. tarafından

MKP tutsağı Aysel Koç’a yönelik cinsel şiddet teşhir edildi

Ağustos 2, 2016 de ANASAYFA . tarafından

dhk-basin-aciklamasi 1Demokratik Kadın Hareketi (DKH) MKP tutsağı Aysel Koç’a yönelik cinsel işkenceyi teşhir eden bir basın toplantısı düzenledi
HABER MERKEZİ (01.08.2016) – Demokratik Kadın Hareketi (DKH) MKP tutsağı Aysel Koç’a yönelik cinsel işkenceyi teşhir eden bir basın toplantısı düzenledi.

DKH’nin düzenlediği basın toplantısına, Aysel Koç’un babası Doğan Koç ve Avukat Eren Keskin de katıldı. Basın açıklamasını DKH sözcüsü Gülden Coşkun okudu.

Coşkun’un okuduğu basın açıklamasında, hapishanede idare-asker-doktor işbirliğiyle işkence ve hak gaspları yapıldığı vurgulandı. Açıklamada “Tutsak kadınlar, erkek iktidarının bekçileri tarafından sistematik, cinsiyetçi işkencelere maruz kalıyor. Kendi iradesine sahip çıkan, eril tahakküm ilişkileri karşısında örgütlenen kadınlar sokakta olduğu gibi hapishanede de günü direnişle örmeye devam ediyor. Gebze Hapishanesi’nde bulunan Aysel Koç iktidarın erkek aklının bir pratikte teşhir olduğu cinsel işkence saldırısına uğradı. 27 Haziran tarihinde bizlere gönderdiği mektup ile hastanede doktor tarafından uğradığı cinsel işkenceyi belgeleyerek duyarlılık ve dayanışma çağrısı yaptı” ifadelerine yer verildi.

“Doktor sıfatlı tecavüzcü Cemalettin Yeşilyurt”

Açıklamada Aysel Koç’un gönderdiği mektuptan şu bölüm aktarıldı;

“Sevgili yoldaşlar jinekolojik rahatsızlığımdan kaynaklı muayene olmak için Darıca Farabi Devlet Hastanesi’ne sevkimi yaptırdım ve Cemalettin Yeşilyurt isimli “hekime” muayene olmaya gittim. İlk etapta jandarma ile diyalog kurdum ve dışarı çıkmalarını istedim. Bir şekliyle konuyu çözdük sayılır, sayılır çünkü muayeneden çıktığımda kolluk güçleri içeriye girmişti! Kolluk güçleriyle tartışmam üzerine doktor sıfatlı tecavüzcü bana “Demagoji yapma, geç paravanın arkasına” gibi bir şeyler söyledi. Bunun üzerine tartıştık, hasta haklarımı sıraladım. Yine demagoji yapma dedi ve muayene odasına geçtim bir an önce oradan çıkmak için. Henüz hazırlanmamışken içeri girdi, dışarı çıkmasını söyledim, çıktı ve geldiğinde makinenin başlığını değiştirmesini istedim değiştirdi ama nasıl?! Sonra aleti hızla rahmime soktu ve dışarı çıktı. Aleti kendim çıkardım, sonra hazırlandım ve hapishaneye döndüm. Kanamam hastanede başladı. Ertesi gün hapishane doktoruna çıkarıldım. Yaklaşımı şöyle; “Cemalettin bey iyi bir hekimdir, kötü gününe denk gelmişsin” İki hafta ağrı çektim. TTB ve savcılığa başvurdum. Savcı beni yıldırmaya çalıştı. Ya onun sözcükleriyle suç duyurusunda bulunacaktım ya da odadan çıkacaktım. “Resmi” bir belge olsun diye suç duyurusunda bulundum. TTB’de, savcılıkta soruşturmaya yer olmadığına karar vermiş. Buraya geldiğimde yoldaşlara anlattım ve devamını biliyorsunuz. Utanması, sakınması gereken kişi ben değilim. Kadının-ların kurtuluş mücadelesini veren biri olarak basit kaygılara kapılmamda olası değil. Neler yaşadık, neler yaşayacağız, bir yığın örneği var elbette bu dava burada kalmamalı!”

Açıklamanın devamında OHAL’le birlikte bu işkencelerin daha da yaygınlaşacağını söyleyen Coşkun, “Her zamankinden fazla mücadeleye kenetlenmeli, saldırılara karşı her yerde ses çıkarmalı, topyekun direnişi güçlü bir şekilde örmeliyiz” dedi.

“Suç duyurusunda bulunacağız”

Açıklamada son olarak cinsel işkenceyi meşrulaştırmaya çalışan Sağlık Bakanlığı, TTB, hapishane idaresi, Darıca Farabi Devlet Hastanesi ve Cemalettin Yeşilyurt hakkında suç duyurusunda bulunacağı ifade edildi.

Basın toplantısında konuşan Avukat Eren Keskin ise, Aysel Koç’un epilepsi hastası olduğunu ve sırf bu yüzden dahi daha özenli davranılması gerektiğini, Koç’un bu durumda 7 ayrı hapishaneye sürgün edildiğini aktardı.

Keskin, askerlerin muayene odasından çıkarılmamasının ve savcılığın olayı ciddiye almamasının İstanbul Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu söyledi ve “Bu açıklama bir suç duyurusudur. Ancak buna karşın ayrıca suç duyurusunda bulunacağız” dedi.

Cinsel işkencenin psikolojik boyutlarına dikkat çeken Keskin, Aysel Koç’un bir an önce Çapa’ya sevkini istedi.

Aysel Koç’un babası Doğan Koç ise, kızı Aysel’in hapishanede sürekli olarak işkence gördüğünü, son yaptığı görüşte kızının kolunda sorun olduğunu ve sorduğunda ise doktorun işkencesi sonucu olduğunu öğrendiğini söyledi.

Basın toplantısına son olarak Gülden Coşkun, Aysel Koç’a yapılan cinsel işkence özelinde tüm kadınlara yönelik bu tür saldırıların üzerine gideceklerini ifade etti.

halkingunlugu.net

Share
. tarafından

Bakırköy’de devrimci tutsaklar koğuşları ateşe verdi

Ağustos 2, 2016 de ANASAYFA . tarafından

284417_10150257051693271_1473192_n1-642x320

Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi’nde görüş hakkı gasp edilen tutsaklar protesto amacıyla koğuşlarını ateşe verdi

HABER MERKEZİ(02.08.2016)- OHAL ilanıyla birlikte hapishanelerde işkence ve hak gaspları artıyor. Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi’nde de tutsaklar dün görüşe çıkarılmadılar.

Bakırköy Hapishanesi’nde görüş hakkının gasp edilmesine, kitapların verilmemesine ve sohbet hakkının uygulanmamasına karşı devrimci tutsaklar koğuşları ateşe verdi.

C-9 ve C-10 koğuşlarındaki DHKP-C’li tutsakların eyleminin ardından hapishaneye ambulanslar girip çıkmaya başladı.

Ateşe verilen koğuşlarda 30 tutsak olduğu belirtilirken, TAYAD’lı Aileler de hapishane önünde beklemeye başladılar. Tutsaklar hakkında bilgi almaya çalışan ailelere polisler “Bilgi alın gidin” dayatmasında bulundu. Aileler ise hapishane önünde beklemeye devam ediyor.

Hapishane önüne gelenler de polisin GBT ve üst arama dayatmasıyla karşılaşıyor.

Hapishane önünde açıklama

Bekleyiş devam ederken hapishane önünde sürece dair Av. Barkın Timtik tarafından açıklama yapıldı. Timtik, DHKP-C tutsaklarının 10 Temmuz’dan bu yana karşılaştıkları baskı ve tecrit koşullarına karşı direniş başlattıklarını hatırlattı. Tutsakların sınırlı sayıda kişiyle görüşe çıkartılmasını, kitap yasaklarını teşhir etti. OHAL gerekçesiyle artan baskılara dikkat çeken Timtik, Bakırköy’de dün tutsakların koğuşları ateşe verdiğini belirtti.

Timtik, hapishane yönetimi ve savcılığın koğuşlara bir müdahalede bulunmadığını ancak Adalet Bakanlığı emir verirse koğuşlara gireceklerini ifade etti. Hapishane önündeki desteğin önemine dikkat çekti. Burada kalmaya devam edeceklerini söyleyen Timtik, tutsakların sağlık durumlarının iyi olduğunu belirtti. Diğer koğuşlardaki tutsakların da kapı dövme eylemiyle destek verdiklerini sözlerine ekledi.

Share
. tarafından

Brezilya’da Kadınlar İçin Yasa Var Uygulama Yok!

Ağustos 5, 2016 de ANASAYFA . tarafından

3204E6B800000578-0-RIO_DE_JANEIRO_BRAZIL_MARCH_08_Activists_and_supporters_chant_du-m-74_1457524489535
Kadına yönelik şiddetin ve katliamların sıkça yaşandığı Brezilya’da yasalar olmasına rağmen ne polis ne de mahkemeler üzerlerine düşen görevi yerine getirmiyor
HABER MERKEZİ(05.08.2016)-
Kadına yönelik şiddetin ve katliamların sıkça yaşandığı Brezilya’da yasalar olmasına rağmen ne polis ne de mahkemeler üzerlerine düşen görevi yerine getirmiyor. Brezilya’da kadına yönelik şiddetle mücadele çalışmalarında yer alan Ana Cláudia Mendes, caydırıcı cezaların verilmemesi nedeniyle kadın katliamlarının arttığını söylüyor.

Latin Amerika dünyada kadın katliamlarının en yüksek olduğu kıta. Brezilya dahil bölgede bulunan birçok ülkede kadın katliamları ve kadına karşı şiddete karşı yasalar olsa da hayata geçmiyor. Kadınlar için tehlikeli ülkeler arasında bulunun Brezilya’da her iki saatte bir kadın katledilirken, her 15 saniyede bir ise bir kadın saldırıya uğruyor. www.npr.org, İnsan Hakları Ülke Meclisi İçin Şiddet Gözlemevi’nin konuyla ilgili araştırmasına yer verdi. Araştırmaya göre, Brezilya’da son 4 yılda kadına yönelik şiddet yüzde 39 oranında artarken, 2014 yılından bu yana ise 120 kadın katledildi.

Alexsandra göz göre göre katledilmiş

Alexsandra Moreira da erkek şiddetine uğrayan ve katledilen kadınlardan biri. Eşi tarafından 18 yıl boyunca sistematik şiddete maruz kalan Alexsandra, yaşadığı şiddeti polise bildiriyor. Şikayet üzerine bir kadın sığınma evine yerleştirilen Alexsandra için tehlike geçmiyor. Sığınma evi Alexsandra’nın eşi için uzaklaştırılma kararı çıkarılmasını istiyor ancak mahkeme sığınma evinin bu talebini reddediyor. Bunun üzerine sığınma evi de Alexsandra’nın yer değiştirmesini istiyor. Bunun üzerine ailesiyle birlikte yaşamayan başlayan Alexsandra, eşinin ölüm tehditleri ile karşı karşıya kalıyor. Komşularının söylemine göre, Alexsandra ve ailesi birçok kez polisten onlara yardım etmesini istemiş ama polis hiç birşey yapmamış. Aralık 2015’de 32 yaşındaki Alexsandra işe giderken eşinin saldırısına uğrayıp katlediliyor.

Alexsandra’nın kız kardeşi Silva, “Erkekler bir kadınla olduklarında onlara sahip olduklarını düşünüyorlar. Polis ve mahkemede daha önceden müdahale etseydi kız kardeşim öldürülmezdi” diyor.

Ülkede kadına yönelik şiddetle mücadelede yürütülen çalışmalarda yer alan Ana Cláudia Mendes ise, şiddet olaylarının genelde Kuzey Brezilya’da yaşandığını belirterek, ülkedeki güvenlik güçlerinin ve mahkemelerin erkek şiddetini açığa çıkarıp cezalandırması konusundaki yetersizliğini eleştirdi.

Kaynak: Jinha

Share
. tarafından

‘Kadınlar ve LGBTİ’ler olarak ortak mücadele hattı örmeliyiz’

Ağustos 11, 2016 de ANASAYFA . tarafından

kadin-sayfasi
“Kadın cinayetlerinin bu kadar yoğun olduğu bir coğrafyada silahlanmanın körüklenmesi, böyle bir süreçten yararlanarak silahlanmanın önünün açılmasının en fazla kadınlara zarar vereceğini düşünüyoruz. Bu kavga militer güçlerin arasındaki bir kavga, buradan bir demokrasi çıkmaz.”
HABER MERKEZİ (10.08.2016) – OHAL, darbe ve savaş süreçlerinden toplumsal olarak en çok etkilenenlerin başında kadınlar ve LGBTİ’ler geliyor. 15 Temmuz’da yaşanan darbe girişimi ve hemen ardından ilan edilen OHAL süreci içerisinde kadınlara ve LGBTİ’lere yönelik geliştirilen saldırılarda bu durumun kanıtlayıcısı oluyor. Geçmişten bugüne zaten fiili bir OHAL süreci yaşayan kadın ve LGBTİ’ler, bu süreçle birlikte de siyasi iktidarın da doğrudan hedefleri arasında… Bu yaşananlar ışığında kadın ve LGBTİ’lerle son sürece ve çözüm yolları üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.

OHAL ve darbe süreçlerinin kadınlara nasıl yansıdığını 80 ve 90’lı yıllardan biliyoruz. Fakat bugün ilan edilen OHAL’in demokrasi güçlerine çok daha farklı yansıyacağı aşikar. Bu sürecin kadınlara ve LGBTİ’lere yansıması nasıl olur? Ve bu süreç kadın ve LGBTİ örgütleri tarafından nasıl karşılanmalı?

Gülden Coşkun – Demokratik Kadın Hareketi

Aslında bir bütün olarak tüm savaş süreçlerinin ilk elden hedefini kadınlar oluşturuyor. Buna neden olan algıya dair birçok şey sıralayabiliriz. Erkek egemen bir sistemin var olması, kadına yönelen şiddet aracılığı ile kadının dâhil olduğu topluluğun, milliyetin, örgütlenmenin vs. cezalandırılabileceği anlayışı gibi. Tabi bir de örgütlü kadına yönelen saldırılar var. Burada egemenler örgütlü kadının iradesinin nerelere varabileceğini açık bir biçimde gördüklerinden ve deneyimlediklerinden dolayı diğer kadınlara mesaj vermek için pervasızca saldırıyor. Taybet İnan’ın 7 gün sokak ortasında bekletilmesi, Ekin Wan’ın teşhir edilen bedeni, katledilen 3 Kürt kadın siyasetçi bu anlayışın ürünü olarak karşımıza çıkıyor. OHAL ile birlikte ilerici güçlere yönelik yoğun bir saldırı döneminin başlatılacağı aşikâr. Nitekim biz bunu 80’li yıllardan, 90’larda Kürdistan illerinde yaşanan katliamlardan, Eskişehir’e işkence yapıldıktan sonra kitlesel olarak sürülen trans kadınlardan biliyoruz. Bu süreci nasıl karşılamamız gerektiğine dair sorulan soruya şöyle cevap verebiliriz. Bildiğiniz gibi 90’lı yıllarda gerçekleşen OHAL uygulaması beraberinde kadına yönelik birçok saldırıyı getirdi. Gözaltında tecavüz, işkence uygulamalarından bölgeyi insansızlaştırmaya kadar. Fakat o dönem Kürt kadını çok yalnız bırakıldı ve bu suçların üzeri kapatıldı. 90’larda Kürt kadınlarının yaşadıklarını bugün bir bütün olarak kadınların yaşamaması ve bu ohallere karşı mücadele etmek için ortak bir platform oluşturulması gerektiği kanısındayız. Bunun çalışmalarını Demokratik Kadın Hareketi olarak örmeye başlıyoruz. Bu platformun amacı yasal haklarının tümden askıya alındığı böyle bir süreçte OHAL kapsamında kadınlara yönelen saldırılara karşı bir arada durma, belgeleme, uluslararası ve yerel bazda lobi çalışması yapma ve en geniş kadın katılımı ile hak ihlallerine karşı özsavunma zeminini hazırlamak olarak tanımlanabilir. Kadınların ve LGBTİ’lerin bu süreçten en az hasarla kurtulmasının en önemli ayaklarından birinin bu platform olacağı inancındayız.

Eren Keskin – İnsan Hakları Savunucu – Avukat

Olağanüstü Hal Kanunu 12 Eylül Askeri Darbesi’nin ürünü bir kanundur. Şimdi hükümet ve esas olarak cumhurbaşkanı bir askeri darbeye karşı yine askeri militarist yöntemlerle karşı koyuyor. Yani militarizmin, militarist güçlerin kendi aralarındaki kavga halka bir baskı olarak yansıyor. Çünkü olağanüstü hal yasası aslında yaşama hakkını ve işkence görmeme hakkını garanti altına alıyor. Ama biz daha önce Kürdistan’da olağanüstü halin nasıl uygulandığını çok iyi biliyoruz. Yani özellikle AİHS’nin askıya alınmasının nasıl sonuçlar yarattığını çok iyi biliyoruz ve “TC” devleti bir hukuk devleti değil. Bu dönemde biz yine gözaltında kayıpların, işkencelerin, cinayetlerin artacağını düşünüyoruz, çünkü büyük bir silahlanma olduğunu görüyoruz. Ve aslında alttan alta ve hatta bazılarını bakanlarda açık açık söylediler bireysel silahlanmanın önünün açılacağını hatta silahlarınızı alın gelin sokaklara çıkın demelerini biz gördük. Şimdi silahlanma demek o silahın ilk önce en yakınındaki kadına dönmesi demektir. Kadın cinayetlerinin bu kadar yoğun olduğu bir coğrafyada silahlanmanın körüklenmesi, böyle bir süreçten yararlanarak silahlanmanın önünün açılmasının en fazla kadınlara zarar vereceğini düşünüyoruz. Bu kavga militer güçlerin arasındaki bir kavga, buradan bir demokrasi çıkmaz. Sokaklara baktığımızda bu kavgada demokrasi isteyen taraf olarak görünenlerin yine ağırlıklı olarak İslamcı ve faşist güçler olduğunu görüyoruz. Örneğin; Taksim’de günlerdir kadınlar yürüyemiyorlar belirli saatlerden sonra… Giyim kuşamları üzerinden saldırıya uğrayanlar, sözlü, küfürlü saldırıya uğrayanlar var. Ve tabi bu arada en büyük tehlike altında olanlardan bir kesimde LGBTİ bireyler, özellikle de trans kadınlar. Çünkü bu coğrafyada şuan demokrasinin bekçisi olarak sunulan bu feodal yapı aslında LGBTİ bireylere karşıda büyük bir saldırganlık içinde. O nedenle biran önce herkesin iyice bir düşünmesi gerekiyor. Yani bu süreçten yeni bir baskı süreci ile çıkılmaya çalışılırsa bu coğrafyada iç savaş çıkar. Bunun dışında tek yol demokratikleşmedir. Ama bunun da şuan en ufak belirtisini bile görmüyorum.

Zelal Demir – İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği

Kadın ve LGBTİ’ler  için uzun zamandır uygulanıyordu OHAL… Sadece adını koydular; resmileştirdiler. Biz bunu Ekin Wan’ın bedenine yapılan işkence ile görmüştük. Taybet Ana’nın cansız bedenini günlerce yattığı yerden alamadığımız zaman görmüştük. İki yıldan beri yapılamayan onur yürüyüşlerinde de gördük. Hani derler ya; savaşın da bir ahlakı vardır diye… Bu topraklarda özellikle kadın ve LGBTİ’lere karşı yürütülen savaşın hiç bir zaman bir ahlakı olmadı. Çünkü devlet bizleri bedenimiz ve kimliğimiz üzerinden vurmaya çalıştı hep… Şimdi Temmuz ayı itibariyle üç aylık bir OHAL ilan edildi ki, daha da uzaması gündemde. Bizlerin hayatında çok da bir değişiklik olmayacak. Devletin kendi eliyle uyguladığı şiddet, hiç bir zaman azalmadı bizler için. Devlet şiddeti dışında sokaklarda gerici paramiliter gruplar sadece işin farklı bir boyutu olarak sayılabilir. Ama bizler direnmeyi, mücadele etmeyi bilen bir neslin mirasçılarıyız. Kimseye pabuç bırakacak değiliz.

Elif Kaya – Yeni Demokrat Kadın

Aslında bir yılı aşkın süredir, çözüm sürecinin bitmesi ile birlikte OHAL uygulamalarını yaşıyoruz. Cemaat ile devletin iç çatışması vesilesi ile devlet, OHAL’i resmi olarak deklare etmiş oldu. OHAL ile aslında devletin iç klikleri arasında ki o çatırdamayı düzeltmek, AKP özgülünde devletin kendini devlet içerisinde yeniden dizayn etmek gibi bir dert var. Bütün bunlara kadınlar cephesinden de baktığımızda aslında OHAL ve uygulamalarının bir yılı aşkın süredir yaşandığını görüyoruz. Devletin geliştirdiği her türlü saldırıda kadınlar özel bir hedef haline gelmeye başladı. Gelişen kadın mücadelesinin devleti daha çok pervasızlaştırdığını ve azgınlaştırdığını da görüyoruz biz. Neden? Çünkü kadınlar ciddi bir güç olarak devletin ve erkek egemenliğinin karşısında duruyorlar. Doğallığında, devlette kadın bilincinin ve kimliğinin gelişimini durdurmak için savaşta da kadın bedenini ve kimliğini hedef alıyor diye düşünüyoruz. Bununla mücadelenin yöntemlerine dair birkaç bir şey söylemek gerekirse, kadın örgütlülükleri etrafında geniş kadın kitlelerini bir araya getirdiğimizde aslında buna çok somut cevap olabiliyoruz, devlete geri adım da attırabiliyoruz, bir sürü kazanımda elde edebiliyoruz. Kürtajın yasaklanması ve Özgecan’ın katlini buna örnek verebiliriz. Kobané direnişinde kadınların rolünün, bunun Türkiye’deki kadın mücadelesine yansımasının önemli olduğunu düşünüyorum. Bunlar bizi güçlendiren şeylerdi, bir araya getiren temel meselelerdi. Bu açıdan kadın örgütleri olarak daha fazla bir arada durabilmenin yol ve yöntemlerini biz açarsak, kadınların da etrafımızda daha güçlü bir araya gelebileceğini düşünüyoruz.

Berfin Azdal – HDP PM Üyesi

15 Temmuz darbe girişimine karşı sokağa çıkan kitlenin dün İstanbul’un Kocamustafapaşa ilçesinde genç bir kadına “Neden açık giyindin, darbecisin” diyerek saldırdığı haberi geldi. 15 Temmuz’u, “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendiren Erdoğan ve siyasi iktidarsa ilan ettiği OHAL kapsamında, yayınladığı ilk KHK ile gözaltı süresini 30 güne çıkardı ve ilk uygulama olarak Dersim’de Suruç Şehidi Cebrail Günebakan’ı anmak isteyen devrimci gençlere şafak baskını düzenledi. Baskında genç kadınlar fiziksel ve psikolojik işkencenin yanında cinsiyetçi küfürlere ve tecavüz tehditlerine maruz kaldılar. OHAL Türkiye Devleti’nin yönetim şekli haline gelmiş tecavüz kültürünü pekiştirecektir. Kadınlar ve LGBTİ’lere etkisi gözaltında taciz, tecavüz,   tehdit, cinsel işkence şeklinde olurken gündelik hayattaysa sokaklarda ve meydanlarda özgürce var olamama  olacaktır. Bugün bu gerçeklik karşısında halkların, kadınların, gençlerin, LGBTİ’lerin, emekçilerin tek çıkışı anti-faşist cephede birleşmektir. Kadınlar ve LGBTİ’ler olarak kendimize yönelen sözlü, fiziksel, psikolojik taciz ve şiddet durumlarında özsavunmamız meşrudur. Patriarkal zihniyete hiçbir şekilde göz açtırmamak gerekir bu çetin savaşta. Çünkü OHAL’in de darbenin de ilk hedefi direnişçi kadınlar ve LGBTİ’leridir.

Esra Çiftçi ( Gazeteci)

Şimdi, öncelikle biraz darbe girişimini konuşmamız gerekiyor. “TC” tarihi 10 yılda bir gerek darbe, gerek muhtıra adı altında olağanüstü halleri hep yaşatmıştır. Bu olağanüstü halleri eğer darbeyse bunun karşılığı her zaman kriz dönemlerinde ortaya çıkmıştır. Bir ülkede demokrasi yoksa barış yoksa bütün mevcut sorunlar yani Kürt sorunu, kadın sorunu, işsizlik gibi bütün ekonomik sorunları kapsayan sorunlar çözülmediği sürece her zaman bu tarz krizler ortaya çıkar. Birincisi şuydu; darbe karşıtlığı üzerinden sokağa çıkan bir güruh vardı. Halk demiyorum, toplum demiyorum, bir güruh diyorum. Bu güruh çok ilginçtir. Sloganları hemen hemen bütün mahallelerde, Taksim’de ve her nerede çıktıysalar sloganları hep cinsiyet temelliydi. Yine hatırlarsınız bir asker, polis tarafından gözaltına alınıyor ve ona çocuğun var mı diye soruyor. Asker de evet, var. 8 aylık diye cevap veriyor. Polis de onu bilmem ne yaparım diyor. Bu tarz şeyler yaşanıyor.

Hani yine çok klasiktir. Savaşın en önemli mağdurlarından biri kadınlardır. Doğrudur. Çünkü bütün savaşlarda, darbelerde, kargaşalarda kadınlar her zaman savaş ganimeti olarak görülmüştür. Nitekim 15 Temmuz ve sonrasında yaşananlarda bize bunu gösterdi. Bu anlamda biz kadınlara neler düşüyor? Tabi ki örgütlü olmak düşüyor. Ama örgütlü olmakta yetmiyor. Kadınların artık gerçekten öz savunmasını gerçekleştirmesi gerekiyor. Çünkü biz artık sokakta, her alanda hani o sadece erkek şiddeti, klasik anlamda şiddetle karşı karşıya değiliz. Direk militarizmin, devletin beslediği ve “erkekleşmiş” şiddetin bir parçası olma durumundayız. Benim çok sevdiğim bir söz var.  Hani derler ya “ göz renklerimiz farklı da olsa, gözyaşlarımız aynıdır” diye. Biz kadınların sosyal statüsü ne olursa olsun, yaşadığımız şiddet aynı. Hiç biri birbirinden farklı değil. Benim bireysel anlamda ekonomik gücümün iyi olması veya olmamasının psikolojik şiddetten beni korumadığı ortaya çıkan bir durum. Yani sokaktaki kadın hemcinsi ne yaşıyorsa, o özgürleşmediği sürece benim zaten bireysel özgürleşmem mümkün değil. Şimdi durum böyleyse biz önce kadınlar arasında toplumsal barışı sağlayacağız. Ve bu erkekleşmiş militer devletin ve erkek toplumun gerekirse kafasına vura vura barışı ve eşitliği anlatmamız gerekiyor. Ve yılmamamız gerekiyor.

Senem Alp- Feministler İzmir

15 Temmuz öncesinde de sokakta artan muhafazakârlığın hedefi çoğunlukla LGBTİ’ler ve kadınlardı. Ancak 15 Temmuz sonrası bu muhafazakârlık ve oluşan şiddet, adeta devlet eliyle meşru zemin kazandı. Sokaklarda yapılan saldırılar ve politik dilden anladığımız üzere 7 Haziran sürecinde görünürlüğü iyice artan kadınlar ve LGBTİ’ler, hem toplumsal hem siyasi olarak yeniden geriye çekilmeye çalışılacak. Görünürlük mücadelesi bu anlamda daha da zorlaşacak. Devlet kademelerinin yeniden organize edilmesi ve OHAL sürecinde kanun hükmünde kararnamelerin etkisiyle bu baskı politikasının etkisini daha hızlı görmek zorunda kalabiliriz. Keza özellikle LGBTİ’lere yönelik baskı ve şiddet “toplum huzuru” bahanesiyle meşruluk kazandığı gibi yasal zeminlere de taşınabilir. Şu an için bu uzak vadeli bir kaygı olsa da ülkede her şeyin mümkün olduğunu 15 Temmuz gecesi canlı canlı izledik. Açık giyinmenin ve hatta kapanmamış olmanın hayati riske dönüşme ihtimali -ki dönüştüğü spesifik örnekler var- bir dönemden geçiyoruz. Bu noktada OHAL hâlihazırda sistem içi olan insanların hayatında bir şey değiştirmeyebilir. Ancak batıdaki muhalif hareket için çok hareketli günlerin geldiği bir gerçek. Kürdistan’da aylardır süren bir OHAL var. Aynı şekilde süren bir direniş de var. Ancak batıda otobüste yanına oturan kişinin kim olduğunu bilemiyorsun. Bu ciddi bir paranoya toplumu yarattı. Yıllarca Kürtlere susan insanların “şimdi anladım” demesi çarpıcı bir durum bu açıdan. OHAL’le birlikle kanun hükmünde kararnameler gündeme geldi. Gözaltı süreleri uzatıldı, avukat takibi kısıtlandı. Bu durum taciz ve tecavüzün önünü büyük oranda açacaktır. Bunu seksenlerden doksanlardan çok iyi biliyoruz. Peki, ne yapmalı? Bize göre salt AKP karşıtlığına odaklanmış sınırlı bir politika alternatif üretmekten uzak bir sinizme sürekler. Ki öyle de oldu. Uzun zamandır sokak hareketleri çeşitli politik söylemlerle kendisini geri çekti ve aslında sokağı kaybettik. Yapılması gereken bu süreçten hasar almadan çıkılabileceği yanılgısından kurtulup düşlediğimiz dünyayı tam da bugünden kurmaya çalışmaktır. Bunu yolu istediğimiz şeyi söylemekten geri durmadan sürekli eylemektir.

halkın günlüğü

Share
. tarafından

Darbenin Ganimetleri Vatan, Millet ve Kadın

Ağustos 11, 2016 de ANASAYFA . tarafından

kizil-bayrakli-kadin
AYCAN SOLMAZ – 
Bugüne kadar yapılan darbelere farklılığı ile katkıda bulunan darbe girişimi, iktidarın politikasıyla toplumu tekçilik üzerinden yeniden dizayn eden bir hal aldı. Kürtlere, sosyalistlere, devrimcilere, muhaliflere karşı operasyonlara her an hazır, NATO’nun güçlü ikinci ordusu olan,  düne kadar  “kahramanlık” mertebesinden hiç taviz vermeyen TSK, halkına kurşun sıkacak kadar “alçaldı”. Vatanı kurtarma görevi de tankların önüne siper olan tekbir getiren cihatçı  “halka” verildi. Halkı sokağa çağıran vatanseverlik adına kendi askerini linç ettiren, sosyal medyada, sokakta linç muhafızları gibi çalışan cihatçılar savaş ganimetini de ilan ettiler. Cemaatin servetine iktidar el koydu (okul, üniversite, hastane, tersane, holding vs). Darbecilerin “karıları”  ”savaş ganimeti olarak milletindir”  açıklaması da vatanı koruyan iktidar yanlısı, Trabzonspor yöneticisi tarafından yapıldı.

Gündelik yaşam içerisinde orduya, askere hep ‘güven’ duyulmuştur. Ordu, ülkenin çıkarlarını ve ”bölünmez bütünlüğünü” korur diye yıllarca öğretildi. Yine, gerici eğitim sistemi içerisinde okullarda tarih, inkılap tarihi vb. dersleri yetmedi. Milli Güvenlik dersleriyle de askeri komutanların teşrifiyle bizzat militarizm eğitimi verildi. Askerlikle pekişen ‘Her Türk Asker Doğar’ anlayışı, kültürel bir öz olarak toplumu ve erkeği şekillendirdiği gerçeğini kabul edersek, kadını savaş ganimeti olarak gören sivil militerliği de görmüş oluruz. Kadınların, anne ve eş olarak milletin askeri gücünü yeniden üretmeye ve desteklemeye katıldıklarını da göz ardı etmemek gerekir. Asker anaları, evlatlarıyla her daim gurur duyar, öldüğünde de askeri törenler aracılığıyla tüm evlatlarını milliyetçiliğe feda etmeye hazır olduğunu acıyla söyler. Militarizmi besleyen bu yaklaşım aynı zamanda ölümü de kahramanlaştırarak sivil militarizmin gündelik hayata yayılmasının da aracı olur.  ”Kadın özünde barışçıldır” anlayışı toplumun politik tercihlerini (bilinçli ya da bilinçsiz) görmemektir. Bu aslında kadının genetik kodlamalar üzerinden siyasetle ilişkisini pasifleştirerek soyun, ulusun, devletin devamlılığı açısından kadınlık ve annelik rollerini oynaması anlamına gelir. Aynı zamanda aktif siyasete katılan kadını da ‘ötekileştiren’ bir anlayıştır.

‘Adam’ olmanın kriteri olan zorunlu askerlikte verilen eğitim (psikolojik, askeri, kültürel eğlencelerde dâhil) kutsal görev olan ulusunu, vatanını, milletini koruma üzerinden tek din, tek dil, tek bayrak şekillenişi ile askeri görevi bitirip sivil hayata karıştıklarında da üniformasız sivil militerler olarak ulusçuluğu, ‘eğitilmiş, hizaya getirilmiş’ erkeklik rolleriyle yeniden üretmeye devam ederler. Sivil milliterliğin gündelik hayatta görünür hale gelmesi ırkçılığın teşhir olmasını da sağlar. 2001‘de Yeniden Müdafai Hukuk Hareketi partileşme süreci içinde ”Milli Göreve Çağrı” başlığıyla siyasi partileşme sürecine gireceğini ilan etti. 1.Ordu Komutanı emekli Orgeneral Hurşit Torun’un başkanlık yapacağı partide  ”egemenlik hakkını kullanarak” emekli askeri personeli siyasete davet etti. Sivil giyinen militarizmin yapacağı siyaset, militarizmin sivilleştirme çabasıdır ki, bunu 15 Temmuz ve sonrasında yansıyan sokak manzaraları ve her kesime yönelik yapılan operasyonlarla görüyoruz. Asker eşlerine tecavüzü savaş ganimeti olarak gören anlayışın parçası olarak kadını mülk ve namus üzerinden objeleştiren görüntüler de ekranlara düştü.

Güç, mülk ve namus değeri atfedilen “at, avrat, pusat” üçlemesi ile uzun bir tarihi geçmişi olan ve günümüze kadar gelen yine en büyük adaleti mülkün temeli sayan iktidar, kadını erkeğin namusu ve mülkü olarak gördüğünü gözaltına alınan “darbeci hain” askere bu sefer “kahraman” polisi vesilesi ile inceltilmiş işkence yöntemiyle, “kızın var mı?” sorusunu sorarak gösterdi. 21.yy ‘modern’ Türkiye’sinde kadın, darbenin ganimeti, gözaltında işkence aracı ve namus simgesi olarak bu iki örnekle tekrar hatırlatıldı bize.

Cizre’de taş üstünde taş bırakmayan, bodrumlarda Kürdü yakma emri veren, iktidar için dünün “kahramanları” generaller ve diğer rütbeli-rütbesizler bugün gözaltında kendi emniyet ve ordu güçlerince işkenceye maruz kalıp bir kısmı da öldürülerek tarihin en büyük “hainleri” olarak lanse ediliyor.(Burada parantez açarak kısaca da olsa vurgulamak isteriz ki bizler işkencenin her türüne, kime uygulanırsa ve kimden gelirse gelsin tartışmasız her şart ve koşul altında karşıyız ve işkencenin bir insanlık suçu olduğunu belirtiyoruz)

AKP, devleti ve iktidarını “ne pahasına olursa olsun” koruyacağını ve kollayacağını herkese ilan etti. Bütün bu tablodan sonra devletin içinde ya da dışında, seçilmiş hükümette ya da devlet yönetim organlarında birbirini alt ederek gerici iktidarlarını güçlendirme dalaşındalar. Bu tabloyu ‘Filler tepişir çimenler ezilir’ klasik cümle ile ifade edeceksek bizim payımıza düşenin de direnmek olduğunu hatırlamak-hatırlatmak durumundayız. Faşizmi bütün kurumları ile hayata geçiren tecavüzcü iktidarın zihniyeti ve uygulamaları, en nihayetinde üzerinden yükseldiği sisteminden ayrı düşünülemez.

Gerici iktidarların ideolojik-siyasi-askeri garantörlerinden resmi/sivil silahlı güçlerinin varlık gerekçelerini her fırsatta teşhir etmeliyiz. Silahlı kurumlarının ateşlerini genellikle ezilen milyonlara; gerektiğinde de kurumlar arası birbirlerine doğrultmalarının hedefinde iktidarlarını daha da güçlü kılmak olduğunu teşhir etmeliyiz. Daha da önemlisi yükseltilen faşizme karşı mücadele eden kadınlar olarak ezilen halkın direnme hakkı ile her alanda Sosyalist Halk Savaşını örgütlemeliyiz.

Kendi içine yönelmiş gibi görünen bu dalaşın faturasını da ödeyecek olan başta örgütlü kesim ve ardından ezilen-emekçi halk olacaktır. Gelişecek faşist dalgaya ve ‘hizaya getirme’ operasyonlarına karşı hizaya girmeyeceğimizi yüksek sesle söylemeliyiz.

halkın günlüğü gazetesi Sayı 127

Share
. tarafından

İHD: ‘Nefret cinayetlerini dayanışmayla sonlandıracağız’

Ağustos 17, 2016 de ANASAYFA . tarafından

istanbul-tarseksuel-cinayeti-basin-toplantisi-17-08-16--003-AA
İHD İstanbul Şubesi, nefret söylemleri ve cinayetlerine tepki gösterdi. Trans kadın Hande Kader’in katledilmesini insan hakları savunucuları, katliamın failleri bulunana ve yargılanana kadar mücadele edeceklerini vurguladı. Nefret cinayetlerine karşı dayanışma çağrısı yapıldı
HABER MERKEZİ(17.08.2016)- 
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, yakılarak katledilen trans kadın Hande Kader ve giderek artan nefret söylemleri ile nefret cinayetlerini protesto etti.

Şube binasında düzenlenen basın toplantısına İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği ve bağımsız LGBTİ’ler katıldı. İHD üyesi Derya Gazioğlu, Hande Kader’i yakan zihniyetin DAİŞ zihniyeti olduğunu kaydetti. Gazioğlu, 14 Ağustos 2016 günü İstanbul Zekeriyaköy’de yakılarak katledilen trans kadın Hande Kader’den 6 Ağustos’tan yaşamını yitirene kadar haber alınamadığının altını çizdi.

‘OLAY YOK SAYILDI SESSİZLİKLE GEÇİŞTİRİLMEK İSTENDİ’

Gazioğlu, “En son Harbiye’de bir arabaya inerken görülmüştü. MOBESE kameralarının olduğu bir bölgede binilen bir aracın plakasının alınmamış olması mümkün değilken, kendine ve onu kaçıranlara günlerce ulaşılamadı. Olay yok sayıldı, sessizlikle geçiştirilmek istendi” dedi.

Ana akım medyanın katliamı görmezden gelmesine tepki gösteren Gazioğlu, toplumun güvenliğini sağlamakla görevli adli, idari, siyasi görevlilerin olayla ilgilenmediği kaydetti. Gazioğlu, “Çünkü O, kendilerinin insan olarak değil, zararlı, hiç olmaması gereken, hakları olmayan yaratıklar olarak bakan iktidarın, farklı birey olarak kendini var etmelerini yasakladığı bir transeksüel bir insandı” diye konuştu.

‘FAİLLER ORTAYA ÇIKANA KADAR MÜCADELE EDECEĞİZ’

DAİŞ ve onun zihniyetinin sadece örgütün saldırıların yürüttüğü Irak, Suriye ve diğer ülkelerin yanı sıra Türkiye’de de desteklendiğine dikkat çeken Gazioğlu, insan hakları savunucuları olarak Hande Kader’in ve tüm nefret cinayetlerinin faillerinin ortaya çıkarılması, faillerin yargılanması için mücadele edeceklerini vurguladı.

LGBTİ’lerin onuruyla yaşama hakkına sahip olduğunun altını çizen Gazioğlu, şöyle devam etti: “Ayrımcılık politikaları gütmek, nefret cinayetlerine zemin hazırlamak insanlık suçudur. Hande Kader’in ve tüm nefret cinayetlerinin failleri bulunsun. Nefret cinayetlerine zemin hazırlayanlar yargılansın.”

‘ARKADAŞIMIZI DÖVMESİNDEN TEŞHİS ETTİK’

LGTBTİ İstanbul Dayanışma Derneği üyesi Çelik Özdemir, LGBTİ bireylere yönelik nefret söyleminin ve cinayetlerinin sürekli devam ettiğini kaydetti. Sistematik bir şekilde bu zulmün arttığını belirten Özdemir, “Muhafazakarlaşan sistemde erk zihniyet daha fazla kendinde saldırma hakkı görmektedir. Hande’den 1 hafta önce Suriyeli bir trans arkadaşımız katledildi. Hande de olduğu gibi onu da dövmesinden teşhis etmiştik” dedi.

Özdemir, avukatlardan aldıkları bilgiye göre morgda şu anda bekleyen 3 trans kadın cesedi olduğunu belirtti. Özdemir, “Biz örgütlü LGTİ’ler olarak bu davanın ve diğer davların takipçisi olacağız. Mücadele etmeye devam edeceğiz” diye konuştu.

‘NEFRET CİNAYETLERİNİ DAYANIŞMAYLA SONLANDIRACAĞIZ’

Rosida Koyuncu da, transları katleden insanlar bulunamazken, kendisini savunan translara ağır cezalar verildiğini hatırlattı. Koyuncu, “Nefret cinayetlerini dayanışmayla sonlandıracağız. Biz bunları unutmayacağız ve takip edeceğiz” dedi.

Koyuncu, karşılık bulamayacaklarını bildikleri halde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere çok sayıda kuruma mail attıklarını kaydetti ve ekledi: “Yıllarca ‘transfobi öldürüyor devlet görmüyor’ sloganları atıyoruz. Devlet görene kadar, gözlerine soka soka mücadele edeceğiz.” Koyuncu, sözlerini dayanışma çağrısı yaparak sonlandırdı.

Kaynak: etha.com.tr

Share
. tarafından

Nefret Cinayetleri Politiktir! Hande’nin Katili Gerici Sistemdir!

Ağustos 19, 2016 de AÇIKLAMALAR, ANASAYFA . tarafından

dkh-amblem-300x225
(ADKH)-
Dünya genelinde gericiliğin, ırkçılığın, milliyetçiliğin, cinsiyetçiliğin, sömürünün ve baskının her geçen gün daha da artması, Kadın ve LGBTİ’ler olarak her birimizin bir yerlerde ölümle, şiddetle karşılaşma durumunu da aynı şekilde artırmaktadır.

Daha iki ay önce Orlando’da  eğlence Kulübünde yaşanan katliam ve ardından LGBTİ’lerin İstanbul’da yaptıkları basın açıklamasına yapılan saldırılar ve devamında Onur Yürüyüşüne yönelik milliyetçilerin,cemaatçilerin ölüm tehdidi gölgesinde yapılan saldırıların üzerinden çok geçmedi.

Ardarda gelen bu olaylar, geçtiğimiz hafta Hande’nin vahşi bir biçimde yakılarak katledilmesi ile ölümlerin ve şiddetin insanı insana düşmanlaştıran  bir sistemin hem nedenleri hem de sonuçları olduğunu bir kez daha gösterdi.

İnsana ve ona dair olan tüm kimliklere kendi ihtiyacına göre roller verip  konumlandıran ve bunları gelenek-görenek ve tanımladıkları “ahlak” anlayışlarıyla, dinlerle, hukukla ve yasalarla hayatın her alanında toplumsal bir hiyerarşiye dönüştüren gerici sistem her geçen gün hak ve özgürlükleri daha fazla gasp etmektedir. Fetvalarla topluma ”ayar” veren, kadını, kız çocuklarını tecavüzcüsüyle evlendiren, kendisinden olmayanı ötekileştiren ve toplumsal saldırıya, linç ettirmeye açık hale getiren iktidar ,yakıp yıkmaya, tutuklamaya devam ediyor.

Bugün Türkiye-Kuzey Kürdistan özgülünde muhafazakar demokratlık gibi bir manipülasyon ürünü olan  AKP iktidarının LGBTİ’lere yönelik homofobik, transfobik, heteroseksist gerici ideolojisiyle toplum içinde, LGBTİ ve kadın katliamlarının ve nefret suçunun yaygınlaşmasına ve bu cinayetlerin “bir travestiyi temizledim” gibi eril söylemleri medya aracılığı ile toplumda yeniden üreterek, kadın hak ve özgürlüklerinden hem çokça bahsettiği hem de  yasalarda ve hukukta hak ve özgürlükleri çokça gasp ettiği bir  dönemdeyiz.  Toplumsal ilişkileri kadına biçtiği roller ve konumla denetime almaya çalışması ve kadını imgeleştirirken erkekliği de kutsayarak tecavüzlerin, şiddetin ve cinayetlerin artmasının  zeminini oluşturmakta ve toplumsal bilinçte bu cinayetleri ve her türden şiddeti meşrulaştırmaktadır.  LGBTİ’lerin toplumdan dışlanması ve katledilmelerinin temelinde  otoriter, cinsiyetçi, sadece eril zihniyetle topluma ve bireye  kendini dayatan gerici sistem vardır. Hande’yi yakarak katleden, Soma’da isçileri göçük altında bırakan, Maraş, Madımak, Cizre, Sur, Suruç ve hendeklere kadar sokak sokak, ev ev bombalayarak, kurşunlayarak ve yakarak  katleden aynı nefretle dolu olan yine aynı gerici sistemdir.

Bizler Avrupa Demokratik Kadın Hareketi olarak başta kadınlar ve LGBTİ ler olmak üzere bulunduğumuz her alanda herkesi cinsel-ulusal-sınıfsal baskı ve zulmü dayatanların her türden ayrımcılık ve nefret oyunlarına karşı ve diğer Hande’lerin ölmesini engellemek için gerici düzene karşı birlikte örgütlü mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz.

Sessiz Kalma Suça Ortak Olma!
Translar Vardır!
Trans Cinayetleri Politiktir!
Hande’nin Katili Gerici Sistemdir!
– Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz!

AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ

Ağustos 2016

Share
. tarafından

Aslı Erdoğan tutuklandı

Ağustos 20, 2016 de ANASAYFA . tarafından

asli-erdogan-imza-kampanyasi
Özgür Gündem gazetesinin Yayın Danışma Kurulu üyesi ve yazarı Aslı Erdoğan tutuklandı.Aslı Erdoğan hakkında verilen tutuklama kararının ardından Change.org sitesi üzerinden imza kampanyası başlatıldı
HABER MERKEZİ(20.08.2016)- 
Özgür Gündem gazetesinin Yayın Danışma Kurulu üyesi ve yazarı Aslı Erdoğan tutuklandı.
Erdoğan, dün emniyetteki işlemlerinin ardından İstanbul Adalet Sarayı’na getirilmişti. Cumhuriyet Savcısı Umut Tepe tarafından alınan ifadesinin ardından tutuklama talebiyle nöbetçi mahkemeye sevk edildi. Tutuklanmasına karar verilen Aslı Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesine gönderildi.

“Örgüt propagandası”, “Örgüt üyeliği”, “Devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozmak” iddialarıyla tutuklanan Aslı için mahkemenin verdiği kararda şu sözlere yer verildi: “Şüphelinin yazmış oldukları yazıları sanki devletimizin güvenlik güçlerini söz konusu bölgelerde yasal olmayan ve sivil insanlara yönelik yapılmış bir operasyon olarak gösterildiği, oysaki Cizre, Nusaybin ve Diyarbakır gibi yerlerde PKK terör örgütünün mensuplarının şehir içlerinde hendek kazarak hendek ve birçok yere bomba yerleştirdikleri silahlanıp güvenlik güçlerine karşı ateş açtıkları güvenlik güçlerinin teslim olmaları yönündeki cevap vermedikleri aksine güvenlik güçlerimize ateş açmaları sonucu patlatılan bombalarla çok sayıda asker ve polisimizin şehit olduğu bunun aksini iddia edip sanki orada sivil vatandaşların öldürüldükleri ya da işkence edildiklerinin iddia etmenin devletin bütünlüğünü bozmaya yönelik bir faaliyet olduğu ve silahlı terör örgütünün bu şekilde propagandasının yapılarak örgüte üye olma suçunun da unsurlarının oluştuğuna dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu bu suretle şüphelinin üzerine atılı devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozmak ve silahlı terör örgütüne üye olma suçları bakımından kuvvetli şüphe altında bulundukları kanaatine varılmıştır.”

Özgür Gündem gazetesi Yayın Danışma Kurulu üyesi ve yazarı Aslı Erdoğan hakkında verilen tutuklama kararının ardından Change.org sitesi üzerinden imza kampanyası başlatıldı.

Kısa sürede binlerce insana ulaşan kampanyanın, önümüzdeki günlerde dünya çapında bir kampanyaya dönüşmesi hedefleniyor.

İmza kampanyası metninde, Özgür Gündem gazetesinde köşe yazması ve gazeteyle ilişkisi sebebiyle tutuklanan Aslı Erdoğan’ın dünyanın en iyi edebiyatçıları arasında olduğu vurgusu yapılarak, Erdoğan’ın yaşadığı sağlık sorunlarına ve bunun yarattığı zorlanmalara dikkat çekildi.

Kampanyaya katılmak için BURAYI tıklayın.

Kaynak: halkingunlugu.org

 

Share
. tarafından

Antep’te 9 Aylık Bebeğe Tecavüz ve Ardından Yayın Yasağı!

Ağustos 20, 2016 de ANASAYFA . tarafından

bebek tecav antep
Suriye’deki savaştan kaçarak İslahiye’ye yerleşen ve günü birlik tarım işçisi olarak çalışan ailenin 9 aylık kız bebeğine tecavüz edildi.Saldırı haberlerinin ardından, konuya ilişkin yayın yasağı getirildi
HABER MERKEZİ(20.08.2016)- 
Antep’in İslahiye ilçesinde dün 9 aylık Suriyeli kız bebeği tecavüze uğradı.Birgün’den Hüseyin Şimşek’in haberine göre, Suriye’deki savaştan kaçarak İslahiye’ye yerleşen ve günü birlik tarım işçisi olarak çalışan ailenin 9 aylık kız bebeğine tecavüz edildi.

Çalıştıkları tarlada bebeğini korumak için bir çadır kuran Suriyeli anne, bebeğini kontrol etmek için çadıra gittiğinde dehşet manzara ile karşılaştı. 9 aylık kız bebeğinin tecavüze uğradığını anlayan anne İslahiye Devlet Hastanesi’nde gitti. Acil serviste müdahale edilen bebeğe tecavüz edildiği tanısı konuldu.

9 aylık bebeğe tecavüz eden S.D. tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Öte yandan bebeğe tecavüz haberini yapan BirGün gazetesi muhabiri Hüseyin Şimşek, Twitter üzerinden çok sayıda ‘ölüm tehdidi’ aldı.

İlçede bulunan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’na (AFAD) bağlı 2 No’lu mülteci kampında Suriyeli beş çocuğun istismara uğradığının ortaya çıkmasının ardından, kamp müdürü Ali Kılıç istifa etmişti.

Saldırı Haberlerinin Ardından Konuya İlişkin Yayın Yasağı Getirildi

Antep’te 9 aylık kız bebeğe cinsel istismar saldırısı haberlerinin ardından, konuya ilişkin yayın yasağı getirildi.

Antep’in İslahiye İlçesi’nde, 9 aylık kız bebeğe cinsel istismar olayıyla ilgili, İslahiye Sulh Ceza Hakimliği, Çercili Mahallesi’ndeki çiftlikte günübirlik çalışan Suriyeli R.H. ile A.H. çiftinin 9 aylık kız bebeğine aynı çiftlikte çobanlık yapan S.D.’nin cinsel istismarda bulunduğu olaya ilişkin yayın yasağı getirilmesine karar verdi.

9 aylık kız bebek Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü tarafından devlet korumasına alınırken, çocuğa cinsel istismarda bulunan S.D. ise çıkarıldığı mahkeme tutuklandı.

halkingunlugu.org

 

Share
. tarafından

Hindistan’da asit saldırısına uğrayan kadınların işlettiği kafe: Sheroes

Ağustos 20, 2016 de ANASAYFA . tarafından

Sheroes-4
Hindistan’da, özellikle Uttar Paradeş eyaletinde, kadınlara asitle saldırmak günden güne alışıldık hale geliyor. The Establishment’a göre; genellikle bir erkek ilişkide terk edildiğinde veya evlilik teklifi geri çevrildiğinde, söz konusu kadını “hasarlı” hale getirmek için asit kullanması maalesef ki çok da az yaşanan bir şey değil. Bu tiksinç suçun mantığında yatan ise şu: “Madem benim değilsin, güzelliğini bozayım da seni bir daha kimse çekici bulmasın.”
HABER MERKEZİ(20.08.2016)-
Sheroes (she + heroes ; she: kadın, heroes: kahramanlar) adlı kafe, sadece mükemmel hizmetleriyle değil, asit saldırısından sonra hayatta kalan güçlü kadın çalışanlarıyla da akın akın müşteri çekiyor!

Hindistan’da, özellikle Uttar Paradeş eyaletinde, kadınlara asitle saldırmak günden güne alışıldık hale geliyor. The Establishment’a göre; genellikle bir erkek ilişkide terk edildiğinde veya evlilik teklifi geri çevrildiğinde, söz konusu kadını “hasarlı” hale getirmek için asit kullanması maalesef ki çok da az yaşanan bir şey değil. Bu tiksinç suçun mantığında yatan ise şu: “Madem benim değilsin, güzelliğini bozayım da seni bir daha kimse çekici bulmasın.”

Bu saldırı; verdiği psikolojik ve fiziksel hasar sonucu, hayatta kalan kişinin utanç duyması nedeniyle kişinin sosyal hayattan soyutlanmasıyla sonuçlanıyor. Normal hayatlarına devam etmeye çalışanlar bile iş bulmada zorlanıyorlar.

Kafedeki ortam huzurlu ve kabullenici

 Neyse ki, Taç Mahal yakınlarında Agra’da bulunan yeni bir kafe bir yandan asit saldırısına uğramış kadınlara dikkat çekerken, diğer yandan da bu kadınların tatmin edici bir hayat yaşamasına yardımcı oluyor. Birçok kaynağa göre kafedeki ortam oldukça huzurlu ve kabullenici, giderek de popülerlik kazanıyor.

The Diplomat diyor ki; bu kafe Hindistan’da türünün ilk örneği ve insanların hayata tutunan bu kadınların etrafında rahatsız hissetmemesi, aynı zamanda asitle güzelliklerinin üzeri örtülmeye çalışılan kadınların topluma yeniden alışması için cesaretlenmesi adına, toplum ile bu kadınları kaynaştırmayı hedefliyor.

Kafenin yöneticilerinden biri: “Sheroes sadece iş sahası oluşturma değil, ayrıca insanların zihniyetini değiştirme girişimidir; akıllarında asitle yüz şekilleri gibi hayat düzenleri de bozulmaya çalışılan kadınlar için empati yaratmak, bu konuda onları duyarlılaştırmak. İnsanlar bir işle meşgul olmalı,bu şekilde hayatta kalan kadınlara normal hayatları geri kazandırılmalıdır.”

Kafenin açılması arkasında iki girişimcinin desteği var: Stop Acid Attack (asit saldırısını durdurun) kampanyası ve Chaanv Vakfı. Stop Acid Attack kampanyasının önde gelen mücadelecilerinden Ashish Shukla Al Jazeera’ya şunları söyledi: “Bu kafeyi açma fikri sadece bir iş fikri değil, bir de farkındalıkyaratacak bir aktivite oluşturmaktı. İnsanlar asit mağdurları dış dünyadanmış gibi davranıyorlar. Sheroes onların sadece bu dünyadan olduğunu göstermek adına bir çaba. Biz, toplum, onların yaralarından sorumlu olduğumuza göre, bunu düzeltmek ve onları toplumun normal akışına kazandırmak da bizim görevimiz.

Kafede leziz kahve ve yemek servislerinin yanı sıra, bir kütüphane, radyo topluluğu ve butik köşesi de halkın hizmetine açık.

Sheroes-4
Bir amaca hizmet ediyor

Al Jazeera’dan bir muhabir Sheroes’a gittiğinde bir müşteri şunları söylemiş: “Bu iyi bir amaca hizmet ediyor. Kafe fikri asit mağdurlarını rehabilite etmeyi ve onlara finansal özgürlük kazandırmayı amaçlıyor. Buraya bu amaca destek vermek için geldim.

Sheroes’un internet sitesi, müşterinin parmak bastığı noktayı doğruluyor: “Hindistan Taç Mahal yakınındaki Sheroes Hangout çalışanları diğer tüm garsonlar gibi, tek bir fazlayla; her biri yüzlerine asit atan erkekler tarafından yıkıcı saldırıya uğramış kadınlar.

Sheroes artık uluslararası üne kavuştuğundan dolayı, Taç Mahal’i görmeye giden tüm dünyadan turistler kafeyi ziyaret ediyor. İlham verici aktivistler hakkında daha fazla bilgiyi kafenin internet sitesini ziyaret ederek edinebilirsiniz.

gaiadergi.com

Sheroes-3Sheroes-1Sheroes-5

Share
. tarafından

Olga Benerio: “Dünya Üzerinde Doğru, İyi, En İyi Uğruna Savaştım.”

Ağustos 20, 2016 de ANASAYFA . tarafından

Olga_Benario-PrestesOlga Benario, 1908 yılında Münih-Berlin’de dünyaya gelir. Babası Almanya’nın ünlü avukatlarından, annesi ise yüksek sosyete bir ailedendir. Olga 16 yaşındayken Komünist Gençlikle tanışır, burjuva yaşamını bırakıp genç komünistlerden oluşan Schwabing grubuna katılır. Daha sonra Otto Braun’la tanışır, Braun’la yoksul bir hücre evine yerleşerek illegal çalışmaya başlar. Bir yıl sonra Otto’yla Berlin’in işçi kesimi Neuköln’e yerleşir. Onun da desteğiyle askeri stratejiler, Marksizm konularında yetkinleşir. Berlin Komünist Gençlik Ajitasyon ve Propaganda Sekreterliğine getirilir. 1926 yılı Ekim ayında Otto’yla birlikte vatana ihanet suçundan tutuklanır, daha sonra serbest bırakılır.

11 Nisan 1928‘de bir grup yoldaşıyla, ellerinde silahlar mahkeme salonunu -kendisinin denetiminde- basar ve hala tutuklu olan Otto’yu Moabit Hapishanesinden kaçırır. Sonra Moskova’ya geçerler. KG merkez komitesine seçilir. İngilizce, Fransızca öğrenir, Rusçasını güçlendirir. Hafif ve ağır silahlar kullanmayı, Kızıl Ordu’nun bir kara birliğinde ata binmeyi öğrenir. 1931 yılında Fransa’ya, İngiltere’ye gönderilir, eylemlerde tutuklanır, sonra serbest bırakılır. Moskova’ya geri döndüğünde Komünist Gençlik Enternasyonalinin beşinci kongresinde başkanlığa seçilir.

1934 yılında Komintern tarafından, gerçekleştirilmesi planlanan Brezilya Devrimine katkı sunmak ve Umudun Şövalyesi Luiz Carlos Prestes’in güvenliğini sağlamak üzere görevlendirilir. 29 Aralık gecesi Prestes’le Brezilya’ya gitmek üzere Moskova’dan ayrılırlar.

27 Kasım 1935 yılında devrim girişimi başarısızlıkla sonuçlanır. 5 Mart 1936’da devletin gizli ajanlarının ve çözülen bazı örgüt üyelerinin sızdırdığı bilgi ile Almanya Komünist Partisi sekreterinin ve eşinin gizlendikleri Rio De Janeiro’daki evlerine yapılan baskında yakalanırlar. Ayrı cezaevlerine gönderilirler. Tutuklandıklarında Olga hamiledir. Buna rağmen Vargas hükümetince, Gestapo’yla yapılan işbirliği sonucu hamileliğinin yedinci ayında hapishaneden alınarak Hamburg’a giden bir gemiye bindirilir ve sınır dışı edilir. Hamburg’da gemiden alınarak Berlin Barnim hapishanesine gönderilir.

27 Kasım 1936’da çocuğunu hapishanede doğurur. Bir yıl sonra kızı Anita Leocadia Prestes elinden alınır. 21 Ocak 1938’de SS’ler tarafından Lichtenburg daha sonra Ravensbrück oradan da Bernburg toplama kampına gönderilir. Olga, Şubat 1942’de binlerce insan gibi, komünist ve Yahudi olduğu için gaz odalarında katledilir.

Eşi Prestes’e yazdığı son mektupta şunları söyler “Dünya üzerinde doğru, iyi, en iyi uğruna savaştım.”

kaynak: isyandan.org

Share
. tarafından

Antep katliamının sorumlusu, IŞİD dostu TC devletidir!

Ağustos 21, 2016 de ANASAYFA . tarafından

20151010_112257SYM-300x212

ADHK (Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu), ADKH (Avrupa Demokratik Kadın Hareketi) ve SYM (Sosyalist Gençlik Hareketi) nin kamuoyuna yapmış olduğu açıklamayı yayınlıyoruz
ADHK / ADKH / SYM (21-08-2016)
Dün akşam, Antep’te Kürtlerin yaşadığı bir mahallede sokakta yapılan, HDP üyesi düğün sahiplerinin kına gecesine, IŞİD’li bir “canlı bomba” saldırısı gerçekleştirildi. Şuana kadar açıklanan resmi  bilgilere göre aralarında çocuklarında bulunduğu 51 ölü, 60’ın üzerinde yaralı var.

Bombayı patlatan, 12-14 yaşında kandırılmış bir çocuğu kullanan halk düşmanı IŞİD olsada, bunları her türlü destekleyerek, lojistikten, kamplara, eğitimden, istihbarata, sınır geçişlerine sağlanan kolaylıktan,yaralıların tedavisine kadar, Türk devleti tarafından himaye edildiğini bilmeyen yoktur. Bu temelde bu katliamın politik sorumlusu AKP’dır. Bu gerçeği hiç bir diplomatik yalan, resmi demogoji gölgeleyemez. Bizler tarafından açık ve nettir.

Türk devleti tarafından Suriye’de özerkleşen Kürtlerin, dişle tırnakla kazandıkları mevzilerine karşı, adeta hücum kıtası olarak kullanılan IŞİD, ülke içinde de başta Kürt halk direnişi olmak üzere, her türlü muhalefetin bastırılması ve sindirilmesi içinde, konjonktüre uygun olarak devreye konulup, aynı şekilde kullanılmaktadır.

Ama boşuna, faşist AKP’nin şeriatçı IŞİD eliyle, Orta-Doğu Halklarını Kürtler şahsında teslim alma çabası, Kürtler ve onların her ulustan, her inançtan, her cinsden dostları ve devrimci siper yoldaşları, bu saldırılara karşı daha çok kenetlenmekte, birleşik direnişin ruhunu daha çok büyütmektedir.

Bu katliam vesilesiyle IŞİD barbarlığını ve onun işbirlikçi dostu faşist TC devletini pretosto ediyor, Kürt halkımızın acısını paylaşarak, katliam saldırılarına karşı dayanışmayı büyütme ve bu gerici faşist cepheye karşı, birleşik direniş siperlerinde bulunduğumuz her alanda üzerimize düşen sorumluluğu yerine getireceğimizin  bir kere daha sözünü veriyoruz.

Kahrolsun IŞİD Barbarlığı ve Onun İşbirlikçisi Faşist TC Devleti !

Yaşasın Halkların Mücadele Birliği !

ADHK (Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu)

ADKH (Avrupa Demokratik Kadın Hareketi)

SYM (Sosyalist Gençlik Hareketi)

21 Ağustos 2016

Share
. tarafından

İstanbul’da Hande Kader’in Katledilmesi Protesto Edildi

Ağustos 22, 2016 de ANASAYFA . tarafından

lgbti-1
İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği çağrısıyla yakılarak katledilen Hande Kader için “Bir kişi daha eksilmeyeceğiz, Hande Kader için adalet, herkes için adalet” şiarıyla Taksim’de Tünel meydanında dün yürüyüş düzenlendi
HABER MERKEZİ(22.08.2016)-
İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği çağrısıyla yakılarak öldürülen Hande Kader için Taksim’de Tünel meydanında dün yürüyüş düzenlendi.
İstanbul’da Tünel meydanından başlayan yürüyüşte gökkuşağı bayrakları taşındı ve dövizlerle Hande Kader’in katledilmesi protesto edildi. Polis yürüyüş kolunun Galatasaray meydanına çıkmasına izin vermedi.

Dün Saat 19.00’da başlayan yürüyüşte gökkuşağı bayrakları taşındı ve dövizlerle Hande Kader’in katledilmesi protesto edildi. Kortejin önünde “Bir kişi daha eksilmeyeceğiz, Hande Kader için adalet, herkes için adalet” dövizi taşındı.

Dövizlerde “Trans cinayetleri politiktir”, “Zulüm bizdense ben bizden değilim”, “Tecavüz, yakmak, öldürmek, hangi kitapta yazıyor hafız?”, “Sessiz kalma suça ortak olma”, “Bir gün doğacak küllerinden Hande, soracak hesabını aileden, devletten, erkekten” gibi sloganlar yazıyordu.
lgbti-2

Yürüyüş boyunca Tünel ve Beyoğlu caddesinde polis ekipleri kalabalık biçimde kitleyitakip etti. Yürüşüş kolunun Galatasaray Meydanı’na ulaşmasını barikat kurarak engelledi.

Ne olmuştu?

Hande Kader 7 Ağustos 2016 günü kaybolmuştu. Yakılmış bedini Zekeriyaköy’de 12 Ağustos günü bulunmuştu. Arkadaşları Hande kader bulunduğu günden başlayarak adalet için eylem yapıyor. “Hande Kader için Adalet Herkes için Adalet” başlığıyla yapılan eylem çağrısının yanı sıra sosyal medya kullanıcıları #HandeKadereSesVer etiketiyle tepkilerini dile getiriyor.

kaynak: bianet.org

Share
. tarafından

Cinsel şiddeti anlamak: Tutuklu tecavüzcü erkekler üzerine bir inceleme

Ağustos 22, 2016 de ANASAYFA . tarafından

Her şeyden önce çalışmanın en değerli yönü cinsel şiddet suçunda erkekler üzerine odaklanmış olmasında yatıyor. Şöyle ki ülkemizde kadına ve çocuklara yönelik şiddet (cinsel şiddet bunun alt başlığıdır) baz alınarak yapılan çalışmalara baktığımızda da öznesi kadın olan çalışmaların çok daha fazla olduğunu görmekteyiz
HABER MERKEZİ(22.08.2016)-
Geçtiğimiz günlerde hadım yönetmeliği olarak da bilenen Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlardan Hükümlü Olanlara Uygulanacak Tedavi ve Diğer Yükümlülükler Hakkında Yönetmeliğin resmi gazete yayımlanmasıyla cinsel şiddet hakkındaki tartışmalar yeniden alevlendi. Aslında cinsel şiddet ya da kadına yönelik şiddetle ilgili çalışmalar yapmış bu konularda kafa yormuş kişilerin yönetmelikle ilgili düşüncelerini okuduğunuzda, konu ile ilgili tartışmaya mahal bırakmayacak kadar net bilgilere ulaşmak mümkün olsa da, “yıl olmuş 2016” idam çığırtkanlığı yapan bir toplulukta yaşadığımız düşünülürse bu konuda iki çift laf etmek gerekliliği hâlâ gün gibi ortada.

cinsel siddeti anlamakBen ise iki çift laf etme ihtiyacı içinde Diana Scully’nin ilk basımı 1994 yılında yapılmış ve İngilizce’den çevrilmiş “Cinsel Şiddeti Anlamak-Tutuklu Tecavüzcü Erkekler Üzerine Bir İnceleme” kitabından biraz bahsetmeyi istedim. Ve eminim ki bu yazıyı yazışımın her saniyede “Lütfen lütfen bir insan evladı da alsın şu kitabı okusun bir tek kişinin bile bakış açısını değiştirse ne mutlu ne güzel olur” hissinden bir saniye bile kurtulamayacağım.

Kitap teşekkür ve son söz hariç 7 bölümden oluşuyor. Bu bölümlerde içeriye bakış (araştırmanın nasıl hangi koşullarda yapıldığı, zorlukları) tecavüz sorunu, tutuklu tecavüzcülerin profili, cinsel şiddetin haklı kılınması, cinsel şiddeti mazur göstermek, tecavüz: düşük riskli yüksek ödüllü bir suç, tecavüz erkeklerin sorunu değil midir başlıkları altında cinsel şiddet konusunda başka araştırmalarla da desteklenen detaylı bilgiler yer alıyor ve bu sorun tartışılıyor. Tecavüzün bir iktidar sorunu olmasına odaklanmakla birlikte, saldırgan erkeği dürtülerini kontrol edemeyen ruhsal anlamda hastalıklı sapık yaradılışlı olarak tanımlamanın nasıl bir yanılgı olduğunu aslında tecavüz sorununu kökünden beslemeye devam eden bir yerde durduğunu da çok güzel örneklerle betimliyor. Tutuklu tecavüzcülerin profilinde çoğu tecavüzcünün akıl hastalığı olmadığını, akıl sağlığı sistemi ile olan ilişkilerinin diğer grup suçlularından daha fazla olmadığının altını çiziyor.

Dikkatleri kurbanlaştırılmış kadınlar üzerine yoğunlaştırmak cinsel şiddet içeren erkek dünyası için yeterli bir tehdit de oluşturmamaktadır çünkü erkek cinsel şiddetinin ip ucu kadınlarda değildir.

 Erkek cezaevlerindeki tecavüzcülerle yapılan görüşmelerin sonucu ortaya çıkan bu kitap aslında öncesinde bir araştırma olarak planlanmış. Her şeyden önce çalışmanın en değerli yönü cinsel şiddet suçunda erkekler üzerine odaklanmış olmasında yatıyor. Şöyle ki ülkemizde kadına ve çocuklara yönelik şiddet (cinsel şiddet bunun alt başlığıdır) baz alınarak yapılan çalışmalara baktığımızda da öznesi kadın olan çalışmaların çok daha fazla olduğunu görmekteyiz.

Bunun nedenlerini sorguladığımızda aklımıza en basitinden ilk önce şiddet maruz bırakılan kadınlara erişimin daha kolay olması geliyor. Örneğin herhangi bir sağlık çalışanı cinsel şiddet konusunda bir çalışma yapmak isterse kendisine hasta olarak başvuran şiddete maruz bırakılan kadına çok daha kolay ulaşabiliyor. Oysaki suçun failine erişim çok daha zor. Bu kişilerle bir çalışma yapmak istediğinizde cezaevlerinden, adalet bakanlığına kadar uzanan geniş yelpazede izinler dizisi almanız gerekiyor. Ama suçun faillerinin bu suçun üretildiği toplumsal yaşantıyla ilgili de çok önemli bilgiler verdiğini de göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Aslında Diana Scully’nin kitabı en çok da bu özelliğiyle gözümüze çarpıyor.

Tecavüz “kadınlara hadlerini bildirmeye” yönelik bir şiddet eylemi ve toplumsal denetim mekanizmasıdır.

Kitap erkeklerin toplumsal cinsiyet rolleriyle ne kadar özdeşleştiğinden, cinsel şiddeti gerek kadına gerek kadına sahip olan kocasına ders vermek ve haddini bildirmek, güçlü hissetmek, iktidar kurmak için araç olarak kullanmalarından bahsederek konuyu derli toplu bir şekilde anlamamıza yardım ediyor. Toplumdaki kadın erkek rollerinin cinsel şiddetin en temel beseleyicilerinden biri olduğunu; tecavüzcü erkeklerin yaptıkları şeyin nasıl suç sayıldığını anlamakta güçlük çekmelerinden hapishanede olmalarına anlam veremediklerinden anlıyoruz.

Örneğin bir kadın seks işçisiyse ya da erkekle buluşup bir iki bira içtiyse ve erkek hesabı ödemesine rağmen ona cinsel ilişki teklif ettiğinde hayır diyorsa, ya da gecenin bir saati otostop çekiyorsa, ya da bakire değilse ve erkek onla cinsel ilişkiye girmişse kendini suçlu olarak bile görmüyor neden ceza aldığına anlam veremiyor ve asla kendisini tecavüzcü olarak tanımlamıyor. Çünkü zaten bu kadınlara nasıl farklı bir şekilde davranmasının beklendiğini anlamlandıramıyor.

Cinsel şiddet ve erkeklik ilişkisiyle ilgili en güzel tanımlamaları tecavüzcü erkeklerin ağzından çıkan aşağıdaki cümlelerden anlıyoruz:

“Alkol zaten orada olan ve ama bu yoğunlukta denetlenemeyecek olan şeyleri ortaya çıkardı. Üstün ve güçlü olmak kendi tatmini için başkalarını kullanmak duygularının hepsi su yüzüne çıktı.”

“Kendimi maço ve ondan üstün hissettim. Belki biraz da kızgınlık. Pasaklı bir orospuydu ve her şeyi haketmişti. Bana bir statü verdi.” 

“Kendini aşağılanmış, kızgın ve kulanılmış hissettiğini sanıyorum. Vücudunda dokunduğum yerleri kirletilmiş hissetti. Ben de tam da bunu istiyordum.” 

“Onu yakaladım ve öldüresiye dövmeye başladım. Sonra o işi yaptım. Ne yaptığımın farkındaydım. Deliye dönmüştüm. Kendime hakim olabilirdim, fakat olmadım. Bunu onunla ve kocasıyla ödeşmiş olmak için yaptım.”

“Tecavüz mutlak hakimiyet duygusuydu. Tecavüzden önce her defasında kendimi güçlü ve öfkeli hissederdim. Kadınları aşağılayarak kendime dünyada benden değersiz hiç değilse bir kişinin daha bulunmasını kanıtlamak istiyorum.”

Bu yazının sonunda da; cinsel şiddet kadının değil erkekliğin sorunudur, toplumun ve toplumsal cinsiyet rollerinin kaçınılmaz olarak doğurduğu bir durumdur, erkeği hadım ederek, çok ağır hapis cezaları vererek, hatta idam ederek çözülebilecek bir şey kesin olarak değildir hatta bu çözüm önerileri bu sorunu doğuran zihniyeti beslemeye ve köklendirmeye devam etmektedir, diye bas bas bağırmaya devam edelim. Kitabın cinsel şiddet konusuyla ilgili ciddi sıkıntısı olan araştırmak, anlamak isteyen birilerinin okuma listesinin bir kenarında durmasını da ümid edelim.

Kaynak: gaiadergi.com

Share
. tarafından

“Çocuk anneler” yaşam hikayelerini anlatıyor

Ağustos 23, 2016 de ANASAYFA . tarafından

Dünyanın bir çok bölgesinden kadın örgüt temsilcileri ve hekimler önümüzdeki günlerde Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da Kadın Doğum Konferansı’nda buluşacak. Konferansın temel gündeminin çocuk anneler olması bekleniyor. Yapılan araştırmalara göre dünyada iki milyondan fazla kız çocuğu 15 yaşına basmadan doğum yapmak zorunda bırakılıyor
HABER MERKEZİ(23.08.2016)-
Dünyada her yıl iki milyondan fazla genç kız, 15 yaşına basmadan doğum yapıyor. O çocuklardan bazıları, bir fotoğraf projesinde bir araya geldi. Kopenhag’daki Kadın Doğum Konferansı öncesinde Pieter ten Hoopen, genç kadınlarla konuştu.

Dünyanın bir çok bölgesinden kadın örgüt temsilcileri ve hekimler önümüzdeki günlerde Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da Kadın Doğum Konferansı’nda buluşacak. Konferansın temel gündeminin çocuk anneler olması bekleniyor. Yapılan araştırmalara göre dünyada iki milyondan fazla kız çocuğu 15 yaşına basmadan doğum yapmak zorunda bırakılıyor.

Konferans öncesinde konuya dikkat çekmek için Fotoğrafçı Pieter ten Hoopen, çocuk annelerle ilgili bir proje hazırladı. Dünyanın bir çok ülkesinden çocuk yaşta doğum yapmak zorunda kalan kız çocuklarına odaklanılan projede, kız çocuklarının hikayeleri de paylaşılıyor.

Pieter ten Hoopen’in hikayelerini anlattığı çocuk anneler şunları söylüyor:

Keya, 14, Bangladeş

14 yaşındaki Keya, 21 yaşındaki eşi Cihangir, iki aylık oğlu Rahim ve akrabaları ile Bangladeş’te yaşıyor. 13 yaşındayken Cihangir’e aşık olmuş ve ailelerinin karşı çıkmasına rağmen evlenmişler. Doğum sırasında neredeyse hayatını kaybetme tehlikesiyle karşılaşmış: “13 yaşımda evlendiğimde mutluydum” diyor Keya ve ekliyor: “Eşimle mahallemde tanıştım ve evlenmek istediğime karar verdim. İki ay sonra da hamileydim. İlk sancıları yaşadığımda kimseye söylemedim. Kaynanam hasta olup olmadığımı sordu, ben de hasta olduğumu söyledim. Bana o ebelik yapmaya çalıştı ancak başaramadı. Sonra annem kliniğe götürdü.”

Ana, 15, Kolombiya

15 yaşındaki Ana, dört aylık kızı Karen, ebeveynleri ve iki kardeşiyle Kolombiya’nın büyük bir kentinin şiddet dolu bir mahallesinde yaşıyor. Erkek arkadaşı kendisini hamile terk ettiğinde sekizinci sınıfa gidiyormuş. Ana, gebeliğinin son üç aylık döneminde, preklamsi geçirmiş ve acil tıbbi bakıma alınmak zorunda kalmış: “Sekiz aylık hamileyken hipertansiyonum vardı. Kliniğe gittiğimde beni hemen doğum servisine gönderdiler. Anne olmak istemiyordum ama Karen bana güldüğünde bu çok güzel bir şey diye düşünüyorum.”

Aissa, 15, Burkina Faso

15 yaşındaki Aissa, 13 aylık kızı Fati, annesi ve iki kız kardeşiyle Burkina Faso’nun kırsal bir bölgesinde yaşıyor. Öğretmeninin tecavüzüne uğramış ve hamile kalmış. Öğretmene ise yalnız bir yıl uzaklaştırma verilmiş: “Hamile kaldığımda 14 yaşındaydım. İlkokul sınavlarımdan sonraydı. Sınav sonuçlarımı öğrenmek için öğretmenimi aradım. Telefon numaramı aldığı andan itibaren sürekli aramaya ve onu görmeye gitmemi istemeye başladı. Gitmeyeceğimi söyledim, ancak bir gün, eğer kendisini görmezsem sorun yaşayacağımı söyleyerek tehdit etti. Ben de korkarak gittim ve gittiğimde bana tecavüz etti.”

Elianne, Haiti

Elianne son beş yıldır, 2010 Haiti depreminde yerinden edilenler için kurulan kampta babası ve iki kardeşiyle birlikte yaşıyor. Hamile kalınca okuldan ayrılmak zorunda kalmış. Yedi aylık hamileyken doğum yapmış ve bebeği çok kısa bir süre sonra ölmüş: “Yedi aylık hamileyken karnımın alt kısmında bir ağrı hissettim. Bir hafta sonra sorunun ne olduğunu öğrenmek için hastaneye gittim. Gittiğim hastaneler, durumum çok ciddi olduğu için ve bebek ya da benim doğum sırasında ölüm riskimiz bulunduğu için beni kabul etmediler.”

Amira, 15, Ürdün

15 yaşındaki Amira, bir yaşındaki bebeği Samir, 13 günlük Emel ve kocası ile birlikte Ürdün’de bir mülteci kampında yaşıyor. Ülkesi Suriye’deki savaş nedeniyle okulu bırakmak zorunda kalmış. Amira 13 yaşında evlenmiş ve iki çocuğu kamptaki doğum servisinde doğmuş: “Daha kendiniz çocukken, bir çocuğun bakımını üstlenmek oldukça zor. Mesela çocuklarımı sürekli taşımam mı gerek, bilemiyorum. Ayrıca kocamın da bakımını üstlenmem gerek ki bu da kendime hiç vakit ayıramama yol açıyor. Çocuklarım tüm ev işlerinden daha fazla zaman alıyor. Yeni doğan bebek çok ağlıyor. Bazen ne için ağladığını da bilemiyorum.”

Mulenga, 14, Zambiya

14 yaşındaki Mulenga, kızı, ailesi, babasının ikinci eşi ve 10 kardeş ile Zambiya’nın ücra bir köyünde yaşıyor. Eskiden okula gidiyor ve doktor olmak istiyormuş. Ancak bir gün annesi onun hamile olduğunu fark etmiş: “Anne olmak zor. Oyun oynamak için artık vaktim yok. Evde oturup kızımın bakımını üstlenmek ve bezlerini yıkamak zorundayım. Bebeğim olmadan önce futbol oynuyor, istediğim yere gidiyordum.

Thandiwe, 15, Zambiya

15 yaşındaki Thandiwe, dokuz aylık kızı Anna, kocası ve akrabaları ile Zambiya’nın ücra bir köyünde yaşıyor. Thandiwe hamile kaldığında okuldan ayrılmak ve çocuğun babasıyla evlenmek zorunda kalmış: “Hâlâ da kendimi anne olmaya hazır hissetmiyorum çünkü bir çocuk sahibi olmayı beklemiyordum. Hamile kalmadan önce altıncı sınıftaydım ve aşçı olup kentte çalışmak istiyordum. Sonra dokuzuncu sınıftan bir çocukla tanıştım. Bir ilişkimiz yoktu, beş kez görüşmüştük o kadar. Hamile olduğumu öğrendiğimde çok korktum. Ailem bunu öğrendiğinde beni kocamın evine getirip bıraktılar. Gitmek istemiyordum ama beni evlenmeye zorladılar.

Kaynak:   yeniozgurpolitika
jinha.com
145

Share
. tarafından

Savaşla gelen ‘çocuk gelinler’

Ağustos 23, 2016 de ANASAYFA . tarafından

girls-not-brides
Avrupa’ya Suriye’den mülteci olarak gelen evli çiftlerden yarısından fazlası 18 yaşının altında. Savaştan önce bu rakam yüzde 13 iken savaşla beraber büyük bir artış yaşandı. Bu evliliklerin nedenlerinin başında şeriat ve ekonomi geliyor.
HABER MERKEZİ(23.08.2016)- Avrupa’ya mülteci akınıyla birlikte ‘çocuk gelin’ tartışmaları büyüyor. Yetkililer, çocuk yaşta yapılan evliliklerdeki artışa karşı harekete geçti.

Almanya’da şeriat yasalarına veya Romen ailelerinin geleneklerine göre küçük kız çocuklarının evlendirilmesi, ilgili kurumların gündemine girmiş durumda. Şimdiye kadar Federal Almanya’nın eyaletlerinde binin üzerinde çocuk evliliği tespit edildi, ancak bu rakamın çok daha yüksek olabileceği tahmin ediliyor. Eyaletlerden gelen ve Adalet Bakanlığı verilerine dayanan rakamlara göre Alman makamları nisan ayının sonuna kadar  Bavyera eyaletinde 16 yaşından küçük 161 ve 18 yaşından küçük 550 kişinin evliliğini kayıtlara geçirdi. Baden Württemberg eyaletinde reşit olmayan 117 kişinin evliliği kayıtlara geçirilirken, Kuzey Ren Westfalya eyaletindeki Arnsberg bölge idaresinin verilerine göre en az 188 reşit olmayan mültecinin evli olduğu tespit edildi. Kayıtlara göre Almanya’ya gelmeden önce kıyılan bu nikahların çok büyük bir bölümü reşit olmayan genç kızlar ve reşit erkekler arasında yapıldı. Federal Adalet Bakanı Heiko Maas, 5 Eylül’de bu konuyu ele alacağını ve buna göre yasal düzenlemeleri önerecek bir bilirkişi çalışma grubu oluşturulacağını açıkladı.

Savaşla gelen artış

Hem Almanya’da hem de mültecilerin yoğun olduğu diğer ülkelerde küçük yaşta evlendirilen çocukların sayısında artış yaşandığı gözlemlendi. Evliliklerin birçoğu şeriat yasasına göre yapılıyor. Yardım kuruluşlarına göre özellikle Suriye’den gelen evli mülteci çiftlerden yarısından fazlası 18 yaşının altında. Savaştan önce bu rakam yüzde 13 iken savaşla beraber büyük bir artış yaşandı. Birçok aileye göre kız çocukları yaşça büyük olanlarla evlenirse ekonomik anlamda güvence altında oluyorlar. Çoğu kez bu tür evliliklerden başlık parası alınıyor.

Yasal boşluklar

Alman Medeni Kanunu’nun 1303’üncü maddesine göre 18 yaşını dolduran kişiler evlenme yaşına ulaşmış kabul ediliyor. Ancak istisnai durumlarda mahkeme kararıyla 16 yaşını doldurmuş bir kişinin evlenmesi de mümkün. Bu durumda Aile Hukuku uyarınca mahkeme 16 yaşını doldurmuş kişinin evlilik için yeterli olgunluğa erişmiş olup olmadığını ve evliliği sürdürebilmek için gerekli ekonomik şartların sağlanıp sağlanmadığını kontrol ediyor. Ayrıca evleneceği kişinin de 18 yaşını doldurmuş olması şartı aranıyor. Ebeveynler mahkemeden çıkacak karara itiraz edebiliyor, ancak bunun için inandırıcı gerekçeler sunmaları gerekiyor. Aksi takdirde evlilik ailelerin izni olmadan da gerçekleşebiliyor. Alman hukukuna göre gereken evlilik yaşının sağlanmaması halinde yurt dışında gerçekleşmiş evlilikler Federal Almanya yasalarına göre zorla evlilik suç kapsamında. Ancak Ceza Yasası‘na göre dini evlilikler bu yasa kapsamına girmiyor. Bu nedenle cezalandırılmaları ya da evliliklere müdahale edilmesi mümkün olmuyor. Yine yurt dışında başka bir ülkenin yasalarına göre yapılmış bir evliliğin de kamu düzenini bozmadığı kabul ediliyor. Bunun ise ancak yapılacak bir kanun değişikliği ile çözülebileceği düşünülüyor.

Evlilik nedeniyle birçok çocuk okulu bırakmak zorunda kalıyor. Bundan kaynaklı özellikle Almanya’ya gelen mültecilerin çocuk evliliklerin ceza kapsamında olduğu konusunda bilgilendirilmesi gereği üzerinde durulmuyor.

Yapılacak yasal değişiklikle birlikte, küçük yaştaki çocuklarla evlenenler çocuk istismarcısı olarak yargılanacak ve cezalandırılacak.

Çocuk evliliklerine tepki

Almanya Çocuk Kurumu evlilik yaşını istisnai durum kapsamına alan yasanın feshedilmesini ve evlilik yaşının 18 olarak kabul edilmesini talep ediyor. Yasaların ciddi bir reform sürecinden geçmesi gerektiğini söyleyen kurum temsilcileri, geleneksel ve dini evliliklerin evlilik dairesinden önce yapılmaması gerektiğini belirtiyor. Almanya Protestan Kilisesinin Başkanı Irmgard Schwaetzer, zorla evliliklerin toplumda yeri olmadığını ve siyasi mercilerin, çocuk ve gençlerin hangi yasal sistemden ve nereden gelmiş olursa olsunlar güvenceye alınmaları için gereken yasal düzenlemelere gitmeleri gerektiğinin altını çiziyor.

Çocuk Yardım Kuruluşu Almanya Başkanı Christian Schneider ise ‘Almanya’da yaşayan mülteci çocuklara karşı devletin özellikle koruma sorumluluğu var,  Alman çocuklar için geçerli olan yasalar mülteci çocuklar için de geçerlidir’ diyerek devletin kurumların iltica başvurularında uygulanması gereken prosedürü uygulamasını talep ediyor.

Kadın Örgütü Terre des Femmes yaptığı açıklamada, Almanya’da evlilik yaşının 18 sınırına çıkarılmasının önemini vurgularken, yurtdışında yapılan çocuk evliliklerin kabul edilmemesi gerektiğini belirtiyor.

Hıristiyan Birlik Partileri Siyaset Hukuku Sözcüsü Elisabeth Winkelmeier-Becker ise ‘reşit olmayan genç kızlar ve çoğu reşit olan erkekler arasında yapılmış evliliklerin sayısında bir artış kaydedildiğini’ doğruluyor. Winkelmeier-Becker “Almanya’da reşit biriyle 14 yaşındaki bir çocuğun evlenmesi kesinlikle kabul edilemez. Devletin reşit olmayan mülteciler için de uygulaması gereken bir koruma işlevi var” diyor.

Çocuklarla evlenen erkekler sınırdışı edilecek

Danimarka’da 14 yaşında bir mülteci çocuğun yaşça çok büyük bir erkekten hamile kalmasının açığa çıkması sonucu ilgili kurumlar harekete geçti. Danimarka Metroexpress gazetesinin haberine göre, mülteci kampında kalan çocuk ve adam, ilgili kurumların devreye girmesi sonucu ayrıldı. Danimarka Parlamentosu’nun da çocuk evlilikler konusunda harekete geçmesi bekleniyor. Çocuk evlilikleri tespit edilen erkeklerin Danimarka’dan yurtdışı edilmesi, çocuk gelinlerin ise Danimarka’da kalabilmeleri sağlanacak.

Kaynak:Yeni Özgür Politika

Share
. tarafından

Fransa’da polis, plajdaki kadını burkinisini çıkarmaya zorladı

Ağustos 25, 2016 de ANASAYFA . tarafından

24646
Fransa’nın toplam 15 tatil beldesinde “tedbir” amacıyla, plajda tesettür giysilerinin (haburkini, haşema, tesettürlü mayo vb.) yasaklanmasının ardından polisler plajlarda bu şekilde tatil yapanlara yaptırım uygulamaya başladı. Son olarak Nice’de sahilde burkini adı verilen tesettür mayosu giyen bir kadına para cezası keserek elbiseyi de zorla çıkarttırdı
HABER MERKEZİ(25.08.2016)- 
Fransa’da yaşanan son terör olaylarının ardından “tedbir” maksadıyla sahillerde vücudu örten giysi ve mayolarının belediyelerce yasaklanmasının ardından polisler plajlarda devriye gezmeye başladı. Son zamanlarda plajlara baskın yapan polislerin yanlarında biber gazı ve cop taşımaları da dikkat çekiyor. Son olarak Nice kentindeki Promenade des Anglais plajında vücudu tamamen örten ve burkini adı verilen tesettür mayosu ile güneşlenen bir kadının yanına gelen polis kadından üzerindeki mavi burkiniyi çıkarmasını istedi. Ayrıca kadına yasağa uymadığı gerekçesiyle 38 euro da para cezası kesildi.

CANNES’DA DA POLİSTEN IRKÇI TACİZ
Nice’ın yanı sıra geçtiğimiz gün de Cannes şehrinde bir kadın sahilde tesettür giydiği için para cezası aldığını ve ırkçı tacize maruz kaldığını söyledi. AFP’ye konuşan kadın, çocuklarıyla birlikte sahilde dolaşırken yanlarına gelen üç polisin, “kıyafetinin sahile uygun olmadığını” söylediğini belirtti. Siam olay sırasında üzerinde haşema değil sadece tesettür olduğunu ve denize girme amacı bulunmadığını söyledi.Polislere itiraz etmesinin ardından Siam’a 11 euro ceza kesildi.Olay sırasında çevresinde toplanan kalabalığın da “Evine git” diyerek kendisine bağırdığını ifade etti. Olay yerinde bulunan bir gazeteci de kalabalığın tepkisini doğruladı. France 4’te çalışan gazeteci Mathilde Cusin, tanık olduğu olayı Twitter’dan anlatırken, “Anneyi ve küçük kızını yaşadıklarının utancıyla ağlarken gördüm” diye yazdı. Cannes Belediyesi ay başında sahillerde tesettür mayo giyilmesini, “toplumsal huzursuzluğa neden olabileceği” gerekçesiyle yasaklamıştı. Cannes Belediye Başkanı David Lisnard kararını “Haşema üniforma gibi. İslamcı aşırılığın sembolü” diye açıklamıştı.

PROTESTOLARIN ARDINDAN YASA TEKRAR GÖRÜŞÜLECEK
Tesettür yasakları, Fransa’daki insan hakları örgütleri ve İslamofobi ile Mücadele Derneği (CCIF) tarafından yoğun şekilde protesto edildi. Fransız AFP haber ajansı, İnsan Hakları Ligi’nin (LDH), Nice mahkemesinin yasağı destekleyen kararını temyize götürdüğünü yazdı. Nice’teki yerel mahkeme, Villeneuve-Loubet kasabasındaki yasağın “kamu düzeni açısından gerekli ve önemli” olduğu hükmünde bulunmuştu.

YASAKLARIN ARDINDAN HAŞEMA SATIŞLARI YÜKSELDİ
Haşema tasarımlarının yaratıcısı olarak tanınan Avustralyalı Aheda Zanetti, tesettürlü deniz kıyafeti satışlarının, Fransa’daki yasaklardan sonra büyük artış gösterdiğini belirtti. Zanetti, internetten haşema satışlarının yasaklardan sonra yüzde 200 artış gösterdiğini söyledi. 48 yaşındaki Sidneyli tasarımcı haşemaların baskıyı değil, özgürlüğü ve sağlıklı yaşamı simgelediğini düşünüyor.

Zanetti, haşemayı Müslüman kadınların Avustralya’nın sahil yaşam tarzına katılabilmesi için tasarladığını söylüyor, “Kızlarımın bu tercih özgürlüğüne sahip olarak büyümesini istedim. İsterlerse bikini isterlerse haşema giyerler. Bu onların tercihi. Bu dünyada hiç kimse kadınlara ne giyeceklerini ne giyemeyeceklerini söyleyemez” diyor.

BELÇİKA DA SIRADA
Fransa’dan sonra Belçika’da da, havuz ve plajlarda “burkini” adı verilen ve vücudu tamamen kapatan tesettürlü mayo ya da haşemanın, ülke genelindeki tüm havuz ve plajlarda yasaklanması önerisi tartışılıyor.

Kaynak: sputniknews.com/yeniozgurpolitika.org


Share
. tarafından

Hindistan’da yüz bin kadın ‘çeyiz’ nedeniyle katledildi

Ağustos 29, 2016 de ANASAYFA . tarafından

hindistanda_ceyiz_cinayetleri_h21531
Ataerkil kültürün kadınları üzerindeki baskısının yoğun hissedildiği ülkelerden Hindistan’da yapılan bir araştırmaya göre son bir yılda 106 bin kadın yakılarak katledildi.Bu gelenek 1961 yılında yasaklanmasına rağmen toplumda hala yaygın ve kadınların katledilmesinin başlıca nedenleri arasında geliyor
HABER MERKEZİ(29.08.2016)-
Ataerkil kültürün kadınları üzerindeki baskısının yoğun hissedildiği ülkelerden Hindistan’da yapılan bir araştırmaya göre son bir yılda 106 bin kadın yakılarak katledildi.

Hindistan ataerkil kültürün yoğun şekilde yaşandığı ülkelerden biri olarak biliniyor ve yapılan araştırmalara göre kadınlar için en güvensiz ülkeler arasında gösteriliyor. Ülkede yayınlanan The Lancet isimli tıp dergisi hastanelerin yanık bölümüne yapılan başvurulardan derleyerek bir araştırma yaptı. Cins kırımına işaret eden söz konusu araştırmaya göre Hindistan’da son bir yıl içinde 106 bin kadın aile ve yakınındaki erkekler tarafından yakılarak katledildi.

Dergi tarafından yayınlanan rapora göre; yakılarak katledilen kadınların büyük bir bölümü evli ve 18 ve 35 yaş arasında. Evli olan kadınların yüzde yüze yakını ise eşleri tarafından yakılarak katlediliyor. Katledilen kadınların yakınları ile yapılan görüşmelerde ise ailenin olağan şüpheli olduğunun gözlemlendiğine dikkat çekiliyor.

En yakınları tarafından yakılarak katledilen bu kadınlar için ise kolluk güçleri etkili bir soruşturma yürütmüyor ve genelde katilleri aklıyor. Raporda polislerin şüpheli şekilde ölen bu kadınlar için cinayet soruşturması yürütülmüyor ve dava dosyası bile açılmıyor.

Raporda ayrıca; ülkede kadınlar için en büyük şiddet aracı olan drahmo (çeyiz parası) katledilmek için önemli bir neden ve yakılan bir çok kadın için bu geçerli. Derginin araştırmasında; kadınların genelde kaza süsü verilmiş şekilde mutfakta ve intihar süsü verilmiş şekilde yakıldığına vurgu yapılıyor.

Hindistan’da kadın hakları savunucusu olan Avukat İndira Jaisingh, bir televizyon programında rapora ilişkin görüşlerini dile getirdi. Çoğu davaların hastanelerde veya polis kayıtlarında asla yansıtılmadığına işaret eden İndira, The Lancet dergisinin yaptığı araştırmanın sadece hastanelere yansıyan vakalar üzerinden derlendiğini gerçek sayının ise 106 binden çok fazla olduğuna dikkat çekti.

Yapılan araştırmalar Hindistan’da her yıl yüz binlerce kadının eşleri ya da babaları tarafından işkence ve şantaja maruz kaldığını gösteriyor. Çeyiz kültürü ülkede çok eski bir adet. Evlenen kadınların ailesinin erkek tarafına ödemesi gereken çeyiz parası için bir anlaşma yapılıyor. Çeyiz talebi sadece bir ödemeyle bitmiyor bu asla bitmeyen evlendikten sonra bile giderek devam eden bir talep.

Gelin ailesi çeyizi vermemeye başladığında, genelde kadın zehirlenerek, bıçaklanarak, boğularak, benzin dökülüp yakılarak, zehirlenerek öldürülüyor. Bu cinayetlerin en son yöntemi de ‘ gelin yakma’ diye biliniyor.

Bu gelenek 1961 yılında yasaklanmasına rağmen toplumda hala yaygın ve kadınların katledilmesinin başlıca nedenleri arasında geliyor.

kaynak: jinha.com.tr

Share
. tarafından

Fransa’da Danıştay haşema yasağını kaldırdı

Ağustos 29, 2016 de ANASAYFA . tarafından

fransa-da-danistay-hasema-yasagini-kaldirdi-1472225222
Fransa’da Danıştay, 30’dan fazla belediyenin aldığı haşema yasağını, yasalara aykırı buldu.Fransa İslamofobi İle Mücadele Derneği’nin Villeneuve-Loube’deki haşema yasağının durdurulması yönündeki kararını değerlendiren Danıştay, belediyenin aldığı yasağın temel haklara aykırı olduğuna hükmetti
HABER MERKEZİ(29.08.2016)-
Fransa İslamofobi İle Mücadele Derneği’nin Villeneuve-Loube’deki haşema yasağının durdurulması yönündeki kararını değerlendiren Danıştay, belediyenin aldığı yasağın temel haklara aykırı olduğuna hükmetti.

Danıştay kararında, belediyelerin yasağa gerekçe olarak gösterdiği ‘haşemanın kamu düzenini bozması’ gibi bir durumun söz konusu olmadığını kaydetti.

Danıştay’ın kararı şimdilik Villeneuve-Loubet’deki yasağı kapsarken, diğer bölgelerdeki yasaların da Danıştay’a taşınması bekleniyor. Sivil Toplum Kuruluşları (STK), İnsan Hakları Birliği (LDH) ve İslamafobi ile Mücadele Derneği (CCIF) Nice İdari Mahkemesi’nin yasak lehine verdiği kararı Danıştay’a taşımıştı.

Fransız kamuoyundaki haşema yasağı tartışması hükümette de bölünmelere neden olmuştu. Fransa Başbakanı Manuel Valls, haşemanın ‘kadınların köleliği’ anlamına geldiğini söylemiş, Fransa Eğitim Bakanı Najat Vallaud-Belkacem ise her ne kadar bir feminist olarak haşemayı doğru bulmasa da “yasağın onaylanamaz olduğunu” belirtiyor.

kaynak:avrupaforum.org

Share
. tarafından

Costa Brava: Kadın Gözüyle Direniş ve Enternasyonalizm

Ağustos 30, 2016 de ANASAYFA . tarafından

guldunya_CostaBrava_kapak_son
İspanya’da 1936-1939 yılları arasında faşizme karşı enternasyonal bir ruhla verilen direniş bu güne kadar çoğunlukla Ernest Hemingway ve George Orwell başta olmak üzere erkek yazarların gözüyle anlatıldı. İspanya direnişine kadın gözüyle anlatan ‘Costa Brava: İspanya Devriminin Ortasında’ bu anlamda önemli bir kaynak
HABER MERKEZİ(30.08.2016)-
Bir kadının tesadüfen içine girdiği bir devrim mücadelesinde yer alma hikayesinin anlatıldığı ‘Costa Brava: İspanya Devriminin Ortasında’, İspanya iç savaşını Muriel Rukeyser’in gözünden anlatan, etkileyici bir roman. Otobiyografik öğeler taşıyan roman, Muriel’in ölümünden sonra keşfedildi ve yayınlandı.

İspanya’da 1936-1939 yılları arasında faşizme karşı enternasyonal bir ruhla verilen direniş bu güne kadar çoğunlukla Ernest Hemingway ve George Orwell başta olmak üzere erkek yazarların gözüyle anlatıldı. İspanya direnişine kadın gözüyle anlatan ‘Costa Brava: İspanya Devriminin Ortasında’ bu anlamda önemli bir kaynak.

Muriel’in arşivinden keşfedildi

ABD’li bir şair, yazar ve eylemci olan Muriel Rukeyser, 1936 yılında, 23 yaşındayken İspanya Devrimi’nin ilk günlerine şahit olmak ve Nazi Almanyası’nın Berlin’de düzenlediği Olimpiyatlar’a alternatif olarak düzenlenen Halk Olimpiyatları’na katılmak için Barselona’ya gitti ve yaşadıklarını bir otobiyografik roman olarak kaleme aldı. O sırada yayıncıların reddettiği bu roman, yıllar sonra Muriel Rukeyser yaşamını yitirdikten sonra arşivinde keşfedildi ve ilk kez 2013 yılında yayımlandı.

Faşizme karşı direnişe kadın bakışı

İspanya’da faşizme karşı direnişi etkileyici bir dille okuyucuya sunan kitap, ‘Costa Brava: İspanya Devriminin Ortasında’ ismi ile Güldünya Yayınları tarafından Türkçe’ye çevrilerek yayımlandı. Devrim içinde uyumsuz bir aşkın kahramanlarına odaklanan roman, Halk Olimpiyatları’na giden Helen’in gözünden devrimi, direnişi, anarşistleri, komünistleri, Birleşik Cephe’yi , enternasyonalizmi ve bütün bu karmaşanın içinde filizlenen güçlü bir aşkı anlatıyor.

‘Kendini bulma sürecini anlatıyor’

İspanya’da hiç beklemediği şeylerle karşılaşan Helen aynı zamanda ummayacağı bir insana âşık olur ve yazar epeyce otobiyografik olan romanında bu aşkı da açık ve dürüst bir biçimde aktarır. Costa Brava çok sayıda olimpiyat sporcusunun iç savaşın bombalarının düşmeye başladığı günlerin Barselonası’nda devrimle buluşmalarını ve Helen’in deyimiyle kendilerini bulmalarını anlatıyor.

Margaret Randall: Savaşa kadın dürüstlüğü ile bakış

Kitabın anlatım diline ilişkin en çarpıcı değerlendirmeyi ise Sandino’nun Kızları ve Küba’da Kadınlar’ın yazarı Margaret Randall yapıyor: “Muriel Rukeyser İspanya’dan inandığını söylemeye başladığı yer olarak söz ediyordu. O sırada, Hemingway ve Orwell’in erkek-merkezli kan ve cesaret romanları tüketiliyor, bir kadının, arka planında savaşın olduğu, cinsellik konusunda açık, cinsiyet konusunda dürüst ve politik olarak radikal anlatısı kaçınılmaz biçimde göz ardı ediliyordu. İspanya Rukeyser’i ve kahramanı Helen’ı değiştirmişti. Bu roman okuru değiştirecek. Olağanüstü bir armağan!”

Muriel Rukeyser kimdir?

Muriel Rukeyser 1913’te dünyaya gelmiş olan ABD’li bir şair, yazar ve eylemci. Adrienne Rich’in, “Muriel Rukeyser, o büyük bütünleyicilerden biriydi; modernitenin parçalı dünyasının bir daha bir araya gelemeycek şekilde kırılmış değil toplumsal ve duygusal onarıma ihtiyacı olduğuna inanırdı,” sözleriyle tarif ettiği yazar 21 yaşındayken emekçi hareketlerine katıldı ve Daily Worker’da yazmaya başladı. Bu yayın için Barselona’daki Halk Olimpiyatları’nı izleyip yazmak üzere İspanya’ya gitti. Yıl 1936’ydı, İspanya’da faşizmin saldırısı altında devrim filizleniyordu. Birçok şiir kitabı da olan Muriel Rukeyser 1980 yılında hayatını kaybetti. Costa Brava, yazarın ölümünden sonra gün yüzüne çıktı.

kaynak:jinhaber ajansı

Share