. tarafından

Nadia Murad: Nobel’i bütün Kürtlerle paylaşıyorum

Ekim 6, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Bu yılki Nobel Barış Ödülü’ne Kongolu doktor Denis Mukwege ile birlikte layık görülen Ezidi kadın hakları savunucusu Nadia Murad ilk açıklamasında “Büyük onur duydum” ifadesinde bulundu. Murad, “Bu ödülü bütün Ezidiler, bütün Iraklılar, Kürtler, bütün azınlıklar ve dünya çapındaki cinsel şiddet mağdurlarının hepsiyle paylaşıyorum” diye konuştu. IŞİD tarafından 2014 yılında Irak’taki köyünden kaçırılıp cinsel saldırıya uğrayan Nadia Murad 12 ay süren esaretin sonunda Musul’da kurtarılmıştı.

Nadia Murad kimdir?

IŞİD tarafından 2014 yılında Irak’taki köyünden kaçırılıp cinsel saldırıya uğrayan Ezidi aktivist Nadia Murad Nobel Barış Ödülü’nün sahibi oldu. Nadia Murad 12 ay süren esaretin sonunda Musul’da  kurtarıldıktan sonra köyüne dönmüştü.

Şengal’de kaçırılan 6 bin 300 kadın ve çocuktan biri olan Murad, Şengal’in yakınlarındaki Koço köyü sakinlerindendi. 400 bin Ezidi’nin yaşadığı bölgede kaçırılanlar arasında yer alan Murad, aylarca örgüt mensupları tarafından Musul’da cinsel saldırı ve işkenceye maruz kaldı. Nobel Barış Ödülü’nü alan Murad, George Clooney’in eşi Amal Clooney ile BM’de yaşadıklarını anlatmış, bir kitap yazmış ve BM İyi Niyet Elçisi olmuştu. 23 yaşındaki genç kadın halen Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi’ne (UNODC) çalışıyor ve insan ticareti mağdurlarının sorunları ile ilgileniyor.

Ezidi Kürt aktivist Nadia Murad, ABD ordusunda tercüman olarak çalışan ve yeniden hayata dönmesinde büyük rol oynadığı belirtilen Abid Shamdeen ile nişanlandı.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Eylül ayında 45 kadın öldürüldü

Ekim 6, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2018 Eylül ayı raporunu açıkladı.Rapora göre Eylül ayında  45 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Platform geçtiğimiz aya oranla bu ay kadın cinayetlerinde artış yaşandığını vurguladı. Platform yaptığı açıklamada bir önceki ayın raporuna göre ise 41 kadın öldürüldüğünü belirtti.

rapora göre, Kadın cinayetlerinde bu ay 11’i şüpheli ölüm olarak kayda geçerken, 12 kadının neden öldürüldüğü tespit edilemedi. 13’ü ise kendi hayatına dair karar almak isterken öldürüldü.

Rapordan öne çıkan diğer veriler şöyle:

Bu ay içerisinde en çok kadın cinayetinin işlendiği iller şu şekilde; İstanbul 7, Mersin 4, Ankara 2, Aksaray 2. Öldürülen kadınların 16’sının faili meçhul, 11’i evli olduğu erkek tarafından, 6’sı birlikte olduğu erkek, 5’i akraba ya da tanıdığı kişiler tarafından, 2’si babası, 2’si tanımadığı erkek, 1’i ayrıldığı erkek, 1’i erkek kardeşi ve 1’i de imam nikahlı olduğu erkek tarafından öldürüldü. Kadınların 13’ü 36-65 yaş, 12’si 26-35 yaş, 1’i 19-25 yaş, 2’si 0-11 yaş ve 3’ü 66 yaş ve üzeri yaş aralığındaydı.

Cinsel şiddet

Çocuk istismarı ve cinsel şiddetin de geçen aya oranla artış gösterdiği belirtilen raporda, sadece basına yansıyan verilere göre Eylül ayında 27 kadın cinsel şiddete maruz bırakıldı. Saldırıya uğrayan kadınların 18’i saldırganı tanımıyor. Kadınların 6’sı evde, 18’i sokak, hastane, okul, otobüs gibi kamusal alanda, 1’i sosyal medyada cinsel şiddete maruz bırakıldı.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

‘Bir hayal, bir oyun ve özgürlük’: Van’da 9 günlük tiyatro festivali başlıyor

Ekim 6, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Aydın Perihan AVM’de bulunan Mencel Tiyatro’da düzenlenecek festival, Adalet Ağaoğlu’nun kadınlar tarafından Kürtçe’ye çevrilen Kozalar/Kozik oyunu ile başlayacak.Diyarbakır, İzmir ve İstanbul’un yanı sıra İran’dan da tiyatro gruplarının sahne alacağı festivalde 8 oyun, 1 doğaçlama atölye ve konserler de yer alacak.

‘Kozik’ hakkında

Kozik oyunu yönetmeni Perinaz Delazy, oyunun rejisörü Berivan Budakbeyoğlu ve tiyatro oyuncusu Dilvin Abi, Van’da 9 gün sürecek olan festivale ilişkin Mezopotamya Ajansı’ndan Müjdat Can’a konuştu.

Perinaz Delazy, açılış oyununu şu sözlerle anlattı:

“Kozik oyunu tek perdelik bir komedi oyunu. Oyunda üç kadın oyuncu var. Konusu itibariyle aslında biraz gerçek bir mekanda başlayıp ütopikliğe doğru giden bir durum var. Bu 3 kadının her biri bir sınıfı temsil ediyor. Yazar, bu 3 kadını yazarken bir kümenin elemanları gibi düşünüyor ve hatta bir isim dahi vermemişler oyunculara. Dışarıda kıyamet kopuyor, eylemler, protestolar, açlık var, çocuklar ölüyor. Yani bir kaos hali var ama bu 3 kadın evlerinde kendilerini kapatmış çaylarını içiyorlar. ‘Benim altınlarım, şunlarım falan var’ diyorlar. Bu kadınlar daha sonra dışarıda 2 hırsızın bir dükkanı soyup evlerde saklandıklarını duyuyor. Bu durum da kadınları korkutuyor. Hiç olmayan kapı çalışları başlıyor, hiç olmayan uğultuları duymaya başlıyorlar ve bu kadınlar kendi düşüncelerinde kendi korkularına hapsoluyorlar. Oyunda kadınların kendi korkularının içinde hapsolma durumu var.”

‘Kozik’in rejisörü Berivan Budakbeyoğlu ise 3 yıldır tiyatro ile uğraştığını ve şimdi de Tiyatro Mencel’de olduğunu söyledi. Büyük bir heyecan ve yoğunlukla ortaya koydukları oyunun emeğini almak istediklerini söyleyen Budakbeyoğlu, oyunlarını ilk kez festival kapsamında sahneleyecekleri için de çok heyecanlı olduklarını belirtti.

Oyunun kadınlar tarafından yönetilip oynanmasının da önemli olduğuna dikkat çeken Budakbeyoğlu, “Dünya genelinde bakınca tiyatroda artık kadınlar da var. Kadınların bir arada hem yazıp hem yönettiği oyun büyük bir heyecan veriyor” dedi. 2 yıldır tiyatro ile uğraşan Dilvin Abi de ‘Kozik’ ile sahneye çıkacak. Abi, 1971 yılında yazılan bu oyunun içerisinde yaşananların bugün de devam ettiğini söyledi.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Cumartesi Annelerine 706.Haftada da abluka ve engel

Ekim 6, 2018 de ANASAYFA . tarafından

İçişleri Bakanlığı tarafından 700. haftadan beri oturma eylemleri yasaklanan Cumartesi Anneleri’ne 706. haftada da Galatasaray Meydanı’nda eylemlerini yapmalarına  izin verilmedi. İHD İstanbul Şube binasının bulunduğu sokağa ablukaya alan polis, Cumartesi Anneleri’nin önünü keserek gazetecilerin görüntü almasını engellemeye çalıştı. Ellerinde karanfiller ve kayıpların fotoğrafını taşıyan Cumartesi Anneleri  polis ablukası altında basın açıklamasını yaptı.

706. Eyleme HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, HDP milletvekilleri Oya Ersoy, Saruhan Oluç, Garo Paylan, CHP millevtekilleri Ali Şeker, Sezgin Tanrıkulu ile siyasi parti ve demokratik kitle örgütleri katıldı. Polis ablukası altında Cumartesi Anneleri adına basın açıklamasını Maside Ocak okudu. Ocak, bu haftaki eylemde Ayhan Efeoğlu’nun akıbetini sordu.Açıklamanın ardından polisler milletvekillerine ve gazetecilere saldırdı. Yaşanan arbedenin ardından gazeteciler İHD Şube binası önünden uzaklaştırıldı.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Cadıların direnişini anlatan bir kitap: Kadınların yenilmez gücü

Ekim 8, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Rönesans Avrupası’nda cadılıkla suçlananlar gerçekte kimlerdi? Bu yüzyıllar hangi kadınları sansürledi, bastırdı ya da yok etti? Fransa’da Éditions Zones/La Découverte yayınevinden çıkan gazeteci-yazar Mona Chollet’nin “Sorcières, la puissance invaincue des femmes” (Cadılar: Kadınların Yenilmez Gücü) isimli kitabı bu sorulara feminist bir bakış sunuyor. Mona Chollet bu son kitabında 16 ve 17’nci yüzyıllarda gerçekleşen cadı avının bugünkü dünyayı biçimlendirdiğine dikkat çekiyor ve cadıların direnişini anlatıyor.

Gazete Karınca’da yer alan haberde, Cadı avının ne tarihin bir kazası ne de birkaç kökten dincinin çılgınlığının ürünü olmadığını kaydeden Chollet, “Kadınların o dönem toplumsal alanda giderek büyüyen yeri karşısında korkunun doğurduğu bir şiddet boşalmasıydı” diyor. Chollet’ye göre eğer cadı avları gerçekleşmeseydi, muhtemelen çok farklı toplumlarda yaşıyor olacaktık.

15’inci yüzyıldan itibaren cadıların karalanmasının kalıcı bir şekilde toplumları etkilediğine vurgu yapan yazar, bugün de halen kadınların cadı figüründe damgalandığını hatırlatıyor. Chollet’nin kitabı özetle “çağdaş cinsiyetçilik ve patriarkanın uzun cadı avı geleneğinin bir parçası” olduğunu gösteriyor.

Titreyin, cadılar geri döndü

Mona Chollet, Le Monde Diplomatique dergisinin Ekim ayı sayısındaki yazısında da özellikle ABD Başkanı Donald Trump’a karşı harekete geçen binlerce kadının eylem yöntemlerine dikkat çekerek “Titreyin, cadılar geri döndü” diye yazmıştı. Fransa’da feminist ve anarşistlerin çalışma kanunu karşıtı eylemlerini hatırlatan yazar, “Fransa’da da cadılar kendilerinden söz ettiriyor” demişti ve şu soruyu sormuştu:

“Rönesans Avrupa’sı, on binlerce kadını ‘cadı’ diye infaz etti. Bir meydan okuma olarak, 1970’li yılların feministleri bu kimliği sahiplendi ve bazen bu siyasi girişime doğal dünya ile bağlantılı ruhsal bir uygulama ekledi. Bugün, insani ilişki kendi hayati ortamında kaos üretirken, cadının yeniden Batı’ya dadanmasına şaşırmak mı lazım?”

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Yolsuzluğu araştıran gazeteci, tecavüz edilerek katledildi

Ekim 8, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Bulgaristan’da AB fonlarının yerel yöneticiler tarafından rüşvet için kullanıldığı iddialarını araştıran gazeteci Victoria Marinova, cumartesi günü Ruse kentinde katledildi. Polis, 30 yaşındaki Marinova’nın tecavüz edildikten sonra boğularak öldürüldüğünü duyurdu.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın medya özgürlüğü temsilcisi Harlem Desir sorumluların bir an önce adalet önüne çıkarılması için Bulgar makamlarına tam ve etkin bir soruşturma yürütmeleri çağrısı yaptı.

Medyascope’ta  Işın Eliçin’in haberine göre, Marinova, son bir yıl içinde AB ülkelerinde öldürülen üçüncü gazeteci oldu. Maltalı gazeteci Daphne Caruana Galiza 2017’nin Ekim ayında otomobiline düzenlenen bombalı saldırı sonucu öldürülmüş, Slovak gazeteci Jan Kuciak ise 2018’in Şubat ayında evinde ölü bulunmuştu. Bu iki gazeteci de ülkelerindeki politikacılarla işadamları ve mafya üyeleri arasındaki şaibeli ilişkileri ve yolsuzluk iddialarını araştırıyordu.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Eylül ayında 858 kişi işkence gördü

Ekim 10, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Eylül ayında 231 yaşam hakkı ihlali yaşandı, 840 kişi basın açıklamalarında gözaltına alındı ve 858 kişi işkence ve kötü muamele gördü.

‘Gerçek sayı çok daha fazla’

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, 2018 yılı Eylül ayına ilişkin yaşanan hak ihlallerine dair hazırladığı raporu paylaştı. Rapora göre, yaşam hakkı ihlalleri kapsamında Eylül ayında 231 kişi yaşamını yitirdi; 157 kişi iş cinayeti, 1 kişi yargısız infaz, 3 kişi yasadışı örgüt saldırısı, 1 kişi hapishanelerde, 23 kişi silahlı çatışmalar kapsamında hayatını kaybetti. Eylül ayında 45 kadın ise erkek şiddeti sonucu yaşamını yitirdi.

Raporun “İşkence ile Cezaevlerinde İşkence ve Kötü Muamele” bölümünde 858’in üzerinde hak ihlalinin yaşandığı belirtildi. Toplantı ve gösterilerde dövülerek, gaz sıkılarak, ters kelepçe takılarak gözaltına alınanlar ile işkence gördüğü halde bunu açıklamayan, suç duyurusunda bulunmayanlar dikkate alındığında gerçek sayının çok daha fazla olduğu belirtildi.

Sosyal medya paylaşımları gerekçesiyle 11 tutuklama

Raporun “İfade Özgürlüğü” bölümünde İçişleri Bakanlığı verilerine göre; sosyal medya paylaşımları nedeniyle hakkında yasal işlem yapılan kişi sayısı bin 294 olduğuna yer verildi. Bu sayının ise sadece 63’ünün basına yansıdığı da raporda belirtildi. Ayrıca, sosyal medya paylaşımları nedeniyle tutuklanan kişi sayısı 11 olup, ifade özgürlüğü kapsamında yaşanan toplam hak ihlali sayısı ise bin 415.

Eylemlerde 840 kişi gözaltına alındı

Eylül ayında 20 etkinlik, gösteri ve tiyatro yasaklandığı, 840 kişinin basın açıklaması, etkinlik ve eylemlerde gözaltına alındığı belirtildi. Toplantı ve gösteriler nedeniyle açılan davalarda 6 kişinin ceza aldığı, 52 kişinin ise bu davalardan beraat ettiği raporda belirtildi.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Hamile kalan çocuk sayısı 115 değil 158 olarak açıklandı

Ekim 10, 2018 de ANASAYFA . tarafından

 

 

 

 

 

İstanbul’daki Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yaşanan hamile çocuklar skandalı sonrası Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan raporda, 2017’nin ilk 5 ayındaki hamile çocuk sayısının 115 değil 158 olduğu açıklandı. Olayla ilgili 33 doktor kusurlu bulunurken, 11 doktor için savcılığa suç duyurusunda bulunuldu.

Sağlık Bakanlığı, Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ndeki ‘hamile çocuklar’ ile ilgili rapor hazırladı. Bakanlık denetçisi Mustafa Kılınç’ın imzasını taşıyan 89/03 sayılı 84 sayfalık rapor, 2017’nin ilk 5 ayındaki hamile çocuk sayısının 115 değil 158 olduğunu ortaya koydu. Bu çocuklardan 37’si ise 15 yaşın altında.

Raporda 12 yaşında 1, 13 yaşında 5, 14 yaşında 11, 15 yaşında 20, 16 yaşında 71, 17 yaşında 50 çocuğun hamile olduğu tespit edildi. Ayrıca 158 çocuktan 34’ü için adli birimlere bildirimde bulunulduğu, kalan 124 çocuk için ise herhangi bir bildirimde bulunulmadığı belirtildi.Hürriyet’ten Dinçer Gökçe’nin haberine göre, raporda 2016’daki hamile çocuk sayısının ise bin 260 olduğu vurgulandı, 64’ünün 15 yaşın altında olduğu tespit edildi. Ayrıca anılan çocukların bir bölümünün Suriyeli olduğunun altı çizilerek, “Hangi ülke vatandaşı olursa olsun, olay ülkemizde gerçekleştiği için Türkiye Cumhuriyeti yasaları geçerlidir” denildi.

33 Doktor kusurlu bulundu

Raporda, 2016 yılı genelinde hamile oldukları tespit edilen çocuklar ile ilgili işlemi yapan 38 doktordan 33’ü kusurlu bulundu.

Hamile olduğu tespit edilmesine karşın, hastanenin sosyal hizmet birimine bildirimde bulunmayan veya 15 yaşın altındaki hamile çocuklar ile ilgili adli vaka dosyası hazırlamayan doktorlar için ‘aylıktan kesme’, ‘kınama’ ve ‘puan kesme’ cezaları verildi.11 doktor içinse ‘kınama cezası’nın yanı sıra savcılığa suç duyurusunda bulunuldu. Raporda, haklarında suç duyurusunda bulunulan hastane personelleri arasında ise dönemin hastane başhekimi Ali Gedikbaşı ile sosyal hizmet uzmanları Nazlıcan Dilber ve Çiğdem Şenbil Kaba da yer aldı. Hakkında dava açılan dönemin hastane başhekim yardımcısı Akif Akça’nın da kusurlu olduğu kaydedilerek puan cezası verildi.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Ankara valiliğinin buyruğuyla LGBTİ+ etkinlikleri yasaklandı

Ekim 10, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Ankara Valiliği, İl Emniyet Müdürlüğü’ne 3 Ekim tarihinde yolladığı yazıda “LGBTT-LGBTİ vb. konular ile ilgili” etkinliklerin yasaklandığını belirtti.

KaosGL’nin haberine göre; Valiliğe bağlı Hukuk İşleri Şube Müdürlüğü, Ankara İl Emniyet Müdürlüğü’ne “LGBTT ve LGBTİ etkinlikleri” başlıklı resmi bir yazı iletti. Valilik, yasağa gerekçe olarak “toplumsal hassasiyet ve duyarlılıklar”, “kamu güvenliği”, “genel sağlık ve ahlakın korunması” ve “başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması” iddialarını gösterdi.

Gerekçe hep aynı: ‘Kamu güvenliği’, ‘genel ahlak’, ‘toplum sağlığı’

Kasım 2017’de Ankara Valiliği’nin Olağanüstü Hal Kanunu’na dayanarak ilan ettiği süresiz “LGBTİ+ etkinlik yasağının” ardından 3 Ekim’de Emniyet Müdürlüğü’ne iletilen yazıda da şu ifadeler yer aldı:

“Çeşitli sosyal medya ve birtakım yazılı ve görsel medya organlarından LGBTT (Lezbiyen, gay, biseksüel, transseksüel veya travesti) ile LGBTİ (Lezbiyen, gey, biseksüel, transgender, intersex) adıyla çeşitli sivil toplum örgütleri tarafından, ilimizin muhtelif yerlerinde birtakım toplumsal hassasiyet ve duyarlılıkları içeren sinema, sinevizyon, tiyatro, panel, söyleşi, sergi vb. etkinliklerin gerçekleştirileceği şeklinde bilgiler elde edilmiştir.

Söz konusu paylaşımlarla halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik edeceği, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkabileceği; ayrıca kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasını tehlikeye düşürebileceği göz önünde bulundurulduğunda yapılmak istenen organizasyona katılacak olan grup ve şahıslara yönelik olarak; birtakım toplumsal duyarlılıklar nedeniyle de bazı kesimler tarafından tepki gösterilebileceği ve provokasyonlara neden olabileceği değerlendirilmektedir”

Share
. tarafından

Van Hapishanesinde tutsaklar baskılara karşı ölüm orucunda

Ekim 10, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Hapishanelerde tutsaklara yönelik hak ihlalleri hız kesmeden devam ediyor. Son olarak Van F Tipi Kapalı Hapishanesi’nde koğuşlara baskınların yapılarak, tutsakların taciz edildiği belirtiliyor. Tutsak yakınlarının verdiği bilgilere göre, Van F Tipi Kapalı Hapishanesi’nde avluları kapatılan Kadir Karabak ve Esat Naci Yıldırım hapishanelerdeki hak ihlallerine dikkat çekmek için 17 Eylül’de başlattıkları açlık grevi 27 Eylül’den itibaren ölüm orucuna dönüştürmüş durumda.

Özgür Gelecek sitesinde yer alan habere göre, Hapishanedeki baskıları protesto etmek için ölüm orucuna giren Karabak ve Yıldırım’ın yanına kimsenin alınmadığını belirten aileler, tutsakların mücadelesi sonrası avlusunda tel örgü bulunmayan bir koğuşa nakledildiklerini söyledi.

Taleplerimiz karşılanana dek vazgeçmeyeceğiz”

Ailelerin Hapishane yönetimiyle yaptığı görüşmelerde Uygulamanın Adalet Bakanlığı tarafından getirildiği ve sadece FETÖ tutsaklarına yönelik bir uygulama olduğu ifade edilse de hapishanelerden her gün yansıyan haberlere baktığımızda gerçeği yansıtmadığı ortaya çıkıyor.

Karabak ve Yıldırımın ailesine tutsakların grevlerini bitirmesi yönünde hapishane yönetiminin kendileriyle görüşmeler yaptığını belirten aileler, buna karşılık hapishane yönetimine tutsakların yanında olduklarını belirtiği ifade edildi.

Ailelerin tutsaklarla yaptığı son görüşmede hapishane yönetiminin sürgün yoluna başvuracağını belirten tutsaklar, bu uygulamaların kendilerini yıldırmayacağını ifade ederek, “taleplerimiz karşılanana dek vazgeçmeyeceğiz” dediği belirtildi.

Aileler ölüm orucunda olan tutsakların durumlarının şimdilik iyi olduğunu belirterek, duyarlı kamuoyunun sahip çıkması yönünde çağrıda bulundu.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Gazeteci Seda Taşkın’a 7 yıl 6 ay hapis

Ekim 10, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Muş’ta 20 Aralık 2017 tarihinde “hakkında ciddi ihbar var” iddiasıyla gözaltına alınan ve 22 Ocak’ta tutuklanan Mezopotamya Ajansı muhabiri Seda Taşkın’a 7 yıl 6 ay hapis cezası verildi.

‘Örgüte yardım ve propaganda’

Davada kararını açıklayan mahkeme, Seda Taşkın’a, “örgüte üye olmamakla birlikte örgüte yardım” suçundan 4 yıl 2 ay, “örgüt propagandası” suçundan ise 3 yıl 4 ay olmak üzere, toplamda 7 yıl 6 ay hapis cezası verdi. Mahkeme, Taşkın’ın tutukluluğunun temyiz süresi boyunca devamına hükmetti.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Kadın örgütleri; Nafaka düzenlemesi, psikolojik, cinsel ve fiziksel şiddeti artıracak

Ekim 10, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Kadın örgütleri, nafaka düzenlemesinin eşitsizliği derinleştireceğine dikkat çekerek, “Bu düzenlemenin kadınlara yönelik ekonomik, psikolojik, cinsel ve fiziksel şiddeti artıracağını, kadınları ev içine hapsedeceğini düşünüyoruz” ifadelerini kullandı.

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, EŞİTİZ, Filmmor Kadın Kooperatifi, Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği, Kadınlarla Dayanışma Vakfı ve Kadınlara Hukuk Destek Merkez Derneği Medeni Kanun’un 175’inci Maddesi’ndeki nafaka hakkına ilişkin yapılması planlanan düzenlemeye dair ortak yazılı bir açıklama yaptı.

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı tarafından düzenlenen “Gündem Buluşmaları: Nafaka Sistemi” başlıklı Çalıştay’a, Türk Kadınlar Birliği ve Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu dışında kalan ancak alanda yıllardır çalışan bağımsız kadın örgütlerinin davet edilmediği belirtilerek şöyle denildi:

“Davet gönderilmediği halde Çalıştay’a katılmak istediklerini telefon ve e-mail gibi çeşitli iletişim araçları üzerinden belirten bağımsız kadın örgütlerinin ısrarlı talepleri sonucu ancak bir kadın örgütünün (Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı) daha Çalıştay’a davet edilmesi mümkün olmuştur.”

‘Maddede cinsiyet belirtilmiyor’ 

Açıklamada, Medeni Kanun’un 175’inci maddesinde yer alan “boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek tarafın, diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebileceği” ifadesi hatırlatılarak şunlar kaydedildi:

“Maddede cinsiyet belirtilmemektedir; iki taraf da nafaka talep edebilmektedir. Ancak yoksulluk nafakası uygulamada daha çok kadınlara bağlanmaktadır. Bu durum Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle genellikle kadınların yoksul olmasından kaynaklanmaktadır.”

‘Nafaka erkeklerin lütfu değil’ 

Nafaka düzenlenmesinde yapılmak istenen değişikliklerden bahsedilen açıklamada, şu noktalara vurgu yapıldı:

“Yoksulluk nafakası erkeklerin kadınlara bir lütfu değil, pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de devletin kadınların güçlenmesine ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik aldığı tedbirlerdendir. Kadınların evlilik sonrası yaşamlarını idame ettirebilmelerini sağlayan ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle yoksullaştırıldıkları için gerekli olan bir haktır.”

‘Cinsel şiddeti artıracak’ 

Bu düzenlemelerin kadınlara yönelik giderek artan eşitsizliği derinleştireceğine dikkat çekilen açıklamada şunlar kaydedildi: “Bu düzenlemenin kadınlara yönelik ekonomik, psikolojik, cinsel ve fiziksel şiddeti artıracağını, kadınları ev içine hapsedeceğini ve kadınların boşanma kararı almalarını zorlaştırarak büyük hak ihlallerine neden olacağını düşünüyoruz.”

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Cumartesi Annelerinin eylemi polis tarafından yine engellendi

Ekim 13, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Kayıplarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelmek isteyen Cumartesi Anneleri, 707’nci haftada da polis engeliyle karşılaştı. İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi önünde bir araya gelen Cumartesi Anneleri, ellerinde taşıdıkları kayıpların fotoğrafları ve karanfiller ile Galatasaray Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. Cumartesi Anneleri’nin üzerine kayıpların resimlerinin bulunduğu tişörtler giydikleri görülürken,  öldürüldüğü belirtilen Suudi Gazeteci Jamal Khashoggi’nin (Cemal Kaşıkçı) fotoğrafı da taşındı. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milletvekilleri, avukatlar ve çok sayıda kişi de yürüyüşe destek verdi.

Mezopotamya Ajansında yer alan haberde, İHD binasını ablukaya alan polis kitlenin yürüyüşüne izin vermedi. Bunun üzerine kitle ile polisler arasında tartışma yaşandı. Gözaltında kaybedilen ve daha sonra cenazesi bulunan Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak, polislere dönerek, “Sizler bizlere Galatasaray Meydanı’na izin verseniz bu hengame yaşanmaz” dedi. Polis ise karşılık olarak  “İçeri girin” dedi.

23 Şubat 1995’te gözaltında kaybedilen Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız ise. “Baskıyla bir şey olmaz. Bizim kayıplarımızın akıbetini açıklarsınız failleri yargılarsınız bu biter. Hem kayıplarımızı vermiyorsun hem de arayanlara engel oluyorsunuz. İnsan haklarından bahsediyorsunuz ama insan hakları derneğine baskı yapıyorsunuz” diye konuştu.

12 Eylül 1980 darbesinde gözaltında kaybedilen Cemil Kırbayır’ın ağabeyi Mikail Kırbayır da “Ellinizi sol göğsünüze koyun kayıpları arıyoruz. Size bir şey demiyoruz sizler görevinizi yapıyorsunuz. Şuan yaptığınızdan vicdanınız rahat mı” diye sordu. 38 yıldan beri bir belirsizlik içinde yaşadıklarını dile getiren Kırbayır, “Devlet eli ile saklanan gerçekleri istiyoruz. Bizim yerimiz Galatasaray’dı. Aynı burada olduğu gibi. Adalet arıyoruz bunun sakıncası nerededir” diye belirtti.

Kırbayır’ın kardeşi Fatma Kırbayır da “Kardeşimizi bulun, Cemil Kırbayır’ı bulun. Biz burada sizle karşı karşıya gelmeye mecbur değiliz. Küçük çocuğumu bırakıp geldim tek bir kemik için. Sizle işimiz yok biz sadece adalet istiyoruz. Anneler ağlamasın. Sizin anneleriniz de ağlamasın. Cumhurbaşkanı, bu kara tülbent senin de başına gelir” diyerek, mücadele etmekten vazgeçmeyeceklerini söyledi.

”Köylülere şiddet uygulandı”

Bu hafta 27 Ekim 1995’te kaybedilen Abdulkerim (Şemsettin) Yurseven’in akıbeti soruldu. Basın açıklamasını 19 Ekim 1995’de gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un kızı Besna Tosun yaptı. “Türkiye bugün hukukun üstünlüğü ile bağlı olmayan iktidar ve yargı gücünün yarattığı bir hukuksuzluk felaketini yaşamaktadır”  diyen Tosun,  kendilerinin adalet taleplerinin 8 haftadır polis baskısı ve şiddeti ile engellendiğini ve bunun da bu felaket ortamının sonucu olduğunu söyledi. 27 Ekim 1995 günü Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul komutasındaki Yüksekova Komando Taburuna bağlı askerler, Yüksekova’nın Ağaçlı köyüne baskın yaptığını aktaran Tosun, “Baskın sırasında köylülere ağır şiddet uygulandı. Askerler köyden ayrılırken işkenceden ayakta duramayan 73 yaşındaki Abdulkerim ( Şemsettin) Yurtseven, köye odun toplamak için gelen 18 yaşındaki Mikdat Özeken ve 13 yaşındaki Münür Sarıtaş’ı gözaltına alarak askeri araçla Yüksekova İlçe Jandarma Taburu’na götürdü” diye konuştu.

‘Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz”

Tanık beyanları ve suça iştirak edenlerin itiraflarına rağmen olayın geçtiği TBMM Susurluk Raporu’na rağmen açılan dava 12 Kasım 1999 tarihinde delil yetersizliği gerekçesiyle kesin beraat hükmü ile sonuçlandığını ifade eden Tosun, ailelerin yaptığı temyiz başvurusu Yargıtayca reddedildiğini ve 2 Nisan 2001 tarihinde beraat kararıyla onaylandığını söyledi. Davanın AİHM‘e taşındığını dile getiren Tosun, “Dava 18 Aralık 2003 tarihinde sonuçlandı. AKP hükümeti AİHM’e yaptığı savunmada suçu kabul ederek, tazminat ödeme yoluna gitti” dedi. Tosun, “Abdulkerim (Şemsettin) Yurtseven, Mikdat Özeken ve Münür Sarıtaş’ın gözaltında kaybedilişlerinin 23. yılında cezasızlıkla kapatılan davalarının yeniden açılıp onların akıbetlerini açığa çıkartacak ve ceza adaletini sağlayacak bir yargılamanın başlatılmasını istiyoruz” diyerek, kayıplarının buluşma mekanı olan Galatasaray’dan vazgeçmeyeceklerini ifade etti.

28 Temmuz 1993 tarihinde gözaltında kaybedilen KHK ile kapatılan Özgür Gündem Gazetesi muhabiri Ferhat Tepe’nin annesi Zübeyde Tepe de kısa bir konuşma yaptı. Tepe, “Biz Galatasaray Meydanı’nı istiyoruz. Bizi orada çok darp ettiler. Benim oğlum Özgür Gündem Gazetesi muhabiriydi. PKK’nin kaçırdığını söylediler. Benim oğlumu Türk İntikam Tugayı kaçırdı” dedi. Faillerin şimdiye kadar neden bulunmadığı sorusunu da soran Tepe, “Biz adalet istedik. Biz çocuklarımızın katilleri yargılansın dedik slogan dahi atmadık sessizce oturuyorduk. Bu baskı neye” dedi.

”Çocuğumun kemiklerini sızlatmayacağım”

Cenazesi 1996’da kaybedilen Ahmet Kaya’nın kızı Emine Kaya da “Barış istiyoruz. Herkes gelsin bize destek versin. Kimse ölmesin. Ne polis ne asker kimse ölmesin istiyoruz” diye seslendi. Burada tekrar seslenen Hanife Yıldız, yargıya ve milletvekillerine seslenerek, “Ben devlete güvendim. Oğlumu karakola götürdüm. Buna rağmen oğlum kaybedildi. Barış, adalet olsun yeter artık bizi polisle karşı karşıya getirmeyin” dedi. Emine Erdoğan’a hitaben konuşan Yıldız, “Emine hanım bir annedir. Diyor ki güçlü olan haklı olandır. Benden daha güçlüsü var mı? Ben çocuğumun kemiklerini sızlatmayacağım” diye konuştu.

Yapılan konuşmaların ardından eylem sona erdi.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Ayşe öğretmenin cezası 2019’a kadar ertelendi

Ekim 21, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Ayşe öğretmen bilinen Ayşe Çelik’in infaz erteleme talebi, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kabul edildi.

Beyaz Show’da “Çocuklar ölmesin” dediği için yargılanan ve 1 yıl 3 aylık hapis cezasına çarptırılan Ayşe Çelik’in infaz erteleme talebi kabul edildi. 20 Nisan’da 6 aylık kızı ile birlikte hapishaneye konulduktan sonra 4 Mayıs’ta infazı 6 ay ertelenerek tahliye olan Çelik’in talebi Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kabul edildi. Çelik’in talebi kabul edilmemesi halinde bebeğiyle birlikte yeniden hapishaneye girecekti.

Kararı, Çelik’in avukatı Mahsuni Karaman sosyal medya hesabından duyurdu. Karaman’ın aktardığına göre, ceza 17 Nisan 2019’a kadar ertelendi.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Mardin’in Derik ilçesinin ilk kadın muhtarı görevden alındı

Ekim 21, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Mardin’in Derik ilçesinin ilk kadın muhtarı 55 yaşındaki Nebahat Durmaz İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla görevden uzaklaştırıldı. Derik’te aralarında Durmaz’ın da yer aldığı 9 muhtarın kaymakamlığa çağrılarak mühürleri geri alındı.

Derik’in ilk kadın muhtarı 7 çocuk annesi Nebahat Durmaz yaşananlarla ilgili olarak, “Hiçbir açıklama olmadan, sadece bir telefonla ‘mühürlerini alın gelin, açığa alındınız’ denildi, hiçbir açıklama yapılmadı” dedi.

‘Beni bu köylüler seçti’

Kocasını 17 sene önce kaybeden ve 7 çocuğunu hayvancılık yaparak büyüten Durmaz, muhtar olduktan sonra köyde birçok alanda faaliyet gösterdi: Köyde yas evi ve yol yaptırdı ve su getirdi. Ayrıca yaşlıları ve yoksul aileleri tespit ettirip yardım ve maaş sağladı, kimine ev yaptırdı… Durmaz, muhtarlığı süresince yaptıklarını şöyle özetledi “Köyüme de milletime de hizmet ettim. Tırnak kadar suçum yok eminim. Araştırılacak ve beni görevden alanlar utanacak. Ben sadece çocuklarıma, köylüme, komşuma sahip çıktım ve beni bu köylüler seçti.”

Köylülerden geçmiş olsun ziyareti 

Mardin bölgesinde ikinci, Derik ilçesinin ilk kadın muhtarı olan Durmaz “En azından buna saygı gösterilseydi” diyerek tepkisini dile getirdi.

Ekmek ve Gül’den Hilal Tok’un haberinde, Durmaz, köylülerin de duruma çok üzüldüğünü ve gün boyunca evine geçmiş olsun ziyaretinde bulunduklarını dile getirdi. Durmaz “Avukat tutacağım ve kararın haksızlığını ortaya çıkaracağım. Benim hiçbir suçum yok. Benim bir suçum olsaydı hiç üzülmezdim. Ben sadece bu yaşa kadar çocuklarıma hayvan besleyip baktım. Muhtar olunca da köylüm için uğraştım. Kimse beni hiçbir şeyle suçlayamaz. Haksızlığa uğradım. Şimdi açıklamayı bekliyoruz, sonra tekrardan adaylığımı koyacağım, hakkımı arayacağım nereye kadar giderse gitsin” dedi.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Hollanda’da LGBTİ+ pasaportu kullanımı sağlandı

Ekim 21, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Hollanda’da 2001 yılında trans ameliyatı olan ve kendisini interseks olarak tanımlayan Leonne Zeegers’e, ülkedeki ilk LGBTİ+ pasaportu verdi.

Zeegers’in konuyla ilgili açtığı davada hakimler LGBTİ+ olarak kayıt olmayı engellemenin “özel hayatın, kendi geleceğini saptamanın ve bireysel özerkliğin ihlâli” olduğuna hükmetmişti.

Hollanda halkının yüzde 4’ünün kendisini interseks olarak tanımladığını söylüyor. Ülkede bir kişinin cinsiyetinin X olarak tanımlanıp tanımlanamayacağına mahkemeler karar veriyor.

Hollanda haricinde Arjantin, Avustralya, Danimarka, Hindistan, Kanada, Nepal, Malta, Pakistan ve Yeni Zelanda da cinsiyetsiz pasaportlara izin veriyor.

gazetepatika8.com

Share
. tarafından

Sise Bingöl serbest bırakılmalı

Ekim 21, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Adana’da insan hakları savunucuları, 85 yaşındaki hasta tutuklu Sise Bingöl’ün serbest bırakılmasını istedi.

İnsan Hakları Derneği (İHD) Adana Şubesi Hapishane Komisyonu, her 15 günde bir hasta tutukluların durumuna dikkat çekmek için yaptıkları oturma eyleminin ikincisinde Tarsus T Tipi Kadın Kapalı Cezaevi’nde bulunan 85 yaşındaki hasta tutuklu Sise Bingöl’ün serbest bırakılması istendi.

Topluma gözdağı 

Açıklamayı İHD Çukurova Bölge Temsilcisi Yasemin Dora Şeker yaptı. İnsan hak ve özgürlüklerinde yaşanan ihlallerin Olağanüstü Hal’de (OHAL) artığını dile getiren Şeker, “Türkiye’de her geçen gün okullardan daha fazla yapılan cezaevleri neredeyse kent yerleşkesine dönüştürüldü. Cezaevleri yerleşkelerinde tutuklu ve hükümlü mevcudunun yüzbinlerle ifade edildiği, darp, işkence, hastalık, tedavi edilmeme, fiziki şartların kötülüğü, kalabalık koğuş, haksız disiplin cezaları ve benzeri pek çok ihlal iddialarıyla gündeme geldiği bir dönemden geçiyoruz. Bu cezaevlerinden gelen hak ihlalleri şikayet başvurularının her geçen gün artması Türkiye demokrasisinin de hangi düzeyde olduğunun göstergesidir. Tüm bu uygulamalar topluma gözdağı vermeyi amaçlamaktadır” dedi.

‘Mahpuslar artık tedavi istemiyor’

Cezaevlerinde her geçen gün tutuklu ve hükümlülerin temel sosyal hakları olan spor, haber alma, görüş ve tedavi edilme hakları gibi en yaşamsal haklarının ellerinden alındığını ifade eden Şeker, en önemlisinin de yaralı ve ağır hasta olan tutukluların tedavi edilmemesi olduğunu aktardı. Şeker, “Bölge cezaevlerindeki yaptığımız tespitlere göre birçok hasta veya yaralı yakalanmış olan mahpus tedavi edilmediği için sağlıkları giderek kötüleşmiş veya sakat kalmıştır. Mahpusların bırakınız hastanelere hemen götürülmesi, cezaevi revirlerindeki sağlıkçılara dahi haftalar sonra görünebilmesi, tedavilerin özensiz yapılması, ilaçların düzensiz verilmesi, hastaneye sevklerin çok acil durumlar dışında yapılmaması, mahpusların hastaneye sevk esnasında tek kişilik bölmeli, dar ve havasız ring araçlarında kelepçeli olarak saatlerce bekletilmesi, jandarmaların sık sık hakaretlerine maruz kalma ve hatta zaman zaman darp edildiklerine dair yoğun başvuruların olması, doktor muayenesinde dahi kelepçeli muayene ve yatağa kelepçelenme şeklindeki tedavi yöntemi bu sağlık hakkı ihlallerinden yalnızca birkaçıdır. Sırf bu çileli koşullarda hastaneye gitmesi gereken mahpuslar, artık hastaneye sevk edilmeyi ve tedavi olmayı dahi artık kabul etmemektedir” şeklinde konuştu.

İHD Genel Merkezi’nin son verilerine göre, cezaevlerinde 402’si ağır olmak üzere bin 154 hasta tutuklunun olduğuna dikkat çeken Şeker, bu hastalardan birinin de yaşlı olmasından dolayı algılama yeteneğini kaybetmiş olan ve son görüşmede mide, şeker, astım, tansiyon ve sair gibi hastalıklarına yakalanıp bakıma muhtaç olan 85 yaşındaki Sise Bingöl olduğunu dile getirdi.

‘Hayatı tehdit altında’

12 gün önce avukatların yapmış olduğu görüşmede Sise Bingöl’ün sağlık durumunun gözle görülür bir şekilde bozulduğunu aktaran Şeker, “Daha önce Muş Devlet Hastanesi’nin verdiği raporlara göre ‘sağlığının cezaevinde kalmaya elverişli olmadığı’ tespit edilmesine rağmen İstanbul ATK’nin cezaevinde kalmasının hayatı için tehlike arz etmediği belirtilerek tahliyesi engellenmiştir. Çok ihtiyarlayan ve artık ailesiyle birlikte çocuklarının bakım ve gözetiminde son zamanlarını geçirmesi gereken bu yaşlı kadının kamu düzeni açısından cezaevinde tutulmasını gerektiren tehlike ve zorunlu koşullar bulunmamaktadır. Buna rağmen ilerleyen yaşı ve birçok hastalığından dolayı bu kadar yaşlı bir kadının Mart 2020 yılına kadar kalan ceza süresini hapiste geçirmesi hayatı için ağır tehdit oluşturmaktadır. Asıl bu kadar yaşlı bir kadının cezaevinde tutulması kamunun adalete olan güvenini sarsmaya ve ‘kamu düzenini’ tehdit eden boyutlara ulaşmasına hizmet edecektir” ifadelerini kullandı.

‘Sise Bingöl serbest bırakılmalı’

Yetkilileri ve tüm kamuoyunu Bingöl ve tüm hasta tutukluların sağlığına ve özgürlüğüne kavuşması için duyarlı olmaya çağıran Şeker, “Bu koşullarda Sise Bingöl’ün ATK engelinin kaldırılmak suretiyle kocama hali ve hastalıkları dikkate alınarak Anayasanın 104’üncü maddesinde Cumhurbaşkanının kendisine tanınan ‘Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle kişilerin cezalarını hafifletir veya kaldırır’ maddesindeki hakka dayanarak affetmesi veya İnfaz Hakimliğince Sise Bingöl’ün hastalığı nedeniyle ailesinin yanında cezasını konutunda geçirmesine karar verilmesi gerekiyor” dedi.

Açıklama oturma eylemiyle son buldu.

Kaynak / Mezopotamya Ajansı

Share
. tarafından

”Cumartesi Anneleri; “Ne Galatasaray’dan ne de kayıplarımızdan vazgeçmiyoruz”

Ekim 21, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Cumartesi Anneleri, kayıplarının akıbetini sormak için polis engeline ve yürüyüş yasağına rağmen 708. kez bir araya geldi. İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi önünde buluşan kayıp yakınları bu hafta da üzerinde kaybettikleri yakınlarının fotoğrafının basılı olduğu tişörtler giydi.

Cumartesi Anneleri’nin eylemine HDP’li vekillerden Oya Ersoy ve Ali Kenanoğlu, CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve çok sayıda insan hakları savunucusu katıldı.

Açıklamada ilk olarak söz alan Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak, Galatasaray Meydanı’nın 9 haftadır Anayasa’ya aykırı şekilde kendilerine kapatıldığını belirterek, “708. haftamızda AKP iktidarının uluslararası yargı karşısında hakikati kabul ettiği ancak bugüne kadar hukukun dışında durarak yükümlülüklerini yerine getirmediği kayıp dosyalarından birini kamuoyu ile paylaşacağız” dedi.

Maside Ocak, kaybedilen Fehmi Tosun ve Hüseyin Aydemir’i şöyle aktardı:

19 Ekim 1995 sabahında 35 yaşındaki Fehmi Tosun ve arkadaşı 34 yaşındaki Hüseyin Aydemir, Fehmi Tosun’un İstanbul Avcılar’daki evinde kahvaltı etmesinin ardından evden çıktı. Fehmi Tosun akşam saatlerinde beyaz toros araçla evinin önüne getirildi. Kendisini gören eşi ve çocuklarına ‘Gözaltına alındım, beni öldürecekler’ diye bağırdı. Onlar Fehmi’nin yanına koşunca araç uzaklaştı. Olaya çevredeki komşular da tanık oldu.

Ailelerin tüm yasal yollara başvurduğunu vurgulayan Ocak, “Fehmi Tosun ve Hüseyin Aydemir’in gözaltına alındığı devletin bütün kademelerince inkâr edildi. Onlardan bir daha haber alınamadı” diyerek şunları ekledi:

İç hukuktan sonuç alınamayınca Fehmi Tosun davası eşi tarafindan AİHM’e taşındı. 2003 yılında sonuçlanan davada hükümet AIHM’e verdiği savunmada “Hükümetimiz Fehmi Tosun’un kaybolması olayının meydana gelmesinden dolayı üzgündür. Bir kimsenin kaybolması olayı hakkındaki soruşturmanın eksik yapılmasının, Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi’nin 2. maddesinin ihlalini Oluşturduğu kabul edilmektedir.” dedi ve yaşam hakkı ihlallerinde gerekli tüm önlemleri alıp, etkili soruşturmaların yürütülmesini zorunlu kılan talimatları vermeyi taahhüt etti.

“Ancak bu güne kadar Tosun ve Aydemir dosyalarında etkin bir soruşturma yapılmadı” diyen Ocak, sözlerini şöyle tamamladı:

Zamanaşımından takipsizlik kararı verilen dosyalar kapatıldı. Bunun üzerine Fehmi Tosun dosyası Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. Yargı makamlarım Fehmi Tosun ve Hüseyin Aydemir dosyalannda yargılamanın yenilenmesi yoluyla etkin bir soruşturma yaparak, maddi gerçeğin açığa çıkartılması ve ceza adaletinin sağlanması yönünde göreve çağırıyoruz.

“Ne Galatasaray’dan ne de kayıplarımızdan vazgeçmiyoruz”

Ocak’ın ardından söz alan Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun ise şunları söyledi:

Galatasaray’ı yasaklayanları kınıyorum. Bizi bu sokağa neden tıkıyorsunuz. Bu zamana kadar Galatasaray bize neden yasaklandı? Biz kimseye 23 yıldır zarar vermedik. Eğer hukuktan, insan haklarından bahsediliyorsa dönüp bakmalıdırlar. Acımıza rağmen kimseye hakaret etmiyoruz, şiddet uygulamıyoruz. Kayıplarımızı aramaktan asla vazgeçmiyoruz. Eğer bu ülkede hukuktan bahsediliyorsa kayıplara dönüp baksınlar. Bu insanlar siyasetle uğraştığı için gözaltına alındı. Biz bunların hesabını yetkililerden soruyoruz. Onlar yargı önüne çıkana kadar biz hesap soracağız. Ne Galatasaray’dan ne de kayıtlarımızdan vazgeçmiyoruz.

“Kendilerini hukukun üstünde görmesinler”

Ferhat Tepe’nin kardeşi Ayşe Tepe ise, “700 haftadan itibaren Galatasaray bize yasaklandı. Galatasaray’da olmamız engellenemez. Hukuk evrenseldir, kendilerini hukukun üstünde görmesinler. İç hukuk yollarını tükettik, AİHM’e gittik Anayasa Mahkemesi’ne gittik. Biz hiçbir zaman haklı davamızdan vazgeçmedik. Burayı bile küçücük bir çembere hapsetmeye çalışıyorlar. Biraz vicdanınız sızlasın” dedi.

Kaynak / Sendika.org

Share
. tarafından

Şubadap: Çocukları sanattan mahrum bırakmak suçtur

Ekim 21, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Serkan Alan  salan@gazeteduvar.com.tr

ANKARA – İzmir’de kurulan Şubadap Çocuk müzik grubu İç Anadolu turnesinde çocuklarla buluşuyor. Toplumsal cinsiyet odaklı, hak temelli ve bilimsel şarkılar yazıp seslendiren grup bugüne dek dört albüm çıkardı. Pedagoglarla, çocuklarla ve ebeveynlerle kolektif üretilen şarkıları albümde çocuklar, turnelerdeki konserlerde ise Moyo Masal ekibiyle birlikte altı kişi seslendiriyor.

ŞUBADAP: SORU SORAN, SORGULAYAN VE MERAK EDEN ÇOCUK

Halk sponsorluğuyla turneler düzenleyen, albümler çıkaran Şubadap Çocuk, Ankara’daki ilk gününde Can Yücel Parkı’nda çocuklarla buluştu. Bugün (21 Ekim) ‘Yakacık Pazar Yeri’nde ve Batıkent Sinan Bengier Tiyatro Salonu’nda konser verecek olan grubun kurucuları arasında yer alan Serdar Türkmen ile konuştuk. İç Anadolu’da 33 farklı il ve ilçede, köy okullarındaki çocuklarla buluşan grubun solisti Türkmen, Şubadap’ın ortaya çıkışından faaliyetlerine kadar pek çok konudaki sorularımızı yanıtladı.

Şubadap Çocuk nasıl doğdu? Grubun adının anlamı ne?

Şubadap adında bir şarkı yapıldı. Bu şarkı soru soran çocuklara yönelikti. Şarkıya nakarat aranıyordu ve yansıma sözcük ihtiyacı doğdu. “Şubadap” oradan deneye deneye çıktı. Çocuklara yönelik müzik temelli çabamız ciddiye binince bir isim bulma telaşına düştük. Klişe isimlere düşmeden ‘Şubadap Çocuk’ koymaya karar verdik. Sonrasında da bu sözcüğe bir anlam uydurduk. Soru soran, sorgulayan ve merak eden çocuklar demek şubadap . Hal böyleyken de çocukların diline takılan pek çok şarkı gibi Şubadap’ın öyküsü de başlamış oldu.

 

İLK ALBÜM: BİLMİŞ ÇOCUĞUN ŞARKILARI

Grup olarak bir araya nasıl geldiniz? Çocukların seslendirdiği albümler çıkarmaya nasıl başladınız?

Mahallelerdeki müzik temelli çalışmalarımızda “Şubadap” ortaya çıktı. Halkevleri’nde ve diğer derneklerde çocuklarla yaptığımız müzik temelli çalışmalarda eksiklik hissediyorduk. “Mor koyun”, “sarı gelin” gibi sıfat tamlamalı çocuk şarkılarının, çocukların bugününe dair bir şey anlatmadığını gördük. “Baltalar elimizde” düzeyinde doğa ve ekoloji anlayışı vardı şarkılarda. Yeni bir şey yaratmak gerekiyordu. Biz de bu alanda ne yapabiliriz diye yola koyulduk. İlk başlarda kötü şarkılar yaptık. Onlar çocukların süzgecinden geçmediler. Çocukların süzgecinden geçen şarkılarla, Buca Halkevi’ndeki çocuklarla birlikte, zayıf bir ekipmanla bir albüm kaydetmeye koyulduk. Paramız pulumuz yokken o ekipmanlarla bir şeyler ortaya koymaya başladık ve ‘Bilmiş Çocuğun Şarkıları’ adını verdiğimiz ilk albüm ortaya çıktı.

ÇOCUKLAR İÇİN EVRİM ŞARKILARI

Sonra durumu biraz toparlayınca ikinci albümü hazırlamaya koyulduk. Çocuklar açısından ülkede en önemli problemin bir yoksunluk hissiyatı olduğunu, bunu da Milli Eğitim’in evrim meselesinde bilerek yaptığını düşündük. Çocuklar için evrim şarkıları yaptık. “Dino’nun Şarkıları” adında ikinci albümü çıkardık. Bu albümde biyologlarla ortak çalıştık. Bizim de yanlış bildiğimiz birçok şeyi bize anlattılar, evrim eğitiminden geçtik. Üçüncü albümüz ise geçmiş yıllarda “Üç Beş Ağaç Kervanı” diye turne çalışmamız vardı. Orada çocuklara sorduğumuz bir soru öne çıkmıştı: gökyüzü kimin?.. Bu her bölgenin kendi sosyokültürel durumunu da anlayabildiğimiz bir soruydu. Bazı bölgelerde Allah, bazılarında bizim, bazılarında hepimizin yanıtlarını alıyorduk. Rize’nin Fındıklı ilçesinde, “Lazlarun” yanıtını aldık. Kıbrıs’a gidip ‘Çocuklar gökyüzü kimin?’ dediğimizde “Ankara’nın” dediler. Doğa ve ekoloji üzerine hazırladığımız “Gökyüzü Kimin” albümü bu şekilde çıktı. Dördüncü albümümüzün ismi, çocuk haklarına dair düşündüğümüzde bize çok temel gelen bir meramdan doğdu: Dersler Uzun Tenefüsler Kısa… Bir albüm hazırlığımız daha var. Orada da toplumsal cinsiyet rollerini eleştirdiğimiz şarkılar olacak.

‘ŞARKILARIN YAPIM SÜRECİNDE ÇOCUKLAR HEP EN ÖNDE’

Şarkılar çocuklarla birlikte mi yazılıyor? Albümdeki şarkıları çocukların seslendirdiğini biliyoruz.

Bütün şarkıları çocuklar söylüyor albümlerde. Konserlerde ise bizler söylüyoruz. Çocuklar şarkı söyleyerek bir taraftan da stüdyo tecrübesi ediniyorlar. Şarkıların ortaya çıkışı tamamen kolektif. Ebeveynler ve çocuklar birlikte ortaya çıkarıyor. Çocuklar genellikle ilk yazım sürecinde olmuyorlar. Problem çocuklardan alınıyor, yetişkinler yazıyor. Çocuklar tema, argüman ile ilk aşamada katkı sunuyorlar. Yapım sürecinde çocuklara kelimeler danışılıyor. Bu kelimeler hoşunuza gidiyor mu, biliyor musunuz diyoruz. Pedagojik olarak çok dikkatli olmaya çalışan bir ekibiz. Elbette neoliberal bir pedagojik yaklaşımdan söz etmiyorum. Mevcut düzenin çocuklar için yaşanabilir olmadığı kanaatinde olduğumuz için dünyayı dönüştürebilecek bir pedagojinin peşindeyiz.

“Çekirdeksiz Domates” en çok sevilen şarkılarınızdan biri. Onun yazılış öyküsü nedir?

Annenin birisi çocuğunu uyutmak için, “Çekirdeksiz domates düşmüş yollara” diyor. Sadece bu kadar. Bunu söylüyor bize ve bundan bir şarkı yazılabilir mi diyor. Biz bunu alıyoruz gıda güvenliği meselesine oturtuyoruz. Domates çekirdeklerini arıyor ama çekirdekleri yok.

 

ŞARKILAR KİTAP OLUYOR

Çekirdeksiz Domates ve Dino gibi şarkılarınız kitaplaştırıldı. Kitaplaştırma süreci nasıl işliyor? Devamı gelecek mi?

Bu konuda Moyo Masal’la birlikte çalışıyoruz. Şimdiye kadar bir nota kitabı, dört tane de şarkının öyküsünü içeren resimli kitaplar hazırladık. Bu kitapları dayanışmayla üretiyoruz. Bir miktarını belirlediğimiz yerlere ücretsiz gönderiyoruz. Bir miktarını da satış yaparak yeniden basım maliyetini karşılamaya çalışıyoruz. Devam edecek ve kendi maliyetini karşıladığı noktada hepsini, şarkılarımız gibi, herkesin internetten indirebileceği hale getireceğiz. Gökyüzü gibi herkesin, hepimizin olması ümidiyle…

‘BU ŞARKILAR KİMİNDİR GERÇEKTEN?’

Herkesin erişimine sunmaya özellikle önem atfediyorsunuz…

Nazım Hikmet’in şiirleri örneğin bir bankanın, şirketin elinde. Şirketler düzeninin karşısında bir insanken şiirlerinin telif haklarının bir bankanın elinde olması kadar büyük bir çelişki yok örneğin. Biz bir şekilde bu sistemin karşısındayız ve bunun karşısında olabilecek birtakım fiiliyatları öngörmeye çalışıyoruz. Bu şarkılar kimindir gerçekten? Çocukların süzgecinden geçen, öğretmen arkadaşın attığı fikirle, öbür tiyatrocu arkadaşın eklediği sözlerle oluşan albüm kime aittir? Gökyüzüne aittir, çocuklara aittir.

‘ÖN YARGILARIMIZI SARSMAK İSTEDİK’

Mersin’den yola çıkarak İç Anadolu turnesine başladınız. 34 konser vereceksiniz pek çok il ve ilçede. Turne fikri nasıl ortaya çıktı?

Geçtiğimiz yıl bir turne yaptık, 42 gün sürmüştü. İzmir’den çıkarak kuzeye doğru Karadeniz’den Cizre’ye ulaşmıştık, oradan da Akdeniz’e gitmiştik. O zaman bu bölgeyi atladığımızı fark ettik. Muhalif insanların İç Anadolu’ya dair bir ön yargısı var. Buna oynamak ve kendi ön yargılarımızı sarsmak istedik. Ağırlıkla da devlet okullarına gidiyoruz. Süreç üç aşamalı işliyor. Etkinlikten önce çocuklar şarkılara ve öykülere hazırlanıyorlar. Sonra etkinlik oluyor, en son da söyleşi yapıyoruz. Orada da merak ettikleri soruları soruyorlar.

 

‘ISRARI ORAYA KURMAK GEREKİYOR’

İç Anadolu’da masal duymayan çocukların olduğundan bahsettiniz sahnede. Çocukların tepkileri nasıldı?

Geçtiğimiz gün Yozgat’ın Sorgun ilçesine gittik. Merkezde etkinlik yaptıktan sonra bir öğretmen geldi ve köylerine davet etti. Bizim de yüreğimizden geçen oralarda olmak. Aldık ekipmanımızı ve gittik köye. Köyün gidiş yolu bir buçuk şeritli. Burada bir adaletsizlik olduğu belli ve gittiğiniz zaman da o adaletsizliği görüyorsunuz. Bu adaletsizlik ekonomik alandan tutun kültürel adaletsizliğe kadar… Sen nasıl bir ilkokul çocuğunu tiyatroya götürmezsin? Biz kültür insanları da buralara gitmezsek bu çocukların çaresi yok. Gitmezsek bu çocuklar için tiyatro, şarkı günah olacaktır en fazla. Gittiğimiz yerlerde, evlerde şarkı söylemenin günah olduğunu, çocukların bu tip faaliyetler içinde bulunmasının çok matah karşılanmadığını öğrendik. Bizim Çankaya’daki çocuklarla beşinci buluşmamız falandır bu ama oraya bir kere gittik, belki de bir daha gidemeyeceğiz. Israrı oraya kurmak gerektiğini düşünüyoruz. Teorik olarak bakacak olursak çocukları kültür ve sanatla buluşmaktan mahrum bırakmak suçtur, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre hak ihlalidir.

HALK SPONSORLUĞUYLA ÇALIŞIYORLAR

Birçok etkinliğinizi devlet okullarında ücretsiz bir şekilde hayata geçiriyorsunuz. Ulaşım giderleri gibi masrafları nasıl karşılıyorsunuz?

Bu turnede 34 etkinlik var, 5’i ücretli, 29’u ücretsiz. Halk sponsorluğu dediğimiz bir sistemimiz var. Bu çalışmaları onaylayan arkadaşlarımızın katkılarından oluşan küçük bir havuzumuz var. Buna halk sponsorluğu diyoruz. Albüm çıkarırken de turneye çıkarken de bunu kullanıyoruz. Dolayısıyla hiçbir şirketin sponsorluğunu kabul etmiyoruz. Bilmem ne marka bebek bezi şirketi veya bilmem ne özel okulları gelip sponsor olmak istiyor örneğin. Diyoruz ki neden? Bebek beziyle, o özel okulla bu etkinliğin ne alakası var? Halk sponsorluğunu öne çıkarmaya çalışıyoruz. (DUVAR)

gazete duvar

Share
. tarafından

Edebiyat ve sanata kadın özgürlüğünü fısıldamış bir isim: Colette

Ekim 21, 2018 de ANASAYFA . tarafından

“Yaşama dair ne gösteri varsa, hayatım boyunca en çok çiçek açmalara merak saldım… Her sabah uyandığımda dünya bana yepyeni gelir, çiçek açmaktan yalnızca ölmek için vazgeçeceğim”

Sidonie Gabrielle Colette 28 Ocak 1873’te Fransa’nın güneyindeki Saint-Sauveur-en-Puisaye’de dünyaya gelir.

Bir taşra kasabasında asker emeklisi bir bir baba ve renkli bir mizaca sahip anneden dünyaya gelen Colette, annesi sayesinde dogmalara biat etmeyen bir çocuk olarak büyür. Annesinin bu kendine münsahır, çocuklarını çok seven ama bir o kadar da çekinilen karakteri Colette’in benliğinde önemli etki yaratacaktır.

Colette’in birçok savaşta görev almış olan babası ise aslında hayatı boyunca yazmak istemiş lakin bu alanda bir türlü başarılı olamamıştır. Yaşamını yitirdiğinde ardında mürekkeple hiç buluşmamış birçok defter bırakmıştır. Boş defterler Colette’in sözcükleriyle dolacaktır.

İşte böyle bir ailede büyüyen Colette 20 yaşına geldiğinde gazeteci, yazar ve eleştirmen Willy lakaplı Henry Gauthier-Villars ile evlenir. Colette bu evlilikle birlikte büyüdüğü taşradan da ayrılır ve Paris’e taşınır.

Dolandırıcılığıyla nam salmış olan Henry’nin, yazım yeteneğini fark ettiği Colette’i bir odaya kapatıp yazmaya zorladığını belirtir bazı kaynaklar.

Ve Colette’in bu koşullarda yazdığı ancak Henry’nin adıyla yayımlanan ilk eseri ‘Claudine’ isimli roman serisi olur. Bu kötü koşullarda gerçekleşen yazım süreci Colette’in yazın dünyasına attığı adımın başlangıcı olur.

Ayıplamalarla gülerek dalga geçen Colette

Colette 1905 yılında kendisini aldatan Henry’den boşanır. Bu ayrılık Colette için güzel bir başlangıç olur ve kendi imzasıyla ilk kitabını çıkarır: ‘Hayvan Diyalogları’.

Boşanma sonrası bir süre müzikhollerde şarkı söyler. Bu sıkıntılı ancak verimli süreçte ‘Duygusal Sürgün’, ‘Avare’ ve ‘Müzikholün Diğer Yüzü’nü yazar.

Colette hem yaşamı hem de yazdıklarıyla düzenin istemediği bir kadındır. Ancak o, ne yaptığını gayet iyi bilmektedir. Kendisini ayıplayanlara dudağının kenarına yerleştirdiği umursamaz muzip gülüşle yanıt verir.

Bu dönemde Sopy Mathilde de Morny isimli kadınla yaşadığı ilişkisi ufak bir ‘skandal’ yaratır.

Kadın vücudu ve ‘kamu ahlakı’

Colette müzikhol tecrübelerinin ardından edebiyatın yansı sıra sahneye de ısınmıştır. 1906’da kısa bir tunik ve başında iki boynuz ile Mathurins sahnesinde seyirci ile buluşur. Colette bu oyunda bir bakireyi büyüleyen ve şehveti ile onu ormanın karanlıklarına doğru çeken yabani bir kadını canlandırır.

Bu temsili, Kraliyet Tiyatrosu’nda rol aldığı bir oyun takip eder. Bu oyunda Colette ve rol arkadaşı olan aktris sahnede öpüşür. Ve oyun büyük yankı uyandırır. Colette çizginin dışından gülümser toplumun diğer ve – iki – yüzüne.

Onu eleştirenler kadar alkışlayanlar da vardır elbet. Bu dönemde dönemin önemli dergilerinden ‘La Figaro’da Colette’e övgü yazısı yayımlanır.

Moulin Rouge’da oynadığı ve bir mumyayı canlandırdığı ‘Mısır Düşü’ oyunu ise tabir-i caizse yeri yerinden oynatır. Colette bu oyunda rol arkadaşıyla öpüştüğünde seyirci küfür edip, sahneye eşya fırlatmaya başlar. Saldırı öylesine büyür ki polis gelerek salonu boşaltır.

Olaylı oyunun ardından iki kadın oyuncu basın tarafından hedefe konur ve ‘ahlaki sapkınlıkla’ suçlanır. Paris emniyeti bu piyesi yasaklama kararı alır.

Bu yasak ve ayıplamalara karşı öfkelenen Colette, adeta ‘işte şimdi başlıyoruz beyler’ der ve ‘Et’ isimli oyunda kıyafetini çıkarıp memelerini açar. Alper Maritimes valisi bu iki memenin ‘kamu ahlakına zarar verdiği’ni düşünür ve piyesi yasaklamakla tehdit eder Colette’i. Derken yapılan görüşmeler sonucu Colette’in tek memesini göstermesine razı olur.

Colette onlara uymaz, bu ahlak anlayışının kadim koruyucularını önünde diz çöktürür. Bu bir kadının, basının diliyle ‘skandalların kraliçesi’nin zaferidir.

Bu oyunla Fransa’da turneye çıkar. Döndüğünde evliliği boyunca Colette’a zarar veren Willy psikolojik saldırılarına devam eder. Willy basına, Colette’in kendisini harap ettiğini söyler. Savaşı Willy başlatmıştır, Colette da buna iştirak eder. Willy’nin imzasıyla yayımlanan ‘Claudine’yi kendisinin yazdığını anımsatarak şunları söyler:

“Kişisel hınçlarını tatmin etmek için metnime birkaç cinas, müstehcen ve amiyane söz eklemekle meşguldü.”

Akademiye kabul edilen ilk kadın yazar

Colette, 1912’de ‘Le Matin’ gazetesinin editörü Henri de Jouvenel des Ursins’le evlenir. Bu evlilikten Colette de Jouvenel adını verdiği bir kızı olur. Derken savaş patlak verir Henri savaşın ardından siyasete atılır. Colette ise Matin’in yazıişleri müdürlüğünü yapmaya başlar. Bu dönemde ‘Bencil Yolculuk’ ve ‘Claudine’in Evi’ni kaleme alır.

Colette evliliğinde Henri tarafından aldatılır. Bunun ardından 1919’da yanlarına gelen Henri’nin oğluyla bir ilişki yaşar ve Henri’den boşanır. Bu ilişki ise 5 yıl sürer. Colette yaşadığı bu ilişkiyi ‘Cicim’ adlı kitabında hikayeleştirerek anlatır.

Colette evlenir ayrılır, kalbinin dikine gider, hata yapar, başarır, üzülür, mutlu olur ama sade ve sadece kendisi karar verir yürüyeceği yola. Ahlak normlarını kabullenmediği toplumun hem içinde hem de kendine özgü yaşamayı başarır. Kim ne derse desin yazar, oynar, şarkı söyler ve aşkı tüm tutkusuyla yaşar. Hayatın her zerresini tutkuyla yaşar.

1930 yılında Belçika ve Concourt akademilerine üye olur. Colette böylelikle Concourt’a kabul edilen ilk kadın yazar olma ünvanını kazanır.

1935’te Musevi bir iş insanı olan Maurice Goudaket ile evlenen Colette, Birinci Dünya Savaşı sırasında Opéra de Paris’ de balerin olarak çalışır.

Almanya’nın Fransa’yı işgal ettiği yıllarda hem eşini hem de Yahudi arkadaşlarını korumak için uğraş verir. Bu dönem onun daha dingin çağlarını oluşturur.

1944 yılında 72 yaşındayken yazdığı ‘Gigi’ adlı romanı çok büyük ün kazanır. Kitap hem filme çekilir hem de müzikal olarak Broadway’de sahnelenir.

Çiçek açmaların kadını

Eserlerinde ve oyunlarında çoğunlukla kadın özgürlüğüne odaklanan Colette, 3 Ağustos 1954’te Paris’te aramızdan ayrıldı.

Çiçekler açmanın kadını Colette, ardında onun izleri ve yaşanmışlıkları olan çok sayıda eser bıraktı. Hayatı filme konu oldu. Yaşamı dilden dile, edebiyattan sohbetlere dek uzandı.

Ve dediğini yaptı; o, çiçek açmaktan yalnızca ölmek için vazgeçti.

gazetekarinca.com


Kaynak
‘Yedi Kadın’ – Lydie Salvayre (Çeviren: Atakan Karakış) Alakarga Düşünce
Share
. tarafından

Eren Keskin: Kadınların yönetimde olduğu bir baro daha barışçıl olacak

Ekim 21, 2018 de ANASAYFA . tarafından

41 bin 77 üyesi ile dünyanın en büyük barolarından biri olan İstanbul Barosu, yeni başkanını seçmeye hazırlanıyor.

Baronun kuruluşunun 140’ıncı yılına denk gelen genel kurulda, sekiz ayrı grubun adayları ile iki bağımsız aday yarışacak.

Yarıştaki isimlerden biri de Özgürlükçü Demokrat Avukatlar (ÖDAV) grubunun adayı avukat Eren Keskin.

 

Webiz‘de Serpil Savumlu’nun konuğu olan Keskin, baro seçimlerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yargının tamamen baskı altında olduğu bir dönemde bu seçimin ‘çok önemli’ olduğu görüşündeki Eren Keskin, bunu şöyle gerekçelendirdi:

“Çünkü avukatlar, halkın haklarını savunurlar ve esas olarak biat etmemesi gereken kesimidir yargının. Yargının bir tarafıdır ama biat etmemesi gereken tarafıdır. Maalesef bizde baroların bir bölümü ve Barolar Birliği esas olarak siyasal aidiyetleri ile bakıyorlar, hukuka da böyle yaklaşıyorlar. Oysa ki avukatların, özellikle de savunmanların haklarının ihlal edildiği durumlarda siyasal aidiyetle yaklaşım olmaz. Yani son derece tarafsız bir avukatın hak ihlaline uğraması özellikle düşünce ve ifadeleri nedeniyle hak ihlaline uğraması durumunda son derece meslek etiğine uygun, meslektaşına sahip çıkan bir baro olması gerekir. Bunun şu anda maalesef uzağındayız.”

İstanbul Barosu’nun olaylara çifte standartla yaklaştığını vurgulayan Keskin, Ergenekon Davası’na gösterilen ilginin diğer avukat yargılamalarında gösterilmediğini de söyledi.

500’den fazla avukatın sadece düşünce ve ifadeleri nedeniyle tutuklu bulunduğuna işaret eden Keskin, baronun avukatlara sahip çıkmadığını belirterek, çifte standardın son bulması gerektiğini ifade etti.

‘Korku hakimken bağımsız karar üretilemez’

Eren Keskin, Olağanüstü Hal (OHAL) sürecinde avukatlara yönelik yeni yaptırımların geldiğine dikkat çekerek, ‘korku toplumu’nun yaratıldığını söyledi.

“Hakim ve savcılar da korkuyorlar. Yani bir günde görevden alınan hakim ve savcılar var. Mahkemeler toptan görevden alınabiliyor. O nedenle yargıya korku hakim olduğu zaman zaten oradan bağımsız karar üretilmesi mümkün değildir. Durumumuz tam da bu.”

Korkunun yanında bilgisizliğin de olduğunu belirten Keskin, yargının bir açmaz içinde olduğunu ve bunun siyasetten ayrı düşünelemeyeceğini ifade etti: ‘Zaten bağımlı olan yargı artık içinden çıkılamaz bir hale getirildi.’

‘Tüm ezilen sınıf ve etnik kimliklerden yana tarafız’

Yaklaşık 30 yıllık avukatlık süresince hiç böyle bir dönem yaşamadığını vurgulayan Keskin, adaylığına ilişkin ise şunları dile getirdi:

“Demokrasi, barış, insan hakları hukuku, evrensel hukuk ve kadın bakış açısı bizi belirleyen bakış açısıdır. Biz Mahmut Esat Bozkurt hukukunu ortadan kaldırmayı amaçlıyoruz. Mahmut Esat Bozkurt, Türkiye’de hukukun anayapıcısı olan kişidir. Kendisi der ki ‘Bu vatanın öz be öz evlatları Türklerdir. Her türlü hakkın sahibi de Türktür. Türk olmayanlar ise ancak hizmetçi olabilirler.’ Aynen bunu söylemiş bir kişidir. Bizim baromuz şu anda Mahmut Esat Bozkurt adına ‘insan hakları ödülü’ veriyor. Bizim farkımız bu. Biz ezilen cinsten, ezilen sınıftan, ezilen tüm etnik kimliklerden yana tarafız. Bizi belirleyen noktamız budur.”

Baro yönetimi listelerinde birçok etnik kimlikten avukatın olduğunu da belirten Keskin, Kürt sorununu ve ‘devletin koyduğu kırmızı çizgileri’ temel bir mesele olarak gördüklerini ve yüzleşme olmadan demokrasinin gelmeyeceğini vurguladı.

‘Sivil bir Anayasa hayalimiz’

Keskin ayrıca, sivil siyasetin hapiste olduğu bir zamanda sivil bir Anayasa’nın yapılmasını istemenin hayalcilik olduğu görüşünün gelebileceğini, ancak bunun hayalleri olduğunu ve seçildikleri takdirde ilk iş olarak bu konuda çalışma yapacaklarını söyledi.

‘Kadınların yönetimde olduğu bir baro daha barışçıl olacak’

Belirledikleri 10 kişilik yönetim kurulunda yedi kadının bulunduğunu da belirten Keskin, “Kadın bakış açısının her yerde egemen olması, en azından eşit olması gerekiyor. Çünkü son derece erkek egemen ve militer kurumlar yaratılıyor” dedi ve ekledi: “Kadınların yönetimde olduğu bir baro daha barışçıl olacaktır.”

Öte yandan Eren Keskin, İstanbul Barosu başkan adaylarından birinin üniversitelerden ‘barış bildirisi’ni imzaladıkları için atılan öğretim üyelerinin atılma kararlarının altında imzası bulunduğunu da sözlerine ekledi.

gazetekarinca.com

Share
. tarafından

ADKH 9. Geleneksel Eğitim Kampını Almanya’da gerçekleştirdi

Ekim 23, 2018 de ANASAYFA . tarafından

ADKH’nın her yıl düzenlediği eğitim kampının 9. bu yıl Almanya’da gerçekleşti.

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin her yıl düzenli olarak gerçekleştirilen Eğitim Kampı 19-20-21 Ekim tarihlerinde Almanya’da yapıldı. 3 gün devam eden kampta;

  Avrupa’da Gündem

  Türkiye ve Orta Doğu’da Gündem

  Kültür Sanat ve Kadın

  Kadının Gücü ve Kendi Olma Çabası

konuları üzerine tartışmalar yürütüldü, Avrupa, Türkiye ve Kürdistan’daki siyasal gelişmeler ile ilgili sunumlar yapıldı. Bu başlık altında yapılan  tartışmalarda ezilen sınıflar ve özellikle kadınların gelişen baskıcı ve ırkçı politikalardan, göç ve savaşlardan nasıl olumsuz etkilendikleri tartışıldı.

DKH temsilcisi ve HDP milletvekili Dilşat Cambaz’ın Türkiye ve Kürdistan daki gelişmeler sunumu ilgi ile dinlendi.

Dilşad Cambaz sunumunda Türkiye’deki faşist rejimin bütün muhalif güçleri susturmak istediği ve bu amaçla her türlü baskı ve yasaklamaları istedikleri şekilde pratikteki  uygulamalara dikkat çekti.Kürdistan’da emperyalist güçlerin paylaşım ve işgal politikaları da tartışıldı.

   Sanat ve Kadın konusunda;  Sanatın toplumsal gelişmelerden nasıl etkilendiği ve oynadığı rolü, sanat aracılığıyla savaşa, barışa dair görsel sanatla yapılan Dia gösterisi  düşünmeyi ve tartışmayı canlı kıldı.

Kadının Gücü ve Kendi Olma Çabası; Bu çabanın Kadının tarih boyunca yürütmüş olduğu bütün çabaların en değerlisi olduğu vurgulanarak, kadının tarihsel mücadelesi ile kendi olma mücadelesinin özdeşleştiği belirtilerek; Eğitimin, araştırmanın ve soru sormanın değişim ve dönüşümdeki önemi vurgulanarak üretimin toplumsallaşması için yeniyi yaratma mücadelesi güçlendirilmeli çağrısı yapıldı.

Her yıl düzenli yapılan kadın kampın da  tutsak köşesi oluşturuldu. Kadın tutsaklarla dayanışma kartları yazıldı ve postaya verildi.

 Yoğun, tartışmalı ve verimli geçen sunumlardan sonra kadınlar kendi seslerinden ezgileri hep birlikte söylediler.

İki günü yoğun programla  geride bırakan kadınlar, kampın üçüncü ve son gününde bu dönem yapılması kararlaştırılan merkezi kampanyanın startını verdi.

Emeğimizin Gaspı Hayatımızın Gaspıdır ; Tarihsel Direnişten Özgürlüğe Yürüyoruz.”  

şiarıyla ADKH’nın sürdüreceği kampanya tüm Avrupa çapında ele alınacak. 

Üç günlük kampın değerlendirmesini de yapan kadınlar, kadından kadına bilginin, düşüncenin, yaşanmışlıkların, sıcaklığın, sevginin ve dostluğun önemine dair paylaşımların yapıldığı  eğitim çalışması sonuçlandı. CAN TV’den Hülya Şimşek’in yer aldığı kampta çeşitli röportajlar da yapıldı.

AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ

11. Dönem Komisyonu

 

                                                                              

 

Share