ADKH Londra’da Turkish Independent’e röportaj verdi

07-AdkhLondradaTurkishAvrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin amaçları ve faaliyetleri hakkında ve şu an yürütülmekte olan kampanyaya dair Londra’da Türkiye’lilere yönelik yerelde yayın yapan Turkish Independent gazetesi ile roportaj yapıldı.

Kasım 2013- 9. sayısında yapılan röportajda ADKH’nin kuruluş amaçları, genel çalışmaları yanında bugün yürütülmekte olan Cinsel Sömürüye Sessiz Kalma kampanyasının da tanıtımı yapıldı.

Share

ADKH İsviçre’de Hak Gasplarına Karşı Yapılan Yürüyüşe Katıldı

23-AdkhIsvicredeHakGasplarinaKarsi21 Eylül 2013 / Isvicre`nin Bern kantonunda düşük asgari ücretlendirilmeye karşı, emeklilik primlerinin geri çekilmesine karşı ve petrol istasyonlarının 24 saat açık tutulmasına yönelik değiştirilmesi planlanılan iş yasasına karşı  Isvicreli  çeşitli sendikalar,UNIA,SYNDIKOM, SEV in düzenlediği eyleme  Türkiye-Kuzey Kürdistan’lı demokratik kitle örgütleri IGIF, ITIF, IDHF de destek verdi. Avrupa Demokratik Kadın Hareketi olarak  kapitalizmin  yarattığı yoksulluğa, adaletsizliğe, ve sınıf farkına karşı kadın rengi ile destek verdiğimiz yürüyüşte iki önemli gündemi dile getirdik. Aktivistlerimizin dağıttıkları bildiriler ile Gezi direnişinde öne çıkan kadın ve direniş sembolü olan amblemler alanda bulunan kitlelere ileterek, Türkiye de ve Suriye’deki gelişmelere vurgu yapıldı. Yürüyüş boyunca Suriye de emperyalist savaşa hayır, emperyalistlerce çıkarılan iç savaşa hayır vurgusunun yanı sıra Türkiye’deki polis ve devlet terörüne dikkat çekildi.

Share

Cinsel sömürüye sessiz kalma, diren mücadele et!

20-AdkhKampanyasiFransaMulhosedaToprağı, suyu, emeği metalaştıran özel mülkiyet sistemlerinin en vahşi, en görünmez sömürü biçimi olarak insan bedeninin ve duygularının meta olarak kullanıldığı bir alan fuhuş sektörü!

Köleliğin dünyada yasaklanmasının üzerinden çok uzun süre geçmiş olmasına karşın, insanın insani köleleştirme ve istismar etme isteği sona ermiş değildir.Köleci devletlerin, feodal beylerin, kapitalist egemenlerin, varlıklarını sürdürmede bir araç olarak kullanılan ve gün geçtikçe büyüyen bir ekonomik sektör haline gelen fuhuş; çok cılız seslerin dışında, doğru ele alınıp mücadele edilemeyen bir sömürü biçimi olarak tüm dünyada hızla büyümeye devam ediyor. Geçmişin “Kutsal Fahişlerinden” genelevlerine, “hayat kadınlığından seks köleliğine, çocuk pornografilerinden bir bütün olarak fuhuş sektörüne, sistemin çarklarına hapsedilen bedenler, duyulamayan ve görünemeyen alanlara sürgün ediliyor!

Tüm dünyada milyonlarca kadının bir meta gibi alınıp satılmasının, ‘töre-namus’ kıskacına esir edilmesinin, şiddete uğratılarak katledilmelerinin, çeşitli yöntemlerle sırtlarından para kazanılmasının yanı sıra; medyada ve pornografik içerikli reklam panolarında cinsel obje olarak kullanılması olağanmış gibi gösterilerek, kadın ve erkek bedenleri üzerindeki sömürü topluma kanıksatılmaya çalışılıyor.

Çocuk bedeninin meta haline dönüştürülmesi ise cinsel sömürünün geldiği en uç noktadır. Çocukların fuhuş sektöründe çalıştırılması, cinsel istismarın sanal dünyada her gün artması buzdağının sadece görünen yüzüdür.

Kapitalist üretim ilişkileri içinde metalaştırılan, yüzyıllar boyu ‘toplum sağlığının korunması’ gerekçesiyle ‘ahlaki’ nedenlerle dışlanan, ayrımcılığa uğrayan ve baskı altında tutulan seks köleleri, şiddet ve sömürüye açık uygulamayla toplumdan izole edilmiş bir yaşam sürdürüyor. Kimi ülkelerde 4 kadın ile evliliğin yasallaşması, küçük yaşta çocukların evlendirilmesi genelevde çalışanların iş koşullarının düzenlenmesi tartışmaları, pornoyu bir sanat, erotizmi ise estetizm olarak gören anlayışlar var iken; bizlerin erkek egemen anlayışlardan kaynaklı tüm bu sömürü biçimlerine karşı “her türlü cinsel sömürüye son” sloganını çok net olarak haykırmamız bir görev olarak önümüzde durmaktadır.

Bedenlerimizin metalaştırılmasına, fuhuşun teşvik edilmesine karşı başta tüm kadınları ve kadın örgütleri olmak üzere tüm insanlığı, bu çürüyen – çürüten sisteme karşı tavır almaya, teşhir etmeye ve mücadele etmeye çağırıyoruz.‘‘

Bedenimiz bize aittir metalaştırılamaz!

Beden ticaretini durdur.

 

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH) 

Eylül 2013

Share

ADKH kampanyası İngiltere’de yapılan gösteri ile başlatıldı

21-AdkhKampanyasiIngilteredeLondra-29 Eylül 2013
Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin “Cinsel Sömürüye Sessiz Kalma, Diren Mücadele Et!” şiarıyla ele aldığı kampanya Londra’da yapılan sokak gösterisi ile başlatıldı. Gösteride stant açıldı, kampanyanın açıklaması İngilizce ve Türkçe okundu, bildiriler dağıtıldı ve çevrede ilgi gösteren insanlarla konuşmalar yapılarak kampanyanın amacı anlatıldı. Bir saat süren gösteri sonunda Adkh temsilcisi tarafından yapılan açıklamada  kampanya ile amacın kadınların, erkeklerin, çocukların ve LGBT’lilerin cinsel sömürüye maruz bırakılarak devletlerin fuhuşa karşı sözde yasaların aslında nasılda altan alta bu sektörü beslediğini teşir etmek ve günden güne büyüyen bu sektörü ve onu güçlendiren tüm araçlara tavır almak amacıyla bundan sonrasında Londra’da çeşitli etkinliklerle kampanyanın sürdürüleceği açıklanarak yapılacak etkinliklere katınılması istendi.

Share

Londra’da Tartışma Toplantısı

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin başlatmış olduğu kampanyaya dair Londra’da bir tartışma toplantısı gerçekleştirildi.

10-LondradaTartismaToplantisi”Cinsel Sömürüye Sessiz Kalma Diren Mücadele Et!” sloganıyla başlatılan kampanya vesilesiyle ADKH Londra’da yaptığı tartışma toplantısında öncelikle bir sunum yaparak sonrasında sorduğu çeşitli sorularla katılımcıların yorum ve düşüncelerini aldı. Yapılan yorumlarda öne çıkan nokta fuhuşun çocuklar üzerindeki etkisi ve aynı zamanda devletlerin bu konuya karşı aldığı tavır eleştirildi. Yapılan konuşmalarda bu sorunun sadece bir kampanya süreciyle değil sürekli olarak gündemde tutulması gerektiğine vurgu yapıldı. Ayrıca yapılan konuşmalarda bu sektöre düşürülmüş insanların temel haklarının sağlanması noktasında sendikalaşma haklarının doğru olduğu görüşünün yanında böylesi bir durumun bu sektörü daha da kalıcı yapacağı ve meşrulaştıracağı kaygılarıda dile getirildi.

Toplantı sonunda asıl öne çıkması gereken noktanın örgütlü mücadeleyi yükseltmek ve böylelikle insanlığın yozlaşması için tüm olanaklarını seferber eden insana, doğaya yabancı bu sistemin sökülüp atılması gerektiği ile sonlandırıldı. Toplantı sonrası ADKH’nın başlattığı anket çalışması da yapıldı.

Share

Innsbruck’ta ADKH ile Dersim Cevre ve Kültür Dernegi Ortak Kadın Çalışması

15-InnsburcktaADKHileDersimCevre-1Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin başlatmış olduğu  Fuhuş ve Çocuklara yönelik cinsel istismara karşı mücadeleye ilişkin ortak bir seminer düzenlendi. Bölgede yeni acilan Dersim Cevre ve Kültür dernegi Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’ne kampanyanın tanıtımını yapma imkanı sağladıl Kadın erkek yaklaşık 40 kişinin katılımı ile ADKH temsilcisi Fuhuşu yapmaya ve talep etmeye yönelik nedenleri, fuhuşla mücadele bicimlerini, çocuk pornosu ve her türden pornonun teşhiri, psikolojik ve sosyal etkileri üzerine iki saat süren bir çalışma yaptı. Dinleyicilerin yaş itibariyle  karışık bir grup olması zaman zaman tartışmanın gidişatını gerginleştirdiyse de esasında toplumda görmezden gelinen tabu konulardan birini dile getirmenin gerekliliği, mücadele etmenin ilk adımıdır şeklinde fikir birliğine gidildi. Toplantıda genel olarak en fazla insanlar neden fuhuşa yönelir başlığı ilgi çekti. Bundan sonrasında da  çeşitli çalışma konularını ortaklaştırma kararı alınarak  kadın dayanışmasının sosyal konularda önemi vurgulandı.15-InnsburcktaADKHileDersimCevre-1

Share

ADKH kampanyası Avusturya-Innsburck’da yapılan toplantı ile başlatıldı

18-AdkhKampanyasiAvusturyaInnsburckdaAvusturya- İnnsbruck
Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin “Cinsel sömürüye sessiz kalma, diren mücadele et!” konulu kampanyasının toplantısı Avusturya’nın İnnsbruck kentinde gerçekleştirildi.

Toplantıda Kadın Hareketinin hazırlamış olduğu kampanya broşürü üzerinden yapılan tartışmada, çocukların cinsel istismarı, LGBT’lilere karşı önyargılar ve tabular üzerinde yoğunlaşılarak ayrıca tecavüze uğrayan kadınların toplumun gerici değer yargılarından kaynaklı olarak tecavüzü gizlemeleri sorunun ne kadar derin ve ciddi olduğunu ve bizlere büyük görevler yüklediğini açığa çıkarıyor denildi.

Share

ADKH kampanyası Almanya Duisburg’da yapılan tanıtım toplantısı ile başlatıldı

19-AdkhKampanyasiAlmanyaDuisburgSaat 12’de başlayan “Cinsel sömürüye sessiz kalma, diren mücadele et!” kampanya  toplantısında  Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin tanıtımı yapıldıktan sonra sunuma geçildi.

Fuhuşun tanımından başlanarak, bireylerin cinselliklerini meta olarak sunmalarının sebepleri ve yine bireylerin cinselliği satın alma eğilimlerini olusturan etkenlerin bilinmesi gerektiği vurgulanarak buna dair incelemeler sunumda ortaya konuldu.

Tarihsel gelişiminden günümüze fuhuş ve fuhuşun geldiği en uç nokta olan çocuk bedeninin metaya dönüştürülmesi üzerinde de duruldu.

Başlatılan kampanya ile amacın bu durumun geldiği aşamayı ortaya koymak, gözler önünde olan ama görünmeyen noktayı açığa çıkarmak ve sorunun ortadan kaldırılması noktasının ne kadar aciliyet taşıdığının birlikte tartısmak istenildiği dile getirildi.

Katılımcılar, fikir ve önerileriyle  şu şekilde katkıda bulundular.

-Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin kampanya ile amacının ne olması ve oluşturulacak perspektifin önemini vurguladılar.

– Eylem birliklerinin önemi ve bölgedeki faaliyetlikler konusunda önerilerde bulundular.

-Almanya özgülünde bu konuyla ilgili kurumlar ile baglantıya geçilmesi yönünde fikir belirtildi.

– Çok kapsamlı bir konu oldugu ve bazı kavramların (seks işçiliği mi, seks köleliği mi)  kitleye açıp tartışma yürütmenin önemine değinildi.

Canlı tartışmalarla kampanya tanıtım toplantısı başka bir etkinlikte buluşulmak üzere sonlandırıldı.

Share

ADKH kampanyası Fransa-Mulhose’de yapılan panel ile başlatıldı

20-AdkhKampanyasiFransaMulhosedaFransa-Mulhouse-  29 Eylül 2013
Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin Mulhouse’da ki kampanya etkinliği çerçevesinde bir panel gerçekleştirildi. Yapılan panelde yoğunluklu olarak şu konular üzerinde duruldu   “çoğumuzun bilipte bilmemezlikten, duyupta duymamazlıktan, görüpte görmemezlikten geldiğimiz, özünde kadınları ve çocukları genelde ise tüm insanlığı derinden yaralayan bir konu, belki bircoklarımız bu konuyu konuşmaktan bile özenle çekiniyoruz ama dünyada 3.büyük sektor olarak burnumuzun dibine kadar gelmiş ve biz bunu araştırıp karşı duruşumuzu sergilemek durumundayız” vurgusu yapılarak, dünyadan ve Türkiye’den örnekler verilirken; özellikle Türkiye’de Ermeni soykırımında (1915) Ermeni kadınların ve çocukların esir pazarlarında nasıl kolleksiyon yaparcasına (1 kişi tüm parasını verip 12 Ermeni kadın satın alıp kolleksiyon yapıyor) (kaynak:Seyfocenter.com) satıldığı ve 5-7 yaşındaki çocukların, 5-20 kuruşa -o zamanın bir kuzu fiyatına- satıldığı kitleyi oldukça düşündürdüğü ve etkilediği gözlendi.

Sonuç olarak köklü çözümün bu sistemlerde mümkün olmadığı ancak devrimlerle gerçekleşsede bizlerin o zamana kadar durmaksızın bilinçli ve örgütlü mücadeleyle hak alma kararlılığımızı ve davamızı sürdürmemiz gerektiği vurgulanarak bitirildi. Katılımcılardan tamamen kadınlar söz aldı. Kürt ve Alevi kurumundan katılan kadınlarında olduğu panelde Alevi derneğinden  kadınlar söz alarak “hep bizlerin handikapı bu konulara hep uzak duruyoruz, cok güzel bir konuya değiniyorsunuz cesaretinizi tebrik ediyoruz ” dediler.

Share

Cinsel sömürüye karşı sessiz kalma, diren mücadele et!

17-CinselSomuruyeKarsiSessizKalmaADKH (Avrupa Demokratik Kadın hareketi) nin CINSEL SÖMÜRÜYE KARŞI SESSİZ KALMA, DİREN MÜCADELE ET!

şiarıyla 29 Eylül’de başlatmış olduğu kampanyanın tanıtımı Almanya’nın Solingen şehrinde 13 Ekim’de Gemeınsam Haus derneğinde yapıldı.

Sunuma geçilmeden önce, ADKH’nin programından bahsedildi. 2005 yılında kurulan hareketin, kadının dilini, tarzını, yüreğini, bilincini ve eylemini, özgürlük kavgasına katmak için inşa edildiği ve kadınların cinsel, sınıfsal ve etnik kimliklerinden dolayı maruz kaldıkları baskıların kaldırılması için enternasyonel mücadele ekseninde bağımsız bir hareket olduğu dile getirildi.

Sunumda; fuhuşu tanımlamak için tarihsel süreçlerden bu yana fuhuşun geldiği aşamayı ve bunu yaratan toplumsal nedenlerin bilinmesi gerektiği vurgulandı. Devletlerin ciddi adımlar atmadığı, dünyanın 3. büyük kar sektörünü kaybetmemek için çabaladıkları ve Fuhuş sektörünün en önemli ve aynı zamanda görülmeyen mağdurları olan çocukalara değinildi. Geçmişsiz ve geleceksiz, hayatın en ağır damgasını taşıyan , gönüllü veya zorla yapan kadını ötekileştirmeden kapitalizmin yarattığı bu sonucu görerek çözüm noktaları birlikte tartışıldı.

Çocuk istismarı üzerinde fikirlerini belirtenler, toplumda özellikle ev içi cinsel istismarın cok daha fazla olduğunu, sadece kız çocuklarında değil erkek cocuklarında da oldukca yoğun oldugunu dile getirdiler. Cinsel sömürünün, kadının meta haline getirilip pazara sunulmasının dısında, evliliğin de bir fuhuş olduğunu belirtilip, kadın bedeni üzerindeki işgallere ve dinin bu noktadaki payına değinildi.

Sorular yöneltildi, fuhusdan kurtulmak isteyen bireye ne sunabileceğimizi, gönüllü yapan bireye bakışımızın ne olacağı ve cinsellik anlayışımızın ne olduğu…

Toplantının sonunda, kurumlar arası eylem birlikteliklerinin önemine değinip cinsler arası eşitsizliğin otadan kaldırılması ve bu anlamda yürütülecek kampanyaların önemli oldugu vurgulandı.

Share

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi Londra’da Radyo Programına Katıldı

Londra’da Radyo Programı

13-AdkhLondradaRadyoProgramiADKH’nın yürüttüğü kampanya vesilesiyle Kadın Hareketi temsilcileri binlerce dinleyicisi olan Radyo Umut tarafından 18 Ekim Akşamı yapılan radyo programına davet edildi. 2 saat süren program boyunca ADKH’nın amaçları, yürüttüğü kampanyayla hedefleri ve ne yapılmak istendiği genişçe açıklandı. 3. büyük sektör olan Fuhuşun çocuklara, kadınlara ve diğer kesimlere yansıyan boyutları bir çok ülkede olup bitenlere dair somut istatistiki bilgilerle açıklandı. Kadın Hareketi temsilcisi konulan hedefler doğrultusunda kapitalizmin insanı ve tüm güzel değerleri metalaştırmasına karşı örgütlenerek mücadele etmek ve her türlü sömürü biçimlerinin yeryüzünden süpürülüp atılana kadar bu mücadeleye devam etme çağrısında bulundu. Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin  16 Kasım 2013 günü Cinsel Sömürüye Sessiz Kalma konulu tartışma toplantısına katılım çağrısı yaptı. Telefonla bağlananların  sorularının cevaplandırıldığı program okunan şiirlerle son buldu.

Share

Hamburg’da Kampanya Tanıtım Toplantısı

14-HamburgdaKampanyaTanitimToplantisi-1Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin 29 Eylül’de  Cinsel Sömürüye Sessiz Kalma, Diren Mücadele Et şiarıyla başlatılan kampanyası Avrupa’nın çeşitli yerlerinde yapılan etkinliklerle devam ediyor. Bu toplantılardan biride Almanya’nın Hamburg kentinde 20 Ekim Pazar günü gerçekleştirildi. Yoğun bir katılımın olduğu toplantı ADKH’nin kampanyanın önemine dair yaptığı sunumla başlatıldı. Sunumda dünyanın gelişmekte olan 3. büyük sektörü olan Fuhuş sektörü, tanımı ve onunla bağlantılı olarak bir bütün insan ticaretine dair bilgilendirme yapıldı.  Katılanlarında dahil olduğu tartışmaların ardından önümüzdeki dönemde yerelde ve çevrede yapılacak kampanya eylemlilikleri üzerine kararlar alındı. Alınan kararlardan bazıları şöyle;

1-Hamburg’da  seks turizminin yapıldığı Reeperbahn gibi bölgelerde stand açmak yada miting yapmak.

2. Duvar gezeteleri yapmak.

3. Bölgede yapılacak Sex Messe önünde bildiri dağıtmak.

4. ADKH’nin 23 Kasım 2013 tarihinde  Frankfurt’ta yapacağı merkezi panelin benzerini Almanya’nın Kuzey bölgesi icin (Hamburg, Berlin, Hanover) düzenlemek14-HamburgdaKampanyaTanitimToplantisi-2

Share

ADKH “Cinsel sömürüye sessiz kalma, diren mücadele et” kampanyasına Zürih’te sokak çalışmalarıyla başladı

ZÜRİH (20.10.2013)- Avrupa Demokratik Kadın Hareketi(ADKH)’nin, “Cinsel sömürüye sessiz kalma, diren mücadele et” şiarıyla fuhuşa karşı örgütlediği kampanya çalışmalarına 19 Ekim 2013’de İsviçre’nin Zürih kantonunda başlandı.

16-ADKHCinselSömürüyeSessizKalma-1ADKH-İsviçre aktivistleri Zürih kantonunda yasal olarak fuhuş yapılan Langstrasse’de bildiri dağıttı. Bedenlerin ve cinselliğin metalaştırılmasına karşı tavır alınması gerektiğinin ve bu yönlü birlikte hareket etmenin dünyayı ve toplumu değiştireceği insanlarla tartışıldı. Bu yönü ile Avrupa devletleri içerisinde en kötü nama sahip olan İsviçre’de 16 yaşından itibaren fuhuşun yasal olması durumu eleştirildi. İlginin yoğun olduğu gözlemlenen sokak çalışması sırasında ADKH aktivistlerine ADKH’nin iletişim adresi ve soruna dair somut çözüm önerileri olup olmadığı soruldu.

Fuhuşun merkezinde çalışma yürütüldü

16-ADKHCinselSömürüyeSessizKalma-2Langstrasse ‘barları’ ve‘erotik shop’larında camlara yapıştırılmış çıplak kadın resimleri ve kapı önlerinde ‘müşteri’ bekleyen kadınlarla fuhuşun merkezi durumunda. Bu sebeple ADKH faaliyetçileri çalışmada olumlu tepkilerin yanı sıra, erkekler tarafından sözlü tacizlere de maruz kaldılar. Cadde güzergahında yapılan çalışmada fuhuş yapan kadınların erkek şiddetine maruz kaldıkları ve bu durumu kanıksadıkları gözlendi. Toplumda farkındalık yaratmak için yapılan sokak çalışmasında dikkat çeken bir diğer konuysa bölgede yaşanan fuhuşa ve kadına yönelik şiddete karşı toplumun ilgisizliği ve kayıtsızlığıydı.

Share

Dersim Demokratik Kadın Hareketi 25 Kasım çalışmalarına başladı

Dersim Demokratik Kadın Hareketi (DKH) yaklaşan 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü sebebiyle Dersimli kadınlarla biraraya geldi

DERSİM (09.11.2013)- DKH ‘nin çağrısıyla bugün 25 KasımKadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü sebebiyle Dersimli kadınlarla bir toplantı yapıldı. Saat 12.00 ‘de bir araya gelen kadınlar önce kısa bir film gösteriminin ardından yaklaşan 25 Kasım ile ilgili fikir alışverişinde bulundu.

  21. Yüzyıl ‘da kadın hala sömürülüyor

Ülkemizde kadının durumuna değinilen toplantıda günümüz koşullarında kadının hala şiddet görmesinden kaynaklı 25 Kasım’ın kadınlar için ayrı bir anlam ifade ettiği dile getirildi. Kimisi kocasından, kimisi babasından, kimisi erkek kardeşlerinden şiddet gören kadınların  tacize, tecavüze maruz kaldıkları ve ne yazık ki bunun çoğu kesimlerce ‘normal’ ve ‘alışılmış’ bir şekilde deklare edildiği vurgulandı.

   “Savaşan kadın özgürleşen kadındır”

“Kadınlar sadece 25 Kasım, 8 Mart gibi günlerde yan yana gelip birliği sağlayıp diğer günlerimizde alışıla gelmiş kadını ötekileştiren ikinci planda tutan zihniyete karşı mücadele etmediğimiz sürece biz mücadelemizde başarılı olamayız. Her gün 8 Mart, her gün 25 Kasım düşüncesi ile ve ‘’savaşan kadın özgürleşen kadındır’’şiarıyla kadını ötekileştiren, kadını ikinci plana atan her türlü zihniyete karşı savaşmalı ve kendi emeğinin bilincinde olmalıyız” diyen DKH 25 Kasım’da kadınları kadına karşı şiddetle mücadele etmeye çağırdı.

Share

ADKH, İsviçre’de Radyo Lora’nın programına katıldı

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH)’nin “Cinsel sömürüye sessiz kalma, diren, mücadele et” şiarıyla fuhuşa karşı örgütlediği kampanyanın tanıtım faaliyetleri, İsviçre’de Radyo Lora’nın programına katılım gösterilerek devam ettirildi.

İSVİÇRE (16.11.2013)- Avrupa Demokratik Kadın Hareketi(ADKH)’nin, “Cinsel sömürüye sessiz kalma, diren, mücadele et” şiarıyla fuhuşa karşı örgütlediği kampanyanın tanıtım ve faaliyetleri İsviçre’de de devam ediyor.

11-ADKHIsvicredeRadyoLora İsviçre Demokratik Kadın Hareketi, İsviçre’de yerel yayın yapan Radyo Lora’nın 30. Yıl dönümü kutlamaları çerçevesinde kampanyasını canlı yayına katılarak tanıttı. 14 Kasım Perşembe günü saat 20.00’de başlayan program bir saat sürdü. Program boyunca, ADKH temsilcileri, ADKH’nın amaçlarını, neden bu kampanyayı örgütlemeye ihtiyaç duyduklarını, kampanya bağlamında hedeflerini ve ne yapmak istediklerini açıkladı.

Programda kampanyanın hedefleri dile getirildi

Radyo Lora’daki söyleşide ADKH, kampanyaya dair şu bilgileri verdi:

“Kampanyamız babında, cinsel sömürü üzerinden fuhuşu gündem almamızı, ahlaki olarak değerlendirenler de ve bu kaygılarla mı çalışmayı ele aldığımızı soranlarda mevcut. Biz aksini düşünüyoruz. Fuhuşa zaten ahlaki değerler ve yasalarla meşruluk kazandırılmış. Bizlerin tepkisi kesinlikle fuhuş içinde yer alarak bedeni ve ruhu sömürülenlere değil, aksine toplumun ilk gördüğü onlar, biz onları ötekileştiren bu sorunun kaynağı olarak gören ikiyüzlü, ahlaki anlayışa karşı toplum ve devletlerin bundaki rolünü ortaya çıkarma amacındayız. Ve bu yüzden yeni kavramlara ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. Mesela; fahişe, seks işçisi, seks kölesi üzerine tartışılması gerekiyor, çünkü hepsi bir anlayışı ele alıyor. Fahişe; kadını ötekileştiren, seks işçisi ise bunu meşrulaştıran, normalleştiren bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Seks kölesi ise, kendi bedeninin tasarruf hakkının başkasına sunulması ve bu durumun sorunlu olduğu yaklaşımını veriyor. Bu yüzden kavramları da tartışıyor, tartıştırıyoruz.”

30.Yıl dönümünü kutlayan Radyo Lora’nın, ADKH ile söyleşisine program akışı içinde İsviçre Demokratik Haklar Federasyonu ( İDHF) adına da telefonla bağlanılarak kampanyayla ilgili değerlendirmeler yapıldı.

3F; Futbol, Festival ve Fuhuş!

ADKH adına programa katılan, İsviçre DKH temsilcileri şunları söyledi: “Kapitalist ülkeler sırtını dayadığı 3F, yani Futbol-Festival-Fuhuş sektöründe kadınları pazara savurabilecekleri tüm alanları kullanmaktadır. Fuhuş, geçmişin tapınaklarından günümüzün genelevlerine sınırlı kalmamıştır. Gün geçtikçe hızla büyüyen, hayatımızın her alanında karşımıza çıkan cinsel sömürünün ön adımları olan, şiddeti, tacizi, tecavüzü ve her türden baskılanmayı reddetmek, bunlara karşı ortak tavrı geliştirmek adına, bu çürüyen ve kendisiyle beraber tüm insanlığı çürüten sistemi teşhir etmekle sınırlı kalmıyoruz. Topluma sıradan, olağanmış gibi kanıksatılan alışılagelmiş zihniyeti mahkum etmek ve insanlarda- toplumlarda oluşturulacak duyarlılaştırma kampanyaları ve yasal düzenlemeler üzerinden bunların takipçisi olmayı önemsiyoruz. Kurumlar arası ilişkileri geliştirip eylem birliktelikleriyle sesimizi, perspektifimizi var etmek önümüzde önemli bir görev olarak duruyor. Kadın, erkek, LGBT bireyler, herkesi duyarlı olmaya ve kampanyamızı sahiplenmeye çağırıyoruz.”

Share

Her türlü şiddetinizle barışmayacağız

’’Haklı Olan Her Şey İçin Savaşmaya Devam Edeceğiz’’

ADKH (20.11.2013) Geçmişten günümüze binlerce yıldan beri güçlü olabilmek ve hükmetmek için gerek bireylerin,  gerekse de toplumsal  sistemlerin başvurdukları    zor araçlarından biri de  şiddet olmuştur.

09-HerTürlüSiddetinizleBarismayacagizBu zor aracı, ezen ve ezilen ilişkisinin olduğu toplumsal sistemlerde her  türlü siyasi ekonomik, örgütsel ve askeri gücü elinde bulunduran sınıflar tarafından, kendi çıkarlarına uygun şekilde bilinçli ve sistemli olarak kullanılmaktadır. Bu şiddetin bir yüzünü doğaya  karşı tahribat oluştururken diğer yüzünü ise kitlelere karşı uygulanan ekonomik, fiziksel, cinsel, psikolojik baskı oluşturuyor. Şiddet bir siyaset haline getirilerek özellikle kadın üzerinden toplumsal (sosyal) cinsiyet rolleri ile  dizayn ediliyor.

Egemenler varlıklarını devam ettirmek ve halklara uyguladıkları şiddeti meşrulaştırmak için kendi   ideoloji ve anlayışı çerçevesinde tüm  kurumlarıyla   hayatın olduğu her yerde  şiddeti  kitlelere kanıksatmış ve bu sayede devlet ve şiddet olgusunu manipüle ederek  görünmez kılmıştır. Şiddet olgusunun en alt çemberinde bulunan kadınlar ve çocuklar ataerkilliğin en mağdur  bireyleri olarak karşımıza çıkıyorlar. Kadınlar sosyal cinsiyet rolleri sonucu toplumda değişikliğe  neden olacak   kararlar verme yetkisi olmayandır. Çocuk doğurmama hakkı olamaz ve dolayısıyla kürtaj bütün ülkelerde  din olgusu üzerinden tartıştırılarak ‘günah’ görülür. Bu ‘günah’ devletlerin genç nüfus isteyip istememelerine göre rol oynarken kadını zorla kısırlaştırma ‘günah’ görülmez. Kadına ve erkeğe doğuştan verilen ve yaşamları boyunca hep karışılaşacakları bu sosyal roller iki taraf açısından şiddeti benimsemeye götürür.

Türkiye gibi erkek egemen sistemin (patriarkal)  ağır yaşandığı bir ülkede, sosyal  cinsiyet eşitsizliği ve bunun ağır sonucu olan kadına yönelik şiddet iktidar tarafından değişik başlıklar altında topluma kabul ettirilmeye çalışılıyor. Kadının kaç çocuk doğuracağı, ailenin kutsallığı, evlilik dışı çocukları ötekileştirmesi, ‘flört fahişeliktir’ açıklamaları ile dünden bugüne taşınan bu politika  ‘kızlı erkekli’ evlere baskın yaparak toplum ahlakına ayar verme siyaseti   bize göre bugüne kadar  kazanılan tüm hakların yeniden tartışmaya açması anlamını taşır.

Yine kadına yönelik cinsiyetçi şiddet ‘’demokrasi ve insan haklarının beşiği’’olarak gösterilen Avrupa’dada küçümsenmeyecek bir seviyededir.Abartısız Avrupa’nın her ülkesinde gündelik olarak kadınların karşılaştığı cinsiyetçi şiddetin tecavüz, cinsel taciz,  işyerinde, eğitim kurumlarında ve başka yerlerde sarkıntılık ve cinsel zorlama dâhil toplum içinde meydana gelen fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet, kadınların alınıp satılması ve fahişeliğe zorlanması gibi  biçimleriyle sıklıkla karşılaşılmaktadır.Bu cinsiyetçi siddetin özelikle kadının cinsel meta olarak kulanılması ve bu yönlü oluşturulan çetelerin kadını zorla seks kölesi haline getirilmesine Avrupa devletleri önemli oranda göz yumakta,bu şebekeleri el altında teşfik etmektedir.

Şiddetin başka bir biçimi olan ve  erkeğe ayrıcalık tanıyan militer siyaset,  kadının savaştaki erkeği ‘vatan, savaş ve kahramanlık’ üzerinden   desteklemesi yine kadına  biçilen rollerden biridir. Emperyalist savaşların parçası olan   fuhuş   Tunus’tan Suriye’ye  ‘’ cinsel cihat’’ adı altında   kadın bedeninin yeni pazarı olarak basına yansıdı. Üçüncü  büyük kar sektörü  diye geçen ve  dört kıtada  kapitalizme hizmet eden  bu pazar, kadını ve erkeği özgür bireyler olmaktan çıkarıp satın alınan  ve sahip olan ‘modern’ çağın modern köleleri haline getiriyor. Kadına yönelik cinsel şiddet, kadın bedeninin metaya dönüştürülmesi başlı başına bir şiddet olgusuyken aynı zamanda bu sektörde çalışan  bireylerin  fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalmaları buz dağının sadece görünen yüzüdür.

Kızlı erkekli  ‘bu daha başlangıç mücadeleye devam’  şiarıyla eşitsizliğe karşı  Gezi parkında siyasetin dilini ataerkillikten çıkarıp kendi siyaset dilini, kültürünü  ve tarzını yansıtan kadınlardan   Rojava’da   alt kimlikle ötekileştirilen, yok sayılan bir ulusun kadınları  ayaklandı özgürlükleri için. Uzun bir sessizlikten gelen  kadın mücadele tarihi ile bir köprü kurdu.  Kollontay’dan, Kurupskaya’ya, Olga’dan Roza’ya    kadına yönelik  şiddete karşı  mücadele ve uluslar arası dayanışma günü olan  bugüne adını veren   Mirabel kardeşlerin ‘’(…) haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz’’ sözleri  bizleri yüreklendirmeli.

Kadına Yönelik Şiddete Karşı Örgütlü Mücadeleyi Yükseltelim!

Gelecek Ellerimizdedir; Elini Ver Sesini Kat Geleceğe Yürüyelim!

AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ

Kasım 2013

Share

ADKH 25 Kasım’da Hamburg’da sokaklardaydı

01-hamburg2013-2

Ortak Kadın Platformunun düzenlediği gösteride kadınlar bir kere daha şiddetinizle barışmayacağız diyerek sokakları doldurdular.

01hamburg2013-3

Share

İstanbul Kadın Dayanışması Kadıköy’de eylem yaptı

İstanbul Kadın Dayanışması’nın çağrısıyla, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü  “Kadın Düşmanlığına, Şiddete, AKP’ye Meydan Okuyoruz” pankartıyla Kadıköy Altıyol’da toplanan kadınlar Beşiktaş İskelesi’ne yürüdü

HABER MERKEZİ (24.11.2013)- İstanbul Kadın Dayanışması’nın çağrısıyla “Kadın Düşmanlığına, Şiddete, AKP’ye Meydan Okuyoruz” pankartıyla Kadıköy Altıyol’da toplanan kadınlar 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü vesilesiyle kadın cinayetlerine dur diyerek Beşiktaş İskelesi’ne yürüdü.

05-IstanbulKadinDayanismasi

Yürüyüş sırasında kadınlar “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”, “5 çocuk değil iş istiyoruz” , “Kadın düşmanı AKP istifa” sloganlarını attı.

Katliamların hesabını soracağız

İskelede İstanbul Kadın Dayanışması tarafından yapılan açıklamada, Rojava’da çetelerin Kürt kadınlarına yönelik katliam ve tecavüzlerine dikkat çekilerek  şu ifadeler kullanıldı:”Bizler, kadın katliamlarının hesabını soracağız, hukuksuz yargılama süreçlerinizin takipçisi olacağız, bizleri eve hapseden erkek egemenliğine mahkûm eden yasalarınıza itaat etmeyeceğiz, bizden gasp etmeye çalıştığınız hayatlarımızın ve haklarımızın sonuna kadar peşinde olacağız. Bu topraklarda yaşayan kadınlar olarak eşitlik ve özgürlük mücadelemizi sürdüreceğiz. En korktuğunuz yerde, sokaklardan meydan okuyoruz, sokakları terk etmeyeceğiz. Buradan Başbakan’a sesleniyoruz: Bedenimizden, emeğimizden, hayatımızdan, kılık kıyafetimizden, kızlı erkekli oturmamızdan sana ne.”

Share

Cinsel Sömürüye karşı Diren Mücadele Et Paneli yapıldı

Frankfurt (26.11.2013) ADKH; Cinsel Sömürüye karşı Diren Mücadele Et!  Sloganıyla başlatmış olduğu  kampanyanın bir parçası ve aynı zamanda kadına yönelik şiddete karşı mücadele ve uluslar arası dayanışma günü vesilesiyle Almanya Frankfurt kentinde ilk panelini düzenledi.

Panele LGBTT İstanbul Temsilcisi Cirüsk (Kıvılcım) Arat, Almanya’da Sosyal Pedagog  Seyhan  Taşdemiroğlu ve ADKH Temsilcisi katıldı.

Fuhuş sektörüne bakış açısı, Fuhuş, seks işçiliği ve köleliği ,  ataerkillik kavramları, aile ve ahlak tanımları, LGBTT’lere bakış açısı ve yaşadıkları sorunlar, göç ve fuhuş  konuları ele alındı.

Her Türlü Şiddetiniz ile Barışmayacağız

02-Cinsel_Somuruye_karsi-1Avrupa Demokratik Kadın Hareketi temsilcisi, kadın mücadelesi için  neden böyle bir kampanyaya ihtiyaç duyduklarını amaç ve hedeflerini anlatan sunumundan sonra kutsal fahişelikten bugüne uzanan tarih, toplumsal bakış açısı ve bugün  dünyanın üçüncü kar sektörü haline gelen insan (beden) ticaretine karşı  mücadele yöntemlerini aktardı.  ‘’ Bu kampanya ile amacımız gözler önünde olan ama görülmeyen boyutu göstermek istedik. Fuhuşu  gönüllü yada zorla yapan kadını ötekileştirmeden  çözümü veya ortadan kaldırılması noktasında ne kadar aciliyet  taşıdığını birlikte tartışalım istedik. Cinsel Sömürüye Sessiz Kalma Diren Mücadele Et şiarıyla kampanyamızı başlattık. Ve cinsel sömürünün bir kısmı olan, bedenlerin metalaştırıldığı fuhuşu ön plana çıkardık. Ama vurgulanması gerekir ki, cinsel sömürü  sadece  fuhuş alanında değildir. Kadın bedeninin medyada sunuluş biçimi, pornografik içerikli reklam panolarında obje olarak kullanılması ve bunu normal olarak gösterilmesi de cinsel sömürüdür’’  vurgusunda bulundu.

Patronsuz Pezevenksiz Bir Dünya İstiyoruz!

LGBTT temsilcisi  Cirüsk  (Kıvılcım) Arat ;  bu sorunları konuşurken  ataerki ve patriarkal tartışılmadın geçilemeyeceğini vurguladı. Ancak günün özgünlüğünden dolayı esas sunumunu  genel anlamda translara uygulanan şiddet,  devlet şiddeti  ve LGBTT’lilerin yaşadığı  sorunlar, maruz kaldıkları saldırı ve cinayetlerin  sistem  ve hukuku aracılığıyla nasıl cezasız bırakıldığını vurguladı.

Cirsük (Kıvılcım) Arat  daha sonra şöyle devam etti  ‘’ toplumsal yaşamın tüm kapılarının kapandığı bir alanda geriye tek bir seçenek kalıyor (biz bunun başına zorunlu kelimesini koyuyoruz) oda zorunlu seks işçiliği. Peki bu toplumsal yaşamın tüm kapılarını kapatanlar kimler; genel ahlakın iki yüzlü bekçileri yani erkekler, erk sistemidir.. Şimdi artık şiddete karşı ses çıkarırken bir kez daha düşünmek gerektiğine inanıyorum. Zulmün, katliamın ve acının hayatın birer parçası olduğu bir coğrafyada özgürlük, adalet, hak temelli arayışların toplumun tüm kesimleri için olmalıdır. Çünkü bir kesime uygulanan şiddet dönüp dolaşıp toplumun tüm kesimlerini vurur. O şiddet dönüp dolaşıp kadınları, LGBTT bireyleri, Kürde, Alevi’ye,  devrimciye, Romen’e, Çerkez’e, Laz’a ulaşıyor. Ve bir bakıyorsunuz ki yaşadığımız coğrafyanın her yeri şiddetle iç içe. Patronsuz ve pezevenksiz bir dünya istiyoruz,  yani sınıfsız bir dünya istiyoruz.Yaşamak istiyorsak örgütleneceğiz.’’

Kapitalizmi ayakta tutan militarizmdir

02-Cinsel_Somuruye_karsi-2Seyhan Taşdemiroglu: ‘’Irkçılık Şovenizm ve militarizm kapitalizmi ayakta tutuyor. Bir kadının toplumda tek başına yaşama ve ayakta durma özgürlüğü vardır. Kadına günümüzde değersiz damgasını  kapitalist olan egemen ataerkil sistem tarafından vuruluyor. Erkek egemen toplumun temel noktalarından bir tanesi kapitalizm ve onu  ayakta tutan sistemlerden biride militarizmdir. Bunun 4. sütun noktası ise kadın sömürüsüdür. Bu durumda kapitalizm, ırkçılık ve sekssizim ortaya çıkıyor. Bu üç nokta koloniyel  kapitalist anlayışın ırkçı şovenist düşüncenin sonucudur. ‘’ şeklinde ifade etti.

Panel soru ve  fikirlerin beyan edildiği ve farklı tüm fikirlerin özgürce ifade  edildiği  tartışma süreciyle  sonuçlandırıldı.

Share

Kadına Yönelik Şiddet Devam Ediyor, İsyan Büyüyor!

Zürich (26.11.2013) İsviçre Demokratik Kadın Hareketi ve Yeni Kadın’in örgütleyicisi oldugu, 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddet” günü ile ilgili, aynı gün Isviçre’nin Zürich Kantonu’nda, Paradeplatz’da saat 18:00’de yogun bildiri dağıtımı yapılarak, kısa bir açıklama okundu. Her iki kurum “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddet” günüyle ilgili kendi açıklamasından belli kesitler okudu.

03-KadinaYonelikSiddetAçıklamanın ardından ayrıca, Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin, geçtigimiz Eylül ayında “Cinsel Sömürüye Sessiz Kalma, Diren, Mücadele Et” şiarıyla başlattığı kampanyasıyla ve Yeni Kadın’in da “Ev İçi Emegi ve Esnek Çalışma Sistemi” şiarıyla başlattığı kampanyasıyla ilgili de bildiri dağıtımı da yapıldı.

İsviçreli kadın örgütleri de destek verdigi açıklamaya, “Keine Frau ist Illegal” (Hiçbir Kadın Illegal Degildir) pankartı açtı.

Share

Kadınların Taksim’deki yürüyüşüne polis barikatı

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü’nde kadınlar sokaklara çıkarak eylem yaptı

HABER MERKEZİ (26.11.2013)- 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü nedeniyle dün akşam Galatasaray Lisesi önünde bir araya gelen 25 Kasım Kadın Platformu üyesi yüzlerce kadın, erkeklerin ve devletin kadınlara uyguladığı şiddeti protesto eden bir eylem gerçekleştirdi.

Polis kurduğu barikatla yürüyüşü engelledi

04-KadinlarinTaksimYuruyusuGalatasaray Lisesi önünde Türkçe ve Kürtçe “Erkek Devlet Şiddetine Karşı İsyandayız” yazılı pankartı açan kadınlar yürümek isterken, polis TOMA’larla barikat kurarak yürüyüşü engelledi. “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” , “Her yer Taksim her yer direniş” , “Polis defol, bu sokaklar bizim” sloganlarıyla polisi protesto eden kadınlar, polis barikatı önünde eylem yaptı.

Alkışlar, sloganlar ve zılgıtlarla bir süre daha bekleyişini sürdüren Platform adına Kürtçe ve Türkçe olarak hazırlanan basın açıklamasının okunmasına geçildi. Açıklamada devletin ve erkeklerin kadınlara yönelik şiddetine dair örnekler verilerek, AKP ve Başbakan Erdoğan’ın kadın düşmanı politikaları ve açıklamalarına dikkat çekildi. Basın açıklaması şu ifadelerle devam etti: “AKP’nin evli-evli olmayan, çocuklu-çocuksuz, başı açık-kapalı, meşru-gayri meşru gibi ikiliklerle kadınlar arasında kurmaya çalıştığı hiyerarşiye karşıyız. Emeğimizin ucuzlaştırılmasına, yoksulluğumuzun artırılmasına, daha da güvencesiz, erkeklere daha bağımlı hale getirilmemize karşı çıkıyoruz.”

‘Yaşamımıza yönelik saldırılara karşın mücadelemiz sürecek’

Kadınların yaşamına yönelik saldırılara karşın mücadelenin sürdürüleceği belirtilen basın açıklamasında, son olarak şu ifadeler yer aldı: “Tacizci, tecavüzcü, kadın katili erkekleri ve onları koruyan erkek devleti her fırsatta teşhir edeceğiz. Bedenimizin, kimliğimizin, inancımızın, anadilimizin, cinsel yönelimimizin, emeğimizin, hayatımızın, haklarımızın, gasp edilmesine ve biz kadınların daha da ezilmesine yol açan cinsiyetçiliğe karşı mücadelemize devam edeceğiz.” Coşkulu geçen eylem Galatasaray Lisesi önünde çekilen halaylarla sona erdi.

Yapılan eylem sırasında “Yaşasın kadın dayanışması” , “Cinsiyetçi medya istemiyoruz”, “Öldüren sevgi istemiyoruz” , “Kadın cinayetleri politiktir” , “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” , “Jin jiyan azadi” , “Kadınlar artık susmayacaklar” , “Bir kere gittik Gezi’ye dönmeyeceğiz evimize” sloganları atıldı.

Share

Duisburg’da ‘’Kadına Yönelik Şiddete Hayır’’ Mitingi Gerçekleştirildi

Duisburg (26.11.2013) ADKH(Avrupa Demokratik Kadın Hareketi), Kürt Kadın Hareketi, SOLWODi, Yeni Kadın, MLPD, Courage, TKSE, IGM,Ver-di kurumlarının ortak organize ettiği 25 kasıma yönelik “kadına yönelik şiddete hayır” mitingi saat 17.00 de Duisburg merkezinde gerçekleştirildi.

06-DuisburgKadinaYonelikSiddet-1Açılış konuşması ve söylenen marşla başlanan mitinge, katılımcı tüm kurumların konuşmalarıyla devam edildi. Konuşmalarda; cinselliğin metalaştırılması, savaşlarda kadının durumu, insan ticareti, kadınlara yönelik işyerlerinde mobbing  uygulamaları ve Suriye-Rojava’daki kadınların durumu ön plana çıktı.Yapılan tüm konuşmalarda kadın mücadelesinin ortaklaşması vurguları yapılarak,kadın dayanışmasının ön plana çıkması çağrıları yapıldı. Erkek egemen anlayışın her alanda kırılması ve emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı şiddete karşı, kadının sözleyeceği sözün daha yüksek çıkması gerektiği belirtildi.

ADKH; kurduğu standla katıldığı mitingde, yürütmüş olduğu “Cinsel Sömürüye Sessiz Kalma, Diren Mücadele Et! “ kampanyasının broşürlerini ve 25 Kasım’a dair çıkardığı bildirilerin dağıtımını yaptı.

Miting; coşkulu sloganlarla ve kısa bir yürüyüşle sona erdi.06-DuisburgKadinaYonelikSiddet-2

Share

İnnsbruck’ta kadına yönelik şiddete karşı sempozyum

Tirol Demokratik Kadın Platformu 22 Kasım cuma aksamı Innsbruck Üniversitesi’nde, Kadına Yönelik Her Türden Şiddete Son Sempozyumu’nu yaptı

İNNSBRUCK (26.11.2013)- Tirol Demokratik Kadın Platformu 22 Kasım cuma aksamı Innsbruck Üniversitesi’nde, Kadına Yönelik Her Türden Şiddete Son Sempozyumu düzenledi. Yeni kadın temsilcisi “Ev içi görünmez emeği görünür kıl”, ADKH temsilcisi “Fuhuşa ve çocuk pornosunu durdur, bedenimiz bizimdir” konu başlıklarında sunumlar yaptı. İstanbul LGBT Derneği Temsilcisi Kıvılcım Arat da ötekileştirilen LGBT’lerin genel sorunlarına değindi. Sempozyumun sonunda dinleyicilerden gelen sorular yanıtlanırken, yeni düşünceler de dile getirildi.

08-InnsburcktaKadinaYonelikSiddetFuhuşa karşı mücadele yöntemleri tartışıldı

Sesiyle sanatçı Ajda Varli de sempozyuma destek verdi. Fuhuşa karşı alternatifler ve Seks köleliği-İşçiliği kavramları üzerinde sıklıkla sorular yöneltilirken, ortak yapılan bu eylemin devamının getirilmesinin önemine dikkat çekildi.

Toplantıyı ortaklaştıran kurumların isimleri şöyle: Avrupa Demokratik Kadın Hareketi, Yeni Kadın, LIlith Innsbruck, Dersim eyaleti Doğa ve Kültür Derneği, Sosyalist Innsbrucklu Öğrenciler Derneği.

25 Kasım Pazartesi günü ise gerçekleştirilen sokak etkinliğinde 11-17.30 arası İnfostand 17.30’dan itibaren ise yürüyüş gerçekleştirildi. Bütün gün süren bu etkinlikte ise Avusturyalı gençlerin yoğun katılımı dikkat çekti.

Share

Kadın mücadelesi dünyayı değiştirir!

24-KadinMücadelesiDünyayiDegistirirAvrupa Demokratik Kadın Hareketi  7 Temmuz 2013 tarihinde İsviçre’nin Basel kentinde kadınlarla buluştu. Kadın hareketinin örgütlenme noktasında yaşadığı sorunlar, kadınların pasif kalmalarının nedenleri ve kadınlara ulaşmak için yeni araçlar gibi konuları üzerinden tartışmalar açıldı. Söyleşi esnasında öne çıkan fikirler şu şekildeydi  :

Tarihsel gelişim içerisinde kadının rolü ve ikinci cins konumu, günümüzde  ve geçmişte kadın mücadelelerini ortaya çıkarmıştır ve bu mücadeleler devrim sonralarında dahi var olacaktır. 

ADKH’ nin  Avrupa’ya yönelik göçmen kadına dair kampanyalar belirlemesi ve kadının sendikal mücadelesi önerisiyle birlikte önümüzdeki süreçte örgütleyeceğimiz fuhuş kampanyamıza dair ise tüm dünyada fuhuşun esasen zorla ya da ekonomik koşulların sonucu kadınları vurduğu ve aynı zamanda  Avrupa’da yaşayan göçmen göçmen kadınlarıda vurduğu aktarıldı.  Kadının hayatını zincirleyen  gelenekler, feodal değer yargıları, örgütlü cephelerde dahi kadının görülmeyen emeği bir bütün olarak kadın hareketlerini ihtiyaç olarak ortaya çıkarmıştır. Somut olarak kadınların tüm demokratik kitle örgütlerinde sayıca az olması sistemli bir şekilde kadının siyasete kapalı tutulmasının sonucudur. İşte bu yüzden yeni araç ve yeni tarzlarla siyasetin erkek dili olduğu algılamasını ortadan kaldırmalı öte yandan kadının mücadelesini sınıf mücadelesinden soyutlamadan ele almalıyız ve kendimizi mücadele içerisinde eğitim çalışmaları aracıyla geliştirmeliyiz.

 Biz Kadınlar olarak içerisinden geldiğimiz  uzun sessizliği bozmalıyız. Kadınlara yüklenen  etiketlere kavramlara, kullandığımız üsluba karşı önce kendimizi değiştirip dönüştürmeliyiz.

 Kadın hareketi kadınların kendi somut çelişkilerini görüp toplumsal mücadeleye kanalize oldukları alanlardır. Özgürleşmek için, örgütlenmeliyiz. Her alanda kültür, sanat, politika da şıçrama yapmalıyız.

 Avrupa da elde edilen ekonomik özgürlük kazanımı sosyal devlet manipülasyonu ile kadın mücadelesi geri plana düşmüş ve bir çok kadını bu yönüyle olumsuz etkilemiştir.  Buna yönelik bölge bölge tartışmalar sürekli yapılmalıyız.Yöntem olarak ise kadını , kadının içinde özgürleştirmeli, onu bireylere endekslemeden var etmeliyiz. Yani Kadın bir kurtarıcı aramamalı, kendi kurtarıcısı olmalıdır. Aynılıklarımız, ortak sorunlarımız çerçevesinde sokaklara çıkmalıyız. Unutmamalıyız ki sistemin en çok korktuğu kadınların mücadelesidir. Çünkü bu mücadele dünyayı değiştirir.

Share

Londra’da E.A’ya destek gösterisi

25-LondradaEAyaDestekTürkiye’de gelişen halk hareketi yayılıp daha da güzelleşirken rejim ise kadına yönelik anlayışlarını tüm kurumlarıyla ve verdiği tecavüzcülerini koruyan kollayan yasalarıyla sürdürmeye devam ediyor.

Bingöl’de E A isimli genç kıza 8 askerin tecavüzünün yasalar tarafında meşrulaştırılmasını teşhir etmek E.A ve diğer kadınların sesi olmak icin Avrupa Demokratik Kadın Hareketi Londra’nın Wood Green semtinde 1 saatlik oturma eylemi yaptı. Devleti ve kadına yönelik anlayışlarını teşhir eden dövizlerin yer aldığı eylemde dağıtılan bildiriler ve yapılan sohbetlerle devletin tecavüzcü askerlerini koruması ve bir tecavüz kültürü yaratarak kadınların özgürlügünü nasıl yok saydığı anlatıldı.
Eyleme 8 Mart Kadın Örgütü (Iran-Afganistan)’da katılarak destek verdi.

Share

Hamburg’da E.A. icin Protesto

26-HamburgdaEAicinProtestoBingöl’de 16 yaşındaki E.A isimli cocuga 2 yıl önce cinsel istismar ve tecavüz ettikleri icin, aralarında uzman çavuşların da bulunduğu toplam 8 asker Bingöl Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmış, daha sonra bir üst mahkeme tarafından salıverilmiş ve davaya da gizlilik kararı konulmuştur.

Hamburg’da  Rojbin Meclisa Jinen, Yeni Kadin,Sosyalist Kadinlar Birligi,Avrupa Demokratik Kadin Hareketi ve Bingöl Dernegi olarak oturma eylemi ile bu durum protesto edildi. (26.06.2013)

Share

Dün N.Ç. bugün E.A. ve daha niceleri…

Kadına, kız çocuklarına yönelik cinsel istismar ve tecavüzlerin “neredeyse günlük hayatın bir parçası” haline geldiği ve bu durumun normalmiş gibi sıradanlaştırıldığı bir sürecin içerisinde yer alan kadınlar olarak ağır ve dayanılmaz bir yükün altında olduğumuzu anlatmaya gerek var mıdır? Hemen her gün kadınlar olarak değişik şiddet biçimleriyle hayattan koparıldığımız ve hayatımızın yaşanılmaz hale getiriliği haberleri ortalığa saçılmaktadır. Erkek egemen sistemin erk bilinciyle karşı cinsine yabancılaştığı ve onu metalaştırdığı gerçek gündemden düşmeden devam ediyor.

09-HerTürlüSiddetinizleBarismayacagizNÇ isimli genç bir kıza 24 kişi tarafından yapılan tecavüz ve ona tecavüz edenlerin yasa yapıcıları tarafından aklamasının ardından bugün de EA isimli kız çocuğuna tecavüz eden 8 askerin mahkeme tarafından serbest bırakılması ve ancak kamuoyunun büyük baskısı sonucu sadece birini tutuklanmaya uygun bulmuş olması Türkiye devletinin kadını koruma yasaları ve söylemlerinde ne kadar sahte ve inandırıcılıktan uzak olduğunu göstermeye yetmektedir.

Tecavüz eden askerlerin serbest bırakılmaları durumunu gayet normal gören bu sistemin bir gerçeği de şudur ki, tecavüzcü askerlerin özel olarak korunmaya çalışılması bu erkek egemen gerici zihniyetin Türk askerinin böyle şeyleri yapmayacağı biçiminde ırkçı-faşist anlayışı savunmada nasıl da ısrarlı olduğunu gösteriyor. Tecavüz bir devlet politikası haline gelmiş durumda ve devlet kurumlarıyla tecavüzü ve tecavüz edenleri meşrulaştırarak korumaya devam etmektedir.

Kadınların kendilerinin cinsel istismara davet çıkardıklarını sürekli lanse eden gerici anlayış çocuk yaştaki genç kızların ise gönüllü birliktelik yaptıkları safsatasıyla olayın asıl faillerini kapatmak oyununu oynamaktadır (NÇ davasında olduğu gibi). Ama biz kadınlar bu oyuna gelmeyeceğiz. Bizleri özgürce yaşamımızdan alıkoymaya çalışan, bedenimiz üzerinde brifingler veren, horlayan, ötekileştiren bu sistemin daima karşısında olacağız.

Şunu çok iyi biliyoruz ki; erkek egemen sistemin dayandığı temel, özel mülkiyettir. Sadece eşyalar üzerindeki mülkiyet elbette değildir. Onun da ötesinde insanın insan üzerindeki mülkiyettir. Bunun ise en ağır biçimi biz kadınlar üzerinde olmaktadır. Kadını kendi malı olarak gören, Onu dövebilme, tehdit edebilme, susturabilme ve hatta öldürebilme gibi hakları kendinde gören erkeğin saçmalığının temeli tamda budur. Bu zihniyete karşı, çetin de olsa, mücadele esas olmalıdır. Bu mücadele ise ancak gerçek manada özel mülkiyete karşı tutum alanlar tarafından yürütebilir. Ama şu bir gerçektir ki bu savaşımın asıl gücü ve lokomotifi biz kadınlarız. Bu bakımdan kadınlar olarak bilinç devrimini köklü şekilde yaşamalıyız. Kendimizi sisteme endeksli yaşamlardan koparmalı, cins bilinciyle kuşanarak Gezi Parkında başlayan ve Türkiye’nin dört bir tarafına yayılan direnişinde olduğu gibi sokakları zapt ederek kendi savaşımızın savaşçısı da olabilmeliyiz aynı zamanda. Yaşadığımız her alanda her zaman sistemin kadın üzerindeki baskılarını, gerici anlayışlarını ve şiddetini teşhir etmeliyiz. Bundan başka yol yoktur.

AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ

HAZİRAN 2013

Share

9. Zilan Kadın Festivali gerçekleştirildi

28-9ZilanKadinFestivali-124.06.2013-Almanya/Dortmund: Bu yıl, 9 Ocak günü Paris’te katledilen 3 Kürt kadın devrimci Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’e adanan 9. Uluslararası Zilan Kadın festivali Almanya’nın Dortmund kentinde22 haziran Cumartesi günü binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşti.

Festival, HDK’den Pervin Oduncu, Bask bölgesinden Iraide Lajaretta ile Kürt siyasetçi Gönül Kaya’nın konuşmacı olduğu “Çözüm sürecinde kadının rolü” konulu bir panelle başladı. Gönül Kaya, “Bizim savaşımız ataerkil zihniyete karşı kadın mücadelesini ortaya çıkarmıştır. Dünyadaki bütün savaşlarda kadınlar mağdur olmuştur. Ama Kürdistan’daki savaşta kadınlar kendini var etmiştir. Sömürgeciliğe karşı mücadele etmiştir, bir kimlik kazanmışlardır” diyerek “Barış süreci”nin kadın mücadelesi açısından bir bitiş değil, genişletilerek yayılmasının başlangıcı olduğuna vurgu yaparak, “Biz gerilemiyoruz, tam tersine yeniden dağlara ve meydanlara çıkacağız. Bizim mücadelemiz evrensel bir mücadeledir.” dedi. Sunumların ardından çeşitli kurumların ve kürt kadınları fikirlerini ifade ettikleri serbest tartışmaya geçildi.

28-9ZilanKadinFestivali-2Bremen Arame Dikran Çocuk Korosu’yla başlayan ve çeşitli müzik etkinlikleriyle devam eden sahne programının yanı sıra, gün boyunca ‘dengbej çadırı’ndan dengbejler okundu, halaylar çekildi. Yapılan konuşmalarda Paris’te katledilen üç kadın devrimcinin faillerinin katliamın üzerinden geçen 6 aya rağmen henüz bulunmadığı vurgulandı. Üç Kürt kadın devrimcisinin aileleri de, onların sadece kendi çocukları değil, bütün Kürt halkının çocukları olduğunu, dolayısıyla katliamın bir an önce aydınlatılması için bütün Kürtlerin ve kurumların katliamın sorumlularının açığa çıkartılması için mücadele etmesi gerektiğini dile getirdiler.

Avrupa’nın farklı ülkeleride faaliyet yürüten çeşitli kadın kurum ve kuruluşları, kurdukları çadırlardan kadınlara ulaştılar. Ayrıca festivale katılan Avrupa Demokratik Kadın Hareketi, Corage, BASK’lı kadınlar ve Sosyalist Kadınlar Birliği gibi kadın kurumları sahnede söz alıp birer konuşma gerçekleştirdiler.

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH) de açtığı çadırla festivalde yer aldı. Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH) adına sahnede söz alan konuşmacı, cins sorununun bütün yakıcılığıyla devam ettiğini, gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun, dünyanın her coğrafyasında töre cinayetlerinin, tecavüzlerin, kadına yönelik her türlü şiddetin, kadın bedeninin pazarlanması gibi vahşetlerin gittikçe artığına vurgu yaptı ve Cewlik Solhan’da 16 yaşındaki Kürdistan’lı genç kıza tecavüz eden 8 askerin birkaç gün önce serbest bırakılmasını hatırlatarak, erkek-egemen faşist devlet yasalarının kadına yönelik bu sömürüyü nasıl korumaya aldığına dikkat çekti.

Egemenlerin boş bırakılan her alanı, kadını daha fazla köleleştirmek için doldurduklarını söyleyen ADKH temsilcisi, ‘Taksim Gezi Parkı’ özgülünde Haziran ayını faşist egemen zihniyete karşı bir direnişe çeviren Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarından umutlanarak, kadının özgün örgütlülüğünün yaşamın bir parçası haline getirilerek hayatın her alanına yayılması gerektiğine ve kadına uygulanan her türden şiddet karşısında ortak mücadele edilmesi gerektiğine vurgu yaptı.

BDP Amed Milletvekili Emne Ayna’nin da bir konuşma gerçekleştirdiği festival, müzik ve çekilen halaylarla sonlandırıldı.

 

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH)

Share

Gezi Parkı izlenimleri

29-GeziParkiIzlenimleriArkadaşım bana Gezi Parkına gitme fikrini anlattığında , uzun zamandır başlamış olan bu eylemleri yerinde görebilme fırsatı beni çok heyecanlandırdı. Avusturya da yaşıyor olmamıza rağmen ülkemizde gelişen olaylardan kendimizi soyutlamamız cok güç. Hele bu olay Türkiye’nin geleceğini değiştirebilecek nitelikte bir toplumsal eylemse, daha da ilginç hale geliyordu Taksime gitmek. Avusturya delegasyonu olarak 9 kişi idik. Bir tane kabaretist, Yeşillerden eyalet ve ülke meclisinden birer vekil, yine eyalet ve genel basından üç kişi, iki sivil toplum kuruluşundan öğrenciler ve ben de yine demokratik kitle örgütlerinden biri olarak Avusturya Demokratik Haklar Federasyonu adına Türkiye’ye yola çıktık. Sınırdan içeri girdiğimizde herşey oldukça normal ve sakin gözüküyordu. 15 Haziran cuma gecesi otele vardığımızda saat gece 12 idi ve biz hemen Gezi Parkına gittik. Gezi parkında bize, eylemlere bir fiil katılan 4 genç eşlik etti ve onlar için bizlerin, özellikle Gezi Parkında olanlara gözlemci olarak Avusturya’dan gelmiş olmamız inanılacak gibi değildi. Meslek odaları, dağcılık klüpleri, transseksüel gruplar, illerden gelen sivil toplum dernekleri, sol gruplar, feminist kadın hareketleri, islamcı bir gruba kadar herkesin kendini rahatça ifade ettiği, aynı zamanda seyyar satıcıların da bol bulunduğu, bir köşede Karadeniz’den gelen grup horon teperken, diğer tarafta kürtce halayların oynandığı, kardeşçe yaşamın mesajlarını veren bir ortam yaratılmıştı gezi parkında. Yağmura rağmen oldukca temiz ve düzenli idi. Her gece 1500-2000 insan çadırlarda kalıyordu. Ortak bir sahne, bahçe, koordinasyon merkezi, yiyecek, içecek gazete dağıtım çadırı ve bir de kütüphanesi vardı. Buradaki insanlar bir nevi komün yaşamı kurmuşlar, hırsızlık ya da taciz gibi olayların asla yaşanmadığı. Gündüzleri toplantılar, konserler, açıklamaların yapıldığı, çeşitli gruplardan oluşan Gezi parkı dayanışma platformunun kararları toparladığı bir sistemle kendilerin idare ediyorlardı. Park içinde çeşitli dövizler, pankartlar entellektüel bir zeka ürünü olduğu göze çarpan duvar yazılarıyla alışılagelmiş eylemlerden farklı olduğunu hemen belli ediyordu. İnternet üzerinden cep telefonlarıyla yayın yapan bir radyo ve televizyon da vardı. Avrupa Demokratik Kadin Hareketi’nde yıllarca aktif çalışan biri olarak, gördüklerim beni oldukça etkiledi. Kendi kendime insanlarin istediğinde nasıl da barışcıl, ortak bir yaşamı örgütleyebildiklerini, kadınların ”Ben feministim” diye çadırlarının önüne afişlerini asabilmeleri, toplumun ”ötekileri” olmaktan gurur duyduklarını saklamadan, saklanmadan toplumun öncüleri olabilmeleri yaratmak istedigimiz dünyadan izler taşiyor diye düsündüm.

Taksim Meydanı’na çıktığımızda ise günde 12 saat piyano çalarak eyleme farklı bir renk katan Alman Piyanistin tuşlarından dökülen Çav Bella Marşını dinleyerek otelimize döndük. Benim için o anda bir kadın olarak gördüklerimin güzelliği, otelime gece 5 de dönerken yaşadığım kadın olarak kısıtlanmamış olmanın verdiği özgürlük duygusu muhteşemdi. Istanbul’da kadın olmak, şehrin muhteşem olanaklarının tadını çıkarmak çok güzel. Son yıllarda Istanbul’da kadın olmak daha da zorlasmaya-toplumun modern görünüşlü kadına bakış açısı, zaten geçmişten beri var olan ikinci sınıf vatandaş statüsü gerici anlayışın birleşiminden oluşan bakış açısıyla- özel hayata yasal ve ya pratik hayatta kısıtlamalar artmaya başladı. Bana gençlerin anlattığı ise, özellikle bunu yabancı basına söylemenizi istiyoruz dediler, iki haftadır tek bir kadına taciz veya hırsızlık olaylarının yaşanmadığı bir ortamdır Gezi Parkı.

Ertesi gün ise KESK başkanı ile yaptığımız söyleşide genel durum değerlendirmesi yapıldı. Değişik ülkelerden sendikacıların dayanışma taleplerine ilişkin fikir alışverişi yapılarak, aslında eylemin ülkede kişilerin özel haklarına artan müdaheleyi, sanatçılara yapılan baskıyı, sağlık sektöründeki özelleştirme, eğitim sistemindeki değişiklikler vs gibi pekçok alanda hayata yapılan müdaheleye verilen toplu bir yanıt olduğu söylendi.

BDP Milletvekileri ile yapılan toplantıda ise, seçimle iktidara gelen bu hükümetin seçimle gitmesi gerektiği, halkların kongresi yapılarak geniş bir kitle katılımı olan bir parti altında, kendi yönetimizi iktidara getirme şansımız olduğu belirtildi. Kadın, erkek, genç tüm toplumsal grupların bu eylemle birbirini tanıdığı ve ilerki süreçte birlikte çalışabilmenin tohumlarının atıldığı belirtildi.

Taksim platformu sekreteri ile yaptığımız görüşmede ise Almanya’dan gelen Linke Partisi Milletvekili, Stutgart’daki tarihi tren istasyonu yıkımına karşı başlatılan protestoların pasivize olma sürecini, referandum oyununa gelinmemesi gerektğini belirtti. Aynı anda Almanya, İsviçre, Avusturya ve İngiltere’den gelen delegasyonlarla toplantılar yürütüldü. Oradaki programda bize yardımcı olan Hayat TV çalışanlarına ise sonsuz teşekkürlerimi bildiriyorum.

Platform sözcüsü aldıkları kararla eylemin çok çadırdan merkezi birkaç çadıra indirileceğini, ama isteyen grupların aynı şekilde devam edebileceği şeklindeydi. Bu hareketin sivil itaatsizlik eylemlerine dönüştürülüp, hayatın içine akmasını istiyoruz dedi.

Bu açıklamalardan iki saat sonra meydanda bulundugumuz bir anda, yaklaşık 300 kişi kadar bir gruba polis dağılmaları gerektiğini söyledi. Meydana bakıldığında günlük hayat devam ediyor ve insanlar her tarafta koşuşturmaca içinde görünüyorlardı. Slogan atan gruba polisin saldırısıyla birlikte yüzlerce insan bir anda meydanda toplandı. O akşam meydanda olanlar Avusturya’lı arkadaşlarımı oldukça etkiledi. Ama en çok da eyleme katılan insanların korkularını aşmış olmasını, birbirlerine eylem anında sahip çıkıp kollamalarını, kadınların sayılarının dikkat çekici derecede cok olması, bazı otellerin sığınmak isteyen insanlara yardımcı olmalarını, meydanda ve Gezi parkındaki operasyon bitti gibi gözükürken bu sefer yan sokaklarda devam eden eyleme halkın evlerinden tencere ve tava korosuyla destek vermelerini Avusturya’ya döndüğümüzde anlatmakla bitiremediler. Ayrıca bu kadar kargaşa yaşanırken, aynı anda hayatın normal, devam etmesi, seyyar satıcıların hayatın her alanında bulunmaları, dükkan kepenklerinin günde bir kaç kez açılıp kapanması, insanların panzerlerin üzerine yürüme cesareti onlar için trajikomik bir tablo da oluşturmaktaydı.

Gezi Parkına müdahelenin başlamasının her anını gözlerimizle gördük. Platform sekreterinin açıklamalarına göre hükümet tarafından her hangi bir müdahelede bulunulmayacaktı. Fakat müdahalenin başlamasıyla Gezi parkının dağıtılması, ardından çöp arabalarının anında orada olup, çevreyi büyük bir hızla temizlemeleri, aslında herşeyin o gece için planlanmış olduğunu gösteriyordu.

İstanbulda 3 gece kaldık. İnanıyorum ki eylemdeki en önemli üç geceydi. Gezi parkına yapılan saldırı ve ardından tüm şehre ve ülkeye yayılan eylemler okun yaydan çıktığını gösteriyordu. Bu üç gün benim için çok öğretici, geliştirici oldu. İnsanın pratikle daha hızlı geliştiğini kendimizde gördük. Benimle gelen Avusturya’lı arkadaşların ise oldukça sağduyulu ve objektif değerlendirmelerine şahit oldum. Birilerinin çok kızdığı bu iyi niyetli ”dış mihraklar” aslında İstanbul’u ve halkını sevmiş, bu şehre yine gelmek istediklerini söylemişlerdi.

Eylemcilerin daha çok öğrenci, kadın üniversite ögrencileri, sanatçı, öğrenci, aydın ve toplumun ötekilerinden oluşması ilginçti. Politika ile bağı olmayıp da, aslında son 10 yıldır özel hayatlarına kadar varan kısıtlamalarla pasif politize olan kitlenin sahip çıktığı bir hareketti. Hareketin ilerici yönünü, modern yönünü gönülden destekliyorum. İnsanların tahammül sınırlarının olduğunu, gerektiğinde kendilerini yöneten sistem içi partilere mesaj verebileceklerini görmek, kadınların aktif olarak eylemde yer almaları beni umutlandırdı. Türkiye’nin geleceği daha aydınlık olacak mesajı aldım. Son yıllara baktığımızda kısmen elimizde var olan haklarımızın parça parça çekilip alındığını görüyor, yurtdışında yaşayan bir kadın olarak, her seferinde bu değişikliği daha yoğun hissediyorum. Şu anda ki sorun sistemi değiştirme değil, sistem içerisinde var olan haklarımızın elimizden gitmesini engelleyip, onlara sahip çıkma evresidir. Hareketin bundan sonraki aşamalarını de büyük bir umutla takip edeceğim,sizin de edeceğinize eminim.

Armağan Uludağ

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi-Komisyon Üyesi

 

Haziran 2013

Share

ADKH; Direnişin Sesi Emekçilere Selam Olsun!

ADKH (5 Haziran 2013) Uzun dönemden beridir iktidarda olan AKP hükümeti, keyfince uygulamaya koyduğu yasaları, çıkar ilişkileri ve rantsal değişimlerine bir yenisini daha ekleyerek yola devam ediyor.

30-AdkhDirenisinSesiEmekcilereSelamİstanbul’un güzide kalmış yerlerinden biri olan Taksim ve Gezi park ve çevresinin düzenleme adi altında sermayedarlara peşkeş çekilmesine, bu doğa katliamına karşı ve dahası  tüm gerici uygulamalarına artik yeter demek için Taksim’de yakılan ateş tüm yurda yayılarak devam ediyor.

Halkın kadın, erkek, örgenci gençlik üzerinde her türlü yaptırım ve söz söyleme hakkını kendinde gören Sultan Tayyip, kendisine karşı direnen emekçileri ise bir grup çapulcu olarak tanımlama aymazlığı içinde.

Ilımlı Türk İslam maskesi altında Osmanlının katliamcılığını, yobazlığını, talancı ve işgalci zihniyetini yeniden hortlatma derdinde olan Tayyip ve hükümeti yapacaklarından geri durmayacaklarını da söylemeye devam ediyor.

Sokağa çıkan yüz binlerin üzerine tüm araçlarıyla faşizanca ve azgınca saldıran devlet ve onun kolluk güçleri onlarca insanı yaraladı ve yüzlercesini gözaltına aldı.

En son Hatay’da yapılan gösterilere katılan Abdullah Cömert’i de katletmekten geri durmadı.

Bu faşist sistemin unuttuğu bir şey var o da halkların öfkesinin nelere kadir olabileceğidir. Emekçiler ve ezilenler eğer sınıf bilincini kuşanırlarsa sadece AKP hükümetini değil, bugüne kadarki tüm faşist, gerici, insana yabancı, kadına düşman sistemi de alaşağı etme gücüne muktedir olabilirler. Son direniş bunu net olarak bir kez daha açığa çıkarmıştır.

Bizler ADKH olarak Taksimde başlayan ve bütün ülkeye yayılan faşizan baskıları kınıyor, halkımızın demokratik haklı isyanının yanında olduğumuzu belirtmek istiyoruz. Nerede topyekûn saldırı varsa orada da topyekûn isyan vardır. Halkımızın haklı isyanı şunu gösteriyor ki hiçbir faşizan zorbalık halka rağmen saltanatını sürdüremeyecektir. Faşist zorbaların silahı, tankı, topu varsa halkımızın da meydanlarda isyan ateşi vardır. İsyan ateşi bir kez alev alev yayıldı mı faşizminde zorbalığını küle çevirir.

Her gecen gün kadının üzerindeki baskıyı artırarak hiçleştiren, iradesini ve kararlarını yok sayan faşist zorbalığa karşı emekçi ezilen kadının örgütlü isyanıyla karşı duracağımızı  açıkça ilan ediyoruz.

“Her yer Taksim, Her Yer Direniş” sloganıyla sokaklara dökülen emekçilerin öfkesi faşizmi boğacaktır!

Direnen halklar ve emekçiler kazanacaktır!

Yaşasın her milliyetten emekçilerin birliği!

 Faşizme karşı omuz omuza!

 Yaşasın faşizme karşı direnen kadınların hakli mücadelesi!

 AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ 

5 Haziran 2013

Share

Gezi Parkı’na yeni bir saldırı daha

31-GeziParkinaYeniBirSaldiriTaksim Gezi Parkı’nın yıkılmasını engelleme mücadelesine geniş kesimlerden katılım ve destek dün geç saatlere kadar devam etti. Bu sabah saatlerinde parkta geceleyen yüzlerce eylemciye polisyine biber gazı ve TOMA’larla saldırarak parka giriş-çıkışı tamamen kapattı.

HABER MERKEZİ (31. 05. 2013)- Taksim Gezi Parkı’nın yıkılmasını engellemek için parkta nöbet bekleyen eylemcilere dün de gün içerisinde destek ziyaretleri gerçekleştirilmiş, aralarında sinemacı, tiyatrocu ve müzisyenlerin de bulunduğu çok sayıda sanatçı da dahil olmak üzere eylem geniş kesimler tarafından sahiplenilmişti.  Gezi Parkı’ndaki eyleme katılanlar arasında “Munzur’un dağları da bizim, Taksim meydanı da Taksim Gezi Parkı da” pankartıyla Dersim Dernekleri Federasyonu Munzur Koruma Kurulu, BDP Milletvekili Sırı Süreyya Önder, Kardeş Türküler, Hilmi Yarayıcı de bulunuyordu. Akşam saatlerinde giderek artan kalabalık polis şiddetine ve baskısına karşı parktan ayrılmayarak direnişe devam edecekleri noktasında ısrarlarını gösterdiler.

Sabahın erken saatlerinde yeni bir saldırı daha

Parkın yıkılmasını engellemek için nöbet bekleyen eylemcilere dün sabah bir saldırı düzenleyen polis bu sabah parkta bekleyen eylemcilere bir kez daha vahşice saldırdı. Polis sabah saat 04.00 sularında parkta bekleyen yüzlerce kişiye gaz bombaları ve tazyikli suyla saldırırken saldırından kurtulmak için bir duvarın üzerine çıkan yaklaşık 20 eylemci duvarın yıkımı sonucunda yaralandılar.  Eylemcilerin gecelemek için kurdukları çadırlar da zabıta önlüklü ve gaz maskeli kişiler tarafından söküldüler.  Yapılan polis saldırısına karşı direnerek alanı terk etmeyen eylemcilerse çevik kuvvet polislerince zorla parktan çıkarıldılar. Polis Gezi Parkına giriş-çıkışları tamamen yasaklarken park içerisinde bulunan çay bahçesi de mühürlendi.  Yaşanan saldırının ardından Taksim, Dolmabahçe ve Harbiye’de polis ve eylemciler arasında çatışmalar devam etti.

Redhack İstanbul Emniyet Müdürlüğünü hackledi

Öte yandan RedHack Taksim Gezi Parkı’nda nöbet tutan eylemcilere polis tarafından saldırı düzenlenmesini protesto etmek için Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün internet sitesi www.beyoglu.iem.gov.tr’yi hackledi.  RedHack hackleme haberini Twitter’da şöyle açıkladı:

“RedHack ★ ‏@TheRedHack Gaz muptelasi Beyoglu Ilçe Emniyet’i fisi çekmis http://beyoglu.iem.gov.tr/ 😉 via @DesertAnarchist #DirenGeziParkı”

“RedHack ★ ‏@TheRedHack : Dolarin yesilini Doganin yesiline tercih edenlere, yaz’i gaz’a boyayanlara karsi.. http://beyoglu.iem.gov.tr/ #DirenGeziParkı”

http://www.halkingunlugu.net/

Share

İDKH Kadının Sesi etkinliğinde buluşalım

İSVİÇRE DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ KADININ SESİ ETKİNLİĞİNDE BULUŞALIM

32-IsvicredkhKadininSesiEtkinligi

Share

ADKH 6. Kurultay Sunumu

33-Adkh6KurultaySunumuTARİHTEN GÜNÜMÜZE KADIN MÜCADELESİ VE DURDUĞUMUZ YER

Kadın işçiler kadının özgürlüğünün ayrı değil, büyük sosyal sorunun bir parçası olduğundan tamamen emindirler. Bu sorunun bugünkü toplumda hiçbir zaman çözülemeyeceğinin, ancak toplumun köklü değişiminden sonra bunun mümkün olabileceğinin de bilincindedirler… Kadının özgürlüğü, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, yalnızca emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla olacaktır. Sadece sosyalist toplumda, kadınların işçiler gibi haklarının tam sahibi olması mümkündür.”(24) Clara Zetkin

Tamamen, ekonomik sistemlerden kaynaklı her sistemin kendine özgü ortaya çıkardığı sömürü biçimleri var olmuştur ve her dönemin kendine ait, haksızlıkları eşitsizlikleri kendini göstermiştir.

Şu anda da dünyada emek sermeye çelişkisi, ezilen uluslar, ezilen inançlar, cins sorunu gibi eşitsizlikler, haksız savaşlar, işgaller, giderek yoksullaşan bir çoğunluk vb eşitsizlikler gündemdedir.

Ama bütün bu eşitsizliklerden bir tanesinin kesinlikle diğerlerinden ayırt edilip özenle incelenmesi gerekir ki, bu da ezilen cins olarak kadının toplumsal konumudur.

Cins sorununu özenle ele alınmasını gerektiren özelliği binlerce yıllık olması değil, aynı zamanda bugüne kadar değişik pencerelerden ele alınarak doğru bir çizgide mücadelesini verilmemesidir, her verilen mücadele anlamlı olduğu kadar eksiklikler ve hatalarda içerir.

Binlerce yıldır eşit olamamış bir cinsin, özgür olma mücadelesinden bahsediyoruz. Tabiatın, doğa koşullarının, çocuk doğurmanın vermiş olduğu doğal şekillenişten dolayı var olma mücadelesi veren kadın bir şekilde öne çıkmıştır ve bu öne çıkış aynı zamanda onun yaratıcılığını da geliştirmiş ve birçok işi deneme yanılma yöntemiyle bulmuş ve idare etmeyi öğrenmiştir. Ancak özel mülkiyetin ortaya çıkması, insan emeğinin ve özelde de kadın emeğinin görünmez kılınması, sınıfların ortaya çıkması ve yaşanan bütün sınıflı toplumlarda daha çok dibe çekilen bir kadın çığlığından bahsediyoruz.

Kadın; tarih boyunca din, ahlak, kültür, değer yargıları vb anlayışların hedefi durumunda olmuştur. Kadın olmasından kaynaklı biçilen tüm roller, gerici egemen ideolojiye tabi ve bir bütün olarak kadını yok sayan anlayışlardı.

Bu cendere altında kadın toplumsal gücünü yitirmiş bir cins olarak erkek egemenliğinin belirleyiciliği ve kadının zayıflığı anlayışıyla cins bilincini geliştirememiştir. Kendisine öğretilen cins bilinciyle sürekli edilgen babasına, eşine tabi olan, ailenin devamını sağlamakla yükümlü, korunmaya muhtaç, tek başına toplumda var olamayacağını düşünen düşün dürtülen bir kadın durumu var ortada. Yasa koyucuların en gerekli gücü olurken bir taraftan da kendisini yok etmiştir. Burjuva erkek egemen sistemin kadına yönelik anlayışlarını bir şekilde onaylamış ve yeri geldiğinde boyun eğmiştir. Aslında bu durumundan dolayı bir yönüyle bu sistemin devamcısı olma durumunda kalmıştır.

Bu durum günümüzde hala devam etse de kadının özgürlük mücadelesi için can bedeli sokağa dökülen kadın kitlelerinin bıraktığı miras bugün üzerinde yükseldiğimiz temeldir. Tarihe şöyle bir baktığımızda örgütlü mücadeleyi Fransız devriminden başlayarak ele almak, günümüze ışık tutacaktır.

İlk burjuva devrimi olan 1789 Fransız devriminde kadınlar tüm gücüyle devrimdeki yerini almış, büyük fedakârlıklar göstermiştir. En ön saflarda mücadele eden kadının devrimden sonra eski konumundan ileriye taşınabildiği söylenemez, sadece devrime katılmakla kalmayan kadınlar, kitlesel kadın eylemlikleri örgütlediler ve Fransa çapında kadın dernekleri kurdular. Cinslerin eşitliği istemi, kadın hakları ve özgürlüğü düşüncesini dillendirmeye başladılar. Devrim meclisi tarafından yayınlanan insan hakları bildirgesinin gerçekte erkek hakları bildirgesi olduğunu anlayan devrimci kadın önderler, buna karşın kadın hakları bildirgesi yayınladılar ve ’ kadının idam sehpasın çıkma hakkı varsa, kürsüye çıkma hakkı da olmalıdır.’ diyerek toplumsal ve siyasal eşitlik talep ettiler. Burjuva devrimi bütün talepleri ret ederek ve bu talepleri dile getiren kadın önderleri giyotine yollayarak, tüm kadın örgütlerini kapatarak bu devrimin kadını özgürleştirmesi sorunu olmadığını ortaya çıkardı.

Kapitalizmin geliştiği ve buna karsı keskinleşen sınıf çelişkisinin sonucu olarak sınıfsal mücadelelerin yükseldiği 1800’li yıllarda, kadın sorunu, Marx ve Engels’in materyalist tarih anlayışı ile yeni bir perspektif sunduğu bir duruma ulaştı. Engelsin ‘ailenin özel mülkiyeti ve devletin kökeni’ yapıtı ile geniş detaylandırıldığı kadın sorunu toplumsal devrimin bir öznesi haline geldi. Ekim devriminde kadınların oynadığı rol ve bu şanlı mücadele tarihinde ortaya çıkan kadın önderlerin sayısı hiçte azımsanmayacak niteliktedir. Fabrikalarda başlayan direniş ruhu devrim sırasında en ileri cephelerde savaşa götürdü kadını. Clara, Rosa, Kollontai, Krupskaya, gibi kadın önderler, bugün elimizde meşale olarak tuttuğumuz kadının kurtuluşu yolunu aydınlatmışlardır. Fakat kadınlar savaş sonrası erkek egemen anlayışla yüzleşmek zorunda kaldılar. Faşizme karşı aynı cephelerde erkeklerle aynı koşullarda savaşan kadın zafer sonrası erkekler gibi hareket edemiyordu. Savaşa katılan kadınlara kötü gözle bakılıyordu birçok kadın yıllarca savaşa katıldıklarını ve kahramanlıklarını gizleyerek yaşadılar. Kadınlar yeni Sovyet’in yönetim organlarında yer almak yerine evlerine, çamaşırhanelere ya da bakım evlerine gönderildiler.

Çin’de ise devrimden önce adı bile olmayan, tüm feodal değer yargılarının kıskacı altında erkeğe bin bir ihtişamla sunulan bir kadın kitlesi vardı. Devrim mücadelesi sırasında kadınların ideolojik ve politik olarak eğitilmeleri sağlandı. Kadına bakıştaki erkek egemen anlayışı erkeklerinde kavraması noktasında eğitim verildi. Öncü kadın yaratma çalışmaları ve bilinci verilmeye çalışıldı ve kadının kadın olmaktan kaynaklı özgün sorunlarının giderilmesi noktasında adımlar atıldı. Bunların hepsi çok önemli çalışmalardı ama yine de tarihten gelen erkek egemen anlayışın değer yargıları ve içselleştirilmiş olan kültürü sürekli kadına kadın olduğunu hatırlatıyordu. Devrim mücadelesinde çok önemli rol oynayan kadınlar kazanımların ardından geriye itildiler. Sektörler göre konumlandırıldılar.

Bütün sosyalist devrimlerde erkeklerle beraber en ön saflarda savaşan, örgütlenen kadınlar, devrimden sonra cins devrimini tamamlamalarını sekteye uğratan politikalarla karşılaşmıştır. Fabrikaya, toplumsal üretim hayatına değil, eve davet edilmiştir. Entelektüel hayatta, toplumsal hayatta öne çıkması şöyle dursun, hayatın parçası olmasına dair bazı yönlerden geride bırakılmıştır.

Enternasyonal proletaryanın dünya çapında kazandığı mevzilerdeki yukarıda izah ettiğimiz ülkelerde ki devrimci iktidarlar döneminde kadını gerisin geriye geleneksel ilişkiler ağına geri itilmesi yeniden erkeğin gölgesinde bırakılması ve bu sosyalist ülkelerde ki yeni burjuvazinin iktidarı yeniden ele geçirmesi ve sınıf kutuplaşmalarının derinleşmesi nedeni ile, her bir iktidarın yıkılmasının bir sonucu olarak dünyada ki kadın hareketlerinin komünist devrimlere olan güven ve inancının zayıflamasına yol açtı. Bunun bir sonucu olarak kadın hareketleri dünya çapında mevcut gerici sistemleri ve özel mülkiyetçi ufku aşamayan liberal hareketlerin ve reformist hareketlerin etkisine girerek bu sınırlar içinde kalmıştır.

Bizler öncelikle geçmişten bugüne kadın mücadelelerini özümsemeli, geçmiş deneyimleri çizgilerini doğru sorgulayarak, doğru bir mücadele hattı ve çizgisi belirlemeliyiz. Buradan hareketle, değişik coğrafyalardaki kadın mücadelelerine gelirsek;

Başta Hindistan, Bangladeş, Endonezya olmak üzere birçok ülkede kadın ve çocuklar kurulan fabrikaların modern köleleri olarak çalıştırılmaktadırlar. Tayland, Kamboçça daha birçok ülkede sayıları giderek artan kadın fuhuş batağına sürükleniyor. 21. yüz yılda kadınlar orta çağ da ki gibi İran’da, Afganistan’da, Suudi Arabistan’da recim cezasına çarptırılıyor. Taciz ve tecavüz kurbanı kadınlar yasalarca korunmak bir yana azmettirmekle suçlanıyorlar. Yine yakın zaman da Türkiye Kuzey Kürdistan da olduğu gibi kendi bedenleri üzerindeki söz hakları Kürtaj vb. yasaklarla elinden alınıyor. Ezilen halklar cephesinde mücadele yürüten politik kadınlar faşist iktidarların hedefi haline gelerek işkencelere uğruyor, hapis cezalarına çarptırılıyorlar. Kadının mücadelesinin Kürt kadını özgülünde bugün geldiği yer önemli bir aşamadır ve Kürt kadının sesi bugün yankısını bulmaktadır. Paris’te katledilen üç yiğit Kürt kadının da bu özgürlük mücadelesinin en önemli sembolleri durumuna gelmiştir.

Orta Doğu’ya geldiğimizde Orta Doğu kendine has anlayışları, değer yargıları, din üzerinden kadın cinsinin hiçleştirildiği ve aynı zamanda da emperyalist işgalcilerin talan savaşları ile sürekli katliama uğrayan acılar çeken, sindirilen, bedeni üzerinde hiçbir hakka sahip olmayan kadınların yaşadığı bir coğrafya. İç içe geçen faktörlerin sarmaladığı farklı dinamikleri barındıran Orta Doğu bugün itibariyle emperyalist saldırganlığın planları doğrultusunda kaynayan bir kazana dönüşmüştür. Yıllardır diktatörlüklerini sürdüren bir zamanlar emperyalist egemenlerce iktidara getirilen diktatörler yine aynı egemenlerce tahtlarından alaşağı edilmiştir. Tam da bu savaş ortamında kadınlarda özgürlük talebiyle sokaklara dökülmüş ve isyana katılmış ve taleplerini dillendirmiştir. Ama gelin görün ki “Arap Baharı” olarak adlandırılan bu süreçlerde kadın adına bahar ne yazık ki gelmemiştir. Birkaç örnek verecek olursak Mısır’da, Tunus’da, Yemen’de ve Libya’da özgürlük için sokağa çıkan kadına yeni iktidarlar şeriat kanunlarının dayandığı anayasaları gündeme getirerek ve kadınların bazı ülkelerde temsil haklarını nerdeyse kaybettiklerini görmekteyiz. Ve yine şiddet artmış, kadın sünnetleri devam etmekte ve örtünen kadın sayısında artış görülmektedir. Yani sözün kısası Orta Doğu’da kadın olmak bıçak sırtında yaşamak demek.

Kadının demokratik mücadelesinde ve özgürleşme arayışında hareketler baktığımızda Feminizm gündeme gelmektedir. Feminizm burjuva demokratik devrimler sürecinde, burjuva demokratik bakış açısıyla şekillenen kendi döneminin kadının özgürlüğü için haklı ve gerçek bir kavga bayrağı olmuştur.

Feministlerin kendi içindeki farklı anlayışlar feminizmi çeşitli türlere bölmüştür. Tabi ki feminizmin dönemlere ve türlere ayrılmasında hiç kuskusuz ki toplumsal hareketin etkisi büyüktür. Fakat tarihte ve bugün yaygın olarak karsımıza çıkan liberal feminizm, sosyalist feminizm ve radikal feminizmdir…

Feminizmin en kısa tanımı ‘toplumda kadının yararlanacağı hakları çoğaltmak ve erkeğe göre eşit kılmak amacını güden bir düşünce akımıdır’ şeklindedir. Bu tanıma baktığımızda kadın erkek eşitliğini savunuyor, fakat nasıl bir eşitlik.

Feminist akım belli süreçlerde diğer toplumsal hareketlerle iletişim halinde bulunup, sol muhalif cephede yer alsa da, gerek kadın sorunu noktasında çözüm projeleri tartışılırken gerekse de sınıf ve tabaka farkı gözetmeksizin kadın sorununa yaklaştığı için, örneğin sadece kadın olduğu için Merkel’i destekleyen bazı feministlerin yaklaşımında olduğu gibi yürüttükleri mücadele ile en azından batı da belli hakların kazanımında önemli etki yaratmış ve başarı kazanmışsa da nihai çözümden uzaktır. Geldiği nokta itibari ile Avrupa da feminist hareketin genel kadın kitlesinden kopup marjinalleştiği, çevreci vs. harekete eklemlendiği ya da akademik çalışmalar ötesine geçmediği görülmektedir.

Avrupa ve ABD de kadın hakları doğrultusunda burjuva kadın hareketleri oluştu. Bunların talepleri kendi sınıf çıkarlarına zarar vermeyecek bir tarzda gelişti. Kadın hakları uğruna istemlerinin kendi sınıf konumları çerçevesinde sınırlayıp, güdükleştirdiler. Kadının özgürleşmesi ve kurtuluşu hedefi değil, yalnızca burjuva kadınının burjuva erkeği ile eşit medeni ve politik haklara kavuşması arzusuyla hareket ettiler.

Örneğin yaşadığımız Avrupa ülkelerinde kadınların ezici bir çoğunluğunun erkeklerle eşit ve özgür olduğunu ve bu durumun kanunlar çerçevesinde de sağlandığını savunmaları bu kültürel saldırının bir sonucudur. Nitekim cinsler arasında gelir dağılımındaki adaletsizlik, kadının uğradığı şiddet, karar mekanizmalarındaki kadın sayısı, kadın bedeninin sömürüsü, kadının istihdam edildiği alanlar vb. birçok konuda yapılan istatistiklere baktığımızda ya da her yıl dolup taşan kadın sığınma evleri, öldürülen kadın sayısını hesapladığımızda, kadının Avrupa toplumdaki statüsünün eşitlikle zerre kadar bağdaşmadığını görürüz. Avrupa da yaşayan kadın kitlelerinin görece dünyanın sömürge ve yarı sömürge ülkelerindeki hemcinslerinden elde ettiği haklar bakımından bir adım daha ileride olmaları, ikinci cins olarak ezilmedikleri yanılgısına bizleri düşürmemelidir.

…Tüm bu gelişmeler ışığında emperyalistlerin yaratmış olduğu sistemin bir diğer açmazı da bugün yaşanılan ve birçok ülkeyi etkileyen ekonomik krizdir. Kadının yaşadığı sıkıntıları bu sorundan bağımsız ele alamayız. Üretimde yer alan kadının erkekle aynı koşullara sahip olamamasının yanı sıra bugün özellikle kapitalizmin kendi yarattığı krizinin faturası, tüm emekçilere kesilirken, kadınlar bu krizden daha fazla etkilenmektedir. Kriz dolayısıyla kadının yaşam koşulları daha da ağırlaşmakta, eğitim de, sağlıkta ve günlük yaşamdaki kesintiler, kadına şiddetin bir diğer boyutu olan, ekonomik şiddet olarak dönmektedir.

Kadın mücadelesi, sınıf mücadelesinden ayrı ele alınamaz. Bütün çelişkiler ekonomik temel üzerinden yükselir ve gerçek özgürlüklerin kazanılması mülkiyet sisteminin değiştirilip, toplumsallaşması ile mümkündür. Bu ret edemeyeceğimiz bir gerçeklik olmasına rağmen bugüne kadar salt bu perspektifle ele alınan kadın sorunu sosyalistlerin sınıf indirgemeci bakış açısı eleştirisini almasına sebep olmuştur.

Toplumun ve onun yarısını oluşturan kadının sorunlarını birinden ayrı ele alarak üretilecek bir çözüm projesinin ayakları havada bir anlayış olacağını geçmişte yaşadıklarımız çok net bir şekilde gösterdi. Ama kökleri binlerce yıl ötelere giden deyim yerindeyse insanlığın genlerine işlemiş olan ataerkil anlayıştan kaynaklı, geleceğe yönelik yapılan tüm alternatif toplum projelerinde, ezilen cins sorununun temel konular içinde ele alınması gerektiği de bir o kadar kesinlik kazanmıştır.

Kadınlar bu mücadeleler içinde eşitlik, özgürlük, demokrasi kavgasının yükselmesi noktasında oynadığı rolle kendini göstermiştir.

Kadının ikinci cinsliğinin tarihi, mağduriyetinin tarihidir. Bizim için incelenmesi ve araştırılması gereken bir dönem olmakla beraber, asıl üzerinde durmamız gereken kadının mağduriyeti değil mücadelesidir. Ve bu mücadele yöntemleridir. Kadının yaşadığı sorunlara karsı tarihsel süreçten bugüne gerçekleştirmiş olduğu mücadele, kadının aynı zamanda tekrar toplumsallaşma ve dolayısıyla çözüm gücü olabilme mücadelesidir. Bu mücadelenin neresinde duruyoruz ve biz kadınlar işe önce nereden başlamalıyız sorusunu sormak gerekiyor.

 

BİZ’

Bu soruya verilecek cevap önce kendimizden başlayarak. Gerçek anlamda özgürlük mücadelesi veren ve bunun içinde egemenlerin özgürlük yanılsamalarına karşı mücadele eden bizlerin, festivalimizin sloganında da vurguladığımız gibi, önce kendi içindeki egemeni yenmesi gerekir. Örgütlü kadınlar olarak kendi açmazlarımızı düşünelim. Öz güven, güven sorunu, çözüm üretmedeki yetersizliklerimiz, gündeme yetişemememiz ve kadın olarak toplumsal mücadelede ki önceliklerimiz noktasında yaşadığımız tıkanıklık bizi edilgen ve pasif hale sokuyor. Bizler bu halimizle barışmalı mıyız yoksa bu durumun üzerine giderek mücadeleyi içselleştirerek sürekli değişerek ilerlemeli miyiz? Doğru olan ebetteki ikincisidir. Değişmeyen ve ilerlemeyen, kimseyi değiştiremez ve ilerletemez. Unutmayalım ki, en çok da değiştiricinin değişmeye ihtiyacı vardır. Bilinç unsuruna, bilincin oynayacağı role, siyasete titizlikle önem vermeliyiz. Geleneksel rollerimizi aynı şekilde sürdürmemiz bizim bu yaşama mahkûm olduğumuzu ortaya koyar. Bu durumdan sıyrılmak ve toplumsal mücadelenin öncüsü durumuna gelmemiz zorunluluktur. Çünkü bu aynı zamanda ezilen emekçi kadın yığınlarını kurtuluşa götürmede üzerimize aldığımız sorumluluğun da bir koşuludur.

Bu anlamda örgütlü kadınlar olarak örgütlü erkeklerin gerisinde değil yan yana mücadelenin öznesi olmalıyız. Erkeğe düşmanlaşmadan mücadele ederek yeni bir toplumu kendimizle birlikte yaratabiliriz.

Geldiğimiz toplumun sorunlarını ve kadın olmamızdan kaynaklı sorunlarımızı gözden kaçırmadan bir çalışma tarzı ile hareket etmeliyiz. Kendimize ve birbirimize yabancılaşmadan bir araya gelerek, sorunlarımızı tartışmak ve kadın dayanışmasını yaratacak ve büyütecek örgütlenmeleri yaratmalıyız. Kadının mağduriyeti üzerinden değil mücadelede ki kararlılığını esas alarak bir duruş sergilemeliyiz. Özgün sorunlarımıza karşı özgün araçlar yaratmalıyız. Yani bugün içinde yer aldığımız kadın hareketimizin dinamiklerini çoğaltmalı ve kadının potansiyelini açığa çıkarmalıyız. Bugün içinde bulunduğumuz örgütlenme kadının kurtuluşu adına ve yeni bir dünya yaratma adına bizce en doğru örgütlenmedir. Önemli olan bu örgütlenmeyi sahiplenmek ve kadınlar olarak bu cüreti göstermektir.

Kadın-erkek arasındaki çelişkinin çözülebilir bir çelişki olduğu temelinden hareket eden ve kadının özgürleşmesi konusunda çözüm projesini, ezilen sınıf ve halkların kurtuluşundan bağımsız olmadığı perspektifiyle hareket eden mücadele yöntemi bizim mücadelemizdir.

Kadın cinsi olarak kimlik sorunumuz olduğu ve varlığımız sadece cinsel kimliğimizle tanımlandığı sürece cins mücadelemizi sürdürmek zorundayız, ama sadece bu mücadeleyle sınırlama hatasına düşmemeliyiz. Aksi durumda bizi sadece cinsel kimliğimizle tanımlayan erkek egemen iktidarla ortaklaşmış oluruz. Bu nedenle özgürlük mücadelesi veriyor isek kadını sorun haline getiren her unsura karsı mücadele perspektifini taşımalıyız.

Mücadele alanlarının geliştirilmesinde daha fazla çaba harcamalıyız. Güçlü, merkezi bir gücü yaratamadığımız sürece, bu gücün kurumsal, kitlesel bir işleyişe kavuşması noktasındaki faaliyetin önemini ve aciliyetini duyumsamadıkça, geldiğimiz noktada bir adım daha atmamız mümkün olmayacaktır.

Bizler bir araya gelir ve bir araya gelişlerimizi örgütlersek ve bu örgütlenmeyi doğru bir zeminde ve pratikte örgütleme çabasına girersek örgütlenmeyi bir mağduriyet politikası aracına dönüştürmeden, örgütlülüğümüzü geniş kadın kitleleriyle buluşturma zorunluluğumuzu temel amacımız olarak belirler ve bu hedeften uzaklaşmamak için her adımda kendimizi sorgulayarak gerekirse her şeye yeni baştan başlayacak kadar bilinçli, öngörülü ve hedefine kilitlenmiş bir mücadele yürütürsek, kaderimizi alaşağı edebilir, üzerimizden yükselen egemenleri derinden sarsabiliriz. Tıpkı bir deprem gibi… Her şeyi yıkıp, farklı bir şey inşa edebiliriz.

Share

ADKH, bu yıl 8 Mart’ı alanlarda kutladı!

34-AdkhBuYil8MartiAlanlarda8 Mart Emekçi Kadınlar Günü Köln”de çoşkuyla sokakta kutlandı!

5 Mart 2011(Köln) tarihinde Kadının Kurtuluş Hareketi, ADKH(köln), Sosyalist Kadınlar Birliği, Frauenverband Courage ve MLPD(köln) ortak organize ettiği Miting ve Bilgilendirme standı sabah 11.00’da başladı. Kadın kurumlarının yanı sıra çeşitli uluslardan kadınlarda mitingte yerini aldı.

Etkinliğe Dünya Kadın Konferansını selamlayarak başlandı. Orada bulunan katılımcılara 8 Mart’ın ne anlam ifade ettiği soruldu: 8 Mart’ın 100.yılı olması vesilesiyle birlikte olmanın ve mücadeleye devam etmenin çoşkusunu yaşadıklarını ifade ettiler. Sonrasında çeşitli uluslardan(kürt, türk, iranlı, ıraklı…) kadınların Almanyadaki göçmen olmaktan kaynaklı yaşadığı sorunları anlatan kısa bir skeç oynandı. Skeç kitle tarafından yoğun ilgi gördü. Kadın kurumlarının konuşmaları ardından, canlı müzikler eşliğinde halaylar çekildi.

Etkinliğin olduğu sırada Venezuella gerçekleştirilen Dünya Kadın Konferansında gelen mesaj okundu. Eylem, katılan kitlenin Venezuella’da düzenlenen Dünya Kadın Konferansındaki ezilen dünya kadınlarına armağan niteliğinde balon uçurulmasının ardından sona erildi.

Mitingin sona erdirilmesinin ardından CENİ’nin düzenlemiş olduğu yürüyüşe katılındı. Yürüyüşe BDP Milletvekilisi Gülten Kışanak’ın yaptığı konuşmanın ardından başladı. Yürüyüş boyunca ‘Yaşasın 8 Mart’, ‘8 Mart Kızıldır Kızıl Kalacak’, ‘Yaşasın Enternasyonal Dayanışma’ gibi sloganlar atıldı. Ebertplatz’da başlayan yürüyüş Dom Kilisesinin önünde mitinge bıraktı yerini. Çeşitli kadın kurumlarının yaptığı konuşmalar ve müzik dinletisinin ardından sona erdirildi.

6 Mart (Duisburg): 8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle dün Almanyanın Duisburg kentinde ‚1857’den 2011’e Bu Tarih Bizim‘ başlığıyla Kadının Kurtuluşu Hareketi ve Avrupa Demokratik Kadın Hareketi ortak bir panel düzenlendi.

8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü’nün çıkışı, tarihsel önemi ve toplumda kadının rolüne panelistler tarafından değinildi. İlkel komünal toplumdan tutamlımda yaşadığımız emperyalist-kapitalist toplumda kadının yaşadağı sorunlar anlatıldı. 1857’ isyanın öğretileri ve bugünde yaşadığımız güncel sorunlarıyla birleştirilerek ilerletilmesi gerektiği konusunuda ayrıca panelistler tarafından vurgulandı.

Panelde bulunan katılımcılar ise: kadının yaşadığı güncel sorunlar ve çözümleri konusunda alternatiflerin yaratılması gerektiğini vurguladı.

Panelin ardından Kiwram grubunun müzik dinletisiyle etkinlik sonra erdirildi.

Hamburg’tan 8 Mart Çoşkulu bir şekilde kutlandı!

8 Mart 2011 (Almanya)Hamburg: Hamburg´da 8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle düzenlenen yürüyüşe yaklaşık 300 kişi katıldı. Avrupa Demokratik Kadın Hareketi, Kadının Kurtuluşu Hareketi, Sosyalist Kadınlar Birliği, Nujiyan Kürt Kadın Merkezi, Frauenverband Courage, Peru Kadın Komitesi, MLPD-Hamburg, İtalyan Kadın Grubu, Die Linke ve Şehrazat Transkültürel Kadın Merkezi’nin ortak düzenlediği yürüyüş, Sternschanze S-Bahn (tren istasyonunda) saat 16:30‘da mitingle başladı. Kadın kurumlarının 8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü ile ilgili açıklamalarından sonra, yürüyüşe başlandı. Yürüyüş boyunca canlı bir şekilde slogan atılması göze çarpıyordu. Yürüyüş çoşkulu halaylarla son buldu.

8 Mart 2011 (Almanya)Frankfurt: bu yıl 8 Mart Almanyanın Frankfurt kentinde ADKH, Kadının Kurtuluşu Hareketi, Sosyalist Kadınlar Birliği, Bir-Kar, Bundesverband der Mirantinnen, DKP-Frankfurt, Die Linke-Frankfurt, Frauenverband Courage-Frankfurt, MLPD-Frankfurt, Montagsdemo(Pazartesi-yürüyüşü)-Fankfurt, Stadtfraueunkonferenz für die Weltfrauenkonferenz der Basisfrauen ve Werkkreis Literatur der Arbeitswelt Darmstadt’ın ortak düzenlediği yürüyüş saat 16.00’da miting ile başladı. 1 saat süren mitingin ardından yürüyüşü organize eden kurumların ortak açıklaması ve ADKH’nın yaptığı konuşmanın ardından yürüyüşe başlandı. Yaklaşık 200 kişinin katıldığı yürüyüşün oldukça canlı olduğu görülüyordu. Sürekli ortak sloganlar atıldı. Yürüyüş DGB(Alman Sendika Birliği)‘nin önünde sendikalılarla birleşerek son buldu.

HANNOVER`DE 8 Mart‘ta Kadın Örgütleri ve Politik Kurumlar Sokaktaydı:

Almanya`nın Hannover kentinde bulunan kadın örgütleri ve siyasi kurumların olusturduğu sekiz Mart İnsiyatifi tarafından 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü vesilesiyle bir yürüyüş gerçekleştirildi.

8 Mart 2011‘de saat 16:00‘da Hannover Ernst August Platz`ta insiyatifin ortak kaleme aldığı bildiri okundu. Bildiride 8 Mart‘ın tarihçesine, çıkış ruhuna, sosyalizm ve emek mücadelesinin bir parçası olduğuna vurgu yapılırken Venezuella Kadın Konferansı ve Ortadoğu‘daki son gelişmelere değinildi. Bildirinin okunmasının ardından Hannover Alevi Derneğinden bir kişinin Nazim Hikmet ´ten bir şiiri almanca okudu. Programdan sonra ikiyüzün üzerinde eylemci yürüyüşe geçti. Halaylar ,ezgiler ile Kırkbeş dakika süren yürüyüşün ardından bitiş noktasına dönen eylemciler halaylar ve ezgilerle eylemlerine son verdiler.

8 Mart 2011 Duisburg(Almanya): Duisburg’ta da 8 Mart diğer illerde olduğu gibi çoşkuyla kutlandı bu yıl. ADKH, Kadının Kurtuluşu Hareketi, Frauenverband Courage, MLPD-Duisburg, REBELL’in ortak düzenlediği miting saat 16.00’da Dünya Kadın Konferansını selamlamayla başladı. miting alanında çeşitli kurumlar bigilendirme standları açmıştı. Orda bulunan kitle yürüyüş yapmak üzere kortejler oluşturdular. Yürüyüşe geçen kitle oldukça çoşkuluydu. Davul-Zurna eşliğinde halaylar çekildi yürüyüş sırasında. ADKH’nın kortejinde sürekli ‚ 8 Mart Kızıldır Kızıl Kalacak‘, ‚Yaşasın 8 Mart‘ ve ‚Yaşasın Enternasyonal Dayanışma‘ sloganları atıldı.

Yürüyüşün ardından miting alanına tekrar geri dönen kitle, Courage’nin hazırlamış olduğu koronun seslendirdiği ‚Kadınlar Dünyayı birleştirir‘ ezgisiyle tekrar mitinge başladı. Mitinge katılan kitle dahil oldukça renkli olan mitinge dışardaki kitleninde ilgisini yoğundu. Kurumların 8 Mart’a dair açıklamaları okunduktan sonra kültürel bölüme geçildi. Bertha dans-tiyatrosu kadınların oynadığı tiyatro kitle tarafında yoğun ilgi gördü. Alman-tunus Cemaati’nden Tunuslu kadın Müzisyen seslendirdiği canlı ezgilerle ve tunuslu çocuk dans grubunun sergilediği oyunlarla eyleme destek verdiler.

Eylem, Venezuella Dünya Kadın Konferans’ından görüntülerin slayt gösteriminden sonra son buldu.

Share

Eylem YILDIZ ve DHF’lilere Özgürlük!

Eylem_YildizDünyanın her yerinde devam eden egemen sistemlerin ezilenlerin demokratik- meşru mücadelelerine saldırıları, şiddetini arttırarak devam ediyor!

Türkiye, Kuzey Kürdistan da ezilen sınıf, ulus, inanç ve cinslerin demokratik taleplerini ve ortak mücadelelerini örgütleyen, bu yüzden oradaki gerici sistemin hedefi haline gelen Demokratik Haklar Federasyonu, Demokratik Gençlik Hareketi ve Demokratik Kadın Hareketi 13 Kasım 2012 günü birçok ilde eş zamanlı saldırıya maruz kalarak, 61 faaliyetçisi gözaltına alınmıştır. Bunlardan 31 i tutuklanarak hapishanelere konulmuştur.

Tutuklananlar arasında; 2011 Dünya Kadın Konferansı Türkiye delegasyonu, aynı zaman da Demokratik Kadın Hareketi temsilcisi Eylem YILDIZ da bulunmaktadır.

Bulundukları coğrafyada, kadına yönelik şiddetin, baskının, ayrımcılığın, karşısında; kadının örgütlü mücadelesini yürüten ve burjuva- feodal sistemin “yasadışı örgüt üyeliği“ maskesiyle tutukladığı DKH temsilcisi DGH ve DHF faaliyetçilerinin tutuklanmalarını kınıyoruz.

Bizler aşağıda imzası bulunan kurumlar ve kişiler olarak , Demokratik Kadın Hareketi temsilcisi ve aktivisleri şahsında tüm DHF faaliyetçilerinin de serbest bırakılmasını talep ediyor ve onların mücadelerini sahiplendiğimizi beyan ediyoruz.

Eylem YILDIZ ve Tüm Politik Tutsaklara Özgürlük! 

Kahrolsun Faşizm, Yaşasın Mücadelemiz!

9 Aralık 2012

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi

Share

ADKH Medyada Cinsiyetçiliğe “Dur” Demeye Çağırıyor

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi kadına yönelik şiddet ve cinsiyet ayrımcılığı konusunda duyarlı olmaya çağrı yapıyor, kadınların reyting malzemesi yapılmadığı bir medya talep ediyor.

30-AdkhDirenisinSesiEmekcilereSelamAvrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH) “Medyada kadına yönelik şiddete ve cinsiyet ayrımcılığına son” kampanyası başlattı.

ADHK Kadına yönelik şiddetin magazinleştirilmediği, kadın emeği ve bedeninin sömürülmesinin örtbas edilmediği, kadınların sevinç ve acılarının reyting malzemesi olarak kullanılmadığı bir medya talep ediyor.

Medyada cinsiyetçilik evrensel 

ADKH medyada kadına yönelik ayrımcılığın uluslararası boyutta olduğuna “Gazetelerin 3. ve arka sayfalarında çıplak kadın resimleri yayınlanması Alman Bild gazetesinden Hürriyete ortak yayın politikası” diyerek dikkat çekiyor.

“Geri kalmış ülkelerin medyası töre ve namus cinayetlerinde, törelerin ve “namus”un borazanlığını yaparak dinin bu cinayetler üzerindeki tetikleyiciliğini örtbas ederken gelişmiş ülkelerin medyası ise töre ve namus cinayetlerini din üzerinden işleyerek özellikle bugün islamiyeti hedefleyerek dinler arası çatışmayı körüklüyor.”

ADKH medyada kadın yönetici sayısının yok denecek kadar az olduğunu söylüyor.

“Medya üretimin en büyük payını üreten kadınların neden erkeklerden daha az ücret aldıklarını sormadığı gibi eğitimde, politikada, akademik ve bilimsel çalışmalarda neden erkeklerden az ya da hiç olmamalarının nedenleriyle ilgilenmiyor.”

Ayrıca ADKH Türk medyasının milliyetçi yapısının “terörist annesi” gibi kalıplarla kadınları damgalamaktan çekinmediğini de ifade ediyor.

“Medya savaşlarda en çok katledilen kadın ve çocukların sayısını borsa haberlerinden farksız yansıtırken, göç ederken sınırlarda uğradıkları tecavüz ve kaçırılmalardan hiç bahsetmez. Geldikleri ülkelerde ırkçı ve ayrımcı yasalarla düşük gelirli en kalitesiz işlerde yoğunlaştırılarak ekonomik, sosyal ve kültürel olarak geleceksizliğe doğru ikinci bir göçe zorlandıkları ne objektiflere takılır, ne manşet olur ne kalemler yazar ne de mikrofonlar söyler.”(EZÖ)

Share

Cinsel sömürüye sessiz kalma, diren mücadele et!

Share

Ve hayat sokağa indi

Bazen sokak eğitici görevi görür.Daha önce direniş tarihlerimizde olduğu gibi;Gezi Parkı Direnişinde de meydanlar,sokaklar ve buna parklarda katılarak;”YETTI ARTIK!”diyen halkların demokratikleşme ve özgürleşme talebiyle birkez daha eğiticiliğini gösteriyor. Eğitirken değiştiriyor dönüstürüyor.Haftalardır süren pratiğin kızgın ateşinde; meydanların,sokakların korkunç devindirici gücünü görüyoruz. Hiçbir kitabın yapamadığını hayatın içinden en hızlı ve canlı yapan pratik güçtür aslolan. Bu pratik güçtür ki egemenliğin zorbalığını ters-yüz edecek olan bütün yürekleri birleştirir…

Yaşamın her katmanlarından halkımız sokaklarda, alanlarda kendini buluyor, kendini yaşıyor -yaşatmak istiyor ve kendisi gibi olmak istiyor. Kimbilir belkide yıllarca evinde kimseyle paylasmadığı eşyalarını alanlarda herkesle paylaşıyor.Yani alanlar bencilliği yıkarak paylaşmayıda öğretiyor.Ve bir kez daha Taksim tarihi fonksiyonunu oynayarak; sokağa özgürleşmeye,paylaşmaya paylaştırmaya,öğrenmeye öğretmeye,değişmeye degiğtirmeye,on yılların ölü toprapını ve küllerini pratiğin kızgın ateşinde savurmaya davet ediyor.

Sokak; kaygıları,kararsızlığı,hesapçılığı pratiğin canlı ateşinde küle çeviriyor. Bir yandan karanlığı küle çevirirken diğer yandan da direnenlerin olağanüstü yaratıcılığını ortaya koyuyor. İste bu yaratıcı güçtür ki haftalar boyunca can pahasına süren direnişin; nasıl her konuda olaganüstü zengin üretimde bulunduğunu apaçık gözler önüne sermiştir; Devrim Bakkalıyla, klasik sloganlarıda aşan; kıvrak-özgür ve bilimsel zekanın ürünü renga-renk sloganlarıyla,ortak eczaneleri,gönüllü doktorları,inadına direniş şarkılarını yaratan sanatçıları ve ağız dolusu gülüşleri çağıran mizahlarıyla ve dahası sayamadığımız meslek gruplarıyla, sokak renga-renk ve gürül gürül haykırdı:”direne direne kazanacağız!”. Ve her yer Taksim oldu, her yer Gezi, her yer Kızılay, her yer Gün Doğdu…

7’den 70’e herkesi kucaklayacak ve hiç kimsenin unutamayacağı bir destan yazdı Taksim Gezi Direnişi. Bugüne kadar yaşanmış direnişlerden çok farklılığı vardı; Türkiye halklarının bütün katmanlarını,bütün uç kesimlerini birleştiriyordu. Ve halkın bu birlikteliği gösterdiki bütün uç kesimlere rağmen, egemenlerin iddia ettiğinin aksine; “işte böyle yaşarız bütün farklılıklarımızla, bütün zenginliğimizle” diyerek örnek bir birliktelik ve anlayış sergilediler.

Bu direnişin bir başka özelliği de;başından sonuna kadar yine rengarenk türküleri,espirileri ve mizahlarıyla direnişin sanatsal ruhunu da muhteşem yaratıcılığıyla ortaya koymasıydı.Türkülerle direnmek, coşkuyla direnmek ancak bu kadar güzel olurdu. Faşizmin bütün baskı araçlarıyla; jopuyla, sopasıyla, gazıyla ve tazyikli suyuyla dalga geçerek paçavraya çevirmek ancak bu kadar güzel olurdu. Zalimlerin saltanatının nasıl kağıttan kaplan olduğu ve halk isterse üç haftada bile nasıl tuzla-buz olduğu ancak bu kadar guzel gösterilebilirdi…Tek bir kadın bedeninin bile tanklarından sıkılan tazyikli suyun önünde nasıl göğsünü siper edip dimdik durabildiği ancak bu kadar güzel gosterilebilirdi…Faşizmin anaları çocuklarıyla korkutmak istemesine karşılık; anaların meydanları, sokakları doldurarak nasıl çocuğuna ve davasına sahip çıktığı ancak bu kadar güzel gösterilebilirdi…Ve ezilen emekçi kadının asırlardır onu hapseden mutfakta kullandığı tencere-tavanın nasıl direnişe ses verdiği ancak bu kadar güzel gösterilebilirdi…Ve yine ancak bu kadar guzel gösterilebilirdi;60 yaşındaki bir kadının attığı sapanla faşizme karşı savasta yaşın sınırı olmadığı…Diğer yandan bir engellinin de; yeter ki iraden harekete geçsin, sağlığında bir Toma’nın,bir tankın önünde korkusuz ve tereddütsüz bir kaya olmaya engel olmadığı ancak bu kadar güzel gösterilebilirdi…Ve daha okula başlamadan hayatın okuluna atılan 5 yaşındaki bir çocuğun annesine: “anne ayakkabılarımı çabuk tak eylemi kaçıracağız” demesi, direnişi ancak bu kadar çocukça güzelleştirebilirdi…ancak bu kadar…

Bütün bu güzelliklerin ve değerlerin yanında; direnişin canlı pratiği söyleyecek fazla söze yer bırakmıyor. İşte bu yakıcı gerçeklikten “güneşli güzel günler”e çıkacağız! Bir dahaki sefere sokakların, alanların,meydanların ve parkların; canlı eğitici pratiğinde buluşmak dileğiyle…

 

OLGA

Share

Kadının kendine ve emeğine yabancılaşması

Latince’de başkası, yabancı manasına gelen AHenus kökünden türeyerek batı dil­lerine alicnation şeklinde geçen yabancılaş­ma kavramı, hukukî kullanımıyla, bir mül­kiyetin, satış veya hediye gibi herhangi bir yolla bir kişiden başka bir kişiye intikali, mülkiyetin benzer yollarla el değiştirmesi anlamına gelmektedir. Psikiyatride yaban­cılaşma, genellikle normalden uzaklaşma, normalden bir sapış olarak görülmektedir ki, bu patolojik bîr durum, bir akıl hastalığı veya delilik olarak değerlendirilmektedir. Günümüz psikoloji ve sosyoloji teorileri ise yabancılaşma terimini, bir ferdin topluma, doğaya, diğer insanlara veya kendisine kar­şı duyduğu yabancılaşma hissi olarak ta­nımlamaktadırlar.Marxise yabancılaşmayı özetle; insan emeği tarafından yaratılan nesnelerin, insanı köleleştiren yabancı bir öz olarak kendisine geri dönme süreci olarak tanımlar.

İlkel Komünal dönemde doğal üretim içerisinde üretenler aynı zamanda tüketenlerdi. Fakat bu şekil üretim ve tüketim biçimi artan iş bölümü ve yerleşik hayatla birlikte; artı ürün, artı değer ve buna bağlı olarak özel mülkiyetin ortaya çıkması ile birlikte değişmiştir. Özel mülkiyet insanın doğaya, insana ve ürettiklerine dolayısıyla emeğine yabancılaşmasının da başlangıcı olmuştur.Bu durum çok geçmeden cinsler arasında da kendisini göstererek ezilen cinsin ortaya çıkmasına, yine insanın duygularına, düşüncelerine ve nihayetinde fiziğine de yabancılaşmasını beraberinde getirmiştir

Özel mülkiyetle birlikte sınıfların ortaya çıkması ve egemen sınıfın ezilen sınıfa dayattığı mecburiyettir de yabancılaşma. Bu mecburiyet aynı zamanda birçok özlemin bastırılmasına da yolaçacaktır. Buna yabancılaştırılmış hayat da diyebiliriz. Yani artı ürün, artı değer ve emeğin gaspı.Örneğin, köleci toplumda kölelerin köle sahiplerine kendi yaşamını idame ettirmenin dışında verdiği bütün yaşam.Feodal toplumda köylülerin derebeylerine ve toprak ağalarına sağladığı kar ve kapitalizmde proletaryanın burjuvaziye sağladığı artı değer, özel mülkiyet, sermaye. Kısacası üretenlerin ürettiklerine sahip olamayışı emeğin egemen sınıf tarafından gasp edilmesidir aynı zaman da yabancılaşma.

Kadın ve yabancılaşma

Mülk’ün çıkışıyla birliktesahip olunanın kendinden üreyenlere bırakılması arzusunun bir sonucu olarak ikinci cins insan konumuna düşürülen kadın da emeğine, bedenine, cinselliğine kısacası tüm varlığına yabancılaşmıştır. İkinci sınıf insan olarak görülmesi dezavantajı nedeniyle de bundan en ağır şekilde zarar görmektedir.

İlk olarak kadının dinlerdeki konumu değişmiştir. Binlerce yıl ana-tanrıça olarak tapınılan kadın tek nesne iken, zamanla erkekleri temsil eden ikonalar taşa kazınmıştır. Buda anaerkil temellerin giderek zayıfladığı anlamına geliyordu.

İş bölümü sonucu erkeğin sürekli dışarı işleri ile uğraşması ve üretim için gerekli araç gereçleri elinde bulundurması mülk sahibi olmasına yolaçmıştır. Bu özel mülkiyet ilişkisi anaerkil sistemi temelden ortadan kaldırmış ve erkek egemen (ataerki-babaerki) sisteme yol açmıştır.Ve o günden bu güne de kadınların toplumdaki yeri onların yaşamış oldukları toplumsal sistemin üretim ilişkileriyle belirlenmiştir.

Dolayısıyla cinsiyet eşitsizliğinin temelini oluşturan, onu besleyen ve yaşatan üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete dayalı sömürü ilişkileridir.

Köleci toplumda kadın kölelerinde kölesi olmuş ve bu dönem yabancılaşmanın ve her türlüsömürünün en yoğun, en ağır yaşandığı dönem olmuştur. Hatta köle kadının canı da kendisine ait olmamış, istendiği gibi alınıp-satılmış ve öldürülmüştür.

Feodalizmde ise kadının bahçesinde, tarlasında yaptığı iş, ufak tefek işlerden sayılmış ve hiç bir değeri olmamıştır.

Geri kalmış bağımlı ülkelerdeki kadınların ortak sorunu feodal değer yargılarından kaynaklanan eğitimsizlik, din bağnazlığının tuzağında, olayları tanrı buyruğunda ele alan kısıtlı düşünce yapısıdır.Şükretmeci mantık tüm ezilenlere boyun eğdirirken ençokta kadına boyun eğdirmiştir.

Kadın hep başkaları için yaşamıştır.Evlenmeden önce babasının kızıdır,o ne derse öyle olur. Ailesi için, kardeşleri için, çevresi için yaşamıştır. Aynı zamanda da örf-adetlerin baskısıyla şükretmek öğretilmiştir. Evlendikten sonra da eşi için, çocukları için yaşamış, yuvam yıkılmasın diye yaşamın bütün yükünü sırtlamış ama kendisi için yaşamamıştır. Yaşamı kendisi yaratmıştır fakat yarattığına da yabancılaşmıştır.

Marks’ın din konusundaki söyledikleri bugün de gerçeğin ta kendisidir; “Din halkın düşsel mutluluğuna olan özlemidir. Din bir hayal arayan toplumun içinden çıkar, ama halk gerçek mutluluğu anladıktan sonra yiter”. Halkın gerçek mutluluğuna engel olmak yönetici sınıfların birinci görevidir zaten.

Dinin korunması egemenlerin kendi güç ve yetkilerinin korunması demektir. Din adamlarının şu sözleri çarpıcıdır.Saint Paaul; ” erkek kadın için yaratılmadı ama kadın erkek için yaratıldı”.

Saint Jean Chirisastome; ” Bütün vahşi hayvanlar içinde kadından daha zararlısı bulunmaz.”

Napolyon; ” tabiat kadınları bize köle olarak yarattı.”

Sonuçta diyebiliriz ki belkide köleci toplumun kadına yapamadığını feodal toplum yapmıştır.

 

 

 

 

Kapitalist – Emperyalist Ülkelerde Kadın

 

Bu sistemde de kadının durumu çok farklı değildir. Sermayenin işgücüne göre konumlanmakla birlikte yine tali plandadır.

Kadının hem emeği hem de bedeni pazara sunulmuştur. Kapitalist devlet yasalarıyla, kurumlarıyla bir yandan kadını eve hapsederken, bir yandan da belli saatler için açtığı kreş ve çocuk yuvalarıyla kadını tali iş gücü olarak yerleştirmeyi planlamıştır.Geçim zorlukları içinde olan kadının ucuz işgücünün pazara sunulması kapitalistlerin proletaryanın sermayeye karşı direnişinin kırılma aracı olarak kullanılmasına yolaçmıştır.

Bu nedenle emekçi kadının kurtuluşunun ancak ve ancak tüm ezilenlerin kurtuluşuyla olacağını bilince çıkartarak cins farkı olmaksızın “eşit işe eşit ücret” talebini öne çıkarmak zorunludur.Bu talep kadının emeğini her zaman ve yedek iş gücü olmaktan çıkarırken, sermayeye karşı proletaryanın direnişini de güçlendirecektir.

Kapitalizmde kadının hem emeği hem de bedeni pazara sunulmuştur. Fahişelere tecavüzün cezası yasalarca 3/2 düşürülmüştür. Fuhuş, para ve özel mülkiyetle başlar. İlkçağ, ortaçağ ve günümüzde değişik biçimlerde kendini gösterir. İlk çağda konukseverlik belirtisi olarak evin kadınını konuğa sunma geleneği vardı.Ortaçağda fuhuş’u yasaklamak için çok çaba gösterilse de kölelik kurumunun iyice yerleşip, köle kadınlarla cinsel ilişkinin rahatlıkla kurulabilmesi, fahişeliğin artmasına neden olmuştur.Para karşılığı fuhuş feodalizmde derebeylerin ülkesine gelir sağlamak hazineyi zenginleştirmek için konuklarının ülkesinin kadınları ile fuhuş yapmayı planladıkları dönemde başlamıştır.

Günümüz emperyalist Avrupa’sında sınıf çatışması keskinliğini yitirdiği gibi, Avrupalı kadında sınıf savaşımından uzaktır. Ne kadar ezilirse ezilsin ezildiğinin bilincinde değildir ya da görmezden gelir. Bu açıdan bizim gibi ülkelerin kadınlarından daha geri durumdadır. Oysaki ülkelerinden uzak olmanın etkisiyle daha çok ezilmektedirler. Ekonomik olarak fazla olmasa da kültürel olarak, sosyal olarak, kimlik olarak; dillerini yerlerini bilmedikleri bir ülkeye geldiler ve sosyal olarak daha çok kapandılar. Kimlikleri, kişilikleri daha çok baskı altında kaldı. Çoğunlukla en ağır temizlik işlerinde çalıştılar ama yine de örgütlenmede az gelişmiş ülke kadınlarına göre daha çok kaçar oldular.

Büyük Fransız devriminde çoğunluk olarak yerlerini alan kadınlara oy hakkı bile vermeyen burjuvazi, kendisine karşı direnenlere giyotinde boyunlarının kesilmesi özgürlüğünü vermiştir.

Çok ilginçtir az gelişmiş ülkelerde 8 Mart’lar hep alanlarda yapılırken Avrupa’da göçmen kadınların çalışmalarıyla alanlarda yapılmaktadır.

İnsanı insan yapan temel faktör onun bilinçli emeğidir. Ona yabancılaştığı ölçüde insanlığından da uzaklaşır. En çok emeğe yabancılaştırılan cins de kadındır. Bugüne kadar hiçbir emeği değer kaydedilmediğinden tarihte çoğu dönemler insan yerine bile konulmamıştır. Kapitalizmle birlikte sanayi pazarına çıkan kadın yine kapitalizmin ihtiyacına göre konumlanmış, emeği hem yedek hemde ucuz iş gücü olarak toplumsal üretimde artçı konumda bırakılmıştır.

Yıllardır belki emeğinin sömürüldüğünün farkında bile olmayan kadın emeğinin ücretlendirilmesiyle( yani bir değer biçilmesiyle) birlikte hem emeğin değerini daha iyi anlamış, hem de sömürünün çekilmezliğini bizzat yaşayarak görmüştür. İşte bundandırki emekçi kadının “eşit işe eşit ücret” isyanı tam da kapitalizmin başlarına denk gelir.

Durum böyleyken Avrupa’da birçok kadının “burada en çok erkekler eziliyor biz ezilmiyoruz” anlayışı da emeğine yabancılaşmayı ne kadar kanıksadıklarına örnek verilebilir. Ne yazıkki bunu da en çok kanıksayan kesim ev kadınlarıdır. Onların bu emeği görülmediği yok sayıldığı gibi kendileri de görmüyor ya da küçümsüyor. İşte tam da bu noktada diyebiliriz ki yabancılaşmanın yaşandığı en üst boyuttur eviçi emeği.

 

Yabancılaşmadan kurtulmanın yollarına gelince

 

1 – Bilinçlenmek için ideolojik eğitim

2- Yalnızca eğitimle kalmayıp, ezilen sınıfın bir bireyi olarak hem sınıf mücadelesinde, hem de kadının özgül sorunları çerçevesinde hareket eden örgütlenmelerde yer almak

3- Çevresinde ve dünyada gelişen olaylara karşı düşüncelerini serbestçe ortaya koymak

4- Her alanda hak ve görevlerinin bilincinde olmak

5-Kendisine ve çevresine eleştirel gözle yaklaşmak, gelişmek ve geliştirmek olarak özetlenebilir.

 

AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ

Share

Kadının cins olarak bedenine yabancılaşması

Toplumsal yaşamın her hücresinde kendini hissettiren ama gerek toplumun sahip olduğu bir dizi geleneksel, kültürel vb alışkanlıklarla üstü kapatılan yada tartışıldığında gene farklı noktalara çekilerek özünden uzaklaşılan bir sorundur kadının kendi bedeni yada cinselliği.

Toplumların ilerleyişi ile birlikte kadının cinselliğine yaklaşımlar da değişimler göstermiştir. Ancak bunlar, özde değişikliklerden ziyade biçimde farklılıklar olup, aslında kadın erkek tüm toplumsal ilişkileri örgütleyen mülkiyet ilişkilerinin ihtiyaçları doğrultusunda değişiklikler ve farklılıklardır.Anaerkil dönemin kadın tanrıçalarında cinselliğin kutsanması olarak ifade edilen çıplak kadın heykellerinin yerini, özel mülkiyet toplumlarında kadının cinselliği her alanda kullanılacak bir nesne haline dönüştürülmüştür. Yani mülkiyet ilişkilerinden önce, kadın bedeni ve cinselliği türün devamı olma açısından üremeyi ve üretmeyi sembolize ettiğinden, kutsallık anlamını da içerisinde barındırırdı. Kadın bedeni ve özellikle de kadın cinselliğine vurgu yapan kadın üreme organları dinsel ritüellerin araçlarıydı. Anacak kadın cinsiyetinin bütün kutsallığına rağmen sosyal yaşam içerisinde kadının ne derece özgür bir cinsellik yaşadığından kesin bir dille söz etmek mümkün değil. Buna rağmen; mülkiyet ilişkilerinin ortaya çıkışıyla birlikte kadın bedeni ve cinselliğinin de mülk olarak görülmeğe başlandığı bir gerçektir.

Kadının kendi cinselliği üzerindeki söz hakkı olmayışı mülkiyetin ortaya çıkışında miras varis hiyararşisinde kadının bedeni üzerine kurulan denetimle başlamıştır. Miras denilen mülkiyetin devrinde erkek egemenliğinin devamlılığı aynı kandan, aynı soydan olma erkek çocuklarının olabilmesi kadının cinselliğinin denetim altına alınmasını beraberinde getirmiştir. Bu kadının kendi cinselliği ve bedeni üzerindeki en önemli yenilgilerinden birisidir. Kadın o günden sonraki tüm zamanlarda bu yenilginin kurbanı olarak, kendi cinselliğini kendi istek ve düşüncelerine göre şekillendirip yaşamaktansa, bedeninin kendisine ait olmadığını , onun sahibinin bir erkek (ve nihayetinde bir bütün olarak toplumun) olduğu ve o erkeğin kadının bedenini kullanacağı güne kadar korunması, bastırılması ve denetlenmesine zorunlu boyun eğdi. En basit biçimiyle kadının kendi cinselliğini bir erkeğe sunacağı emanet olarak görmesi, kendi cinselliğine karşı yabancılaşmasının da toplumsal yaşamdaki en belirgin biçimidir. Kadının kendi cinselliğine yabancılaşması sadece yaşamının belli bir evresinde ortaya çıkıp belli bir dönemini kapsamayıp, doğumla ölüm arasındaki tüm yaşamı boyunca karşı karşıya kaldığı ve kuşaklar boyunca devam eden bir durumdur. Kız çocuğunun doğduğu andan itibaren cinselliğine karşı ayıp ve günahla terbiye edilmesi, daha çocukluk döneminde içselleştirilen cinselliğinin kötü ve utanacağı birşey olduğu, tüm yaşamını kapsayan bastırılmanın, denetlenmenin ve kadın olmanın cok kötü birşey olduğuğuyla yaşamını sürdürmeye çalışır. Genç kızlık döneminde katmerleşen cinselliği üzerindeki baskı aile, akraba ve bilumum toplum tarafından kuşatılarak, kimseyle paylaşmadığı cinselliği üzerinden değer görür. Bu şekillenişle evlililk kurumu içine itilen kadın, evliliğinin ilk gecesinde topluma bayraklaştırılan gerdek çarşafındaki kanla toplum tarafından kabul edilir çünkü; cinselliği sahiplenilmiştir artık. Bundan sonra kadın, cinselliği ile ilgili kendi istek ve arzularından çok kocasına cinsel hizmet sağlamakla yükümlüdür; cinsellikten korkuyor olsa da , hoşuna gitmese de kendisinin bu cinsellikte ne isteyip istemediğini ifade edemese de -ki; etmesi durumunda hakaret ve dayakla karşılanacağı bir gerçektir- cinselliğini kocasına sunmak zorundadır.

Sadece cinselliğinin bu şekilde kullanılmasının dışında kadın doğurganlığı üzerinde de söz hakkına sahip değildir. Ne zaman ne kadar çocuk doğuracağına özellikle bizim gibi toplumlarda kendisinin karar vermesinden ziyade aile büyüklerinin torun sahibi olma , mürüvetlerini görme yada” kısır mı bu acaba” gibi baskılarla doğurganlığıyla kendisine yönelen bu baskıları geri teptirmeye çalışır. Kendisinin doğurganlığını gerçekte bir çocuk sahibi olmak istemesindense onu başkalarının kendisine yönelen baskısının geri teptirmek için kullanarak doğurganlığına karşı da yabancılaşır. Kadının doğurganlığına yabancılaşması sadece kocası ve aile büyükleriyle sınırlı değildir. Din, devlet, toplumsal kültür gibi erkek egemen kurumlarda kadınların doğurganlığı ile ilgili kurallar ve yasalar koyarlar. Bunlar kurumsallaştırılmış denetimlerdir. Devlet ülke için en uygun nüfusa karar verir ve aile planlama programlarıyla denetim altında tutmaya çalışır. Buna göre kadınları çocuk sahibi olması noktasında cesaretlendirir veya bundan alıkoymaya çalışır. Bir çok ülkedeki kürtaj yasağı buna örnek gösterileceği gibi yaşadığımız avrupa gibi coğrafyalarda çocuk parasının azaltılması ve çoğaltması da bununla ilgilidir. Diğer bir belirgin örnek ise vatan-millet adı altında ırkçılıkla kadınlara, bu vatan için bir değil on evlat doğurtturulmaktadır. Bu şekilde kadının ne kadar ne doğuracağı belirlenirken aynı zamanda kadının analığını hangi koşullarda yapacağı da belirlenmektedir. Çocuğun bakımı vb kadının üzerine yıkılarak toplumsal ve kamusal alandan kadın dışlanır ve bu alanlarda erkeklerin varlığı kabul görür. Özel ve kamusal alan olarak bölünme, kadını kısıtlar ve geleneksel erkek egemenliğini yeniden üretir.

Kadının cinselliği üzerindeki denetimlerin en önemlisini hatta kadının kendisinin bile inanç adı altında baskı altına aldığı araç DİNlerdir.Dinlerin ortaya çıkışı anaerkil dönemin tanrıçalarının toplumda kadını yücelten ve bir erk olarak kabul edilmesinin aracı olması,erkek egemen toplumların örgütlenişindede tanrıçalığın tanrılara geçişi olarak şekillenmiştir.Daha sonraları tek tanrılı,kitaplı peygamberli dinler olarak toplumsal yaşamın şekillendirilmesinde yasa olmuşlardır Her nekadar dört büyük dinden özellikle islamiyet türban,recm,sünnet vb noktasında bugün yargılansada tüm bunlar toplumların yaşamında bu dinlerden öncede varolmuştur.Dinler aracılığı ile erkek yarı kutsal hak ve özgürlüklere sahip olurken, kadın tam aksine denetim ve baskı altına alınmaktadır. Çıktıkları ilk günden itibaren erkek egemenliğinin ihtiyaçlarına göre şekillenip kadının cinselliğinin erkeği baştan çıkaran,onu yolundan saptıran ve kadının sırf bundan dolayı aşağılanmasını,her daim denetim altında tutulmasını zorunlu kılan birer araçtırlar.Dinler, toplumu gerçek yaşamın sorunlarından uzaklaştırıp öbür dünyadaki cennet ve cehennem ikilemiyle uyuşturarak özel mülkiyeti ve erkek egemenliğini meşrulaştırmaktadırlar.Kadın zaten Lilit ve Havva şahsında tanrıya karşı gelerek şeytanla özdeşleştirilerek günahkar kılınmış ve kendi arzularının kurbanı olarak günah işlemiş ve Adem’ide kandırdığından ona hizmetle cezalandırılmak amacıyla cennetten kovulup dünyaya suçunun cezasını çekmesi için gönderilmiştir.Ogünden buyana kadın kendi suçunu affettirebilmek için dinin buyurduğu şekilde kendini sınırlayarak,arzularını bastırmaktadır. Tüm fiziksel özelliklerini yokedercesine kapatarak erkeklerin hedefinden çıkmaya çalışırken aslında cinselliğine karşı yabancılaştırılmakta yada .erkek egemenliğinin din adı altında uygulanan gazabından kendini kurtaramamaktadır.

CİNSEL TERCİHLER

Kadının kendi bedeni ve cinselliğine yabancılaşmasını sadece karşı cinsle ilişkisi ve doğurganlığı üzerinden tanımlamak, geleneksel kadın erkek ilişkisi üzerinden soruna yaklaşmak olur ki, bu da tek yanlı bir cinselliğin yaşanmasını örgütleyen sistemle aynı noktada buluşmak demektir. Varlıklarını ancak 1960′ lardan sonra duyurmaya başlayan ama insanlık var olduğundan beri bir realite olan cinsel yönelimler ne kadar üstü kapatılsa da, yok sayılsa da gün geçtikçe kendini daha da hissettirerek toplumda kendilerine yer açmaktadırlar. Cinsellik bize öğretildiği gibi sadece kadın ve erkek arasında yaşanan bir ilişki olmadığı gibi, aynı cinslerin aynı cinslere veya her ikisine birden de yönelimleri içermektedir. Toplumda kötü, sapıklık, hastalık vb. olarak damgalanan bu cinsel yönelimler, özünde topluma yöneltilen ‘’normal’’cinsel ilişkinin korunması ve devamının sağlanması için oluşturulan saldırılardır. Farklı cinsel tercihlerin dışlanmasında toplumsal, ideoljik ve yasal baskılarla ezmenin, sınırlamanın, sistemin kendisince maddi koşulları vardır. Kadınların cinsel olarak baskı altında tutulması, ailenin kapitalizm için temel öneminden kaynaklanmaktadır. Bir sonraki işçi kuşağını en ucuza maletmenin, egemen ideolojiyi her kuşak yeniden üretmenin, mülkiyet ve miras ilişkilerini sürekli kılmanın temel aracı olan aileyi tehdit eden herşey kurulu sistemin yani kapitalizmin kendisini de tehdit etmektedir.Bundan dolayı insanlık tarihi boyunca kadın ve erkeğin cinsel ilişkisi dışındaki tüm çeşitlilikler yok sayılmıştır.

 

Nedir bu cinsel çeşitlililkler?

 

Heteroseksizm olarak bilinen ve her daim kabul edilen karşıt cinslerin birlikteliği dışında kalan cinsel yönelimler olarak tanımlanmaktadırlar. Genel olarak üç başlık altında toparlayacak olursak;

-gay

-lezbiyen

-tansseksüelite

 

Daha çok hastalık olarak yada gelişmemiş kişilikler olarak adlandırılan bu cinsel ilişki çeşitleri üzerine yapılan araştırmalarda aksine bu kişilerin sağlıklı bireyler oldukları, psikolojik bir sorunları olmadığı da ortaya çıkmıştır.

İnsan kız veya erkek çocuğu olarak dünyaya gelse de cinselliğin ne olduğu ve onu nasıl yaşaması gerektiğini toplumsal egemen şekillenişten öğrenmektedir. Fakat fizyolojik olarak kız veya erkek oluşu onun salgıldığı hormonlarla belirlenmektedir. Fizyolojisiyle hormonlar arasındaki farlılıkların yarattığı bu cinsel çeşitlilik sistem tarafından benimsenmese de toplum tarafından kabul görmese de cinselliğin yaşanmasında doğal tercihlerdir. Özellikle ergenlik çağında cinselliğini tanıma sürecinde kendini gösteren farklılklar daha çok toplumsal şekillenişteki kadın erkek rollerine bürünmeyle bastırılır yada hiç öğrenilmeyen bir evre olarak insanların yaşamlarını sürdürmede belirleyici olmaktadır.Çokta kabül görmeyip daha çok bastırılmaya ve yok sayılmaya zorlanan bu tercihler ya hiç yada açıktan yaşayamadıkları gibi bu durumları açığa çıktığında çevrelerindeki insanlar tarafından dışlanmakta ,hatta işlerini kaybetmekte,hakarete ve şiddete maruz kalmaktadırlar.Bununla sınırlı kalmayıp kimileride cinsel tercihinin farklı olmasının öğrenilmesi sonucu kendisine yönelecek baskıların farkında olup tamamiyle kendini bastırmaktadır.İnsanların cinselliklerini nasıl ve kiminle yaşayacağına kendilerinin karar vermeyip-veremeyip bunların bastırılarak,dışlanarak toplumda yerverilmek istenmesede,kimi ülkelerde devlet resmi nikahla kilisede dini nikahla evlenenlerde vardır.Bir taraftan yok saydırılmaya çalışılıp bir taraftanda nikah dahi yapabilecekleri kadar olanak tanıyan bu sistemin bu cinsel tercihleri kabullenişi ancak kendine tabii kılalabildiği oranda bir kabuldür.

 

KADININ CİNSELLİĞİNİN PAZARLANMASI

FUHUŞ VE METALAŞMA

Kadının cinselliği üzerindeki yabancılaşması sadece erkek egemen toplumun onu denetim altında tutması ve doğurganlığını kullanması ile sınırlı değildir. Dünyanın bir çok geri bıraktırılmış ülkelerinde törelerle, geleneklerle namus adı altında cendereye alınan kadının cinselliği, modern kapitalist ülkelerde cinsel özgürlük adı altında günü birliktelik ilişkilerle, tüketilirken, bu farklılıklara rağmen ortaklışılan bir diğer nokta fuhuştur Kapitalizm burjuva devrimleriyle geleneksel feodal tabuları kırmış olsada özde aile kurumu,ve fuhuşla kadının cinselliği üzerindeki egemenlik devam etmektedir.

Fuhuş, kadının cinselliğinin denetim altına alınarak erkeğin cinsel olarak ‘’özgürlüğünün” toplumsal olarak kabullenilişidir. Aile kurumunun kutsallığı kadının cinselliğinin denetim altına alınmasından ileri gelmektedir. Ki; bu denetim kapitalizm içinde olmazsa olmaz koşuldur. Aile kurumu ne kadar kutsal kabul edilip fuhuş nekadar lanetlensede ikisi arasındaki benzerliklerde gene kadın cinselliği erkek egemenliğine sunulmaktadır. Birinde kadın sadece bir erkeğin cinsel hizmetkarı durumuna gelirken, diğerinde ise kadının cinselliğinin her erkek tarafından satın alınarak para karşılığında cinsel hizmetkarlığa dönüşmüştür. Fuhuşu sadece kapitalizmle özdeşleştirmek kadının cinselliğinin özel mülkiyet tarihi boyunca iktidar alanlarından biri olduğunuda yadsımak anlamına gelir. Kutsal aile için cinselliği denetim altına alınmış kadının karşısına, cinselliğini satan satmak zorunda kalan kadını koyarak namuslu ve namussuz kodlamasıyla eril sistemin devamlılığı sağlanırken, kadının cinselliğinin her alanda erkeğin hizmetinde olması da garanti altına alınmış olmaktadır. Fuhuşun bugün gelmiş olduğu boyut, emperyalizmin dünya halklarına dayattığı açlık ve yoksullukla aynı boyuttadır. Artık sektör halini alan fuhuşun en çok görüldüğü ülkeler yoksulluğun ve açlığın pençesinde boğuşan ülkelerdir. Kadınların sadece yaşamlarını devam ettirebilmek için cinselliklerini satmak zorunda kalışları, küreselleşen yoksulluk ve savaşlar, kadın ticaretini de uluslar arası alana taşımıştır. Özellikle savaş ve işgal altındaki ülkelerde bizzat açlıktan kendi cinselliğini satmak zorunda kalan kadın ve kız çocukları (yanı sıra kadının cinselliğine yönelen her saldırı ve tecavüzlerle o ülke erkeklerinin onursuzluştırılması da amaçlanır) fuhuş sektörünün beslendiği en önemli kaynak durumuna gelmektedir.Fuhuş şu veya bu ülkede çokluğu veya azlığı ile ortaya konulmaktan ziyade uluslarası boyutta en yakın örnek olarak 2006 dünya futbol şampiyonasında binlerce kadının almanyaya getirilerek bu alanda hizmet vermesi ile olduğu gibi gene Avrupadan Amerika’ya kadar birçok ülkeden erkeklerin geri yoksul ülkelere sırf ucuz vb nedenlerlede akını söz konusudur. .Fuhuş, modern kapitalist ülkelerde, üniversitelerden genelevlere taşınan kadın potansiyelini de içine almaktadır. Herhangi bir açlık ve yoksulluk sorunu olmadığı gibi, yüksek okul bitirmiş akademik kariyer yapmış kadınların da bar ve genel evlerde cinselliklerini satarak para kazanma yolunu tercih etmeleri, emperyalizmin fuhuşu bir meslek- işmiş gibi, her kadının cinselliğini satabileceği bir özgürlük yanılsamasına hapsetmesinden kaynaklıdır. Kadının akademik kariyer yapmış olması şu veya bu üniversiteden fırlayıp genel evlere düşmesinde emperyalizmin bu yönlendirişi önemli bir etkiye sahip olduğu gibi, geleneksel erkek egemenliğinin kadının cinselliğine her alanda aynı yaklaşımı kadını daha kolay yönden para kazanmaya itmektedir. Kariyerinde ilerlemesi ve bunu cinselliğini kullanmadan başarmasının imkansız olduğu koşullarda kadına cinselliğini satarak geçimini sağlamak daha kolay gelmektedir.Fuhuş sadece kadının cinselliğinin meta olarak kullanılması ile sınırlı kalmayıp erkeğin cinsel ihtiyacını fuhuş sektöründe satın alarak yaşamasıda erkeğin cinselliğinin metalaşmasıdır

 

MEDYA VE KADININ CİNSELLİĞİ

Kadının cinselliğinin pazarlanarak metaya dönüştürüldüğü ve yabancılaşmanın bu alanda gündelik yaşamımızın kopmaz bir parçası durumuna geldiği bir diğer alan ise medyadır. Medya cinsiyetçi ve eşitsiz ilişkileri yeniden üreterek bunu yaygın bir şekilde dolaşıma sokar. Kadının temsili üzerinden varolan tüm değerleri sorgulamadan olduğu gibi alarak onları yeniden ve yeniden üretir. Cinsiyetçiliğin yada kadının cinselliği üzerindeki denetimin, iktidarlaşmanın ve yabancılaşmanın içselleştirirlmesi için çalışmaların yapıldığı alan medyadır. Medya sürekli kadının kullanılan bir nesne ve meta olduğunu vurgular ve kadının yerinin ve statüsünün neresi olduğunu hatırlatan programlarla geleneksel ideolojijnin devamlılığını sağlar. Reklamlardan TV dizilerine, haberlerden gazetelere kadar kadının yeri sürekli bizlere anlatılmaya ve empoze edilmeye çalışılır. Reklamlarda kadın, satılmak istenen metalarla sürekli özdeşleştirilerek kadın ve çocuklar metanın bir parçası gibi topluma sunulmaktadır. Eş ve anne olarak aile kurumunun üstünlüğü ve kadının namus kisvesi altında terbiyesi ilk planda tutulmaya çalışılırken, çeşitli televole ve magazin programlarında kadın cinsel bir obje olarak işlenmektedir. Egemen ideolojinin denetiminde olan medya bir taraftan kadını anne ve eş olgusu üzerinden geleneksel rollere zorlarken, bir yandan da cinselliğiyle satışa sunduğu metanın yanında tüketilen kadın bedeni, -daha da açıktan porno filmleriyle- kadın özgülünde tüketilen cinsellik, günümüzdeki en önemli görsel fuhuş sektörü durumundadır.

 

VE KADININ CİNSEL ÖZGÜRLÜĞÜ

Kadının cinselliği ve özgürlüğü konusunda karşısında bulunan engellerin kaynağı ve nedenleriyle birlikte ortadan kaldırılması ancak ve ancak kadının cinselliği üzerinde kendi iradesi dışındaki tüm denetim araçlarını geri teptirmesiyle sağlanacaktır. Zira; asırlardır kadınlar, cinsellikleri yüzünden ikinci sınıf insan konumuna düşürülmüş ve sadece bunun üzerinden değer görerek aile, toplum ve sistem üçgeninde kendilerini bulmaya zorlanmışlardır.

Cinselliğin iki kişi arasında doğal bir paylaşıma dönüşmesi tüm bu engelleri aşmakla mümkün olacaktır. Kadın kendi gerçekliğinin tarihsel ve toplumsal olarak farkına varıp, eril düşünce ve sistemin kadın üzerinde yarattığı düşünce, davranış ve tahribatları sorgulamakla işe başlamlıdır. Kadının bu tahribatları açığa çıkartıp cinsel yaşamına yön vermesi kendi cinsel özgürlüğünün de başlangıcı olacaktır. Bu da kadın olarak cins bilincimizi geliştirip , kendi özümüzü aramamız ve sınıflı toplumu sorgulamamızla mümkün olacaktır.

AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ

Share