. tarafından

Onur Haftası Komisyonu: İzin istemedik ki!

Haziran 17, 2016 de ANASAYFA . tarafından

Onur Haftası Komisyonu’ndan Ebru Kırancı ve Ejder Narsap, tehditlere rağmen yürüyüşün gerçekleşeceğini ifade etti

image

HABER MERKEZİ (17.06.2016) – Evrensel’in haberine göre, Onur Haftası Komisyonu’ndan Ebru Kırancı ve Ejder Narsap, tehditlere rağmen yürüyüşün gerçekleşeceğini ifade etti.

‘Yaşam hakkımız için yürüyeceğiz’

Trans Onur Yürüyüşü için valilikten izin istemediklerini ifade eden Ebru Kırancı, yürüyüşün 7 yıldır izinsiz yapıldığını söyledi.

Trans Onur Yürüyüşü’nün barışçıl bir yürüyüş olduğunu ve bunun için kanunen izin almak zorunluluğu olmadığını belirten Kırancı, devletin yürüyüşün sağlıklı bir şekilde gerçekleşebilmesi için güvenlik önlemi almakla yükümlü olduğunu da sözlerine ekledi.

Müslüman Anadolu Gençlik ve Alperen Ocakları’nın tehditleriyle ilgili savcılığa suç duyurusunda bulunduklarını söyleyen Kırancı, “Bizi her gün öldürülüyor, dayak yiyoruz. Bir gün de yaşama, çalışma ve politika hakkımız için dayak yiyelim” dedi. Bu yıl ki Trans Onur Yürüyüşü’nün temasının DirenBarış olduğunu hatırlatan Kırancı “Ya başkaldıracağız ya da zulme boyun eğeceğiz. Ramazan ayı dolayısıyla bizden saygı bekliyorlarsa onlar da bizlerin yaşam hakkına saygılı olacak ve barışçıl yürüyüşümüze izin verecekler. Devlet bizi korumak zorunda” şeklinde konuştu.

‘Ablukayı dağıtacak güçteyiz’

Kişisel sosyal medya hesapları üzerinden de çok sayıda tehdit mesajı aldıklarını ifade eden Ejder Narsap, “Biz bu saldırılara karşı sokağa çıkmazsak hiçbir zaman çıkamayacağız. Yolda gördükleri bir geyi bir transı çok rahat katledebilecekler. Ama bizler son bir haftadır bize karşı oluşturulan bu saldırı konseptini ve ablukayı dağıtacak güçteyiz. Tehditler umurumuzda değil, onlara rağmen yürüyeceğiz” dedi.

Alperenler’in her sene benzer şekillerde tehditlerde bulunduğunu belirten Narsap, “Maraş’tan ve Çorum’dan biliyoruz ki devlet kendi yapamadığını bunlara yaptırıyor” diye konuştu. Orlando saldırısını gerçekleştiren IŞİD’in kendinden olmayan herkesi katlettiğini ifade eden Narsap, LGBTİ derneklerine yönelik saldırının gerçekleşebileceğinden endişe duyduğunu dile getirdi.

Dünyanın her yerinde kutlanıyor

Onur Haftası adı ile gerçekleşen etkinliklerin temeli 1969 yılında ABD’nin New York şehrinde Marsha isimli bir trans kadının attığı bir taşla başlamıştı. Baskı, şiddet ve ayrımcılığa dayanamayan eşcinseller Stonewall Inn adlı kendileri üzerinde baskı kuran polisi bara hapsetmiş ve 4 gün boyunca sokaklarda çatışarak eylemler yapmıştı. LGBTİ mücadelenin dönüm noktalarından biri olan gün dünyanın her yerinde Onur Haftası kapsamında kutlanıyor.

kaynak; halkingunlugu.net

Share
. tarafından

LGBTİ Derneği: Hep birlikte özgürleşmek için 19 Haziran’da sokağa

Haziran 17, 2016 de ANASAYFA . tarafından

Demokratik Kadın Hareketi (DKH) üyeleri, gericilerin hedefinde olan LGBTİ Derneği’ni ziyarette bulunarak LGBTİ yönetim kurulu üyeleri Ebru Kırancı ve Ejder Narsap ile röportaj gerçekleştirdi. DKH ayrıca 19 Haziran’da yapılacak Onur Yürüyüşü’ne de çağrıda bulundu

image

HABER MERKEZİ (17.06.2016) – Onur yürüyüşüne sayılı gün kala LGBTİ’lerle dayanışmak amacıyla DKH Taksim’de bulunan LGBTİ Derneği’ni ziyaret ederek birlikte mücadeleyi büyütme çağrısında bulundu. Aynı zamanda DKH üyeleri LGBTİ yönetim kurulu üyeleri, Ebru Kırancı ve Ejder Narsap ile onur haftası etkinliklerine dair kısa bir röportaj gerçekleştirdi

DKH: 7.Trans onur haftası etkinlikleri başladı. Etkinlikler nasıl gidiyor ve nasıl bir karşılık bekliyorsunuz?

Ebru Kırancı: Harika gidiyor..yarın trans iks gösterimi var.Ondan sonra obür gün trans but belgeselinin gösterimi var. Zaten program dolu doluydu bu yıl. Ve sonuna yaklaşıyoruz çalışmaların, 19 Haziran’da da taksim’de Fransa konsolosluğu önünde start vereceğiz yürümek için.

Ebru Kırancı: Bu etkinlikler daha çok bilinçlendirme seviyesinde oluyor bildiğim kadarıyla yani genç arkadaşlarda gelip bizim fikirlerimizden yararlanabilirler. Mesela ben bu akşam misafirhane konusunda konuşma yapacağım bir arkadaşımla beraber, yani misafirhanenin kuruluş süreciyle ilgili yani dört sene önceki süreci anlatacağım.

DKH: Bu yılki tema direniş ve barış gerici savaş konseptinin her gün dahada yükseldiği koşullarda bu tema çok anlamlı. Siz buradan neler söylemek istersiniz?

Ebru Kırancı: Vallaha savaş en kolay olandır barış ise en zor olandır. Bu barışın gerçekleşmesi bu ülkede şart ben her zaman bunu söylüyorum bu yürüyüş trans Onur Yürüyüşü 19 Haziran’da yapılacak olan Gezi olaylarından sonra bir ilk olacak, tüm duyarlı kesimlerin katılmasını bekliyoruz, çünkü bu yürüyüş insanlık yürüyüşüdür. LGBTİ hakları aynı zamanda insan hakları olduğu için buna tüm kendine demokratım, sosyalistim diyen kim varsa herkesin yoldaşların, hevallerin , herkesin elini taşın altına koyma zamanıdır. Özgürleşeceksek beraber özgürleşeceğiz yoksa diktatöre boyun eğeceğiz.

DKH: AKP iktidarının cinsiyetçi ve homofobik uygulamaları karşısında nasıl güçlü birleşik bir mücadele hattı örebiliriz?

Ebru Kırancı: İşte beraber mücadele etmeliyiz ki yan yana omuz omuza sırt sırta vermeliyiz ki bu adamlar artık toplumu sindiremediğini kendilerinin karşında güçlü bir muhalefetin olduğunu hissetmeliler. Bu korku onlara yeter.

DKH: İktidar erkinin Orlando katliamında da devam eden ikiyüzlü politikalarını biliyoruz. Tetikçi medya burada katliamı atlarken ülkenin cumhurbaşkanı taziye dileklerinde bulunuyor buna dair görüşünüz nelerdir?

Ebru Kırancı: İkiyüzlülük, kendi ülkendeki eşcinsellere, lezbiyenlere, geylere sahip çıksana Erdoğan. Bakalım 19 Haziran’da sınayacağız !!!

DKH: Dinci, gerici, ırkçı güruhların tehditleri direniş ve kararlılıkla geriletildi. Mümkün olabilecek bir saldırıya karşı çağrınız nedir?

Ejder Narsap: Ezidi kadınlar, Rojova’da ki kadınlar pazarlarda satılırken Ensar Vakfı’nda 45 erkek çocuğa tecavüz edilirken sesleri çıkmayanlar, bugün bizler üzerinden ahlak edebiyatı dersi yapıyorlar. Bu anlamda Türkiye sol, sosyalist demokrat tüm kamuoyunu gücümüze güç katmaya, 19 Haziran saat 17.00’da Fransız konsolosluğuna davet ediyoruz.

DKH: Demokratik kadın hareketi olarak bize ayırdığınız zamandan ötürü teşekkür ederiz. Bu mücadele sadece LGBTİ’lerin mücadelesi değil, özgürleşmek isteyen bütün kadın ve insanların mücadelesidir. Bugün ‘’TC’’ devletinin özelde Kuzey Kürdistan genelde ise tüm halklar üzerindeki yaptığı asimilasyon, katliam ve soykırım saldırılarına karşı 19 Haziran’da birlikte dayanışma ruhuyla hep birlikte alanlarda olmamız gerekiyor. Aynı gerici zihniyetin ABD’nin Orlando eyaletinde LGBTİ’lere yönelik gerçekleştirdiği barbar katliamı lanetleyerek, katliamda katledilenleri bir kez daha saygıyla anıyoruz.

kaynak; halkingunlugu.net

Share
. tarafından

Çilem Doğan: Ben direnerek hayatta kaldım

Haziran 20, 2016 de ANASAYFA . tarafından

image

HABER MERKEZİ (19-06-2016)- Hayatını kurtarmak için, yıllardır kendisine şiddet uygulayan kocasını öldürmek zorunda kalan bir kadın Çilem Doğan. Kadınlar “Meşru müdafaa haktır” diyerek özgürlüğünü isterken, Çilem 15 yıl hapis cezasına mahkum edildi.

Avukat Sevil Aracı karar duruşmasının hemen ardından Çilem Doğan ile Evrensel adına görüştü.

Aracı’nın kaleminden Çilem Doğan söyleşisi şu şekilde:

Çilem şimdi duvarları pembeye boyalı, şehrin ortasında kalmış bir cezaevinde yatıyor, Tarsus’ta. Birkaç aydır Karataş Kadın Kapalı Cezaevinin taşınması nedeni ile burada mahkum kadınlar.

İlk gittiğimizde sınavda olması nedeni ile görüşemedik Çilem’le. Cezaevine girdiğinden beri yarım bıraktığı lise eğitimini tamamlamaya çalışıyor Çilem. Epey yol almış, az kalmış bitirmesine. Sonrasında da devam etmeyi, üniversite okumayı hayal ediyor. Cezaevinde bunu başaran pek çok arkadaşının olduğundan bahsediyor.

8 Temmuz’da bir yılı dolduracak olan mahpusluk sürecine ve 15 yıl hapis cezası almış olmasına rağmen, umudunu yitirmemiş, gülen yüzü solmamış olan Çilem, yine kadınlara birlik ve dayanışma mesajları gönderdi: “15 yıl bir son değil, daha mücadelemiz bitmedi”

Ziyarete gitmeden önce arkadaşlarıma sormuştum ‘İletmek istediğiniz bir şey var mı?’ diye. Arkadaşım Fatma Mayil’in yazdıkları elime geç ulaştığından iletemedim. Bir dahaki sefere artık. Belki de röportajı okur, oradan görür Çilem. Fatma şöyle yazmıştı mesajında: “Bazen Çilem’in fotoğrafını açıp bakıyorum… Yüzünü inceliyorum. Gerçekten güzel diyorum. Ama o dik duruşu var ya, çenesi yukarda duruşu ve hafif gülümseyişi… Onu en güzel yapan o işte. Bakıyorum ve umutla doluyorum, en çok da cesaret ve güçle doluyorum. Sımsıkı sarıl yerime ve öp onu yanaklarından.”

Çilem hayata umutla bakıyor; onun binlerce kadın tarafından sahiplenilmesi belki de bu umudu ve dik duruşu nedeniyledir.

Çilem’le dava süresince yaşadıklarını, 15 yıllık cezayı nasıl karşıladığını ve kadınların dayanışmasını nasıl hissettiğini konuştuk. Sohbet dört duvar arasındaydı ama söyledikleri; aklı ve ruhu özgürlükle dolu bir kadının dilinden dökülenler oldu.

İşte sohbetimiz…

Karar açıklandığında ne hissettin, 15 yıllık cezayı nasıl değerlendiriyorsun?

Aslında kendimi hazırlamıştım biraz. Karar açıklanırken maddeleri falan bilmediğim için tam anlayamadım. Hatta mahkeme başkanının yazdırdığı karşı oyu dinlerken acaba ceza vermediler mi diye düşündüm, sordum, “Bana şimdi ne verdiniz başkanım” diye. O da “Sana oy çokluğu ile 15 yıl verdik, ben karşı oy kullandım” dedi. Aslında o an için “Bu cezayı bana değil, iki buçuk yaşındaki kızıma verdiniz” demek istedim, ama söylemedim sonra. Neticede başkan da karşı oy kullanmış, bana inanmış.

Bir tek damla gözyaşı dökmeden çıktım adliyeden. Dışarıda bana desteğe gelen kadınların ismimi haykırmaları, tepkileri bana güç verdi. Adliyeden cezaevine getirildim, yine gülüyordum. Buradaki arkadaşlar, memurlar “Tahliye oldun değil mi?” dediler. “Yok, 15 yıl aldım” dedim, kimse inanmadı. “Hiç 15 yıl almış gibi durmuyorsun, şaka yapıyorsun” dediler.

Babam, savcılık izni alıp gelmiş. Çok üzülmüşler. Ama ben onlara da “Ben iyiyim, siz iyi olun, kızıma iyi bakın” dedim. Ben ona moral vermeye çalıştım.

Bir tek gece haberleri izlerken gözlerim doldu. Avukatlarım açıklama yapmışlar, “Biz onun kız kardeşleriyiz, yanındayız, bu iş daha bitmedi” demişler. Bana kız kardeşimiz demeleri beni çok duygulandırdı. 15 yıl cezayı duyduğumda ağlamadım ama bu dayanışma sözleri karşısında gözyaşlarıma hakim olamadım.

Tamam, ben 15 yıl aldım, özgürlüğümden oldum ama bir yandan da yarı özgür sayılırım. Hem dışarıdan gelen destek özgürleştiriyor beni, hem de sonuçta böyle olmasaydı ben cezaevinde değil, mezarda yatıyor olacaktım. Şimdi sonuçta yaşıyorum, yaşım genç. Elbet çıkacağım buradan ve hayatıma devam edeceğim, bu sefer dayaksız, şiddetsiz, özgür olarak.

Ben sadece canımı kurtardım

Başkan karşı oy kullandı ve ceza almamanı istedi. Heyetteki diğer iki üye ise ceza verdi. Bu sana ne düşündürdü?
Zaten yargılamanın başından beri başkanın beni anladığını ve bana inandığını hissediyordum. Beni asıl şaşırtan heyetteki kadın üyenin ceza vermesi oldu. Bir kadın olarak hemcinsimin beni anlamasını beklerdim. Erkek bakış açısının yansıdığını düşünüyorum karara. Başından itibaren beni bir yakınınızın yerine koyun, öyle düşünün demiştim. Ama yapmadılar. Sadece ben değil, ailem, annem, babam, kardeşim de onun tehdidi altındaydılar. Başvurabileceğim her yere başvurdum ama sonuç alamadım. Yapabileceğim başka hiçbir şey yoktu. Sadece canımı kurtardım. Bu nedenle cezanın haksız olduğunu düşünüyorum.

Bu kararı haksız görenlerin çok olması, toplumun büyük kesiminin sana destek olması seni nasıl etkiliyor?
Olay olduğunda “Hep kadınlar mı ölecek, biraz da erkekler ölsün” demiştim. Aslında bu sözlerim için bile bana baskı uygulayabilirlerdi. Ama herkes beni sahiplendi, anladılar. Ben yalnız olmadığımı biliyorum. 2-3 gün olmuştu cezaevine geleli, artık ben yandım, ayvayı yedim diye düşünüyordum. Ama öyle olmadı. Kamuoyunun desteği cezayı daha katlanılabilir kılıyor. Hepsini yatacak olsam da biliyorum ki ben bu 15 yıl cezayı hak etmedim. O yüzden vicdanen rahatım. Yaşadığım acılar aklıma geldikçe vicdan azabı bile duyamıyorum. O kadar çok çektim ki.

Ben direnirsem herkes direnecek

Sen ceza aldıktan hemen sonra serbest bırakılman için imza kampanyası başlatıldı, iki günde 65 bin imzaya ulaşıldı. Kampanyadan haberin var mıydı?

Bu da bana bir umut, bir güç oldu. İlk annemden duydum kampanyayı. Sonra buradaki memurlar söylediler. Hatta “Biz de imza verdik” diyenler oldu. Bana “Sen en fazla 7-8 ay daha yatarsın, cezan bozulur, çıkarsın” diyor herkes. Benim davamda ve kadına yönelik diğer şiddet davalarında kamuoyu duyarlılığının etkisi olduğu düşüncesindeyim.

Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun?

İçeride olduğum müddetçe eskisinden daha fazla yazmayı düşünüyorum. Kendimi geliştirmek istiyorum. 15 yıl başka nasıl geçer (Gülüyor). Bana verilen bu kamuoyu desteğinin azalmaması için de çaba harcayacağım. Diğer kadınlar gibi unutulmak istemiyorum. Direnmek, mücadele etmek bana iyi geliyor. Benim durumumda olan pek çok kadın var. Onların da sesi olmak istiyorum. Ben sessiz kalırsam toplum da sessiz kalacak, ben direnirsem herkes direnecek.

‘Kadın dayanışması şart’

Özgecanın dosyası ve senin dosyan. İkisi de çok simgesel oldu. Şimdi Özgecan’ın yaşadığı ve öldürüldüğü kentte cezaevinde yatıyorsun…

Özgecan’ın öldürüldüğü şehir, benim yaşadığım, hayatıma sahip çıktığım şehir. Bu çok anlamlı bir tesadüf aslında. Bunu cezaevi memurları ile çok konuştuk. Özgecan’ın öldürüldüğü yer ile askeriye arasında pek mesafe yokmuş. Burada Özgecan’ı ve ailesini tanıyanlar var. Keşke onun da elinde kendini savunacak bir şey olsaydı da kurtulsaydı diyor herkes. Keşke kurtulsaydı.

Özgecan ve senin davan çok tartışıldı, gündem oldu. Ama aslında bunun gibi binlerce dava var. Bu davalar hakkı ile takip edilebiliyor mu sence?

O kadar çok ki böyle davalar, hepsinin takip edilebildiğini sanmıyorum. Kişi sağsa eğer benim gibi o zaman daha mümkün, ama öldüyse kadın örgütleri haberdar olabildiği kadarıyla takip ediyorlar. Kadın dayanışması kesinlikle şart. Şimdi kadın dayanışmasının eskiye göre daha iyi olduğunu düşünüyorum. Ben önceleri pek bilmiyordum mesela. Belki bilseydim daha farklı olurdu yaşananlar, daha önce karşı koyardım. Bana destek olanlar olurdu, daha önce kurtulurdum. Mesela ben yeniden evlenecek olsam, asla bir tek tokat dahi kabul etmem. (-Bunu söylediğinde zaten sana kimse tokat atamaz, korkar insan diyoruz. O da gülüyor.) Evet burada mutfaktaki usta bizden korkuyor, yedi tane cinayetçi var. Korktuğunu söylediğinde başta şaka yapıyor sanıyorduk, ama galiba ciddi.

Beraat al gel, yarım kadın neymiş görsünler!

Son dönemde devlet kademelerinde kadını aşağılayan, hor gören, eksik gören yaklaşımlar çok arttı. Sence bu söylemler yargıyı, karakolları, polisi vs. etkiliyor mu?

Tabii ki çok etkiliyor. Hani bir kereden bir şey olmaz diyen bakan vardı ya, Sema Ramazanoğlu. İşte bu zihniyet baştan aşağı böyle yansıyor. Mesela bana polis ‘Bir şey olmaz kocandır’ diyebiliyor. Bu en baştan en aşağıya kadar böyle gidiyor.

Ben yıllarca karakollarda benzer bir muamele ile karşılaştım. Yargılanmam sırasında savcı mütalaasında ‘Evin iaşesini Hasan karşılıyor’ dedi. Yani erkek dövüyor, ama ekmeğini yiyorsun, nasıl ona karşı gelirsin! İşte bu aslında egemenlerin sesi, aklı. İçerideki kadınlarda dahi bu fikir çok yaygındı aslında. Biz burada epey değiştik. Buradaki çoğu kadını da etkilediğimi düşünüyorum. Dosyalarımı gösterdim onlara, ifadelerimi okudum, daha önceki başvurularımın belgelerini gösterdim. Bunları gördükçe inandılar bana ve ‘Seni nasıl koruyamadı bu polisler’ dediler. Onların da algıları değişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Anneliği reddeden, evini çekip çevirmekten vazgeçen bir kadın iş dünyasında istediği kadar başarılı olsun özgünlüğünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır, eksiktir, yarımdır” şeklinde bir açıklaması olmuştu. Bununla ilgili ne düşünüyorsun?

Bunu birkaç gün önce koğuştan arkadaşlar ile konuşmuştuk. Hatta arkadaşlar bana “Beraat al gel, yarım kadın neymiş sende görsünler, laflarını yesinler” demişlerdi. Biz işçi koğuşunda on kişiyiz ve burada dahi çalışıyoruz. Bu sözlere buradaki tüm kadınlar tepki duydu. Böyle hepimiz toplanmış gazete okurken görmüştük bu açıklamayı, hatta mahkum arkadaşlarım, “Aynı bizim onu okuduğumuz gibi o da senin beraatını okusun da görsün neymiş yarım kadın” demişlerdi.

Koğuşta yaş ortalaması nasıl? Koğuştaki kadınların hikayeleri birbirine benziyor mu?

Ben orta yaşlı sayılırım. Benden küçük 21 yaşında biri daha var. Buradakilerden birisi kendisine tecavüz etmeye çalışan birini öldürmüş. Biri de yine aynı gerekçe ile kocasının amcasının oğlunu öldürmüş. Birbirimizi en iyi, aynı suçu işleyenler olarak anlıyoruz sanırım. ‘İnsan nasıl kocasını öldürür?’ diyenler de var. Gerçi ben de eskiden daha farklıydım. Mesela dayak yiyordum, şikayetçi oluyordum, ama bunun dışarı çıkmasını, duyulmasını istemiyordum, utanıyordum. Cezaevinde dinlediğim hayatlarla gördüm ki kadına yönelik şiddet, sanılandan daha fazla.

‘Olay gerçekten şöyle oldu hakim bey’

“Olay şöyle oldu hakim bey” diye Ayşen Aksakal tarafından yazılan kurgusal bir yazı yayımlanmıştı Evrensel gazetesinin Pazar ekinde. Yazı sanki senin savunmanmış gibi algılandı. O yazıyı görme şansın oldu mu?

Yazıdan haberim var ama tamamını görmedim. Parça parça gördüm başka haberlerin arasında. (Çilem’le ilgili basında çıkan haberleri topladığımız dosyadan yazıyı çıkarıp veriyoruz, okuyor, gülüyor) Keşke bunu daha önce getirseydiniz. Ben savunma olarak bunu yapsaydım hakim kesin beni bırakırdı. İpek isimli bir gazeteci ile mektup üzerinden röportaj yapmıştım. O, nasıl evlendiğimi falan ayrıntılı olarak sormuştu, ben de anlatmıştım. Acaba bunu yazan orada yazdıklarımı mı gördü? Benzer şeyler vardı o anlattıklarımda. Burada yazılanlar o kadar çok benziyor ki yaşadıklarıma, bence bu kurgu falan değil. Gerçekten beni yazmış yazan, yaşadıklarımı yazmış.

Çilem’in savunması: Yaşam mücadelesi veriyordum

Evlendiği ilk günden itibaren ölüm tehditlerine ve şiddetine maruz kaldığı kocasını, kendi hayatını kurtarmak için öldüren Çilem, mahkemedeki ilk ifadesinde de kocasını öldürdüğü anla ilgili tam olarak böyle diyor: “Yaşam mücadelesi veriyordum.”

“Azrail canını alacak gibi evde yaşayan bir ölüydüm son zamanlarda” diyen Çilem; hiç bıkmadan, usanmadan kocasını defalarca şikayet etmiş. 19 ayrı suçtan aranan kocasının polislerle işbirliği içinde olduğunu ve polislerin kendisine sürekli bilgi aktarımında da bulunduğunu iddia eden Çilem, aslında sığındığı yerin de onun için güvenli olmadığını biliyordu.

O son anlarla ilgili ise şunları söylüyordu Çilem:

“Yatak odasının kapısını kilitledi ve kilidi elini aldı, benim yatak odamın içinde kiler var orada mavi, bordo, gri bir valizim vardı ayağıyla itekledi ‘Hazırlan gidiyoruz’ dedi. Ben de ‘Nereye gidiyoruz’ dedim. ‘Üç kadın bir de sen. Ayarladım, gidiyoruz’ dedi. ‘Nereye, nasıl gidiyoruz, sen ne diyorsun’ dedim; o sıra elimi saçına attı saçımı kıvırdı. Etim kopacak sandım. Yatağın üstünde o kadar çok üstüme bindi ki tekmeyle yumrukla boğazıma çöktü. Artık kendimi kurtarmak için altından zor kalktım kalktığım sırada ben yastığın üstüne düştüm kendisi de yatağın diğer tarafına düştü. Elim silaha gitti. Silaha gitti ve o anki can korkusuyla ve panik halinde sıkıp sıkmadığımı değip değmediğini bilmediğim halde düşünce ben onu saklandı sandım. Elinden düşen anahtarı aldım, kapıyı üstünden kilitledim. Arkamdan gelecek korkusuyla çocuğumu aldım, çıktım evden. Olay bu şekilde oldu efendim.”

Çilem’in ifadesindeki şu cümle yaşadıklarının ne kadar gerçek olduğunu ispatlama isteğiydi aslında; “Karar vermeden önce beni bir yakınınız yerinize koymanızı istiyorum. Hepinizin gelini, kızı var. Bu yaşadıklarımı lütfen göz önünde bulundurun.”

kaynak: halkingunlugu.net

Share
. tarafından

AKP’nin muhafazakarlığı, İslamcılığı, neoliberalizmi ve kadınlar

Haziran 20, 2016 de ANASAYFA . tarafından

Hevrîşmê deranî agir wergirt

Kemînê danî mirinê wergirt.”[1]

image

Tahribatın en yoğun gözlemlendiği toplumsal kesimlerden biri de, hiç kuşku yok ki kadınlar. AKP iktidarıyla birlikte, kadınların yaşamlarının her yönü, uzun bir sürece yayıldığı için geniş kesimlerce pek duyumsanmayan, ancak her seferinde bir boğum daha daraltılan bir cendereye mahkûm kılındı.

Kadınların yaşam tarzları, giyim-kuşamları, bedenleri, emekleri, İslâm referanslı bir muhafazakârlığın koyu ve tavizsiz uygulayıcısı olarak AKP’nin doğrudan ilgi ve müdahale alanına giriyor.

Giriyor, çünkü AKP tarzı ideolojik bagajı yüklü ve doktriner partiler için “kadın sadece kadın değildir”. Bedeni, emeği ve kimliğiyle kadın, kendi kabullerini dayatabileceği bir savaş alanı, konturları bir hakikat rejimi eliyle çizilen bir yaşam tarzının cisimleşmesidir

HABER MERKEZİ (19.06.2016)-Gazetemizin 124.Sayısında Sibel Özbudun’un kaleme aldığı ‘’AKP’nin Muhafazakârlığı, İslamcılığı, Neoliberalizmi ve Kadınlar’’ başlıklı yazıyı okurlarımızla paylaşıyoruz.

14 yıllık AKP iktidarının tahripkâr varlığını bazı toplum kesimleri, daha yoğun hissediyor: Kürtler, Alevîler, işçiler; milliyetçiliğin, (Sünnî) İslâmcılığın ve de neoliberalliğin gelmiş geçmiş en koyu ve geçirimsiz karışımı olan bu partinin hedef tahtasındalar.

Tahribatın en yoğun gözlemlendiği toplumsal kesimlerden biri de, hiç kuşku yok ki kadınlar. AKP iktidarıyla birlikte, kadınların yaşamlarının her yönü, uzun bir sürece yayıldığı için geniş kesimlerce pek duyumsanmayan, ancak her seferinde bir boğum daha daraltılan bir cendereye mahkûm kılındı.

Kadınların yaşam tarzları, giyim-kuşamları, bedenleri, emekleri, İslâm referanslı bir muhafazakârlığın koyu ve tavizsiz uygulayıcısı olarak AKP’nin doğrudan ilgi ve müdahale alanına giriyor.

Giriyor, çünkü AKP tarzı ideolojik bagajı yüklü ve doktriner partiler için “kadın sadece kadın değildir”. Bedeni, emeği ve kimliğiyle kadın, kendi kabullerini dayatabileceği bir savaş alanı, konturları bir hakikat rejimi eliyle çizilen bir yaşam tarzının cisimleşmesidir.

Bu nedenledir ki, kendini içine yerleştirmekten hoşlandığı muhafazakâr-popülist “Türk sağı” geleneğinin hibrid, eklektik ve muğlak çerçevesinin tersine, AKP’nin kadınlar konusunda oldukça net, tutunumlu, kendi içinde tutarlı bir projesi var. Dilerseniz bu “proje”yi birkaç başlık hâlinde irdeleyelim.

Kadının bir “aile varlığı” olarak tescili

“Proje”nin “resmî” ayağını, kadının “müstakil” bir varlık, bir kişi olarak yok sayılması ve aileyle tanımlanması oluşturuyor.

İşin ilginç yanı, bunun, Türkiye’nin taraf olduğu kadın eşitliğini sağlamaya yönelik (CEDAW gibi) sözleşmeler gereği oluşturduğu kurumlar üzerinden gerçekleştirilmesidir.

Böylelikle, Türkiye’de kadın-erkek eşitliğini sağlamak ve kadına karşı ayırımcılığı önlemek misyonuyla kurulan 1990’da kurulan Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve bu Müdürlüğün bağlı olduğu Devlet Bakanlığı, Önce Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı olarak takdis edilecek; ancak AKP iktidarı bakanlığın adındaki “Kadın” sözcüğünden rahatsız olmuş olacak ki, 2011’de, dönemin başbakanı Erdoğan’ın “Biz muhafazakâr demokrat bir partiyiz. Bizim için aile önemli,” kerametleri eşliğinde bu bakanlık kaldırılarak yerine “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ihdas edilecekti. Ama bu yetmedi; Meclis İçtüzüğünde değişiklik yapılarak Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun (KEFEK) kaldırılarak “Aile ve Sosyal Politikalar Komisyonu”na dönüştürülmesi yolunda teşebbüste bulundu iktidar partisi;[2] ancak muhalefetin ve kadın örgütlerinin sert tepkileri sonucu bu adımdan geri dönülecekti.[3]

Evet, AKP, kadının aileden bağımsız, müstakil bir özne olarak varlığına tahammül edemediğini, teorik olarak kadın-erkek eşitliğini sağlamakla yükümlü kurumların adlarıyla (ve hiç kuşku yok ki görevleriyle) oynayarak gösteriyor.

Bunun son örneğini ise, kamuoyunda kısaca “Boşanma komisyonu” olarak bilinen, tam adıyla “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi İçin” kurulan Araştırma Komisyonu oluşturuyor. İktidar partisinin, ne hikmetse 2002’den bu yana yüzde 1400 artan kadın cinayetlerini değil de, boşanmalardaki yüzde 1.7’lik artışı “sorun” edinerek oluşturduğu komisyonun birbirinden tüyler ürpertici önerileri, kamuoyunda bir hayli tartışıldı. Hadi biz en “parlak” birkaçını anımsayalım: tecavüzcünün, kurbanıyla beş yıl boyunca “sorunsuz” bir evlilik sürdürmesi durumunda, denetimli serbestlikten yararlanabilmesi. Özcesi, mağdurenin tecavüzcüsüyle baş göz edilmesi! Boşanma davalarında arabuluculuk yoluna gidilmesi… Şiddet durumunda uygulanacak tedbir süresinin, kocayı mağdur etmemek için 15 günle sınırlandırılması… Aile hukukuna ilişkin tüm davalarda “gizlilik” uygulanması… Ve “altın vuruş”: İlahiyat mezunlarının aile danışmanı olabilmesi…[4]

Evet, AKP indinde kadın, bir hak öznesi değil, bir aile varlığıdır. Onun yeri kamusal yaşamdan çok, yuvası, görevi politika (ya da bilim, sanat…) ile uğraşmaktan çok kocasına, çocuklarına sıcak bir yuva sunmaktır. Bu amaçla değil midir ki, devlet kademeleri tedricen kadınlara kapatılır: Günümüzde 900 kaymakamdan 13’ü, 448 vali yardımcısından 10’u, 80 müsteşar yardımcısından 5’i, 140 genel müdürden sadece 9’u kadındır.[5] 81 ilin valileri arasında kadın sayısı ise, 2’dir!

“Tepe”de hâl böyleyken, tabanda durum hiç farklı değil. Kız öğrencilerin yüzde 40’ının lise öncesinde öğrenimi terk ettiği[6] bir tablo, 10-15 yıl içinde bugünkü durumu mumla arayacağımızı göstermiyor mu?

“Kadın birey değil, aile varlığıdır” görüşünün en ete-kemiğe bürünmüş tezahürünü bu partinin “beden politikaları”nda da görmüyor muyuz?

AKP’nin “beden politikaları”

Önce İstanbul Belediye Başkanı sıfatıyla kıydığı, sonraları Başbakan ve Cumhurbaşkanı vasfıyla tanık olarak katıldığı nikâh törenlerinde, geline, “en az 3 çocuk” talkınıyla tanıştık. Önceleri, kendine “Başkan baba”lık payesi biçen bir işgüzarın genç çiftlere “ayar çekmesi” gibi göründü. Ama iş, bununla kalmadı. Derken tam Roboskî tartışılırken gelen “Her kürtaj bir Uludere’dir!” absürdlüğü… Hemen ardından sökün eden kürtaja (ve sezaryene) ilişkin devletsel kısıtlamalar… “Çoğalın ki ben de ahirette ümmetimin çokluğuyla övüneyim,” dediği rivayet edilen bir peygamberin, “Biz milletimizi güçlü kılmak için hem nüfus itibariyle daha çok genç nüfusa, dinamik nüfusa ihtiyacımız var,”[7] deyip çocuk sahibi olmayan kadınları “yarım” ilan eden gayretkeş tilmizi… Böylelikle Türkiye sınırları dâhilinde kürtaj ve sezaryen fiilen yasaklanmış oldu; Diyanet İşleri’nin fetvası eşliğinde.[8]

Ama AKP burada durmadı… Kadın bedenine müdahalelerini sözel ve fiiliyatta sürdürüyor. Kâh “Hamile kadınlar sokaklarda dolaşmasınlar” buyuran bir din âlimi; kâh “kadın iffetli olmalı, herkesin içinde kahkaha atmamalı,” diyebilen bir meclis başkanı; “Dolmabahçe’deki ofisimde, Kadıköy’den gelenlerin durumuna bakıyorum da…” deyip yutkunan bir başbakan; devletlû’nun “kızlı erkekli oturuyorlar” lafı üzerine öğrenci evlerini basmaya koyulan kolluk kuvvetleri; ilk-ortaokullarda kız ve erkek öğrencilerin kullandıkları merdivenleri ayıran yöneticiler, örtünme “serbesti”sinin ilkokullara dek inmesi…

Ve bu coğrafyada herkesin bildiği “sır”: Çocuk gelinler. “Her ne pahasına olursa olsun nüfusu arttıralım,” dürtüsü, kız çocuğu bir an önce kazasız belasız sahibine devredilmesi gereken patlayıcı olarak gören namus anlayışı, kız çocukların “başlık parası” kisvesiyle alınıp satıldığı yoksulluk sahnesi, 8-9 yaşında kocaya verilmelerine cevaz veren dinsel gelenekler birleştiğinde, “Kadınların yüzde 40’ının çocuk gelin”[9] olması, karşısında AKP’nin ne yapmasını bekliyorsunuz?

Ortalama erkek yurttaşlar bu “beden politikaları”nı son derece doğrudan okudular. Ve AKP iktidarı boyunca, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri kat be kat arttı…

Kadına yönelik şiddet

Denk düşürdükçe (ya da “başı sıkıştıkça” mı demeli?) toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin kavrayışımıza “Eşitlik kadının fıtratına aykırıdır”[10]; “Kız mıdır kadın mıdır, bilemem!”[11]; “Anneliği reddeden kadın eksiktir, yarımdır”[12] kerametlerini buyuran “imam” karşısında erkek cemaat coştukça coşuyor. Kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri, kriminoloji literatüründe içine yerleştirildikleri “namus/töre cinayetleri – şehvet suçları” kapsamını çoktan aşarak, “yaratıcı işkence yöntemleri” boyutuna büründü: tüfek harbisiyle tecavüz; tırnak sökme; burun kesme; baltayla, pompalı tüfekle, yakarak, parçalayarak öldürme; bütün bir kasaba ricalinin bir kız çocuğuna topluca ve yıllar boyu tecavüz etmesi; devletin kurumlarında, “koruma altındaki” kadın ve/veya çocuklara yönelik süregiden cinsel istismarlar… Ve karşılarındaki, kravat takıp el pençe divan duran faillere karşı sonsuz ve suç ortaklığı sınırlarına varan bir hoşgörü gösteren hâkimler…[13] Günde en az üç kadın cinayeti…

Ve bütün bunları dert edinmeyen, tüm çabasını “evlilikte acı günler de olur, tatlı günler de… Sen de kocanı idare ediver, kızım,” “Kol kırılır yen içinde kalır,” “Koca bu, döver de sever de” kıvamında “aile yuvasının dağılmamasına”, boşanmaların azaltılmasına yoğunlaştırmış bir iktidar!

Bütün bunların sonucu: Boğaz tokluğuna kadın emeği

Olayların buraya kadarı, İslâm referanslı bir muhafazakârlığı toplumsal yaşama nüfuz ettirme, toplumun kodlarını dinsel bir çerçeveye uyacak tarzda dönüştürme konusunda uzun soluklu ve sebatkâr bir stratejiye işaret etmeye yetiyor. Ancak hikâyenin tamamı bu değil. İşin bir de, AKP’nin bu ülkede “şampiyonluğu”nu üstlendiği neoliberal iktisat politikalarıyla bağlantılı yönü var.

AKP’nin “İslâmcılığı”nın iktisadî alandaki karşılığı, yıllarca Marmara sermayesi karşısında “ötelenmiş” Anadolu sermayesinin ulusal pastadaki payını büyütme ve küresel piyasayla bütünleşme çabasının motoru olmak. Bunu bir yandan (TSMF gibi) devlet aygıtları, bir yandan hileli ihaleler, bir yandan da bu sermayenin istihdam ettiği işgücünü alabildiğine ucuzlatarak gerçekleştiriyor.

İşgücünü ucuzlatmak… Bu girişimin bir yanı başta Suriyeliler olmak üzere sığınmacıları boğaz tokluğuna dayanıyorsa eğer; çok önemli bir boyutu, kadınları düzenli istihdam piyasasının dışına iterek kayıt dışına mahkûm kılmaktır.

Gerçekten de AKP iktidarı boyunca formel sektörlerde çalışan kadınların sayısı neredeyse istikrarlı bir tempoda azalıyor. Kadın emekçiler kayıtlı istihdamın üçte birinden daha azını oluşturuyor.[14] “Doğurun, daha çok doğurun” söylemleriyle kadınlar -eğitim düzeylerine bakılmaksızın[15] evlere doğru itiliyor. AKP hükümetlerinin birbiri ardı sıra açtığı “kadın istihdamı paketleri” de, kadın istihdamını arttırmaktan çok, kadın doğurganlığını arttırmayı hedeflemekte.

Evlere püskürtülen, ancak çoğunlukla kendilerini derinleşen bir yoksulluk içinde bulan kadınların önünde ise, büyük çoğunluğunun içinde yer aldığı muhafazakâr ortamda, “aile bütçelerine katkıda bulunabilecekleri” tek seçenek bulunmaktadır: esnek, son derece düşük ücretli, güvencesiz, kayıtsız işler.[16] Bunlar işyerinde değil de çoğunlukla aile ortamında gerçekleştirildikleri için, bu kadınlar kendilerini “işçi/ emekçi” olarak değil, aile bütçelerine katkıda bulunan “ev kadınları” olarak tanımlamaktadır: bu nedenledir ki örgütlenmezler, hak mücadelesine yabancıdırlar, talepkârlık düzeyleri son derece düşüktür. “(Kadın istihdamını arttırma ve ‘çok çocuk doğurun’ söylemleri arasında) ciddi bir çelişki var. Bu mantığı ancak esnek çalışma modeline dayandırabilirseniz olur. Zaten yapılmaya çalışılan da bu. Biz bu sistemin kadın istihdamı için tehlikeli olduğunu düşünüyoruz,” diyor Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi (KEİG) Platformu’ndan Nevra Akdemir.[17]

“Esnek çalışma”… yani işçi olduğunun, sömürüldüğünün, sırtından devasa artık değer devşirildiğinin bilincine varmadan, çoğunlukla mahalleden bir aracı, konu-komşudan bir elci, akrabadan ya da cemaatten bir taşeron-patron için, ürettiklerinin uluslararası markalar tarafından el yakan fiyatlarla pazarlandığının farkında dahi olmadan, günde 13-14 saat, boğaz tokluğuna çalışmak… Bu arada ev işlerini, çocukları, bulaşığı, çamaşırı da ihmal etmemek… Yani hem üretimi, hem de yeniden üretimi, boğaz tokluğuna üstlenmek… Ve milliyetçi-muhafazakâr Anadolu sermayesini uçuşa geçirmek… 10-15 yıl öncesine dek birer imalathaneden ibaret işletmeleri, “dünya zenginleri” listesinde yer alan dev holdinglere dönüştürmek. Ramazanlarda lüks arabalarıyla mahallelerine teşrif edip iftarlık dağıtan Ray-Ban gözlüklü, Vuitton çantalı, ipek tesettürlü patron aileleriyle “din kardeşi” olmanın gururunu yüreğinde hissederek!

Evet, gerçekten de AKP’nin muhafazakârlığı, İslâmcılığı ve neoliberalizmi, toplumun geniş kesimlerini, ama özellikle de kadınları yıkıma uğratan tutarlı, tutunumlu ve -kabul etmeli ki etkili- bir pakettir.

Sibel Özbudun

N O T L A R

[1] “Gökyüzünün karanlık kefeniyle örtük/ Yıldızların delik deşik ettiği ölüleriz.” (Murathan Mungan.)

[2] Ve dönemin “yandaş” yazarları, bu tutuma arka çıkmak için fora ediyorlardı kalemlerini. Örneğin Nazife Şişman, Zaman’dan şöyle seslenmekteydi: “… ‘Kadın’ vurgusu illa aile karşıtı olmayabileceği gibi, ‘aile’ vurgusu da kaçınılmaz bir şekilde kadını ikincilleştiren, bizatihi onu ezen bir konumlandırmayı ihsas ettirmiyor olabilir.” (Nazife Şişman, “Kadına Karşı Şiddet mi, Kadına Karşı Aile mi?”, Zaman, 10 Mart 2012, s.22.) Bir kadın “sosyolog”un ağzından, şiddete uğrayan kadınlara ilişkin vakaların neredeyse tamamında failin bir erkek aile bireyi (koca, baba, erkek kardeş) olduğuna ilişkin verilerin ortaya saçıldığı bir dönemde fazla “gayretkeş” bir saptama!

[3] Türey Köse, “Kadının Adı Devletten Siliniyor”, Cumhuriyet, 5 Aralık 2013, s.10; Işıl Özgentürk, “Devlet Kadını Siliyor”, Cumhuriyet, 3 Aralık 2013, s.8… Ama hâl-i hazırda bu komisyonun başkanı, bir erkek! (“İlk Fırsat Eşitliği Erkeklere Oldu” Evrensel, 2 Aralık 2015.) İşlevselliğini siz tahmin edin…

[4] “TBMM Boşanma Komisyonu Kadın Ve Çocuk Haklarını Sıfırladı”, Evrensel, 16 Mayıs 2016… http://www.evrensel.net/haber/280306/tbmm-bosanma-komisyonu-kadin-ve-cocuk-haklarini-sifirladi

[5] “CHP’li Dudu: AKP İktidarında Kadın Yönetici Sayısı Düştü”, 8 Mart 2016, Cihan HA… https://www.cihan.com.tr/tr/chp-hatay-milletvekili-mevlut-dudu-8-mart-dunya-emekci-kadinlar-gunu-akp-kadin-yonetici-sayisi-dusus-2031243.htm

[6] Mustafa Çakır, “Sistem Kızları Eve Kapatıyor”, Cumhuriyet, 23 Mart 2015, s.15.

[7] “Doğum Kontrolü İhanet”, Hürriyet, 23 Aralık 2014,s.15.

[8] AKP iktidarının “Şeyhülislâm”ı, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, 4 Haziran 2012 tarihinde Sapanca İl Müftüleri toplantısında yaptığı konuşmada, “Anne karnındaki ceninin, bebeğin de kendisine ait hayat hakkı vardır. Ne annesinin, ne de babasının onun üzerinde mülkiyet hakkı olmadığı gibi, onun hayatı üzerinde vazgeçme, sonlandırma yetkisi de yoktur,” buyurmuştu (“Diyanet İşleri Başkanı Görmez: Annenin Hayatı Sonlandırma Hakkı Yoktur”, Milliyet, 5 Haziran 2012, s.17). Ancak cenin “haklarını” ana-babasına karşı savunan hazretin, 12-13 yaşında evlendirilen kız çocukları, dini vakıflarda tecavüze uğrayan çocuklar, PKK’ye karşı savaşta öldürülen Kürt bebelerin hakları konusunda bir şey söylediğini duymadık!

[9] “Kadınların Yüzde 40’ı ‘Çocuk Gelin’…”, Milliyet, 17 Mayıs, 2015, s.18.

[10] Hatırlayalım: “Kadın ile erkeği eşit hale getiremezsiniz. Fıtratları farklı. Bazen erkek-kadın eşitliği diyorlar. Kadın kadına eşitlik doğru olanıdır. Erkek erkeğe eşitlik doğru olanıdır.” (1. Uluslararası Kadın ve aile Zirvesi’nde yaptığı konuşmadan, “Eşitlik Kadının Fıtratına Aykırı”, Cumhuriyet, 25 Kasım 2014, s.6)…

[11] Konya mitinginde, Hopa’daki olayları protesto etmek için tank üzerine çıkan ve polis müdahalesi sonucu kalçası kırılan Halkevleri Merkez Yürütme Kurulu üyesi Dilşat Aktaş’a yönelik sözleri! (4 Haziran 2011.)

[12] KADEM hizmet binası açılış töreninden. (5 Haziran 2016.)

[13] “Kadın sosyal paylaşım sitesine ilişki durumunu evli yazmamıştı, adam öldürdü, tahrik edilmiş sayıldı. Adam duruşma salonundaki avukatları ‘karısına yaptığı gibi’ öldürmekle tehdit etti, görülmedi, ‘iyi hâl’ aldı. Adam kadını erotik filmdeki başrol oyuncusuna benzetti, mahkeme ‘benzetmiş olabilir’ diyerek kararını ‘tahrik’ indirimli verdi. Kadın belki sevdi, kaçtı ancak adam fiziksel şiddet uyguladı, mahkeme kaçma geçmişini dikkate alıp ‘rıza’ saydı. Kız çocuğu bira içti, akrabası olan adam cinsel istismarda bulundu, heyet ‘rıza var’ dedi.” (Damla Yur, “Kırmızı Mont, Beyaz Pantolon Yargı İçin Tahrik Sebebi”, Cumhuriyet, 13 Kasım 2015, s.15.)

[14] “Son 12 ayda artan 15 yaş üstü nüfusun, yani potansiyel işgücünün ancak yüzde 27’si işgücü piyasasına çıkmış. Ya diğerleri? 15 yaşını geçen bu nüfustan bir kısmı öğrenci, bunu anlarız, ama esas irkilten, ‘ev kadını-ev kızı’ konumuna geçirilenler. 12 ayda yaklaşık 500 bin kadın evlere tıkıldı ve ‘ev kadını’ olarak kodlanan kadın sayısı 12.2 milyona çıktı.” (Mustafa Sönmez, “500 Bine İş, 500 Bine de Ev Kadınlığı”, Cumhuriyet, 16 Haziran 2012, s.12.)

[15] İstihdamın dışına itilmekten yüksek öğrenimli kadınlar da kaçınamıyor: Mayıs 2008 itibariyle kadın işsiz sayısı 129 bin dolaylarında iken, 2013’te bu sayı ikiye katlanmıştı: 265 bin. (“Kadının İşle İlişkisi Kesiliyor”, Birgün, 19 Ağustos 2013, s.4.)

[16] “Çalışan Her 100 Kadından 53’ü Kayıt Dışı Çalıştırılıyor” Evrensel, 18 Kasım 2013, s.4.

[17] “Patriarkal Kapitalizm ‘Kadın’ Üzerinden Besleniyor”, Cumhuriyet, 11 Mart 2013, s.9.

Kaynak: halkingunlugu.net

Share
. tarafından

Kıvılcım Arat’ı gözaltına almaya çalıştılar

Haziran 20, 2016 de ANASAYFA . tarafından

Polis, İstanbul Valiliği’nin hukuk dışı yürüyüş yasağının ardından 7’inci Trans Onur Yürüyüşü için Taksim’de toplananlara saldırdı.

image

Polis sabah saatlerinden itibaren meydan ve İstiklal Caddesi’ni abluka altına almıştı. İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği’nin de bulunduğu sokağa yığınak yapan polis, sokağı giriş çıkışlara kapattı.

Transfobi karşıtları dernek önünde toplandı, Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Selina Doğan da kitleye eşlik etti. Polis dernek yetkilileri ile görüşmek isteyince, yetkililer Fransız Kültür Merkezi önünde görüşmek istediklerini belirtti ancak polisin yanıtı “Eğer gidebilirseniz görüşürsünüz” diyerek tehdit etmek oldu.

Kıvılcım Arat’ı gözaltına almaya çalıştılar.

image

Polis görüşmelerden sonra dernek önünde basın açıklaması yapılmasına izin verdi, ardından açıklamayı engelledi. Basın açıklamasını okuyan İstanbul LGBTİ’den Kıvılcım Arat’ın mikrofonuna vuran polis, Arat’ı gözaltına almaya çalıştı.

Sokakta gazetecilerin bir kısmını dışarı çıkaran ve darp ederek kitleyi dağıtmaya çalışan polis, görüntü ve fotoğraf almaya çalışan gazetecileri de darp etti. Polis, kitlenin dağılmaması üzerine bu kez gaz bombaları ve plastik mermilerle saldırdı. Çıkan arbedede gözaltına alınanlar olduğu öğrenildi.

Gözaltına alınan yürüyüşçülerden biri, polis aracına götürülürken, “Alışın buradayız, hiçbir yere gitmiyoruz” diye tepki gösterdi.

Polis, İstiklal Caddesi ve çevresinde grupların bir araya gelmesine izin vermezken, bir kişi de gökkuşağı bayrağını yakarken görüntülendi.

kaynak: Diken

Share
. tarafından

Polis saldırısı nedeniyle okunamayan Trans Onur Yürüyüşü açıklaması

Haziran 20, 2016 de ANASAYFA . tarafından

 

“Kendi normunu tüm topluma dayatan ve uymayanları açık hedef haline getiren bu anlayışın Kürtlere, Alevilere, Ermenilere, Rumlara, Romanlara, LGBTİ’lere, Kadınlara, işçi ve emekçilere katliamdan başka getireceği hiçbir şey yoktur.”

image

“6 yıl üst üste düzenlenen ve kamu düzeni adına hiçbir sorun yaşanmayan Trans Onur Yürüyüşü devlet ve gerici grupların işbirliği ile terörize edilmiş, hafta organizasyonunda görev alan arkadaşlarımız hedef haline getirilmiştir. Toplumda yaratılan nefret kültürü ile saldırıların zemini hazırlanmış ve medya aracılığı ile LGBTİ’ler açık hedef haline getirilmiştir.

“Buradan bir kez daha deklare ediyoruz! Başlatılan bu nefret kültürü sonucu yaşanacak tüm saldırıların sorumlusu İstanbul Valisi Vasip Şahin, İstanbul İL Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, İç İşleri Bakanı Efkan Ala ve göz yumup teşvik eden AKP iktidarıdır. “

“7. Trans Onur Yürüyüşü’nün basın açıklaması şu şekilde:

“Bu yıl 7.’sini, düzenlediğimiz Trans Onur Haftası Orlando katliamının hüznü ve öfkesi gölgesinde başladı. Katliamın yasını bile tutamadan başlayan tartışmalar toplumda yaratılmaya çalışılan nefret kültürünün geldiği boyutu göstermek adına önemli bir yerde durmaktadır. Cihatçıların, selefi grupların basın ve sosyal medya üzerinden yaptığı katliam çağrıları Valiliğin yasak kararı ile birbirini tamamlamış ve aralarındaki iş birliğini ortaya çıkarmıştır. Yapılan katliam ve engel çağrılarına işlem başlatmayan devlet yetkilileri tehditvari açıklamalar ile bu katliamcı grupları desteklemiş yürüyüşe katılmak için anayasal haklarını kullanmak isteyen insanları ise hedef göstermiştir.

“Bizler bu işbirliğini Sivas’tan, Maraş’tan biliyoruz!

“Bizler bu işbirliğini Suruç’tan, Amed’ten, Ankara’dan biliyoruz!

“Bizler bu işbirliğini trans cinayetlerinden ve katillerle çekilen fotoğraflardan tanıyoruz!

“6 yıl üst üste düzenlenen ve kamu düzeni adına hiçbir sorun yaşanmayan Trans Onur Yürüyüşü devlet ve gerici grupların işbirliği ile terörize edilmiş, hafta organizasyonunda görev alan arkadaşlarımız hedef haline getirilmiştir. Toplumda yaratılan nefret kültürü ile saldırıların zemini hazırlanmış ve medya aracılığı ile LGBTİ’ler açık hedef haline getirilmiştir.

“Buradan bir kez daha deklare ediyoruz!

“Başlatılan bu nefret kültürü sonucu yaşanacak tüm saldırıların sorumlusu İstanbul Valisi Vasip Şahin, İstanbul İL Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, İç İşleri Bakanı Efkan Ala ve göz yumup teşvik eden AKP iktidarıdır.

“Ramazan ayına saygısızlık bahanesi ile başlatılan bu tartışma, bizlere sunulan Yeni Türkiye zırvasında Türk, Müslüman, Sünni ve Erkek olmayanların toplumun neresinde duracağını göstermektedir. Kendi normunu tüm topluma dayatan ve uymayanları açık hedef haline getiren bu anlayışın Kürtlere, Alevilere, Ermenilere, Rumlara, Romanlara, LGBTİ’lere, Kadınlara, işçi ve emekçilere katliamdan başka getireceği hiçbir şey yoktur.

“Twitter üzerinden Cumhurbaşkanı’na yöneltilen her eleştiri ev baskınları, gözaltılar ve tutuklamalar ile karşılanırken, aleni saldırı çağrıları ise görmezden gelinmekte, hak savunucularının şikâyetleri ise işlemsiz bırakılmaktadır. Cihatçı terörist grupların rahatlıkla hareket ettiği, sınırın boydan boya açıldığı, hastanelerde militanların tedavi edilip tekrardan savaş alanına yollandığı bir ülkede hiç birimiz güvende değiliz.

“Tüm bu gerçekliğin ortasında trans toplumunun durumu ise daha vahim bir yerde durmaktadır. Toplumsal yaşamda kamufle olmayan translar hedef haline getirilmekte ve temel bütün haklardan mahrum edilmektedir.

“Kendini sosyal devlet olarak tanımlayan Türkiye Cumhuriyeti, yaşama, barınma, eğitim, sağlık ve ulaşım haklarımızı gasp ederek bizleri eşi benzeri görülmemiş bir baskı cenderesi altında yaşamaya zorlamaktadır.

“Bizler gökkuşağının çocukları olarak bir kez daha haykırıyoruz;

“Bu toprakların sahipleri ve aydınlık günlerin teminatıyız!

“Eşit, özgür, demokratik bir dünya için mücadele etmeye devam edeceğiz.

“Orlando’da katledilen arkadaşlarımızın anısı önünde saygıyla eğiliyor, homofobi ve transfobinin olmadığı bir dünya sözü veriyoruz!

“Orlando’yu unutma, unutturma!

“Nefrete inat yaşasın hayat!

“Nefret cinayetleri politiktir!”

İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği

kaosgl.org

Share
. tarafından

Çilem Doğan serbest!

Haziran 20, 2016 de ANASAYFA . tarafından

Sinem UĞURLU
İstanbul

image

Evlendiği günden bu yana kendisine sistematik olarak şiddet uygulayan ve fuhuşa zorlayan Hasan Karabaulut’u öldüren Çilem Doğan hakkında 50 bin lira kefaletle tahliye kararı verildi. Çilem Doğan’ın 8 Haziran’da görülen duruşmasında mahkeme “Ağır tahrik altında kasten öldürme” suçundan 18 yıl hapis cezası vermiş, mahkemedeki tutumu nedeniyle ceza 15 yıla indirilmişti. Kadınlar ve Çilem Doğan’ın avukatları, Doğan için meşru müdafaa kapsamında beraat kararı verilmesini istiyordu.

Mahkemeden beraat yerine ceza çıkmasının ardından Doğan’ın avukatları tutukluluk durumunun tekrar değerlendirilmesi talebinde bulundu. Mahkeme talebi kabul ederek Çilem Doğan’ın 50 bin kefaletle tahliyesine karar verdi.

Kararı Evrensel’e değerlendiren Adana Kadın Platfotrmu’ndan ve Çilem Doğan’ın avukatlarından Sevil Aracı, “Baştan beri olması gereken buydu. Çilem’in 1 senedir özgürlüğünden mahrum bırakılması haksızlık. Yargıtay’ın da cezayı tamamen bozacağını ümit ediyoruz. Olayın meşru müdafaa sınırlarında kabul edileceğini ve ceza verilmeyeceğini umuyoruz. Kararı mutlulukla karşıladık” dedi.

ÇİLEM DOĞAN: KİRPİĞİMİZ YERE DÜŞMESİN DİYE MÜCADELEYE DEVAM
Kefalet bedelinin ödenmesinin ardından Tarsus Kadın Cezaevinde kalan Çilem Doğan akşam saatlerinde serbest bırakıldı.
Doğan yaptığı açıklamada, “Çok heyecanlıyım. Kadınlara, basına, avukatlarıma çok teşekkür ediyorum. Biz yine mücadele etmeye devam edeceğiz. Kipriğimiz yere düşmesin diye, kadınlar ölmesin diye mücadeleye birlikte devam edeceğiz” dedi.

kaynak: evrensel

Share
. tarafından

Kadın özgürlük mücadelesinde filizlenen önderlik: Clara Zetkin

Haziran 20, 2016 de ANASAYFA . tarafından

Emeğin ve kavganın lideri Clara Zetkin, mücadelenin bayrağını kendinden sonraki kadınlara devrederken “Yaşamın olduğu her yerde savaşmak istiyorum” dedi. Clara’ya bu sözü söyleten ezilen kadınların, yaşama, çalışma ve savaşma hakkı olmuştu. Kadınlar Clara’dan aldıkları sözün hakikatiyle yaşamın olduğu her yerde savaşmaya devam ediyorlar

HABER MERKEZİ (20.06.2016) – Emeğin ve kavganın lideri Clara Zetkin, mücadelenin bayrağını kendinden sonraki kadınlara devrederken “Yaşamın olduğu her yerde savaşmak istiyorum” dedi. Clara’ya bu sözü söyleten ezilen kadınların, yaşama, çalışma ve savaşma hakkı olmuştu. Kadınlar Clara’dan aldıkları sözün hakikatiyle yaşamın olduğu her yerde savaşmaya devam ediyorlar.

image

Tarih sahnelerine devrimle isimlerini yazdıran kadınlar ölümlerinden sonra bile taşıdıkları devrim bayraklarını yüceltebiliyor. “Göğün yarısı olan kadınlar, kavganın da yarısıdır” diyen bilge savaşçı Clara Zetkin, ezilen kadınlığın mutlak zaferine giden yolda devrimin ve eylemin anlamdır. Ölümünün yıl dönümü olan 20 Haziran’da kadın özgürlük mücadelesinde emeğinin paha biçilemez gerçekliğini işleyerek bir kez daha Clara Zetkin’i anmak ve hatırlamak istedik. Clara Zetkin’in 83’üncü ölüm yıl dönümünde yaşamını ve eylemini işledik.

Dünyanın tüm ezilen kadınlarının ve sosyalist kadınların, silinmiş, savrulmuş ve kendi dünyalarından bu kadar uzaklaştırılmak istendiği bir döneme şahitlik ederken Clara Zetkin’in adı, yaşamı ve eylemi yeniden ele alınması gerekir. Onun yaşamında kadının dünü, bugünü, geleceği ve ait olduğu toplumsal devrimi kadının Tanrıça dönemine özlemine dair çok şey var. Clara, emekçi kadın kitlelerini, devrimler çağındaki varlığını, ezilen bir cins olarak kendi varlıklarını güçlendirmediği, sıçratmadığı ve aslında bu nedenle toplumsal devrimlerin de yarım kaldığı bir sürecin kadınıdır.

Tarihe geçmiş kadın lider Clara Zetkin’

“Mücadelenin ve kavganın yarısı kadınlar olsun” önermesinin liderliğini yapan Clara’nın bu çıkışı tamamen tarihseldir. Bu önermede ifadesini bulan bilinç ve yaklaşım, işçi sınıfının toplumsal devrimdeki rolü ve kimliğini hem sorgulayan, hem de gelişimini itekleyen bir öz taşır. Devrimin ayaklarının en önemli kısmının kadın olacağını ve kapitalist egemen yapının en güçlü erk damarı yani erkekliğin aşılmadan devrimci bir bilincin yaşatılamayacağını bilen Clara için süreç oldukça zordur. Koşullar göz önüne alındığında referansların kısıtlı olduğu ve var olan öğretilmiş zihniyetin kolay kolay aşılmayacağı elbette aşikârdır. Dönemin koşullarında sorun kadın gerçekliğini görmemek değil bununla nasıl ilişki kurulacağı, bu ilişkinin ötesinde devrimci olup olmayacağı sorunudur. Daha sonraları 19’uncu yüz yıl boyunca emekçi kadınlar kendi liderlerini yaratmaya başlamıştır. O yüzyıldaki sınıf savaşımının kadın özgürlük arayışıyla kesiştiği noktada duran tarihe geçmiş kadın lider, Clara Zetkin’den başkası değildir.

Sanki kanat takmışım gibi geldi bana’

Clara Zetkin, 2. Enternasyonalin 1889 Paris Kuruluş Kongresi’nde konuşmasını bitirip kürsüden indiğinde, “Sanki kanat takmışım gibi geldi bana” diyordu. Aşılması zor ama bir o kadar da zaferlerle dolu zorlu bir mücadeleye kanat açtığını vurgulayan bir kadının ve onun kimliğinde tüm emekçi kadınların tarihsel yolculuğu kongrede yaptığı konuşmayla başlamış oldu. Clara, yaptığı konuşma ezilme tarihlerinin karanlık koridorlarından, ilk kez güneşe çıkan kadınlığın ferahlını anlatıyordu. Kanat takmış gibi hissettiren bir ferahlıktı bu.

Kadınlar sosyalizm bayrağı altına girmiştir’

2. Enternasyonal Kuruluş Kongresi kürsüsünden, “İnsanoğlunu insanoğlu yapan tüm özelliklerin kurtuluşu için gereken şeyleri bayraklarına yazanlar, insan türünün koskoca bir yarısını ekonomik bağımlılığa zorunlu tutarak, politik ve sosyal köleliğe mahkum etmemelidir. Bir işçi nasıl ki, bir kapitalist tarafından boyunduruk altına alınıyorsa kadına da aynısı kocası tarafından yapılmaktadır. Kadın, ekonomik özgürlüğünü almadığı sürece de boyun­duruktan kurtulamayacaktır” diyerek seslenen Clara, kadının kurtuluşu mücadelesinin ve kadın devriminin nerede, nasıl başladığına dair soruların yanıt oluyordu.

Kadınlar hala savaşıyorlar

Sosyalizmin kadın kurtuluş ideolojisindeki yerini, kadın kurtuluş ideolojisinin ise sosyalizmdeki yerini, büyük bir öngörü ile çözümleyen Clara, tarihi konuşmasındaki şu sözlerle bugün hala sosyalist bayrak altında mücadele eden kadınların öncüsü sayılıyor: “Erkeklerin yardımı olmaksızın, hatta çoğu zaman erkeklerin itirazlarına rağmen, kadınlar sosyalizm bayrağı altına girmiştir. Hatta şunu da itiraf etmek gerekir ki, bazı durumlarda kendi iradelerinin dışında, salt ekonomik koşulların açıklıkla kavranmasıyla o yöne doğru istemsizce sürüklenmişlerdir. Fakat artık bu bayrağın altındalar ve orada kalacaklar! Bu bayrağın altında, eşit haklara sahip insanlar olarak kabul edilmek için savaşacaklar!”

Clara’nın 6 maddede kadınlar için talepleri

Birçok kongrede kadın emeği ve kimliği adına en çarpıcı konuşmalara imza atan Clara, rüzgar gibi geçip adeta devrimi hızlandırdı. Clara’nın, Gotha Kongresi konuşmasında dile getirdiği öneriler ise onun görüş açısını doğru anlamak bakımından çarpıcı bir göstergedir. Kongre tarafından kabul edilen ve programının unsuru haline gelen öneriler, genç sosyalist kadın hareketinin Alman devrim tarihindeki önemli eşiği olmuştur. Clara’nın maddeleştirdiği talepler şöyledir: Kadın işçi koruma yasasının genişletilmesi fabrikalara kadın denetimcilerin yerleştirilmesi, eşit işe eşit ücret, tam politik eşitlik, eşit eğitim ve serbest iş olanağı, kadının özel haklarında eşitlik.

Yaşamın olduğu her yerde savaşmak istiyorum’

“Yaşamın olduğu her yerde savaşmak istiyorum” diyen Clara’ya bu sözü söyleten ezilen kadınların, yaşama, çalışma ve savaşma hakkıydı. 21. yüzyılda kadın özgürlük mücadelesine ışık tutan Clara Zetkin için yazılması, söylenmesi gereken sayfalar dolusu kelimeler varken tarihi geçmişinden kesitler vererek ilan ettiği devrimi bir kez daha hatırlatmak istedik. Dünyanın ezilen emekçi kadınlarının, proleter devrimler çağında günümüze ulaşan yakın tarihini başlatan Clara, bugün hala barikat önünde çatışan ve sloganlarıyla mücadelesini dünyaya duyuran kadınların direnişinde yaşıyor.

JINHA

Share
. tarafından

İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği: Karanlığa teslim olmayacağız!

Haziran 20, 2016 de ANASAYFA . tarafından

İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği, dün yapılmak istenen Onur Yürüyüşü’ne polis saldırısıyla ilgili basın toplantısı düzenledi. İnsan Haklar Derneği’nde düzenlenen basın toplantısında LGBTİ’lerin varlığının dahi sistem için bir sorun olduğu ve ülke demokrasisinin geldiği vahim noktaya vurgu yapıldı

image

İSTANBUL (20.06.2016) – İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği, dün yapılmak istenen Onur Yürüyüşü’ne polis saldırısıyla ilgili basın toplantısı düzenledi. İnsan Haklar Derneği’nde düzenlenen basın toplantısında LGBTİ’lerin varlığının dahi sistem için bir sorun olduğu ve ülke demokrasisinin geldiği vahim noktaya vurgu yapıldı.

Basın metnini okuyan Eylem Çağdaş, şunları söyledi; ” 7. kez düzenlediğimiz Trans Onur Yürüyüşü sırasında yaşananlar Türkiye demokrasisinin geldiği vahim noktayı göstermek adına önemli bir noktada durmaktadır. En demokratik hakların kullanımının dahi TOMA, su, biber gazı, plastik mermi ve coplarla engellendiği bir ülkede hiç birimiz güvende değiliz ve olamayacağız”.

Açıklamada, Güvenlik Şube polisleri ile görüşüldüğü ve basın açıklaması noktasında uzlaşıldığı ancak çevik kuvvetin buna rağmen saldırdığı ve 11 kişiyi gözaltına aldığı belirtildi.

“Kıvılcım Arat hedef gösterildi”

Açıklamada, Kıvılcım Arat’ın polis tarafından hedef gösterildiği ve gözaltına alınmaya çalışıldığı belirtilerek, “Arat, farklı noktalarda hedef gösterilmiş, sürekli polis şiddeti ile yüz yüze kalmıştır. Bizler bu olayla bir kez daha gördük ki hak arama mücadelesi dahi tehlikeli bir noktaya sokulmuş, dernek çalışanlarımız açık hedef haline getirilerek can güvenlikleri tehlikeye atılmıştır” dendi.

Açıklamada ayrıca polis saldırısında CHP Milletvekili Selina Doğan ve HDP İstanbul Milletvekili Erdal Ataş’ında tartaklandığı ve plastik mermilerin hedefi olduğu, halkın seçilmiş vekillerine yapılan saldırıların ise kaygı verici olduğu belirtildi.

“Yaratılan karanlığa teslim olmayacağız!”

Açıklamada devamla, “yaratılan karanlığa teslim olmayacağız” ifadeleri kullanılırken, “özgür ve demokratik bir ülkede eşit vatandaşlık haklarımızı almak için mücadele etmeye devam edeceğiz” dendi.

Basın toplantısına katılan Avukat Eren Keskin, polis saldırısıyla ilgili iç hukuk sürecini tükettikten sonra uluslararası mahkemelere de başvuracaklarını söyledi. Keskin ayrıca, cihatçı faşist çetelerin polis tarafından bilinçli bir şekilde eylem alanına doğru yönlendirildiğini aktardı.

İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği üyesi ve DKH faaliyetçisi Kıvılcım Arat ise konuşmasında şu ifadelere yer verdi; “Polisin hedef göstermesiyle gözaltına alınmaya çalışıldım. Devlet tarafından bilinçli bir şekilde hedef gösteriliyorum. Can güvenliği kaygım var. Başıma gelecek olaylardan İstanbul valisi ve İstanbul emniyet müdürü sorumludur.”

kaynak: halkingunlugu.net

Share
. tarafından

Fincancı: İyi bir şey yaparak tutuklanmak onurdur

Haziran 22, 2016 de ANASAYFA . tarafından

 

Tutuklanan Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın Bakırköy Hapishanesi’nden gönderdiği mesajında, “Bu kararı bekliyordum. Şaşırmadım. Böyle bir dönemde burada olmak, iyi bir şey yaptığımızın göstergesidir. Türkiye’de devlet tarafından tutuklanmak bir onurdur” dedi

image

HABER MERKEZİ (21-06-2016)- Özgürlükçü Hukukçular Derneği (ÖHD) Eş Genel Başkanı Avukat Rotinda Polat ile ÖHD’li kadın avukatlar, dün tutuklanan Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’yı Bakırköy Kapalı Kadın Hapishanesi’ni ziyaret etti. Avukatlarla sohbet eden Fincancı’nın gönderdiği mesajında, “Bu kararı bekliyordum. Şaşırmadım. Böyle bir dönemde burada olmak, iyi bir şey yaptığımızın göstergesidir. Türkiye’de devlet tarafından tutuklanmak bir onurdur” ifadelerine yer verdi.

Avukatlar, Fincancı’nın kendileri ile dayanışma içerisinde olan herkese selamlarını gönderdiğini söyledi.

halkingunlugu.net

Share
. tarafından

Onur Haftası Komitesi: “Onur Yürüyüşü’nü gerçekleştiremeyeceğiz”

Haziran 24, 2016 de ANASAYFA . tarafından

Komitesi’nden, 26 Haziran’da yapılması planlanan Onur Yürüyüşü’ne ilişkin açıklama: 14. Onur Yürüyüşü’nü gerçekleştiremeyeceğimizi üzüntüyle duyuruyoruz. Pazar günü Beyoğlu’nun her sokağında, her caddesinde birbirimize kavuşuyoruz.

image

İstanbul Valiliği’nin 26 Haziran LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’nü yasaklaması ve ardından basın açıklaması bildirimine de “hassasiyetleri” gerekçe göstererek, “uygun bulmuyoruz” cevabı vermesinin ardından Onur Haftası Komitesi’nden açıklama geldi.

Komitenin açıklamasında, “14. Onur Yürüyüşü’nü gerçekleştiremeyeceğimizi üzüntüyle duyuruyoruz. Ancak bizim kendimize duyduğumuz güven, ufkumuz ve hayallerimiz bir yürüyüşten, İstiklal Caddesi’nden, bu şehirden ve bu ülkeden çok daha geniştir. Varoluş mücadelemiz dünü, bugünü ve geleceği aşar çünkü biz hep buradaydık, buradayız ve burada olacağız” dedi. Pazar günü Beyoğlu’nun her sokağında “birbirine kavuşma” çağrısı yaptı.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Bilindiği gibi, geçen sene polisin saldırdığı LGBTİ+ Onur Yürüyüşü, 14. senesinde de İstanbul Valiliği tarafından yasaklandı. Benzer şekilde, bir hafta önce yapılan Trans Onur Yürüyüşü de açıklanan yasak üzerine polis tarafından engellendi.

“Bu gelişmeler üzerine, 24. LGBTİ+ Onur Haftası Komitesi olarak, 26 Haziran günü saat 17.00’da Tünel Meydanı’nda bir basın açıklaması yapmak üzere İstanbul Valiliği’ne bildirimde bulunduk ancak “uygun görülmediği” yanıtını aldık. Valilik, yasak gerekçesi olarak gösterdiği tehditlere karşı bizleri korumak yerine, Anayasa’da demokratik bir hak olarak yer alan “Gösteri ve Toplantı Yürüyüşleri Kanunu”nu ihlal etmeyi tercih etti.

“14. Onur Yürüyüşü’nü gerçekleştiremeyeceğimizi üzüntüyle duyuruyoruz. Ancak bizim kendimize duyduğumuz güven, ufkumuz ve hayallerimiz bir yürüyüşten, İstiklal Caddesi’nden, bu şehirden ve bu ülkeden çok daha geniştir. Varoluş mücadelemiz dünü, bugünü ve geleceği aşar çünkü biz hep buradaydık, buradayız ve burada olacağız.

“Hatırlarsanız, Emniyet güçleri Trans Onur Yürüyüşü’nde basın açıklamasını okumaya ve bir arada durmaya çalışan insanlara “Lütfen dağılın ve hayatın normal akışına dönmesine izin verin,” diye seslenmişti.

“Biz de bu çağrıya riayet ediyoruz: 26 Haziran Pazar günü, İstiklal Caddesi’nin her köşesine dağılıyoruz. “Hayatı ‘normal’ akışına döndürmek” için Pazar günü Beyoğlu’nun her sokağında, her caddesinde birbirimize kavuşuyoruz.

“12 yıl boyunca büyük bir coşkuyla gerçekleştirdiğimiz Onur Yürüyüşleri varoluşumuzu, onurlu bir yaşam sürme ısrarımızı ve her geçen yıl büyüyen mücadelemizi kutladığımız bir alandır. Sadece LGBTİ+ bireylerin değil, herkesin hayatına etki eder. Onur Yürüyüşü, insanlığa bir hayal kurdurur: Bu dünya başka türlü olsaydı, nasıl insanlar olurduk? Ne giyer, ne arzular, ne eyler, ne söylerdik? Bu kentin sokakları neye benzerdi? Aşkla örgütlenseydik, bizi birbirimizden ne koparabilirdi? Bedenimiz, emeğimiz ve geleceğimiz bizim elimizde olsaydı, nasıl olurdu? Yürüyüşümüzü gerçekleştiremesek de aklımızda bu hayallerle İstiklal’in sokaklarını doldurmaktan vazgeçmiyoruz.

“Bize dayatılan hayatı reddediyoruz. Şiddeti ve baskıyı normalleştiren, bizi yok sayan bir hayat değil, kendi seçtiğimiz, onurla varolduğumuz hayatı yaşamaya devam ediyoruz ve “Hayatı ‘normal’ akışına döndürerek:

“DAĞILIYORUZ, DAĞILIYORUZ, DAĞILIYORUZ…”

kaosgl.com

Paylaş |

Share
. tarafından

TC. Devleti Tarafından Lice’de Köyler Yakılarak Boşaltılıyor

Haziran 27, 2016 de ANASAYFA . tarafından

foto lice

AMED – Lice’de evlerin yıkılarak karargah yapıldığı ve ormanlık arazinin ateşe verildiği operasyonda, bu kez de Kerwas köyünde yaklaşık 90 ev askerler tarafından zorla boşaltılarak işgal edildi.

Diyarbakır’ın Lice ilçesinde devam eden operasyon ve bombardımanın ardından köyler boşaltılmaya başlandı. DİHA’da yer alan habere göre Yalaza köyünde bulunan yaklaşık 90 ev, askerler tarafından zorla boşaltıldı. Köyü işgal eden asker ve özel harekat polislerinin köylülere “Sıcak çatışmaya gireceğiz. Geniş kapsamlı operasyon yapacağız. Can güvenliğinizden sorumlu değiliz” diyerek, köyü zorla boşalttıkları öğrenildi.
Giriş çıkışların olmadığı köyde araç bulamayan köylüler, dün traktörlere bindirilerek köyden zorla çıkartıldı.

Öte yandan bir kaç aile tüm tehditlere rağmen evlerini terk etmedi. Yine Yalaza’ya bağlı Mehle Mezrası’nda yaşayan yüzlerce yurttaş da aynı baskı ile karşı karşıya. Burada oturan yurttaşlar, Lice üzerinden büyük bir oyunun oynandığını belirtti.

‘Köylerimizi terk etmeyeceğiz’

Köy sakinlerinden biri olan ve güvenliği nedeniyle soy ismini vermek istemeyen Özlem isimli bir yurttaş, “Burası bizim köyümüz. Yüzyıllık tarihimiz kültürümüz, dilimiz yaşatılıyor burada. Bugün askerler gelip buraları işgal edip bizim buralardan çıkmamızı istiyorlar. Ama biz hiçbir şekilde köylerimizden çıkmayacağız. Bizim bu tutumumuz insani bir tutumdur. Doğduğumuz toprakları terk etmeyeceğiz” diye belirtti.

’90’ları aşan uygulamalar devrede’

“Gözlerimizin önünde köylerimizi yakıp yıkıyorlar. Dağlarımızı bombalıyorlar” diyen Özlem, bu uygulamalarla köylerin insansızlaştırmaya çalışıldığını vurguladı. Halkın bin bir emekle inşa ettiği evlerinin devlet güçleri tarafından yakıldığını ifade eden Özlem, 90’ları aşan bir uygulamayla karşı karşıya olduklarını aktardı.
’90’lardaki gibi direniyoruz’

Lice üzerinde yapılan zulüm ve vahşetin kabul edilemez bir durum olduğunu vurgulayan Özlem, asker ve timlerin insanlara işkence ederek, baskı uygulayarak büyük bir korku oluşturmak istediğini de ifade etti. Lice’ye sevk edilen asker ve timlerin DAİŞ zihniyetiyle hareket ettiğini belirten Özlem, “Rojava’da Kürt halkı üzerinde yaşatılan baskı ve korku şimdi Lice’de uygulanmak isteniyor. Özel timler insanlara hareket ederek insani olmayan muameleler uyguluyor” dedi.

Özlem, “Bulunduğumuz çağ itibari ile yapılanlar vahşettir. Defacto bir savaş hali var Lice’de. Ciddi bir imparatorluk korkusu salınıyor. Ancak tüm bunlara rağmen, 90’larda köylerini terk etmeyerek direnenler şimdi de aynı direnişi sergiliyor” şeklinde konuştu.

‘Baskılara rağmen gitmeyeceğiz’

Yine yasakla birlikte merkezle olan iletişimlerinin kesildiğini paylaşan Özlem, yolların kapandığını ve bu nedenle gıda sıkıntısı çekmeye başladıklarını söyledi. Özlem, sözlerinin devamında ise şunları söyledi: “Kendi topraklarımızda ev hapsi yaşıyoruz. Dışa çıkamadığımız için tarlalardaki bostanlarımız kuruyor. Hayvanlarımızı otlatamıyoruz. Evde bulunan hayvanların yemleri de tükendi. Ama her şeye rağmen buradayız gitmiyoruz.”

Aycan Çakıl (37) da askerlerin köylerini mesken haline getirdiğini söyleyerek, günlerdir süren yangına işaret etti. Hiçbir şekilde dışarı çıkmadıklarını söyleyen Ayhan, Sur, Cizre ve Nusaybin üzerinde yapılan uygulamaların şimdi Lice’de uygulandığını söyledi.

‘Başarısızlığını esrar ile gösteriyorlar’

Kürt halkı üzerinde başlatılan operasyonların başarısızlıkla sonuçlandığını kaydeden Aycan, yandaş medyanın operasyonların adını ‘esrar operasyonu’ olarak değiştirdiğine işaret etti. Aycan, “Bulunduğumuz hiçbir yerde esrar yok. Esrarları askerler kendileri karakolların altında yapıyor. Bunu da kanıtlayabiliriz” dedi.

Köyleri yakıp yıkan devletin taş üzerine taş bırakmadığını söyleyen Aycan, her top atışlarında çocukların korkup çığlık attığını, can güvenliklerinin olmadığını söyledi.

‘AKP yenilecektir’

Günlerdir bombardıman altından yaşadıklarını söyleyen Neside Kocakaya (50) isimli yurttaş ise, tepkisini “Erdoğan kendi başkanlığı için Kürtler üzerinden büyük bir katliam yapmak istiyor. AKP rantı için başlattığı bu savaşta kendisi yenilecektir. 90’lardaki katliamlarda bilinçsiz olduğumuz için köylerimizi terk ettik. Ancak şimdi aynı uygulamalar ile karşı karşıyayız. Buna rağmen köylerimizi terk etmeyeceğiz” sözleriyle dile getirdi.

KAYNAK: Jinha

Share
. tarafından

Katliamın Sorumlusu Kana Susamış Erdoğan/AKP İktidarıdır!

Haziran 29, 2016 de ANASAYFA . tarafından

dhf-amblem-son-1-300x266

Vahşi katliamlar geleneğinin artık rutinleştiği bu tarihsel kesitte ve her an içimizden birilerinin bombaların hedefi olduğu bu durumda susmak ve karşı çıkmamak artık yaşananlara ortak olmak anlamına gelmektedir Bu bağlamda yeni katliamların ve saldırıların önüne geçmek için bulunduğumuz bütün alanlarda var gücümüzle haykırarak sokaklara çıkmalı ve hesap sormalıyız. Karanlığın zebanilerine karşı aydınlık bir gelecek ve yaşanılabilinir bir dünya umudunu kuşanarak, sesimizi öfkemizle ve bilincimizle buluşturalım, mücadele edelim ve hesap soralım

HABER MERKEZİ (29.06.2016)- Demokratik Haklar Federasyonu’nun Atatürk Havaalanı’nda gerçekleştirilen vahşi katliama dair kamuoyuna yaptığı açıklamayı olduğu gibi yayınlıyoruz.

“Kana susamış bir barbarlıkla halklarımıza savaş açan ve halklarımızın kanını akıtarak coğrafyamızı bir kan deryasına çeviren “TC” devleti ve somut uygulayıcısı Erdoğan/AKP iktidarı yeni katliamlarla halklarımızı vahşice katletmeye devam ediyor. Bölgesel ve uluslararası bütün politik eksenini ve ilişkilerini tamamen savaş, işgal, talan ve gericilik düzleminde biçimlendiren Erdoğan/AKP iktidarı insanlığın bütün tarihsel ve güncel ilerici birikimlerini ve kazanımlarını hedef alarak saldırmaya ve talan etmeye devam ediyor. Bunu yaparken de kendi gerici niteliğine uygun olarak kendisiyle aynı gerici düzlemde buluşan gerici-faşist odakları kullanmaktadır. IŞİD tam da bu zeminde beslenen ve halklara karşı savaşta barbarca rol oynayan öznelerden biridir. Kendi gerici politikalarını hâkim kılmak için engel teşkil eden ve barikat oluşturan tüm toplumsal dinamikler topyekûn gerici savaş konseptiyle katliamlardan ve kıyımdan geçirilerek zapturapt altına alınmaya çalışılmaktadır.  “TC” tarihinin en barbar katliamlarından biri olan 2 Temmuz Sivas Katliamı’nın 23. yılının öngünlerini yaşadığımız bugünlerde İstanbul/Atatürk Havaalanı’nda yaşanan kanlı katliam bu gerici ve barbar geleneğin sistematik olarak ve bir devlet politikası olarak devam ettiğinin açık kanıtıdır. Ki son bir yıl içinde yaşanan ve yüzlerce insanının vahşice katledildiği Amed, Suruç ve Ankara katliamları devletin girdiği yeni savaş yönelimini ve kitlesel katliamlar gerçekliğini ortaya seren bir yerde durmaktadır.

En son dün yaşanan vahşi katliamda da 42 kişi yaşamını yitirirken yüzlerce kişi de yaralanmıştır. Bu vesileyle vahşi katliamda yaşamını yitiren ve yaralanan tüm halkımızın acılarını paylaştığımızı ve vahşi katliamı hesap sorma bilinciyle lanetlediğimizi belirtmek istiyoruz. Katliamın birinci dereceden sorumlusu, IŞİD barbarlığını her açıdan besleyen ve zemin yaratarak bizzat halklara karşı kullanan Erdoğan iktidarıdır.

Susma, sokağa çık hesap sor!

Vahşi katliamlar geleneğinin artık rutinleştiği bu tarihsel kesitte ve her an içimizden birilerinin bombaların hedefi olduğu bu durumda susmak ve karşı çıkmamak artık yaşananlara ortak olmak anlamına gelmektedir. Bu bağlamda yeni katliamların ve saldırıların önüne geçmek için bulunduğumuz bütün alanlarda var gücümüzle haykırarak sokaklara çıkmalı ve hesap sormalıyız.

Karanlığın zebanilerine karşı aydınlık bir gelecek ve yaşanılabilinir bir dünya umudunu kuşanarak, sesimizi öfkemizle ve bilincimizle buluşturalım, mücadele edelim ve hesap soralım.”

http://www.halkingunlugu.net/

Share
. tarafından

Homofobi ve Nefrete Karşı Dünyada Onur Yürüyüşü [Foto Haber]

Haziran 29, 2016 de ANASAYFA . tarafından

LGBTİ toplulukları ve destekçileri homofobi ve şiddete karşı dünya çapında onur yürüyüşü düzenlediler. 2016 Onur Yürüyüşü kutlamalarına, iki hafta önce Orlando’daki barda, 49 kişinin hayatını kaybettiği saldırı ile dünya çapında LGBTİ bireylere karşı devam eden tehditler damgasını vurdu.

 

 

Üçü Meksikalı olmak üzere, 49 kişinin öldüğü büyük Orlando katliamının ardından Mexico City’de, geleneksel onur yürüyüşü düzenlendi. Meksika’daki LGBTİ topluluğunu kutlamak için düzenlenen geçide onbinlerce kişi katıldı.

Özellikle Orlando katliamının ardından İslamofobiye meydan okuyan LGBTİ Müslümanları kutlayan, aynı zamanda da saldırının kurbanlarını anan dövizler taşındı.

Londra’daki göstericilerin bazıları gökkuşağı bayraklarının yanında AB’den ayrılmak maksadıyla Perşembe günü yapılan oylamaya karşı olduklarını gösteren Avrupa Birliği bayrakları taşıdılar.

Black Lives Matter (Siyah Yaşamları Değerlidir) eylemcileri ise onur yürüyüşlerinde artan polis varlığına karşı geçitte yer almayacaklarını açıkladılar.

Türkiye’de ise onur yürüyüşünü ahlaksızlık olarak nitelendiren milliyetçi grupların tehditlerini takiben valilikçe yasaklanan yürüyüşe katılanlar gözaltına alındı. Polis Taksim’de yürümek isteyen gruplara gaz bombaları ile saldırdı. Saldırıya rağmen sokakları terk etmeyen eylemciler sokakları gökkuşağına boyadılar…

                                        Dünyanın Diğer Yerlerinde Onur Yürüyüşleri

dublin

İrlanda, Dublin

filipin

Filipinler, Manila

gay-pride-berlin

Almanya, Berlin

lgbt-pride-el-salvador

El Salvador, San Salvador

lgbt-pride-seoul

Güney Kore, Seul

paris-pride

Fransa, Paris

pride-south-africa

Güney Afrika, Durban

sao-paulo-lgbt-pride

Brezilya, Sao Poulo

uganda-lgbt-pride

Uganda, Entebbe

hindistan

Hindistan, Yeni Delhi

şili

Şili, Santiago

Kaynak: isyandan.org Bu haberde http://www.telesurtv.net/english/news/Gay-Pride-2016-People-Celebrate-Mourn-and-Fightback-Worldwide-20160625-0026.html ve http://www.ibtimes.co.uk/lgbt-pride-most-spectacular-parades-festivals-around-world-1563923 sitelerinden faydalanılmıştır.
Share
. tarafından

Hedef Bellidir; “Erkek Egemen Sistem”!

Haziran 30, 2016 de ANASAYFA . tarafından

cilem-dogan-avukatErkek egemen sistem ezilenler üzerindeki baskılarını arttırdıkça, farklı kesimlerden ezilenlerin mücadele yöntemleri de aynı oranda çeşitlenmekte ve giderek daha iyi bir şekilde örgütlenmektedir. Coğrafyamızda ve dünyada ezilmenin farklı şekilleri ile karşı karşıya kalan kadınların mücadele alanları her geçen gün AKP iktidarı tarafından sekteye uğratılmaya çalışılmakta ve kadının sokaklarda mücadele ederek kazandığı haklar ellerinden alınmak istenmekte böylece kadınları dört duvar arasına hapsetme politikalarının zemini son dönemlerde yaygınlaştırılan yasalar ile oluşturulmaktadır. Cinsel istismara maruz kalan çocuklarımızın tecavüzcüleri ile evlendirilmeleri doğrultusunda yasalar yürürlüğe girerken, tacavüz eden ve katleden iyi hal indirimi, saygın tutum indirimi gibi indirimler alarak cinsel istismar ve pedofili normalleştirilmeye çalışılıyor, kadın cinayetlerinin önü açılıyor. Hukuksal haklarımızın olmadığı coğrafyamızda Çilem Doğan’ın hapishanelerden dışardaki kadınlara seslenmesi bu nedenle tüm kadınlar için umut olmuştur. Öz savunma yapan bir kadın olarak,  Çilem’in özgürlük talebi kadın aktivistler tarafından dillendirilmeye başlanmış Çilem tüm sokak eylemlerinde pankartlarıyla sloganlarıyla mücadelenin en ön saflarına taşınmıştır. Geçtiğimiz günlerde ise tutuklu bulunan Çilem Doğan’ın kefalet ile serbest bırakılması devrimci, demokrat çevrelerce coşkuyla karşılanmış ve kadınlar bir kez daha Çilem’in mücadelesini sokağa taşıyarak erkek adaletin elinden alınan Çilem’in özgürlüğünü kutlamışlardır.  Çünkü bir kez daha örgütlü kadın mücadelemiz kazanmıştır ve Çilem’in serbest bırakılması öz savunma yapan ve tutsak bulunan kadınlar için özgürlüğün umudu olmuştur. Türkiye/Kuzey- Kürdistan topraklarında ilk defa bir kadının devrimci kadın örgütleri ile dayanışarak öz savunmasının meşruluğunu yaymaya başlaması AKP iktidarının planlanan ülke tahayyülünü alt üst etmesi sebebiyle bir korku oluşturmuştur. O nedenle avukatı tarafından yapılan açıklamalar Çilem’in kendi düşünceleri değil yalnızca kadın mücadelemizi kendi karanlık tarihine gömmek isteyen ve dişleri arasında cinsel istismara maruz kalan çocuklarımızın, katledilen kadınlarımızın kanı bulunan erkek egemen iktidarın söylemleridir. Bu sebeple devrimci kadınların kendilerine doğrudan hedef alması gereken Çilem Doğan yerine açıklama yaparak tekçi faşist AKP iktidarının erkek egemen düzenini aklamaya çalışan AKP zihniyeti olmalıdır yani eleştiri oklarımız Çilem Doğan’a değil kadın mücadelemizi parçalamak isteyen erkek egemen sistemin ülkemizdeki temsilcisi AKP iktidarına olmalıdır. Çilem bugün özgür ve bunu tüm devrimci kadınlar olarak Çilem ile dayanışarak başardık ve bugün yüzümüzü hapishanelerdeki kadınlara çevirmeli, tekrar ve daha güçlü bir şekilde öz savunma yapan Nevin Yıldırım ve tüm diğer kadın tutsaklar için mücadele etmeye devam etmeliyiz.

Kaynak: http://demokratikkadinhareketi.com/hedef-bellidir-erkek-egemen-sistem/

Share
. tarafından

Özgürlüğe Olan Sevda, Eylem İle Buluştuğunda Anlam Kazanır!

Temmuz 1, 2016 de AÇIKLAMALAR, ANASAYFA . tarafından

ADKH--300x300Tarih; egemen sınıfların katliam, soykırım ve yıkımlarına tanıklık etmeye devam ediyor. Ve tüm bunların karşısında boyun eğmeyen, direnen isyancıların savaşı da sürüyor. Bilinçlerini örgütleyerek, kendisini zincirleyen tüm baskı araçlarını parçalayıp kavgaya tutuşan güzel insanların ellerinden ilerliyor gerçek tarih.

Her direniş kendi rengini de yaratıyor aynı zamanda. Kobane direnişi;  kadınların öncüleşmesi ve yaşamda özneleşmesi pratiğini Sevda ve Eylem şahsında bir kez daha anlatıyor bizlere. Sevda Çağdaş ve Eylem Ataş IŞİD barbarlığına karşı savaşta Minbic operasyonunda ölümsüzleşti.  Türkiye- Kuzey Kürdistan’da ezilenlerin mücadelesini örgütlerken, Ortadoğu’daki işgal ve katliamlara karşı savaşmayı kendilerine görev sayan devrimcilerden iki yoldaşı daha yitirdik.

Sevda ve Eylem’in ölümsüzleştiği günlerde IŞİD’in İstanbul’da da onlarca sivili katletmesi, onların savaşının anlamını bir kez daha öğretiyor. “T.C”nin de desteğinde tüm Ortadoğu coğrafyasında farklı uluslar ve inançlar üzerinde katliam uygulayan bu gericiliğe karşı savaşan kadınlar, aydınlığı temsil eden birer yıldıza dönüşmüştür.

Bizlere; geleceğe olan inançlarını ve mücadeledeki kararlılıklarını miras bırakan tüm insanları saygıyla anarken, ADKH olarak amaçlarını ve kavgalarını sahipleniyoruz.

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi

2016

indir eylem-atas-BÖG-3-400x260

 

Share
. tarafından

Yakınları Katledilen Kadınlar Soruyor: Hurşit Külter Nerede?

Temmuz 4, 2016 de ANASAYFA . tarafından

1

Yakınlarını siyasi cinayetlerde yitirmiş 28 simge ismin ailesinden oluşan Toplumsal Bellek Platformu, ‘Başka siyasi cinayetler işlenmesin’ diyerek dün gece topluca “Hurşit Külter nerede?” diye sordu.

27 Mayıs tarihinde gözaltına alınan ve nerede olduğu hakkında hiçbir bilgi verilmeyen Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Şırnak İl Yöneticisi Hurşit Külter’den tam 39 gündür haber alınamıyor.

80’li yıllarda faşist darbe sürecinde cezaevlerinde ve karakollardaki işkencelerle başlayan gözaltında kaybetmeler, 90’lı yıllarda bir devlet politikası haline getirilerek 2000’li yıllara kadar sürdü. 1980-2005 yılları arasındaki sürede çeşitli insan hakları örgütlerinin verilerine göre; bin 352 kişi, çoğunluğu OHAL bölgesinde olmak üzere devlet bağlı kurum ve kişiler tarafından gözaltına alındıktan sonra kaybedildi.

Toplumsal Bellek Platformu sordu

‘Meçhul’ sözünün aksine faili belli olan bu zorla kaybetme cinayetlerinin yanı sıra, Türkiye ve Kürdistan’da özellikle 80’li ve 90’lı yıllar arasında çok sayıda siyasi cinayet yaşandı. Yakınlarını siyasi cinayetlerde yitirmiş 28 simge ismin ailesinden oluşan Toplumsal Bellek Platformu dün gece topluca “Hurşit Külter nerede?” diye sordu.

‘Başka siyasi cinayetler işlenmesin’

2 Nisan 1948’te katledilen Sabahattin Ali’den 20 Eylül 1992’de katledilen Musa Anter’e, 2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde yakılarak katledilen Metin Altıok’tan 8 Ocak 1996’da dövülerek işkenceyle katledilen Metin Göktepe’ye, yakınları siyasi cinayetlerle katledilmiş aileler, Hurşit Külter’in akıbetini şöyle sordu:

* Alaz Erdost: Mamak Askeri Cezaevinde dövülerek öldürülen İlhan Erdost’un kızıyım. Bu ülkede başka siyasi cinayetler yaşanmaması adına soruyorum: ?#?HurşitKülterNerede??

* Eren Aysan: Yakılarak öldürülen bir şairin, Behçet Aysan’ın kızı olarak ülkede başka siyasi cinayetler yaşanmaması adına soruyorum: #HurşitKülterNerede?

* Zeynep Altıok: Ben Sivas katliamında yakılan şair Metin Altıok’un kızıyım. Siyasi cinayetlerin işlenmemesi adına soruyorum: #HurşitKülterNerede?

* Alev Özgüner: Ben 23 Mayıs 1980’de evinde katledilen Dr. Sevinç Özgüner’in kızıyım. Başka siyasi cinayetler işlenmemesi için soruyorum: #HurşitKülterNerede?

* Filiz Ali: Sabahattin Ali’nin kızı olarak ülkede başka siyasi cinayetler yaşanmaması adına soruyorum: #HurşitKülterNerede?

* Macide Ocak: Gözaltında kaybedilen Hasan Ocak’ın ailesiyiz, yeni bir kayba tahammülümüz yok. Kerime Külter’e ses verin #HurşitKülterNerede?

* Aylin Tekiner: Cenazesine dahi saldırılan bir politikacının, Zeki Tekiner’in kızıyım başka siyasi cinayetler yaşanmasın diye soruyoruz: #HurşitKülterNerede?

* Canan Kaftancıoğlu: ’80 yılında katlettiğiniz TRT prodüktörü, yazar Ümit Kaftancıoğlu ailesi olarak, başka siyasi cinayetler yaşanmasın diye: #HurşitKülterNerede?

* Meryem Göktepe: İşkenceyle katledilen bir gazetecinin, MetinGöktepe’nin ablası olarak başka siyasi cinayetler yaşanmaması için soruyorum: #HurşitKülterNerede?

Türkiye devletine güven duyulmuyor

Hafıza Merkezi’nden derlenen bilgilere göre Türkiye, BM Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korumaları ile İlgili Uluslararası Sözleşme’ye çekince koyuyor. Böylelikle, 1980-2005 yılları arasında bin 352 kişiyi gözaltında kaybeden Türkiye devleti, “herhangi bir mağdurun gözaltında kayıpla ilgili gerçekleri bilme, kaybolan kişinin akıbetini öğrenme ve bu konularda bilgi araştırma, alma ve edinme hak ve özgürlüğünü” teyit etmiyor.

Sözleşmeye imza atmayarak Türkiye, Hurşit Külter olayında olduğu gibi ileriki süreçte gerçekleşecek kayıp vakalarıyla ilgili ciddi bir güvensizlik yaratıyor. Hakikat Adalet Hafıza Merkezi’nin zorla kaybedilen 257 kişiye ait dosya ve suç duyuruları üzerine yaptığı bir araştırmaya göre, AİHM söz konusu davaların yüzde 78’inde Türkiye’yi mahkûm etti, yüzde 87’sinde ise zorla kaybetme olaylarında Türkiye’yi sorumlu buldu.

Toplumsal Bellek Platformu’ndaki isimler

Sabahattin Ali, Orhan Yavuz, Necdet Bulut, Akın Özdemir, Cevat Yurdakul, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Sevinç Özgüner, Mehmet Zeki Tekiner, İlhan Erdost, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Musa Anter, Nesimi Çimen, Behçet Aysan, Metin Altıok, Yusuf Ekinci, Yasemin Cebenoyan, Onat Kutlar, Hasan Ocak, Metin Göktepe, Necip Hablemitoğlu ve Hrant Dink’in aileleri.

 

Kaynak:Jin Haber Ajansı

Share
. tarafından

Felsefe Tarihinde ‘erkekliğin’ Gölgesinde Kalmış 19 Kadın Filozof

Temmuz 4, 2016 de ANASAYFA . tarafından

7Kadınlar tarih boyunca birçok alanda olduğu gibi felsefe alanında da gölgede bırakılmış ve yaptıkları çalışmalar yok sayılmıştır. Bazı dönemlerde ise bir biçimde bilim ya da düşünce ile uğraşan kadınlar cadılık ve büyücülük yapmakla itham edilmişlerdir. Tüm bunlara rağmen kadınlar düşünce alanında eserler vermişlerdir. İşte biz de tarih boyunca ve günümüzde, felsefe ile uğraşmış ve uğraşmakta olan kadın filozofları sizler için listeledik.

Filozoflar şimdiye kadar dünyayı sadece erkeklere göre yorumladılar.Fakat onun insanlık bakımından değiştirilebilmesi kadınca da yorumlanmasını gerektirir.
Irmtraud MORGNER

1.

Krotonlu Theano (M.Ö 600)

Antik Çağ’ın biline ilk kadın filozofu Krotonlu Theano‘udur. M.Ö. 600-550 yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. Kendisi Pythagoras’ın (Pisagor) eşi, öğrencisi ve ilk takipçilerinden biridir. Matematik, geometri ve felsefe ile uğraşmıştır. Eşinin ölümünün ardından Pythagoras Okulu’nu yönetmiş ve kız öğrencilere ders vermiştir. Theano diğer Pythagorasçılar gibi evrenin sayılardan kurulduğunu öne sürmüş, matematik ve müziğe önem vermiş ayrıca reenkarnasyon öğretisini savunmuştur.

1

2.

Miletli Aspasia (M.Ö 470 – 400)

Antik Çağ’da ele alabileceğimiz diğer bir düşünür Miletli Aspasia‘dır. Sokrates’in kendisinden ders aldığı ve felsefe ve retorik bilgisinin çok derin olduğu söylenmektedir. Hem Platon‘un hem de Aristophanes ve Xenophon‘un eserlerinde kendisinden söz edilmektedir.

2

 

3.

İskenderiyeli Hypatia (M.S 350 – 415)

İskenderiye‘de yaşayan Hypatia felsefe, matematik, geometri ve astronomi eğitimi almıştır. Daha sonra bu alanlarda ders de vermiştir. Bir Pagan olan Hypatia, günümüze kadar ulaşmış olan sayılı kaynaktan biri olan Yunan tarihçi Socrates Scholasticus’un “Historia Ecclesiastica” adlı eserine göre, İskenderiye’nin en önemli iki figürü olan, İskenderiye Valisi Orestes ile İskenderiye piskoposu Cyril arasında anlaşmazlıklara sebebiyet verdiği ve politik işlere karıştığı gerekçesi ile 415 yılında Hristiyan bir çete tarafından taşlanarak öldürülmüştür.

3

4.

Bingenli Hildegard (1098 – 1179)

Mistitizm akımın önemli temsilcilerinden biri olan Bingenli Hildegard bir azize olmasının yanı sıra 2012 yılında Papa Benedict XVI tarafından “Doctor of the Church” ilan edilmiştir. Bingenli Hildegard’a göre, birçok mistikte de olduğu gibi, Tanrı-insan ve kozmos bir bütündür. Bunu “Scvias” isimli kitabında yazmıştır. Bu eserinin dışında ahlâk üzerine düşüncelerini dile getirdiği “Liber Vintae Meritorum” ve yine insan-kozmos ilişkisini anlattığı “Liber Divinorum Operum” adlı eserleri mevcuttur.

4

5.

Magdeburglu Mechthild

Dominikan rahibe ve mistiktir. Hayatıyla ilgili bilgiler çok sınırlıdır. 7 kitap yazmıştır. “The Flowing Light of Divinity” isimli eseri en bilinenidir.

5

 

6.

Sienalı Katharina (1347 – 1380)

Bir rahibe, skolastik teolog ve filozof olan Sienalı Katharina bir azize olduğu gibi Katolik inancının 6 koruyucu azizinden biridir. Aynı zamanda Papa 2. Jean Paul tarafından “Doctor of the Church” ilan edilmiştir. “The Dialogue of Divine Providence” isimli yapıtında mistik görüşlerini dile getirmiştir.

6

7.

Christine de Pizan (Pisan) (1364 – 1430)

Pizan genç yaşta dul kalması ile birçok soyluya kâtip olarak hizmet etmiştir. Düz yazılar ve şiirler kaleme almıştır. Toplamda 30 kitap yazmıştır. “The Book of the City of Ladies” ve “The Treasure of the City of Ladies” isimli yapıtları en önemli çalışmalarıdır.

7

8.

Marguerite Porete (1255 – 1320)

Mistisizm akımının temsilcilerindendir. “Yalın Ruhun Aynası” isimli eserinde, ruhun tamamen özgür olması gerektiğini savunmuştur. Bu bakımdan kiliseden ve ruhban sınıftan koparak Tanrı ile bireysel bir ilişki kurulması gerektiğini öne sürmüştür. Dinî açıdan sapkınlık suçlaması neticesinde,yakılarak öldürülmüştür.

8

9.

Isotta Nogarola (1418 – 1466)

Yazar ve düşünür Isotta Nogarola, Rönesans‘ın en ünlü kadın hümanisti, düşünürü ve sanatçısıdır. “Adem ve Havva Üzerine Diyalog” isimli eseri günümüze kadar süregelen cinsiyet kimliği ve kadın doğası tartışmalarının kapısını açmıştır.

9

 

10.

Tullia d’Aragona (1510 – 1556)

İyi bir eğitim alan İtalyan filozof Tullia d’Aragona, ünlü “Aşkın Sonsuzluğu Üstüne Diyalog” isimli eserinde Platoncu bir yaklaşım ile sonsuz aşk üzerine düşüncelerini dile getirmiştir.Cadı ve fahişe olduğu gibi “suçlamalar” ile karşı karşıya kalmıştır.

10

 

11.

Marie Le Jars de Gournay (1565 – 1645)

Rönesans dönemini düşünürlerinden Marie Le Jars de Gournay felsefenin yanı sıra fizik, geometri, tarihle de ilgilenmiştir. Montaigne ile tanışması hayatındaki önemli noktalardan biridir. Onunla tanıştıktan sonra düşüncelerini daha özgür biçimde getirme olanağı bulmuştur. “Erkeklerin ve Kadınların Eşitliği Üzerine” kaleme alır ve bu eserinde erkek ve kadının ruhen eşit olduğunu savunur. Dilin önemi üzerine de dikkat çekici araştırmalar yapmıştır.

12

 

12.

Mary Astell (1666 – 1731)

Mary, bir din adamı olan amcasından aldığı matematik, felsefe dersleri ile kendini geliştirmiş, daha sonra Londra’ya yerleşmiştir.  Düşüncesinde Descartes ve Locke’un etkileri hissedilir. Düşüncelerinde kadın haklarına yönelik ilk nüveler görülür: Kadınların iyi bir eğitim alması ve toplumsal hayata katılım göstermeleri gerektiğini savunur.

13

 

13.

Mary Wollstonecraft (1759 – 1797)

Mary Wollstonecraft, İngiliz yazar, filozof ve kadın hakları savunucusudur. O zamanlar kadınlara açık olan meslek ya da uğraşların hemen hepsine el atmıştır: Zengin kişilere çeşitli gezi ve etkinliklerinde ücret karşılığı refakat etme, mürebbiyelik, öğretmenlik, okul müdireliği, toplumsal eleştiri ve roman yazarlığı gibi birçok uğraşı olmuştur. Fransızca, Almanca ve İtalyanca öğrenenWollstonecraft genelde tercüme yapmaktaydı. Onu önemli kılan feminizmin ilk sistematik eseri olan “Kadın Haklarının Savunulması“nın yazarı olmasıdır.

14

 

 

 

14.

Olympe de Gouges (1748-1793)

Aydınlanma döneminin diğer bir kadın düşünürü Olympe de Gouges’dur. Kadın hakları üzerine ilk kez düşünce üretenlerden biridir. Kilise ve evlilik kurumu üzerine eleştirel düşünceler kaleme almıştır. Toplumsal sorunları gündeme getiren romanlar yazmıştır. “Kadının ve Kadın Yurttaşın Hakları Bildirisi” isimli yapıtında kadın-erkek eşitliğini savunmuştur. Düşünceleri yüzünden önce tutuklanmış, ardından giyotin ile idam edilmiştir.

15

15.

Clara Zetkin (1857 – 1933)

Clara Zetkin Alman Marksist siyaset teorisyeni ve düşünürdür. Kadın hakları savunucusu ve aktivisttir. 1911 yılında “Kadınlar Günü“nü ilk kez düzenleyen kişidir.

16

 

 

 

16.

Rosa Luxemburg (1871 – 1919)

Polonya doğumlu Alman marksist politika teorisyeni, filozof ve siyasi aktivist. Düşünür kimliğinin yanında devrimci kimliğiyle de tanınan Luxemburg komünist faaliyetlerinin bedelini trajik biçimde ödemiştir: Ölene kadar dövülmüş ve cesedi nehre atılmıştır.

17

 

 

 

17.

Fatma Aliye Hanım (1862 – 1936)

Fatma Aliye Hanım Türk edebiyatının ilk romancısıdır ve ilk felsefecisi olarak kabul edilmektedir. Tarihçi Ahmed Cevdet Paşa‘nın kızıdır. Edebi yaşantısı 1889 yılında Georges Ohnet‘in “Volonté” adlı romanını “Meram” adıyla çevirmesi ile başladı. Bu romanı “Bir Hanım” imzasıyla yayımlamıştır. 1892 yılında “Muhadarat” adlı ilk romanını kendi adıyla yayımladı. Fikirlerini dile getirdiği başka eserler de kaleme aldı. Günümüzde kullandığımız 50 TL’nin arka yüzünde onun portresi bulunmaktadır.

18

 

 

 

18.

Hannah Arendt (1906 – 1975)

Dünyaca ünlü filozof Martin Heidegger‘in Marburg Üniversitesi’nde öğrencisi olan Hannah Arendtfelsefe eğitimi almasına ve birçok kişinin kendisini filozof olarak görmesine karşın, o kendini “siyaset kuramcısı” olarak görür. Bir Yahudi olan Arendt, Nazilerden kaçarak, ABD’ye yerleşmiştir. Arendt’in çalışmaları otoriterlik, totalitarizm ve kötülük gibi konular üzerinde yoğunlaşır.

19

 

 

 

19.

Simone de Beauvoir (1908 – 1986)

Fransız yazar ve filozof. Roman, felsefe politik ve sosyal deneme, biyografi ve otobiyografi yazarı, gazeteci. En önemli eseri 1949’da yazdığı, kadınların gördüğü baskıların bilimsel incelemesini yaptığı ve modern feminizmin temellerini kurduğu “İkinci Cins“(Le Deuxième Sexe) sayılabilir.

20

Kaynak: presshaber

Share
. tarafından

Almanya’da “Hayır, hayır demektir” Yasası Federal Parlamento’da Kabul Edildi

Temmuz 8, 2016 de ANASAYFA . tarafından

2-format43HABER MERKEZİ – Almanya’da kadınları taciz ve tecavüze karşı daha etkin korumayı hedefleyen “Hayır, hayır demektir” yasası Federal Parlemento’da kabul edildi.

Tecavüzün yasal tanımını genişleten ve “kurbanların” haklarını artıran yasaya göre, bir olayın taciz olup olmadığı belirlenirken “kurbanların” hem fiziksel hem de sözlü eylemleri dikkate alınacak. Zorla “sahip olmanın” yanı sıra, bir kadının sözlü olarak “Hayır” demesi ya da mimikleriyle ilişki istemediğini göstermesi durumunda yaşanılacaklar da tecavüz olarak kabul edilecek.

Bugüne kadar bir ilişkinin tecavüz olup olmadığına karar verilirken “kurbanın” kendisini aktif olarak korumaya çalışıp çalışmadığına bakılıyordu. Zorla veya tehditle ilişki gerçekleşmişse tecavüz sayılıyordu. Bu nedenle tecavüz gerekçesiyle yapılan şikayetlerin ancak yüzde onu soruşturma makamlarının önüne geliyor, bu sanıkların ise ancak yüzde 8’i cezalandırılabiliyordu.

Almanya’nın Köln kentinde yılbaşı akşamı yaşanan taciz olayları nedeniyle kamuoyunda yasal düzenleme yapılması konusu yoğun olarak tartışılıyordu. Kadın hakları savunucuları “Hayır, hayır demektir” sloganıyla kampanya yürütmüşlerdi.tecavuz

Yasa, Eyaletler Meclisi tarafından da onaylandıktan sonra yürürlüğe girecek.

Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjörn Jagland, Almanya’da kabul edilen, ‘Hayır hayır demektir’ yasasından dolayı memnuniyet duyduklarını açıkladı. Jagland, bu sayede Almanya’da kadınlara yönelik cinsel şiddet vakalarının Avrupa normlarına uygun hale getirildiğine dikkat çekti. Jagland, İstanbul Sözleşmesi’nin Avrupa’daki hükümetlere çok daha fazla sorumluluk getirdiğine dikkat çekti. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, sadece fiziksel cinsel şiddet vakalarında değil, ‘kurbanın’ karşı çıktığı halde gerçekleşen tüm cinsel şiddet vakalarının da tecavüz kapsamına alınması yükümlülüğünü getirdiğini ifade etti.

Avrupa’nın kadınları şiddetten korumak amacıyla, kapsamlı önlemler içeren sözleşmesi 2011 Mayıs ayında İstanbul’da imzaya açıldı. Bu nedenle de İstanbul Sözleşmesi adını taşıyor. Sözleşme, gerekli imza sayısına ulaşmasıyla 2014 Ağustos ayında yürürlüğe girdi. Sözleşme, kadına yönelik tüm şiddeti cezaya bağlıyor. Sözleşmeyi imzalayan ülkeler, ‘kurbanları’ korumak ve destek sağlamakla da yükümlü. Aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddete karşı çalışmalar yürüten bir uzman heyeti (GREVIO) sözleşmenin yükümlülüklerinin yerine getirilmesini denetlemekle sorumlu.

Avrupa Konseyi’nin 47 üyesi içinde Ermenistan, Azerbaycan, Lichtenstein ve Rusya hariç tüm ülkeler tarafından imzalandı. 22 ülke anlaşmayı onayladı. 20 Avrupa Konseyi ülkesi ise sözleşmeyi imzalayarak, onayladıklarını açıkladı. Türkiye de anlaşmaya 2011 yılında imza attı ve mecliste onayladı.

Kaynak: DHA, Deutsche Welle

Share
. tarafından

Hurşit Külter İçin İmza Kampanyası Başlatıldı

Temmuz 8, 2016 de ANASAYFA . tarafından

770x500cc-ist-08-07-2016-hursit-kulter-icin-imza-kampanyasiFaşist “TC” Devleti’nin Kuzey Kürdistan’da Kürt ulusuna karşı azgınca yürütmüş olduğu katliam sürecinde yaklaşık kırk günü aşkın süre önce  Şırnak kent merkezinde gözaltına alınan ancak  gözaltına alındığı reddedilen ve akıbeti belli  olmayan(!) DBP Şırnak İl Yöneticisi Hurşit Külter  için change.org‘da imza kampanyası başlatıldı.

Şırnak kent merkezinde başlatılan “sokağa çıkma  yasağı” ve devlet katliamlarına-saldırılarına  karşılık mahallesini terk etmeyerek halkının yanında kalan DBP Şırnak İl Yöneticisi Hurşit Külter’den 27 Mayıs’tan bu yana haber alınamıyor.

Hurşit Külter için yapılan başvurular sonuçsuz kalırken, adli, kolluk ve idari birimler, tanık ifadelerine rağmen gözaltına alınmadığını söylüyor. 43 gündür akıbeti belli olmayan Hurşit için sosyal medya eylemleri başlatılırken, kağıt paraların üzerine ise “Hurşit Külter Nerede?” diye yazıldı.

Son olarak Hurşit için change.org sitesinde insan hakları savunucuları tarafından imza kampanyası başlatıldı.

Başlatılan kampanya metninde şu ifadelere yer verildi:

“İçişleri Bakanlığı’na

Özel Harekatçılara ait BOF @ Twet_Guneydogu adlı sosyal medya hesabından fotoğrafı paylaşılan ve ellerinde olduğu bilgisi duyurulan Hurşit Külter 27 Mayıs 2016 tarihinden bu yana nerede?

Şırnak Valiliği ve Emniyet Müdürlüğü’nün yaptığı “böyle bir gözaltı yoktur” açıklaması ile çelişen özel harekatın bu paylaşımı Hurşit Külter’in yaşam hakkının ihlal edildiği ve yargısız infaz edileceğine dair kamuoyunda endişe ve şüpheye sebep olmaktadır. İçişleri Bakanlığı, 1980’li ve 1990’lı yıllarda yaşanan yargısız infazların ve katliamların yenilerinin yaşanmaması ve bu anlayışın meşrulaşmaması için, Hurşit Külter’in nerede olduğunu derhal açıklamalıdır.

Sosyal hukuk devleti ilkesi gereği vatandaşının yaşam hakkını güvence altına almak devletin görevidir.

İçişleri Bakanlığı’nın kamuoyunda endişeye ve şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklama yaparak konuyu aydınlatmasını bekliyor ve soruyoruz:
HURŞİT KÜLTER NEREDE?”

Kampanyaya destek olmak isteyenler şu adresten ulaşabilir:

https://www.change.org

Share
. tarafından

Ezidi Kadınlar: ” IŞİD kadınların kaçmasını engellemek için veri tabanı oluşturdu “

Temmuz 8, 2016 de ANASAYFA . tarafından

Dinci-gerici terör örgütü IŞİD’in elinden kaçmayı başaran Ezidi kadınlar, militanların köle olarak tuttuğu kadınları akıllı telefon uygulaması aracılığıyla sattıklarını ve bir veri tabanı oluşturduklarını anlattı.

IŞİD örgütünün 3 bin kadar Ezidi kadın ve kız çocuğunu rehin tuttuğu belirtiliyor. Örgütün elinden kaçmayı başaran kadınlar ve Ezidi aktivistler, AP haber ajansına verdikleri röportajda örgütün akıllı telefon uygulaması kullandıklarını anlattı.Kaçmayı başaran kadınlar, IŞİD militanlarının köle olarak tutulan kadınların kaçmasını engellemek için bir veri bankası oluşturduklarını ve bu veri bankasında kadınların ve satıldıkları adamların fotoğraflarının bulunduğunu söyledi. Kadınların bu şekilde kaçmaya çalışması önlenirken, yardım eden insan tacirlerinin de militanlar tarafından öldürüldüğü anlatıldı.

IŞİD esaretinden kurtulabilen kadınların, IŞİD militanlarının köle yaptıkları kadınları kendi aralarında satmak için de akıllı telefon uygulaması kullandıklarını anlattıkları belirtiliyor.

Irak’ta binlerce Ezidi kadın ve çocuk 2014 Ağustos ayında IŞİD tarafından rehin alınarak, köle olarak satıldı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin de aralarında olduğu girişimlerle kadınlar ve çocuklar kurtarılmaya başlanmıştı. “İnsan tacirleri” aracılığıyla her ay en az 134 kadın kurtarılıyorken bu sayının son aylarda 39’a düştüğü belirtildi.

Share
. tarafından

Nepalli Kadınlar “Regl Yasakları”nı Fotoğraflarıyla Anlattılar

Temmuz 8, 2016 de ANASAYFA . tarafından

Nepal’de yaşamın birçok alanında kadınlara yönelik uygulanan baskı ve şiddetin önemli örneklerinden birisi de kuşkusuz kadınların regl dönemlerinde iken “gelenek” haline getirilmiş akıl dışı uygulamaların varlığı olmuştur.Uzun yıllardır Nepal’de mücadele yürüten başta Maoist parti önderliğindeki Maoist kadınlar ve demokratik kadın örgütleri bu tür uygulamalardan kimilerinin kaldırılmasını sağlayarak mücadelelerini sürdürmektedirler.

Regl dönemindeki kadınlara uygulanan bu yöntemlere ilişkin fotograf projesiyle dikkat çekmeye çalışan aktivistin uygulamasına yer veren Gaiadergi.com internet sitesindeki yazıyı sizlerle paylaşıyoruz;

WaterAid, regl hijyen günü nedeniyle, Nepal’in güney doğusundaki Sindhuli ilçesinde yaşayan kadınlara regl dönemlerinde kendilerine dayatılan kısıtlamaları belgelemek için kamera verdi. Çiçek ve meyvelere dokunmalarına izin verilmemesinden ailelerinden ayrı kalıp onlardan uzak yemek yemelerine kadar, işte çektikleri fotoğraflardan bazıları:

kadinlar regl
Fotoğraf : Bandana Khadka

Bandana: “İlk regl dönemimde annem ve babam okula gitmeme izin vermedi. Ama ben okula gitmeyi çok istiyordum. Başka insanların evlerinde kalıyordum ve okul kaldığım yere çok uzaktı. Pek çok dersi ve pek çok konuyu kaçırmak zorunda kalmıştım ve bu benim her zamanki çalışma rutinime engel olmaya başladı. Ben ilk regl dönemlerinde okula gidilmesine izin verilmesi yönünde itirazda bulunmak istiyorum.”

kadinlar regl 1
Fotoğraf: Bandana Khadka

Bandana: “Bu yer çok hoşuma gidiyor. Bizim evden buraya varmak yarım saatimi alıyor. İlk regl dönemimde, annem bana nehri geçersem içime şeytan gireceğini söyledi, ama bunun bizim toplumumuzda regl dönemiyle ilgili olan birçok batıl inanç arasında yer aldığını hissettim. Diğer regl dönemimde nehri tereddütsüz geçtim, yıkandım bile. Bu zamanda bana hiçbir şey olmadı. Ben bu yüzden bu kısıtlamaların yanlış olduğunu düşünüyorum! Bence bu tür inanışları değiştirmeliyiz.”

kadinlar regl 2
Fotoğraf : Bandana Khadka

Bandana: “Bu benim kardeşim. Adı Bipisha. Onu çok seviyorum. O da beni çok seviyor. Tatillerimizde futbol oynamayı çok seviyoruz. İlk regl dönemimde salatalık turşusuna dokunmam yasaktı, bana eğer salatalık turşusuna dokunursam çürümeye başlayacakları söylendi. Ama bunun mümkün olmadığını düşünüyordum bu yüzden etrafta kimse yokken turşu şişelerine dokundum. Ama şişedeki turşulara hiçbir şey olmadı. Hiç çürümediler veya kötü kokmadılar ve regl döneminde turşulara dokunmakta bir şey olmadığını, bunun sadece batıl inanç olduğunu ve yanlış olduğunu anladım.”

kadinlar regl 3
Fotoğraf: Rita Baral

Rita: “Burası benim sebze bahçem. Erkek kardeşim Ujjwol ve kız kardeşim Debika domates topluyor. Ben regl dönemimde sebze bahçesine gidemiyorum çünkü çiçeklere, domateslere, meyve bitkilerine dokunmamam gerektiğine dair bir inanış var. Eğer dokunursam, meyveler ölürmüş. Ben bunun yanlış olduğuna inanıyorum. Eğer bitkiler regl dönemindeki kızların dokunmaları yüzünden ölüyorlarsa o zaman dünyadaki tüm bitkiler ölür.”

kadinlar regl 4
Fotoğraf: Bandana Khadka

Bandana: “Bu benim kullandığım ayna. Aynaya bakarken saçlarımı taramayı, ruj ve kajal (göz kalemi) sürmeyi seviyorum. İlk regl dönemimde annem aynaya bakmama izin vermedi. Kötü bir alamet yüzünden kızların ilk regl dönemlerinde aynaya bakmamaları gerektiğine dair ortak bir inanç var. Sadece iki gün sonra aynada kendime baktım. Aynaya baktıktan sonra bana kötü bir şey olmadı ve bu yüzden bizi aynaya bakmaktan alıkoymalarının hoş bir şey olmadığını düşündüm.”

kadinlar regl 5
Fotoğraf: Bandana Khadka

Bandana: “Bu benim kardeşim. Adı Banchana Khadka. O, tırnaklarını kesiyor çünkü kişisel bakımına önem veriyor. Eğer tırnaklarımızı kesmezsek çeşitli hastalıklara yatkın oluruz ve eğer hastalıklardan muzdarip olursak sağlıksız oluruz. İlk regl dönemimde annem tırnaklarımı kesmeme izin vermedi. Kısıtlamalara rağmen tırnaklarımı kesmeye devam ettim ve bana bir şey olmadı. Bence regl döneminde tırnak kesmeye izin vermeme durumu sadece bizim toplumumuzda yer alan bir batıl inanç.”

kadinlar regl 6
Fotoğraf: Bisheshta Bhandari

Bishesta: “Bu annemle benim fotoğrafım. Annemin adı Bimala Pokharel. Regl dönemimde annem bana çok yardımcı oluyor. Erkek bireylere dokunmamamız gerektiğine dair bir sosyal inanç var. Güneş ışınlarını görmemeliyiz. Ama annem güneşte kalmama izin veriyor. Annem beni diğer kısıtlanan arkadaşlarımın anneleri gibi kısıtlamıyor. Annem bana yemem için meyve sebze de veriyor. Annemi arkadaşım gibi hissediyorum.”

kadinlar regl 7
Fotoğraf: Manisha Karki

Manisha: “İlk regl dönemimde başka birinin evinde kaldım. Bu zamanda okula gitmeme izin yoktu. Okula gitmeyi çok istiyordum, okumak istiyordum. Ama yasaktı. Ben menstrüasyon döneminin birçok yönü hakkında bilinçsizdim. Annem ve babam ne derse onu yapıyordum. Geriye dönüp baktığımda birçok şeyi anlayabiliyorum. Regl döneminde çalışmamamız gerektiği yanlış bir inanıştı. Bence bizim gibi genç kızlar özellikle ilk dönemlerinde daha çok eğitilmeli, daha çok farkında olmalıdır. Eğer bize daha iyi bir farkındalık verilirse temizliğimize daha çok odaklanabiliriz.”

kadinlar regl 8
Fotoğraf: Sabina Guatam

Sabina: “Bu fotoğrafta annem kavun kesiyor. Bizim toplumumuzda regl döneminde kavun yemememiz gerektiğine dair inanış var ama ben kavunu çok seviyorum. İstesem bile regl dönemimde kavun yiyemiyorum. Kavun besleyici bir meyvedir. Regl dönemimizde izinli olmadığımız nokta sadece kavun yememiz değil ayrıca kavun ağacına dokunmamız da yasak. Regl döneminde genç kızlar vücutlarını daha sağlıklı ve daha güçlü tutmak için daha çok meyve sebze tüketmelidir.”

kadinlar regl 9
Fotoğraf: Sabina Guatam

Sabina: “Bu fotoğrafı amcam su taşırken çektim. Su, bizim vücudumuz ve varlığımız için çok önemlidir. Su yaşayan her organizma için gereklidir. Benzer şekilde, su temizlik için de önemlidir. Regl dönemimizde eğer biri suyu taşıyorsa suya dokunmamız yasak. Kendi sıram için kuyrukta beklemek zorunda kalıyorum. Eve vardığımız zaman çoktan karanlık olmuş oluyor ve bazen karanlıkta ödevlerimizi yapmak zorunda bile kalıyoruz. Çaresiz hissediyorum ve elim kolum bağlıymış gibi hissediyorum. Ben kuvvetli bir şekilde bu tür önyargılı inançlara karşı isyan etmek istiyorum.”

kadinlar regl 10
Fotoğraf: Manisha Karki

Manisha: “Bu benim yıkandığım ve pedlerimi temizlediğim derenin fotoğrafı. Bu fotoğrafta kullandığım bir yığın ped var ve ben bu fotoğrafı onları yıkamadan önce çektim. Bizim için kullanılmış pedlerimizi halka açık yerlerde yıkamak çok utanç verici ve bundan dolayı pedlerimizi yıkamak ve yıkanmak için köşeleri veya izole edilmiş dereleri buluyoruz.”

kadinlar regl 11
Fotoğraf: Rita Baral

Rita: “Regl dönemimizde erkek kardeşimize, babamıza, amcamıza ve diğer erkek bireylere dokunmamamıza, kavun yemememize, su içip suya dokunmamamıza, meyvelere dokunmamamıza ve eğer onlara dokunursak çürüyeceklerine dair birçok sosyal tabu var. Biz eğitim yoluyla bu tür tabuları yıkabiliriz.”

kadinlar regl son
Fotoğraf: WaterAid

Bu projede yer alan Sindhulili kadınlar (soldan sağa): Sushma, Bisheshtra, Bandana, Sabina, Rabina, Manisha ve Rita.

 

 

Share
. tarafından

Kamusal Alanın Fethi: Onur Haftası

Temmuz 8, 2016 de ANASAYFA . tarafından

kamusal-alanin-fethiLGBTİ hareketi hem politik zeminden yükselen bir hareket hem de bulunduğumuz coğrafyada yaşanan sorunların birbiri ile bağlantısı olduğunu gören bir diyalektiğe sahip. Dolayısıyla demokrasi güçlerinin bileşenlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu konumlanış beraberinde saldırıları da getiriyor. LGBTİ hareketin politik konumlanması böyle bir yerde dururken toplumsal muhalefette ise homofobik ve transfobik bir ittifak söz konusu. Bu sebeple LGBTİ’lere yönelen herhangi bir saldırıda toplumsal muhalefeti bir araya getirmek, güçlü bir karşı koyuş sergilemek ise zor bir yerde duruyor

Halkın Günlüğü Gazetesi’nin 125.Sayısında yayınlanan ‘Kamusal Alanın Fethi: Onur Haftası’’ başlıklı makaleyi sitemiz okurlarıile paylaşıyoruz.

7 Haziran seçimleri sonrası yaratılan atmosfer topyekûn bir savaş sürecini beraberinde getirdi. Suruç katliamı ile başlayan bu süreci Amed, Ankara katliamları ve peşi sıra Gever, Sûr, Nisebîn’de yaşanan katliamlar izledi. İktidarın ayrıcalıklı konumunu koruma ve bu konumu daimi hale getirme isteği; şehirlerin abluka altına alındığı, gözaltında kayıpların çoğaldığı, vahşet bodrumlarında yüzlerce insanın yakıldığı, demokratik hak ve taleplerin tümden askıya alındığı, faşist, ırkçı, tekçi anlayışın tüm topluma yayılmaya çalışıldığı, bir arada yaşam umuduna karşılık öfke, kin ve nefretin yayıldığı bir ülke yarattı.

Tek devlet, tek millet, tek din söylemleri eşliğinde işledikleri suçların hesabını vermek istemeyen muktedirler ellerindeki tüm araçlarla şiddetin dozunu arttırmış, toplumsal muhalefeti yok etmek için korku iklimini hâkim hale getirmiştir. Son 1 yılda neredeyse her ay bombalar patlatılmış, ilçeler şehir savaş uçakları ile bombalanmış, ülke açık bir mezarlığa çevrilmiştir.

Tüm bu saldırılarla toplumsal muhalefetin kazandığı mevziler hedef alınarak bir arada durduğumuz alanlar dağıtılmaya çalışılmıştır.

İktidarın başlattığı bu topyekûn savaş genişleyerek içine akademisyenleri, gazetecileri, inanç gruplarını, göçmenleri de alarak palazlanmış, nefret kültürü körüklenmiştir.

Bu saldırıların son örneği ise 7. Trans Onur Haftası ve 14. LGBTİ Onur Haftası’nın örgütlenme sürecinde görüldü. “Ramazan ayı,” “Kutsal aylar,” “İslami hassasiyet,” “İslam’a hakaret” gibi söylemlerle Onur Haftaları manipüle edilmiş, Valilik ve devlet erkânından gelen açıklamalarla yürüyüş yasaklanmıştır.

Sendikaların dahi alan kaybettiği bir dönemde LGBTİ’lerin alan ısrarı toplumsal muhalefet açısından önemli bir yerde durmaktadır. Müslüman Anadolu Gençlik, Alperen Ocakları gibi selefi, paramiliter güçlerin dâhil olduğu, 3 IŞİD çetesinin saldırı hazırlığında yakalandığı, valiliğin yasak koyarak engellemeye çalıştığı iki haftada tarihine yaraşır bir şekilde gerçekleştirildi.

Trans Onur Haftası Komisyonu’nun Valiliğin yasak kararı ile ilgili  “Vali’nin kararını tanımıyoruz,” “İzin istemedik ki” minvalindeki açıklamaları Stonewall direnişine yakışan bir noktada dururken LGBTİ Onur Haftası’nın “Yürüyüşü iptal ediyoruz. İstiklal’in ara sokaklarına dağılıyoruz” açıklaması ertesinde bütün Taksim’i direniş alanına çeviren iradesi yaratıcılığın önemini bizlere göstermektedir.

Peki, neden yıllardır müdahale edilmeyen Onur Yürüyüşleri son iki yıldır engelleniyor? 

LGBTİ hareketi hem politik zeminden yükselen bir hareket hem de bulunduğumuz coğrafyada yaşanan sorunların birbiri ile bağlantısı olduğunu gören bir diyalektiğe sahip. Dolayısıyla demokrasi güçlerinin bileşenlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu konumlanış beraberinde saldırıları da getiriyor. LGBTİ hareketin politik konumlanması böyle bir yerde dururken toplumsal muhalefette ise homofobik ve transfobik bir ittifak söz konusu. Bu sebeple LGBTİ’lere yönelen herhangi bir saldırıda toplumsal muhalefeti bir araya getirmek, güçlü bir karşı koyuş sergilemek ise zor bir yerde duruyor. Nefret cinayetleri, homofobi, transfobi ya da başka herhangi bir konuda duyarlı olduğunu iddia eden politik kitle örgütleri ya eylemlere hiç teşrif etmez ya da bir temsilci yollayarak bu sorumluluğun altından kalkmaya çalışır. Bunun en berrak örneğini Orlando katliamında görüldü.  Bazı alternatif hareketler açıklama yapmazken bazıları ise katliamın yöneldiği LGBTİ’leri görmezden geldi. Açıklamalarında bu durumdan bahsetmediler bile. Bu homofobik ve transfobik ittifak dünyanın birçok yerinde aynı hattı izledi. Orlando şahsında bu ittifakın evrenselliğini bir kez daha görmüş olduk.

Tüm bu açık ya da bilinçsiz ittifakların ortasında sisteme kafa tutan, anayasal haklarını kullanmakta hiçbir sakınca görmeyen LGBTİ’ler, Taksim ısrarı ile kurulan bu ablukaya açık cevap oldu. Egemenlerin, cihatçıların ve paramiliter grupların tehdidi karşısında kamusal alanı terk etmeyerek tarihe not düştü. Şimdi sıra toplumsal muhalefetin tüm bileşenlerinde. Ya homofobi ve transfobi illetiyle yok olup gitmeye ya da hep birlikte özgürleşmeye!

 

Kaynak: Halkın Günlüğü

 

Share
. tarafından

Bozkırı Tutuşturacak Olan Kadının Devrimci Çıkışıdır

Temmuz 8, 2016 de ANASAYFA . tarafından

logo

image

 

Halkın Günlüğü Gazetesi Köşe yazarlarından Aycan Solmaz’ın 125. sayıda yayınlanan yazısını site okurlarımız ile paylaşıyoruz.

Yasa koyucuların, tek bayrak, tek dil, tek din ve tek milliyet anlayışlarıyla, tekçi zihniyetlerin sirayet ettiği toplumlarda ve günümüz dünyasında faşizmin akla zarar-ziyan saldırıları devam ediyor. Nereye baksanız doğanın ve onunla birlikte tüm canlıların var olma çabası artık doğal yaşamın getirdiği zorluklardan ziyade, insan denen varlığın yarattığı yıkımlarla mücadeleye dönüşmüş durumda. Mevcut sistem tarafından görünürlüğü silikleştirilen kadın ve onun üzerinden ezilen toplum gerçekliği önümüzde duruyor. Kimi zaman inceltilmiş eril söylemlerle ama daha çok da kabaca ve göstere göstere yapılan ve dillendirilen anlayışlara karşı koyuş ise kadın cinayetleriyle sonuçlanıyor. Son dönemde Çilem Doğan’ın kendisine şiddet uygulayan eşini öldürmesi ve akabinde verilen 15 yıllık hapis “cezası” yasa koyucuların taraflılığını bir kez daha göstermiştir. Çilem bugün kefaletle serbest kalmıştır ama kendisine yönelik tehditler de devam etmektedir. Bundan sonrasında bu toplumda Çilem’in yaşamını sürdürebilmesi nasıl mümkün olacaktır birlikte göreceğiz, ama tek bildiğimiz kolay olmayacaktır.

Tüm bu saldırılara karşı burjuva yasaların da kadını korumadığı yüzlerce kadın ölümüyle ortada iken, açık alanda mücadele eden kadın örgütlerinin tavır belirlemede ve yaşanan durumu değiştirmede çok belirleyici olamadığını görüyoruz. Kadın özgünlüğünde yaratılmak istenen ve verilmek istenen mesaj iyi okunmasına rağmen pratik karşı duruş ve mücadeleyi büyütmek, sokak ayağını örgütlemek ve anında etkin tavır almada yeterli olunamamaktadır. Burada anlatılandan mücadelenin inkârı anlaşılmamalıdır. Ancak örgütlü ve değiştirici bir ivme kazanma adına edilgen olduğunu görmek gerekiyor. Bu sistem içine sıkışmış çözümler nihai çözüm olarak görülemez. Kadın hareketlerinin an’da yaşanan haksızlıklara karşı yükselttiği talepleri desteklerken hedefi gözden kaçırmamalıyız.

Mesele düzenin değişimi için tüm baskılara karşı direk eyleme girilme meselesidir. Sistemin zoruna karşı zoru kuşanarak savaşın ön cephelerinde öncü kadının devrimle buluşmasıdır. Bu buluşmalar tarihten günümüze hepimizin bilgisi dâhilinde iken, güncelimizde somut halini Rojava’da ve Kuzey Kürdistan’da hendeklerin arkasında savaşan kadınlarda görüyoruz. Tarihimizde öncü kadınlarımızdan Yeter Koç, Perihan Çolak, Aycan Tato, Barbara Anna Kistler ve Berna Ünsal’da görüyoruz.  Parti 3. Kongresinin formüle ettiği Sosyalist Halk Savaşı perspektifi ile yaratılan öncü kadının mirasının iyi kavranması bir görev olarak önümüzde duruyor.

Kadını güçlendirecek ve geliştirecek olan, kapitalizmin ve özel mülkiyetin yarattığı gerici ilişkiler ve kültüre karşı savaşın sıcak alanlarında, kendisiyle birlikte toplumu değiştirme cüreti ve feda ruhudur. Sınıfsal baskının gerçekliğini akılda tutarak tüm cephelerde var olma perspektifi ile donanan kadın özgür toplumu yaratabilir. Bugün için elzem olan Sosyalist Halk Savaşı’ndan anladığımızı sadece cephede savaş olarak sınırlandırmadan, toplumsal mücadelenin tüm alanlarında uygulayarak, öğrenip öğreterek yeni toplum ve insanı yaratma bilinciyle ele almaktır. Bütün zorbalıklara karşı kadının devrimci çıkışı tüm bozkırı tutuşturabilir. Ezilen emekçi halklara yönelik yürütülen saldırılara cevap olması adına, kadınlar olarak geleneksel davranış biçimlerimizi devrimcileştirerek kapsamlı bir değişim yaşamamız gerekiyor. Devrimci bir kültürle donanıp her alanda karşı koyuşu örgütlemeliyiz. Partisiyle buluşan kadın ısrarlı ve sürekliliği olan bir mücadele olan SHS ile özgür toplumu yaratacaktır.

AYCAN SOLMAZ

 

Kaynak: Halkın Günlüğü

 

Share
. tarafından

Gambiya ve Tanzanya’da Çocuk Evliliği Yasaklandı

Temmuz 9, 2016 de ANASAYFA . tarafından

indir

Tanzanya’da da Yüksek Mahkeme 18 yaş altındaki kız ve erkeklerin evlenmesini yasadışı ilan etti. Ülkede önceki yasalara göre, 14 yaşından büyük çocuklar ailelerinin rızası ile evlenebiliyordu.

Çocuk yaşta evliliklerin çok yoğun olduğu iki Afrika ülkesinde, 18 yaş altı evliliklere karşı ağır cezalar getirildi.

Gambiya Cumhurbaşkanı Yahya Jammeh, 18 yaşından küçük kızlarla evlenen kişilerin 20 yıla kadar hapis cezasına çarptırılacağını açıkladı.

Bayram kutlamaları dolayısıyla konuşan Jammeh, bu tür evlilikleri onaylayan ebeveynler ve imamların da hapis cezası alabileceklerini kaydetti.

UNICEF (Birleşmiş Milletler Çocuk Örgütü) rakamlarına göre Gambiya’da kız çocuklarının yüzde 46’sı 18 yaşın altında evleniyor.

Tanzanya’da da Yüksek Mahkeme 18 yaş altındaki kız ve erkeklerin evlenmesini yasadışı ilan etti. Ülkede önceki yasalara göre, 14 yaşından büyük çocuklar ailelerinin rızası ile evlenebiliyordu.

Ülkede kız çocuklarının yüzde 37’si 18 yaşına gelmeden evleniyor.

‘Evlenip deneyin’

Cumhurbaşkanı Jammeh, “Ciddi olup olmadığımı merak ediyorsanız, yarın bir evlenin de görün” dedi.

Geçen yılın Aralık ayında Jammeh, artık İslamda ve modern toplumda yeri olmadığını söyleyerek kadın sünnetini yasaklamış ve yasağı ihlal edenlerin üç yıla kadar hapisle cezalandırılacaklarını söylemişti.

Yine UNICEF rakamlarına göre nüfusu ağırlıkla Müslüman olan Gambiya’da kadınların üçte ikisi sünnet edilmiş.

 

Avrupaforum.org

Share
. tarafından

Suriyeli Göçmenler ve Göçmen Düşmanlığı Tehlikesi

Temmuz 9, 2016 de ANASAYFA . tarafından

suriyeli-göçmen-Suriyeli-göçmenler-ve-göçmen-düşmanlığı-tehlikesi-–-Ece-Beğen
Tayyip Erdoğan’ın Suriyeli göçmenlere Türk Vatandaşlığı verileceği yönündeki açıklaması ile birlikte çok ciddi bir tartışmaya kapı aralandı. Gerçi bu tartışma halkın arasında çoktan beri yapılıyordu. Ancak bu çıkışla birlikte her yanı kaplayacağından şüphe yok.

Sosyalist hareket bu noktada önemli bir sınavla karşı karşıya olduğunu bilerek davranmak zorunda. Aksi halde Kürt Sorunu’nda olduğu gibi Türkiye Sosyalist Hareketi’ni zehirleyecek bir başka çıbanın oluşması hiç de uzak ihtimal değil.

Göç İdaresi ve AFAD verilerine göre Türkiye’de 3 milyona yakın Suriyeli sığınmacı mevcut bugün. Bu insanların yaklaşık 300 bini kamplarda kalıyor. Yani yüzde 10’u. Geri kalan yüzde 90, yani 2.700.000 kişi ise değişik şehirlere dağılmış durumda. Onları her yerde görmek mümkün.

Suriyeli göçmenler, Tayyip Erdoğan’ın olası başkanlık hesapları için oy deposu, sermaye için karın tokluğuna çalıştırılacak ucuz işgücü, siyasal İslamcılar için potansiyel kitle vs. olarak görülebilir. Bunun tersine yoğun olarak yaşadıkları yerlerde yerel halk tarafından bir tehdit unsuru olarak algılandıkları ve yavaş yavaş nefret objesine dönüşmeye başladıklarına dair de önemli emareler var.

Halk arasında; yaşanan işsizlik, ücretlerin düşmesi,  kiraların yükselmesi, suç oranlarını artması gibi sorunlar hep Suriyelilerin varlığıyla ilişkilendiriliyor zaten. Bütün dünyada olduğu gibi başta ekonomi olmak üzere olumsuz giden pek çok şeyin sorumlusu olarak gösterilip “günah keçisi” haline getirilecekler bu gidişle. Öyle ki medyada bir süredir bu nitelikteki haberleri görmeye başlamıştık.  O haberlerde Suriyeliler bir zamanlar metropollerdeki Kürt göçmenler gibi kentte dönen bütün olumsuz işlerin sorumlusu olarak gösterilmeye çalışılıyor.

Öte yandan devletin Suriyeli göçmenleri Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin değişik dönemlerinde olduğu gibi bir toplumsal mühendislik çabasının unsuru olarak kullanma gayreti içine girdiği de görülüyor. Bu mültecilerin Kürt ve Alevi nüfusun yoğun olarak yaşadığı yerlerin yanı başına yerleştirme gayreti ise ciddi bir gerilimi de beraberinde getirdi.

Tüm bunlar Suriyeli mültecilerin Türkiye siyasetinin içine önemli bir aktör olarak dahil olduğunu/olacağını gösteriyor.

Girişte bahsettiğimiz tehlike işte tam da burada kendini gösterecek. Şöyle ki, AKP’nin ve Erdoğan’ın basit bir hesapla Suriyeli göçmenleri kendi siyasi çıkarlarına manivela yapma çabası ters tepebilir. Geniş kesimler bugün emareleri görülmeye başlanan ırkçı-göçmen düşmanı bir hatta savrulabilir. Bu da AKP ve Erdoğan’ı erozyona uğratan bir gelişme halini alabilir. Bu bağlamda sosyalist hareketin AKP’ye karşı muhalefeti ve göçmen düşmanlığı karşıtı politikayı aynı düzlemde yürütebilmesi gerekiyor. Kitleleri elde tutmak adına göçmen düşmanlığına verilecek taviz, en azından görmezden gelme anlamına gelecek bir tutum ağır sonuçlara yol açacaktır hiç kuşkusuz.

Halk arasında göçmen düşmanlığına varan akıl yürütmelerle açıktan mücadele edilmelidir. Örneğin ücretlerin düşmesinin sorumlusunun Suriyeli göçmenler değil onları karın tokluğuna çalışmak zorunda bırakan patronlar olduğu anlatılmalıdır. Onları en ağır işlerde çalıştırıp sömüren, varlıklarını yerli işçiler üzerinde ücretleri aşağıya çeken bir baskı aracı olarak kullananlar da patronlardır. Yine göçmenlerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde kiraların artmasının sorumlusu da daha fazla kazanma peşinde koşan ev sahipleridir, başını sokacak bir yer arayan zor durumdaki göçmenler değil.

Bu insanların topraklarından kopup Türkiye’ye gelmesinin sorumluluğu da bütünüyle emperyalist kapitalist sistemdedir. Suriye’yi kısa sürede devirmek amacıyla ellerindeki her araçla iç savaş çıkartan ve büyüten güçler milyonlarca insanın içine düştüğü durumdan birinci dereceden sorumludurlar. Türk devletinin bu noktadaki sorumluluğu da büyüktür. Bütün hesaplarını Esad’ın 2-3 ay gibi bir sürede devrilmesi üzerine kuran AKP, Suriye halklarını perişan eden gelişmelerin baş müsebbiblerindendir.

Türkiye halkları Suriyeli göçmenlerin sorunlarını kendi sorunları olarak görmeli, bu noktada tam bir dayanışma içinde olmalıdır. Suriyeli göçmenlerin önemli bir kısmı bugün AKP’yi bir kurtarıcı olarak görebilirler. Ancak zamanla yaşadıkları sorunların birinci dereceden kaynağının aksine bu parti ve temsili ettiği sermaye güçleri olduğunu anlayacaklardır. Bugün AKP’ye destek veren yoksul kitlelerin anlayacağı gibi.

Bize düşen bıkmadan usanmadan bu gerçekleri propaganda etmek ve sınıf hareketini zehirleyecek göçmen düşmanlığına hiçbir şekilde taviz vermemektir. Irkçılık ve göçmen düşmanlığı çağımızın vebası gibidir. Onun yayıldığı yerde sağlıklı bir gelişme olabilmesi imkansızdır. Tersine ırkçılık ve göçmen düşmanlığı kaçınılmaz olarak faşizmin en temel hareket alanı haline gelecektir. Bu yüzden onunla amansız bir şekilde mücadele etmek en öncelikli görevimiz olmalıdır.

Suriyeli göçmenler ve göçmen düşmanlığı tehlikesi – Ece Beğen  

gazeteyolculuk.net

Share
. tarafından

AVON İşçilerinin Direnişi 48.Gününde Devam Ediyor

Temmuz 9, 2016 de ANASAYFA . tarafından

avon-642x320

Kozmetik şirketlerinden AVON’un Gebze’deki deposunda çalışırken sendikalaşmaya gittikleri için işten atılan işçiler, direnişlerine devam ediyor.DGD-Sen sendikasına üye işçilerin direnişi bugün 48. gününde.

Direnişteki işçiler, insanca çalışma koşulları ve sendikal örgütlenme hakları için AVON yönetimi ve Klüh adlı taşeron firmaya karşı mücadelelerini sürdüyorlar.

Aylardır süren direniş boyunca çaşitli sanatçılar mücadeledeki işçilerle dayanışma mesajları yayınladılar.Taleplerin kabul edilmesi amacıyla “AVON sendikal örgütlenme hakkını gaspetmeye hemen son vermelidir” başlığı ile yürütülen imza kampanyası da bulunmaktadır.Halen sürmekte olan kampanyaya imza atmak için burayı tıklayabilirsiniz.

AVON Nedir/Kimdir ?

AVON, 1886 yılında ABD merkezli kurulan bir kozmetik şirketidir. 100’ü aşkın ülkede pazarı bulunan şirket, yerel ağlar aracılığıyla doğrudan satış yöntemiyle çalışmakta. Şirket üzerinden oluşturulan yerel ağlar ile Türkiye’de de kadınlar “Satış Temsilciliği” adı altında komşularına, yakın çevrelerine bu ürünleri satarak ekonomik olarak iyileşmeye çalışsa da, temsilci olan kadınların bir çalışan olarak sosyal haklara sahip olabilmek için şirketin belirlediği limiti aşması koşulu sunulmakta. Bu şekilde şirket, bir taraftan taşeron işçilerle, diğer taraftan da güvencesiz olarak yereldeki kadınları çalıştırmakta.

 

 

 

 

Emel-KAradenizimages images (2)images (1) 13349148_1575409816092637_1364991528_n-1-1-768x574

Share
. tarafından

Prehistorik Dönemde Kadınların ve Çocukların Görünmezliği

Temmuz 9, 2016 de ANASAYFA . tarafından

Toplumsal cinsiyet rolleri, arkeolojide genellikle pek üzerinde durulmayan veya genellemelerle geçiştirilen bir konudur. Çocuklar ise arkeolojik anlatılarda neredeyse yok gibidir. Aşağıdaki yazı, bu konuyu ele alan Stephen E. Nash’in Sapiens.org adresindeki internet sitesine yazdığı yazının çevirisidir.

Aşölyen el baltası gibi taş aletler binlerce yıl boyunca iyi korunmuş halde kalabilirler, çünkü bunlar öncelikle taş, sonra alettirler. Pişmiş seramik parçaları da özünde insan yapımı taşlar oldukları için binlerce yıl kalabilirler. Bazı durumlarda metal aletler de binlerce yıl korunabilir. Ancak sert bir malzeme olmaları, kimyasal kırılganlıklarını maskeler; metal aletlerin çoğu uzun süre dayanmaz. Aynı metallerde olduğu gibi, kemik aletler de iyi korunabilirler, ancak bunların korunması da bulundukları bölgedeki toprağın kimyasal yapısına bağlıdır. Çabuk çürüyen bitki ve hayvan kalıntılarından yapılmış olan giysi, ayakkabı, ağ, sepet ve oyuncaklar ise, çok nadir durumlarda iyi korunmuş olarak bulunur, bu yüzden de pek iyi anlaşılamazlar.

Arkeolojik kayıtlarda taş aletler, çürüyebilen malzemeden yapılanlardan daha iyi korunur. Buradaki çalı parçalarından yapılmış figürin, Colorado’da Gunnison yakınlarındaki Dolores Mağarası’nda bulunmuştur. DMNS/A1291.1

Arkeolojik kayıtlarda taş aletler, çürüyebilen malzemeden yapılanlardan daha iyi korunur. Buradaki çalı parçalarından yapılmış figürin, Colorado’da Gunnison yakınlarındaki Dolores Mağarası’nda bulunmuştur. DMNS/A1291.1

Çürüyebilen materyaller, arkeolojik kayıtlarda dört şekilde ele geçebilir. Bu materyaller tamamen donduklarında iyi şekilde korunabilirler. Buz adam Ötzi ve aletleri bu şekilde korunmuştur. Bilimciler, buzda korunan bu tek birey sayesinde Avrupa’nın Neolitik dönemiyle ilgili pek çok şey öğrendiler. Çürüyebilen materyalleri korumanın diğer yolu ise bunları, Batı Amerika’daki kurak ve yarıkurak bölgelere yayılmış onlarca mağara yerleşiminde olduğu gibi, sürekli olarak kuru tutmaktır. Üçüncü yöntem ise materyallerin daima ıslak bir yerde kalmasıdır: Avrupa’daki Ortaçağ Viking yerleşimlerinde olduğu gibi su altında ve oksijensiz ortamlarda korunabilirler. Son olarak, ironik sayılabilecek biçimde, çürüyebilen materyaller, eğer yanma sonucu kimyasal olarak kömürleşirlerse korunabilirler. Pompeii ve benzeri felaketler sonucu yerle bir olan yerleşimlerde bunun örneklerini görebiliriz.

Çürüyebilen ve çürümeyen materyallerin arkeolojik kayıtlarda farklı şekillerde korunmasından dolayı taş devrinde yaşayan pek çok topluluk, sadece buluntulara bakıldığında, taş alet teknolojilerine önem veriyor, çürüyebilen alet teknolojilerini ise önemsemiyormuş gibi görünür. Bu şekilde farklı materyallerin farklı oranlarda korunması, 20. yüzyılın ortalarında ortaya çıkan, taş devri kültürlerini “Avcı Erkek” teması etrafında şekillendiren yorumları destekledi. “Avcı Erkek” yorumuna göre erkekler avlanır, kadınlar kampla ilgilenir ve çocuklar da arkeolojik olarak görünmezdir. Tam bir şehirli orta sınıf yaklaşımı! Ayrıca çok da hatalı.

1960’lardaki kadın özgürlük hareketiyle, “Avcı Erkek” konseptinin üzerinde bu kadar durulmasına tepki olarak araştırmacılar “Toplayıcı Kadın”ı incelemeye başladılar. Bu şekilde kadınların tüm toplumlara yaptığı önemli katkıları da gecikmeli de olsa belgelemeye başladılar. Etnografik araştırmalar toplanan yiyeceklerin genellikle avlanmadan daha önemli olduğunu gösterdi, çünkü toplanan yiyecekler, özellikle büyük hayvan avlarına kıyasla çok daha öngörülebilir ve güvenilir bir kalori kaynağıydı. Başka araştırmalar da katı, batılı tarzda işbölümünün normların dışında bir ayrışma olup, hiçbir şekilde evrensel olmadığını gösteriyor. Her ne kadar ayrışmaların ve uzmanlıkların varlığını reddedemiyor olsak da, her toplumda insanlar, yapılması gereken bir iş olduğunda, onu yapmak için bir araya gelme eğilimi gösteriyorlar; insanlar gerektiği durum ve zamanlarda beraber çalışıyorlar.

Clovis ucu gibi taş aletlerin arkeolojik kayıtlarda çok sayıda bulunması, arkeologların erkeklerin yaptığı varsayılan avcılık gibi aktivitelerin üzerinde çok durmasına sebep oldu.

Clovis ucu gibi taş aletlerin arkeolojik kayıtlarda çok sayıda bulunması, arkeologların erkeklerin yaptığı varsayılan avcılık gibi aktivitelerin üzerinde çok durmasına sebep oldu. F: wikipedia

Günümüzden 13,000 ilâ 9,000 yıl öncesine tarihlenen Clovis, Folsom ve buna benzer taş alet tiplerinin, sanki başka hiçbir teknolojileri yokmuşçasına incelendiği Paleoindian Kuzey Amerika arkeolojik araştırmalarından uzun süredir rahatsızlık duyuyorum. Bu taş aletlere bu kadar vurgu yapılmasının nedeni kısmen korunmalarıyla ilgili. Hayvan öldürme alanları, av kampları, kemik ve taş aletler, Batı Amerika’da nispeten iyi korunmuş olarak bulunurken; Paleoindian kamp yerleşimleri seyrek, çürüyebilen materyallerden yapılmış eşyalarsa (ağlar, sepetler, giysiler, ayakkabılar vs.) çok nadir bulunuyor.

Bu durum tamamen materyallerin farklı oranlarda korunmasının bir sonucu olduğu için yorum yapılırken aşırıya kaçılmaması gerekir. Aslında, taş aletlerle ilgili yorumlara bu derece aşırı güven duyulması, özellikle arkeolog Joan Gero onyıllar önce taş aletlerin ve bu aletlerin yapımının tamamıyla erkeklerin ilgilendiği bir konu olmadığını gösterdikten sonra, oldukça sorunlu. Joan Gero, toplumsal cinsiyet arkeolojisinin öncü ve önderlerinden biri.

Cinsiyeti bir yana bırakırsak, bu aletlerin işlevselliğine dair bir tartışma da var. Clovis uçları sadece etkili mızrak uçları olmakla kalmayıp, daha fazla değilse bile aynı derecede etkili şekilde saplı bıçak olarak da kullanılabilirler. Ancak sapları veya kabzaları korunmadığından biz, genellikle otomatik olarak şiddet ve hâkimiyeti vurgulayan yorumları (yani besin işlemeyi değil avcılığı) tercih ediyoruz.

Günümüzden 9,000 ilâ 1,000 yıl öncesine tarihlenen Arkaik Dönem yerleşimleri, bulundukları yere göre yine aynı döngüsel akıl yürütmeyle yorumlanır. Farklı derecelerde korunmalarından dolayı Arkaik yerleşimlerin çoğunda çok sayıda taş alet ele geçirilirken, çürüyebilen kalıntılar son derece azdır. Bu da bizi sıra dışı bir objeye yönlendirir.

Denver Doğa ve Bilim Müzesi (DMNS), şaşırtıcı şekilde iyi derecede korunmuş, dört ayaklı bir memeli hayvanı betimleyen, çalılardan yapılmış güzel bir figürine ev sahipliği yapar. Betimlenen hayvan muhtemelen geyik veya kanada koyunu olabilir. (Büyük olasılıkla) 1930’larda Dolores Mağarası’nda ele geçirildikten sonra 1966’da müzeye bağışlandı. Dolores Mağarası, Colorado’nun batı yamaçlarında Gunnison’a çok uzak olmayan yerde bulunan, daima kuru olan bir mağaradır. Radyokarbon tarihlemesine göre 4500 yıllık olan figürin, Batı Amerika’daki kuru mağara ortamlarında bulunmuş en erken örnek olmasının yanı sıra, bu tipteki buluntular arasında en doğuda bulunmuş olanı.

Peki bu figürin ne amaçla kullanılmıştı? Ne anlama geliyor? Bu konuda çok sayıda teori var. “Avcı Erkek” yorumlarının baskın olması ve böylesi figürinlerin genellikle mağaralarda bulunduğu göz önünde tutulduğunda, insanlar otomatik olarak avda başarıya ulaşmayı garantilemek amacıyla yapılmış büyü veya ayinlerden bahsediyorlar. Bu mümkün olsa bile, Occam usturası [Bütün koşullar eşit olduğunda en basit açıklamanın seçilmesi prensibi. ÇN] başka fikirleri de düşünmemiz gerektiğini söyler. Bu figürinlerin onlarcasının Batı Amerika’da mağara ortamlarında bulunmuş olması, kullanımlarından ziyade korunmalarıyla ilgili bilgiler veriyor. Belki de Arkaik dönemde kamp yerleşimlerinde binlerce değilse bile yüzlerce figürin bulunuyordu, ama bunlar açık havadaki çevre koşullarından dolayı binlerce yıl dayanıp günümüze kadar kalamadılar.

Yirmi yıldan daha uzun bir süre önce, ben hala lisans üstü öğrencisiyken, arkeolog Margaret Conkey’e toplumsal cinsiyet arkeolojisi çalışıp çalışmamam gerektiğini sordum. Cevabı beni fiziksel açıdan durdurdu, politik açıdan şaşırttı ve analitik açıdan da esinlendirdi. “Tabii ki çalışmalısın” dedi, sonuçta “prehistorik dönemde kadın ve çocukların da yaşadığını biliyoruz.” Gerçekten de öyle.

Belki de Dolores Mağarası’ndaki figürin sadece basit bir oyuncak. Antik toplumlara daha bütünsel bir açıdan yaklaşmamızı sağlayan ve çocukların evrensel ihtiyacı olan oyun oynamayı ayrıcalıklı kılan bu fikirde söylenmeden anlaşılan bir güzellik var. Sonuçta oyun oynamak çocukların işi.

 

 

arkeofili.com

(Aysel Arslan tarafından Stephen E. Nash, Sapiens, 14 Haziran yazısından çevrilmiştir)

Share
. tarafından

Alman Hapishanesi’nin Gülaferit Ünsal‘a Yönelik Tecrit Uygulamaları Devam Ediyor

Temmuz 9, 2016 de ANASAYFA . tarafından

gülaferit.soliALMANYA- Avrupa genelinde devrimcilere dönük saldırılar devam ederken 2011 Yılında tutuklanarak Yunanistan’dan Alman Devleti’ne „teslim“ edilen DHKP-C tutsaklarından Gülaferit Ünsal’a yönelik Alman Hapishanesi sistematik saldırılarını sürdürüyor.Geçtiğimiz yıllarda elli günü aşkın açlık grevi yaparak çeşitli taleplerinin yerine getirilmesini ve saldırı politikalarının bir süre de olsa durmasını sağlamıştır.Yayın yasakları, taciz, tehdit vb. Uygulamalarla içeride de sindirilmeye çalışılılan politik tutsaklar adli tutuklular aracılığı ile yaptırılan uygulamalar vesilesi ile de hapishane yönetimi tarafından devrimciler karşı karşıya getirilmeye çalışılıyor.

http://soligruppeguelaferituensal.blogsport.de/ adresinde 1 Temmuz tarihinde yayınlanan açıklamada da  Gülaferit’e yönelik yapılan hukuksuz uygulamalara değinilerek son süreçte yaşadıkları sıralanmaktadır;

Almanya’nın Berlin şehrinde bulunan JVA-Lichtenberg Hapishanesi‘nin doluluk oranını 133% aşmış durumda (son durum 29 Haziran 2016).

Bu Hapishanede, yönetmeliklerinde geçen kurallar aslında herkes için geçerlilik taşımaktadır. Ancak bazen bu kurallar mahkumları moral bozukluklarına sevk etmek veya psikolojik olarak da tecrit etmek adına olacak ki kimi zamanlar askıya alınır. Böylesi durumlarda  özellikle de siyasi tutsaklar söz konusu olunca bilinçli bir şekilde uygulanır ve onlara bulundukları durumu olabildiğince zorlaştırmaya ve zarar verilmeye çalışılır.

  • Cezaevinde Saat 22:00‘dan itibaren gece dinlenme(sessizlik) zamanı başlamasına rağmen, Gülaferit‘in kaldığı hücrenin üst katında bulunan mahkumlar sürekli sesli müzik dinlemektedirler,Televizyon tüm gün yüksek seste çalışmaktadır, gece yarısına kadar yüksek seste konuşulmaktadır. Şikayetlere rağmen bugüne dek durum değişmemiştir.  Hatta üst katta kalan kadının kendi hücresini yaktığında bile hiç bir gelişme olmamıştır.Sosyal görevliler ve cezaevi yönetimindeki şahıslar ve sözde “güvenlik” görevlileri dahil hepsi ya bir bahane bulmaktalar ya da tamamen kendisine görünmezler.
  • Bu durumu artık başka çaresi de kalmadığından yüksek sesle haykırarak protesto ettiği için yine gazetesi sansür edilerek kendisine verilmemektedir.Hatta protestosuna yanıt olarak da hücresinin üst katında kimsenin kalmadığı iddia edilmiştir.
  • Oysa kaldığı kattaki öteki mahkumların da diğer mahkumların sürekli gürültü yaptıklarına dair ve bu duruma gardiyanların da göz yumduğuna dair şikayetleri olmuştur. Bu grup bütün yaşananlardan Gülaferit‘i sorumlu tutarak aylardır kendilerinden izole etmeye çalışmışlardır.
  • Sosyal görevliler, mahkumların kendı aralarında bir iç toplantı almasını, ruh hallerinin iyi olmadiği,tehlike olabileceği riski gerekçesiyle reddetmektedirler.
  • Gülaferit’in eleştirisi ise, bir yandan bütün yasaklara rağmen uyuşturucu maddelerinin kolaylıkla içeri sokulabilmesi sağlanırken öte yandan gazete,dergi vb yayınların dahi kendisine ulaşamamasıdır. Uyuşturucu ve başka „iyilikler“le mahkumlara şantaj yapilmaktadır. Bu durumun yaratmış olduğu sağlıksız etki ile de kadın mahkumlar arasında durum saat başı değişmektedir.
  • Gülaferit Hapishanede 275 € değerinde giysi sipariş etmişti, ama kendisine yanlış giysiler alındı. Biz dışarda olanlar normal hayatta, o paketi geri gönderebiliyoruz. Bunu iddialarına göre Gardiyanlar da yapmışlar, ancak ellerinde kanıtlayabilecek birşeyleri yok çünkü ispatlanamadı.Ve o paket şimdiye kadar Gülaferit‘e ulaşmadı, buna rağmen ödediği 275 €  da geri alamadı.
  • Bir görüs günü esnasında keyfi uygulamayla Gülaferit‘i görüş odasına geç getirdikleri halde görüş süresini 10 dakika kestiler. Geçen hafta da ayni olay yaşandı, o gün de 15 dakika Gülaferit’i getirmedikleri için ziyaretci odasında bekledik. Ve görüş saatinin bir saat olmasına rağmen Gardiyanlar tarafından 45 dakika sonra keyfi bir şekilde görüş sonlandırıldı.

Tüm bu saydıklarımız siyasi tutsak olan Gülaferit Ünsal‘i yıldırmak veya kışkırtmak için bir girişim çabası (suç) olarak görülmek zorundadır.Tecrit saldırıları devam ediyor.

Ancak Mücadele de Devam Ediyor!

Gülaferit Ünsal-Dayanışma Grubu

 

„Dışarıdan İçeriye“ Dayanışmada bulunmak için Posta adresi:                                                                       

 Gülaferit Ünsal

JVA für Frauen

Alfredstraße 11

10365 Berlin

 

ADKH çeviri ekibi tarafından http://soligruppeguelaferituensal.blogsport.de/ sitesinden çevrilmiştir.

Share
. tarafından

Katliamcı TC. Devleti Van’da Bir Kadını Daha İnfaz Etti

Temmuz 11, 2016 de ANASAYFA . tarafından

770x500cc-v-11-07-16-duvar-yazisi3
HABER MERKEZİ (11.07.2016) – Faşist TC. devleti’nin Kürt ulusuna yönelik katliam saldırıları devam ederken dün yapılan operasyonla bir kadının da infaz edildiği ortaya çıktı.İnfazın yapıldığı bölgede komşu evin duvarlarına özel harekat polisleri tarafından yazılan ırkçı ve cinsiyetçi yazılamalar mahalleli çocuklar tarafından boyalarla kapatıldı.

Sürmeli Serhat Sokak’ta içerisinde kadın ve çocuklarında bulunduğu iki eve baskın düzenleyen devlet güçleri polisleri infazın gerçekleştiği evde bulunan İrem (35) Kezban (40), Sozdar (23) ve Aynur (25) Akdoğan ile 10, 8 ve 4 yaşlarındaki 3 çocuğu gözaltına aldı. Daha sonra çocuklar serbest bırakılırken, gözaltına alınan 4 kadının nereye götürüldüğü ise öğrenilemedi.

Tepki gösteren halka da saldırı

Öte yandan mahalleyi ablukaya alan polislere tepki gösteren mahalle sakinlerine gaz bombaları ve silahlarla saldırılırken, mahalleye gitmek isteyen ve aralarında HDP Wan Milletvekilli Adem Geveri ile DBP ve HDP yöneticilerinin de bulunduğu grup, özel harekat polisleri tarafından engellendi.

Duvardaki Yazılar Devletin Zihniyetine Işık Tutuyor!

Düzenlenen operasyonla infaz edilen kadınla birlikte evde bulunan 4 kadını da gözaltına alan özel harekât polisleri, komşu evlerin duvarına ise “Geldik sadece karılarınız vardı. Toplar, fistanlılar” şeklinde cinsiyetçi ve ırkçı yazılamalar yazarak yine Türk bayrağı çizdi. Bu yazılamalara tepki gösteren mahalleli çocuklar, yazılan ırkçı yazıların üzerini boyalarla kapattı.

Share
. tarafından

Virjinya’da ‘tecavüzcüyle evlendirilme’ Yasası Değiştirildi

Temmuz 12, 2016 de ANASAYFA . tarafından

770x500cc-virginya-12-07-2016-cocuk-evlilik-manset

HABER MERKEZİ (12.07.2016)
Virjinya’da kadınların ve çocukların cinsel saldırıya ve istismara uğraması durumunda saldırıyı gerçekleştiren erkekle evlendirilmesini ön gören yasada güncelleme yapıldı. Yasanın değişmesiyle birlikte, erkekler cinsel saldırıya maruz bıraktıkları kadınlarla ve çocuklarla evlenmeyecek ve yasalara göre gerekli cezayı alabilecek.

Virjinya’da 2004-2013 yılları arasında yaklaşık 4 bin 500 kız çocuğu evlendirildi. Bu çocuklardan 200’ü 15 yaş altındaydı. Çocuk yaşta evlendirmelerin önüne geçmek için Virjinya’da devlet yetkilileri, yasal değişikliğe gitti. The Independent’in haberine göre, Virjinya’da devlet yetkilileri çocuklarının ailelerinin izni alınarak hamile kalmaları durumunda evlendirmelerine izin verilen yasayı güncelleyerek yeni yasal mevduatı tanıttı. Geçtiğimiz Cuma günü yürürlüğe giren yasa ile evlilik yaşı da 18 olarak belirlendi.

‘Yasal değişiklik bir uyanma yaratabilir’

Yasal değişikliği değerlendiren aktivistler, önceki yasada cinsel saldırıya maruz bırakılanların saldırgan erkeklerle evlendirildiğini belirterek, suç işleyenlerin bu nedenle ceza almadığına dikkat çekti. Önceki yasayla birlikte çocuk yaşta evlendirilmelerin de arttığına işaret eden aktivistler, yıllardır yasanın değişmesi için mücadele verdiklerini kaydetti. Bu yasanın değişmesi için mücadele veren gruplardan biri de Tahirih Adalet Merkezi. Tahirih’in politika ve strateji üst düzey danışmanı olan Jeanne Smoot, basına yaptığı açıklamada, “Umuyoruz ki kanun yapıcılar kendi yasalarının çocuk evliliklerini nasıl kolaylaştırdıklarını görebilirler. Ve bu değişiklik Virjinya’da bir uyanma yaratabilir” dedi.

‘Ceza almamak için evleniyorlar’

Cumhuriyetçi politikacılardan olan Jill Holtzman Vogel ise, pratikte yaşadığı bir olayı şu sözlerle aktardı: “50 yaşlarında bir erkek lise öğrencisine cinsel istimarda bulunuyor. Ve lise öğrencisi başından geçenleri gelip bana anlattı. Saldırgan gidip kız çocuğunun anne ve babasını evlenmeye ikna etti ve böylece ceza almaktan da kurtardı kendisini. Bu taktiği ikinci kez uygulamış. Daha öncede aynı şeyi yapıp boşanmış. Şuanda evliler ve hiçbir suç yok ortada. Kız çocuğu okulu bıraktı ve hayatı mahvoldu.”

‘Evlilik yaşı bölgelere göre değişiklik gösteriyor’

Hükümet politikalarını analiz eden bir kuruluş olan Dünya Politika Merkezi, dünyada yüzde 88 oranında ülkede evlenme yaşının minimum 18 olduğunu söylerken, Amerika’da ise evlilik yaşının bölgelere göre değişiklik gösterdiğini belirtiyor. Merkez, şu anda 6 bölgede kız çocuklarının ailelerinin rızası alınarak 16 yaş altı çocukların evlendirildiğini ifade ediyor.

Bu yılın başında Youtube’da ünlü Coby Persin, New York Times Meydanı’nda bir deney denedi. Deneyde 65 yaşındaki bir erkek 12 yaşındaki bir kız çocuğuyla evlendiriliyordu. Yoldan geçen insanların tepkileri öfke veya şaşkınlıktı. Aslında onun amacı hergün dünya çapında 33 bin kız çocuğunun durumunu göz önüne sermekti.

Birçok ülkede çocuk evliliklere karşı yeni yasalar çıkartırken, yada var olan yasalarda düzenlemeler yapılırken, Türkiye’de ise Boşanma Komisyonu cinsel saldırıya uğrayan kadınların “tecavüzcüsüyle evlendirilebileceği” yönünde meclise rapor sundu. Türkiye genelinde alanlara çıkan kadınlar rapora tepki göstermişti.

 

JİNHA

Share
. tarafından

Ermenistan’da Kadın Katliamları Artarak Devam Ederken; Önleyici Yasa ise Bulunmuyor

Temmuz 12, 2016 de ANASAYFA . tarafından

770x500cc-ermenistan-12-07-16-kadin-cinayet2

HABER MERKEZİ (12.07.2016) – Ermenistan’da kadına yönelik şiddeti ve kadın katliamlarını gerçekleştiren erkekleri cezalandırmayan hakim ve savcıların fotoğrafları sosyal medyada paylaşılmaya başlandı. Son beş yıl içerisinde 30 kadının katledildiği ülkede kadın katliamlarını ve kadına yönelik şiddeti engelleyecek bir yasa tasarısı ise bulunmuyor.

Ermenistan’da kadına yönelik şiddet ve kadın katliamları giderek artıyor. Kadına yönelik şiddete önleyici herhangi bir yasanın olmadığı ülkenin başkenti Erivan’da üç gün önce Taguhi Mansuryan ve ailesi evlendiği Vladik Martirosyan tarafından baltalı saldırıya uğraması ile kadına yönelik şiddet ve kadın katliamları tekrar gündeme taşındı. Sistematik olarak şiddete maruz bırakılan Taguhi’nin destek aldığı, “Women’s Resource Center” (Kadın Çözüm Merkezi) isimli sivil toplum örgütü, saldırı sonrası yaptığı açıklamada Taguhi’nin, kendisi ve ailesinin can güvenliği için defalarca polise başvurduğu halde polisten destek alamadığını belirtti. “Women’s Resource Center”in temsilcilerinin aktardığına göre olaydan bir hafta önce Taguhi, Vladik ile karşılaştıklarında kendisini tehdit ettiğini ve hem kendisine hem ailesine karşı şiddet uyguladığını belirtti.

Bir kez daha kadına yönelik şiddet uygulayan ve katleden erkeklerin cezalandırılmamasına dikkat çekilirken, ülke genelinde kadına yönelik şiddet uygulayan erkekleri cezasız bırakan savcıların ve hakimlerin fotoğrafları, kadın katliamlarının asıl sorumluları olarak sosyal medyada paylaşılmaya başlandı.

Öte yandan aile için şiddete yönelik cezasızlık politikası, Ermenistan için ilk değil. Üç yıl önce de çocuklarının önünde evlendiği kadını 21 kez bıçaklayarak katleden Volodya Muradyan’a sadece 3 buçuk yıl hapis cezası verilmişti.

Ermenistan’da kadın hakları savunucuları ve aktivistleri, söz konusu saldırıları sadece kadına yönelik şiddeti engelleyen bir yasa tasarısının engelleyebileceğini belirtiyor. Fakat 2013 yılında Ermenistan hükümeti, aile içi şiddete karşı yasa tasarısını reddetmişti.

2010-2015 yılları arasında erkekler tarafından 30 kadının katledildiği Ermenistan’da bu sayı giderek artıyor.

 

JİNHA

Share
. tarafından

DHF: Hiçbir saldırı meşru devrimci mücadelemizi engelleyemez!

Temmuz 15, 2016 de ANASAYFA . tarafından

dhf amblem son12 Temmuz Salı sabahı polis baskınlarıyla gözaltına alınan Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) üye ve taraftarlarından 4 DHF’li tutuklandı, 6 DHF’li tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.Demokratik haklar mücadelesine ve bilhassa örgütlü mücadeleye yönelik tahammülsüzlükle yapılan devlet terörünün ardından DHF nin yapmış olduğu açıklamaya yer veriyoruz:

Faşist “TC” devleti kana susamış bir barbarlıkla halklarımıza ve halklarımızın örgütlü devrimci dinamiklerine pervasızca saldırmaya devam ediyor. Halklara karşı topyekûn savaş açan “TC” devleti ile somuttaki temsilcisi Erdoğan/AKP iktidarı, kendisi için tehlike arz eden bütün demokratik, ilerici ve devrimci toplumsal güçlere saldırarak bastırmaya çalışmaktadır. Bu kapsamda neredeyse her gün onlarca devrimci, demokrat ve yurtsever devletin gözaltı ve tutuklama terörüne maruz kalmaktadır. Yine aynı faşist politikalar sonucu son bir yılda yüzlerce insan katledilmiştir. Tüm toplumsal muhalif güçleri hedef alan Erdoğan/AKP iktidarı toplumu tamamen zapturapt altına almaya çalışmaktadır.

DHF devrimci bir mevzidir, saldırılar nafile!

Kuruluşundan bu yana her daim sistemin hedeflerinden biri olan Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) tüm saldırı ve engellemelere rağmen haklılığından aldığı güç ve devrimci meşrulukla yoluna daha da güçlenerek devam etmiştir. Bugüne değin DHF’ye yönelik onlarca saldırı ve baskın gerçekleştirilmiş, yüzlerce üye ve taraftarı gözaltı ve tutuklama terörüne uğramıştır. Hâlihazırda hapishanelerde onlarca DHF üyesi ve taraftarı bulunmaktadır.

Yakın dönem içerisinde Dersim başta olmak üzere ülkenin birçok yerinde yine DHF’ye yönelik saldırılar sonucu onlarca faaliyetçimiz gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Bu saldırılara son olarak da Adana eklendi. 12 Temmuz gece saat 04.00 sularında Adana merkezli yapılan baskınlarda 12 üye ve taraftarımız gözaltına alındı. İki gün boyunca Adana Emniyet Müdürlüğü’nde tutulan üye ve taraftarlarımız bugün savcılığa sevk edildiler. Savcılıkta ifadeleri alınan 6 DHF’li tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken mahkemeye sevk edilen 3 DHF’li ise tutuklandı.

adana-merkezli-9-ilde-teror-operasyonu_c2ebb96-670x330

Buradan bir kez daha ilan ediyoruz; hiçbir saldırı ve zorbalık bizleri halkların özgürlük ve kurtuluş mücadelesinden alıkoyamayacaktır. Dün olduğu gibi bugün de haklılığımızdan ve meşruluğumuzdan aldığımız güçle halklarımızın örgütlü devrimci mücadelesini büyütmeye devam edeceğiz. Topyekûn savaş saldırganlığına halklarımızın örgütlü birleşik devrimci mücadelesini kuşanarak cevap olacağımızı buradan bir kez daha haykırıyoruz.

 

Kahrolsun faşist diktatörlük!

Gözaltılar, tutuklamalar ve baskılar bizleri yıldıramaz!

Yaşasın halkların örgütlü devrimci mücadelesi!

DEMOKRATİK HAKLAR FEDERASYONU

Share
. tarafından

Sağlık Emekçileri: Ülke Yönetmek Ciddiyet İster

Temmuz 15, 2016 de ANASAYFA . tarafından

saglik-emekcileri-ulke-yonetmek
Binali Yıldırımın partisinin grup toplantısında söylediği “Acil servislere artık kız bakmaya gidiyorlar” sözlerine İstanbul Tabip Odası ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İstanbul Şubesi tepki gösterdi

HABER MERKEZİ (15.07.2016) – Binali Yıldırımın partisinin grup toplantısında söylediği “Acil servislere artık kız bakmaya gidiyorlar” sözlerine İstanbul Tabip Odası ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İstanbul Şubesi tepki gösterdi.

Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin acil servis kapısı önünde basın açıklaması düzenlenerek, Başbakanın sözleri protesto edildi.

İstanbul Tabip Odası Üyesi Dr. Melehat Cengiz tarafından okunan basın açıklamasında, “Başbakana bazı şeyleri hatırlatmak istiyoruz” denildi ve şunlar ifade edildi:

“Acil servisler ciddi birimlerdir. Acıların, ıstırapların yaşandığı, insanların yaşamını yitirdiği yerlerden bahsediyoruz. Bombalı katliamlar yaşanırken, şaşalı kutlama yapan zihniyetin acil servislere kız bakmaya gelmesine o kadar da şaşırmamak lazım.”

 

Halkın Günlüğü

 

Share
. tarafından

Haziran’da Türkiye-Kuzey Kürdistan’da 22 kadın katledildi

Temmuz 15, 2016 de ANASAYFA . tarafından

 

BAZI SIVIL TOPLUM ORGUTLERI, SENDIKALAR VE SIYASI PARTILERIN UYELERINDEN OLUSAN BIR GRUP KADININ, HAKKARI'DEN VE ISTANBUL'DAN BASLATTIKLARI, KADINA YONELIK SIDDETI VE SOMURUYU PROTESTO YURUYUSU ANKARA'DA SONLANDIRILDI. DEMIRTEPE'DE BIR ARAYA GELEN GRUP, BASBAKANLIGA DILEKCE VERMEK UZERE KIZILAY'A DOGRU YURUYUSE GECTI. ''KADIN CINAYETLERINE SON'', ''SIDDETE SON'', ''YASASIN KADIN DAYANISMASI'' YAZILI PANKARTLAR ACAN GRUP, ''KADINLAR YURUYOR MUCADELE SURUYOR'' SLOGANLARI ATARAK YOLU TRAFIGE KAPATTILAR. (ANADOLU AJANSI - CEM OZDEL) (20101112)

Haziran ayında yaşanan kadına yönelik şiddetin bilançosu açıklandı. 22 kadın erkekler tarafından Haziran ayında katledildi 

HABER MERKEZİ (15-07-2016)- 2016’nın ilk 6 ayında en az 135 kadını katletti, 112 kadına cinsel saldırıda bulundu, 290 kız çocuğunu cinsel istismarda bulundu, 183 kadına şiddet uyguladı.

bianet’in cinayet, tecavüz, çocuk istismarı, taciz ve şiddet-yaralama başlıkları altında derlediği erkek şiddeti çetelesine göre; kadınların yüzde 23’ü ayrılmak/boşanmak istedikleri için katledildi. Boşanma davası süren bir kadın, eşi hakkında suç duyurusunda bulunduktan sonra katledildi. Kadınların yüzde 82’sini eski veya mevcut partnerleri öldürülürken, 13’ünü eşleri öldürdü.

Erkek şiddetinin yüzde 12,5’i kadın ‘hayır’ dediği için

Erkekler haziran ayında 32 kadına şiddet uygulandı ve kadınların yüzde 2,5’inin boşanmak/ayrılmak istediği ya da erkeklere ‘hayır’ dediği için şiddete maruz kaldığı belirtildi. Hakkında 27 kez uzaklaştırma kararı çıkartılan erkek, eşini üzerine kaynar çay dökerek yaraladı, ardından serbest bırakıldı. Bir erkek, hakkındaki uzaklaştırma kararına rağmen eşine işkence yaptı. İki kadın ise sistematik şiddet gördükleri erkekleri öldürdü.

 

 

halkın günlüğü

Share
. tarafından

AYM’nin Çocuk İstismar Kararı Meclis Gündeminde

Temmuz 15, 2016 de ANASAYFA . tarafından

MEral-Danış-Beştaş-28-Ağustos-2015
HDP Milletvekili Meral Danış Beştaş, AYM’nin çocuk istismarına dair 15 yaş sınırı içeren hükmü iptal etmesini meclise taşıdı
HABER MERKEZİ (15-07-2016)- HDP Milletvekili Meral Danış Beştaş, AYM’nin çocuk istismarına dair 15 yaş sınırı içeren hükmü iptal etmesini meclise taşıdı. Adalet Bakanına verdiği önergede önlem alınmadığı takdirde uça ortak olacağının altını çizen Meral, “Yerel ve yüksek mahkemelerin cinsel istismar vakıalarında fail lehine tutum takınmaları ve fail lehine kararlara imza atmaları hükümet politikalarınızın bir neticesi midir?” diye sordu.

Anayasa Mahkemesi (AYM) önceki gün TCK- 103/1’deki “15 yaşını tamamlamamış her çocuğa karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranışın cinsel istismar sayılacağına” ilişkin hükmü iptal etti. HDP Adana Milletvekili, avukat Meral Danış Beştaş da, “Karaman’da çok sayıda çocuğun mağdur olduğu cinsel istismar vakıası başta olmak üzere çocuğun maruz kaldığı cinsel istismar vakıaları hükümet çevreleri tarafından olağan karşılana gelmektedir” diyerek, AYM kararı ve yargı organlarının çocuğun istismarına dair yaklaşımlarını Adalet Bakanına sordu. Meral, şu soruları yöneltti:

“* Türkiye’nin tarafı olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 19 uncu maddesi “Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal vasi veya vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanında iken bedensel veya zihinsel saldırı, şiddet veya suistimale, ihmal ya da ihmalkâr muameleye, ırza geçme dahil her türlü istismar ve kötü muameleye karşı korunması için; yasal, idari, toplumsal, eğitsel bütün önlemleri alırlar.” hükmümü amir olup Anayasa Mahkemesi kararı bu maddeye aykırılık teşkil etmiyor mu? Anayasa Mahkemesinin Çocuk Hakları Sözleşmesine aykırılık teşkil eden kararı hakkında ne düşünüyorsunuz?

* Anayasa Mahkemesi kararı devletin çocuğun maruz kaldığı cinsel istismara dair sorumluluğunu bertaraf etmekte olup bu karar; hükümet olarak çocuklara ilişkin sorumlulukların yerine getirilmemesine hazırlanan bir kılıf mıdır?

* Hükümetiniz döneminde eski düzenlemeye nazaran çocuklar lehine yapılan iptale konu cezai düzenleme hakkındaki görüş ve düşünceleriniz nedir? Bahse konu yasa hükmü neden dava konusu olmuştur? Maddenin aksayan yönleri var mıdır? Bu konuda bir araştırma veyahut bir çalışma yürüttünüz mü?

* Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen hükmün uygulanmasına yaşanan aksaklıklar neler olmuştur?

* İptal edilen madde kapsamında kaç kişi yargılanmış kaç kişi hüküm giymiştir?

* Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen hükme dair yeni bir yasal düzenleme yapılması öngörülmekte midir? Bu yönlü bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?

* Hükmün iptali ile birlikte 15 yaşını tamamlamamış çocukların maruz kalacağı cinsel istismar yaptırımsız kalacak olup bu konuda ne tür önlemler almayı öngörüyorsunuz? Aksi halde çocuklar cinsel istismara karşı korumasız kalacak olup cinsel istismar suçunu gerçekleştiren faillerin korunmasına ortak olacak mısınız?

* Anayasa Mahkemesi kararının hakeza yerel mahkemenin hükmü uygulamamak adına yapmış olduğu başvurunun küçük çocuklara uygulanan cinsel istismarın suç sayılmamasına dair görüşlerle ilintisi var mıdır? Karaman’da bir yurtta çok sayıda erkek çocuğun maruz kaldığı cinsel istismar vakıasına dair bazı çevrelerce bu durumun olağan olduğuna dair yapılan beyanlar ile Anayasa Mahkemesi kararı arasında bir bağ olduğunu düşünüyor musunuz?

* Çocuğun maruz kaldığı cinsel istismar neticesinde faili ile evlendirilmesi failim aklanması çocuğun bir kez daha cezalandırılması anlamına gelmiyor mu?

* Yerel ve yüksek mahkemelerin cinsel istismar vakıalarında fail lehine tutum takınmaları ve fail lehine kararlara imza atmaları hükümet politikalarınızın bir neticesi midir?

* Çocuğun maruz kaldığı cinsel istismar vakıalarının cezasız kalmasının toplumda kırılma ve infiale yol açacağını öngörüyor musunuz?

* Çocuğun maruz kaldığı cinsel istismar vakıalarının etkin yargılanması ve faillerin suç ile orantılı cezalar almasına yönelik çalışmalar yürütecek misiniz?”

 

halkingunlugu.net

Share
. tarafından

Fransa’daki Saldırıda 84 Kişi Yaşamını Yitirdi

Temmuz 15, 2016 de ANASAYFA . tarafından

nice-saldiri-SB4
Fransa’nın Nice kentinin dünyaca ünlü Promenade Des Anglais Caddesi’nde 14 Temmuz Ulusal Günü kutlaması yapan kalabalığa kamyonla saldırı düzenlendi

HABER MERKEZİ(15.07.2016)- Fransa’nın güneyindeki Nice kentinde bir kamyon 14 Temmuz Ulusal Gün kutlaması yapan kitlenin içine sürerek onlarca insanı ezdi. Saldırıda 84 kişinin yaşamını yitirdiği ifade edilirken, 100’den fazla kişi de yaralandı.

Nice kentinin dünyaca ünlü Promenade Des Anglais Caddesi’nde 14 Temmuz Ulusal Günü kutlaması yapan kalabalığa yerel saatle 22.30 sıralarında kamyonla saldırı düzenlendi. Bölge Valisi Alpes Maritime, saldırıyı gerçekleştiren kişinin  halkın üzerine ateş açtığını da ifade etti.

Nice Başsavcılığı tarafından yapılan açıklamada, saldırıda 80 kişinin hayatını kaybettiği, 100’den fazla kişinin de yaralandığı ifade edildi. Nice Valisi Adolphe Colrat da, kamyonun son sürat kalabalığın arasına daldığını ve yaklaşık 2 kilometre boyunca insanları ezdiğini açıkladı.

Yetkililer, ölü sayısının gittikçe artmasından endişe ettiklerini belirtti. Öte yandan Fransa polisi, yaptığı anonslarla kent sakinlerini gerekmedikçe evlerinden çıkmama yönünde uyardı.

Fransa’da daha önce de saldırı olmuştu

13 Kasım 2015’te Fransa’nın başkenti Paris de benzer bir saldırıya hedef olmuştu. DAİŞ’in üstlendiği saldırıda 130 kişi hayatını kaybetmişti.

Share
. tarafından

Hindistan’da Çay Toplayan Kadınlar Kadın Kolektifini Kurarak Örgütleniyorlar

Temmuz 15, 2016 de ANASAYFA . tarafından

KeralaTeaPickers4
Nprorg’un haberine göre, Hindistan çay endüstrisinde çalışan çay toplayıcılarının çoğunluğu kadınlardan oluşuyor ve Kerala bölgesinde çalışanlar ise bütün sektöre oranla en düşük günlük ücret alıyor

HABER MERKEZİ(15.07.2016)- Hindistan’da çay toplayan kadınlar, uzun çalışma saatleri ve düşük ücrete karşı Kadın Kolektifi’ni oluşturdu. “Biz köle değiliz ve onurlu bir hayata ihtiyacımız var” diyen kadınlar, hakları için örgütlenmeye devam edecek.

Npr.org’un haberine göre, Hindistan çay endüstrisinde çalışan çay toplayıcılarının çoğunluğu kadınlardan oluşuyor ve Kerala bölgesinde çalışanlar ise bütün sektöre oranla en düşük günlük ücret alıyor. Kanan Devan Hills Plantations şirketinde çalışan bu kadınlar zor iş koşulları altında yılda yaklaşık 50 milyon libre çay üretimi yapıyor. Kadınlar ücretlerinin az olması, zor iş koşulları ve ücretlerindeki kesinti yüzünden örgütlenip Kadın Kolektifi’ni kurdu. 08-02-16-india-tea-pickers-590x393
‘Düşük ücretlerle çalıştırılıyorduk’

Haftanın 6 günü yağmur, güneş demeden çalışan bu kadınlardan 45 yaşındaki J. Rajeshwari, 19 yaşından beridir çay toplama işinde çalıştığını söyleyerek, “Günde 3 dolardan az para kazanıyorduk. Çok düşük ücretlerle çalıştırılıyorduk. Bu parayla ne kendimizi besleyebiliyor ne de çocuklarımıza iyi bir eğitim sunabiliyorduk. Çocuklarımı büyütmek için gerekli imkanlara da sahip değildim. Tüm bu nedenlerden dolayı karar verdik” dedi.

‘Biz köle değiliz’

Grubun Başkanı Liss Sunny (48) ise sabahın erken saatlerinden akşam saatlerine kadar çok sıkı bir şekilde çalıştırıldıklarını aktardı. Eylül ayında ücretlerinin yarısının kesildiğini söyleyen Liss, “Bizler bu koşullarda çalışamayacağımızı belirttik. ‘Biz köle değiliz ve onurlu bir hayata ihtiyacımız var’ dedik. Bana en büyük hakaret 2 çocuğumdan birinin eğitim görmesi noktasında seçim yapmak zorunda bırakılmamdır. 2 çocuğumu birlikte okula gönderme şansım yoktu. Bu koşullarda çalışmak beni zorladı ve bu nedenle örgütlülüğümüzü büyütmeye karar verdim” diye belirtti.

Kadınlar ilk olarak hiçbir sendikaya bağlı kalmadan grev gerçekleştiriyor. Daha önceden sendikalara bağlı olan kadınlar, sendikaların işlevsiz olmasından yakınıyor. İlerleyen süre içerisinde kadınlar kendi başlarına üst düzey devlet yetkilileriyle görüşmeye gidip günlük ücretlerinin 4 dolara yükselmesini talep ediyor. İlk başlangıç olarak 1 dolar zam alıyorlar. Kadınlar bu durumu, “Bu çok yüksek bir miktar değil ama en azından bir adımdı” diye yorumluyor.

Kazanımla sonuçlanan tecrübe

2015 yılının eylül ayında da aynı taleplerle iş bırakma eylemleriyle direnişe başlayan kadın işçiler, eleştirdikleri sendikalar olmadan mücadelerinin 9. gününde şirketi ve sendikayı talepleri doğrultusunda ikna ederek kazanım elde etmişlerdi.

 

A tea garden worker plucks tea leaves inside Aideobarie Tea Estate in Jorhat in Assam, India, April 21, 2015. Unrest is brewing among Assam's so-called Tea Tribes as changing weather patterns upset the economics of the industry. Scientists say climate change is to blame for uneven rainfall that is cutting yields and lifting costs for tea firms. Picture taken April 21, 2015. REUTERS/Ahmad Masood

_79370346_tea_worker1920

Share
. tarafından

Gaia: Futbolda cinsiyetçi şiddete karşı birlikte mücadele ediyoruz

Temmuz 15, 2016 de ANASAYFA . tarafından

57066f8518c7735f28769189
Gaia Dergi olarak, hayatın birçok alanında ve dünyanın farklı yerlerinde olduğu gibi sporda da cinsiyetçi şiddeti öven dile ve kadınlara yönelik yapılan ayrımcılıkların farkındayız. Geçtiğimiz günlerde basında “manken yakma” davası olarak bilinen ve Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nin de konuya ilişkin suç duyurusunda bulunduğu davada, yargı lehte bir karar vererek, karşı takımın formasını giydirdiği mankeni yakan taraftara ceza verdi. Fakat sanığın bu suçu işlemiş olması mahkemece tespit edilip 6222 sayılı Sporda Şiddetle Mücadele Kanunuyla cezalandırılmıştı. Biz ise TCK’deki “Kadınların Cinsiyet Olarak Aşağılanması Suçu”ndan yargılanması gerektiğini düşünüyoruz. Bu nedenle sanığın daha caydırıcı bir ceza alması gerektiğinden bir üst mahkemeye itirazda bulunulacaktır.

futbol-banner11
Futbolu seven ve destekleyen herkese, Türkiye’de futbolun cinsel şiddetten uzak bir biçimde de yürüyebileceğinin farkındalığını oluşturmak istiyoruz.

Bu nedenle futbol kulüplerine bazı öneriler hazırlandı

– Kulüp medya organları ve yayınlarında, sporda cinsiyetçi şiddetin önlenmesine yönelik bilinçlendirici ve farkındalık arttırıcı program ve sayfalar hazırlanması, sosyal medya paylaşımlarında bulunulması

– Kadınların veya eşcinsel bireylerin kulüp yönetimlerinde bulunmasının teşvik edilmesi

– Sporda kadın branşlarının arttırılması, kadınların bu anlamda teşvik edilmesi

– Cinsiyetçi ve homofobik şiddet içeren tezahüratlarda bulunan veya cinsiyetçi ögeler bulunduran (örn. pankart ve benzeri) taraftarlara yönelik caydırıcı yaptırımlarda bulunulması (örn. passolig iptali)

– Sporculara, kulüp yöneticileri ve çalışanlarına yönelik farkındalık eğitimleri verilmesi

– Konuyla ilgili panel, konferans gibi etkinlikler organize edilmesi veya çeşitli organizasyonlara katılım, duyuru veya sponsorluk desteği verilmesi

– Eşleri veya partnerlerine şiddet uygulayan ve sosyal hesaplarında cinsiyetçi içeriklere yer veren futbolculara yönelik ciddi yaptırımlar uygulanması (örn. sözleşme feshi, takım kadrolarında yer verilmemesi)

-Cinsiyetçi içeriklerin bulunduğu spor gazeteleri ve dergilerinde (örn. Açık Mert Korkusuz Dergisi) cinsel şiddet içeren her türlü yazının kaldırılması için kulüp olarak itirazlarda bulunulması

Daha detaylı bilgi için için buraya ve buraya tıklayabilirsiniz.
E-posta: bilgi.csmd@gmail.com

 

Kaynak: Gaiadergi.com

Share
. tarafından

Tüm gerici türevleriyle siyasal iktidara karşı devrimci mücadeleyi büyütelim!

Temmuz 16, 2016 de ANASAYFA . tarafından

dhf amblem sonTüm gerici klikleriyle halklara karşı konumlanan mevcut gerici siyasal iktidara karşı devrimci çizgiyi ve halkların çıkarını merkeze koyan bir anlayışla mücadele etmek devrimcilerin temel görevlerinden biridir. Burjuva klikler arasındaki çatışmalarda hakların hiçbir çıkarı olamaz. Bu bağlamda AKP’siyle, CHP’siyle, MHP’siyle, ordusuyla, dincisiyle, Kemalist’iyle ve bir bütün tüm gerici türevleriyle hiçbir gerici burjuva odak bizlerin tercihi olamaz. Halklarımızın en devrimci ve doğru tutumu tüm türevleriyle mevcut gerici siyasal iktidara karşı mücadele etmek ve savaşmaktır.

Bu perspektifle tüm halkımızı Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)  çatısı altında örgütlenmeye ve burjuva gerici siyasal iktidara karşı insanlığın özgürlük ve kurtuluş projesi olan sosyalizm bayrağını yükseltmeye çağırıyoruz

HABER MERKEZİ (16.07.2016)- Son yaşanan gelişmelere dair Demokratik Haklar Federasyonu(DHF)’un kamuoyuna dönük yaptığı açıklamayı olduğu gibi yayınlıyoruz.

Varlığını tamamen halklara karşı gerici bir zeminde inşa eden ‘’TC’’ devleti, tüm tarihsel süreci boyunca halklara karşı kendisini bir sömürü ve zorbalık diktatörlüğü olarak konumlandırmıştır. Varoluş nedenini tamamen halklara karşı zor üzerinden biçimlendiren ‘’TC’’ devleti, kendi gerici iktidarını hâkim kılmak adına her türlü kirli siyaseti ve burjuva oyunu devreye koymaktan kaçınmamıştır. Ki onun faşist ve gerici karakterinden bunun ötesinde bir yaklaşım beklemek de safdillikten başka bir anlama gelmez. Varlığını zorbalık üzerinden inşa eden ve hiçbir şekilde demokratik meşru bir nitelik taşımayan burjuva faşist bir iktidardan onun doğasına aykırı bir biçimde ‘’demokratik’’ vb nüveler beklemek, ancak burjuva liberallerin ve tescillenmiş reformistlerin aymazlığı olabilir. Fakat devrimciler açısından açıktır ki, gerici siyasal iktidarın niteliği her tarihsel kesitte biçimsel farklılıklar içerse de, öz itibariyle burjuva faşist bir muhtevaya sahiptir. ‘’TC’’ tarihi aynı zamanda hem kendi içinde hem de halkalara karşı darbeler tarihidir.

Kuruluşundan bugüne faşist ‘’TC’’ devleti iktidar dalaşı ve halklara karşı savaşta birçok darbeye imza atmıştır. 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri bunların başlıcalarıdır. Keza aynı gerici iktidar dalaşı düzleminde irili ufaklı birçok darbe ve darbe girişimi gerçekleştirilmiştir. 27 Nisan E Muhtırası bunlardan biridir. Osmanlı’nın meşhur gerici oyunlarını ve iktidar kavgasını kendisine referans alan ‘’TC’’ devleti, tüm tarihsel süreci boyunca kendi gerici siyasal iktidarını bu klik çatışmaları, darbeler ve çeşitli biçimlerde tezgâhlanan kanlı kirli kapışmalar düzleminde hâkim kılmaya çalışmıştır.

Bu tarihsel gerici miras düzleminde varlığını devam ettiren ‘’TC’’ devleti yeni bir darbe girişimiyle karşı karşıya kalmıştır. Erdoğan/AKP iktidarını devirmek için ordu içindeki bir kanat harekete geçerek darbe gerçekleştirmek istemiştir. Bu darbe girişimi sonucu Türkiye-Kuzey Kürdistan’ da dün itibari ile olağanüstü gelişmeler yaşandı. Tanklarla meydanlara inen askerler birçok devlet kurumunu ve medya kuruluşunu işgal ettiler. Bununla birlikte havadan da uçak ve helikopterlerle başta MİT Müsteşarlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü olmak üzere birçok devlet kurumu da silahlarla ve bombalarla kuşatılmaya çalışıldı. İç savaş görüntülerine sahne olan dün gece boyunca yaşanan kanlı çatışmalarda yüze yakın sivil insan yaşamını yitirirken, onlarca polis ve asker de yaşanan kanlı hesaplaşmada hayatını kaybetti.

Erdoğan/AKP iktidarının Kürt ulusu başta olmak üzere bütünlüklü ilerici ve devrimci muhalefet karşısında yaşadığı kriz ve tıkanıklıklarla birlikte, Ortadoğu ve uluslararası düzlemde yaşadığı siyasal kriz ve derinleşen çelişkiler yumağı, bu süreci koşullayan nedenlerin başlıcalarıdır. Erdoğan/AKP iktidarının gerek ulusal gerekse de uluslararası alanda yarattığı siyasal sonuçlar düzleminde derinleşen iktidar dalaşı ve toplumsal çelişkiler yumağı mevcut gerici iktidarı siyasal krize sokmuş ve klik çatışmalarının keskinleşmesini objektif olarak beraberinde getirmiştir.

Somutta yaşanan darbe girişimi özgülünde Erdoğan/AKP iktidarı, “demokrasi, millet iradesi, darbe karşıtlığı” gibi toplumda karşılığı olan politik argümanları manipülasyonlar eşliğinde ustaca kullanarak yaşanan darbe girişimini bastırmıştır. Bu sürecin ve yaşananların her halükarda Erdoğan/AKP’yi güçlendirdiği ve ustaca kullandıkları mağduriyet siyaseti üzerinden yaşadıkları siyasal krizi ve güçlenen güvensizlik iklimini, nispi de olsa görece bir siyasal iktidara ve güven düzlemine dönüştüreceği aşikârdır. Ki yaşanan gelişmeler her bakımdan bu zemini güçlendirmiştir. Fakat oluşacak olan bu görece güçlenmiş siyasal iktidar süreci kesinlikle uzun sürmeyecektir. Erdoğan/AKP iktidarının bütünlüklü yürüttüğü siyasal düzlem ve derinleştirerek tüm toplumsal dinamikleri ezmeye dönük gerçekleştirdiği topyekûn savaş, kaçınılmaz olarak mevcut siyasal iktidarın krizini ve iktidar merkezli klik dalaşını iyiden iyiye derinleştirecektir.

Devrimciler hiçbir koşulda gerici iktidar dalaşının bir tarafı olamazlar

Yaşanan gelişmeler tamamen burjuva gerici bir düzlemde biçimlenen burjuva klikler arasındaki iktidar çatışmasının bir tezahürüdür. Bu bağlamda devrimciler kesinlikle bu gerici iktidar dalaşının ve çatışmasının bir tarafı değillerdir, olamazlar. Özü aynı olan gerici burjuva kliklerin iktidar dalaşında hiçbir burjuva klik hiçbir gerekçeyle bir diğerine tercih edilemez. Devrimci siyasetin bu noktalardaki tutumu dün olduğu gibi bugün de oldukça berrak bir içeriğe sahiptir. Bizler açısından burjuva gerici egemenlik sistemi bütün klikleri, odakları ve bileşkeleriyle hiçbir koşulda meşru değildir. Mevcut siyasal iktidar gibi onunla çatışma halinde olan diğer bütün burjuva kliklerin ve odakların da bizler açısından hiçbir meşruluğu yoktur. Özel mülkiyet dünyası düzleminde sermayenin iktidarı için halklara karşı tamamen kendini zorbalık üzerinden ifşa eden bir siyasal iktidar, hiçbir koşulda bizler için meşru olamaz. Devrimcilerin temel görevi gerici burjuva klikler arasındaki çatışmada taraf olmak değil, aksine yaşanan krizi halklar lehine dönüştürme perspektifi ile daha da derinleştirmektir.

Proleter devrimcilerin meseleye yaklaşımda kendilerine referans aldıkları komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın iktidar çatışmasına yönelik berrak devrimci tutumunu bir kez daha kitlelerle paylaşmak istiyoruz:

‘’Bir komünist hareket için elbette iki gerici klikten birini tercih etmek söz konusu olamaz. Komünist hareket, ikisini de düşman olarak görür; ikisini de devirmek için mücadele eder; ama bunlar arasındaki mücadeleye de gözlerini yummaz; bu boğuşmadan kendi hesabına azami derecede fayda sağlamak için, bunların birbirine göre durumunu iyi tespit eder, en gerici olanı tecrit eder, ilk ve en şiddetli saldırılarını ona yöneltir, bu arada diğer gerici kliğin mahiyetini teşhir etmekten, onunla kendi arasındaki düşmanlık çizgisini sıkı sıkıya muhafaza etmekten de geri kalmaz. Bilir ki, hakim sınıflar arasındaki bu boğuşma her an halka karşı bir birleşmeye dönüşebileceği gibi, bugün en gerici olan kliğin yerini, yarın diğeri de alabilir. Bu, gericiler arasında durmadan değişen güç dengesine, iktidara hangi kliğin hakim olduğuna, iktisadi ve siyasi buhranın mevcut olup olmamasına ve benzeri şartlara bağlıdır.’’

Topyekûn burjuva faşist sisteme karşı halkların topyekûn devrimci mücadelesini büyütelim!

Tüm gerici klikleriyle halklara karşı konumlanan mevcut gerici siyasal iktidara karşı devrimci çizgiyi ve halkların çıkarını merkeze koyan bir anlayışla mücadele etmek devrimcilerin temel görevlerinden biridir. Burjuva klikler arasındaki çatışmalarda hakların hiçbir çıkarı olamaz. Bu bağlamda AKP’siyle, CHP’siyle, MHP’siyle, ordusuyla, dincisiyle, Kemalist’iyle ve bir bütün tüm gerici türevleriyle hiçbir gerici burjuva odak bizlerin tercihi olamaz. Halklarımızın en devrimci ve doğru tutumu tüm türevleriyle mevcut gerici siyasal iktidara karşı mücadele etmek ve savaşmaktır.

Bu perspektifle tüm halkımızı Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)  çatısı altında örgütlenmeye ve burjuva gerici siyasal iktidara karşı insanlığın özgürlük ve kurtuluş projesi olan sosyalizm bayrağını yükseltmeye çağırıyoruz.

Demokratik Haklar Federasyonu

 16 Temmuz 2016

 

Share