüler ki aslında özlemlerimiz aynı, çok uzak şeyler tahayyül etmiyoruz.

Bu direnişle birlikte şöyle bir şey oldu, LGBT’nin 20 yılda dokunabileceği kitleye ayaklanmayla birlikte 20 günde dokunduk. 20 yıla 20 gün… İşte böyle güzel bir yanı vardı Gezi’nin. Orada zamanında kapılarını çalıp randevu alamadığımız, eylemlerimize dahil edemediğimiz sosyalistler de bunu görmüş oldu. Nitekim bunun sonucunu Pride’da da görüldü. 2000 kişiyle yürüdüğümüz Trans Pride 10 bin kişiye çıktı, 10 bin kişiyle yürüdüğümüz İstanbul Pride da 50 bin kişiye çıktı. Şimdi bunun üzerinden biraz politika değiştirdik, önceden biraz daha içe dönük politikalar üretirken şimdi daha çok ortak iş yapma, politika üretme, dokunma üzerinden ilerliyoruz.

Ebru: 87’de bizim ilk eylemimiz Gezi Parkı’nın merdivenlerinde olmuştu. Polis baskısına karşı açlık grevi yapmıştık ve Gezi Parkı’nın merdivenlerinde polis bizi dağıtmıştı. LGBT ve translar politikanın içinde yeni değiller, biz yalnızca cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim politikası yapmıyoruz, biz Kürt halkının da yanındayız. Ezilen halkların da yanındayız. Hrant Dink’in yanındaydık, Ermeni halkının yanındayız. İnsanlar bizim yalnızca cinsiyet kimliği politikası yaptığımızı düşünüyorlar. Hayır. Biz tüm ezilenlerin yanındayız. Ezilen kesimin de bizim yanımızda olması bizi onurlandırır.

DKH: Nefret cinayetleri ve devletin bu cinayetleri meşrulaştırması noktasında neler söyleyebilirsiniz?

Ebru: Devletin görsel medyasının haber yapma şeklini baştan yanlış buluyorum. Bugün bir kadın daha öldü demek yerine, kadını öldüren katile 50 sene verildi demek kadın cinayetlerini biraz daha durduran bir dil olacaktır. Örneğin; trans bireyler koruma talebinden faydalanabiliyor gibi görünüyor ancak polis bireyin bilmem kaç yüz metre ilerisinde duruyor. Daha dün ünlü bir iş kadını, kayınpederi tarafından öldürüldü. Halbuki mahkeme kararıyla kayınpederin eve yaklaşması yasaklanmıştı. Bu yüzden nefret cinayetleri yasasının çıkması ve bu yönlü yüksek cezaların olması lazım. Bu yüzden birlik olmalıyız ki sesimiz duyulsun. Hak verilmez alınır, biz hakkımızı almak zorundayız. Türkiye’nin neresinde olursa olsun bir kadın öldürüldüğünde hepimizin içi cız ediyor. Trans kadınlar da tehlikenin içerisinde yer alıyor. Gece saat ikide seks işçiliği yapmak zorunda kalan arkadaşlarımız var. Ben 25 sene seks işçiliği yaptım, bir sarhoş, ya da transfobik adamın yoldan geçerken bana ateş açtığını da biliyorum. Orada ölseydim bunun suçlusu kim olacaktı! Devlet. Çünkü nefret suçları yasasının bir an önce çıkması lazım bu ülkede.

Çirüsk: Bu sistem içersinde yasa çıksa dahi çarkın dişlisi bozukken bir şeye tekabül

edeceğini düşünmüyorum. Ancak reform taleplerimizi de iletmek durumunda kalıyoruz. Sonuçta demokratik bir mücadele veriyoruz ve bu mücadele için LGBT hareketinin demokratik talepleri var. Örneğin Avrupa’yla karşılaştırdığımız zaman oradaki talepler evlilik, miras vb. haklar üzerinden ilerliyor. Ancak Türkiye’deki LGBT hareketi bundan çok çok uzakta. Mesela hiçbir dernekte evlilik hakkı tartışmasını duyamazsınız

çünkü bizler hala yaşam hakkını tartışıyoruz. Mesela her yıl ortalama 20 trans kadın nefret cinayetlerine kurban gidiyor. Biri çıkıp diyor ki, eşcinsellik hastalıktır, öbürü diyor ki bu yüzyılda olmaz. Belki gelecek yüzyılda diyerek yargı organlarıyla katliamlar destekleniyor. Ağır tahrik ve iyi hal indirimleri veriliyor. Ölüm pornografisi yapmak istemiyorum ancak bizim aldığımız cesetler öyle normal cesetler değil. Aldığımız her ölü 30-40 yerinden bıçaklanmış, makatına şişe sokulmuş, gırtlağı kesilmiş, kolu kopartılmış…Yani cesetlere baktığınız da dahi o nefreti görebiliyorsunuz. Bunca şey varken bu katiller ağır tahrik indiriminden faydalanıyor. Yani yargı diyor ki, siz öldürebilirsiniz, katledebilirsiniz ben sizi zaten koruyorum. Bir de bunun kolluk kuvvetleri yani polis kısmı var. Mesela tüm katillerin ifadeleri aynı; ‘ters ilişki teklif etti, erkeklik gururumu incitti’ ile yapılan sözde savunma mekanizması..

Ebru: Hakimler de, savcılar da trans bireyler konusunda bilgisizler ve homofobikler. Ne eşcinselliği ne cinsel yönelimi ne cinsiyet kimliğini biliyorlar. Bursa’da İrem adlı arkadaşımız olduruldu. İrem’in katili ona ters ilişki teklif ettiğini soyluyor.

Cirusk: Bu ifadelerin yönlendirilmesini de polis yapıyor ‘bunu söylediğin takdirde indirim alacaksın’ diyor. Nefret cinayetlerinin teşvik edilmesinde yargının, bakanların, hükümet yetkililerinin, polisin el ele çalıştığını görüyoruz. Bu noktada reform taleplerimizden biri nefret suçları yasasının çıkması, ağır tahrik indirimlerinin kaldırılmasıdır. Bu da bu yargı sisteminde ne kadar olur ve ne zaman düzelir bilmiyorum. Sınıf hareketleri güçlenip, kuvvetlendiğinde ve ortak mücadele alanı oluşturulduğunda bunların ortadan kalkacağını düşünüyorum. Mesela bir arkadaşımız bir yılı aşkındır bir adamla birlikte oluyor. Yine bir gun eve girdiğinde arkadaşının çok telaşlı olduğunu fark ediyor. Anlamıyor çünkü bir yıldır görüşüyorlar. Sonra arkadaşı gırtlağına yapışıp boğmaya çalışıyor. Arkadaşımız can havliyle kurtulup kendini cama atıyor. Bağırmaya başlıyor. İtiş kakıştan sonra kurtulan arkadaşımız tabi adamı şikayet edemiyor. Durum sakinleştikten sonra arkadaşımız kendisine bunu neden yaptığına soruyor. O da kendisine ‘o ibne, öldürürsen ceza almazsın’ dediklerini soyluyor.

DKH: Katliamların zihniyeti aynı mı demek istiyorsunuz?

Cirusk: Bir Alevi’nin bir Ermeni’nin ya da farklı bir grubun katledilmesiyle bir transın ve bir eşcinselin katledilmesi arasında hiçbir fark yok. Çünkü aynı toplumsal kültürden yani nefret kültüründen besleniyor. Duşunun bu ülkenin sosyalistleri bu kadar homofibikken, sokakta; dinle, devlet algısıyla ve erkek algısıyla yetişen birinin nefret dolu olmaması ne kadar olası olabilir ki.

DKH: Devrimci, ilerici kurumlardan talep ve beklentileriniz nelerdir?

Cirusk: Ortak mücadele ağının örülebilmesi, mücadele alanı oluşturabilmesi ve sosyalist örgütlerin kendi kitlesi üzerinde homofobi ve transfobi karşıtı bir çalışma başlatması bizler için önemli bir yerde duruyor.

Ebru: Biz LGBT’leri tanıyoruz, seviyoruz değil biz dokunuyoruz diyebilmeliler. Uzaktan biz yanınızdayız

demek yok, bize dokunmanın zamanı geldi de geçiyor.

DKH: 8 Mart’a çağrınız nedir?

Cirusk: Bu ülkede mücadele şekilleri çeşitlendi. Yalnızca sınıf üzerinden örgütlenmiyor insanlar; su hakkı, doğa mücadelesi, toplumsal cinsiyet üzerinden örgütlenen insanlar vs. var. DKH’de bu sorunların ürünlerinden bir tanesidir ve bugün kadın örgütlerine müttefik olabilecek en yakın örgüt LGBT hareketidir. Çünkü kadınların da LGBT’lilerin de yaşadığı sorunların birinci dereceden müsebbibi erkek egemen algıdır, patriyarkadır. Ve erkek egemen zihniyete karşı mucadele etmenin de sembol günlerinden birisi 8Mart’tır. Bu sebeple 8 Mart’ın tüm LGBT’leri, tüm trans kadınların ve natransların birlikte yürüyeceği, sesini çıkaracağı bir gün olmasını dileyerek, herkesi 8Mart’ta alanlara bekliyoruz.

Ebru:“Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” , “Ve zorunlu seks işçiliği bir meslektir işte sloganlarımız bunlar olmalıdır.

Kaynak: Halkın Günlüğü

Share

ADKH’ nin Başlatmış Olduğu Kampanyanın Faaliyetleri Devam Ediyor

ADKH’ nin başlatmış olduğu kampanyanın faaliyetleri devam ediyor.
2 Mart Pazar günü Duisburg Demokratik Haklar derneğinde Solwodi kurumunun Duisburg temsilcisi Helga Tauch’un da katıldığı bir seminer gerçekleştirildi.
Mart ayını kadının mücadele ayı olarak dile getiren ADKH Duisburg  komitesi bugün bu seminer ile önümüzdeki hafta  alanlarda sonrasında film gösterileriyle Mart ayında kadının sesini duyurmak istediklerini dile getirip, cinsel sömürüye karşı sunum yaptı.
Solwodi temsilcisi toplumda modern kölelik, zoraki fuhuş ve Solwodinin angajmani baslığı altında sunumunu gerceklestirdi.

Yaşadığımız şehir hakkında cinsel sömürünün geldiği son duruma dikkat çeken Helga Tauch sundugu rakamlar ve tanık oldukları olaylar hakkında verdiği bilgiler tüyler ürperticiydi. Fuhuşun nasıl iş sektörü haline dönüstürüldüüünü power point yöntemiyle anlatarak, kendilerinin ne anlamda mücadele ettiklerini vurguladı. Kadınları bilinçlendirmek ve sığınma evlerine almak istediklerini ve bu anlamda da birlikte mücadelenin önemini vurgulayan Helga Tauch kurumlarına bizi davet ederek sunumunu sonlandırdı.
Kadınların tartışmalarıyla ve sorularıyla panel sona erdi.
Adkh DDSC04963uisburg

Share

DKH: ‘Gezi’den Rojava’ya kadınlar iktidara!’

 

 

dkh_logo-300x200

 

 

 

 

 

Demokratik Kadın Hareketi “Gezi’den Rojava’ya kadınlar iktidara” şiarıyla bir açıklama yayınlayarak kadın katliamları, trans cinayetleri ve cinsel şiddet ile güvencesiz, esnek ve kuralsız çalışmaya karşı kadınları mücadeleye çağırdı

“Gezi’den Rojava’ya kadınlar iktidara” şiarıyla bir açıklama yayınlayan Demokratik Kadın Hareketi (DKH) kadın katliamları, trans cinayetleri ve cinsel şiddet ile güvencesiz, esnek ve kuralsız çalışmanın erkek egemen sistemin politikası olduğunu belirterek cinsel, ulusal ve sınıfsal sömürünün kadınların örgütlü mücadelesiyle yıkılacağını açıkladı.

 

“Gezi’den Rojava’ya kadınlar iktidara!

Yüz yıl öncesinde kapitalizmin sömürü çarklarına karşı direnen emekçi kadınların kurtuluş iradesi, bugün emperyalizmin tüm dünyayı kasıp kavurduğu, savaşlar ve işgallerle, ideolojik saldırılarla, ekonomik-politik yaptırımlarla ezilen dünya halkları, ulusları ve emekçilerini iliklerine kadar sömürdüğü, açlığa, yoksulluğa, işsizliğe ve geleceksizliğe mahkum etmeye çalıştığı koşullarda egemenlerin korkulu rüyası olmaya devam ediyor.

New York’ta tekstil işçisi kadınların eşit işe eşit ücret, 10-12 saatlik işgününün 8 saate indirilmesi, çocuk işçilerin çalıştırılmaması talepleriyle yola çıktıkları ve kendilerini sömürenler tarafından fabrikaya kapatılarak katledildikleri günün üzerinden tam 157 yıl geçti. Dünden bugüne her alanda örgütlenen kadınlar mücadeleyi yükseltmeye devam ediyor.

Güvencesiz esnek ve kuralsız çalışma erkek egemen sistemin politikasıdır!

Fabrikaya kapatılıp yakılarak kurtuluş mücadelesine bayrak olan işçi kadınlardan bugüne güvencesiz ve esnek çalışma her dönemde adı değişti ancak sömürüyü katmerleştirerek kadınların yaşam hakkını gasp etmeye devam ediyor. Yolsuzluk operasyonuyla unutturulup hırsızlarca sessizce onaylanması için gün sayılan Kadın İstihdam Paketi, kadın mücadelesi ve işçi mücadelesi için zaten çok geri olan hak talebini cılızlaştırmaya çalışıyor. Sözde her katliamın ve her hak gaspının kitlelere servis edildiği gibi ‘büyük müjde’ gibi sunulan Kadın İstihdam Paketi, kadınları esnek, güvencesiz, düşük ücretli işlere sevk ederken; cinsiyetçi işbölümünü pekiştirip; kadınların aileye, eve, kocaya, çocuğa mahkumiyetini yasallaştırmaya çalışarak; kadının örgütlenmesine, örgütlü mücadelesine saldırmaya devam ediyor. Kayıt dışı çalıştırılarak emeğini örgütleyemeyen kadına, Kadın İstihdam Paketi zaten zayıf olan sendikal örgütlenmeler gerçeğinde sendikasızlaşmayı dayatıyor. Erkek egemen sistemin tüm bu saldırılarına karşı köle değiliz ev işçisiyiz diyen can güvenliği, iş güvencesi ve sağlık güvencesi olmayan ev emekçisi kadınların sendikal haklarına sahip çıkarak bütün haklardan eşit olarak faydalanmalı ve bu hakları yasal olarak güvence altına alınmalıdır.

Kadın katliamları, trans cinayetleri ve cinsel şiddet erkek egemen sistemin politikasıdır!

AKP iktidarının ileri demokrasi söylemleri her yıl yüzlerce kadının yaşam hakkını elinden alırken ağır tahrik ve iyi hal indirimiyle devlet erk-egemen sistem kadın katliamını, kadına şiddeti taciz ve tecavüzü meşrulaştırmaya ve yaygınlaştırmaya devam ediyor. Bunu sistemli bir politika halinde yaparak kadın yaşarken de yaşam hakkı ve iradesini teslim alıyor. Kadın sığınma ve korunma evleri kendi yasalarıyla taciz ve tecavüzü şiddetin her türlüsünü meşrulaştırmaya devam ediyor. Ülkemizdeki yasalarla kadın katliamlarına her gün onlarcası ekleniyor. Kendi çıkarttıkları yasalarla kadının haklarını iyileştirme bir yana, onlarca kadının katliamına zemin hazırlanırken, LGBTİ bireylere yönelik nefret cinayetleri devlet-polis-yargı-burjuva medya eliyle erkek egemen ‘ahlakla’ egemenlerce açıkça teşvik edilmeye devam ediliyor.

Cinsel ulusal sınıfsal sömürü kadınların örgütlü mücadelesiyle yıkılacaktır!

Emperyalist-kapitalist gerici dünyada egemenler, kadını emek, beden ve kimlik sömürüsüyle toplumsal konumuyla, cinsel kimliği ve yönelimiyle, sınıfsal, etnik konumu üzerinden parçalayıp boyutlandırarak evden fabrikaya, okuldan atölyeye, kadının köleleşmesini ipotek altına almaya çalışıyor. Bugün Ortadoğu halkları üzerinde oynanan kanlı savaş imha ve inkar politikalarıyla, savaş ganimeti gözüyle, din kisvesi adı altında gecelik nikahla, haksız savaşlarda kadını yok etmeye, katletmeye devam ediyor. Geçmişten bugüne mücadele ve örgütlenme aydınlığı ve mirasıyla kadınlar bu saldırıları, görünmez kılınmak istenen her saldırıyı örgütlü mücadele ve örgütlü bilinçle reddetmeye ve halkların kurtuluşu yolunda iktidar programını inşa etmeye devam ediyor.

Gezi’den Rojava’ya kadınlar iktidara!

Tarihimizi yaratan Clara Zetkinlerden, Rosa Lüksemburglardan, Aleksandra Kollantaylardan Barbaralardan, Bernalardan, Beşlerden, Sakine Cansızlardan ve ismini sayamadığımız mücadelede yitirdiğimiz nicelerinden aldığımız bilinçle bugün Haziran Ayaklanması’yla barikatlarda öncüleşen kadınlar Rojava’da savaşan kadınlar, kadının kurtuluş mücadelesinde, iktidarlaşma yolunda örgütlü mücadeleyle önderleşiyor! 8 Mart sınıf bilincimizi kuşanıp özgürlük yürüyüşünde yerimizi daha da sağlamlaştırmanın zamanıdır! 8 Mart dünya halklarına azgınca saldıran emperyalist düzene karşı kavgayı büyütmenin zamanıdır! İkinci sınıf olarak görülmemizin karşısında bilinçli, kararlı ve cüretkâr mücadelemizi örgütlemenin günüdür 8 Mart! 8 Mart’ın kızıllığıyla Demokratik Kadın Hareketi saflarında eyleme, sokağa, özgürleşmeye! Emperyalizme-kapitalizme, şovenizme ve her türden gericiliğe karşı alanlara!

Cinsel, sınıfsal, ulusal sömürüye son!

Bedenimiz, emeğimiz, kimliğimiz bizimdir!

Bıji 8 Adare!

Jin jiyan azadi!

Yaşasın örgütlü mücadelemiz!”

Share

8 Mart Kadının Özgürlük Ateşini, Direniş Kıvılcımıyla Tutuşturduğu İsyan Günüdür!

36-AdkhMedyadaCinsiyetciligeDur

“Ataerkil sistemlerin kıskacında kadın olmak, kadına yaşamın her alanında esaret zincirlerinin vurulması anlamına gelmektedir. Kapitalist üretim ilişkilerinde ise kadın, sömürünün iki katına maruz kalmakta ve bu yüzden iki yönlü mücadele, iki yönlü örgütlenme ihtiyacının bilinciyle uyanışa geçmektedir. Bu uyanış, dünya kadınlar günü olarak sembolleşen 8 Mart 1857 de New Yorklu kadın işçilerin yarattığı miras üzerinden yükselmekte ve bugün halen kadınların kapitalizme, ataerkil toplumsal sisteme karşı isyan niteliğini taşımaktadır. Dünyanın birçok yerinde kadınlar çalıştıkları eşdeğer işe karşın erkeğe nazaran daha az para kazanmaktadırlar.

Ülkelere göre bu fark Almanya’da 21.6 % ( OECD arastırması: 2012), İsviçre’de 18.4% (BFS: 2010), Fransa’da 14.7 (Gender Pay Day: 2011), Türkiye`de 20 % (TUİK) oranlarındadır. Bu cinsiyetçilik kadınların meslek seçimlerinde, kariyer yapmalarında karşılarına engel olarak çıkmaktadır. Kadınların görülmeyen ev içi emeği ise burjuva devletlerinin ekonomisini rahatlatırken, kadını dört duvara ve geleneksel toplumsal rollere hapsetmekte ve birey olarak kimliksizleştirmektedir. Bugün sınıflar gerçekliğinin hakimiyetindeki insanların doğal bir varlıktan öte iş gücü olarak görülüp kullanılması kapitalizmin niteliğidir. Bu iş  gücü ne kadar ucuz ve ne kadar üretici olursa, kapitalizm ve günümüz tekelleri bundan bir o kadar kar elde eder. Bu yüzden işçinin çalışma koşulları, emeğinin karşılığı kapitalistler için hiçbir önem taşımaz. Tıpkı geçmişin New Yorklu tekstil işçisi kadınları ve günümüz yakın tarihinde ‘Bangladeş(2013)’de kar hırsıyla ölüme terk edilen işçilerinde görüldüğü gibi kapitalizm sömürmeden ayakta duramaz. İnsanlık dışı olan bu toplumsal sistemin kadına tanıdığı sözde özgürlükler kadını ayakta tutamamakta ve kapitalizmin doymak bilmeyen kar hırsıyla kadının emeğinin yanı sıra bedenini de sınırsız bir şekilde sömürmekte ve metaya dönüştürmektedir.

Yoksul ülkelerde tekeller üretim sürecine çocukları da dahil ederek, çocuk işçilerini burjuvazi demokrasisin karanlık yüzüne hapsedip, görülmez kılarken, bilim insanını doğaya ve insanlığa yabancılaştıran amaçlarla kullanmaktadır.(DISK-AR Çocuk İşçiliği Raporu 2013)  Kendi krizleri içerisinde pervasızlaşan sistem kadını kürtaj ya da doğurganlığını teşvik edici politikalarla tanımlayıp, kadının bedenine müdahale etmektedir. Kapitalist sistemin ezen ve ezilen ilişkisinde Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH) olarak ezilenin bayrağında bir taraf olarak yürüttüğümüz bu toplumsal mücadelede cins mücadelesini yükseltmeyi amaç edinmekteyiz.

ADKH olarak mücadelenin sembolü olan 8 Mart’ı ne bir anma günü ne de sadece bir kadınlar günü olarak tanımlıyoruz. Aksine 8 Mart kadının sınıfsal ve cinsel sömürüye başkaldırışının ifadesidir, katmerleşen sömürüye isyandır. Kadınları toplumsal sorunların çözümünde  kapitalizme karşı birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz. Yaşamın tüm alanlarında örgütlenerek, bu mücadelede hayatını kaybeden onlarca kadının direnişlerinden öğrenerek, özgürlük mücadelesini yükseltmeye çağırıyoruz.

Kadının özgürleşmesinin ancak ve ancak  dönüştürücü ve değiştirici gücünü kullanarak toplumsal mücadelede yer alıp ona öncülük etmesi bilinciyle, yaşasın enternasyonal kadın dayanışması, yaşasın cins eşitliği mücadelemiz, diyoruz.

8 Mart kadının özgürlük ateşini, direniş kıvılcımıyla tutuşturduğu isyan günüdür!

8 Mart pratiği Rojava’da direnen Kürt kadınları ve Gezi Parkı’ndaki cesaretli kadınlardır.

8 Mart cinsel, sınıfsal sömürüye karşı kadınların mücadele günüdür.”

 

Share

BİR MİLYAR KADININ DANSI DEVRİMDİR!

Bir milyar kadının dans etmesi devrimdir. Bu yıl 2. si düzenlenen bir milyar kadının dans etmesi devrimdir eylemi Almanya’nın Duisburg mey

danında gerçekleştirildi. Farklı kültürlerden kadınların katılımıyla renkli görüntülere sahne olan etkinliklerde kadınlar şiddete dans ederek karşı durdular.

ADKH Duisburg- 14 Şubat 2014

IMG-20140215-WA0003IMG-20140215-WA0001IMG-20140215-WA0000IMG-20140215-WA0002

Share

AVRUPA KADIN KONFERANSI GERÇEKLEŞTİRİLDİ

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin katıldığı Dünya Kadın Konferansı’nın (World Women Conference) 8 Şubat 2014’de Paris’te gerçekleştirdiği 3.Avrupa Konferansı önümüzdeki dönem ve 2016 yılında Nepal’in başkenti Katmandu’da yapılacak olan 2. Dünya Kadın Konferansı için hazırlık çalışmalarını 2014 yılı 8 Mart’ı itibariyle başlatma kararı aldı.

 Pariste gerçekleştirilen Dünya Kadın Konferansının 3. Avrupa Konferansı bir çok ülkeden delegelerin katılımıyla 8 Şubat’ta yapıldı. Konferansa Fransa, Almanya, İsviçre, İsveç, Danimarka, Bosna, Romanya, İngiltere, Ukranya,Yunanistan, Avusturya, Ispanya ve Hollanda’dan katılan delegelerin ülkelerine dair verdikleri raporda genel anlamda kadının yaşadığı baskıların gün geçtikçe arttığı, işssizlik ve çıkarılan çeşitli yasalarla kadının ve bedeninin tahakküm altına alınmaya çalışıldığı anlatıldı. Bosna delegesi yaptığı konuşmada “Bosna’da savaşın 20 yıl önce bitti ama bu sırada binlerce kadına tecavüz edildi ve bugün aslında başka bir savaşın geldiği görülüyor. Kadınların geleceği yok bu anlamda kadınlar için savaş bitmiş değil” açıklaması yapıldı.

 Kadının büyük, güçlü ve militan örgütlerinin yaratılması gerektiğini belirten delegeler, bunun için de birlikte savaşmak gerektiğini belirttiler. Kadın, kendi öz gücüne dayanarak mücadelesini yükseltmelidir diyen delegeler, “şu an burjuvazi içinde, onların parlementosunda yer alan kadınların bize bir yararı olamaz sistemle uzlaşarak sorunlarımızı çözemeyiz”. “Kadının mücadelesini sınıf mücadelesinden ayrı ele almamalıyız ve bu nedenle de bilinçli sosyalizm mücadelesi yürütmemiz ve kadının özgür hareketlerini yaratmamız gerekiyor” dendi.

 Konferansda ayrıca gerçekleştirilen genç kadınlar konferansıda oldukça verimli ve etkili oldu. Genç kadınlar böylesi bir konferansda yer almaktan büyük bir mutluluk duyduklarını ve 2016 yılında gerçekleştirilecek olan 2. Dünya kadın konferansının çalışmalarınıda yürütmek istediklerini söylediler. Genç delegeler ülkelerindeki sorunlarına dair bilgiler vererek “bu dünyada kadın ve erkekler olarak sorunlarımız ortak. Globalizmin baskısı altındayız bu nedenle kendimizi yanlız hissetmeyelim ve tüm baskılara karşı birlikte mücadele edelim” dediler.

20140208_16033320140208_114228 4. Avrupa konferansının 2015 yılıda Atina’da gerçekleştirilmesi kararı alındı.

20140208_160333IMG_320970940175440

Share

“TABUTUMUZU ERKEKLER TAŞIMASIN”

900772_detay

Bir kadın “Erkeklerin tabutu taşımasını istemiyoruz, erkeklerin vahşetini protesto ediyoruz!” derken aynı anda diğer kadınlar da öldürülen Nimet Çağan’ın tabutunu omuzluyorlardı. Nimet 11 çocuk annesiydi ve kocası tarafından 11 kez bıçaklanarak öldürüldü. Polise koruma talebinde bulundu ama sesini duyan olmadı. Sebep? Sebep mi arıyorsunuz? Bir erkek için sebep herşey olabilir. Haber spikeri “kıskançlık krizine giren koca” diye sundu. Kocanın kıskançlık krizi ve yaşanan vahşet! Vahşet kelimesini eskiden daha ağır bir durum olduğunda yada insanlığa ters bir durum yaşandığında kullanırdık ama bugün yani 21. yüzyılda artık karısını öldüren erkekler için kullanmaya başladık. Çünkü kadınlar bu durumu vahşet olarak tanımlıyorlar. Erkeğin sadece kendi nefsinin veya düşünce tarzının sonucu olarak öldürülüyor kadınlar. Yani anlayacağınız herhangi bir durum alehinize dönüşebilir. Aman ha dikkat! Yolda yürürken, birisiyle konuşurken, birine dair yorum yaparken siz siz olun sakın yanlış bir cümle veya kelime kullanmayın yoksa koca tarafından katliniz vacip olur.

 Bugün Ece Temelkuran’ın “İçine Atma Türkiye” başlıklı makalesini okudum. (Kaynak; Birgün gazetesi 05.12.2013) Makalede Çinli bir kadının yaşadığı imkansız aşkı, kavuşamamasını ve bundan dolayıda kendini ipek dokumacılığına verişini anlatırken, sevdiği adamın 50 yıl sonra çıkıp geldiğini bir odaya kapanıp saatlerce konuşmalarını ve adamın gidişinin ardından kadının yemeden içmeden kesilip bir ay sonra da öldüğünü anlatıyordu. Adamın kadına ne söylediği bilinmiyor ama Ece Temelkuran’ın da dediği gibi ne söylemişse söylemiş bu da kadının ölmesine sebep olmuştu. Ece Temelkuran yazısında adamın kadına bunca yıl sonra gelip “ne haber, ne yaptın?” demiş olabileceğini ve bununda kadını kahrından öldürmüş olabileceğini söylüyordu. Hiç olmayacak gibi de değil hani! Bende adamın gayet sıradan veya umursamaz davrandığını düşünüyorum. Hatta belki de adam kıskançlık yapmış bile olabilir? Bilemiyorum sizde farklı bir yorum yapabilirsiniz. O yazıda öne çıkan ana noktaya gelince; yazının başlığında olduğu gibi “içine atma” duygusu. Belki de kadın içine atmayıp adamı ağız dolusu paylasaydı ölmeyecekti. Fakat gelin burdan yola çıkalım ve şöyle bir varsayımda bulunalım; Hadi kadınlar olarak içimize atmayıp avazımız çıktığı kadar bağıralım! Halimiz nice olur acep? Kıskançlıkla bir erkeğin 11 kez bıçaklayarak karısını öldürdüğü bir ülkede biz içimize atmayıp konuşursak toplu katliama uğrarız herhalde!!??

Inci Kaya

5/12/2013

Share

Erkekler Aralık’ta 25 Kadın Öldürdü

Bianet’in çetelesine göre, erkekler Aralık’ta 25 kadın öldürdü. Kadınların yüzde 16’sı şikayette bulunmalarına rağmen, yüzde 20’si boşanmak istedikleri için öldürüldü.
İstanbul – BİA Haber Merkezi
03 Ocak 2014, Cuma 00:03

bianet’in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre, erkekler Aralık’ta 25 kadın ve 2 erkeği öldürdü; yedi kadına tecavüz etti/tecavüz girişiminde bulundu; 41 kadına şiddet uyguladı; dokuz kadına cinsel tacizde bulundu.

Kadınların yüzde 16’sı şikayette bulunmalarına ya da koruma kararı çıkartmalarına rağmen; yüzde 20’si boşanmak istedikleri için öldürüldü.

Tecavüzlerin/tecavüz girişimlerinin yüzde 71’i evde, tacizlerin yüzde 66’sı sokakta yaşandı.

Cinayet

Erkekler Aralık’ta 18 ilde 25 kadın ve 2 erkek öldürdü.

Kadınların yüzde 16’sı şikayette bulunmalarına ya da koruma kararı çıkartmalarına rağmen; yüzde 20’si boşanmak istedikleri için öldürüldü.

Cinayetlerin ardından dört erkek teslim oldu, beşi intihar etti.

Kadınların yüzde 56’sı kocaları ve eski kocaları tarafından öldürüldü: Yedi kadını kocaları, beşini boşanmak istedikleri kocaları, ikisini eski kocaları, üçünü sevgilileri, ikisini eski sevgilileri, ikisini iş arkadaşları, ikisini oğulları, birini damadı, birini babası öldürdü.

Aralık’ta cinayetlerin yüzde 56’sı ateşli silahlarla işlendi. Boğarak öldürme vakalarındaki artış dikkat çekti. Cinayetlerin 14’ü ateşli silahlarla (8’i tüfek, 6’sı tabanca), beşi bıçakla, üçü boğarak, biri işkenceyle, biri baltayla, biri darp ederek işlendi.

Aralık’ta katillerin yaşları 24 ila 63, öldürülen kadınların yaşları 15 ila 77 arasında değişti.

En çok kadın katli Antalya’da yaşandı. Kadın katlinin yaşandığı iller Adana, Antalya (5),  Antep, Bursa, Çorum (2), Edirne, Erzurum, Isparta, İstanbul (3), İzmir, Kastamonu, Kırşehir, Konya, Mersin, Rize, Sakarya, Uşak ve Yalova.

Tecavüz

Erkekler Aralık’ta altı ilde yedi kadına tecavüz etti/tecavüz girişiminde bulundu.

Tecavüzlerin/tecavüz girişimlerinin yüzde 71’i evde gerçekleşti. Beş kadın evde, biri sokakta, bir kız çocuğu okulda tecavüze uğradı.

İki kadına arkadaşları, birine eski komşusu, birine komşusu, birine eski kocası, birine sevgilisi, birine tanımadığı erkekler tecavüz etti.

Tecavüzcülerin yaşı 17 ila 32, tecavüze uğrayan kadınların yaşları 15 ila 23 arasında değişti.

Aralık’ta tecavüzlerin yaşandığı iller Adana, Antalya, Düzce, Osmaniye, Uşak ve Zonguldak (2).

Şiddet – yaralama

Aralık’ta erkekler 16 ilde 41 kadına şiddet uyguladı.

Eski kayınpederi tarafından silahla ağır yaralanan ve kocası öldürülen bir kadın, daha önce şikayette bulunmuştu. Karısını bu ay içinde dördüncü kez darp eden koca ise yine serbest bırakıldı.

Beş kadın ağır yaralanarak hastaneye kaldırıldı; iki kadına koruma kararı verilirken biri sığınmaevine yerleştirildi. Dört kadın, darp edildikten sonra gasp edildi.

Kadınların yüzde 41’i kocalarından şiddet gördü. 17 kadına kocaları, sekizine erkek akrabaları (baba, oğul, kardeş, kayınpeder), yedisine tanımadıkları erkekler, birine sevgilisi, birine eski sevgilisi, birine eski kocası, birine arkadaşı, üç kadın öğretmene ise öğrencilerinin aileleri şiddet uyguladı.

Aralık’ta şiddet gören kadınların 36’sı darp edildi, üçü bıçak/baltayla, ikisi ateşli silahlarla yaralandı.

Şiddet uygulayan erkeklerin yaşları 16 ila 74; şiddet gören kadınların yaşları 15 ila 60 arasında değişti.

En çok şiddet Kocaeli’de yaşandı. Erkek şiddetinin yaşandığı iller Adana (4), Ankara (2), Aydın (2), Balıkesir (3), Çorum (2), İstanbul (6), Kastamonu, Kayseri (2), Kocaeli (9), Konya (2), Mersin, Sakarya, Samsun, Tekirdağ, Trabzon (3) ve Uşak.

Taciz

Aralık’ta erkekler altı ilde dokuz kadına cinsel tacizde bulundu.

Bir kadın tacizcisi hakkında tedbir kararı çıkartmış, biri ise defalarca şikayette bulunmasına rağmen hiçbir önlem alınmamıştı.

Tacizlerin yüzde 66’sı sokakta yaşandı. Altı kadın sokakta, biri evinde, biri işyerinde, biri telefon aracılığıyla tacize uğradı.

Kadınların yüzde 55’i tanımadıkları, yüzde 45’i tanıdıkları erkeklerce taciz edildi. Beş kadını tanımadıkları erkekler, ikisini eski sevgilileri, birini akrabası, birini ise iş arkadaşı taciz etti.

Aralık’ta tacizcilerin yaşı 20 ila 28, taciz edilen kadınların yaşı 16 ila 32 arasında değişti.

Taciz vakalarının yaşandığı iller Adana (2), Alanya, Ankara, İstanbul (2), İzmir ve Urfa (2).

Şiddetin doğurduğu şiddet

Aralık’ta iki ilde şiddet, şiddeti doğurdu.

Bir kadın, kendisine ve çocuklarına şiddet uygulayan kocasını öldürüp intihar etti.

Bir erkek ise, kızına tecavüz eden ve tutuksuz yargılanan kişiyi öldürdü.

Bölgelere göre

Aralık’ta 31 ilde 82 erkek şiddeti, cinayet, cinayete teşebbüs, taciz, cinsel şiddet, tecavüz ve yaralama vakası basına yansıdı.

En çok şiddet yine Marmara’da yaşandı.

82 şiddet vakasından 29’u Marmara, 19’u Akdeniz, 14’ü Karadeniz, dokuzu İç Anadolu, yedisi Ege, üçü Güneydoğu Anadolu ve biri Doğu Anadolu Bölgelerinde gerçekleşti. (ÇT)

Share

Cinsel sömürüye sessiz kalma, diren mücadele et!

Share