. tarafından

Tekirdağ Hapishanesi’nde tutulan trans kadın Diren Coşkun ölüm orucuna başladı

Şubat 1, 2018 de ANASAYFA . tarafından

LGBTİ Derneği Sözcüsü ve DKH üyesi Kıvılcım Arat, Tekirdağ 2 No’lu Hapishanesi’nde tabutlukta tutulan Diren Coşkun’un 25 Ocak’ta ölüm orucuna başladığını duyurdu.

Sosyal medya hesabından açıklama yapan Arat, “Bugün Tekirdağ 2 No’lu tabutlukta tutulan arkadaşım Diren Coşkun’u ziyarete gittim. Diren’in tüm demokratik kamuoyuna bir ilanı var” dedi ve Coşkun’un ilanını şöyle duyurdu;

“Burada insan onuruna aykırı birçok uygulamaya maruz kalıyorum. Üzerimizdeki ağır tecridin kaldırılması, gasp edilen ameliyat ve tedavi hakkımın iadesi için bedenimi ölüme yatırıyorum. 25 Ocak’tan beri ölüm orucu eylemine başladığımı demokratik kamuoyunun bilgisine sunuyorum.”

Gazete Patika

Share
. tarafından

Efrin için açlık grevi yapan kadın siyasetçilere soruşturma

Şubat 1, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Efrin’e yönelik saldırıları protesto etmek için 3 günlük açlık grevine giren tutsak kadın siyasetçiler hakkında soruşturma başlatıldı

Haber Merkezi (31-01-2018) Aralarında, HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ile DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’in bulunduğu tutsak 9 kadın siyasetçi, Efrin saldırısını protesto etmek için 3 günlük açlık grevi yaptı.

Kandıra 1 Nolu F Tipi Hapishanesi’ndeki kadın tutsaklara, hapishane savcısı tarafından soruşturma başlatıldı.

Açlık grevine giren kadın siyasetçiler şu şekilde: HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk, HDP Milletvekilleri Çağlar Demirel, Burcu Çelik Özkan, Gülser Yıldırım, DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, DBP’li Belediye Eşbaşkanları Gültan Kışanak, Nurhayat Altun ve Dersim eski Belediye başkanı Edibe Şahin.

Gazete Patika

Share
. tarafından

3 ŞUBAT’TA EFRÎN OLUP ALANLARA AKALIM

Şubat 1, 2018 de ANASAYFA . tarafından

3 ŞUBAT’TA EFRÎN OLUP ALANLARA AKALIM!

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi olarak bugün 13. gününe giren Efrîn saldırısına karşı diğer kadın örgütleri ile kurduğumuz kadın platformu bünyesinde her yeri Efrîn’ e çevirme eylemliliklerine aralıksız olarak devam ediyoruz. Bu vesileyle tüm üye ve aktivistlerimizi bulundukları bölgelerde yapılacak bu eylemliliklere katılması ve çevresini katması  bugün açısından elzemdir.

‘3 Şubat’ta Efrin için bir milyon olup sokaklara çıkalım’ eylemine katılım ça

Dünya halkları güçlerini haklılıklarından, cesaretlerini tarihlerinden almıştır. Bugün Efrîn, tarihi bir kez daha biz dünya halkları için yazacağını ilan etmektedir. Efrîn Kürt Ulusunun Direnişidir. Kürdistan’ın ezilen halkları Efrîn için birlikte haykıralım; Efrîn Direniştir!

Jin Jiyan Azadi!

Yaşasın Kadın Özgürlük Mücadelemiz!

AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ

Share
. tarafından

HDP Kadın Konferansı sonuç bildirgesi açıklandı

Şubat 4, 2018 de ANASAYFA . tarafından

HDP Kadın Meclis’i 2 Şubat’ta Ankara’da gerçekleştirdiği 2’nci Kadın Konferansı’nın sonuç bildirgesini açıkladı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi, 400 kadın delegenin katılımı ve “Kadın Yaşamdır cesaretle yaşamı savunuyoruz” şiarıyla düzenlediği konferansın sonuç bildirgesini açıkladı.

Sonuç bildirgesi şu şekilde;

“Konferansımız;

Ülkenin dört bir yanında rengârenk bir direnişin en önünde, her türlü baskıya direnen kadınlar olarak:

Türkiye’de eşitlik ve özgürlük için mücadele eden ve kadın hareketlerinin tarihsel birikimini bugüne taşıyarak sokakları terk etmeyen tüm kadınları selamlayarak,

Özgürlük, eşitlik ve yeni yaşam mücadelesinde isimleri hafızalarımıza kazınan kadın yoldaşlarımızı anarak,

Hapishaneleri direniş mekanına çeviren başta Eş Genel Başkanımız Sayın Figen Yüksekdağ olmak üzere DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, ESP Genel Başkanı Çiçek Otlu, DTK Eşbaşkanı Leyla Güven ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Gültan Kışanak şahsında rehin alınan tüm kadın tutsakları selamlayarak,

Toprağını, yaşamını, yarattığı özgür, eşit ve barışçıl toplumsal sistemini korumak için direnen Rojavalı, Efrînli kadınları selamlayarak başladı.

‘Kadın kazanımları saldırı altında’

Halkların 7 Haziran’daki barış ve demokrasi iradesi karşısında kaybedip ülkeyi savaşa sürükleyen AKP-MHP faşist ittifakı, bugün de aynı şiddet politikalarını sürdürmekte, pervasızca savaşı körüklemektedir. Seçim sonrasında belirginleşen bu ittifakın hedefi; milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçilikle yoğrulmuş bir toplumsal düzenin karakterini ortaya koymaktadır.

Kadın kazanımları, örgütlülüğü, kimliği, yaşamı, varoluşu ve özgürlüğü ağır bir ideolojik politik saldırı altındadır.

Kadınları iktisadi, sosyal, siyasal, entelektüel alandan tasfiye etmeye çalışan, kadınların var olma hakkını yok sayan bir siyasetle karşı karşıyayız.

Kadını sorgusuzca erkeğe, devlete itaat çizgisine çekmek isteyen, kadına biçtiği rol üzerinden toplumu yeniden şekillendirmeye çalışan faşist bir saldırı düzenindeyiz.

‘Mücadele etmeyenin hakkı da olmaz’

Bütün bu saldırganlığa karşı cevabımız her koşulda şu olacaktır: ‘Kadın Yaşamdır, Cesaretle Yaşamı Savunuyoruz.’

Biliyoruz ki; mücadele etmeyen kadınların hakları olmamıştır, olamaz da!

Kadınlar kendi yazgısını belirleyecek mücadeleye, tarihsel birikime, yeteneğe ve olanağa sahiptir. Yaşadığımız toprakların tarihini, her dilden ve kökenden yine kadınlar yazacaktır.

İrademizi evrensel kadın mücadelesiyle bütünleştiren temel değerler, özgürlük ve eşitliktir.

Tarihsel tecrübemizden biliyoruz ki; haklarımızı, erkek egemen iktidarların lütfuyla değil, kadın özgürlük mücadelesinin dirençli, kararlı mücadelesiyle kazandık.

Ortadoğu toprakları, coğrafyamız kadınları, 21. yüzyılın başı sayılan bu tarihsel anda bir kere daha insanlığın birikmiş en iyi değerlerini korumaya ve özgürlük içinde eşitçe yaşayabileceğimiz bir hayatı kurmak için ustalık yapmaya çağırıyor.

Faşizmin gömleğini giyen AKP-MHP iktidarının her yerden, her yolla, baskı, sömürü ve savaş dayatarak biçim vermeye çalıştığı toplum içerisinde en büyük itirazın kadınlardan yükselmesi bundandır.

‘İşgali mahkûm edeceğiz’

Konferansımız Efrîn topraklarına, Efrîn halklarının uzun mücadeleler sonucu elde ettiği kazanımlara, birlikte yaşam iradesine, kadın devrimine yöneltilmiş savaşı, işgal niyetlerini kadın direnişine mahkûm ediyor ve ‘barış’ sözünü anlamına uygun bir yücelikte, kuvvetle sahipleniyor.

‘Savaş bir halk sağlığı sorunudur’ sözünün sahibi onurlu hekimlerimizin sözlerini tekrarlıyor, faşizmin baskılarıyla susturulmaya çalışılan, gözaltına alınan, tutuklanan tüm barış sözcülerini sahipleniyoruz.

Savaşın acımasızlık ve acizlik gösterisi haline gelmiş cinsiyetçi saldırganlığının daha önceden bildiğimiz ölü bedeni çıplak bırakma ve işkence görüntülerine yol açan vahşetini lanetliyoruz.

‘Faşist ittifaka karşı mücadeleyi büyüteceğiz’

*AKP-MHP faşist ittifakının, OHAL rejimine, KHK ile gerçekleştirdiği ihraçlara ve bu rejimin devletin yeniden dizaynı için kullanılmasına, Meclis’in tasfiye edilmesine, faşizmin kurumlarını saray kanunlarıyla meşru hale getirmelerine karşı mücadeleyi büyüteceğiz.

*Neoliberal piyasacı rejimin yarattığı ekonomik krizin sonuçlarına katlanmayacağız. Yoksulluk ve işsizliğe, emeğimizin güvencesiz ve ucuzlatılmış bir meta haline getirilmesine, kadın emeğini güvencesiz alana hızla iten iktisadi politikalara karşı çıkıyoruz. Emek direnişinin her halinde yer alarak, dayanışma göstererek büyüteceğiz.

*Sermayenin tarihi-kültürel varlıklara, doğaya, ekolojik sisteme karşı talancı saldırganlığı karşısında suyu, toprağı, doğayı koruyan kadınlar olarak mücadelenin en önünde olacağız.

‘Kadın düşmanlığına geçit yok!’

* Özel ve kamusal alanın dinselleştirilmesine, kadınların yaşam biçimini belirlemek isteyen, kadınların bedenleri üzerindeki söz-karar hakkını ortadan kaldırmaya yönelik, eğitim başta olmak üzere sağlıktan çalışma yaşamına, kültür sanat alanından sokaktaki yaşama kadın düşmanlığı içeren müdahalelere izin vermeyeceğiz. Kadınların özgürlüğüne yönelen bu erkek egemen tahakkümcü sistemi ve siyasetlerini bir kere daha reddediyoruz. Özgürlüğümüze ve eşit yaşam talebimize yönelen devlet suretindeki erkek egemenliğine, onun toplumda karşılık bulmuş erkek şiddetine birleşik kadın gücüyle karşı koyacağız.

*Kadınlara yönelik şiddet, taciz, tecavüz saldırılarının artarak sürdüğü, faillerinin mahkemelerden “saygın tutum” indirimleriyle cezasız kaldığı ve cezasızlığın sistematik hale geldiği bu süreçte en güçlü direnişimizi sürdürüyoruz. Kadınların özsavunma hakkını tanıyor, en güçlü özsavunma olan birleşik kadın gücünü geliştirme ve dayanışmamızı büyütme kararlılığımızı ifade ediyoruz.

*LGBTİ +’lere yönelik toplumda üretilen nefret söylemine, fiziki, psikolojik her türden şiddete, nefret cinayetlerine karşı mücadele edeceğimizi bir kez daha hatırlatıyoruz.

*Çocuklara yönelik cinsel istismar ve cinsel saldırının bireysel ve kurumsal faillerinin peşini bırakmayacağız. Kadınların mücadeleler sonucu elde ettiği kazanımların yasal düzenlemelerle geri alınmasına, kadınların güvencesiz bırakılmasına izin vermeyeceğiz.

‘Tecridin kaldırılması gündemimiz olacak’

*Sayın Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecrit sistemi tüm hapishaneler ve topluma yayılmaya çalışılmaktadır. Siyasi iktidar faşizmin kurumsal inşasının, halklarla savaş siyasetinin taşlarını tecrit sistemiyle döşemektedir. Tecridin kaldırılması ve Sn. Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının sağlanması gerektiğinin altını kuvvetle çiziyoruz. Kadın mücadelemizi tecrit sisteminin ortadan kaldırılması gündemiyle de büyüteceğiz.

*Hapishanelerde rehin tutulan siyasi tutsaklara yönelik, uygulamaya konulan “tek tip” elbise uygulaması aynı zamanda toplumu tektipleştirmenin bir parçasıdır. Bu uygulamaya insanlık onurunu koruyarak karşı koyacak olan tutsaklarımızı selamlıyor, faşist zorbalığın hapishanelere yönelik bu saldırganlığına karşı mücadelenin içinde olduğumuzu ilan ediyoruz.

*8 Mart yaklaşırken biz kadınlar karanlığı yırtmak, eşit ve özgürce yaşamak için kadınlara birlik, mücadele ve dayanışma adına enternasyonal kadın mücadelesini yükseltmeye çağırıyoruz. Chiapas’tan Rojava’ya Berlin’den Tahran’a New York’tan İstanbul’a, Amed’den Efrîn’e direnen kadınların mücadelesi bizimdir.

‘Büyük kararlılıkla 8 Mart’ı karşılayacağız’

*Faşizmin coğrafyanın her metrekaresini patriyarkal kapitalizm, milliyetçilik ve militarizm ile idare etmeye, yok saymaya, yok etmeye yöneldiği bu tarihsel aralıkta HDP Kadın Meclisi olarak büyük bir inanç ve kararlılıkla 8 Mart’ı karşılayacağız. Kadınların birleşik gücüyle 8 Mart’ta alanlarda olacağız.”

Gazete Patika

Share
. tarafından

Kolombiya: Yaşam savunucusu yaşamını yitirdi

Şubat 4, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Kolombiya’da bir yaşam savunucusu daha silahlı saldırı sonucunda yaşamını yitirdi.

Kolombiya’da Yolanda Maturana isimli yaşam savunucusu, Santa Cecilia köyündeki evine düzenlenen saldırıda yaşamını yitirdi.

Maturana, yasa dışı madenciliğe ve suların kirletilmesine karşı yürüttüğü mücadeleyle biliniyordu.

Telesur’un haberine göre Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) ile hükümet arasında barış anlaşması imzalanmasının ardından FARC’ın çekildiği alanlarda en az 23 yaşam savunucunu katledildi.

Gazete Patika

Share
. tarafından

Efrîn için Avrupa kentlerinde binlerce insan sokağa çıktı

Şubat 4, 2018 de ANASAYFA . tarafından

1 Milyon İnsan Efrîn için Eylemdeyiz!

Avrupada faliyet yürüten kadın örgütleri 3 Şubat’ta tüm kitlesini Efrîn için alanlara çağırdı.
Kadın hareketlerinin organize ettiği eylemlilikler Almanya’nın Frankfurt, Bonn, Hamburg, Stuttgart şehirlerinde, Fransa’nın Paris, Mulhouse ve Strasbourg, İsviçre Basel, Avusturya İnnsburck ve Londra şehirlerinde onbinlerce insanın katılımı ile gerçekleşti. 1 milyon insanın katılımının hedeflendiği eylemler coşkulu bir şekilde geçti. Çeşitli dillerdeki konuşmalar ve sloganlarla politik mesajlar verildi. Yürüyüşlere Türkiye ve Kuzey Kürdistan’lı örgütlerin yanısıra Avrupalı sosyalist ve anarşist gruplar da katılarak coşkularını, renklerini, tavırlarını yürüyüşe yansıttılar.
Stuttgart
Soğuk havaya rağmen binlerce kişi Türk devletin Efrin işgalini protesto etmek amacıyla Stuttgart’ta bir araya geldi. Yürüyüşe kadınların ve gençliğin katılımı dikkat çekiciydi. Kürtçe ve Almanca sloganlarda Türk devletinin işgal hareketi ve Alman devletinin savaş araçlarının Kürdistan’da Kürt çocuklarını katletme amacıyla kullanıldığı, Merkel ve Erdoğan’ın gizli ittifakı, Avrupa devletlerinin Efrin işgaline sessiz kalışı, ayrıca öso çetelerine karşı ölümsüzleşen ypj savaşçılarının bedenleri üzerindeki eril erkek şiddeti protesto edildi.Yürüyüş boyunca Jin jiyan azadi, deutsche Panzer raus aus Kürdistan sloganları atıldı.
Bonn
Almanya’nn Bonn kentinde 7000-8000 arası kitlenin bulunduğu yürüyüşte esasen çocukların öncülüğünü yaptığı Kürtçe ve Almanca sloganlar atıldı. Efrîn alınmaz, biz kazanacağız, Efrîn halkı da Kobane halkı gibi davasına sahip çıkacak, Efrîn, Kobane, Şinjar Hesenke halki yenilmedi, yenilmeyecek, Deutscher panzer raus aus Kurdistan. Alle Besatzer raus aus Kurdistan sloganları atıldı.
Strasbourg
Strasbourg Avrupa parlementosunun önünde binlerce kişi T.C’nin Efrin’e barbarca saldırısını protesto etmek için toplandı. Alevilerin yönettiği yürüyüş deyişler eşliğinde harekete geçerek Fransızca Efrin’de yaşanan katliamla ilgili açıklamalar yapıldı. Suriye’li gurupların yanında Fransız’lardan da küçük bir gurup solganlarıyla renk kattılar.
Londra
1 Milyon Efrîn için eylemdeyiz şiarı ile Londra’da binler sokağa döküldü. Kadın hareketlerinin organize ettiği yürüyüş güzargah boyunca faşistlerin saldırılarına uğradı ve tüm bu saldırılar geri püskürtüldü. Yürüyüş esnasında iki kişinin polis tarafından gözaltına alınması üzerine kitle oturma eylemi yaparak yolu trafiğe kapattı ve kitlenin kararlı duruşu ile alınan kişilerin serbest bırakılması üzerine yürüyüş bitiş noktasına doğru devam etti. Yerli kamuoyunun ilgi gösterdiği yürüyüş boyunca ‘Türk askeri Kürdistan’dan Defol!, Her yer Efrîn her yer direniş sloganları aralıksız olarak atıldı.

Share
. tarafından

Kıvılcım Arat ölüm orucuna başladı

Şubat 6, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Tekirdağ 2 No’lu Hapishanesi’nde tabutlukta tutulan trans kadın Diren Coşkun’un 25 Ocak’ta ölüm orucuna başlamasının ardından. İstanbul LGBTT Derneği sözcüsü Kıvılcım Arat da sosyal medya hesaplarından ölüm orucuna başladığını duyurdu.

Twitter hesabından paylaştığı metinde Kıvılcım Arat “Taciz, tecavüz, istismar ve daha birçok şiddet türü translara yönelik hep kullanılageldi ve kimilerinin üstü kapatıldı, kimileri kamu gündemine girerek teşhir edilebildi fakat söz konusu translar olduğunda ne yazık ki muhalefet de dahil olmak üzere kimsenin dikkatini çekmedi ve dikkate değer görülmedi.” ifadeleri kullanıldı.

Arat “Direnin yaşamla kurduğu bağı güçlendirmek adına, bugün itibari ile ölüm orucuna başladığımı paylaşmak isterim. Diren’in talepleri karşılanana kadar ölüm orucuna devam edeceğimi beyan ederim” diyerek ölüm orucuna başladığını ilan etti.

Gazete patika

Share
. tarafından

79 örgütten BM’ye ‘Efrin’ çağrısı: Katliamı durdur!

Şubat 8, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Avrupa, Türkiye ve Kürdistanlı onlarca parti ve sivil toplum örgütü Efrin’e yönelik saldırılar ve katliamların derhal durdurulması için Birleşmiş Milletler’e acil çağrıda bulundu

Brüksel (07-02-2018) Efrin’i Sahiplenme Platformu adı altında bir araya gelen 79 örgüt ve kurum, Efrin’deki saldırıların insanlığa karşı suç ve soykırım teşkil ettiğini belirtti. Platform üyeleri 12 Şubat’ta bin kişilik bir kitleyle Lozan’dan Cenevre’deki BM önüne kadar bir yürüyüş yapacaklarını duyurdu.

Platformun açıklamasında şu ifadeler yer aldı:

“Türk devletinin Efrin’e saldırısı ile birlikte Kürdistan’ı işgal girişimi ağır bombardıman ve sivil ölümlerle sürmektedir. AKP-MHP faşist ittifakının, ulusalcı-gerici kesimleri de yedekleyerek kurdukları iktidar bloku, savaşı tek seçenek olarak Türkiye halklarına ve Kürdistan’a dayatmaktadır. İktidarlarını sürdürmek için savaşı, çatışmayı, ölümü ve yıkımı dayatmaktadırlar. Kirli Savaşı geniş coğrafyalara yayarak ve halkları birbirine düşmanlaştırarak ayakta kalmayı hedeflemektedirler.”

Faşist Türk devletinin farklı kimlik, inanç ve kültürden tüm ezilen kesimleri kendisine tehdit görerek ayrıştırıcı, asimilasyoncu ve yok edici zihniyetiyle hareket ettiğini belirten platform, “Faşist iktidar bloku dışındaki tüm toplumsal kesimler var olma ve hayatta kalma sorunuyla karşı karşıyadırlar” dedi.

İŞGAL SALDIRILARINA KARŞI SESSİZ KALMAYACAĞIZ

Açıklamada devamlar şunlar ifade edildi: “Milliyetçi, cinsiyetçi ve dinci iktidar bloku, toplumu daha militarist, saldırgan, gerici ve şoven bir çizgide tutarak Kürdistan halkının ve Türkiyeli demokrasi güçlerin iradesini kırmak istemektedir. Bunun için tek çareyi Kürdistan’ı ilhak ve işgalde görmekte ve bu nedenle Efrin işgal girişimi üzerinden tüm Kürtleri hedef almaktadır. Gerçekleştirilen saldırılarda çocuk, kadın demeden yüz ellinin üzerinde sivil katledilmiştir. Yerleşim yerleri, halkların kutsal mekanları yakılmış ve yıkılmıştır. Faşist iktidar bloku ülke içinde her tür baskı, sindirme yöntemini uygulamakta, tutsaklara tek tip elbiseyi dayatma, sivil paramiliter güçleri silahlandırmakta ve katliamlara cezasızlık uygulamalarıyla geniş halk yığınlarına karşı yok edici savaş politikalarını dayatmaktadır.”

Türk devletinin işgal saldırılarına karşı sessiz kalmayacaklarını belirten platform bileşenleri, direnişte olduklarını ve direnmeye devam edeceklerini kaydetti:

“Bizler, Türk devletinin Efrin nezdinde gerçekleştirdiği Kürdistan halklarını tehdit eden, savaş ve işgalini reddediyor ve Efrin halkının haklı ve meşru mücadelesinin yanında olduğumuzu haykırıyoruz. Avrupa’da yaşayan Kürdistanlı, Türkiyeli, Asuri, Ermeni, Ezidi, Alevi, Hristiyan, Müslümanlar ve Avrupalı devrimci-demokratlar olarak günlerdir direnişteyiz ve direnmeye devem edeceğiz.

Türk devletinin bu işgal girişimi ve katliamları halkların iradesine bir saldırı olduğu gibi uluslararası hukuk açısından da insanlığa karşı bir suçudur ve BM normlarına göre de bir soykırımdır. ABD, Rusya ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere bölgesel ve küresel devletlerin sessizlikleri, suskunlukları Türk devletinin bu işgal girişimine suç ortağı yapmaktadır. Halklarımızın geleceği üzerinde oynanan bu çıkara dayalı hesaplara, taktik oyunlara ve kirli siyasetlere derhal son vermelidirler.”

TÜM DÜNYAYA ÇAĞRI

Tüm dünyaya çağrıda bulunan platform üyeleri, “Biz dört parça Kürdistanlılar, Türkiyeli devrimciler, insan hakları savunucuları, Alevi, Ezidi. Asuri-Süryani, Hristiyan, Müslüman, Ermeni Avrupalı enternasyonal güçler olarak tüm dünyaya çağrımızdır” dedi.

Çağrıda Efrin’de yaşanan durum ve talepler maddeler halinde şöyle sıralandı:

Türk devleti insanlığa karşı suç işlemektedir ve Efrinde soykırım (jenosit) uygulamaktadır.

Dünyanın gözde önünde halkların ortak tarihi mirası yok edilmektedir

Türk devletinin Efrin’i işgal saldırısı barbar DAİŞ’i güçlendiriyor ve DAİŞ’e yeni alanlar acıyor.

Türk devletinin bu işgali uluslararası kanun ve normlarına göre suç teşkil ediyor . Bundan ötürü Türkiye Devletine derhal diplomatik, ekonomik ve askeri ambargo uygulanmalıdır.

Yaşanan savaş ve işgale karşı BM acilen toplanmalı ve Türkiye’nin bu işgal ve jenosit saldırılarına karşı tutum alıp kınamalıdır.

Yeni işgal girişimlerinin olmaması, jenosidin durdurulması, bölgenin istikrarı ve güvenliğini sağlamak için Rojava sınırı boyunca uçuşa yasak bölge olarak ilan edilmelidir.

Efrin Suriye’nin son 7 yıllık savaş sürecinin en istikrarlı, en demokratik bölgesidir. Türkiye’nin işgal saldırılarında başta çocuk ve kadınlar olmak üzere gerçekleşen sivil katliamlardan ötürü uluslararası mahkemelerde yargılanmalıdır. Tüm demokratik kamuoyunu, BM ve tüm uluslararası kurumları sorumluluğa ve göreve davet ediyoruz.

BİN KİŞİYLE LOZAN’DAN CENEVRE’YE YÜRÜYECEKLER

Sahiplenme ruhuyla direnişe çağrı yapılan açıklamada, BM’den katliamları bir an önce durdurmak için harekete geçmesi istendi:

“Görevi ve varlık gerekçesi katliamları ve jenositleri durdurmak olan Birleşmiş Milletlerin Efrin Jenosidi karsısında sesiz kalması, Türk devletin katliamını daha da pervasız hale getirmektedir. Birleşmiş Milletlerin bu sessizliğini kırmak ve Afrin’deki katliama karşı yaptırım kararı almasını sağlamak amacıyla, Avrupa Efrin’i Sahiplenme Platformundaki 77 kurum ve örgütün eş başkanları, genel başkanları ve temsilcileri, vicdan sahibi aydın, akademisyen, siyasetçi, sporcu, STÖ temsilcileri 12 Şubat saat 11.00’de Lozan’dan başlayarak 16 şubata kadar bin kişiyle uzun yürüyüşle Cenevre’deki BM önüne yürüyeceğiz.

Avrupa Efrini Sahiplenme Platformunu olan aşağıdaki 77 kurum olarak, “BM Efrin’deki Katliamı Durdur” şiarı ile 12 şubata Lozan’da başlayıp Cenevre’de BM’ye kadar 1000 kişiyle yapacağımız uzun yürüyüşe tüm Avrupalı, Kurdistanli ve Türkiyeli aydın, sendikacı, akademisyen, siyetçi vicdan sahibi herkesi yürüyüşümuze katılmaya çağırıyoruz.”

Avrupa Efrin’i Sahiplenme Platformu adına yapılan açıklamada imzası bulunanlar şöyle:

KCDK-E /Avrupa Demokratik Kurdistanlilar Toplum Kongresi

E TJK-E/ Avrupa Kurdistan Kadin Hareketi

KNK ( Kurdistan Ulusal Kongresi

PYD -Avurpa

YNK / Yektiya Nistimaniya Kurdistan

GORAN Hareketi

PJAK Avurpa

HSDK (Hizbî Sosyalîstî Demokratî Kurdistan)

Tewgera Azadi Civka Kurdistan

Hizbî Zehmetkêşanî Kurdistan

Partiya Yekîtîya Suryanî – Rojava

Komela Îslamî Kurdistan

Partîya Kaskên Kurdistanê – Rêkxrawa Sewza Ewropî Kurdistanî

Rêkxirawî Demokratîkî Yarsan

P.D.K.S ( Demoqrata a kürdi ya Suri

PRK (Partîya Rizgarîya Kurdistan)

HDP Avrupa

P.Ç.D.K-S (Partîya Çepa Demokrata Kurd -Sûriya)

Partî Sebixweyî Kurdistan

Partîya Keska Kurdistan (Rojava)

Enstituya Kurdî ya Brukselê

Yekgirtuyî Islamî Kurdistan

PDPK-S (Partîya Demokrata Pêşverû Kurd – Sûrîya)

T.N.K.S (Tevgera Nûjena Kurdistan – Sûrîya)

PDK-S – El Partî (El Partî Demuqratî Kurd – Sûrîya)

Enstituya Kurdî ya Hagen

Hizbi komünisti kurdistane basur

Partiya yekiti kurd suriye (EL WEHDA)

Mezapotamya halk kongresi ( Asuri süryani)

KOMELE (Rêkxirawî Kurdistanî – Hizbî Kumunîstî Îran)

Sazmani xabati kurdistani iran

KDP / Partiya Demokrat Kurdistan ( Rojhilat)

KDP / Partiya Demokrat Kurdistan Iran

HDK-A ( Avurpa Halklarin Demokratik Kongresi )

IABF ( Isvicre Alevi Birlikler Federasyonu)

ATIK ( Avrupa Türkiyeli Isciler Konfederasyonu)

BAF ( Avurpa savaşa ve Diktatorluge Karsi Avurpa Baris Formu)

Partizan

DIDF / Demokratik Isci Dernekleri Federasyonnu

ADHK / Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu

AvEG-KON/ Avrupa Ezilen Göcmenler konferasyonu

KOMAW ( Kayip ve Magdur Ailerin Dernegi)

ADKH (Avrupa Demokratik Kadın Hareketi )

Ciwanen Azad u Jinen Ciwanen Azad

PIK/ Partiya Islamiya Kurdistane

KKP/ Kurdistan Kominis Partisi

E.S.U Avurpa Suryaniler Birligi

Avrupa Partizan

YENİ KADIN

YDG / Yeni Demokratik Gençlik

SKB / Sosyalist Kadınlar Birliği

Platforma Zagros ( Rojhilat)

FEDA / Demokratik Alevi Federasyonu

CIK / Kürdistan İslam Topluluğu

NAV-YEK / Avrupa Ezidi Dernekleri

YXK(Kürdistan Öğrenciler Birliği)

Sengal Ezidi Meclisi Dervaye Welat

Yaşanacak Dünya

Gesellschaft zur Unterstuetzung demokratischer bewegung Iran

Deutsch-Iranischer Freundschaftsverin

MDDK / Mezopotamya Demokratik Değişim Kongresi (Asuriler)

ADEF (Avrupa Demokratık Dersim Birlıklerı Federasyonu)

SYKP / Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi

FDG / ( Avurpa Dersım Dernekler Federasyonu)

Yeşil Sol Parti Avurpa

Devrimci Parti Avrupa

FIDEF ( Federal Almanya Isci Dernekler Federasyonu)

NOR-ZARTOK Avurpa (Ermeni Kurumu)

Avrupa Karadenizliler Platformu

Emek ve Özgürlük Cepesi Avrupa Insiyatifi

YS / Young Struggle

Avrupa Maras Girisimi

Avrupa Surgunler Meclisi

Avrupa Kürecikler İnisiyatifi

Dersimi Yeniden İnşa

Tutsakların Sesi Platformu

Emek Özgürlük Cephesi-enternasyonal

Dersim Soykırım Karşıtı derneği 1938 e.V

BIRKAR

ANF

Share
. tarafından

Afrika’da sömürgeciliğe karşı ‘Kadın Savaşı’nın ilk ateşleyicisi: Nwanyeruwa

Şubat 8, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Nwanyeruwa, Nijerya’daki Igbo kabilesinin erkek hakimiyetine karşı yükselen mücadelesinin cesur bir neferi.

Yıl 1929’du ve Nwanyeruwa’nın yaşadığı bölge Birleşik Krallığın sömürüsü altındaydı.

Nijerya’yı sömüren güçler bölgedeki erkeklere sınırlı ölçüde yetkiler verdi, kadınlar ise bu lütufmuş gibi tanınan haklardan tamamen mahrum bırakıldı.

Sömürgeden önce özellikle pazarlarda ürünlerini satan kadınlar, topraklarının işgal edilmesi üzerine getirilen sınırlamalardan nasibini aldı.

Kadınların ticaret yapması ve üretmesi engellendiğinden, yani herhangi bir maddi kaynakları olmadığından sömürgecilere vergi vermiyorlardı.

18 Kasım 1929’da koloniciler tarafından nüfus sayımı gerçekleştiriliyordu. Bu esnada Emniyet Müdürü Okugo’nun elçisi Mark Emeruwa, Nwanyeruwa’nın evine gelerek ona kaç keçi, koyun ve kaç insanla yaşadığını sordu. Bu soru vergi alınacağının sinyaliydi.

Nwanyeruwa buna karşı çıktı ve Emeruwa’ya tepki gösterdi. Yaşanan tartışmanın ardından vergi konusunu diğer kadınlarla tartışmak üzere hemen köy meydanına gitti.

Günler, hatta haftalar süren görüşmeler sonucu yaklaşık 10 bin kadın bir araya geldi.

Igbo kabilesinden kadınlar, komşu köylerdeki kadınlara palmiye yaprağı gönderdi. Bu, onların geleneklerine göre ‘davet’ anlamı taşıyordu.

Ve birbiri ardına binlerce kadın bu davete icabet etti.

Kadınlar birbirlerine bir palmiye yaprağı alan her kadının yaprağını başka bir kadına iletmesini ve zincirleme bir iletişim hattı oluşturmasını söyledi.

Kadınların sesi çevre köyleri de etkisi altına aldı ve yaklaşık 25.000 kadın mücadelede buluştu.

Kadınların protestosunun ilk hedefi Nwanyeruwa ile tartışan Emeruwa idi.

Emeruwa’nın evinin etrafında toplanan kadınlar, kendi kültürlerine özgü yöntemlerle sömürgeciyi protesto ettiler.

Geleneksel bir kadın eylemi: ‘Erkeğin üzerine oturmak’

Kendilerine özgü bu protesto yöntemine ‘erkeğin üzerine oturmak’ diyordu kadınlar .

‘Erkeğin üzerine oturmak’; kadınlar tarafından erkeklere karşı uygulanan geleneksel bir protesto yöntemiydi. Kadınlar bu yöntemle şarkılar söylüyor ve öfkeli oldukları kişileri protesto ediyorlardı.

Kadınlar erkek hatasını kabullenip, pişman olana kadar onu evine kadar takip eder, hatta evini yakardı. Bu kolektif eyleme ‘erkeğin üzerine oturmak’ ya da ‘erkeğe savaş açmak’ deniyordu. Ve bu yöntem topluluktaki erkekler tarafından da meşru kabul ediliyordu.

Sömürgecilere karşı uygulanmaya başladı bu yöntem. İşgalciler, kadınların toplantılarını Pagan ritüeli olarak görüyordu. Ve bu kendilerince küçümsedikleri ‘toplantılar’ kendilerine karşı bir silaha dönüşmüştü.

“Erkeğin üzerine oturmak”, sömürge öncesi dönem boyunca grev ve diğer direniş yöntemlerinin yanı sıra, kadınların sosyal ve siyasi iktidarı dengeleyebilmesi için bir araç niteliği taşıyordu.

Biriken öfke sel olup aktı

Nwanyeruwa, Birleşik Krallık sömürüsüne karşı mücadelenin işaret fişeği oldu. Kadınların yıllar boyu biriken öfkesi yolunu bulup açığa çıktı.

Bu büyüyen kavga aynı zamanda altı farklı etnik gruptan (Ibibio, Andoni, Orgoni, Bonny, Opobo ve İgbo) kadını da bir araya getirmişti.

Kadınlar düzenledikleri eylemler ile yeni çıkarılan vergileri ve sömürgeci yöneticileri protesto etti.

Kadın protestoları sömürgecilere karşı o güne dek bölgede açığa çıkan en güçlü başkaldırıydı.

Batı Afrika’daki bu büyük kadın direnişi grevlerle sürdü.

Kadınların eylemlerinin yönü mahkemelere, ardından da cezaevlerine yöneldi. Cezaevlerine tabir-i caizce baskın düzenleyen kadınlar tutsakları serbest bıraktı.

Kadınların kararlı eylemlerini kanla bastrmaya çalışan sömürgeciler, polise ateş açma yetkisi verildi.

Polisler 55 kadını öldürdü, 50’den fazla kadını da yaraladı.

Aralık 1929 sonlarında ve Ocak 1930 başında kadınlara yönelik otuzdan fazla toplu ceza soruşturması gerçekleştirildi.

Tarihe “Kadın Savaşı” olarak geçen mücadele aynı zamanda o coğrafyanın geleneksel kalıplarının da yıkılışı oldu. Sokağa dökülen kadınlar cinsiyet eşitsizliğine karşı da ayaklanmıştı. Ve bu sömürgecilerin kıskacındaki bir toplumda dönüm noktası demekti.

Kadınların savaşı sonuç verdi ve verdiği kararlarla tartışma yaratan emniyet müdürü görevden alındı.

Uzun süre devam eden gösteriler sonucu bazı yargı çalışanları (hakim, savcı) istifa etti bazıları ise istifaya zorlandı.

Nwanyeruwa, baskıcı bir sömürge rejimi altında kadın haklarını savunan bir özgürlük savaşçısı ve devrimci idi.

Bu direniş bugün hala heme kitaplarda hem zihinlerde kadınların toplumsal, siyasi ve ekonomik adaletsizlikleri önlemek için organize ettiği en önemli stratejik sömürgecilik karşıtı direniş olarak düşünülür.

1938’deki Kadın Savaşı, 1940’ların Petrol Protestoları ve 1956’daki Vergi İsyanları gibi daha birçok protestoya ilham kaynağı olduğu gibi önemli değişimlere de yol açtı.

Eylemler sonucu kadınların sosyal yaşamdaki statülerinde iyileşmeler gözlemlendi. Daha önceden çalışma fırsatı bulamayan kadınlar artık mahkemelerde de çalışabilme hakkını kazandı.

Kadınların bu ses getiren itirazı hem işgalcilere hem de erkek egemen zihniyetin yansıması olan devlet mekanizmalarına büyük bir başkaldırıydı.

*Bu yazı ilk olarak Gazete Karınca’da yayınlanmıştır.

Share
. tarafından

Ölüm Orucundaki Diren Coşkun Gardiyanların Saldırısına Uğradı

Şubat 13, 2018 de ANASAYFA . tarafından

İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Kıvılcım Arat, twitter hesabından Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde tutulan trans anarşist tutsak Diren Coşkun’un sağlık durumuna ilişkin açıklama yaptı. Arat, Diren Coşkun’un Ölüm orucuna başladığı için infaz kurumu idaresince açılan soruşturma kapsamında “3 ay faaliyete katılmama” cezası aldığını ve hücreye gardiyanlar tarafından sert biçimde darp edildiğini ve arama bahanesiyle tacize uğradığını belirtti. Kıvılcım Arat’ın Diren Coşkun’un son durumuna ilişkin açıklamaları şöyle:

“Görüş bitti. Diren’in, destek olan,güç veren,dayanışan herkese çok selamı var.Kilo kaybı var. Sadece su ve küp şeker alıyor. Vitamin takviyesi alamıyor. Halsizlik ve yorgunluk hissediyor. Fakat mücadele kararlılığı mevcut.

Ölüm orucuna başladığı için infaz kurumu idaresince açılan soruşturma kapsamında “3 ay faaliyete katılmama” cezası aldığını söyledi. İnfaz hekimliğine İtiraz etmekle birlikte zaten hiç bir faaliyete erkek cezaevinde olmalarından dolayı katılmadıklarımı söyledi.

Geçtiğimiz hafta hücreye gelen gardiyanlar tarafından sert bir biçimde darp edilmiş. Kırmahareketi olarak bilinen “kolu bel bölgesinden geriye doğru çevirme” işkencesine maruz bırakıldığı için hala ciddi anlamda ağrıları mevcut.

İşkence sorası odaya gelen psikologa rica etmesine rağmen işkenceci gardiyan hakkında herhangi bir tutanak tutulmamıştır.

Tutanak talebinin reddedilmesi üzerine infaz hekimliğine kapalı zarf yöntemi ile durumu bildirdiğini söyledi.

Süreç içinde onursuz aramaya maruz bırakıldığını, göğüs ve kalçalarının aranma bahanesi ile okşandığını söyledi. Bu cinsel saldırılara yönelik ciddi tepkileri mevcut. Ruh sağlığını ciddi biçimde bozduğunu söylüyor.

Özellikle kamuoyu ile paylaşmamı istediği bir şey var. Cümleyi olduğu gibi aktarıyorum; “Tekirdağ 2 Nolu’da taciz, tecrit ve işkence var”

Gardiyanların saldırısından sonra içlerinden biri kendisine “istediğin hiç bir şey olmayacak. Cehenneme kadar yolun var! Öl, geber!” diyerek bağırmış. Cinsiyet değişikliği için açtığı dava hakkında “görevsizlik” kararı verilerek kapatılmış.

Başladığı ölüm orucu eylemini sonuna kadar götüreceğini, bunun insanlık onuruyla ilintili olduğunu, evrensel hukuk kurallarıyla bağdaşmadığını söylüyor.

Benim ekleyeceklerim ise; Transların maruz bırakıldığı bu uygulamalar sistematik ve politik. Aklı, vicdanı ve onuru olan bir kadın olarak başladığım eylemin meşruluğunu nefes aldığım her dakikada bir kez daha doğrulamış oluyorum.

Onursuz bir insan olarak ölmektense,açlığa boyun eğip onurumla ölmeyi mutluluk sayarım. Bu ölümün bana bir artısı olmayacak belki ama gencecik bir transın yaşamına değecek ise ne mutlu bize.Eşit yurttaş olana dek ne sistemin zulmüne ne toplumun nefretine boyun eğmedim,eğmeyeceğim.

Diren; adalete, özgürlüğe ve insanca bir yaşama 19 gündür aç. Ölüme 19 gün daha yakın. Ben ise eşitliğe, özgürlüğe ve adalete 8 gündür açım. Ölüme 8 gün daha yakın. Attığımız çığlık yurttaşlık hakkı için! Attığımız çığlık insanlık!!!”

Trans anarşist tutsak Diren Coşkun, hapishanedeki hak ihlallerine, ameliyat ve tedavi hakkının engellenmesine karşı başladığı ölüm orucu eyleminin 19. gününde. Kıvılcım Arat ise Diren Coşkun’a destek için 8 gündür ölüm orucunda.

Share
. tarafından

Filistin Halk Kurtuluş Örgütü’nün simge ismi Leyla Xalid, Türkiye’nin Suriye’de ne işi var?

Şubat 13, 2018 de ANASAYFA . tarafından


Filistin Halk Kurtuluş Örgütü’nün simge ismi Leyla Xalid, Türkiye’nin Suriye’de ne işi var? Teröristlere karşı mücadele ettiklerini söylüyorlar, ancak terörist olan onlar. Sivilleri öldürüyorlar. IŞİD’e veya Nusra’ya saldırmıyorlar, halka saldırıyorlar’ dedi

Filistin Halk Kurtuluş Örgütü (FHKÖ) katılması ardından 1970’li yıllarda, uçak kaçırma gibi bizzat düzenlediği ve içinde bulunduğu eylemler sonucu Filistin’in simge isimleri arasında yerine alan Leyla Xalid, Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Filistin Ulusal Yönetimi üyesi olarak HDP’nin 3. Büyük Kongresi’ne katılan Xalid ile kongre sonrası davetlilere verilen yemekte konuştuk. Xalid, coşkusundan oldukça etkilendiği belirttiği kongre için, “Birçok üyesinin cezaevinde olduğu bir dönemde böyle bir kongre düzenlemek harika bir iş” dedi. Xalid, “Çünkü bu; tüm partinin baskı altında olduğunu gösteriyor, ancak bunu organize edenler, halka ulaştı ve kongreyi kabul edilen bir referanduma döndürdü” diye ekledi.

‘HDP barışçıl ve demokratik bir yol kullanıyor’

Xalid, kongredeki konuşması sırasında İsrail ile Türkiye politikaları, Filistin ile de Kürt halkının yaşadıkları arasında benzerlik olduğunu söylemişti. Xalid, bahsettiği benzerlikleri şöyle sıraladı: “Tahakküm tahakkümdür. Dünyanın her yerinde benzerdir. HDP barışçıl ve demokratik bir yol kullanıyor. Bunun dışında Kürt halkı silah tutuyor. Bizim için de aynı. Silah tuttuk, Kürtler de halen süregiden işgale karşı silah tutuyor. Çünkü ezilen halklarız; her zaman baskı altındayız. Her iki halk da, İsrail’in bize uyguladığı, Türkiye hükümetinin Kürtlere uyguladığı politikalarla baskı altında. Katliamlar yapıyor, aktivistleri cezaevlerine gönderiyor, binlerce ve binlerce insan şu an cezaevinde. İsrail’in halkımıza yaptığı şey ile aynı.”

‘Terörist olan onlar’

Xalid, haftalardır tüm Ortadoğu’nun gündeminde olan Türkiye’nin Afrin’e yaptığı operasyona dair görüşlerini paylaştı. Operasyonu işgal olarak tanımlayan Xalid, “Türkiye’nin Afrin’de olması işgaldir. İlk olarak, Türkiye’nin Suriye’de ne işi var? Neden? Sonuçta Suriye komşu bir ülke. Kriz ve savaş öncesi Suriye Türkiye için kapılarını açmıştı. Şimdiyse Türkiye askeri ordusu Suriye’de ve orada savaşıyor. Buna hakkı yok. Teröristlere karşı mücadele ettiklerini söylüyorlar, ancak terörist olan onlar. Çünkü; uluslararası hukuku ihlal ediyorlar, Suriye egemenliğini ihlal ediyorlar ve şimdi sivilleri öldürüyorlar. IŞİD’e veya Nusra’ya saldırmıyorlar, halka saldırıyorlar. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi olarak Türkiye’nin Suriye’deki işgalini net bir şekilde kınadık” diye konuştu.

demokrasi57.com

Share
. tarafından

Lozan–Cenevre uzun yürüyüşçüleri: BM, Efrîn’deki soykırımı durdur

Şubat 13, 2018 de ANASAYFA . tarafından

ADHK (Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu) ve ADKH (Avrupa Demokratik Kadın Hareketi)’nin de içinde yer aldığı Avrupa Efrin’i Sahiplenme Platformunun organize ettigi, 37 farklı ülkeden gelen ve 200 kişilik enternasyonalistin de arasında bulunduğu 1000 kişi uzun yürüyüşe başladı

Lozan (12-02-2018) 82 kurum ve örgütün katılımı ile oluşturulan Avrupa Efrîn’i Sahiplenme Platformu öncülüğünde, aralarında 37 farklı ülkeden gelen aydın, akademisyen, siyasetçi, sporcu, sivil toplum kuruluşları temsilcileri, sanatçı ve 200 kişilik enternasyonalistin de arasında bulunduğu 1000 kişi, yürüyüşe başladı. Yürüyüş, “BM Efrîn’deki soykırımı durdur” şiarıyla Lozan’dan Cenevre’ye, Lozan Riponne Place’da yapılan basın açıklaması ile başladı.

82 kurum temsilcisinin, yürüyüşçülerin ve İsviçre, Almanya, Fransa, Avusturya ile birçok ülkeden gelen siyasetçinin katılımıyla düzenlenen basın açıklamasında ilk olarak, Avrupa Efrîn’i Sahiplenme Platformu tarafından bir açıklama yapıldı.

‘DİRENECEĞİZ’

“Türk devletinin Efrîn’e saldırıları, Kürdistan’ı işgal girişimi ağır bombardıman ve sivil ölümleriyle sürmektedir” denilen açıklamada, devamla şunlar ifade edildi: “AKP-MHP faşist ittifakının, ulusalcı-gerici kesimleri de yedekleyerek kurduğu iktidar bloku, savaşı tek seçenek olarak Türkiye halklarına ve Kürdistan’a dayatmaktadır. İktidarlarını sürdürmek için savaşı, çatışmayı, ölümü ve yıkımı dayatmaktadırlar. Kirli savaşı geniş coğrafyalara yayarak ve halkları birbirine düşmanlaştırarak ayakta kalmayı hedeflemektedirler. Faşist Türk devleti farklı kimlik, inanç ve kültürden tüm ezilen kesimleri kendisine tehdit görerek ayrıştırıcı, asimilasyoncu ve yok edici zihniyetiyle hareket etmektedir. Faşist iktidar bloku dışındaki tüm toplumsal kesimler var olma ve hayatta kalma sorunuyla karşı karşıyadırlar.

Bizler, Türk devletinin Efrîn nezdinde gerçekleştirdiği, Kürdistan halklarını tehdit eden, savaş ve işgalini reddediyor ve Efrîn halkının haklı ve meşru mücadelesinin yanında olduğumuzu haykırıyoruz. Avrupa’da yaşayan Kürdistanlı, Türkiyeli, Asuri, Ermeni, Êzidî, Alevi, Hıristiyan, Müslümanlar ve Avrupalı devrimci-demokratlar olarak günlerdir direnişteyiz ve direnmeye devem edeceğiz.

‘SESSİZLİK SUÇ ORTAKLIĞIDIR’

Türk devletinin bu işgal girişimi ve katliamları halkların iradesine bir saldırı olduğu gibi uluslararası hukuk açısından da insanlığa karşı bir suçtur ve BM normlarına göre de bir soykırımdır. ABD, Rusya ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere bölgesel ve küresel devletlerin sessizlikleri, suskunlukları onları Türk devletinin bu işgal girişimine suç ortağı yapmaktadır. Halklarımızın geleceği üzerinde oynanan bu çıkara dayalı hesaplara, taktik oyunlara ve kirli siyasetlere derhal son vermelidirler.

‘BM’NİN SESSİZLİĞİNİ KIRMAK İÇİN YÜRÜYORUZ’

Görevi, varlık gerekçesi en önemlisi kuruluş amacı katliamları ve jenositleri durdurmak olan Birleşmiş Milletler’in (BM), Efrîn’de yaşanan jenoside sessiz kalması, Türk devletinin katliamlarını daha da pervasız bir hale getirmektedir. BM’nin bu sessizliğini kırmak ve Efrîn’deki katliama karşı yaptırım kararı almasını sağlamak amacıyla Lozan’dan, Cenevre’ye yürüyoruz.”

DÜNYA KAMUOYUNA ÇAĞRI YAPTILAR

Açıklamada kamuoyuna şöyle seslenildi:

“-Türk devleti Efrîn’de soykırım yaparak, insanlık suçu işlemektedir.

-Türk devletinin Efrîn’e dönük işgal saldırıları, dünyanın başına bela olan barbar DAİŞ’i güçlendirerek, bu örgüte yeni alanlar açıyor.

-Türk devletinin bu işgal girişimi, uluslararası hukuka göre suç teşkil ediyor. Bundan kaynaklı Türk devletine karşı derhal diplomatik, ekonomik ve askeri ambargo uygulanmalıdır.

-Yaşanan savaş ve işgale karşı BM acilen toplanarak, Türki devletinin Efrîn’e dönük uyguladığı işgal ve soykırım politikasına karşı tutum almalı ve bu durumu kınamalıdır.

-Yeni işgal girişimlerinin yaşanmaması, soykırımların durdurulması ve bölgenin istikrar ve güvenliğinin sağlamak için Rojava sınırı boyunca uçuşa yasak bölge olarak ilan edilmelidir.

-Efrîn, 7 yıllık Suriye iç savaşı sürecinde en istikrarlı ve demokratik bir bölge olmuştur. Türkiye, Efrîn’de aralarında çocuk ve kadınlarında bulunduğu sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamlardan kaynaklı uluslararası mahkemelerde yargılanmalıdır.

-Tüm bu nedenlerden dolayı BM’yi, tüm uluslararası güçleri ve kuruluşları sorumluluk almaya ve göreve davet ediyoruz.”

YÜKSEL KOÇ: BM HAREKETE GEÇMELİ

Açıklamanın ardından ilk olarak söz alan KCDK-E Eşbaşkanı Yüksel Koç, “Bugün 95 yıl önce Kürdistan’ın kalbine hançer saplanan yerden, Lozan’dan dünyaya sesleniyoruz” diyerek konuşmasına başladı. Koç, şöyle devam etti: “Kürdistan’ı 4 parçaya bölerek bize yok olmayı dayatanlar bugün bir kez yine Kürtlerin kazanımlarının önüne geçmek için Efrîn’e saldırıyor. Ama biz bugün dünya halkları olarak, buradan bu güçlere net bir şekilde sesleniyoruz; gelin, bu siyasetinizden vazgeçin. Çünkü direnen halkalar karşısında başarılı olamayacaksınız.”

Lozan-Cenevre yürüyüşünün temel amacının BM’nin sessizliğini kırmak olduğunu söyleyen Koç, BM’yi acilen Efrîn’deki katliamları durdurmaya çağırdı.

RİELLER: TÜRT DEVLETİNİN SALDIRILARI KABUL EDİLEMEZ

Koç’un ardından söz alan İsviçre Sosyalist Parti (SP) Federal Milletvekili Laurence Fhilmann Rielle ise Efrîn’e dönük saldırıları kınayarak başladığı konuşmasında, Avrupa ve İsviçre’yi Türk devletinin işgal girişimine karşı harekete geçmeye çağırdı. Türk devletinin DAİŞ ile ortak hareket ettiğini söyleyen Rielle, “Bugün bölgenin en demokratik sistemine sahip olan ve DAİŞ’e savaşırken desteklediğimiz Kürtleri bugün Türk devletinin saldırılarına karşı yalnız bırakmak kabul edilemez. Efrîn ile dayanışma daha çok büyütülmeli” dedi.

DİCLE: EFRÎN KÜRTLER İÇİN STALİNGRAD’DIR

Kürt Siyasetçi Hatip Dicle de, Türk devletinin Efrîn’e dönük saldırıların temel amacının Kürtlerin kazanımlarının önüne geçmek ve DAİŞ’e yeni alanlar açmak olduğunu ifade etti.

Dünyanın sessizliğini de sert dille eleştiren Dicle, Efrîn’in direniş tarihini hatırlatarak şunları ifade etti: “Efrîn Kürtlerin Stalingrad’ıdır, Tarihte köleci iktidarlara direnen Efrîn halkı bugün bir kez yine faşist rejimlere karşı direniyorve kazanacak. Efrîn destansı direnişin adıdır, Efrîn yenilmezdir ama onun düşmanları yenilmeye mahkûmdur.”

KOÇ: LOZAN’DA YOK SAYILAN HAKLAR BUGÜN EFRÎN İÇİN YÜRÜYOR

KNK Eş Başkanı Nilüfer Koç ise “Yüz yıl önce Lozan’da yok sayılan halkların hepsi ve üstüne dünya halkları ile birlik olarak Efrîn’e yönelik saldırıları kabul etmiyor. Herkes iyi bilsin ki; biz yok sayılan halklar, artık bizi yok saymaya kimsenin gücü yetmeyecek çünkü biz Efrîn ile birlikte artık bir dünya olduk ve artık direnen ve yenilmez savaşçılarımız var” dedi.

PAYOT: EFRÎN DİRENİŞİNİN YANINDAYIZ

Lozan Belediye Meclis Üyesi David Payot ise “Efrîn’de sömürgeci güçlere karşı verilen direnişin yanında ve destekçiyiz” dedi. Efrîn’e dönük saldırıları asla kabul etmeyeceklerini dile getiren Payot, uluslararası güçleri Türk devletine karşı harekete geçmeye çağırdı.

Payot’un ardından sırasıyla söz alan birçok örgüt temsilcisi ve siyasetçi yaptığı konuşmada Türk devletinin saldırılarını kınarken, BM’ye seslendi.

Yapılan konuşmaların ardından “BM Efrîn’deki katliamı durdur” sloganı ile yürüyüşe geçildi.

ANF

Share
. tarafından

Alev Şahin gözaltına alındı

Şubat 14, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Düzce’de işine geri dönme talebiyle oturma eylemi yapıyor. Şahin dün akşam saatlerinde gözaltına alındı.

Twitter üzerinden açıklama yapan Halkın Hukuk Bürosu, müvekkilleri Alev Şahin’in Düzce’de saat 22.30 civarı gözaltına alındığını duyurdu.

Gazete Patika

Share
. tarafından

Adana’da kadın cinayeti

Şubat 14, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Zülal Kırlangıç, Mahmut Demirci tarafından katledildi.

Seyhan ilçesine bağlı Çınarlı Mahallesi’nde Mahmut Demirci, boşandığı Zülal Kırlangıç’ı katletti.

Olayın ardından yaralı olarak hastaneye kaldırılan Zühal, hayatını kaybetti.

Gazete Patika

Share
. tarafından

KIVILCIM ARAT YAZDI Yaşama Giden Ölüm Yolculuğu

Şubat 14, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Ölüm, birçoğumuz için bilinmezliği temsil eder. Ve ölüme dair tüm kurgular bu bilinmezlik üzerinden yükselir. Bilinmezlik aynı zamanda korku demektir. Bilinmezlik ile birlikte gelen bu duygu, Homo sapiens denen türümüzü 45 bin yıldan bu yana şekillendirir ve yönlendirir. Varoluşa dair tartışmalardan, cennet ve cehennem tahayyüllerimize kadar her şeyin temelinde bilinmezlik ve yarattığı bu korku duygusu vardır.

Trans varoluş zannımca bu korkuyu ciddi manada sönümlendiren bir yerde duruyor. Ait hissettiğiniz kimliğe geçiş kararı ile birlikte gelen görünürlük sizi hep bir bilinmezliğe itiyor. Ve bu bilinmezlik birçok insan için korkuya yol açarken, biz translarda etkisiz bir hal alıyor.

Diren, bu bilinmezlik ile yıllardır yaşama tutunmaya çalışan ve dolayısıyla korkuları toplumdan bambaşka olan bir kadın. Korkuları ile birlikte duyarlılıkları da birçok insana göre başka temeller üzerinden yükseliyor. Kan dökerek ibadet edilen bir dünyada, boğazına bıçak dayanan kuzunun korkusunu hissediyor mesela. ‘İnsan dışındaki tüm türler bizim için yaratılmıştır’ inancı bu kadar genel geçer bir doğruyken, 2 metrelik bir alanda sütü gasp edilen ineğin özgürlüğünü isteyebiliyor.

TIKLAYIN – Cinsiyet Geçiş Hakkı Tanınmayan Trans Mahpus Ölüm Orucunda

Süregiden bu bilinmezlik yaşamın bir parçası olurken varoluşun önüne çıkan her engel, “ölüm” denen duygunun bilinmezlikten gelen korkusunu geçiyor. Kısacası bir trans kadın için ait olduğu bedenle kurduğu ilişkiyi engelleyecek her olgu büyük bir korkuya dolayısıyla bu korkudan kurtulmasını sağlayacak sağlam bir iradeye zemin hazırlıyor. Tıpkı cennet uğruna doğru kabul ettiği dini eylemleri yerine getiren milyarlarca insan gibi.

Eşitsizlik pınarı: Heteroseksizm

Heteroseksist toplumlarda devlet denilen aygıt sadece kamusal yaşamı düzenlemekle kalmıyor. Norm olarak belirlediği kodlar üzerinden milyonlarca yaşamı zapturapt altına alıyor. Kadınlık ve erkeklik bu ikilik üzerinden inşa edilirken, ikisi arasındaki geçişkenlik en ağır biçimde cezalandırılıyor.

Kamusal yaşamı dizayn eden unsurları göz önüne aldığımızda altyapı ve üstyapı olarak tabir edilen dinamiklere bakmak, normun yarattığı çerçeveyi görmek açısından önemlidir. Ortadoğu coğrafyasında hayat bulan üretim ilişkileri ve geniş toplumsal grupların bu ilişkilerde konumlandığı yer, o coğrafyanın düşün dünyasına rengini veren bir yerde duruyor. Daha somutlayarak gitmek gerekirse maddi zenginliği elinde bulunduran azınlığın temel referansları kamusallaştırılarak, norm haline getirilebiliyor. Türkiye özeline baktığımızda AKP iktidarı ile birlikte daha çok tartışılagelen ‘Siyasal İslam’ kavramı devlet ve kurumlarına, dolayısıyla da sermaye sınıfının düşün dünyasına direkt yansıyor. Palazlanan İslami sermaye, devraldığı tekçi, ırkçı, ikiyüzlü seküler algıyı nüanslarla yeniden var ederek yaşamlarımızı tekrardan kurguluyor. Üretim araçları ve bu araçların konumlandığı yer neresi olursa olsun (Demokratik Halk Devrimleri ve Sosyalist Devrimler dahil) normun belirlenmesine rengini veren temel ideoloji heteroseksizm oluyor.

Heteroseksist ilişki biçimi, özel ve kamusal alanın biçimlenmesinde rol oynarken, her şey bu iktidar biçimine göre konumlandırılıyor. Eğitim, sağlık, aile, hukuk gibi özel ve kamusal alanlar bir iktidar ilişkisi olan atanmış cinsiyet temel alınarak heteroseksüel ilişkiler üzerinden tanımlanıyor. Kavramın yarattığı tahakküm sadece LGBTİ+’lara değil, farkında olmasalar bile heteroseksüel/natrans kadın ve erkeklere de yansıyor.

Nasıl mı?

Heteroseksist ilişki biçiminde kadın bedeni toplumsal denetimin odağı, savaşlar ve politik çatışmalar için bir uzamdır. Bu realite bütün dünyadaki silahlı çatışmalarda, üreme haklarına yapılan müdahalelerde, göçmenlik ve sığınmacılık politikalarında, “namus” kisvesi adı altında işlenen cinayetlerde, cinsel saldırılarda, kadınların örtünmeye zorlanarak tecrit edilmesinde, ev içindeki şiddetin yaygınlığında kendisini açıkça ortaya koyar. Devletler, kadına yönelik şiddete, özel alanda cereyan ettiği gerekçesiyle seyirci kalarak; göstermelik önlemlerle erkek egemenliğinin devamlılığını sağlamaya çalışır.

Özcesi heteroseksizm,

Kadını; eve kapatıp, üretim ilişkilerinde ucuz iş gücü olarak görüyor. Belirli bir yaşa kadar babaya, bir yaştan sonrada kocaya bağımlı kılıyor. Edepli hareket etmesini ve erkeğin belirlediği sınırların dışına çıkmamasını salık veriyor. Giyiminden tutalım da saç kesimine, vücut kıllarının durumuna kadar birçok normu belirliyor. Her şeyden önemlisi devlete işçi ve asker yetiştiren bir kuluçka makinesi gibi davranılmasını sağlıyor.

Erkeği; güç merkezi olarak kodluyor. Atanmış cinsiyet farklılığını sistemli bir biçimde toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dönüştürerek, tüm güç kaynaklarını nihai olarak erkeklerin elinde tutmasını sağlıyor. Namus kavramını sahiplenmesini, evlenmesini, erkini korumasını salık veriyor. Hazlarını bile bu ideoloji belirliyor. Ailenin yegane kurucusu, kollayıcısı ilan ediyor. Heteroseksist hegemonyanın bekası için erkeği ailenin içinde bir tanrı olarak var ediyor. Ve bu tanrı; kuralları belirliyor, takip ediyor, denetliyor. Hem savcı hem hakim oluyor. İnfazı kesip, kendi düzenini keyfine göre işlevsel hale getiriyor. Anadolu kültüründe gözlemleyebileceğimiz aile içi bayramlaşma ritüeli heteroseksizmin erkeği tanrısallaştırmasına en güzel örnektir. Çocuklarla birlikte anne de evin tanrısı olan erkeğin elini öperek kutlama yapar. El öpme; hürmet ve itaat demektir.

Eşcinsel ve biseksüelleri ise dayatılan ve norm olarak kabul edilen heteroseksüel ilişkiler üzerinden baskılıyor. Hasta ve sapkın bireyler olarak kodluyor. Toplumsal yaşamı kapatıyor. Kamusal alana girebilmeleri için susmalarını şart koşuyor.

Transseksüalite: En büyük günah – En büyük ceza

Özel mülkiyet, aile, din ve devlet dörtlüsü heteroseksizmin günümüze kadar kendini yenileyerek gelmesini sağladı. Toplumun örgütlenme formu olan aile, heteroseksizmin temel taşıyıcı birimiyken üretim ilişkileri de aile gibi en etkili birimlerden biri olageldi. Din ve devlet ikilisi ise heteroseksizmin günümüze kadar kurumsallaşarak gelmesini sağlayan kamusal taşıyıcılar olarak görevlerini layıkıyla yerine getirdi.

Gelir dağılımındaki adaletsizlik arttıkça heteroseksizmin norm dışı kalan topluluklara yönelttiği şiddetin boyutu ağırlaştı. Peki kim bu norm dışı kalanlar? Kadınlar, ikincil cins olarak hem dini metinlerde hem de kamusal yaşamda tamamlayıcı/yardımcı/hizmetçi konumundaydı. Doğal ve evrensel hedef ise yalnız yaşayan kadınlar, evlenip boşanan kadınlar, seks işçileri, eşcinseller, biseksüeller, öz gereksinimlerini yerine getiremeyenler vb olarak sıralanabilir. Fakat bunların dışında bir hedef vardır ki şiddetin, damgalamanın, yok sayılmanın en ağırını yaşarlar: TRANSLAR…

İkili cinsiyet sistemini bir ustanın elinden çıkmış bir duvar olarak düşünelim. Güvenlik güçlerinden kamu kurumlarına, siyasi partilerden sivil toplum kuruluşlarına kadar devlet sistemini oluşturan tüm unsurlar ikili cinsiyet rejimini korumak, ayakta tutmak adına heteroseksizmi sürekli olarak yeniler ve yaşatır. Eşitsizlik üzerine kurulu olduğundan dolayı yenileme ve yaşatma çabaları her daim belirli çatlaklar yaratır. Norm dışı kalan bu gruplar belirli tavizler karşılığında bu çatlaklara yerleşebilir. Örneklemek gerekirse bir eşcinsel, Alevi, Rum ya da Ermeni, bir plazada beyaz yakalı olarak çalışabilir. Fakat bir transı bu çatlağa yerleştirdiğiniz an o çatlak derinleşir ve duvar yerle bir olur.

Tüm yaşamın ikili cinsiyet üzerinden kurgulandığı bir sistemde trans varoluş en büyük tehlikedir. Penis bu kadar büyük bir erk iken, erkten vazgeçmenin, yardımcı/tamamlayıcı/hizmetçi unsur olarak görülen bir cinsiyete geçmenin bedeli de buna uygun olmalıdır. Doğurgan olmayan kadının bile yarım olarak tanımlandığı bir toplumda, trans olmanın günahı, yeryüzünün tanrısı olan erkekler tarafından en ağır cezayla karşılanmalıydı.

Peki, bir insan için nedir en ağır ceza?

Yaşarken öldürmek, yaşayan bir ölüye çevirmek en ağır cezadır insan için. Aile formları üzerinden örgütlenen bir toplumsal düzende bu formun dışında tutarak, yok sayarak, barınma, çalışma ve yaşama haklarında mahrum bırakarak, kamunun dışında tutarak verilir. İkili cinsiyet rejimi, yarattığı normun dışında kalan her şeyi düşman olarak kodlar. Trans varoluş, cinsiyeti darbeleyen bir muhtevaya sahip olduğundan her daim hedef tahtasındadır. Bu da kamusal yaşamdan ağır bir biçimde tecrit edilmelerine imkan sağlar.

Bu gerçeklik hiç de öyle uzağımızda değil. Birkaç basit soru ile sonuca ulaşmak mümkün. Onlarca meslek odasından kaç tanesinde görünür olarak kayıtlı bulunan trans meslek erbabı vardır? Kaç tane kamu kurumunda trans bir çalışana denk geldiniz? Ya da kaç siyasi partinin MYK’sında söz sahibi bir trans görebildiniz?

Bunlar her birimizin gözlemleyerek sonuca ulaşabileceği basit doneler. Ulaşması basit ama özneleri için deneyimlemesi ağır gerçeklikler. Ve bu gerçekliğin kaynağı olan heteroseksist hegemonya sadece kendi çemberi dışında kalanlara zorlaştırmıyor yaşamı. Tahlil edilmesi zor da olsa ikili cinsiyet rejiminin öznesi olan erkekler için de zorlayıcı bir noktada duruyor. Sürüne sürüne erkek olmayı, duygulardan uzak, insan özüne aykırı bir baskılanmayı yaşatıyor. Eşit bireyler olarak kolaylaşan bir arada yaşam yerine gereksiz yüklenmelerle zorlaşan bir insan ömrü var ediyor. Yarattığı ağırlık şiddetin çıkış noktası olarak çeperine zarar veriyor ve bütünlüğü dağılmış bireyler birlikteliğinden hastalıklı bir toplam yaratıyor.

Özgür olan bir kadın niçin ölüme yatar?

Bunca tahlilin ardından gelelim asıl sorumuza: Özgür olan bir kadın niçin ölüme yatar? Heteroseksizmin var ettiği kültür sistemli bir ‘düşmanlar toplamı’ yaratarak kendi varlığını sürdürüyor. Bir trans kadın olarak varoluş mücadelemde sıklıkla bahsini ettiğim ayrıştırmanın acımasız uygulamalarıyla muhatap olmak durumunda kaldım. 31 yıllık yaşam serüvenim erkek şiddeti ile baş etmenin türlü yollarını öğrenmeme vesile oldu.

Bir trans kadın olarak var olmak, tüm bu yaşam pratikleri içinde en az dayanışılan toplumsal grup olmayı beraberinde getiriyor. Heteroseksizmin zihinlere nakış nakış işlediği transfobi, en özgürlükçü zihinlerin prangası oluyor. Kamusal yaşamı aralamak adına atılan her adım, ‘ama’lı, ‘fakat’lı cümlelerin soğuk yüzüne çarparak engelleniyor. Translara yönelik işlenen her türlü sistematik suç, toplumsal bir suskunluğa dolayısıyla kabullenişe ve onaya dönüyor. 90’ların hafızamıza yerleştirdiği ‘travesti terörü’ genel ahlakın ikiyüzlü uygulamaları ile öteki olanın yok edilmesine zemin hazırlıyor.

Diren ve Buse’yi yaşadıkları “iki kişilik” yalnızlığa (*) iten toplumsal mutabakat, yazı boyunca anlatmaya çalıştığım zemin üzerinden yükseliyor.

Yaptığımız toplantı çağrısı son bir şanstı aslında, Diren ve Buse şahsında, yaşadığımız topluma. İşlenen kolektif suçlar, taşıması zor yükler bırakır omuzlara. Tıpkı 21. yüzyılın ilk ve en acımasız katliamı olan Ermeni Soykırımı’nın bıraktığı yük ve yaşattığı utanç gibi. Tüm çabalarımıza rağmen duyulmadı Diren’in çığlığı. Tüm kapılar kapanmışken yüzüme, hicap duydum Diren ve Buse’nin varlığına. Ya kan tutacaktı, ya utanç basacaktı. Ya da….

Ya da özgür bir beden olarak ölüme yatacaktım, ayaklar altına alınmaya çalışılan onurumuz adına, insanlık adına, vicdan adına…

Umudun, dayanışmanın, bir arada durmanın gücüne inanan bir insan olarak hepinizi dayanışmanın güven veren kollarına davet ediyorum. Tedavi hakkımızı geri alamasak bile yine kazanan biz olacağız. Geride kalanlara onurlu bir tarih bırakarak. Tıpkı, Stonewall’da ilk taşı atan Marsha’nın bizlere bıraktığı gibi…

Zihnimin en berrak yerine kazınan bir cümle ile bitirmek isterim: “Zafere mahkum edilenler, ölümü küçülterek yenerler”. (KA/ÇT)

(*) Diren Coşkun’un son görüşmesinde avukat Eren Keskin’e söylediği cümle: “Biz, Buse’yle iki kişilik yalnızlık yaşıyoruz”.

Ne olmuştu?

LGBTİ aktivisti Diren Coşkun, “örgüt propagandası” suçlamasıyla Ağustos 2017’de Diyarbakır’da tutuklandı. Kesinleşmiş hükümle üç yıl hapis cezası bulunuyor.

Tekirdağ F Tipi Kapalı Erkek Cezaevi’nde tabutlukta tutulan Coşkun, 25 Ocak’ta lazer epilasyon tedavisi, cinsiyet geçiş hakkı ve üzerlerindeki ağır tecridin son bulması talebiyle ölüm orucuna başladı.

İstanbul LGBTİ’den Kıvılcım Arat da Diren Coşkun’a destek için 6 Ocak’ta ölüm orucuna başladı.
Kıvılcım Arat İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu üyesi ve Demokratik Kadın Hareketi sözcüsü.

İstanbul – BİA Haber Merkezi

Share
. tarafından

Kürdün İlan-ı Aşkı; Karanfilli Elma

Şubat 14, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Geçtiğimiz yıl Irak Kürdistanı’nın Hewlêr / Erbil şehrinde ilk kez farkında oldum. Erbil Valisi Newzat Hadî, küçücük bir kutu içinde üzeri pütürlü ama avucunuza aldığınızda hoş ve latif koku saçan elma benzeri armağanıyla yolculamıştı.

O armağan hakkında çok kısa bir bilgi orada verilmiş olmakla birlikte dönünce merak edip araştırarak soruşturup işin aslını öğrenivermiştim.

Meğerse üzerine karanfil saplanmış elma imiş Erbil valisinin bizzat Irak Kürdistanı Kültür Bakanlığı’nca bir proje olarak işlevlendirilen ve turizm objesi haline dönüştürülen armağanı.

Eski İran Kürtlerinin tarihinde yılın istenilen gününde âşıkların, sevgililerin sevdiklerinden ayrı düşenlerin aşkını, sevdasını, sevgisini dile getirmek, yeniden hatırlatmak için sunduğu bir kadir kıymet bilirlik nişanesi imiş Kürtçe adıyla Sêva Mêxekrêj (Karanfilli Elma).

Küçük boy bir kırmızı elmanın üzeri en küçük bir boşluk bırakmamak kaydıyla çok sık, birbirine bitişik olmak kaydıyla karanfillerle donatılıyor. İşlem bittikten sonra kuru karanfilin kokusu taze elma kokusuyla buluşunca hoş bir rayiha ortama yayılıyor. Üstelik bu iki ürünün buluşma hali çok uzun süre kaybolmuyor.

Bize sunulan karanfilli elma paketinin üzerinde 2014 tarihi vardı ve çok güzel kokuyordu. İçinde çok dilli olarak hazırlanmış kısa tanıtım metnine baktığımda yüz yıl dahi geçse kokusunu kaybetmediği ifade ediliyordu.

Projeyi İran Kürdistanı’ndaki çatışmalı hâl nedeniyle topraklarını terk edip Irak Kürdistanı’na yerleşen ve 11 yıl Süleymaniye’de okuyup yaşayan, şimdilerde Diyarbakır’da yaşayan Heykeltraş Seywan Saedian, Irak Kültür Bakanlığı’na sunmuş. Dönemin Kültür Bakanı Felakeddin Kakeyî projeye çok sıcak bakmış ve hayata geçirmiş. Sonra da “taşınabilir organik Kürt kültürü” simgeselliği üzerinden önemli bir yitik değerin gün yüzüne çıkmasına vesile olmuş Sêva Mêxekrêj…

Sonra geçtiğimiz yıl yazıyı yazarken birazda konuyla ilgili cehaletimden “utanıp sıkılarak” projenin sahibi Seywan Saedian’ı aramış, kendisine de sormuştum. O da anlatmıştı.

2005 yılında Irak Kürdistanı Kültür Bakanlığı’na projeyi sunduğunda bu çok eski gelenek neredeyse unutulmuş bir haldeymiş. 2005 yılından sonra öncelikli olarak Irak Kürdistanı’nın dört şehri ve 100 dolayında irili ufaklı yerleşkesinde adeta bir “karanfilli elma sevgililer bayramı” kutlaması haline dönüşmüş. Hakkında dört belgesel film, 30 saat dolayında video kaydı, sayısını kendisinin de hatırlamadığı kadar röportaj ve yazı yayımlanmış meğerse!

2013 yılında Irak Kürdistanı Şehitler Bakanlığı “Sêva Mêxekrêj”den 1000 adet satın alarak Saddam döneminin en büyük kitlesel Kürt katliamı olan ve 200 binin üzerinde insanın katledilmesi olarak tarihe geçen Enfal ve Halepçe soykırımının mağduru ailelere o günün anısına armağan olarak sunulmuş.

Aslında bu resmî sunumun ironik bir arka planı da olmalı bellekte elbette. Bilindiği üzere Enfal ve Halepçe katliamından kurtulanlar yukarıdan atılan gazın elma kokusuna benzer bir koku ile yayıldığını ve sonunun ölümlerle bittiğini anlatıyorlardı.

Ama işin asıl otantik Kürt tarihindeki hikâyesine göre; yaşanmış olan birçok aşk hikâyesinde; âşık olan ama aşkını söyleyemeyen genç kız Sêva Mêxekrêji hazırlayıp âşık olduğu kişiye aşkını dile getirmek üzere gönderiyor. Ayrıca aralarında sorun yaşayan sevgililer de barışma nişanesi olarak Karanfilli Elma hazırlayıp birbirlerine sunarlarmış.

Sêva Mêxekrêj üzerinde yapılan kimi araştırmalarda bu geleneğin Zerdüştilik döneminden beri var olan bir “aşk geleneği” olduğu ve “aşk” ile “barış” üzerinden yılın herhangi bir gününde dile getirilebileceği dillendiriliyor.

Ama işin uluslararası boyuta taşınması bir başka güzelliği beraberinde getiriyor. 2005 yılında projenin hayata geçmesiyle 2006 yılından itibaren madem “14 Şubat Sevgililer Günü” dünyanın her yerinde kutlanıyor, aynı gün Sêva Mêxekrêj (Karanfilli Kırmızı Elma) Günü, “Valentîna Kurda” olarak Kürtler arasında kutlansın diye düşünülmüş ve kabul görüp yaygınlaşmış.

Bu vesileyle bu projeyi uluslararası organik Kürt kültürü olarak yaygınlaştırmak isteyen Seywan Saedian bir süredir Diyarbekir ve İstanbul’da proje eksenli çalışmalar yapıyor. Umarım isteğine aklı başında kurum(lar) sahip çıkar…

O halde Valentîna Kurda u Sêva Mêxekrêj piroz be…

Şehymus Diken

Bianet.org

Share
. tarafından

Serpil Kemalbay açlık grevine başladı

Şubat 14, 2018 de ANASAYFA . tarafından

 

Hakkında yakalama kararı olduğu için ifade vermek üzere gittiği Ankara Adliyesi önünde dün gözaltına alınan  HDP Parti Meclisi Üyesi Serpil Kemalbay açlık grevine başladı. Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde tek kişilik hücrede tutulan Kemalbay’a gönderilen elbiseler verilmediği öğrenildi. HDP Basın Bürosu tarafından yapılan bilgilendirmeye göre; Kemalbay, haksız ve hukuksuz gözaltı ve soruşturmaya karşı açlık grevine başladığını duyurdu.

Kemalbay’ın avukatları aracılığıyla gönderdiği mesaj da ise şu ifadeler yer aldı: “İnsanın insana kul olmadığı, özgür, eşit, demokratik bir toplumu elbirliği ile inşa edeceğiz. Birlikte mücadele edecek, barış içinde yaşamı birlikte kuracağız. İçeride, dışarıda mücadeleye devam. Biz kazanacağız, kadınlar kazanacak, halklarımız kazanacak. Yürekten sevgi ve selamlarımla.”

Gazete Patika

Share
. tarafından

Şok talimat: Kadın isyancıları vajinalarından vurun

Şubat 15, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Küfürlü, cinsiyetçi ve ayrımcı açıklamalarıyla sıklıkla gündeme gelen Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte komünist isyancılar hakkındaki son sözleri nedeniyle yine tepki çekti.
Teslim olan komünist isyancıların katıldığı bir etkinlikte konuşan Duterte onlarca yıldır süren isyanın amaçsızlığını savunduğu konuşmasında kadın isyancılara yönelik cinsiyetçi ve şiddet içeren açıklamalarda bulundu.

‘BURADA KİMİN 2 KARISI VAR?’

Sputnik’te yer alan habere göre; Duterte ” Burada kimin 2 karısı var. Siz komünistler yalancısınız. Hepimiz aynı hastalığa sahibiz. Rol yapmayın. Hatta buradaki generaller bile. Generaller artık savaşa bile gitmiyor. Telefon açıp ‘Tamam iyi savaşın’ diyorlar. Alana gidip savaşan general var mı? Manila’da kalıyorlar.’Aa evet kaç ölü var?’ diyorlar” dedi.

‘SİZİ ÖLDÜRMEYECEĞİZ, VAJİNANIZDAN VURACAĞIZ’

Sözlerinin devamında hayali bir generalle bir asker arasındaki telefon konuşmasını canlandıran Duterte “Orada kadınlar var mı? Ellerinde silahlar var mı? Evet efendim var. Savaşçılar. Amazonlar. O zaman onları vajinalarından vurun. Ben de bunu yapacağım. Askerlere söyleyin. Valinin yeni bir emri var. Sizi öldürmeyeceğiz. Sadece vajinanızdan vuracağız, böylece vajina olmayacak, işe yaramaz olacaklar” ifadelerini kullandı.

Duterte’nin sözleri salondaki kimi dinleyiciler tarafından kahkahalarla karşılandı.

Duterte açıklamasını Bisaya lehçesiyle yaparken, devlet başkanının resmi konuşma metnine ‘vajina’ kelimesi ile diğer küfürlü ifadeler dahil edilmedi.

‘AĞZI KÖPÜRMÜŞ FAŞİST OLARAK KENDİNİ GÖSTERDİ’

İnsan hakları örgütleri ise Duterte’nin açıklamalarını kınadı. Karapatan örgütünün Genel Sekreteri Cristina Palabay açıklamasında “Duterte, uluslararası insan hakları kanunlarının en kötü ihlallerini kışkırtan ağzı köpürmüş bir faşist olarak kendini gösterdi” dedi.

Duterte’nin sözlerinin cinsel şiddet ve savaş suçlarını teşvik edebileceğini söyleyen Parabay “Sözleri deli bir adamın tiranlığını, çılgınlığını ve maçoluğunu sergilediği son örnek” diye niteledi.

ABD merkezli İnsan Hakları İzleme (HRW) örgütü de açıklamasında Duterte’nin sözlerinin ‘kadınlar hakkında yaptığı mizojinik (kadın düşmanı), alçaltıcı ve onur kırıcı açıklamalarının devamı’ olduğunu belirtti.

Mynet

Share
. tarafından

Diren Coşkun Meclis gündemine taşındı

Şubat 16, 2018 de ANASAYFA . tarafından

CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, 21 gündür açlık grevinde olan Diren Coşkun’un taleplerini Meclis gündemine taşıdı.

 

Tanrıkulu, Başbakan Binali Yıldırım tarafından yanıtlanmak üzere verdiği soru önergesinde Tekirdağ 2 No’lu Hapishanesi’nde kalan Diren Coşkun’un taleplerinin karşılanmamasını sordu.

Tanrıkulu, soru önergesinde şu soruların yanıtını istedi:

  1. Tekirdağ 2 No’lu Cezaevinde kalan ve yaklaşık 21 gün önce ölüm orucuna başlayan trans kadın tutuklu Diren Coşkun’un insan hakları taleplerinin yerine getirilmesi hususunda Adalet Bakanlığı bir an önce talimat verecek midir?
  2. Yaklaşık 21 gün önce ölüm orucuna başlayan trans kadın tutuklu Diren Coşkun’un kaldığı Tekirdağ 2 No’lu Cezaevi Müdürünün insan hakları talebine duyarsız kaldığı iddiası doğru mudur?
  3. İddialar doğru ise, Cezaevi Müdürü ve yönetim ile ilgili olarak Adalet Bakanlığı inceleme ve soruşturma başlatılacak mıdır?
  4. Cinsiyet kimliği, insan varoluşunun ayrılmaz bir bütünü olup, Diren Coşkun’un hapishane yönetiminden sağlık hakkına dair talepleri aynı zamanda kişisel bütünlüğünün korunması ve kişilik hakkına saygı gösterilmesi gerekirken; hapishane yönetiminin Diren Coşkun’un cinsiyet kimliği, cinsiyet ifadesi ve cinsiyet geçişi ile ilgili en temel talepleri olan ameliyat, ve diğer her türlü tıbbi, psikolojik, psikiyatrik ve sosyal desteği sağlamamasının gerekçesi nedir?
  5. Diren Coşkun’un, açık cezaevine gitme hakkı olmasına rağmen buna izin verilmediğini iddiası doğru mudur?
  6. Türkiye’de illere göre cezaevlerinde tutuklu toplam kaç trans kadın ve erkek vatandaş bulunmaktadır? Tutuklu trans kadın ve erkeklerden kaçı hak ihlali yapıldığı gerekçesiyle cezaevi yönetimlerine başvuru yapmış, yapılan başvuruların kaçına ne şekilde yanıt verilmiştir?

Gazete Patika

Share
. tarafından

Her 6 çocuktan biri savaş bölgesinde yaşıyor

Şubat 16, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Save the Childen (Çocukları Kurtarın) tarafından yapılan araştırmaya göre, dünya genelinde 357 milyon çocuğun savaş ve çatışmaların olduğu ülkelerde yaşıyor.

Araştırmada, bu rakamların tüm dünyadaki çocukların altıda birine denk geldiği belirtildi. Bu oranın ise 1990’lardan bu yana yüzde 75 arttığı kaydedildi.

Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde çocukların yüzde 40’ının çatışma bölgelerinde yaşadığı belirtilirken, araştırmaya göre çocukların özellikle bu ülkelerde tehlike altında olduğu vurgulandı.

Gazete Patika

Share
. tarafından

Öz savunma uygulayan kadına 5 yıl hapis istemi

Şubat 16, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Suriye’deki savaş nedeniyle Sakarya’ya mülteci olarak yerleşen Suriyeli aile, N.S.’nin evine kiracı olarak yerleşti. N.S. kadını taciz etmeye başladı.

Hürriyet’ten İsmail Saymaz’ın haberine göre, 19 Ocak’ta evin camını kırarak içeriye girmeye çalıştı. Saldırgan, kadına fiziksel şiddet uygulayarak cinsel saldırıda bulundu. Kadın kendisini korumak için bir bıçak alarak öz savunma uyguladı. Saldırgan bunun üzerine evden kaçtı.

Yapılan incelemede, N.S.’nin genç kadına farklı tarihlerde Arapça taciz mesajları yolladığı belirlendi.

Adama 18, kadına beş yıl istendi

Tutuklanan N.S.’ye ‘cinsel saldırı’ suçundan 10 yıla, ‘cinsel taciz’ suçundan iki yıla, ‘konut dokunulmazlığını ihlal’ suçundan üç yıla, ‘mala zarar verme’ suçundan da üç yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.

Kendisini mutfak bıçağıyla savunan kadına ise ‘silahla tehdit’ suçundan beş yıla kadar hapis cezası istendi.

İddianamede ‘Kadının eyleminin meşru savunma olarak değerlendirilebileceği ancak hukuki nitelemenin mahkemenin takdirinde olduğu’ ifade edildi.

Sakarya 2’nci Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın ilk duruşması 28 Şubat’ta görülecek.

Gazete Patika

Share
. tarafından

ÇHD: Hapishanelerde yasaklar derinleşti

Şubat 16, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi Hapishane İzleme Komisyonu, Marmara Bölgesi’nde bulunan hapishanelere ilişkin 21 sayfalık rapor hazırladı.

Rapor hazırlanırken Marmara bölgesinde yer alan Tekirdağ 1 ve 2 No’lu F Tipi Hapishanesi, Tekirdağ 1 ve 2 No’lu T Tipi Hapishanesi, Kocaeli 1 ve 2 No’lu F Tipi Hapishanesi, Edirne F Tipi Hapishanesi, Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi, Gebze Hapishanesi, Maltepe Kampüs Hapishanesi ve Silivri Kampüs Hapishanesi’nde tutuklu ve hükümlü olan kişilerle görüşmeler yapıldı, buralardan gelen mektuplar değerlendirildi.

Toplantıya ÇHD üyesi avukatlar Güçlü Sevimli ve Neslihan Piliç katıldı. Sevimli, yılda iki kez rapor düzenledikleri bilgisini paylaşarak raporun ocak ayı ve öncesini kapsadığını söyledi. OHAL ile birlikte tutukluların mevcut haklarının kısıtlandığını hatta birçok hakkın yok edildiğini dile getiren Sevimli, “tek tip elbise işkencesinin henüz uygulanmaya başlanmadığını, bunu uygulamak için yeni bir yönetmelik beklendiğini” ifade etti.

‘Sohbet hakkı kullandırılmıyor’

Cumhuriyet gazetesinden Zehra Özdilek’in haberine göre Sevimli, “Maltepe Çocuk Cezaevi’nde çocuklara disiplin cezası verildiği, çocukların mektuplarının ulaştırılmadığı da ortaya çıktı. Düzce Cezaevi’ndeki kadın avukatlar Aycan Çiçek ve Ayşegül Çağatay gardiyanlar tarafından darp edildi. Kocaeli Cezaevi’ndeki siyasi tutsaklar Seher Orçu ve Hüsne Kılıç, tecritte tutuluyor ve sohbet haklarını kullanmalarına izin verilmiyor. Silivri 9 No’lu Cezaevi’nde Gülten Matur ve Gülhan Sağaltıcı’ya özel tecrit uygulanıyor. Tutuklu çocuklardan Ş.B. şarkı söylediği için disiplin cezası almış, bu durum tutanaklara ‘slogan attı’ diye eklenmiş. Tekirdağ 1 No’lu T Tipi Hapishanesi’nde sohbet hakkı hiçbir şekilde kullandırılmıyor” dedi.

‘Sürgün sevkler işkenceye dönüştü’

OHAL ilanı ile birlikte sürgün sevklerin çok yüksek oranda arttığını dile getiren Sevimli konuşmasını şöyle sürdürdü: “Sürgün sevkler fiziksel işkenceye dönüştürülmüş, birçok tutuklu ve hükümlü bu sevkler sırasında yaralanmıştır. Özellikle Silivri 9 No’lu Hapishanesi sürgün sevklerin en çok yaşandığı hapishane olmuştur. Hastaneye sevkler çok problemli. Öte yandan hastaneye götürülen tutuklu/hükümlüler kelepçe ile doktorun karşısına çıkarılmakta olup, muayene kelepçeli olarak yapılmak istenmektedir. Hapishane yönetim tarzı ve infaz modeli olarak Silivri 9 No’lu Hapishanesinin pilot uygulama yeri olarak seçildiği anlaşılmaktadır. Örneğin hali hazırda hiçbir hapishanede hücre ve koğuşların havalandırmalarının üstünde tel örgü uygulaması yok iken Silivri 9 No’lu Hapishanesindeki hücrelerin havalandırmalarının üstü tel örgülerle kaplanmış durumdadır.” Avukat Neslihan Piliç ise talepleri kabul edilmediği için 22 gün önce ölüm orucuna başlayan trans tutuklu Diren Coşkun’u en kısa zamanda ziyaret edeceklerini söyledi.

Gazete Patika

Share
. tarafından

Tarsus’ta kadın tutsaklara dayatmalar devam ediyor

Şubat 16, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Tarsus Kadın Kapalı Hapishanesi’nde yeni atanan müdür, keyfi yasaklamalara devam ediyor. Tutsaklar aileleri ile yaptıkları telefon görüşmesinde hapishaneye getirilen yeni tutsaklara çıplak arama dayatması yapıldığını aktardı.

Tutsaklar ayrıca yaptıkları telefon görüşmelerinin kayda alınarak dinlendiğini ve hapishane ile ilgili yaptıkları aktarımlardan dolayı kendilerine tutanak tutulduğunu belirtti. Yaptıkları aktarımlardan dolayı tutulan tutanaklar ile kendilerine görüş yasağı verildiğini paylaşan tutsaklar, keyfi kısıtlamaların devam ettiğini kaydetti.

Gazete Patika

Share
. tarafından

Ayşe Gökkan’ın gözaltı süresi uzatıldı

Şubat 16, 2018 de ANASAYFA . tarafından

11 gündür Mardin İl Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltında tutulan Ayşe Gökkan’ın gözaltı süresi bir kez daha uzatıldı.

Gökkan, Nusaybin’de 5 Şubat günü gözaltına alınmıştı. Hakkında “ihbar olduğu” gerekçesiyle gözaltına alınan Tevgera Jinên Azad (TJA) aktivisti Ayşe Gökkan, 11 gündür gözaltında tutuluyor.

Gazete Patika

Share
. tarafından

Buldan: ‘Tutuklamalarla bizi yıldıramazlar’

Şubat 17, 2018 de ANASAYFA . tarafından

HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, HDP Genel Merkezi’nde gerçekleştirilen Kadın Meclisi toplantısında konuştu.

Buldan, kongrede emeği geçen tüm kadınlara teşekkür etti ve “Kongre bizim için çok anlamlı ve önemliydi. Kongredeki bu coşkuyu hazmedemeyenler hemen operasyona başladılar. Kongreden hemen sonra önceki dönem Eş Genel Başkalık görevini yürüten Serpil Kemalbay gözaltına alındı. Serpil arkadaşımız hala gözaltında. Bugün de yeni bir operasyonla ağırlıklı kadın arkadaşlarımızı gözaltına aldılar” dedi.

Onların operasyonları asla bizi yıldıramaz

Yargının Kürtlere, barışı ve demokrasiyi savunanlara karşı bir sopa olarak kullanıldığını belirten Buldan, “Adalet ve hukuk Kürtler ve kadınlar olduğu zaman ayaklar altına alınıyor. Deniz Yücel’e uygulanan hukuk HDP söz konusu olunca neden uygulanmıyor? Kadın özgürlüğünden, haktan hukuktan bahsedenlere neden uygulanmıyor?” diye sordu.

Buldan konuşmasında devamla, “Önümüzdeki süreçte 8 Mart ve Newroz var. Kongrenin coşkusu ve moralini 8 Mart tarihine alanlarda meydanlarda yaşamın her alanında hayata geçirmek için bugün burada alacağımız kararlar önemlidir. Yaşanan her türlü hukuksuzluğa karşı HDP’li kadın arkadaşlarım yaşamın her alanında ayakta olacağımızın sözünü veriyoruz. Onların operasyonları asla bizi yıldıramaz. Gözaltılar tutuklamalar bizim mücadelemizi sekteye uğratamaz” ifadelerine yer verdi.

Buldan, bu süreçte haksızlığa, cinsel saldırıya maruz bırakılan her kadının elinden tutup yüreğine dokunulması gerektiğini vurgulayarak, “Kadın özgürlük mücadelesini kazanacağına yürekten inanıyorum. Yolunuz ve yolumuz açık olsun” dedi.

Gazete Patika

Share
. tarafından

Kadın tutsaklardan Efrin’e yönelik ortak açıklama

Şubat 17, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Sincan Kadın Kapalı Hapishanesi’nde siyasi tutsaklar TSK’nın Efrin’e yönelik saldırılarına tepki olarak ortak bir yazılı açıklama yaptılar. Yapılan açıklama şu şekilde:

“Türk Devleti ve çetelerinin Efrin’e yönelik saldırısı bir ayı bulmak üzere. Şimdiye kadar Efrin’lilerin görkemli direnişlerine çarpıp geri tepti. “Fetih-cihat” arzu ve girişimleri çocuklar ve yaşlılar başta olmak üzere sivillere yönelik hunharca saldırı bu yenilginin hazmedilememesinin sonucudur. Yine halkın iradesini kırmayı, korkutup sindirmeyi amaçlayan faşizm klasik yöntemlerini devreye sokuyor.  Barîn Kobanê’nin bedenine yapılan işkence bunları kapsamakla beraber, kadınlar için daha fazlasıdır da.

Rojava Devrimi bir kadın devrimi olarak dünya kamuoyuna mâl olmuştur. Arîn Mirkan ve en son Avesta Xabur yoldaşlar, erkek “cihatçı fatihlere” karşı eşsiz kadın direnişçilerin sembolleri oldular. Sadece savaş alanında değil yaşamın her alanında öz bilinci, iradesi ve katılımıyla halklar, kadınlar ve insanlık için yeni bir umut oluşturdular. Bu, kadının dirilişi, özgürlüğü, kendini var etme eylemidir.

Barîn Kobanê’nin bedenine yönelik faşist saldırı ve işkence, işte bu kadın yaratımlarına, özgürlüğüne, özcesi devrminine yöneliktir. Kadının özgürleşmesine tahammülsüzlüktür. Ekin Wan’ın çıplak bedenini sokaklarda dolaştıran, Barîn Kobanê’nin bedenine işkence yapanla, her gün onlarca kadını katleden aynı erkek zihniyeti, aynı kadın düşmanlığıdır. Biliyorlar ki Rojava kadın devrimiyle anlam kazandı. Kobanê kadın direnişiyle IŞİD çetelerini yenilgiye uğrattı.  Ve biliyorlar ki Efrin’de de kadınlar geri durmayacak, başaracak. Korkuları da öfkeleri de bundan.

Bütün kadınlara çağrımızdır: Rojava Devrimi kadınların devrimidir. Efrin’de direnişin öncülüğünü yapan kadınların hikayesi tüm kadınların, hepimizin hikayesidir. Bu özgür kadınla egemen-zalim erkeğin savaşıdır. İlk defa erkek eli kadına ulaşamamakta, öz-savunmamıza çarpmaktadır. Barîn Kobanê’nin cenazesine yapılan korkunç işkenceler özgür kadına duyulan öfke ve korkudur.

Kadınlar başta olmak üzere devrimci, sosyalist, demokrat ve kendine “İnsanım” diyen herkes bu savaşa karşı durmalıdır. Barîn Kobanê şahsında kadın bedenine zorbaca işkence yapan erkek güruhundan ve onun düzeninden hesap sormalı, kadının ve halkların özgürlük haykırışına ses vermelidir.”

 

MLKP/KKÖ – PKK/PJAK – DKP/KKB – MKP/MKB
Dava Tutsakları (Sincan Kadın Kapalı Hapishanesi)

Gazete Patika

Share
. tarafından

Almanya Türkiye aracılığıyla Ortadoğu’ya girer mi?

Şubat 19, 2018 de ANASAYFA . tarafından

KÖLN- Almanya ve Türkiye arasında neredeyse bir yıldır gergin olan ilişkiler Türkiye’de cezaevinde tutulan veya Türkiye’den çıkmasına izin verilmeyen Almanların yavaş yavaş serbest bırakılmalarıyla düzelme sürecine girdi. Geçtiğimiz yıl Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) imamları, MİT’in Almanya’daki faaliyetleri neredeyse her gün tartışılıyorken bu konular artık konuşulmaz oldu. İki ülkenin dışişleri bakanları birlikte samimi resimler verdiler. Ardından Alman Hükümeti’nin Türkiye ile ilgili yaptığı sert eleştiriler yumuşadı. Başbakan Binali Yıldırım Münih Güvenlik Konferansı’na katılmak için Almanya’ya gelmeden önce iki ülke arasında yaşanan krizin en önemli ismi Die Welt gazetesi Türkiye muhabiri Deniz Yücel serbest bırakıldı. Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu’na teşekkür etmeyi ihmal etmedi. Afrin operasyonunda Alman silahlarının kullanılmasına Alman kamuoyunda tepkiler gittikçe artıyorken, iki ülke arasında ilişkiler bir anda olumlu bir döneme girdi. Almanya-Türkiye arasındaki silah ticaretini, NATO, Türkiye-Almanya, Türkiye-ABD, Türkiye-Rusya ilişkilerini 2009-2017 yılları arası Almanya Sol Parti’de (Die Linke) milletvekilliği yapmış olan Jan van Aken’la Gazete Duvar için konuştuk.

Aken, Federal Almanya Parlementosu Dışilişkiler komisyonunda uzun süre görev aldı. Milletvekili olmadan önce Greenpeace’te genetik mühendisi olarak çalıştı. BM’de biyolojik silah denetimcisi görevini yürüttü. Milletvekili olduğu dönemlerde Almanya’nın silah ihracatını durdurması, Alman ordusunun yurt dışında görev almaması ve barışcıl bir dış politika hedefiydi.

Şu anda Münih’te Münih Güvenlik Konferansı yapılıyor. Konferansın ana konusu ABD ve Trump yönetimi. Sizce Avrupa ABD’yi artık partner olarak görmüyor mu?

Avrupa’yla ABD tabii ki halen partnerler, ancak AB artık Donald Trump yönetimindeki ABD’yle ilişkileri son yıllara oranla daha eleştirel bir gözle görüyor. Münih Güvenlik Konferansı’nda bunu Sigmar Gabriel uygun bir şekilde söyledi: “ABD’ye en çok Almanya’nın minnet borcu vardır. Ancak bu demek değil ki, biz o ülke eleştiremeyiz!” Bir parça uzaklaşılsa bile, yine de partnerler.

Yani sorunun Trump olduğu konusunda hemfikiriz. Peki aynı çerçevede NATO’nun geleceğini nasıl görüyorsunuz?

NATO için sorunun Trump olduğunu düşünmüyorum. Şu anda NATO içindeki en büyük çelişki Türkiye ile ABD arasında. Bu ikilemde Almanya, Türkiye’nin yanında yer almaktayken ABD, tartışma yolunu seçiyor. Bu problem, bir Erdoğan problemi.

Tüm haberlerde ana sorunun Trump olduğunu okumamıza karşın bu, birden çok bileşenin rol aldığı bir sorun: Türkiye, hem Rusya’dan askeri teçhizat ithal ediyor, İran’la alışveriş içinde… İlişkilerin birçok çelişkileri olmasına rağmen Türkiye ile Almanya’nın hâlâ partner oluşlarını nasıl görüyorsunuz?

Bu benim de anlamadığım bir şey: Almanya, Türkiye’nin AKP hükümeti altında gittikçe sağa kaydığını ve insan hakları ihlallerinde bulunduğunu bilmesine rağmen yıllardır Erdoğan yönetiminin yanında bulunmaktan vazgeçmedi. Ben de kendime uzun süre sordum, Fransızlar ya da Amerikalılar Türkiye ile ilişkilerini gözden geçirirken, neden Alman hükümeti bundan vazgeçmedi. Bunun cevabı sanırsam, iki ülke arasındaki ilişkilerin büyük ekonomik çıkara dayalı olması. İki ülke arasındaki parasal ilişkilerin yanı sıra, Almanya’nın Türkiye üzerinden Ortadoğu’ya açılmak istediği de düşünülebilir

 

İKTİSADİ ÇIKARLAR ÖNEMLİ

Ortak geçmiş de bir rol oynuyor mu sizce?

Zannetmiyorum. Sırf Almanlar yüz yıl önce Türklere Ermeni Soykırımı’nda yardımcı olduklarından böyle bir minnettarlıkla ilişkilerinin devam ettiğine ve iyi arkadaş kaldıklarına inanmıyorum. İktisadi çıkarlar günümüzde geçerli olan kıstas. Aynı şekilde Almanya’yla İran arasında da her zaman yakın ilişkiler olmuştur. Ancak günümüzde bu böyle değil. İlişkinin merkezinde, bugün nasıl bir çıkarım var ve gelecekte nasıl bir yatırım yapabilirim var.

Biraz önce belirttiğiniz Almanya’nın Ortadoğu planını biraz açar mısınız?

Alman hükümetinin, daha sonra Irak ve Suriye’deki değişimlerle bölgenin nasıl bir çehre alacağı konusunda özel taleplerinin olduğunu ve bu planı yürürlüğe geçirmek için somut adımlar attığını zannetmiyorum. Bence, düşüncem yanlış da olabilir, Almanya, savaştan sonra şekillenecek Suriye’de ve Irak’ta, komşusu Türkiye’nin büyük tesirinin olacağını bildiğinden, Türkler aracılığıyla bölgeye giriş arayacak.

Savaş demişken, Almanya ve Türkiye arasındaki silah satışına da değinelim: Gabriel, Leopard II tanklarının modernleştirilmesinin onaylanmayacağını söylemişti. Ancak birkaç gün sonra Rheinmetall ve Türkiye hükümeti arasında bu konudaki sözleşmenin imzalandığı duyuldu. Almanya Dışişleri Bakanı bu bilgiyi neden paylaşmadı?

Çünkü Sigmar Gabriel de Angela Merkel gibi ve Alman hükümetindeki herkes gibi, Almanya’da yasayan vatandaşların silah ticaretini doğru bulmadığını ve halkın yüzde 80’inden fazlasının silah satışına anlayış göstermediğini bildiğinden, kamuoyuna açıkça sunmuyorlar. Bunun hem rahatsızlık verici bir konu, hem de tamamen yanlış bir şey olduğunu biliyorlar, bu yüzden de susuyorlar.

‘YÜCEL’İN SALINMASINA KARŞILIK SİLAH SEVKİYATINA YEŞİL IŞIK YAKILDIĞINI ZANNETMİYORUM’

Gelelim Deniz Yücel konusuna: Bu gazetecinin hukuksal nedenlerle tutuklanmadığı söyleniyor. Bu kanıyı paylaşıyor musunuz?

Tabii ki. Ancak bu gazetecinin salıverilmesine karşılık bire bir silah sevkiyatına yeşil ışık yakılmış olduğunu zannetmiyorum. Ancak büyük resimde, “Biz Alman hükümeti olarak, AKP ve Erdoğan’ın hem yanında, hem arkasındayız” mesajının altı çizilmiş oldu. Bu tabloyu, Merkel hükümetinin Almanya’da YPG bayraklarını yasaklayarak, Türkiye’nin kirli işlerini üstlenmesi de destekliyor. Ve bu büyük desteğin sonucunda Deniz Yücel’in tahliyesi gerçekleşti. Ama dediğim gibi, “Gazetecinizi verelim, karşılığında 100 tank alırsınız” anlaşması olmamıştır.

Bu olanların ışığında, iki ülke arasındaki ilişkilerinin devamını nasıl bekliyorsunuz?

Aslında Türk ve Alman hükümetlerinin arasında hâlâ yakın ilişkiler olmasını iyi buluyorum. Bence en kötü zamanlarda bile konuşmaya, anlaşmaya çalışılmalı. Ama Güvenlik Konferansı’nda, “Biz ortak çalışmaya devam edeceğiz” açıklamasında bulunmak yanlıştır! AKP hükümeti baskıdan beslenmektedir: Türkiye’de 150 gazeteci, 500 avukat ve on binlerce insan hapiste… Bu haldeki bir ülkeyi, haber alma, silah, polis ya da askeri düzeyde güvenlik politikasında destekleyemezsiniz! Yakınlaşmaya evet, dialoğa evet, ancak Almanya’nın bence güvenlik konusunda ortak çalışmaya hayır demesi gerekiyor.

Ancak bir yıl öncesinde DİTİB imamları ya da Almanya’da faaliyet sürdüren MİT ajanları gibi kimi tartışmalı konular vardı. Bu sorunlar çözüldü, bitti mi? Yoksa iki taraf da bu problemleri hiç açmadan ortak olarak paraya mı yüzlerini çevirdiler?

Bahsettiğiniz konuların çözüldüğünü sanmıyorum. Sadece Merkel hükümetinin temelde AKP hükümetiyle sıkı sıkıya çalışmak istediğini görüyorum. Bunu yapabilmek için de susmak gerekiyor.

Silah ihracatı bu durumda devam mı edecek?

Bu konuda yalnızca spekülasyon yapabilirim: Bence önümüzdeki yıllarda Almanya’nın Türkiye’ye silah satışı artacaktır.

Peki buna kim dur diyecek? Sivil toplum eylemleri ya da muhalefet partileri bir şey değiştiremez mi?

Buna karşı tabii tepki gösterilebilir: Daha önceden silah ihracatı konusunda hiç kimse konuşmuyordu. Ancak bundan sekiz yıl önce birçok aksiyon ve eylemle, kamuoyu bilgilendirilmeye başlandı. Şu anda herkesin bilgisinin olduğu ve en çok tartışılan bir konu. Eğer bu konu gündemde kalırsa ve herkes konuşmaya, yazıp çizmeye devam ederse, Alman hükümetinin bu baskıya dayanamayacağını ve bunu takip eden zamanda daha az silah satışı olacağını düşünüyorum. Yani sokaktan hükümete baskı uygulanabilir.

Münih Güvenlik Konferansı göz önünde bulundurulduğunda AB ve Rusya’nın durumu akla geliyor: Rusya ve Türkiye yakınlaşırken, Alman-Rus ilişkilerinin nasıl süreceğini öngörüyorsunuz?

Türkiye-Almanya ve Almanya-Rusya ilişkileri büyük paralellikler göstermekte: Hem Türkiye’nin, hem de Rusya’nın Almanya’yla sıkı ekonomik ilişkileri var. Kimi Hıristiyan Demokrat (CDU) politikacılar bile Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlara karşı. Çünkü kendi şirketleri Rusya’yla iş yapıyor. Bu doğrultuda Gabriel de zaten yaptırımların adım adım hafifletileceğini açıkladı. Yani Alman hükümeti şimdiye kadar yaptığı gibi, yine iktisadi çıkarları ön planda tutacak. Bu yüzden Rusya-Almanya ilişkileri yine yakınlaşacak.

’30 YIL SONRA BİLE AB ORDUSU OLMAYACAK’

Güvenlik söz konusu olduğunda uzun zamandır konuşulan bir diğer konu da AB’nin ortak ordu kurması gerektiği oluyor. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Böyle bir şey yok. Ben AB destekçisi biriyim, ancak güvenlik politikasının hâlâ milli devlet sınırlarında belirlendiği açıktır. AB devletlerinin farklı çıkarları ve farklı koloni geçmişleri olduğundan, güvenlik politikası her zaman ulusal devlet meselesi kalmıştır. Ve bu yüzden de 30 yıl sonra bile ortak bir AB ordusu olmayacaktır.

Yani sadece halka sunulan pembe bir rüya.

Öyle. Ve öyle olduğu için de, bu konuyla ilgilenmemize gerek yok.

Almanya’nın Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde NAV-DEM öncülüğünde Kürt halkının eylem yapması yasaklandı. Gelecekte bu yasağın değişeceğini düşünüyor musunuz?

Bunu ben de merak ediyorum. Artık buna Alman mahkemeleri karar verecek. Ancak on yıllardır Nazi eylemleri olacağı zaman tüm yetkili makamlar, “Nazi eylemlerini yasaklayamayız, çünkü burası özgür ve demokratik bir devlet” diyor, “düşünce özgürlüğüyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını yasaklayamayız” deniyor. Naziler hiçbir zaman yasaklanmamış olmasına rağmen, şimdi Kürtler’e topyekun eylem yasağı geliyor. Bu kararın mahkeme önünde kalıcılığına inanmıyorum. Ama diyelim ki mahkeme de bunu karara bağladı, o zaman Almanya’da bir daha asla bir Nazi eylemi görmeyeceğiz, çünkü onlar da yasaklanacaklar. Ve Almanya’da kimi şehir yönetimlerinin Kürt eylemlerini genel olarak yasaklamaları akıl almaz bir şey. Ama dediğim gibi bu uygulamanın mahkemece bozulacağına güveniyorum. Ayrıca partim de siyasi düzeyde bu yasağa karşı çıkacak: Burada düşünce özgürlüğü vardır, herkes için olan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı Kürtler için de vardır!

Yasaklı olan sizce Kürtler mi, bayrakları mı?

Bayraklar aslında yasaklı değiller. İçişleri Bakanı Thomas De Maizière’nin kararnamesine göre, bayraklar kimi eylemlerde bulundurulamazlar. Ancak bugüne kadar Amerikalıların silah gönderdiği bayraklar bunlar –işte absürt olan tam da bu. Zaten bayraklar karara göre yasak değiller; sadece eylemlerde kullanılmaları yasak. Bu yüzden içişleri bakanlığının kararı geri alması gerekmektedir. YPG Almanya’da terörist listesinde değildir. Böylelikle bu bayraklar da yasaklı olamazlar. Bu kadar basit.

Siz de şahit oldunuz mu bayrak toplamalara?

Evet, ben de Hamburg’da eylemdeyken, polis YPG bayraklarını topladı. İnanılmaz bir şey. Bu da Erdoğan’a karşı itaatı gösteriyor.

Anlaşılan, Kürtler’in eylem yapabilmesi ya da yapamaması, Türkiye-Almanya ilişkilerinin o gün nasıl seyrettiğine bağlı olacak öyle mi?

Şimdilik Almanya Hükümeti’nin politik tutumu bunu gösteriyor.

Gazete Duvar

Share
. tarafından

Hiçleşmenin sıfır noktası

Şubat 19, 2018 de ANASAYFA . tarafından

“Sanat, ekmek peşinde koşarsa alçalır”

Aristofanes

Tarih boyunca hükümdarlara en büyük kötülük, sanıldığı gibi rakiplerinden ve düşmanlarından değil, sıklıkla kul ruhlu dalkavuklardan gelmiştir.

İktidar ve servet hırsının deliye çevirdiği laboratuvar nesnesi kişilikler, müritler ve yanaşmaların fişeklemeleriyle “uçar”lar.  “Şeyh uçmaz mürit uçurur” sözü, her gün doğrulanan bir tarihsel gerçeğe işaret eder…

Tabelacının ressam, film figüranın sinema sanatçısı, türkü yorumcusunun ses sanatçısı ve neredeyse her zurna ve ıslık çalanın sanat ehli şahsiyet sanıldığı bir coğrafyada, muktedirin bir işaret fişeği üzerine sınır boylarına bayrak sallamaya koşanlar sahiden ne kadar sanatçıdırlar?

Sanatçı, her şeyden evvel düşünen, kendine ve topluma soru sorabilen, otoriteye itiraz etmeye cüretine sahip, adalet duygusu ve toplumsal duyarlılıkları gelişkin insandır.

Bin bir manipülasyon silah zoruyla çizilmiş sınırları, herkesi düşman gören hasta bir zihniyeti ve rezili-rüsva gerekçelerle girişilmiş işgal hareketlerini savunmak sanata ve sanatçıya düşmez.

“Şairin alim olması şart değildir, ama cahil olmaması şarttır” demişti büyük bir ozan. Sanat ve kültür dünyasında kendince misyon yüklenmiş her sanatçının Yılmaz Güney veya Victor Jara’nın, Charlie Chaplin ya da Federico Garcia Lorca’nın düzeyine erişmesi şart değildir, ama yerlere kadar eğilmemesi, saray kapılarında sürünmemesi, işgal ve ilhak amaçlı savaşlara suç ortağı olmaması şarttır.

Esaslı bir sanatçı, insanlığın evrensel yürüyüşü hakkında az-çok fikir sahibidir. Bir zamanlar sınırların, devletlerin, dini, etnik ve milli markaların olmadığını ve bir zaman sonra da bunların tedavülden kalkacağını bilir.

Sanatçının düşü, gayri meşru savaşların amigoluğunu yapmak değil, kula kulluğun olmadığı, eşit ve özgür koşullardaki bir evrensel barış düşüdür.

Onun çabası, eşitliksizlikler dünyasının iğdiş ettiği, kirlettiği insan ruhuna ışık tutmak, arkeolog titizliğiyle ruh derinliğindeki güzellikleri açığa çıkarmak, yaşama incelik, anlam ve coşku katmaktır.

23 Nisan’larda ellerine bayrak tutuşturulan çocuklar gibi “sınırın sıfır noktasından” poz veren bir grup sanatçı”,  “Sanatçılar Mehmetçik’le el ele” kampanyasıyla tarihin hangi tarafında durmakta, neyi temsil etmektedirler?

Korkunun, çıkarın ve dalkavukluğun sıfır noktasını…

Bunun böyle olduğunu doğal olarak kendileri de, “Reis-i Cihan”ları da bilir. Arada imzalanmamış bir sözleşme var gibidir. Dalkavuk ve yanaşmanın “Sultan Han Hazretleri”ne, onun da dalkavuklara ihtiyacı vardır. Taraflar birbirinden nefret eder aslında. Ama devranın devamı için buna ihtiyaç da duyarlar.

Sırtını mülkiyete, tanrılara ve ordulara yaslamış iktidarlar, korkuya ve yalana muhtaçtırlar ve bu iki melaneti devrevi olarak üretirler.

Ahmet Altan’ın (yeni Osmanlıların, onların secde ve iş ortaklarının sicil okumalarına dair yanılgıları bir yana) geçtiğimiz günlerde yaptığı mahkeme savunmasında insan ve otorite korkusuna ilişkin isabetli soyutlamasını aktarmayı yerinde buluyorum:

Korku bir süreliğine insanları büyüler ve onları kendi etrafında toplar, kitleler kendilerini korkutana karşı zavallıca bir hayranlık duyar, korkutan adamın korkutucu gücünü paylaşmak için ona doğru kayarlar. Ama aynı zamanda bu korku onların ruhunu ezer, varlıklarını silikleştirir, kişiliklerini kemirir. Hayranlıklarının altına sakladıkları aşağılanmışlıkları gizli bir imbikten geçerek damla damla öfkeye ve düşmanlığa dönüşür.”

Tarih, üniforma giyen, saray sofralarına meze olmak için el-etek öpen moloz kalabalıkları kendi arşivine almaya değer bulmaz.

Kolektif hafızaya başvurulsun bakalım; “ezeli” ve “milli şef” zamanlarının, 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinin otorite etrafında pervane gibi dolanan kaç tane “sanatçı” ve aydının ismi hatırlanır.

Ama, ısrarlı unutturma çabalarına karşın Sabahattin Ali, Ahmet Arif, Orhan Kemal, Ruhi Su, Cigerxun, Yılmaz Güney ve daha nice onurlu isim halkların gönlünde yaşamaya devam ederler.

Kılıç ve ateşin gücüyle yaratılmış ümmet/ulus gibi uydurma cemaatler ve bunların bekçisi devletler durdukça, bayrağını kapıp maça gider gibi “sınırın sıfır noktasına” koşan sirk maskaraları da olacaktır.

Tarih bir yanıyla da, güce ve çıkara secde eden, “Misak-ı Milli” sınırları içinde hiçleşerek unutulup giden nice “sanatçı”yla, adları sınırları aşarak dünyaya taşan onur ve direniş abideleri arasındaki mücadelenin tarihi değil mi?

Erdal Emre

Gazete Patika

Share
. tarafından

Pınar Ege: Diren yaşarsa insanlık yaşayacak

Şubat 19, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Tekirdağ Cezaevi’nde hak ihlallerinin son bulması ve ameliyat hakkı için 24 gündür ölüm orucunda bulunan LGBTİ+ aktivisti Diren Coşkun’a destek amacıyla 3 günlük açlık grevi yapan Pınar Ege greve nasıl karar verdiği, yaşadıkları ve aldığı tepkileri dokuz8’e anlattı.
Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?

Yaklaşık 20 senedir kadın hareketi ile başlayan ve hala devam eden tüm ezilen kimliklerle orospularla, mültecilerle ve LGBTİ+ hareketi ile devam eden bir aktivizm geçmişim var. Hali hazırda dünyada ve Türkiye’de tek olan ihtiyaç sahibi trans kadınların ve LGBTİ+ ve mülteci dostlarımızın konakladığı transevinde kolaylaştırıcı olarak çalışıyorum.

Üç günlük açlık grevi boyunca neler deneyimlediniz? Neler hissettiniz?

Greve gireceğimi planlamamıştım aslında. O gün ölüm orucunda olan Kıvılcım’in yanında nöbetçi bendim sabahın çok erken saatinden akşamın belli bir saatine kadar onunla aynı evde aynı havayı solumak o dik ve irade dolu halini görmek bende çok etki yarattı. Normalde aslında çok yemek yemeğe düşkün biri değilimdir hatta et nerdeyse hiç yemezdim. Evden başka bir toplantıya gitmek için ayrıldım. Yol üstünde ki dönerciye girip kocaman bir et durum ve yine etli bir köfte yedim vahşice hem de. Toplantı bitip eve döndüğüm an tiksindim herşeyden, kendimden en çok. Bir trans kadın hem vegan olduğu için başta açlıkla mücadele ederken hapsedilmiş bedeninde kendi özgür ruhuna uygun bir beden inşa etmeye çalışan bir kadının etini yemiştim sanki, kustum uzun uzun ve o an karar verdim. İnsan açlıkla mücadele edilebilir; en azından önünde bir hedef gün sayısı varken ve onu destekleyen bir amaç varken çok zor değildi. Kendimi dinleme fırsatım olmadı mesela ama insanların çoğu hırsının işkembesini doldurmak üzerinden kurguladığını gördüm. Bitmek bilmeyen daha çok hırsı…

Bu süreçte etrafınızdaki insanlardan ne gibi tepkiler aldınız?

Pozitif görünümlü ama üstten sizi anlamayan tepkiler. Evet yani sen bunu yapıyorsun da ne değişecek en çok duyduğum şey idi ya da Diren’in sesine ses olmak için daha güçlü olmak zorundasın. Aç kalınca güçsüz kalınmıyor aslında sadece biraz, o kadar değil.

Annem çok şaşırttı beni günde 10 defa arayıp yemek yedin mi sorusu beni en kahreden şeydi.

Diren’in eylemi süresince toplumdan ve kurumlardan beklentileriniz nelerdir?

Aktivist camianın bu bir sınavı idi aslında trans kadın öz örgütlenmesinin ve bu toplumda ne derece üvey olduğumuzu bir kez daha gözlemlemek ve işin öznesi olarak bu kadar yok sayılmak, itibar görmemek bizi üzdü elbette ama yine de sahip çıkılan bir sürece girildi, en azından bu şimdilik umut verici. Hep aynı şeyi söyleyeceğim Diren bir insanlık sınavı veriyor ve bize hiç olmadığı kadar ihtiyacı var. Onun sesine kulak tıkamayın o yaşarsa insanlık direnmeye ve yaşamaya devam edecek.

Bundan sonra Diren için neler yapmayı planlıyorsunuz?

Hukuki sürece çok dahil olamıyoruz ama süreci yakından takip ediyoruz. Bir taraftan lobi çalışmaları devam ediyor. Ve biz bireysel olarak ne yapmamız lazımı daha çok düşünüp daha çok pratik yapmaya devam ediyoruz.

dokuz8/Gürkan Özturan

Share
. tarafından

Mersin Kadın Platformu’ndan Diren Coşkun’a destek

Şubat 19, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Mersin Kadın platformu, ölüm orucundaki tutsak Diren Coşkun’a destek için 3 günlük açlık grevi eylemi başlattı

Mersin (19-02-2018) Mersin Kadın Platformu, Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde kalan ve ameliyat-tedavi hakkı engellendiği için ölüm orucuna başlayan Diren Coşkun’a destek açıklaması yaptı

Mersin LGBTİ binasında düzenlenen basın toplantısında Platform adına Mersin LGBTİ Yedi Renk Derneği üyesi Mihrican Zorlu Günok konuştu. Açıklama öncesi LGBTİ aktivisti Yağmur Arıcan, Coşkun’a destek olmak için önümüzdeki günlerde 3 günlük açlık grevi eylemi başlatacağını aktardı.

Açıklamasında toplum genelinde artan şiddete dikkat çeken Günok, “Sadece dışarıda değil trans bir bireyin hapishanede bile huzur bulabilmesi mümkün değil. Dört duvardan başka hiçbir özelliği olmayan bir hapishane koğuşunda ayrıca bir tecrit odasında bile diğer mahkûmlardan kat kat daha fazla şiddete maruz kalmaktadırlar” dedi. Diren Coşkun’un Ocak ayında başlattığı ölüm orucunun bu şiddete verilen bir cevap olduğunu kaydeden Günok, şöyle dedi: “Ameliyat ve tedavi hakkının iadesi için verdiği dilekçeleri geri çeviren hapishane yönetimi, onu bezdirmiş, tecrit koşullarında yaşadığı zorluklar, uğradığı taciz ve deneyimlediği ayrımcılık onun böyle sert bir eylem kararı almasına neden olmuştur. Diren’in talepleri taleplerimizdir.”

Gazete Patika

Share
. tarafından

Kıvılcım Arat ile Diren Çoşkun’un görüşü 3 ay yasaklandı

Şubat 20, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Kıvılcım Arat’ın Tekirdağ 2 No’lu Hapishanesi’nde tutuklu bulunan Diren Coşkun ile görüşmesi yasaklandı.

Twitter adresinden olayı duyuran Kıvılcım Arat, Tekirdağ Hapishanesi’nin “Kurum güvenliğinin korunması amacı ile alınan tedbirlere aykırı davranmak” gerekçesi ile hakkında soruşturma başlatacağını ve 3 ay görüş yasağı getirdiğini duyurdu.

Arat tepki olarak şu sözleri söyledi: “Utanç vesikasıdır elime tutuşturulan bu kağıt! Düşünün ki, binlerce asker ile korunan bir Ceza İnfaz Kurumunu, davranışlarımla tehlikeye sokabilmişim.”

Ayrıca, “Diren’in maruz bırakıldığı kötü muameleyi kurum güvenliğini tehlikeye sokmak için değil, yaşanan hukuksuzluğu Adalet Bakanlığı duydun diye paylaştık. Fakat bu ülkede her şey muktedir olanın istediği şekilde yorumlanıyor.” ifadelerini kullandı.

Gazete Patika

 

Share
. tarafından

Diren Coşkun kazanım üzerine ölüm orucunu ‘bir süreliğine’ durdurdu

Şubat 21, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Diren Coşkun, ameliyat ve tedavi hakkının engellendiğini belirterek 25 Ocak günü ölüm orucuna başlamıştı. Coşkun’un ardından Kıvılcım Arat da ölüm orucuna başlamıştı.

Kıvılcım Arat, hapishane idaresiyle görüştüklerini ve tedavi, vegan beslenme ve ayrımcılık gibi konularda uzlaşıya vardıklarını aktardı.

27 gündür açlık grevinde olan Coşkun, uzlaşı üzerine ölüm orucunu bir süreliğine durdurduğunu açıkladı.

Arat, Twitter hesabından şu açıklamayı yayınladı:

 

Share
. tarafından

ADKH 8. Eğitim Kampını Fransa’da Gerçekleştirdi

Şubat 26, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Moulhuse/Fransa- ADKH’ nin düzenlemiş olduğu 8. Eğitim kampı 24 Şubat Cumartesi Fransa’nın Mulhouse şehrinde Avrupa’nın değişik ülkelerinden gelen 50 kadının katılımıyla gerçekleşti. 2 gün süren kamp yapılan açılış konuşması ve saygı duruşu ile başladı. Mücadelede yaşamlarını yitirenlerin anılmasıyla başlayıp, Efrin’e yönelik gerçekleştirilen işgal ve talan saldırıları kınanarak “Efrin direnişi direnişimizdir  Efrin’e dayanışma selamı gönderiyoruz” denildi.

Kamp ilk sunum olan Öz Savunma konusuyla başladı. Öz Savunmaya dair yapılan sunumda cinsiyet rolleri, tarihsel koşullar açıklanararak sonrasında Öz savunma nedir, bunu diğer kadın hareketleri nasıl açıklıyor ve dünyada buna dair örnekler verilerek öz savunmanın yanlızca düşmana karşı fiziki savunma olmadığı, sağlam bir yaşam felsefesi anlayışıyla kadın özgürlüğünün esas alındığı politik bir bakış açısıyla bakılması gerektiği  ve ancak bu şekilde kadın, özgür iradesini gerçekleştirdiği örgütüyle hem erkekleri hemde tüm toplumu yeniden değiştirme sürecine girebilir. Direnişte kadının durduğu yerdir öz savunma denilerek katılımcıların görüşleri ve sorular üzerinde tartışma genişletilerek devam edildi.

 

Verilen ara vesilesiyle  kamp bölgesinin gezilmesinin ardından  2. konu olan Kadın Beyanı Esastır anlayışı tartışmaya açıldı. Kadın hareketinin yaptığı sunumda konu toplumsal cinsiyet, Kadın beyanımı, ‘mağdur’ beyanımı? Beyan hüküm anlamına gelmez, Masumiyet Karinesi, gibi başlıklar ile açıklandı. Yapılan sunumun sonunda ” Tarih boyunca insan toplumlarının iç yaşamını düzenlemeye çalışan din, ahlak, hukuk gibi kurallar toplamı cinsler arası sorunlar hakkında da değişik kültür ve coğrafyalarda farklı ‘çözüm’ yaklaşımları geliştirmiştir. Ancak bu ‘çözüm’ girişimleri içinde özel mülkiyetin, erkek, tanrı ve peygamberlerin, erkek egemen formlarının, bunlara ait din, ahlak, şerri ve modern hukuk sorunun köklü çözümü bir yana, zaman zaman daha da ağırlaştırarak bugüne taşınmıştır. Çok boyutlu bir suç ortaklığının evrimi içinde oluşan böylesi kompleks bir sorunun yanlızca ceza hukuku kapsamında çözüme kavuşmasını beklemek elbetteki naif, tarih bilmez, yüzeysel bir yaklaşım olur. Bununla birlikte hukuk cephesindeki mücadele ve kazanımlarda asla hafife alınamaz” denilerek devamında ” Kadın sorunu kökten çözmesi beklenen/arzulanan devrimler belki yeryüzünün her coğrafi parçasında yaşanamayacak, ancak kadın hareketleri ve diğer toplumsal dinamikler evrimsel, sıçramalı kavga ve dalgalanmalarla da ilerleyişini sürdürecektir” denilerek noktalandı. Sunumun ikinci bölümünde katılımcı kadınların kadın beyanı esastır noktasındaki soru ve görüşleri alınarak devam edildi.

2. sunum sonrasında akşam yemeği ve ardından kültürel etkinlik gerçekleştirildi. Kampın kültür bölümü şiir dinletisi ile başladı ve ardından kadınlar guruplara ayrılarak kendilerine verilen tema ile 5 dakikalık doğaçlama gerçekleştirdi. Kültür bölümü söylenen türküler ve çekilen halaylarla son buldu.

Kampın 2. günü kahvaltı ile başladı ve ardından Avrupa Demokratik Kadın Hareketince  ” Irkçılığa, Emperyalist Saldırganlığa ve Yaşamlarımızın Tektipleştirilmesine Karşı Örgütlü Gücümüzle Direneceğiz” sloganıyla kararlaştırılan siyasal kampanyanın açıklaması yapılarak startı verildi. Kampanyaya dair yapılan açıklamada bir bütün olarak dünyamızda yükselen ırkçılık, hergün daha da vahşileşen emperyalist saldırganlık ve tektipleştirilmeye çalışılan yaşamın ileriki süreçlerde tüm insanlığı etkilemesi ve bir avuç emperyalist saldırganın ezilen halklar üzerindeki talan ve işgal politikalarına kısaca değinilerek, Türkiye Kuzey Kürdistan’da duruma değinilerek, Akp/Erdoğan hükümetinin biat eden bir toplum yaratma adına tüm erki kendisinde topladığı, tek adam anlayışının aslında toplumu tektipleştirmek olduğu ve tüm aykırı ve alternatif seslere yaşam hakkı tanımayacağı bir sürece evrildiğine dikkat çekildi. Kampanya kapsamında çeşitli etkinliklerin yapılacağı ve yine 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününün de bu temayla işleneceği açıklandı. Kampanyaya dair duyuruların kadın hareketinin web sitesinden takip edilebileceği belirtilerek gerçekleştirilen eğitim kampına dair katılımcıların fikir ve önerileri alındı. Yapılan konuşmalarda kadınlar bu tür kampların eğitim anlamında kendilerine çok şey kattığını, bilinç anlamında geliştiklerini ve bu tür çalışmaların daha sıklıkla yapılması gerektiğini söylediler. Katılan kadınlardan bazıları şu cümlelerle duygu ve fikirlerini dile getirdiler;

-“Kendimi çok daha güçlü hissediyorum”

-” Kadın gücü nerede varsa orda güzellikte vardır”

-” Bize yüklenen ‘kadınlık rollerinin’ hayatımızdan çok şeyler götürdüğünün farkında değiliz çünkü çok alışmışız bu duruma”

-” Buradan giderken umarım bir sorumlulukla gideriz”

-” Genç bir kadın olarak konulara değişik perspektiflerden bakmayı öğrendim”

-“Kadının bilgiye ulaşması ve o bilgiyi paylaşması önemlidir”

8. ADKH Eğitim Kampı dilek ve temennilerle sona erdi.

 

Share
. tarafından

Kimyasal hadım neyin önünü alabilir?

Şubat 27, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Ayşegül Karakülhancı Duman  aysekh2808@gmail.com

KÖLN – Kadına ve çocuğa yönelik şiddet ve cinsel şiddet ataerkil sistemin kaçınılmaz sonucu. Ancak son birkaç yıldır şiddetin Türkiye toplumunda her türünün artmasının yanında, özellikle çocuklara yönelik artan cinsel saldırılarda uygulanacak ceza olarak hükümet kimyasal hadımı gündeme getirdi. Dünyada cinsel suçlarda farklı ülkelerde uygulanan bir yöntem.

Her ne kadar hadım etmenin mucidi olarak Asur kraliçesi Semiramis-Šammuramat (M.Ö. 810-782) gösterilse de, erkekler bin yıllardır, sihir, din, siyasi veya sadizm gibi nedenlerle birbirlerini hadım ettiler.

 

Antik Dönem’de ve Ortaçağ’da hadımhaneler vardı: Örneğin eski Çin’de, hadımhane İmparatorluk Sarayı’nın karşısındaydı. M.Ö. 5’inci yüzyılda Yunanistan’a Eunuchentum (Yatak koruyucu), Doğulu kültürel bir ithalat olarak geldi. Bu gelenek Roma’da da devam etti. 1’inci yüzyıldan itibaren, neredeyse her üst-orta sınıf evin bir hadım kölesi vardı.

Mısır’da, binlerce erkek çocuk Kopti rahipler tarafından hadım edildi. Hadım geleneği, Hıristiyan kilise devletlerinde de devam etti.

Kadınların Katolik ibadethanelerinde şarkı söylemesine izin verilmediğinden, erkek çocuklar hadım edilerek kiliselerde şarkı söylediler. 20’nci yüzyılın başında bile Vatikan’da, Papa’nın resmi ikametgâhı Apostol Sarayı’nda bulunan Sistin  Şapeli’nde hadım edilmiş erkekler korosunun sesleri yankılanıyordu.

Osmanlı’da harem bekçileri hadımdı, ancak Osmanlı’da hadım etme yöntemi 15’inci yüzyıla kadar yoktu. O zamana kadar hadım harem ağaları Avrupa’dan veya Afrika’dan Osmanlı’ya getirilmişlerdi. Eğitimciler, bilim adamları, bakanlar, danışmanlar arasında hadım edilmiş kişiler vardı.

Bir ceza yöntemi olarak hadım etmeyi Homeros’tan tanıyoruz. Hadım etme işkence yöntemi olarak Hıristiyanlar’ın takip edildiği dönemde de kullanıldı. Yasaklanana kadar kişisel intikam aracı olarak da yaygın kullanılan bir yöntemdi.

 

Söz gelimi Çek Cumhuriyeti ve Almanya, cinsel suçluların tedavisi bağlamında cerrahi kastrasyona (orchiectomy) yasal olarak hâlâ izin veren az sayıdaki ülkelerden ikisi. Gönüllü kastrasyon yasası ve diğer tedavi yöntemleri Almanya’da Ağustos 1969’da kabul edildi; o günden beri, cerrahi kastrasyon nadiren de olsa kullanılmaktadır. 2010 yılında Avrupa Konseyi, Almanya’yı cerrahi kastrasyon kullanma konusunda uyarmıştı. Ancak yasal düzenlemeden çıkarılmadı. Suçlu, kendisi de onaylarsa bu yöntem hâlâ uygulanıyor ama günümüzde kimyasal, hormonal ve psikoterapötik tedavi yöntemleri gittikçe önem kazanıyor.

Kimyasal hadımla ilgili bilinen en önemli ilk örnek, İngiltere’de 1952 yılında yaşandı. Bilgisayar biliminin kurucusu olarak kabul edilen matematikçi Alan Turing’e, o zamanlar yasal olarak suç teşkil eden eşcinselliği nedeniyle uygulanmıştı. Nazi Almanyası’na ait bilgisayar şifrelerini kırarak, 2’nci Dünya Savaşı’nın daha az insan yaşamı kaybıyla seyretmesinde rol oynayan Turing, hadım edildikten iki yıl sonra ağır depresyon sonucu intihar etti.

Cinsel suçlularda cerrahi müdahale ceza mı, yoksa terapi mi? 20’nci yüzyılın başlarından beri ABD ve birçok Avrupa ülkesi bu soruyu ele alıyor. Bu tür tedavi yöntemlerinin suçu, daha oluşmadan önleme amacıyla kullanılıp kullanılamayacağı bilinmiyor. Kimyasal hadımla ilgili deneyler dünyada hâlâ devam ediyor. Bu yöntemin suçu önlemede sonuç veren bir uygulama olduğunu söylemek, şu andaki verilere göre mümkün görünmüyor. Ayrıca bu yöntemi uygulamak için işlenen cinsel suçun profilinin iyice ayırt edilebilmesi gerekiyor. Türkiye’de sadece çocuklara yönelik cinsel saldırılar on yılda yüzde 700 oranında arttı. Böyle bir ülkede bu suçun tanımını, suçu işleyenlerin suç profilini iyice ortaya koyabilecek bir sistem olduğunu düşünmek naiflik olur.

 

Bugünün perspektifinden bakıldığında, kastrasyon yasasının argümanı biyolojik erkeklikte yatıyor: Ancak bir erkek, ne zaman erkektir? Bir erkeği, erkek yapan nedir? Tarihsel ve kültürel olarak erkek olmanın çeşitli formları mevcut. Ancak ‘erkeklik’ belirsiz bir tanım. Hadım etmek ‘erkeklik’le sıkı sıkıya bağlı. Fakat bu ne kadar doğru bir değerlendirme? Hadım edilen kişi, artık erkek değil midir? Kastrasyonun olumlu ve olumsuz yönleri hakkında yapılan tartışmaların orta noktasında ‘erkeklik’le ilgili sorular yer almaktadır. Özellikle de testislerin kaybolması veya testosteron hormonunun seviyesinin düşürülmesi, erkek-güç algısını etkiler mi? Kimyasal hadım cezasının getirilmesi, neyin önünü alabilir? Bu soruların etraflıca düşünülüp tartışılması gerekiyor.

Unutmamak gerekiyor ki toplumlarda, psikolojik, fiziksel ve ekonomik şiddet normalleştirildiğinde, tecavüz de şiddetin normal bir hali olarak ortaya çıkıyor. Kimyasal hadım ne yazık ki ‘iktidar’ olma meselesini çözmüyor.

Gazete Duvar

Share
. tarafından

İspanya’da 8 Mart’ta ‘Hayatı durdur’ çağrısı

Şubat 27, 2018 de ANASAYFA . tarafından

İspanya’nın iki büyük sendikası CCOO ve UGT’nin başını çektiği çok sayıda sendika ve 300 kadın örgütünden oluşan platform 8 Mart’ta grev çağrısı yaptı.

İspanya tarihinde ilk defa bu kapsamda bir grev düzenleneceği belirtilirken, “Üretimi, kampüsleri, tüketimi ve bakımı durdur. Akşam 7’de her yerde düzenlenen yürüyüşlere katılalım. Kadınlar kırmızı giyinsin” denildi.

“Bizsiz hayat durur” ve “Devrim senin mutfağında ve banyonda başlıyor” sloganıyla çağrı yapan kadın örgütleri, “Sınırsız sayıda haksızlığa, cinsel şiddetin artmasına, ırk ve cinsiyet yüzünden yaşanan ayrımcılık ve aynı iş için daha az ücret ödenmesine artık dur demeliyiz” dedi.

Gazete Patika

Share
. tarafından

Cinsiyetçi ifadeler TDK’dan kaldırılacak

Şubat 27, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Gözaltına bulunan Halkevleri Eş Başkanı Dilşat Aktaş’ın TDK’ya cinsiyetçi kelimelerin kaldırılması için açtığı dava sonuçlandı.

Davayı görüşen Ankara 6’ncı İdare Mahkemesi, TDK’nın işleminin iptaline karar verdi.

Kararın gerekçesinde, TDK’nın Türkçe’nin doğru ve güzel kullanılması görevi olduğuna dikkat çekilerek şöyle dendi: “Türkçenin söz ve anlam yapısını korumak ve geliştirmek konusunda davalı idarenin asli görevi üstlendiği, bu görevi kapsamında; Türkçenin, özellikleri ve kuralları bozulmadan doğru, güzel ve anlaşılır şekilde kullanılmasını sağlamak, dilin düzeysiz, kaba ve argo kullanımına yer vermemesi ve de ‘toplumsal cinsiyetçilik’ bağlamında kadını zorunlu rollere iten, onu aşağılayan ve ikincil gösteren ifadeleri içeren her türlü kelime yapısını kullanmaması gerektiği açıktır. Diğer bir ifadeyle, toplumsal cinsiyetçilik içeren tüm kelime yapılarına çalışmalarında yer vermemesi, davalı idarenin uluslararası ve ulusal normlardan kaynaklanan görevidir.”

Cinsiyetçi kelimeler kaldırılacak

TDK’nın bu tanımında argonun kullanılmaması gereken söz ve deyim olduğunun ortaya konulduğu ifade edilen gerekçeli kararda, şunlar ifade edildi: “Argonun her yerde kullanılmayan yöresel olarak değişiklik gösteren, toplumda geçerli genel dilden ayrı, ama ondan türemiş olan, yalnızca belli çevrelerce kullanılan, toplumun her kesimince anlaşılmayan, kendine özgü bir sözcük, deyim ve deyişlerden oluştuğu dikkate alındığında dava konusu kelimelerin argo anlamlarının, Türkçenin ticari hayatta, kitle iletişim araçlarında, eğitim ve öğretim kurumlarında ve sosyal hayatın diğer alanlarında doğru ve güzel kullanılması hususunda öncü görevi üstlenen Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde ve internet sayfasında yer almasının hukuka uygun olmadığı sonucuna varılmıştır.”

Kadın hakimden itiraz

Mahkemede iki erkek hakim karara imza atarken kadın hakim ise muhalif kaldı.

Kadın üye, karşı oy yazısında, “Bu ifadelerin kadınlara ayrımcılık yapmak gibi veya söz konusu ifadeler ile kadına şiddet uygulanmasına zemin hazırlanması gibi bir amaç güdülmediğinden tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı görüşü ile aksi yönde oluşan çoğunluk kararına katılmıyorum” savunmasını yaptı.

Gazete Patika

Share