. tarafından

Japonya’da kadınlar topuklu ayakkabı baskısına karşı birleşti: #KuToo

Haziran 7, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Japonya’da kadınlar bazı işverenlerin topluklu ayakkabı giyilmesini zorunlu tutmasını internet üzerinden başlattıkları kampanya ile protesto etti.

Japon oyuncu ve yazar Yumi Ishikawa tarafından başlatılan #KuToo hareketi, kısa sürede ses getirdi.

Kampanyada 20 bine yakın imza toplandı.

Kadınlara iş yerlerinde topuklu ayakkabı giyilmesi yönünde baskı yapıldığını, bir oteldeki pozisyonda da topuklu giyme şartı arandığını belirten Ishikawa, 21 Şubat’ta bu duruma tepki gösteren bir tweet atmıştı.

Zorunlu olmasa da tercih sebebi

Kampanyaya destek verenler, Japonya’da topuklu ayakkabı giymenin resmi bir zorunluluk olmasa da pek çok kuruluşun topuklu ayakkabı giyen kadınları tercih ettiğini belirtiyor.

Dolayısıyla kadınlar -tercih etmeseler de- iş ararken ya da çalışma hayatında topuklu ayakkabı giymek durumunda kalıyor.

#KuToo ismi nereden geliyor?

#KuToo hareketi ismini Japonca’da ayakkabı anlamına gelen “kutsu” ve acı manasındaki “kutsuu” kelimelerinden alıyor.

Topuklu ayakkabı ile hareketin zor olduğunu, kolayca hareket edilemediğini belirten Yuki Ishikawa, erkeklerin böyle bir zorlukla karşı karşıya kalmadığını belirterek cinsiyetçi yaklaşıma dikkat çekiyor.

 

Yumi-Ishikawa.-topkulu-ayakkabı-protesto.-2.son-Reuters.jpg
Yumi Ishikawa / Fotoğraf: Reuters

 

Ishikawa bu tür ayakkabıların cinsiyet ayrımcılığının yanı sıra cinsel tacizi kışkırttığını ve kadın sağlığına zarar verdiğini belirtiyor.

Japonya Çalışma Bakanlığı henüz bu kampanyaya ilişkin bir girişimde bulunmadı

Share
. tarafından

2 Kürt kadın, İran’da hastaneye kabul edilmediği için yaşamını yitirdi

Haziran 8, 2019 de ANASAYFA . tarafından

İran’da son on gün içerisinde 2 Kürt kadının hastanelerin kabul etmemesi sonucu hayatlarını kaybettiği açıklandı.

ANF’de yer alan habere göre Sine’de iki aylık hamile 33 yaşındaki K.Z. ağır grip nedeniyle şehir merkezindeki Be’sat Hastanesine kaldırılmak istendi. Hastanenin kabul etmediği K.Z. daha sonra hayatını kaybetti.

Bir başka olayda ise Piranşehirden Zolayha Sarşin adlı bir kadın eşi tarafından hastaneye götürüldü. Hastaneye kabul edilmeyen Sarşin’e Mahabad’a gitmesi önerildi ancak ambülans tahsis edilmedi. Eşi tarafından özel araçla Mahabad’a götürülmek istenen Sarşin yolda beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetti.

gazetepatika10.org

Share
. tarafından

”Cumartesi Anneleri: “Acılarımız 38 yıldır hiç dinmedi”

Haziran 8, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Kayıplarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle sürdürdükleri eylemlerinin 741’inci haftasında Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelmek isteyen Cumartesi Anneleri, bir kez daha polis tarafından engellendi. Cumartesi Anneleri, polis ablukasına alınan İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nin bulunduğu sokakta eylemlerini gerçekleştirdi.

Bu haftaki eylemde, 28 Aralık 1980 tarihinde Antep’te bir ev baskınında yaralı olarak gözaltına alındıktan sonra idam edilen ve daha sonra kaybedilen Veysel Güney’in akıbeti soruldu.

‘İktidarlar değişse bile cezasızlık devam ediyor’

Bu haftaki basın açıklamasını 6 Aralık 1993’te Urfa’nın Siverek ilçesinde gözaltına alındıktan sonra kaybedilen Hüseyin Taşkaya’nın kızı Serpil Taşkaya yaptı. AKP’nin yürüttüğü politikalar sonucunda Türkiye’nin derin bir hukuk ve demokrasi krizi yaşadığını belirten Taşkaya, iktidarın politikalarına karşı itirazı olanların, eleştiri hakkını kullananların, hak ve özgürlük talep edenlerin, anayasal güvenceden mahrum bırakıldığını söyledi. İktidarın gözaltında kaybedilen sevdiklerini arayan Cumartesi Annelerinin 42 haftadır Galatasaray Meydanı’na çıkmasını engellediğini hatırlatan Taşkaya, “Türkiye’de iktidarlar değişse bile toplumsal travmalara yol açan yaygın insan hakları ihlalleri ve cezasızlık devam ediyor. Biz 741 haftadır bu devamlılığın bir sistem sorunu olduğunun, yaygın hak ihlallerinde suçun işlenmesi için gerekli ortamı yaratan sistemin topyekûn sorgulanması gerektiğinin altını çiziyoruz” dedi.

‘İdam edildikten sonra kaybedildi’

Veysel Güney’in 24 yaşında iken 12 Eylül Askeri Darbesinin ardından 28 Aralık 1980 tarihinde Antep’te bir ev baskınında gözaltına alındığını belirten Taşkaya, sözlerini şöyle sürdürdü: “Adana Bölgesi Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No’lu Askeri Mahkemesi’nde yargılandı. İlk duruşması 6 Şubat 1981 tarihinde yapıldı. 17 Şubat 1981 tarihinde yapılan ikinci duruşmasında, kendisini suçlayacak deliller olmaksızın idama mahkum edildi. Avukat talebi reddedildi ve savunma hakkı yok sayıldı. Meclis kararı olmadan özel kanun çıkartılarak, 10 Haziran 1981 tarihinde Gaziantep E Tipi Cezaevi’nde idam edildi. İdam sonrasında Veysel’in üzerinde bulunan kalemi, sigarası ve çakmağı tutanakla baba Ali Güney’e teslim edildi. Ancak 10 Haziran 1981 tarih ve 266 sayılı tutanakla babasına verilmek üzere Yüzbaşı Burhan Erdem’e teslim edilen cansız bedeni kaybedildi. Veysel’in idamından 25 yıl sonra Veysel Güney’in ilk ifadesini alan ve idamında hazır bulunan savcı Mete Göktürk ‘Adaleti Gördünüz mü?’ isimli kitabında onu suçlayacak delillerinin olmadığını açıkladı. Bütün mercilere başvurular yapıldı, kampanyalar yürütüldü ve hukuk mücadelesi verildi. Milletvekilleri soru önergeleri ile konuyu defalarca Meclisin gündemine taşıdı. Bu girişimlerin tümü sonuçsuz kaldı.”

‘Kaybedilmesinde tüm askeri ve sivil unsurlar sorumludur’

“Veysel’in idamından ve kaybedilmesinden; başta Kenan Evren olmak üzere, 12 Eylül’ün tüm asker ve sivil unsurları, Gaziantep Sıkıyönetim Komutanı General Şahabettin Balkan, Veysel’in bedenini tutanakla teslim alan Yüzbaşı Burhan Erdem sorumludur” diyen Taşkaya, Güney’in idamı ve bedeninin kaybedilmesinin insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu söyledi. İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımının olamayacağını vurgulayan Taşkaya, adli makamları, etkili bir soruşturma ve kovuşturma yaparak, Güney’in idamı ve kaybedilmesi ile ilgili karar alma ve uygulama mekanizmalarında yer almış tüm devlet görevlilerinin cezalandırılmasını sağlayacak hukuki bir süreci başlatmaya çağırdı. Taşkaya, “Devleti yönetenleri 12 Eylül’ün suçlarını ve suçlularını korumaktan vazgeçerek Veysel Güney’in 38 yıldır gizlenen mezar yerinin tespit edilmesi için gerekli adımları atmaya çağırıyoruz” diye belirtti.

‘Bayramları bayram havasında geçirmek istiyoruz’

23 Şubat 1995’te gözaltında kaybedilen Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız da, eyleme katılanların bayramını kutlayarak, “Bayramlar geçiyor herkes öyle ya da böyle Bayram ediyor. Biz acı, yas içinde gözlerimiz yollarda. Yıllardır belki devletten bir haber alırız diye, bayramları bayram gibi yaşarız diye bekliyoruz. Ne yazık ki olmadı. Biz intikam peşinde değiliz. Bizim ne aradığımızı herkes iyi biliyor. Devlette bunu iyi biliyor. Ama bu zulmü yaşatmaya devam ediyor. Biz acılıyız, öfkeliyiz kararlıyız ama Galatasaray lisesi önünden vazgeçmeye niyetimiz yok. Alanların açılmasını istiyor ve sesimizi halka böyle duyurmak istiyoruz” dedi. Türk annelerine seslenen Yıldız, “Hangi partiden olursa olsun bizim yanımızda olmalarını, bizim sesimizi duymalarını, bizi görmelerini istiyoruz. Bakın oylar nelere kadirdir. Oy zamanı geldi mi herkes kardeş oluyor, ana oluyor, dost oluyor. Oydan sonrada nereye gitmek istiyorlarsa oraya gitsinler diyorlar” ifadelerini kullandı.

‘31 yıl boyunca ıstırapla yaşattılar’

Amcası Veysel Güney’in 38 yıl önce suçsuz olduğu halde devlet tarafından idam edildiğini dile getiren Doğan Güney, devletin kendilerini bir mezara muhtaç hale getirdiğini söyledi. Acılarının 38 yıldır hiçbir şekilde dinmediğini ifade eden Güney, “Nenem Galatasaray Meydanı’nda ilk ağıtını yakmaya başladı. Sesini burada duyurmaya başladı. Ve bu şekilde son isteği de evladının mezarına, evladının eşyalarıyla birlikte gömülebilmekti. Çünkü evladının bir mezarı bile yoktu. Nenemi 31 yıl boyunca bu ıstırapla yaşattılar. Bu hangi vicdan veya adalet sisteminde yer alıyorsa, biz buna karşı Güney ailesi olarak direndik. Mücadelemiz bu şekilde sürmeye devam ediyor. Bizler tüm kayıpların bulunmasını ve bizlere bu acıları yaşatanların adalet önüne çıkmalarını istiyoruz. Yataklarında rahat bir şekilde değil, Kenan Evren gibi ölmelerini değil, adaletin önünde hesap vermelerini istiyoruz” diye konuştu.

gazetepatika10.org

Share
. tarafından

Avrupa’daki Dersim, Alevi Kurumları ve Demokratik Kitle Örgütlerinden Ortak Açıklama;

Haziran 9, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Avrupa’daki Dersim, Alevi Kurumları ve Demokratik Kitle Örgütlerinden Ortak Açıklama;

1937-38 Tenkil, Tedip ve Tehcirine karşı, Dersim ismi ve Dersim Belediyesi Savunulmalıdır !

Bizler, Avrupa’da çalışmalar yürüten Dersim ve Alevi Kurumları, Demokratik Kitle örgütleri, Dersim Belediye Meclisinin almış olduğu “Tunceli Belediyesi” isminin, “DERSİM BELEDİYESİ” olarak değiştirilmesi kararını selamlıyor, sahip çıkıyor, DERSİM, DERSİMDİR, bu tarihsel Hafızamızı hiç bir güç Dersimden söküp atamayacaktır diyoruz !

Söz konusu bu kararın kamuoyu ile paylaşılmasının ardından, Dersim belediyesi, ırkçı, faşist parti ve yapılanmalar ile “sözde solcu”suna kadar ittihatçılığın tüm versiyonlarının karşı saldırısına uğradı. Oysa yapılan şey, belediyemizin kayyum gaspından kurtarıldıktan sonra doğal isminin bir kez daha kullanıma sokulmasından ibaretti.

Dersim ismi, tarihimiz ve kültürümüzün, coğrafyamız ve toplumsal gerçekliğimizin adıdır. Devletin dayattığı “Tunceli” ismi ise her defasında biz Dersimlilere, atalarımızın uğradığı 1937-38 Soykırımını anımsatmaktadır ve yaralarımızı kanatmaya devam etmektedir.

Tarihsel hafızamızla çok iyi biliyoruz ki; Dersim adına yöneltilen saldırı, gerçekte toplumsal varlığımıza, kültürümüze ve kimlik değerlerimize yöneltilen bir saldırıdır. Uğradığımız sürgün ve kırımlar yetmezmiş gibi, köylerimize kadar girişilen isim değiştirmelerle bizi  biz yapan her şeyimiz yok edilmek istenmektedir.

Tunceli” ismi biz Dersimliler için 1937-38 Soykırımının, Zulmün adıdır !

Dersim, Osmanlıdan günümüze egemenlerin inkâr, asimilasyon ve katliam politikalarının hedefi durumundadır. Yüzlerce yıldır devam eden bu zulme karşı Dersim mazlumları baş eğmez duruşundan taviz vermemiştir. Siyasal, sosyal ve inançsal kimliği nedeniyle bugün de egemenlerin hala hedefi durumundadır. 1937-38 katliamının izlerini taşıyan Dersim resmi ideolojilerin tekçi, inkârcı ve asimilasyoncu anlayışlarına karşı direnmeye devam etmektedir.

Bu bağlamda, Dersimliler için “Tunceli” adı, toplumsal varlığımızı, kültürümüzü, kimliğimizi tarihten silmeyi hedefleyen projenin, bize “düşman ceza hukukunu” dayatan 1935 “Tunç Eli Kanunu”nun, “devletin tunç eli Dersim’in üzerine inecektir” diyen Abdullah Alpdoğan’ca uygulanan Tenkil, Tedip, Tehcir ve kırım uygulanmasının adıdır.

Dolayısıyla Dersim Belediyesinin aldığı kararın meşruiyeti bizim açımızdan tartışma götürmez bir durumdur ve Dersim ismimizi gasp eden kayyum zihniyetine karşı ortaya koyduğu toplumsal Dersim iradesinin ilanı ve karşı duruşudur.

Dersim halkının bu demokratik iradesini gerçekleştirmeye yönelik adımına muktedirlerce verilen tepki ise, kırımla tehdit edilmemiz olmaktadır. Nitekim, TBMM kürsüsünden sonunuz geçmişte dedelerinizin başına gelenlerden çok farklı olmayacaktır” ifadeleri ile verilen mesaj çok açıktır.

1925 Şark ıslahat kanununun, güncellenerek devam edeceğidir.

Bu sözlerin 2019’da söylenebilmesi ve yaptırımsız kalması, T.C Devleti’nin bütün Soykırım ve katliamların failinin kendisi olduğunun en açık göstergesidir.

Fakat, dost düşman herkes bilmeli ki Dersim Dersim’dir ve Dersim olarak kalacaktır. Bu bağlamda Sayın Maçoğlu ve Dersim Belediyesi şahsında toplumsal varlığımızı hedefleyen bu linç kampanyasını kınıyor, bu saldırılara karşı demokrasi güçlerini birlikte mücadele etmeye çağırıyor ve elbette ki bu tehditlerin hukuki açıdan da takipçisi olacağımızı ifade ediyoruz.

Toplumsal varlığımıza yönelen bu saldırı ve tehditlere karşı, dünya çapında örgütlü tüm Dersim ve Alevi Kurumları, Demokratik Kitle Örgütleri ve dostları olarak Dersim Belediyesinin aldığı bu haklı kararı destekliyor, Başkan Maçoğlu ve Dersim Belediyesinin sonuna kadar yanında olduğumuzu bir kez daha ilan ediyoruz.

İmzalayan Kurumlar:

Avrupa Demokratik Dersim Birlikleri Federasyonu (ADEF)

Demokratik Alevi Federasyonu (FEDA)

Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK)

Almanya Demokratik Haklar Federasyonun (ADHF)

Avusturya Demokratik Haklar Federasyonu (ADHF)

İsviçre Demokratik Haklar Federasyonu (İDHF)

Fransa Demokratik Haklar Federasyonu (FDHF)

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH)

Sosyalist Gençlik Hareketi (SYM)

Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu (ATİK)

Yaşanacak Dünya

Dersim İnşa Kongresi

Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu/Kültür ve Sanat Kurulu

Frankfurt Alevi Kültür Merkezi/Cemevi

Bielefeld Alevi Kültür Merkezi

Bremen CEMEVİ

Porz Alevi Kültür Merkezi

Strazburg Alevi Kültür Merkezi

Hatterheim Alevi Kültür Merkezi

Bad Hamburg Alevi Kültür Merkezi

Gütersloh Alevi Kültür Merkezi

Ortak Bellek Dersim Europa

Memoire Collektive des  Dersim en Europa

Kürmeş Derneği

Ludwigsburg Dersimspor

Rüselsehim Dersimspor

Emek ve Özgürlük Cephesi/Avrupa İnsiyatifi

Wenge Dersim-Hanover

Bielefeld Dersimle Dayanışma Derneği

Dersim Kulturverein Rhein-Main e.V

Dersim Kollektifi-Saarland

Rüselsehim Dersimle Dayanışma Derneği

Hamburg Demokratik Dersim Derneği

Berlin Dersim Komitesi (ADEF)

Hamm Dersim Komitesi (ADEF)

Paris Dersim Kültür Derneği

Hollanda Dersim Dayanışması

ACOTF Mulhouse

Londra YÇKM

 

Share
. tarafından

İsviçre’de Yapılacak Genel Greve Çağrımızdır!

Haziran 11, 2019 de ANASAYFA . tarafından

İsviçre’de Yapılacak Genel Greve  Çağrımızdır!

14 Haziran 2019 günü Isviçre genelinde “cinsiyetçilik, eşitsizlik, kadına karşı şiddet ve eşit işe eşit ücret “talepleriyle kadınlar genel  greve gidiyor.  14 Haziran 1991’de yarım milyonu aşkın kadının katıldığı ilk İsviçre Ulusal Kadın Grevi 28 yıl aradan sonra ikinci kez 14 Haziran 2019’da İsviçre genelinde yapılacak.  Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin de içinde bulunduğu ve farklı kadın örgütlerinin, eylem komitelerinin, sendikaların, yerli ve göçmen kadın gruplarının yer aldığı grev gün boyu bütün kantonlarda çeşitli gösterilerle yapılacak. Kadın gurupları  “cinsiyetçilik, eşitsizlik, kadına karşı şiddetin “hala devam ettiğini ve bu vesileyle ‘Eşit İşe Eşit Ücret Genel Grevi`ne“ tüm kadınları katılmaya  çağırıyor.

Tarih 14 Haziran 1991, beş yüz bin kadının harekete geçerek, mor kıyafetler ve rozetler takarak, sokaklara verdikleri kadın isimleriyle, “Sokakta Grev, Evlerde Grev” şeklinde düzenledikleri çeşitli gösterilerle, tüm ülkede kadınlara büyük moral kazandırarak, çalışma ortamlarında mücadelelerinin sürmesine yol açarlar. Kadınlar adım adım ilerleyerek haklarını koparmaya başlarlar. İşyerlerinde yaşanan haksızlıkları ortadan kaldırmak için 1995 yılının Mart ayında kadın ve erkek arasında eşitlik ilkesi federal düzeyde yasallaşır. Kadınlar 60 yıl önce anayasaya yazılan doğum  iznini ise ancak 2005’te çıkarılan yasayla elde ederler. Tüm bu eşitsizlikler sadece çalışma saatlerinin ve ücretle sınırlı olmayıp eşit olmayan ücret şikayetleri % 76 , cinsel taciz  suçlari ise % 83 oranında mahkemelerde inkar edilmektedir. İsviçre’de iş yerlerinde kadın işçilerin % 63’ü icra pozisyonlarında görev alamıyor. Her ay iki kadın eski eş şiddetiyle öldürülüyor. Her beş kadından biri hayatı boyunca fiziki veya cinsel şiddete maruz kalıyor. Kadınların emeklilikte aldıkları maaş erkeklere göre %37 daha düşük. Tüm bunlara ek olarak zor calışma koşulları, düzensiz  çalışma saatleri ve güvencesiz iş sözleşmeleri gibi şartlar kadınların hayatını geçmişte olduğu gibi bugün de etkilemeye devam ediyor.

Ev işlerinde, çocuk eğitimi ve bakımını ücretsiz yapan kadınlar, Güvencesiz ve düşük ücretli işlerde çalıştırılan kadınlar,karar verme pozisyonu azınlıkta olan kadınlar, ‘Kadın işi’ denilerek değersizleştirilen kadınlar, Emeklilik yaşının yükseltilmesine karşı olan kadınlar, ev ve bakım işlerinin sosyal güvenlik ve emeklilikte tanınmasını isteyen kadınlar, daha uzun, eşit ve devredilmez ebeveyn izni ve daha fazla hastalık izni isteyen kadınlar, çocuk, hasta ve yaşlı bakımı için kamusal imkanların artmasını isteyen kadınlar, ücretli ve ücretsiz işlerin daha eşit dağılımlı yapılmasını isteyen  kadınlar, yarı zamanlı çalışmadan kurtulmak için çalışma saatlerinin kısaltılmasını isteyen kadınlar, iş yerlerinde, sokaklarda, evlerde, cinsiyetçiliğe, ve ayrımcılığa uğrayan  kadınlar, Kamusal alanlarda cinsiyetçi, kadın ve LGBTI düşmanı saldırılara karşı ülke genelinde yaşanan her türlü fiziksel ve cinsel şiddete karşı olan kadınlar, bizim hakkımız olan tüm bu haklar ve taleplerimiz için ADKH olarak  çalışan veya çalışmayan, genç, yetişkin, yaşlı, LGBTI ve farklı kültürlere sahip bütün kadınları, 14 Haziran 2019’da  ülke genelinde yapılacak olan bu büyük greve çağırıyoruz.

 

 

AVRUPA DEMOKRATIK KADIN HAREKETI

Share
. tarafından

Hasta kadını, “evi kötü koku sarmasın” diye tuvalette yatırmışlar

Haziran 11, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Ağrı’ya bağlı Hamur ilçesinde, Melek Karaaslan’ı tuvalete kapatıp, aç susuz bırakıp, ölümüne neden oldukları iddiasıyla yargılanan eşi Ferdi Karaaslan ile kayınpeder Kutbettin ve kayınvalide Naciye Karaaslan’a verilen cezalar, Yargıtay’ın bozma kararı üzerine yapılan yeniden yargılamada 2 kat arttı. Mahkeme, ‘kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi’ suçundan verdiği cezaların gerekçeli kararında, hastalığı nedeniyle sürekli altına idrar ve dışkı kaçıran Melek’in ‘evde koku yapmasın, diğer kişiler mikrop kapmasın’ denilerek, tuvalette ölüme terk edilişini detaylarıyla anlattı.

DHA’dan Hümeyra Pardeli’nin habere göre: Ağrı’ya bağlı Hamur ilçesinin Çağlayan köyünde yaşayan Hanım ve Kasım Levent çiftinin 8 çocuğundan biri olan Melek Karaaslan, 16 yaşında çobanlık yapan Ferdi Karaaslan ile evlendirildi. 25 Kasım 2008’de resmi nikah kıyılan Melek Karaaslan’ın 2 oğlu dünyaya geldi. Ancak genç kadın, eşi, kayınpederi ve kayınvalidesi tarafından hastalığı nedeniyle tuvalete kapatılarak, aç susuz bırakıldı. İstanbul’da çalışan ağabeyi Reis Levent, kardeşine yapılanı duyunca köye aldı. Ölüme terk edilen bu nedenle ruh sağlığı da bozulan Melek Karaaslan, tuvaletten çıkarılarak, Ağrı Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Bakanlığın devreye girmesiyle de ambulans uçakla Ankara’ya sevk edildi. Ancak Melek Karaaslan, 25 Temmuz 2012’de yaşamını yitirdi.

Ağır Ceza’da dava açıldı

Karaaslan’ın ölümüne neden oldukları gerekçesiyle eşi Ferdi Karaaslan, kayınpeder Kutbettin Karaaslan, kayınvalide Naciye Karaaslan ile babası Kasım Levent hakkında Ağrı Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Ağrı Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamanın 22 Ocak 2014 günü görülen karar duruşmasında, ara celsede tutuklanan Ferdi Karaaslan 8 yıl 4 ay, Kutbettin ve Naciye Karaaslan çift  6’şar yıl 3’er ay, baba Kasım Levent de 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı. Dosya, Cumhuriyet savcısı, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile taraf avukatlarının itirazı üzerine Yargıtay’a gitti.  1’nci Ceza Dairesi, verilen cezaları az bularak, kararı bozdu.

Cezalar arttırıldı

Yargıtay’ın bozma kararı sonrası yeniden görülen davanın 20 Şubat 2019’daki duruşmasında mahkeme, Ferdi Karaaslan’ı ‘kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi’ suçundan 16 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırdı. Naciye ve Kutbettin Karaaslan’ı da aynı suçtan 12’şer yıl 6’şar ay hapis cezasına mahkum etti. Baba Kasım Levent ise, ‘yardım ve bildirim yükümlülüğü yerine getirmeme’ suçundan beraat etti.

Tüm detaylar gerekçeli kararda anlatıldı

Mahkeme tarafından hazırlanan 47 sayfalık gerekçeli kararda, Melek’in ölüme nasıl sürüklendiği tüm detaylarıyla anlatıldı. Kararda, Melek’in, hastanede ifadesini alan polis memurları ile barodan atanan avukatın anlatımlarına da yer verildi. Avukatın, “Melek ‘Beni evin tuvaletine koydular. Üç aydır banyo yapmıyorum. Hastalığım bu sebepten dolayı daha da arttı’ dedi. Kendisi eşinden ve ailesinden şikayetçi olmadı” ifadelerinin yer aldığı kararda, polis memurunun tanıklığı sırasında söylediği  “Melek, yatakta cenin bir pozisyonda yatıyordu ve kendisinden çok ağır koku geliyordu. Bu koku ceset kokusuna benziyordu. Yani çürük et kokusu gibiydi. Kendisine devlet koruması altında olduğunu, şikayetçi olup olmadığı konusunda özgür olduğunu açıkladık ancak şikayetçi olmadığını ve olmayacağını söyledi” sözleri kaydedildi.

Hasta olan Melek Karaaslan’ın iyileşmesinden ümidini kesen eşi, kayınpederi ve kayınvalidesinin genç kadına evde bakmaya başladıklarına değinilen gerekçeli kararda, “Maktulün sürekli altına idrar ve dışkısını kaçırması nedeniyle ‘evde koku yapmasın ve evdeki diğer kişiler mikrop kapmasın’ gerekçeleriyle evin tuvaletine ait küçük bir alanda, sert bir tahta parçasının üzerine yatırıldığı, hareketsiz bir yaşam süren maktulün durumunun giderek kötüleşmeye başladığı ve vücudunda ölümü ile nedensellik bağı oluşturabilecek derecede bası yaraları enfekte olması ve enfeksiyonun tüm vücuda yayılması nedeniyle Melek’in hayatını kaybettiği anlaşılmıştır” denildi.

‘Eşler birbirlerine yardımcı olmaya mükellef’

Türk Medeni Kanunu’nun 185/3 maddesi gereği ‘Eşlerin birlikte yaşama, birbirlerine yardımcı olma, birbirlerinin yaşam ve sağlıklarının korunması hususunda mükellef olduklarının’ belirtildiği kararda, Ferdi Karaaslan’ın hukuki yükümlülüğünü yerine getirmediği, eşi Melek Karaaslan’ın ölümüne neden olduğuna vurgu yapıldı. Adli Tıp raporuna göre ölüm ile uzun süre yatmaya bağlı yaralar arasında illiyet bağı bulunduğuna işaret edilen kararda, şöyle denildi;

“Sanıklar Ferdi, Naciye ve Kudbettin Karaaslan’ın maktul Melek’in bu durumunu görmelerine rağmen icrai hareketleri yapmayarak, maktulü yüksek bir koruma ihtiyacının bulunduğu ve yardım olmaksızın kendisini kurtaramayacağı bir duruma soktukları, sanıkların ihmal göstererek maktulün yaşamını tehlikeye sokmasını sonuçlarına katlanması gerektiği anlaşıldığından, sanıkların hastalığın ağırlaşması ve ölüme gitmesine öngören hareketleri ile neden oldukları ve akabinde ihmal göstermek sureti ile maktulü tedavi ettirmeyerek, temizliğini yapmayarak bakım ve ihtiyaçlarını yerine getirmedikleri bu nedenle sanıkların, kasten öldürmenin ihmali davranışı suçunu işledikleri kanaatine varılarak, cezalandırılmalarına karar verilmiştir.”

gazetepatika10.org

Share
. tarafından

14 HAZİRAN 2019 GENEL GREVE ÇAĞRI!

Haziran 11, 2019 de ANASAYFA . tarafından

14 HAZİRAN 2019 GENEL GREVE ÇAĞRI!

Toplumların özgürlük düzeyi kadının özgürlük düzeyi ile aynıdır. İçinden geçtiğimiz bu tarihsel süreçte Dünyanın neresinde olursa olsun demokratik bir sistem yaratmanın veya demokratik bir sistemde yaşamanın, bu sistemin sürekliliğini sağlamanın ve kalıcılaştırmanın tek garantisi kadının özgürleşmesidir. Mevcut hakim sistemlerin en zayıf noktalarının başında kadını metalaştıran ve toplumsal cinsiyetçi zihniyeti kurumsallaştıran erkek egemen ideolojisi gelmektetir. Egemen erkek ideolojisi, ahlakı ve kültürüyle mücadele edilmeden özgür, eşit ve demokratik bir yaşamın yaratılması mümkün değildir. Çünki bugünki Kapitalist Emperyalist sistemin sürekli kriz üretiyor olması ve bu krizleri toplumsal eşitliğe ve özgürlüğe dayalı bir çözüm yerine, emeği sömürerek bölgesel savaşlar çıkarıp insanı ve doğayı sürekli baskı ve tahakküm altına alıp sindirme politikası ile aşmaya çalışması sorunları dahada derinleştirmektedir. Tüm bu sorunlardan dolayı toplumsal dönüşüm kendini dayatmaktadır. Hangi toplumsal dönüşümü esas almamız gerektiği meselesini,  başta kadınlar olmak üzere toplumun tüm ezilen kesimlerinin düşünmesi gereken esas görevdir. Dolayısıyla sistemden kaynaklanan sorunlarla mücadeleyi bir günle sınırlamadan mevcut sistemin tüm gerici dayatmalarına karşı mücadeleyi süreklileştirerek demokratik kazanımlarımızı büyütmeliyiz.

Günümüz hakim Kapitalist Emperyalist gerici sisteminde yaşayan Kadınların, eşit ve özgür bireyler olarak siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik yaşama eşit katılma hakları vardır. Kendi doğal hakları olan bu  hakları kullanan kadınlar emeklerinin karşılığını eşit bir şekilde almamaktadırlar. Aynı işi yapmalarına rağmen erkek emekçilerden ortalama olarak %20 daha az ücret almaktadırlar. Emeklilik sürecinde erkek emekçilerden %37 daha az emekli aylığı almaktadırlar. Ev işlerinde ve çocuk bakımını ücretsiz yapan kadınların, aynı zamanda cinsiyetçilğe maruz kalarak,  cinsel ve fiziki şiddeti yaşayarak  zor çalışma koşullarında düzensiz çalışma saatleri ve güvencesiz iş saatleri gibi sorunları dün olduğu gibi bugünde yaşayarak hala günümüzde en büyük sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna ek olarak Sosyal ve siyasal toplumsal yaşamda, renginden, milliyetinden ve inancından dolayı ayrımcılığa ve ırkçı saldırılara maruz kalan göçmen kadınların yaşadıkları koşullar dahada ağırdır.

İDHF olarak tüm bu gerici uygulamaları geriletme adına tüm bunlarla mücadele ederek ortadan kaldırmanın tek yolu olarak mevcut gerici erkek egemen ideolojiden kaynaklanan kadına karşı uygulanan  her türlü baskı, şiddet , tahakküm altına almaya dönük anlayış, yaklaşım ve uygulamalara karşı direnmenin hakkını,  kadının cinsiyetçilğe ve eşitsizliğe karsı mücadelesinin haklılığını savunarak 14 Haziran 2019 da tüm İsviçre’de yapılacak olan Cinsiyetçilik, Eşitsizlik ‘’Eşit işe eşit ücret’’ genel ulusal Grevini  İsviçre Demokratik Haklar Federasyonu olarak selamlıyoruz.  Başta tüm Kadınlar olaraktüm ezilenleri, erkek egemen ideolojinin yarattığı cinsiyetçilğe ve eşitsizliğe karşı kadınların esas hakkı olan 14 Hazirandaki Grevde demokratik taleplerini almaları için mücadele etmeye  çağırıyoruz!

İsviçre Demokratik Haklar Federasyonu

Share
. tarafından

Tacizciye atılan terlik “suç” sayıldı; 5 yıl hapis istendi!

Haziran 12, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Denizli’de yaşayan 25 yaşındaki H.H. adlı kadın ile 2 kadın arkadaşının birlikte tatil için gittiği Aydın’ın Kuşadası ilçesinde eğlence mekanından çıktıktan sonra kendilerini elle taciz ettiğini iddia ettikleri kişiye tepki gösterip, fırlattıkları terlik, ‘silah’ sayıldı.

Olay, 9 Temmuz 2017 tarihinde Kuşadası ilçesinin Türkmen Mahallesi’nde meydana geldi. Gece bir eğlence mekanına giren ve saat 03.00 sıralarında kaldıkları Türkmen Mahallesi’ndeki eve gitmek için yola çıkan H.H., iddiaya göre kendisiyle aynı yaştaki iki kadın arkadaşıyla yolda yürürken karşılarından gelen 24 yaşındaki M.E.K.’nin tacizine uğradı. 3 genç kadın, karşıdan iki kolunu da yana açarak gelen M.E.K.’nın, göğüslerine dokunduğunu ileri sürüp, tepki gösterdi. H.H. ve yanındaki iki kadın arkadaşı ile M.E.K. arasında çıkan başlayan tartışma kavgaya dönüştü. Kavga sırasında H.H. ile kadın arkadaşları M.E.K.’ya ayaklarındaki terliği fırlattı.

İki yıl sonra gelen terlik davası

Polis merkezinde ifade veren H.H. ile iki arkadaşı daha sonra memleketleri Denizli’ye döndü. Olaydan iki yıl sonra gelen mahkeme tebligatıyla H.H. ile arkadaşları şaşkına döndü. Kuşadası’nda meydana gelen olayla ilgili kadınları taciz ettiği iddia edilen M.E.K.’nin darp edildiği gerekçesiyle şikayetçi olduğu, savcılığın ise soruşturma başlattığı öğrenildi.

Kuşadası Cumhuriyet Savcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, şüpheli konumunda olan H.H. ile iki kadın arkadaşı hakkında, saldırıda kullanmaya elverişli terlik ve ayakkabı ile yaralamaya teşebbüs ettikleri, kasten basit yaraladıkları, şüphelilere atılı suçun bu haliyle silahla basit yaralama suçunu oluşturdukları ve eylem birliği içinde hareket ettikleri gerekçesiyle Kuşadası Asliye Ceza Mahkemesi’nde 5 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.

‘Taciz mağduruyken suçlu olduk’

Attıkları terliğin silah sayılmasına çok şaşırdıkları belirten H.H., “Eğlence mekanından çıktıktan sonra eve giderken, karşımızdan gelen kişi, iki kolunu da yanlara açarak üzerime doğru geldi. Elleriyle bizim göğüs bölgemize dokundu. Biz de tepki gösterdik ve aramızda arbede çıktı. Bu sırada ayağımızdaki terlikleri fırlattık. Terlikler ona isabet etmedi. Kendisi de ilk mahkemede terliğin isabet etmediğini söyledi. Terlik silah sayıldı ve hakkımızda dava açıldı. Mağdurken, suçlu konumuna döştük. Bir taciz olayı var ama karşı taraf darp edildiğini söyleyince biz yargılanmaya başladık. Bu durumda hapis cezası alabiliriz. 2 yıl önce yaşanan bir olayda mağdurken sanık olduk” dedi.

‘Soruşturma aşamasında ihmal olduğunu düşünüyoruz’

Üç kadının avukatı olan Ozan Orpak ise soruşturma aşamasında ihmal olduğunu düşündüklerini belirterek, “2 yıl önce yaşanan bir olay için yeni dava açılıyor. Tatil için gittikleri yerde tanımadıkları bir kişinin kollarını açarak gelmesiyle tacize uğruyorlar. Üç kadın müvekkilim her kadının vereceği tepkiyi veriyor. Karşı tarafın şikayetçi olması üzerine dava açılıyor. Ancak biz soruşturma aşamasında ihmal olduğunu düşünüyoruz. Polis merkezinde tacize uğradıklarını söylemelerine rağmen taciz soruşturması açılmamış. Neden kaynaklandığını bilmiyoruz. Tacize uğrayan kadınlar olmasına rağmen, şüpheli konumunda oluyorlar ve silahla basit yaralama suçundan yargılanmaya başladılar. Terliğin silah olup olmadığı tartışılan bir konu. Ancak, tacize uğrayan bir kadının kendisini korumak amacıyla kullandığı terlik bir silah değildir” dedi.

gazetepatika10.org

Share
. tarafından

Fransa’nın Strasbourg şehrinde LGBTİ yürüşü

Haziran 15, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Yaklaşık 50 yıl önce polisin  New-York’un Stonewal İnn kasabasındaki bir bara baskınının ardından çıkan ve günlerce süren isyanın ardından örgütlenen eşcinseller, farkındalık yaratmak ve her türlü  ayrımcılığa karşı durmak için her yıl eylem ve yürüyüşler düzenlerler.

Bu yıl Strasbourg LGBT derneğinin düzenlediği etkinliğe geçen yıla göre yüzde 65 artarak onbine yakın bir katılımla şiddet eylemleri kınandı. “Biz buradayız” Irkçılık ve her türden ayrımcılığa son sloganlarının atıldığı eylem, binlerin dünyanın heryerinde kimlikleri, cinsel tercihleri ve farklılıklarından dolayı tacize, tecavüze uğrayan, hayatını kaybedenler için 3 dakikalık saygı duruşunun ardından çeşitli standların olduğu alana gidilerek etkinlik gününün  geç saatlerine kadar panayır biçiminde devam etti.

Share
. tarafından

864 çocuk, anneleriyle birlikte hapishanede!

Haziran 19, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Türkiye’de annelerinin talebiyle toplam 864 çocuk hapishanede kalmak zorunda kalırken, Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde kaç çocuğun annesiyle birlikte hapishanede kalmak zorunda olduğuna dair Adalet Bakanlığı’ndan herhangi bir veri paylaşılmıyor.

Cumhuriyet’ten Mahmut Lıcalı’nın haberine göre; CHP Ankara milletvekili Murat Emir, bakanlığın OHAL dönemiyle ilgili verileri açıklaması gerektiğini vurguladı. CHP’li Emir, Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CİMER) bilgi edinme yasası kapsamında gerek

OHAL süreci içindeki KHK’ler gerekse OHAL sonrası yapılan operasyonlar sonrası anne veya babası tutuklandığı için hapishanelere girmek zorunda kalan ve bu şekilde hapishanelerde yaşamını sürdüren çocuk sayısının kaç olduğunu sordu. Emir’in CİMER’e yönelttiği soruya Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü tarafından yanıt verildi. Yanıtta, ceza infaz kurumlarında tutuklu ve hükümlü annelerinin yanında kalan 0-6 yaş grubu çocukların, annelerinin talebi doğrultusunda kurumlarda kalmakta olduğu belirtilerek “Annelerin talebi halinde çocukların gelişimsel dönemleri dikkate alınarak kurum dışındaki yakınlarına da teslim edilebilmektedir” denildi.

‘Suskunluk bozulmalı’

Yanıtta, 24 Mayıs 2019 tarihi itibarıyla ceza infaz kurumlarında annelerinin talebi doğrultusunda yanlarında kalan çocuk sayısının 864 olduğu ifade edildi. Yanıtta, OHAL döneminde kaç çocuğun annesiyle birlikte hapishanede olmak zorunda kaldığına ilişkin herhangi bir bilgi belirtilmedi. Adalet Bakanlığı’nın yanıtını değerlendiren CHP’li Emir, bir çocuğun bile annesiyle birlikte hapishanede olmasının, özgürlüğünün sınırlandırılmasının başlı başına bir sorun olduğunu belirterek “864 sayısı çok yüksek. Küçük çocuğu olan annelerin daha uygun ortamlarda infazlarının yapılması konusunda daha duyarlı olunmalı. Cezaevi koşullarının bir çocuğun sağlıklı büyümesi için uygun bir ortam olmadığı ortada” diye konuştu.

CHP’li Emir, OHAL döneminde yapılan tutuklamalar nedeniyle kaç çocuğun annesiyle birlikte hapishanede kaldığı konusunda bakanlığın suskunluğunu koruduğunu vurgulayarak “Bu rakamlar kamuoyuyla paylaşılmalı” değerlendirmesine bulundu.

gazetepatika10.org

Share
. tarafından

Hindistan’da çocuk ölümleri artıyor: 100’den fazla çocuk beyin iltihabından öldü

Haziran 19, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Hindistan’ın en yoksul bölgelerinden biri olan yaklaşık 100 milyon nüfusa sahip Bihar eyaletinde 100’den fazla çocuk beyin iltihabı nedeniyle hayatını kaybetti. Yetkililer, hastalığa neden olan virüsün potansiyel olarak liçi meyvesinden bulaştığı düşünüyor. Bihar eyaleti, Haziran ayının başından beri Akut Ensefalit Sendromu (AES) salgını ile mücadele ediyor.

Sağlık yetkilisi Ashok Kumar Singh, hastaların çoğunun kanında ani bir glikoz kaybı görüldüğünü söyledi. Bu salgınların 1995’ten beri her yıl yaz aylarında aynı bölgelerde, tipik olarak liçi mevsimi ile aynı zamana denk geldiği belirtildi.
ABD’li araştırmacılar birkaç yıl önce, beyin iltihabı hastalığının meyvede bulunan toksik bir maddeyle bağlantılı olabileceğini söylemişti. Araştırmacılar ayrıca felç ve akli durumun kötüleşmesiyle ölüme neden olan hastalığın nedenini ortaya çıkarmak için daha fazla çalışmaya ihtiyaç olduğunu söyledi.

Chamki Bukhar adı verilen hastalık 2014’te 150 çocuğun ölümüne neden olmuştu. Liçi meyvesinin Bangladeş ve Vietnam’da yetiştiği bölgelerde nörolojik hastalık salgınları da gözlenmişti.

gazetepatika10.org

Share
. tarafından

Pirahã Kabilesi: Dünsüz, yarınsız ve kaygısız bir yaşam

Haziran 19, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Amazon’un derinliklerinde, yalnızca birkaç yüz kişilik bir kabile yaşıyor. Tamamen adına teknoloji dediğimiz şeylerden uzak, avcı ve toplayıcılıkla yaşamlarını sürdürerek. Dış dünyaya kendilerini tamamen kapatmış; paradan ve lüksten haberi bile olmayan ilkel olarak düşünülen bu insanlar dünyanın en mutlu insanları. Neden derseniz, çünkü bu kabilenin dilinde gelecek zaman yok; onlar hep “şimdi”yi yaşıyorlar!

Pirahã Kabilesi’nin yerleşim yeri Porto Velho (Brezilya) şehrine 400 km uzaklıkta. Ulaşmak için 4 günlük bir tekne seyahati gerekiyor.

Bizlerin Pirahãlar hakkında bu kadar bilgi sahibi olmasını sağlayan kişi ise onları bizzat görmüş, yıllarca birlikte yaşamış ve onları incelemiş, nihayet ömrünün büyük bir kısmını onları incelemeye adamış eski bir misyoner ve antropolog olan Daniel Everett.

1977 yılında bu kabileyi görmek ve onları “insanlaştırmak” için Amazonlara ilk yolculuğunu yapan Everett, zaman içinde onlara öğreteceklerinden çok öğreneceği çok şey olduğunun farkına varıyor bu insanları tanıdıkça. Bu yolculuklarının ardından bir de kitap yazıyor: “The Grammar of Happiness”

“Hiç bu kadar zorlu şartlarla karşı karşıya olan ama buna rağmen büyük bir incelik ve mutluluk içinde yaşayan insanlar görmemiştim. Pirahãların hayatı benim düşünme biçimimde devrim yaptı. Her şart altında mutlu olmayı öğretti”.

Pirahã insanları zaman içerisinde çok büyük zorluklara ve dayatmalara maruz kalmış, fakat kendi kültürlerinden asla kopmamışlar. Modern dünyanın nimetlerine gerek duymayarak, elindekiyle yetinmeyi bir yaşam biçimi haline getirmişler.

Onlar yalnızca zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak kadar çalışıp, geri kalan zamanlarında eğlenmek ve sohbet etmek istiyorlar. Aralarında hiçbir hiyerarşi yok. Özel günler ya da törenler düzenlemiyorlar. Doğayla harika bir uyum içinde yaşıyorlar. Avladıkları hayvanlar dışında hiçbir hayvana zarar vermiyorlar. Topladıkları yiyecekler eşit olarak paylaştırılıyor.

Bu kabilenin en şaşırtıcı ve ayırt edici varlığı ise, başta da ifade ettiğimiz gibi; dilleri.

Dillerinin bir alfabesi yok, dolayısıyla ortada yazıya dökülebilen bir dil yok. Sesler çıkarıyorlar, ıslıklar çalıyorlar, zaman zaman hayvanları ve doğadaki diğer sesleri taklit ediyorlar. Bu konuda o kadar ustalar ki, maymunları uzaklaştırıp kartalları bile çağırabiliyorlar.

“Anı yaşamak” dendiğinde yazık ki, aklımızda hep rockstarlardan bozma hayatlar ve “motosikletli” felsefeler canlanır. Bu denli berrak bir kavramın altını yine modern yaşam boşaltmış olacak ki, Pirahãlar hiçbir gürültüye ihtiyaç duymadan, kelimenin tam anlamıyla bunu yapıyor.

Şöyle ki, Pirahã dilinde geçmiş ya da gelecek zaman kavramları yok: Yarın yok. Dün yok. Ay, yıl, hafta yok; onlar için ya “şimdi” var, ya da “şimdi değil” var! Dolayısıyla bu insanlar pişmanlık ya da beklenti içinde yaşamaktan oldukça uzak. Geçmişe dair efsaneleri, mitleri de yok. Onlar için yalnızca gördükleri var.

Dillerinde sayı da yok. Bu insanlar 10’a kadar sayamıyor. Miktar kavramı, yalnızca yeterli olup olmadığına göre ayrılıyor. Bir kilo balığın, veya 5 tane balığın kaç tane balık olduğunu onlar bilmiyorlar. Onlar için “az balık” ya da “çok balık” var. Bir şeyden yeteri kadar varsa, sayısının hiçbir önemi yok.

Şimdi bu yazıyı yazarken bu insanlara hep, ortada olan bir şeyler varmış da onlar bilmiyormuş gibi yaklaştık. Aslında burada tam tersi var. Düşününce, onların tarafında bir eksiklik yok; bizim tarafta bir fazlalık var.

Kaynak: www.wannart.com / Dünyalılar

gazetepatika10.org

Share
. tarafından

Dersim’de Kadın Meclisleri; ‘Söz, Yetki, Karar Kadınlara’ şiarıyla ilk toplantısını gerçekleştirdi

Haziran 21, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Kadın Meclisleri, ilk toplantısını Dersim Belediyesi’nin konferans salonunda gerçekleştirdi. ‘Köklerimize sarılarak büyüyoruz, kadın meclislerini kuruyoruz’ şiarıyla yapılan toplantıya siyasi parti, sivil toplum kuruluşları, kadın örgütleri temsilcileri, psikolog ve sosyologların da aralarında bulunduğu çok sayıda kadın katılımcı katıldı.

“Meclis; Kadının Yaşamın Her Alanında Öncü Duruma Gelmesini Savunur”
Toplantıda Kadın Meclisleri Sözcüsü ve Belediye Başkan Yardımcısı Canan Aydoğan, şöyle konuştu:

“Kadın meclisleri; kadınların kapitalist sistemin içerisinde ikinci cins olmanın yaşattığı sorunların ve bu sorunların neler olduğu çözümü noktasında yapılması gerekenleri ortaya koyar ve antikapitalist antifaşist anti demokratik tüm uygulamaları kadına, emeğe, inanca, ekolojiye; kısaca yaşamın tüm alanlarındaki sömürüye karşı çıkar ve erkek egemen sistemin kadını yok sayan tüm müdahalelerine karşı mücadele edebilecek kadının öz örgütlülüğünün oluşturulmasını savunur. Bu noktadan hareketle kadının, yaşamın her alanında öncü duruma gelmesini esas alan bir çalışma tarzını oluşturmayı esas alır” ifadelerini kullandı

‘Kadın Meclislerimizin Hedefleri’

Toplantıda Kadın Meclislerinin hedefleri şöyle aktarıldı:

“-Belediye kadın meclisleri cinsiyetçi ayrımcı her türlü uygulamaya karşı çıkarak eğitim, kültür, sanat, inanç, kimlik, ekoloji vb. kısaca yaşamın nüksettiği her alanda yeni yaşamı var edecek bir dil ve bir çalışma tarzı geliştirerek mücadele etmek.

-Belediye Kadın Meclisi, kadının hem ev içerisinde hem çalışma yaşamında karşılaştığı tüm sorunları tespit eder ve bu sorunları çözmeyi hedefler.

-Belediye kadın meclisi kadınların yaşadığı ekonomik sıkıntıların giderilmesi için üretim esaslı çalışmalar hedefler

-Belediye Kadın Meclisleri, kadınların hukuki ve sağlık hizmetlerinden yararlanabilecekleri bir çalışma yöntemi geliştirir ve bu hizmetlerden yararlanamayan kadınları bilgilendirmeyi hedefler.

-Kadına çocuğa hayvana yapılan şiddet vb. konulara yapılması gerekenlerle ilgili her an iletişimde olabilecekleri birimlerin oluşturulmasını ve hukuki psikolojik danışma merkezleri ile ortaklaşa çalışmayı hedefler.

-LGBTİ’lerin mücadelesini kendi mücadelesi olarak görür ve ortak çalışma alanları yaratır.

-Kapitalist hegemonyanın yaratmış olduğu eril zihniyet karşı paneller, etkinlikler düzenler.

-Çalışan kadınların kreş sorununa ilişkin çözüm üretmeye çalışır.”

gazetepatika10.com

Share
. tarafından

‘Sizin açgözlülüğünüz bizim geleceğimize mal oluyor’

Haziran 22, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Avrupa’da iklim değişikliğine dikkat çekmek için yapılan eylemler sürüyor. Almanya’da Gelecek için Cumalar (Fridays for Future) isimli girişimin organize ettiği eyleme on binlerce öğrenci katıldı.

Almanya’nın Aachen kentinde en geniş katılımlı Gelecek için Cumalar gösterisi düzenlendi. Onbinlerce genç iklim değişikliğine acil müdahalede bulunulmasını talep etti.

Sizin Açgözlülüğünüz Bizim Gelceğimize Mal Oluyor”

Kömürden vazgeçilmesini ve Paris İklim Anlaşması’na uyulmasını talep eden eylemciler “Sizin açgözlülüğünüz bizim geleceğimize mal oluyor”, “İklim adaleti: hemen şimdi” ve “Eğer Dünya bir banka olsaydı, onu şimdiye kadar çoktan kurtarmış olurdunuz” ifadelerinin yazılı olduğu pankartlar taşıdı. Almanya’nın Freiburg şehrinden eyleme katılmak için gelen 17 yaşındaki Malika Scheller “Şu anda harekete geçmeliyiz: Aslında geç bile kaldık” dedi.

Almanya’da şimdiye kadar gerçekleşen en kalabalık Gelecek için Cumalar protestosuna Hollanda, Belçika, Fransa ve İngiltere dahil 15 ülkeden katılım oldu. İsveçli öğrenci Greta Thunberg’in “İklim için okul grevi” sloganıyla başlattığı protesto gösterileri kısa sürede tüm dünyaya yayılmıştı. Thunberg, Ağustos 2018’den beri her Cuma okula gitmek yerine İsveç parlamentosunun önünde eylem yaparak, hükümeti iklimlerin korunması konusunda daha etkin bir tutum izlemesini talep ediyor.

Maden ocağına karşı eylem

Aachen’a 40 km mesafede bulunan Garzweiler maden ocağında da Cumartesi günü protesto gösterileri düzenlenmesi bekleniyor. Eyleme 4 bin kişilik bir katılım olacağı öngörülüyor. Eylemciler 2038’e kadar açık kalması planlanan madenin derhal kapatılmasını talep ediyor. (DW)

gazetepatika10.org

Share
. tarafından

İHD Halfeti Raporu’nu açıkladı: Elektirikli işkence, cinsel işkence, 16 yaşındaki kız çocuğuna silahlı tehdit

Haziran 22, 2019 de ANASAYFA . tarafından

İnsan Hakları Derneği (İHD) Merkezi Kadın Komisyonu, 18 Mayıs tarihinde Urfa’nın Halfeti ilçesinde çıkan çatışma sonucu gözaltına alınan 51 kişinin işkenceye maruz kalmasına ilişkin, İHD Genel Merkez binasında basın toplantısı düzenledi.

Cinsel İşkence Belgelendi

İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin’in de katıldığı toplantıda komisyonun metnini İHD MYK üyesi Nuray Çevirmen okudu. Çevirmen, Urfa Barosu İnsan Hakları Komisyonu tarafından olaya ilişkin ayrıntılı bir rapor hazırlandığını ve işkencenin doğrulandığını belirtti. Çevirmen, “Kamuoyuna yansıyan bilgilerden gözaltına alınan tüm kadınların cinsel işkenceye maruz kaldıkları bilgisinin edinilmesi üzerine, İHD Merkezi Kadın Komisyonu olarak, İstanbul Sözleşmesi ve ayrıca İstanbul Protokolü çerçevesinde kadınlara uygulanan cinsel işkence olayını araştırmak üzere Urfa’ya gittik” dedi.

Elektirikli İşkenceye Defalarca Maruz Kaldım

Türkiye’nin kadına yönelik şiddet alanında düzenlenmiş olan İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı olduğunun hatırlatan Çevirmen, Halfeti’de gözaltına alınıp tutuklanan iki kadın ve gözaltında serbest bırakılan 16 yaşındaki kız çocuğu ile yaptıkları görüşmelerde edindikleri bilgileri de şöyle aktardı: “Olay günü evlerinin basıldığını, çok sayıda polisin evlerine girdiğini belirten 50 yaşında olan ve 4 çocuğu olan G.A. ‘Çocuklarımız dahil hepimizin gözlerini ve ellerini bağlayarak dövmeye başladılar. Bana tecavüz tehdidinde bulundular. TEM’e götürüldükten sonra 11 gün burada kaldık. Gözlerimi bağladılar, başıma çuval geçirdiler. Çoğunlukla ellerim arkadan kelepçeliydi. Defalarca işkence seansına çıkarıldım. Pijamamın altından kablo geçirmek suretiyle göğsümden ve cinsel organımdan elektrik verdiler. Elektriğin şiddetiyle bayılınca o kabloları çıkarıp bu kez kollarımdan ve bacaklarımdan elektrik vermeye başladılar. Sürekli sinkaflı küfürler ediyorlardı’ dedi. “

Cinsel Tacizde Bulunuldu

Cezaevinde bulunan T.A. ile görüştüklerini de belirten Çevirmen,T. A.’nın aktarımlarını şöyle sıraladı: “39 yaşında ve 4 çocukluyum. Olay günü Halfeti’de değildik, 3 gündür Urfa’da görümcemin evindeydik. Olay günü kaldığımız görümcemin evine  çok sayıda polis geldi. Kocamın kafasını duvarlara vurdular, başı yarıldı. Daha sonra 16 yaşındaki kızımın başına silah dayayarak tehdit ettiler. TEM’e götürüldükten sonra ismini Güler olarak hatırladığım bir kadın polis, gözlerim bağlı bir şekilde beni nezarethaneden aldı ve iki erkek polisin oturduğu bir odaya götürdü. Erkek polislerden biri, senin kesin dostun vardır. 4 çocuğun var, 5’incisi de benden olsun ister misin? Diyerek cinsel tacizde bulundu.”

Sırtıma Silah Dayadılar

Çevirmen, görüşme gerçekleştirdikleri 16 yaşındaki  F.A.’nın da dilinden yaşananları şöyle aktardı: “Biz halamın evindeyken polisler eve baskın yaptı. Babamı çok dövdüler. Benim sırtıma silah dayayarak konuş diye tehdit ettiler. İki erkek kardeşimle beraber bizi çocuk şubeye götürdüler. 4 gün çocuk şubede kaldık, daha sonra bizi bıraktılar. Ama biz hala çok korkuyoruz. Geceleri uyuyamıyoruz.

Çevirmen, gözaltına alınan ve görüştükleri tüm mağdur kadınların, hastaneye götürüldüklerinde, doktorun yanına polisin geldiği bilgisini de verdiğini söyleyerek, “G.A. ‘bizi doktorun yanına toplu aldılar. Doktor oğluma pansuman yaparken hala oğluma vurmaya devam ediliyordu’ dedi. Sonuç olarak Halfeti’de meydana gelen olay sonrasında gözaltına alınan kadınlara, gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi iç hukuku, gerekse uymayı taahhüt ettiği Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler belgesi olan İstanbul Protokolü’ne aykırı biçimde işkence ve cinsel işkence uygulanmış ve işkence belgelenmiştir” ifadelerini kullandı.

İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin de raporu İngilizce olarak ilgili oldukları insan hakları kurulları ve Avrupa Konseyi’ne göndereceklerini ifade etti. (Mezopotamya Ajansı)

Share
. tarafından

Bakırköy’deki Onur Yürüyüşü’ne valilikten yasak

Haziran 22, 2019 de ANASAYFA . tarafından

İstanbul Valiliği, Bakırköy Meydan’da yapılacak Onur Yürüyüşü’ne izin vermedi.

Valilik, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenecek alanlar arasında yer alan Bakırköy’deki eylemi, “halkın huzur ve güvenliğinin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, genel sağlığın ve genel ahlakın, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması, olası şiddet ve terör olaylarının önlenmesi, provokatif eylem ve olayların yaşanmaması” gerekçeleriyle yasakladı.

İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası Komitesi, yasağa ilişkin şu açıklamayı yaptı:

“Az önce İstanbul Valiliği tarafından duyurulan yürüyüş ve miting alanlarından olan Bakırköy Cumartesi Pazarı alanı için yaptığımız yürüyüş ve miting başvurumuz İstanbul Valiliği tarafından reddedildi. Böylelikle LGBTİ+lara sadece Taksim’in değil İstanbul’un her yerinin yasak olduğunu görmüş olduk. Genel ahlak, genel sağlık, toplum güvenliği gibi bahanelerle getirilen yasak kararına dair atacağımız adımları ve yürüyüşün durumunu yakın zamanda duyuracağız. 30 Haziran günü LGBTİ+’lar ve LGBTİ+fobi karşıtlarının bir arada olacağına olan inancımızla çalışmalarımızı sürdürüyoruz.”

gazetepatika10.org

Share
. tarafından

ILO şiddet ve tacizin önlenmesine yönelik sözleşmeyi kabul etti

Haziran 22, 2019 de ANASAYFA . tarafından

ILO’nun 108’inci Uluslararası Çalışma Konferansı’nın son gününde “çalışma hayatında şiddet ve taciz” konusu ele alındı.

10 Haziran’da başlayan konferansta ILO, dünyadaki iş standartlarını belirlemek ve “daha iyi bir iş” için hükümetleri, işverenleri ve işçi örgütlerini bir araya getirdi.

Konferans kapsamında, Çalışma Hayatında Şiddet ve Tacize İlişkin Standart Belirleme Komitesi oluşturuldu. Komitenin çalışmalarıyla son halini alan, çalışma hayatında kadınların şiddet ve tacizden korunmasını içeren küresel sözleşme bugün oylamaya sunuldu.

Türkiye “evet” oyu kullandı

Oylama öncesi ABD lehte oy kullanacağını açıklarken, Rusya çekimser kalacağını duyurdu.

Yapılan oylamada, Çalışma Hayatında Şiddet ve Tacizin Önlenmesi Sözleşmesi’ne delegelerden 439’u “evet”, 7’si “hayır” oyu verip 30’u “çekimser” kalırken, sözleşmeye yönelik tavsiye kararına ise 397’si “evet”, 12’si “hayır” oyu verdi ve 44’ü ise “çekimser” kaldı.

Eşit fırsatlara karşı bir tehdit oluşturuyor

Sözleşme, çalışma hayatında kadına karşı şiddet ve tacizin, “bir insan hakkı ihlali veya istismarı teşkil edebileceğini, eşit fırsatlara karşı bir tehdit oluşturduğunu, kabul edilemez ve iyi işle uyumsuz olduğunu” kabul ediyor.

Sözleşmede, şiddet ve taciz ise “fiziksel, psikolojik, cinsel veya ekonomik zararla sonuçlanacak ya da sonuçlanması muhtemel tehditler ve davranışlar” şeklinde tanımlanıyor.

Metinde ayrıca hükümetlere, çalışma hayatında şiddet ve tacizin önüne geçilebilmesi için “sıfır tolerans” uygulaması hatırlatılıyor.

#MeToo kampanyasının başarısı

Öte yandan, sözleşmenin kabul edilmesinde kadınların günlük yaşamda maruz kaldığı cinsel tacize dikkat çekmeye çalışan sosyal medyadaki #MeToo (Ben de) kampanyası önemli rol oynadı.

ILO Genel Direktörü Guy Ryder, BM Cenevre Ofisi’nde basın mensuplarına, kadınların çalışma hayatında şiddet ve tacizden korunmasında işverenlere büyük görev düştüğünü söyledi.

Ryder, “(Sözleşmedeki) standartlar, herkesin şiddet ve tacizden arındırılmış bir çalışma hayatı hakkı olduğunu kabul ediyor.” ifadesini kullandı.

Sözleşmeyi onaylayan ILO üyesi devletlerin, bunu kendi ulusal yasalarına uyarlaması gerekiyor.

(Sendika.org)

Share
. tarafından

Mersin’de 5’inci Onur Haftası etkinlikleri yasaklandı

Haziran 26, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Mersin Valiliği, bu yıl, 1-7  Temmuz tarihleri arasında 5’incisi düzenlenmek istenen Mersin LGBTİ+ Onur Haftası etkinliklerini “huzur” ve “güvenlik”i gerekçe göstererek  yasaklandı.

Mersin Valiliği’nin yasak kararına gösterdiği gerekçeler şöyle ifade edildi:

“Kamu esenliğinin ve genel asayişin devamının sağlanması suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın, genel ahlakın, vatandaşlarımızın mal ve can güvenliklerin korunması amacıyla; 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunun 17’inci maddesi ve  5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/A ve 11/C maddelerine istinaden LGBTİ (Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans ve İntelsex) dernekleri veya benzer oluşum ve gruplar tarafından ilimizde kamuya açık alanlarda yapılması düşünülen yürüyüş, basın açıklaması, oturma eylemi, stand/çadır kurma, bildiri dağıtma, şenlik, festival vb. her türlü etkinlik 25 Haziran 2019 tarihinden itibaren (20) gün süreyle yasaklanmıştır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

gazetepatika10.org

Share
. tarafından

Öğretmen Ayşe Çelik beraat etti!

Haziran 26, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Kanal D’de yayınlanan Beyaz Show’a telefonla bağlanarak, “Çocuklar ölmesin” dediği için “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla yargılanan Ayşe (Öğretmen) Çelik, yeniden görülen davada beraat etti.

Bakırköy 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen 1 yıl 3 aylık hapis cezası, Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından ifade özgürlüğünün ihlali olarak değerlendirildi. AYM kararının ardından yeniden görülen dava, bugün Bakırköy 2’nci Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü. Ayşe Öğretmen ve avukatı Ramazan Demir’in hazır bulunduğu duruşmaya, CHP eski Milletvekili Zeynep Altıok Akatlı da katıldı.

AYM’nin kararı hatırlatıldı 

Ayşe Öğretmen savunmasında AYM’nin kararını hatırlatarak, beraatını istedi. Avukat Ramazan Demir de yaptığı savunmada, “Anayasa Mahkemesi düşüncenin suç olmadığını belirterek, mahkumiyet kararınızı ve mahkemenizin anlayışını mahkum etmiştir. Dosyada her hangi bir maddi delil bu anlamda kalmamıştır ve dayanağınız boş hale gelmiştir” dedi.

Demir’in ardından duruşma savcısı verdiği esas hakkındaki mütalaasında “sanığın canlı yayınlanan televizyon programına telefon ile bağlanarak yapmış olduğu konuşmanın ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı yönündeki Anayasa Mahkemesinin kararı ve bu karardaki gerekçe esas alınarak, Anayasa Mahkemesinin kararlarının bağlayıcılığı da nazara alınmak suretiyle sanığın üzerine atılı suçtan beraatına karar edilmesi talep olunur” ifadelerine yer verdi.

Mahkeme heyeti de verdiği kararında, AYM’nin Ayşe Öğretmen başvurusunda verdiği kararı göz önünde bulundurarak tahliyesine karar verdi.

gazetepatika10.org

Share
. tarafından

Şule Çet davasında yeni gelişme!

Haziran 26, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Ankara’da, bir plazanın 20’nci katından şüpheli bir şekilde düşerek yaşamını yitiren üniversite öğrencisi Şule Çet’in avukatı, tutuklu yargılanan sanıklar Çağatay Aksu ve Berk Akand’ın  güvenlik kamerası saatine göre olayın ardından 18 dakika ofiste kaldıklarını ve delilleri kararttıklarını söyledi. Mahkeme heyetinin talebi üzerine plaza yönetimi, güvenlik kamerası saatinin 10-11 dakika ileride olduğunu belirtti.

18 dakika içeride kaldılar 

Dava aşamasında Şule Çet’in avukatları, güvenlik görevlilerinin ifadeleri doğrultusunda olay saatinin 03.50 olduğunu, kamera saatine göre 04.08’de ofisten çıktıkları görünen sanıkların 18 dakika içeride kaldıklarını ve delilleri kararttıklarını ifade etti.

Mahkemenin talebi üzerine yönetim, plazadaki güvenlik kamerası saatlerinin 10-11 dakika ileride olduğu bilgisini verdi. Plaza yönetiminin mahkemeye gönderdiği cevap yazısında şu ifadeler yer aldı:

“Yönetimimize sorduğunuz kamera saatlerinin olay anında 10-11 dakika ileri olduğunu, kamera sistemlerinin takılmasından sonra herhangi bir saat ayarı yapılmadığını ve mevcut durumda 10-11 dakikalık kamera saatinin ileri olduğu durumunun devam ettiğini arz ederiz.”

Share
. tarafından

İstanbul’da bir kadın işkence edilerek katledildi

Haziran 26, 2019 de ANASAYFA . tarafından

İstanbul’un Fatih ilçesinde Tacikistanlı bir kadın, kimliği tespit edilemeyen kişi ya da kişiler tarafından işkenceye maruz bırakılarak katledildi. Kadından haber alamayan arkadaşlarının evine gelmesiyle ortaya çıkan olayda, ihbar üzerine olay yerine sağlık ekipleri ve polis sevk edildi.

Sağlık ekipleri tarafından yapılan incelemelerin ardından kadının hayatını kaybettiği belirlendi.

Polisin yaptığı incelemede ise kadının işkenceye maruz bırakıldığı tespit edildi.

gazetepatika10.org

Share
. tarafından

*Eşcinsel Genlerinin Evrimsel Analizi: Eşcinselik Tercih mi, Genetik mi?*

Haziran 30, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Eşcinsel erkeklerin (gaylerin) ortak bir “gay genine” sahip oldukları iddiası 1990’larda insanlar arasında kafa karışıklığına neden oldu. Çünkü insanların doğuştan gelen yapıları gereği böyle olması fikri, o zamanlara kadar eşcinsellerin “sapkın” tercihlerinden ötürü “o şekilde” oldukları yaftasına aykırıydı. Üstelik bu insanların, heteroseksüel insanlar gibi “gayet normal, var oluşları dolayısıyla öyle” oldukları anlamına geliyordu. Bu da, doğumun kusursuzluğu ve kutsallığı gibi iddiaların arkasına sığınarak eşcinsel insanları ötekileştirmeye çalışan insanların planlarını suya düşürüyordu. Ancak son 20 yılda yapılan yeni araştırmalar, bu ayrımcı insanları pek sevindireceğe benzemiyor: çünkü bulgular, gaylerde ortak bir genin bulunduğu fikrini doğruluyor gibi gözüküyor; hatta eşcinselliğe neden olan yeni gen adayları bile sunuyor!

Evrimsel bir genetikçi için bir insanın genetik yapısının onun eş bulma tercihlerini etkiliyor olduğu fikri hiç de şaşırtıcı değildir. Bunu Hayvanlar Alemi’nde her zaman görürüz. Muhtemelen insanların cinsel yönelimlerini etkileyen çok sayıda gen bulunuyor. Bu konuda yapılan araştırmalar, çok ilginç bir noktaya ulaşmamızı sağladı: Belki de “eşcinselliği” tamamen hatalı yorumluyoruzdur? Belki de eşcinsellik, sadece cinsiyetlerin birbirlerine olan yakınlığını etkileyen genlerdeki bir farklılık, bir varyasyondur? Yani eşcinselliğe sebep olduğu düşünülen ve henüz net olarak tespit edilememiş olan bu genleri “gay genleri” olarak düşünmek yerine belki de bu genleri “erkek sevme genleri” olarak yorumlamamız gerekiyordur! Çünkü yeni araştırmalar, bu değişken genlerin dişilerde erkeklerle daha erken ve daha sık çiftleşmesini ve dolayısıyla daha fazla çocuğa sahip olmasını sağlıyor olabileceğini gösteriyor. Buna benzer bir şekilde, lezbiyen kadınlarda “dişi sevme genleri”nin bulunmaması şaşırtıcı olurdu. Bu genler de onların erkeklere karşı tutumlarını belirliyor olmalı… Ancak bu konuyu detaylandırmadan önce, “gay genleri” denen bu genleri ile ilgili temel araştırmalara bakmakta fayda var.

“Gay Genleri”nin Varlığına Kanıt

İnsanlarda bulunan genetik varyantları (bir genin farklı çeşitlerini), o insanların ailelerindeki farklılıkları takip ederek tespit edebiliriz. Kalıtımda gördüğümüz bazı desenler, “aleller” olarak da bilinen gen varyantlarını ortaya çıkarırlar. Bunlar, saç rengi gibi sıradan özelliklerimizi belirlediği gibi, orak hücre anemisi gibi hastalıklara sahip olup olmayacağımıza da karar verirler. Boy gibi sayısal olarak ölçülebilir özelliklerimiz genellikle çok sayıda gen ve çevrenin iş birliği ile belirlenirler.

Ancak bu teknikleri erkeklerin eşcinselliğini tespit etmekte kullanmamız zordur. Çünkü ne yazık ki birçok eşcinsel erkek, bu konuda açık değildir ve “sırlarını” kendilerine saklarlar. Bu nedenle de bilim insanları bir ailede kimin eşcinsel olup kimin olmadığını bilemez ve bilimsel bir araştırmanın önü kapanmış olur. Hatta genellikle bu tür genetik araştırmalarda çok güçlü sonuçlar verebilen “ikiz deneylerini” (bir ailedeki genetik olarak birebir aynı olan ikizler üzerinde yapılan araştırmalar) yapmak çok daha da zordur; çünkü hem ikiz olan hem de eşcinsel olduğunu açıkça ifade edebilen bireyleri bulmak çok güçtür. Fakat nadiren de olsa bu yapılabilmiştir ve bu araştırmalar; eşcinsellerin paylaştıkları genlerin hikayenin sadece bir kısmı olduğunu gösteriyor: aynı zamanda hormonlar, doğum sırası ve çevrenin de bir bireyin cinsel yönelimini belirlediği görülüyor.

1993 senesinde Amerikalı genetikçi Dean Hamer, anne tarafından birkaç tane gay erkeğin bulunduğu bir ailede ortak genler olduğunu ve bunların X kromozomu üzerinde taşındığını ileri sürdü. Yaptığı araştırma sonucunda gay olan kardeşlerin X kromozomlarının uç bölgesinde küçük bir bölgenin ortak olduğunu gösterdi ve bu bölge içerisinde erkekleri eşcinsel yapan bir gen bulunduğunu ileri sürdü. Hamer’ın sonuçları son derece tartışmalıydı. Hayatının ve araştırmalarının her evresinde, eşcinselliğin en azından kısmen bile olsa genetik olamayacağını savunan insanlarca kendisine meydan okundu. Bu kişiler, aynı zamanda, eşcinselliğin bir “yaşam biçimi seçimi” olduğu kanısındaydılar.

Gay erkekler ise ikiye bölünmüştü: evet, bu bulgular sürekli olarak tekrar edilen “Ben bu şekilde doğdum.” açıklamasını destekliyordu; ancak aynı zamanda bu kişilerin tespitine ve ayrımcılığa maruz kalmasına da korkutucu bir kapı aralıyordu: genler tespit edilebilir unsurlardır ve bir kişinin genlerine sahip olmak, onlarla ilgili sayısız bilgiyi açığa çıkarır. Eğer ki gay erkekler ortak bir gen taşıyorlarsa; bu tespit edilebilir ve eşcinselliğe açık olmayan toplumlarda ayrımcılık için kullanılabilir. Bu sebeple gay erkekler araştırma sonuçlarına şüpheci ve mesafeli yaklaştılar.

Daha sonradan yapılan benzer çalışmalar ise, çelişkili sonuçlar verdi. Örneğin sonradan yapılan araştırmalardan birinde diğer 3 adet kromozom üzerinde bulunan genlerin eşcinsellikle ilişkili olabileceği iddia ediliyordu. 2014 yılında ise gay erkek kardeşler üzerinde yapılan çok daha kapsamlı bir araştırma, İnsan Genom Projesi sayesinde sahip olduğumuz genetik işaretleyicileri kullanarak orijinal bulguyu doğruladı ve 8. kromozom üzerinde bir “gay geni” tespit etti. Bu da, Dünya çapında tartışmaları yeniden alevlendirdi.

Burada sorulması gereken soru şudur: eğer ki gay varyantların sineklerden tutun da büyük memelilere kadar çok sayıda hayvanda bulunduğunu biliyorsak; neden bu sonuçlara bu kadar tepki gösteriliyor? Eşcinsellik, buradaki yazımızda birçok örneğini verdiğimiz gibi, Hayvanlar Alemi’nde son derece yaygın, son derece sıradan bir olgudur.

Birkaç ek örnek verelim: Farelerde bulunan bazı genler, bu hayvanların eş bulma tercihlerini değiştirmektedir. Meyve sineklerinde tespit edilen bir mutasyonsa, erkek sineklerin dişiler yerine erkeklerle kur yapmasına neden olmaktadır. Burada verdiklerimizle bu örnekler birleştirildiğinde, eşcinselliğin genetik bir alt yapısı olduğu fikri güçlenmektedir. Peki, az önceki soruya dönecek olursak:

Eşcinsellik Geni, Aslında Sadece “Erkek Sevme Geni” Olabilir Mi?

Şu anda bilimin başa çıkmaya çalıştığı soru “İnsanlarda gay genleri bulunuyor mu?” sorusu değildir. Daha ziyade, popülasyonumuz içerisindeki eşcinsellerin sayısının neden bu kadar fazla olduğudur: İnsanlardaki erkek popülasyonunun %5-15 civarının eşcinsel olduğu hesaplanmaktadır. Eşcinsel erkekler ortalamada daha az sayıda yavruya sahip oluyorlarsa, bu genetik varyantlar neden evrimsel süreçte yok olmadılar? İşte bu soruya, buradaki yazımızda anlattığımız açılardan yanıtlar verilebileceği gibi, bir diğer açıdan da cevap verilebilir ve genetik arkaplanı oldukça güçlü olan bu cevabı ayrıca ele almak istedik:

Eşcinselliğin bu kadar yaygın oluşunun evrimsel genetik açısından açıklamalarından birisi, dengeli polimorfizm konusudur. Bunun görüldüğü popülasyonların evriminde, belli aleller belli çevre şartlarında avantaj sağlarken, bazı diğer şartlarda avantaj sağlamazlar. Bunun klasik bir örneği orak hücreanemisidir. Bu hastalık, eğer ki hastalığa ait iki alele de sahipseniz, ölümcüldür. Ancak eğer ki bu allelerden sadece 1 tanesine sahipseniz, sıtmaya karşı direnç kazanırsınız. Bu sebeple sıtmanın bol görüldüğü bölgelerde evrimsel süreç içerisinde orak hücre anemisi alelleri sayıca çoğalmıştır. Dengeli polimorfizmin bir alt başlığı olan cinsel olarak zıt genler durumu ise, eşcinselliğin açıklamasında kullanılabilir: bu genler, bir cinsiyette evrimsel uyum başarısını arttırırken, diğer cinsiyette etkisiz olabilir veya olumsuz etkiye sahip olabilir (hatta ölümcül olabilir). Bu tür genlere dair sayısız türde birçok örnek bulunmaktadır. İşte gay genlerinin de böyle olabileceği düşünülmektedir. Belki de bu genler, dişilerin erkeklerle daha erken çiftleşmesini tetiklemekte ve daha fazla çocuğa sahip olmasını sağlamaktadır. Eğer ki bu bireylerin kız kardeşleri, anneleri ve teyzeleri bu genlere sahip daha fazla yavru yaparsa, gay erkeklerin daha az çocuk sahibi olmasının olumsuz etkisi dengelenmiş olur. Böylece erkeklerde eşcinselliğe neden olan gen, popülasyondaki toplam çiftleşme oranlarını arttırarak evrimsel uyum başarısını arttırıyor olabilir!

Gerçekten de böyle olduğuna dair verilere de sahibiz: İtalya’daki bir grup üzerinde yapılan bir araştırma, eşcinsel erkeklerin dişi akrabalarının, heteroseksüel erkeklerin dişi akrabalarına kıyasla 1.3 kat daha fazla çocuğa sahip olduğu gösterilmiştir! Bu sayı kulağa az gibi geliyor olsa da, evrimsel seçilim avantajı bakımından devasa bir sayıdır. Çünkü evrimsel süreçte %0.5 gibi ufacık avantajlar bile muazzam değişimlere neden olabilirken, eşcinsellik söz konusu olduğunda gördüğümüz bu %30’luk bir avantaj kesinlikle evrimsel bir anlama sahip olmalıdır. İşte bu, eşcinselliğin sıradanlığını ve normalliğini gösteren en güçlü verilerden biridir. Evrim ve genler yalan söylemez.

Şu anda yapılan farklı araştırmaların “gay genleri” olarak sunduklarının aynı mı, yoksa farklı mı genler olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Hamer’ın tespit ettiği orijinal gay geni X kromozomu üzerindeydi, çünkü bu kromozom üzerinde diğer genlere kıyasla üremeyi etkileyen çok daha fazla gen bulunmaktadır. Ancak evrimsel genetikçiler, diğer kromozomlarımız üzerinde de üreme tercihlerimizi doğrudan etkileyen birçok gen olduğunu düşünüyorlar. Bu genlerin bazıları dişilere, bazı diğerleri ise erkeklere yatkınlığı ve onları sevmeyi etkiliyor olabilir.

Eğer ki bir popülasyondaki on binlerce bireyde dişi-sevme ve erkek-sevme alelleri evrimsel bir mücadele içerisindeyse, popülasyonumuzda çok sayıda varyantın olması kaçınılmazdır. Çevresel etkilerin de eşcinsellikle ilişkilendirildiği göz önüne alınacak olursa, bu genlerin ve varyantların spesifik olarak hangileri olduğunu tespit etmek çok zor bir iştir. Ancak yapılamaz da değildir. Bu sebeple, anlamsız toplumsal çatışmaları körüklemekten ziyade, özgür düşünce ve araştırma ortamını sağlayabilirsek, popülasyonumuzda göz ardı edemeyeceğimiz miktarda bulunan eşcinsel insanların neden bu özelliğe sahip olduklarını çok daha kısa sürede bulabilir ve düşünsel rahata erebiliriz. Çünkü doğada gördüğümüz bir olgunun temel sebebini keşfetmek, muhtemelen bu olguya yönelik içi boş tartışmaların çoğunu nihai olarak sona erdirecek ve daha yapıcı tartışmaları doğuracaktır. Eşcinsellikle ilgili yapılan sığ tartışmaların ezici çoğunluğu göz önüne alınacak olursa, insanlığın ihtiyacının eşcinsellere karşı daha fazla önyargı pompalamaktan ziyade, bu özelliğin sebeplerini keşfetmektir diye düşünüyoruz.

Bu açılardan bakıldığında, buradaki makalemizde de izah ettiğimiz gibi, eşcinselliği çeşitli hastalıklara benzetmekten ziyade, “boy uzunluğu” gibi bir özelliğe benzetmemiz gerekmektedir. İkisi de belki de binlerce genin varyantlarından etkilenmektedir. Üstelik ikisinde de çevresel faktörler de sonucu kökünden değiştirebilmektedir. Bu nedenle popülasyon içerisinde sadece 1.80 ve 1.60 olan insanlardan ziyade, çok geniş bir spektruma yayılmış çok sayıda varyasyon (çeşitlilik) bulunmaktadır: 1.61 olan da bulunur, 1.92 olan da… Aynı şekilde, eşcinsellik de “eşcinsel olan” ve “eşcinsel olmayan” gibi bir ayrıma sahip olmayabilir! Genlerimizin farklı cinsiyetlere yönelimimizin miktarını etkilemesi, her birimizde eşcinselliğe kısmen veya tamamen yatkınlık olduğunu göstermektedir. Tıpkı boy uzunluğunda uçlar olması gibi (“çok uzun” ve “çok kısa” gibi), eşcinsellikte de uçlar var olabilir: “eşcinsel olduğunu açıkça kabul edenler” ve “eşcinselliğe dair içerisinde hiçbir his olmadığını savunacak kadar bundan uzak olanlar” gibi… Nasıl ki uzun olan bir bireyin de, kısa olan bir bireyin de en nihayetinde bir “boy uzunluğu” varsa; eşcinsellerin de, heteroseksüellerin de mutlaka bir “cinsel yönelimi” vardır. Bu cinsel yönelimi sadece “eşcinsel” ve “değil” olarak nitelemek hatalı olabilir. Arasında kalan geniş bölgede bol bol “grilikler” bulunuyor olması çok muhtemeldir.( Çağrı Mert Bakırcı- Evrim Ağacı*)

Share
. tarafından

Yunanistan’da kadınların mücadelesi sonucunda Tecavüz Yasası değişti

Haziran 30, 2019 de ANASAYFA . tarafından

Yunanistan’da cinsel saldırıya ilişkin kabul edilen yasa tecavüzün kapsamı değiştirildi.

Yeni tasarı ile tecavüz “rıza olmadan cinsel ilişki” olarak tanımlandı. Daha önce insanların rızası yerine fiziksel ve cinsel şiddet, fiziksel tehdit, direnme ve baskıyı merkeze alan yasa böylelikle değişmiş oldu.

Bu yasayla birlikte cezası 10 yıla erişen tecavüz suçu, artık rıza ve beyan üzerinden değerlendirilecek ve fiziksel şiddet, vakaların tecavüz olarak nitelendirilmesi için şart olmayacak.

Ülkede bu düzenleme öncesinde sunulan yasa tasarısında, tecavüzü ağır bir suç olarak değerlendirmiyor ve cinsel saldırıya dair cezaları hafifletiyordu. Bu yasa tasarısının taslak haline göre, bir cinsel saldırının tecavüz olarak nitelendirilmesi için fiziksel şiddetin bulunması gerekiyordu.

Yunanistan, Avrupa’da tecavüzün tanımlamasını “rıza olmadan cinsel ilişki” olarak güncelleyen dokuzuncu ülke oldu. Bu tanımlamayı uygulamaya geçiren diğer Avrupa ülkeleri ise Britanya, İrlanda, Lüksemburg, Almanya, Kıbrıs, Belçika, İzlanda ve İsveç. Geri kalan 22 Avrupa ülkesinde ise yasalardaki tecavüz tanımı farklılık gösteriyor.

Share
. tarafından

27’nci İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası yürüyüşüne polis saldırdı

Haziran 30, 2019 de ANASAYFA . tarafından

İstanbul’da düzenlenen 27’nci İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası kapsamında Mis Sokak’ta toplanan grup basın açıklaması yaptı.

27’nci İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası kapsamında yapılması planlanan yürüyüş öncesi, İstiklal Caddesi polisler tarafından abluka altına alındı. Valilik tarafından yasaklanan İstanbul Onur Yürüyüşü için kitle Mis Sokak‘ta toplandı. Sokakta toplanan kalabalık burada basın açıklaması gerçekleştirdi.

Polis, basın açıklamasının ardından Süslü Saksı sokakta gökkuşağı bayraklarıyla kutlamalara devam eden gruba plastik mermi kullanılarak müdahale etti.

Ara sokaklara dağılan kitle eylemi sürdürmeye devam etti.

gazetepatika10.org

Share