. tarafından

KIVILCIM ARAT YAZDI Tekirdağ 2 Nolu’da İki Günahkar(!); Diren ve Buse

Ocak 2, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Tekirdağ’dan İstanbul’a uzanan yol boyunca yaşamlarımızın değeri ve anlamı üzerine düşünüp durdum. Çoklu ayrımcılığın çeşitli varyasyonları ile mücadele ederken güçlenmek için tutunduğumuz dayanışma alanlarının onlarca yıla varan mücadele birikimine rağmen ne kadar sınırlı ve dar olduğunu bir kez daha gördüm.

Sistemin ve toplumun kamusal yaşamı dizayn ederken temel aldığı ikili cinsiyet rejiminin yarattığı sıkıntılar ve devamı için kurban edilen yaşamlar sadece trans kadınları değil, kendini bu ikili cinsiyetin içinde tanımlamayanları da içinden çıkılmaz bir şiddet sarmalında çevirip duruyor. Dayatılan ideal kadın ve erkek profili toplumsal gruplara göre değişiklik gösterse de, İslami kesimden liberallere, sosyal demokratlardan sosyalistlere uzanan geniş yelpazede “ikili cinsiyet rejimi” besleniyor, destekleniyor ve kurumsallaştırılıyor.

Bu sisteme ve yaratıcılarına lanet okurken, Tekirdağ’ın 2 No’lu tabutluğunda yatan 2 günahkarın direnişi geliyor aklıma. Duyulmayan, bilinmeyen, yazılmayan direnişleri… Ve bu direnişin sahipsizliği…

Tarihin tekeri her daim dönerken, birileri yazar o tarihi. İşte sizlere bu yazıyı yazmamın sebebi tarihi yalan yanlış yazanların egemenliğine inat iki günahkar kadının direnişini tarihe not düşmek ve bilinir kılmaktır aslında.

Diren 30’lu yaşlarına yeni adım atmış bir trans kadın. Dersimli bir ailenin çocuğu. Görünür trans kimliği ile Amed’de yaşama tutunmaya çalışıyordu geçtiğimiz Ağustos ayına kadar. Öylesine naif bir kalbe sahip ki kendisi; Amed’de hasta, sakat, işkence edilmiş ne kadar kedi varsa muhakkak geçmiştir evinden. Hem öyle sıradan bir hayvan sevgisi de değil onun ki… Bilinçle yoğrulmuş bu duygu. İnsan türünün zalimliğini en derininde hissetmiş bir vegan. Yediği bir dilim peynirin kölelikle olan bağını kurmuş müthiş bir insan. Ve aynı zamanda vicdani reddini açıklamış cesaretli bir trans kadın.

Diren var ettiği tüm bu güzelliklerle yaşama tutunmaya çalışırken, yargı makamlarının hiçbir somut delile dayanmayan “propaganda” suçlaması ile karşı karşıya kaldı ve ne yazık ki hüküm giydi. 3 yıl kadar daha F tipi tabutluklarda sistemli işkencelere maruz bırakılacak.

Buse ise cinsiyet kimliğini mahpuslukta tanımlayan 40’lı yaşlarında bir trans kadın. Ağrılı bir ailenin çocuğu. Müebbet hükümlüsü. Yanında tek bir avukat dahi olmadan Erzurum DGM kesivermiş cezasını. 20 yıldır mahpus ve daha 17 yılı var o karanlık hücrede.

Diren ile Buse’yi aynı hücrede buluşturan şey ise ikisinin de aynı örgüt suçlaması üzerinden ceza alması. Birinin varlığı diğerine güç verirken, bilinmezlikleri her ikisini de sonsuz bir boşluğun içine atıyor.

30 yaşında 3 ayrı hapishaneyi 3 ayrı kadın için gezmiş biri olarak, Tekirdağ 2 No’lu girişinde maruz bırakılacağım şiddetin bilinceydim. Ve yol boyunca Diren’in asker ve gardiyanların elinde yaşadıklarını düşünerek mızmızlanmamaya karar verdim ve bu şiddeti 3 yıl kadar daha yaşayacağım gerçeğine alıştırmaya çalıştım kendimi. Nitekim bir görüşçüydüm ve ayda bir kez dayattıkları onursuzluğu yaşayacaktım. Bedenim görece özgürdü Diren’e göre.

Gördüğüm her hapishane gibi Tekirdağ 2 No’lu da insanı moralsiz kılmak adına inşa edilmiş bir yapı. Kapısından içeri girerken Diren’i görecek olmanın mutluluğunu gölgeleyecek hiçbir yaklaşıma izin vermemem gerektiğini bir kez daha hatırlayıp ilerledim. Gidenler bilir açık görüşler çoluk, çocuk, yaşlı, genç bir sürü mahpus yakının olduğu kalabalık görüşlerdir. Kalabalığın içinde bir umut diyerek pasaportumu görevliye verdim. Olur ya cinsiyet rengi taşımayan bu pasaportla arama noktalarını tacizsiz, hakaretsiz geçebilme şansım olur.

Kayıt sonrası ilk arama noktasını diğer kadınlarla birlikte geçebildim. İkinci arama noktasına doğru ilerlerken Diren’in abisi “Dikkatli ol bu noktadan sonra gülen bir yüz göremeyeceksin” diye uyardı. Nitekim kadın gardiyan onlarca insanın içinde bana “Ameliyatlı mısın?” diye alabildiğine yüksek sesle bir soru yöneltti. Ve kimliği bıraktığım ilk noktayı arayarak cinsiyet hanesini sordu. Telefonu kapattıktan sonra kötülükten karanlığa boğulmuş suratını ekşiterek erkek gardiyanlara; “Ben bunu aramam. Alın götürün o tarafa” diye direktif verdi. Onlarca bakışın sessizliği altında göğüslerimden kalçalarıma ellenmedik yer bırakmayan gardiyanlar, vatani bir görevi yerine getirmenin mutluluğu ile işlerine devam ettiler.

Kapıda bunlar yaşanırken Buse ve Diren ne yaşıyordu acaba?

Diren’in açık görüşü ayrı bir odada gerçekleşiyor. Tecrit altında ayrı bir tecrit politikası. Başımızda iki gardiyan her bir kelimemizi dinliyor. Ne rahat sarılabiliyoruz ne de rahat konuşabiliyoruz.

Diren, vegan yemek olmadığı için aylardır haşlanmış patates ve domates ile besleniyor. Hormon ilaçlarını engelliyor infaz kurumu idaresi. Kadın kıyafetleri sokmak ayrı bir sorun. Sütyen vs. gibi ihtiyaçları kabul görmüyor. Revirdeki doktorların kayıtsızlığından bahsediyor. Görevlilerin sık sık kimlik ismi ile hitap ettiklerini ve “beyefendi” dediklerini ifade ediyor. O kadar ağır bir şiddete dönüşmüş ki “beyefendi” hitabı, geçtiğimiz haftalarda bir kutu hormon ilacını bir kere de yutuvermiş. Yazdığı veda notunda ise uygulanan sistematik şiddeti teşhir etmiş. Midesi yıkandıktan sonra devlet hastanesinde kalorifere kelepçelenmiş o haliyle. Neyse ki haykırışa dönen itirazları hücresine geri dönmesini sağlamış. Bu halde bile kendinden çok Buse’yi düşünüyor. Buse’nin 20 yıldır yaşadıklarını ve daha 17 yıl yaşayacaklarını. Ameliyat izni olmasına rağmen engellenen operasyonu ruh sağlığını iyice bozmuş. Elinde olan tek silahını, yeni bedenini açlığa yani ölüme yatırmayı planlıyor Buse.

Toplumun günahkarları ilan edilen biz trans kadınlar, direnerek var olmaya çalışıyoruz. Bu direniş insanlığın ayıbı üzerinden doğuyor. Öyle bir günah ki bu 9 ay yük edinip taşıyan anne bile yanaşamıyor.

Diren, görüşün sonuna doğru Buse’nin sabah makyaj yapıp hazırlandığını söyledi. Niye hazırlandığını sorduğunda ise “Belli mi olur? Belki abim gelir” diye cevaplamış. 20 yıldır beklenen ve gelmeyen bir abi! Buse’nin verdiği cevap içime dert, mücadeleme güç oldu. Görüşe dahi getirtmeyen bu günah ise topluma vebal olsun.

Buse, 20 yıldır kimi kimsesi olmadan var olmaya çalışıyor mahpuslukta. Unutulduğunu düşünüyor. Neyse ki 20 yılın sonunda İHD Eş Genel Başkanı ve avukat Eren Keskin tüm sürecin sorumluluğunu üstlenerek Buse’nin engellenen ameliyat hakkının ve yaşadığı hukuksuzlukların takipçisi olacak. Bu Perşembe günü Buse’nin yasal temsilcisi olarak Tekirdağ 2 Nolu’ya taleplerini netleştirmek üzere gidecek. İHD’de Buse ve Diren için oluşturulacak komisyon sonraki hafta basın toplantısı düzenleyerek yaşanan ihlalleri kamu ile paylaşacak. Buse’nin 20 yıllık sahipsizliği biraz da olsa son bulacak. Onurlu duruşlarını yazan tarihçiler ufak bir not düşecek belki ama peşi sıra gelen translara bin bir umut olacak.

Tekirdağ’ın iki günahkarı tarihi direniş ile yazarken onları ittiğimiz yalnızlık günü geldiğinde bizleri de bulacak. İkili cinsiyet rejiminin cehenneminden kurtulmanın yolu kişileri norma davet etmek değil normu dağıtmaktır. Norm diye dayatılanlar karanlığa, trans kadınların direnişi ise aydınlığa çıkıyor. (KA/EA)

Kıvılcım Arat

İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu üyesi ve Demokratik Kadın Hareketi sözcüsü.

Kaynak: Bianet.org

Share
. tarafından

Diyanet: 9 yaşındaki kız evlenebilir

Ocak 2, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Diyanet İşleri Başkanlığı, resmi internet sitesinden yaptığı açıklamada çocuklara cinsel saldırıların önünü açacak tanımlamalara yer verdi.

Diyanet tarafından resmi internet sitelerinde nikah tanımı paylaşıldı. Paylaşımda, 9 ve 12 yaşındaki çocukların evlendirilebileceği savunuldu. Açıklamada, çocuk yaşta evlilikler için “Veli olmasa da olur” denildi.

Diyanet paylaşımında, “bulûğ” tanımını yaparken çağına giren çocukların evlendirilebileceğini ileri sürerek, devamında ise kız çocuklarının 9, erkek çocukların ise 12 yaşına basmaları halinde bulûğa erdiklerini ifade etti.

Kaynak: Gazete Patika

Share
. tarafından

Aysel Tuğluk’a hapis

Ocak 2, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Kandıra F Tipi Hapishanesi’nde tutsak bulunan Aysel Tuğluk’un duruşması Kandıra Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Daha önce Kandıra Hapishanesi önünde yapılan eylemlere katıldığı için yargılanan Tuğluk, önceki savunmalarını tekrar ettiğini söyleyerek, beraatini talep etti.

Yapılan savunmaların ardından mahkeme heyeti Tuğluk’a 1 yıl 6 ay hapis “cezası” verdi.

Kaynak: Gazete Patika

Share
. tarafından

Bahçelievler’de çocuğa cinsel saldırı

Ocak 2, 2018 de ANASAYFA . tarafından

İstanbul’un Bahçelievler ilçesinde, evlerinin kentsel dönüşüm kararıyla yıkılması üzerine akraba evine yerleşen ailenin kız çocukları cinsel saldırıya uğradı. Çocuğun davranışlarından şüphelenen aile eve gizli kamera yerleştirdi.

Kamera görüntüleri, 46 yaşındaki Hicabi D.’nin çocuğa cinsel saldırı gerçekleştirdiğini ortaya çıkardı.

Ailenin şikayeti üzerine gözaltına alınan Hicabi D., çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

Kaynak: Gazete Patika

Share
. tarafından

Küba’da bebek ölüm hızı binde 4’e düştü

Ocak 2, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Granma’da yer alan habere göre, bebek ölüm hızı 1970’de binde 39 iken, binde 4’e kadar düşürüldü.

Kişi başı geliri 40 bin dolar olan Kanada’nın ve 65 bin dolar olan İngiltere’nin de bebek ölüm hızları binde 4 iken, Küba’da kişi başı gelir 6 bin dolar olmasına rağmen bebek ölüm oranı oldukça düşük.

Kişi başı gelirin 11 bin dolar olduğu ülkemizde ise bebek ölüm hızı binde 12.

Kaynak: Gazete Patika

Share
. tarafından

Kadın oyunculardan yeni kampanya: Time’s Up

Ocak 2, 2018 de ANASAYFA . tarafından

ABD’de Hollywood olarak bilinen sinema sektöründe çalışan 300’den fazla kadın oyuncu “Time’s Up” (Süre Doldu) adlı inisiyatif kurarak cinsel saldırılara karşı yeni bir kampanya başlattı.

BBC Türkçe’nin haberine göre, Time’s Up adlı inisiyatif, New York gazetesinin bugünkü sayısında tam sayfa ilan vererek taleplerini duyurdu.

Times’ Up’ın internet sitesinde kampanyaya dair “İşyerinde cinsel istismar, taciz ve eşitsizlik konusunda süre doldu. Şimdi, bununla ilgili bir şey yapma vakti ifadesi” yer aldı.

13 milyon doların üstünde yardım toplandı

Kampanya ile öncelikli olarak, toplanacak yardımlarla, tarım sektöründe, fabrikalarda çalışan, bakıcılık ya da garsonluk yapan ve kendini savunmak için yeterli maddi kaynağı bulunmayan tacize maruz bırakılmış kadınlara destek amaçlanıyor.

Nathalie Portman, Reese Witherspoon, Cate Blancheet, Eva Longoria ve Emma Stone gibi isimlerin de aralarında yer aldığı kadınların desteklediği kampanyada şimdiden 13 milyon doların üzerinde yardım toplandı. Hedef ise 15 milyon.

Kaynak: Gazete Patika

Share
. tarafından

2017 yılının özet bir siyasal panoraması!

Ocak 2, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Fotoğraf: Artı GerçekGeride bıraktığımız 2017 yılı Türkiye-Kuzey Kürdistan ve dünyada önemli siyasal gelişmelerin, çelişkilerin, krizlerin ve mücadelelerin yaşandığı bir yıl oldu.  Emperyalist/kapitalist barbarlık ve her parçadaki yerli bilumum gericiliklerinin yoksul dünya halklarına yönelik zorbalık ve sömürüsü 2017 yılında da pervasız bir biçimde sürdü. Savaş, işgal, sömürü, açlık, yoksulluk ve bin bir türlü kirli araç ve politikalarla dünya halklarına kan kusturan emperyalist/kapitalist barbarlık, doğayı da aşırı kar uğruna talan ederek yaşanamaz hale getirmiştir.

Emperyalist/kapitalist dünya gericiliğinin stratejik bir aktörü olan ‘’TC’’ devleti ve somut temsilcisi Erdoğan/AKP iktidarı da sınır tanımaz bir barbarlıkla başta mazlum Kürt ulusu olmak üzere bir bütün ezilen kitleler ve demokratik toplumsal muhalefet üzerinde tam bir diktatörlük uygulamaktadır. Mevcut burjuva anayasal sistemin temel kurumlarını da devre dışı bırakan Erdoğan/AKP iktidarı, OHAL ve KHK rejimini adım adım inşa ederek tek adam diktatörlüğünü garanti altına almaya çalışmaktadır. Mevcut haliyle zaten Erdoğan/AKP iktidarının OHAL ve KHK’ler olmadan ayakta kalma zemini bulunmamaktadır. Bu tarihsel gerçeklikten ötürüdür ki mevcut siyasal iktidarın can simidi OHAL ve KHK’ler olmaktadır.

Fakat bütün savaş, zorbalık, sömürü ve talana rağmen ülkemiz ve dünya halkları susturulamamış ve teslim alınamamıştır. Ülkemiz ve bütün dünyanın yoksulları, aydınları, ilericileri, kadınları, devrimcileri ve komünistleri sınıfsız, sömürüsüz ve özgür bir dünya düşünü haykırarak sokakları, dağları, fabrikaları ve yaşamın bütün alanlarını mücadele mevzilerine çevirerek dünya gericiliğine meydan okumuştur.

Bu bağlamda Türkiye-Kuzey Kürdistan’da 2017 yılında yaşanan önemli siyasal gelişmelerin kısa bir özetini sizlere sunuyoruz.

1 – Reina katliamı

2017 yılı vahşi bir katliamla başladı. Yılbaşı gecesi İstanbul’da bulunan Reina adlı eğlence merkezine IŞİD tarafından yapılan kanlı baskında 39 kişi vahşice katledildi. Vahşi katliamı gerçekleştiren IŞİD militanı Abdulkadir Mashaipov katliamdan bir süre sonra İstanbul’da yakalandı.

Katliamın davası hala sürüyor.

2 – Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlık grevi direnişi!

2017 yılının önemli siyasal gelişmelerinden biri de Nuriye ve Semih’in açlık grevi direnişi oldu.

Toplumsal mücadele de önemli bir rol oynayan açlık grevi direnişi toplumun bütün ilerici, demokratik ve devrimci dinamikleri tarafından sahiplenilerek desteklendi. Kasım 2016 çıkartılan KHK’lerin ardından yüzlerce eğitim emekçisi uzaklaştırma ve ihraç saldırısı ile işsiz kalmıştı. İşsiz kalan eğitim emekçilerinden Nuriye Gülmen ve Semih Özakça Mart 2017 tarihinde açlık grevi direnişine başladılar. Tüm saldırı ve engellemelere rağmen direnişi kararlılıkla sürdüren Nuriye ve Semih’in açlık grevi geniş toplumsal kesimlerin sahiplenmesi ile birlikte ülke siyasal gündeminin belirleyenlerden biri oldu.

Bunu hazmedemeyen Erdoğan/AKP iktidarı bilindik manipülasyon ve kara propaganda eşliğinde Nuriye ve Semih’i gözaltına alarak tutukladı. Hapishanede de direnişe devam eden Nuriye ve Semih uzun bir direnişin ve güçlü bir kamuoyu duyarlılığın oluşmasından zorunlu olarak ev hapsi şartı ile serbest bırakıldılar.

Açlık grevi direnişi hala devam ediyor.

3 – 16 Nisan Başkanlık Referandumu!

2017 yılının en çok gündemi meşgul eden ve ciddi siyasal gelişmelere ve sonuçlara neden olan siyasal gelişmelerinden birisi kuşkusuz ki 16 Nisan başkanlık referandumu oldu.

Erdoğan/AKP iktidarının tüm iktidar olanaklarını kullanarak ve ağır baskı ve zorbalık uygulayarak topluma dayattığı başkanlık sistemini içeren anayasa referandumu 16 Nisan’da az bir farkla evet çıkarak kabul edildi. Siyasal iktidarın bütün baskı, saldırı, zorbalık, hile ve manipülasyonlarına rağmen güçlü bir toplumsal mücadele cephesi ve iradesi ortaya çıktı. Normal koşullarda kazanan aslında hayır etrafında irade ortaya koyan toplumsal mücadele oldu.

4 – Erdoğan yeniden AKP genel başkanı seçildi!

16 Nisan’da yapılan anayasa referandumun onaylanmasının ardından Erdoğan 2 Mayıs’ta AKP’ye yeniden üye oldu. AKP’ye üye olmasının ardından 21 Mayıs 2017 tarihinde yapılan AKP olağanüstü kongresinde Erdoğan 1414 delegenin oyunu alarak yeniden AKP genel başkanı seçildi.

5 – “Adalet Yürüyüşü”!

Erdoğan/AKP iktidarının burjuva muhalefete dahi tahammül etmemesi ve değişik kirli politikalarla susturmaya çalışması CHP gibi sadık bir sistem partisini sokaklara dökmek zorunda bıraktı.

Burjuva klikler arası keskin çatışmanın bir sonucu olan “Adalet yürüyüşü” tamda bu zeminde ortaya çıktı. Ankara’dan başlayarak 25 gün süren “Adalet yürüyüşü” 9 Temmuz’da Maltepe’de yapılan büyük bir mitingle son buldu. CHP bu hamleyle önemli bir adım atmış, geniş kesimlerin desteğini almış ve Erdoğan/AKP iktidarını zor durumda bıraktı.

6 – İşçi grevlerinin OHAL gerekçesi ile yasaklanması!

Erdoğan/AKP iktidarının işçi ve emek düşmanı olduğu yaşanan işçi direnişleri ve grevler noktasında ortaya koymuş olduğu tavırla bir kez daha tescillendi.

Erdoğan yaptığı bir konuşmada “OHAL’li patronlar rahat etsin, işçiler greve çıkmasın” diye savunarak OHAL uygulamasının asıl nedenini açıkça itiraf etmişti. Bu politik yaklaşım üzerine 24 Mayıs’ta Şişecam işçilerinin yapacakları grev eylemi Bakanlar Kurulu’nun “Milli güvenliği bozucu” gerekçesi ile yasaklandı.

7 – AKP’de derinleşen krizin bir sonucu: Belediye başkanlarının “istifa” etmesi!

AKP’de çeşitli boyutlarda devam ederek açığa çıkan çatlak ve kriz AKP’nin önemli ve hatta belirleyici bir durumda olan belediye başkanlarının istifaya zorlanması ile devam etti.

Erdoğan’ın ‘’Metal yorgunluğu’’olarak ifade ettiği bu süreç sonucunda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Balıkesir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur ve Bursa Belediye Başkanı Recep Altepe istemedikleri ve belli bir direnç göstermelerine rağmen zorla istifa ettirildiler.

8 – Zarrab davası ve gerilen ABD-TC stratejik ilişkileri

ABD ile TC arasında uzun bir süredir çeşitli siyasal noktalarda devam eden kriz Zarrab davası ile iyice derinleşti.

ABD’nin New York Güney Bölgesi Başsavcılığı, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Halk Bankası eski Genel Müdür Süleyman Aslan, Genel Müdür Yardımcısı Levent Balkan ile Abdullah Happani hakkında ABD’nin İran’a karşı uygulamış olduğu ambargoyu delme suçlaması ile dava açtı. Başlatılan davada Zarrab’ın tanık olarak vermiş olduğu ifadeler en çok tartışılan ve ülke gündemini meşgul eden siyasal gelişmelerin başında geldi.

9 – Erdoğan/AKP iktidarının yolsuzluk ve kokuşmuşluğunun son örneği: Man Adası belgeleri

Erdoğan/AKP iktidarının hırsızlık, yolsuzluk ve çürümüşlüğünün son örneği Man Adası belgeleri ile bir kez daha tescillendi.

Kemal Kılıçdarığlu’nun Erdoğan’ın oğlu, kardeşi ve eniştesinin vergi cenneti olarak bilinen Man Adası’nda kurulu bir şirket aracılığı ile vergiden kaçırdığı açıklamasının ardından burjuva klikler arasındaki çatışma ve gerilim yeni bir boyut kazandı. Kılıçdaroğlu ilgili yolsuzluk ve vergi kaçakçılığını belgeleri ile ortaya koymasına rağmen her zamanki gibi Erdoğan ve gerici bütün şürekâsı yalan, manipülasyonla gerçeği ters yüz etmeye çalıştılar.

Man Adası belgeleri üzerinde keskinleşerek devam eden klikler arası çatışmada Erdoğan/AKP iktidarı zor durumda kalarak iyice teşhir olurken, CHP ve lideri Kılıçdaroğlu ise bu hamlelerle avantaj elde etmiş görünüyor. Zarrab davası ardından patlayan Man Adası belgeleri başkaca kirli dosya ve belgelerle bu çatışmansın daha da derinleşeceğini göstermektedir.

10 – ‘Meral Akşener’in İyi Parti’si kuruldu!

Burjuva mecrada devam eden klik çatışmaları ve derinleşen siyasal krizin bir sonucu olarak olgunlaşarak ortaya çıkan burjuva gerici faşist partilerden biri de Meral Akşener önderliğinde kurulan İyi Parti oldu.

Devlet Bahçeli’nin tamamen Erdoğan/AKP iktidarına yedeklenmesi ile birlikte MHP içinde başlayan çatlak ve kriz İyi Parti’nin doğmasının zeminini yaratmıştır. Ortaya koyduğu program ve siyasal yörünge açısından İyi Parti’nin baştan sakat doğduğu ve burjuva mecrada belirleyici bir varlık göstermeyeceği açık bir durumdur. Ki Meral Akşener geçmiş siyasal pratiği ile tescilli halk düşmanı aktörlerden biridir. Dolayısı ile yaşanan burjuva dalaş düzleminde ortaya çıkan bu ve bunun gibi burjuva faşist odaklardan beklentiler içine girmek devrimci ve komünistlerin ya da en geniş anlamda halk kitlelerinin işi olamaz.

11 – OHAL ve KHK’ler ile geçen bir yıl!

OHAL ve KHK’ler ile siyasal iktidarını zorla ayakta tutmaya Erdoğan/AKP iktidarı, özellikle 2017’nin son günlerinde çıkarmış olduğu torba KHK ile kendi burjuva meclisi ve diğer bir dizi temel kurumları da devre dışı bırakarak ülkeyi tamamen OHAL ve KHK düzleminde yönetti. Ki bundan başkada yapacağı bir şey yoktu, çünkü mevcut Erdoğan/AKP iktidarı OHAL ve KHK olmaksızın ayakta duramaz.

Son çıkartılan torba KHK ile başta Tek Tip Elbise olmak üzere diğer bir dizi KHK’ler ile siyasal iktidar tam anlamıyla gerici bir iç savaşa hazırlık yapmaktadır.

12 – 2017 yılında TSK’nın stratejik imha saldırılarında 11 Sosyalist Halk Savaşçısı yaşamını yitirdi

2017 yılında Erdoğan/AKP iktidarının bir bütün toplumsal dinamiklere yönelik susturma ve teslim alma stratejik saldırılarının temel ayaklarından birini de gerilla güçlerine yönelik stratejik imha saldırıları oluşturdu. Bu bağlamda Kuzey-Kürdistan’da gerilla güçlerine dönük yapılan imha saldırılarında onlarca HPG gerillası yaşamını yitirdi.

Gerilla güçlerine yönelik stratejik imha saldırılarının en kapsamlı yürütüldüğü alanların başında Dersim gelmektedir. 2017 yılının yaz aylarından başlayarak son bahara kadar devam eden stratejik imha saldırılarında onlarca HPG gerillasının yanı sıra içinde MKP önder kadrolarından Yılmaz Kes (Şahin), MKP/HKO komutanlarından Sevda Serinyel (Mercan) ve Mahir Özgül (Doktor)’un bulunduğu 11 MKP/HKO gerillası yaşamını yitirdi. Yaşamını yitiren gerillalar memleketlerinde yapılan cenaze törenleri ile kavga sloganları eşliğinde toprağa verildiler.

Dersim’de gerillaya yönelik stratejik imha saldırıları hala devam ediyor.

13 – Nubar, Gökhan, Ulaş…

2017 yılının önemli olaylarından bir diğer ise Rojava’da yaşamını yitiren enternasyonalist savaşçılar oldu. Rojava’nın savunulması için yüzlerce YPG/YPJ savaşçısının yanı sıra çok sayıda Türkiye/Kuzey Kürdistanlı devrimcide yaşamını yitirdi. Bunlardan bazılarıysa Türkiye/Kuzey Kürdistan devrim hareketi içinde önemli isimlerdi.

Rojava’da başta IŞİD gericiliğine karşı savaşan TKP/ML TİKKO Rojava komutanı Nubar Ozanyan (Fermun Çırak), DKP kurucu kadrolarından Gökhan Taşkayan (Ulaş Adalı) ile DKP kurucu kadrolarından ve BÖG komutanı Ulaş Bayraktaroğlu ölümsüzleştiler.

Kaynak: Gazete Patika

Share
. tarafından

İzlanda’da kadın ve erkek arasındaki ücret eşitsizliği ortadan kaldırdı

Ocak 2, 2018 de ANASAYFA . tarafından

İzlanda’da ücret eşitsizliğini ortadan kaldırması beklenen yeni yasa, parlamentonun yarısını oluşturan kadın meclis üyelerinin çabasıyla 1 Ocak’tan itibaren işverenlerin erkek çalışanlarına kadın çalışanlarından daha fazla maaş ödemesi yasaklandı.

Sunulan önergeye göre hem devlet hem de özel işyerleri, kadın ve erkeklere eşit ücret ödediklerine ilişkin bir sertifika almak zorunda. Sertifikayı alamayan işyerleri ise yasalar çerçevesinde cezalandırılacak.

İsviçre ve ABD‘nin Minesota eyaletinde benzer uygulamalar görülürken, İzlanda uygulamayı zorunlu hale getirmesiyle ücret eşitsizliği konusunda bir ilk gerçekleştiriyor. Yeni yasanın yürürlüğe girmesi, İzlanda’nın 2022 yılına kadar ücret eşitsizliğini tamamen ortadan kaldırma planının bir kolu olarak varsayılıyor.

Dünya Ekonomik Forumu’nun (WFE) 2017 yılında yayınladığı Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu’nda, son dokuz yılda olduğu gibi, İzlanda cinsiyet eşitliğini en çok barındıran ülke olarak raporda yer aldı. Ücret eşitsizliğini tamamen ortadan kaldırma amacını Mart 2017’de ilk kez açıklayan İzlanda Eşitlik ve Sosyal İşler Bakanı Thorsteinn Viglundsson konuşmasında, “Eşitlik hakları insan haklarıdır. İş yerinde erkek ve kadınlara eşit şekilde davranılması gereklidir. Bu hedefi gerçekleştirmek için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız” demişti.

International Bussiness Times’da yer alan habere göre 323 bin nüfusa sahip İzlanda’daki bütün politik partiler yasayı destekliyor. İzlanda Kadın Hakları Derneği üyesi Dagny Osk Aradottir Pind, konuyla ilgili, “Sunulan önerge şirketlerin ve organizasyonların bünyelerinde yapılan bütün işleri değerlendirmeleri ve erkek ve kadınlara eşit ödeme yaptıkları takdirde bir sertifika alacakları bir süreçten oluşuyor. Bu mekanizma, kadın ve erkeklerin eşit ücretlendirmeye tabi tutulduklarını kesinleştirmek için sunulan bir mekanizma. Kadın ve erkeklere eşit ücret ödenmesi konusunda bir önerge daha önce yürürlüğe girmişti fakat ülkede hala ücret eşitsizliği var” dedi.

Kaynak: CNN Turk

Share
. tarafından

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu 2017 Veri Raporu

Ocak 2, 2018 de ANASAYFA . tarafından

409 kadın erkekler tarafından öldürüldü 387 çocuk cinsel istismara uğradı 332 kadına cinsel şiddet uygulandı.

409 kadın erkekler tarafından öldürüldü
387 çocuk cinsel istismara uğradı
332 kadına cinsel şiddet uygulandı
Geçtiğimiz yıllara göre 2017 yılında kadın cinayeti arttı. Bu yıl 409 kadın kardeşimiz hayatını kaybetti. OHAL ile KHK’lar ile özellikle haklarımıza yönelik saldırıların artmasıyla kadın cinayetleri de paralel olarak artış göstermeye başladı, Aralık ayında tam 45 kadın hayatını kaybetti. Yine OHAL ile beraber sürdürülen savaş politikaları kadın cinayetinde vahşetin artmasına sebep oldu; kadın cinayetlerinde faili belli olmayan cinayetlerle karşılaştık. Koruma altında kadınlar öldürüldü. Yaş aralığı düştü, çocuklar öldürüldü.  2017 yılında kadın cinayetinin en çok artmasının sebepleri devletin kadın cinayeti ve kadına yönelik şiddete karşı önlem alması yerine daha çok artıracak uygulama ve yasaların getirmeye çalışmasından dolayıdır. Çocuk yaşta evliliklerin önünü açacak olan “Müftülüklere resmi nikah yetkisinin” verilmesi bir gecede apar topar “isteseniz de istemeseniz de geçecek” denilerek yürürlüğe girdi, arabuluculuk gibi hukuk dışı uygulamalar getirilmeye çalışıldı, 6284 zedelenmek istendi. Bu gibi yasa ve uygulamaların geçirilmeye çalışıldığı ekim ayında kadın cinayetinde ciddi oranda bir artış yaşanmış, 40 kadın öldürülmüştü. 2017 buna karşın kadınların örgütlü mücadelesinin de arttığı bir yıl oldu.  25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü dolayısıyla kadınların meydanları doldurduğu kasım ayında, “kıyafetime karışma” dediğimiz temmuz aylarında ise en düşük kadın cinayeti yaşandı.

Artan kadın cinayeti, çocuk istismarı ve cinsel şiddete rağmen kadın mücadelesinin sürdüğü bir yılı geride bıraktık. Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’ne göre kadın cinayeti verilerinin derlenmesi ve nedenlerinin açığa çıkartılması devletin görevidir. Ancak bunu yapmayan yetkili merciler yerine Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu olarak basından aldığımız bilgilere göre bu verileri hazırladık; sizler için paylaşıyoruz:

(Bu yıl öldürülenler arasında babası tarafından annesiyle birlikte öldürülen 7 yaşındaki Nazlı Nur ve şüpheli bir şekilde ölü bulunan 7 yaşındaki Zeynep Çeliksoy gibi çocukları da Femisid* kapsamı içerisinde ele alarak yetişkin çocuk ayrımı yapmadan kadın cinayeti sayısını belirledik.)

2017 yılında  387 çocuk istismara uğradı, 20 çocuk öldürüldü
Bu yıl 387 çocuk istismara uğradı. Çocuklar bulunduklara her alanda kaldıkları yurtlarda, okullarında öğretmenleri, okul çalışanları tarafından, evlerinde istismar edildiler. Aralık ayında 41 çocuk istismara uğradı. İstismara uğrayan bu çocuklar intihara kalıştı veya intihar ettiler. İstismara uğrayan bu çocukların gelecekleri ellerinden alınıyor, öldürülüyorlar. Bu yıl öldürülen 20 çocuğun yarısı, yani 10 çocuk babası tarafından öldürüldü.
Van’da daha 4 kilogram ağırlığındaki yeni doğan bebek istismara uğradı. Hastaneye getirilmesiyle, uğradığı istismar sonucu yaşamını yitirdiği ortaya çıktı.

Yalova çocuk parkından kaçırılan 5 yaşındaki E.U. isimli kız çocuğu ölü bulundu. E.U.’yu M.Ş.A.’nın kaçırdıktan sonra cinsel istismarda bulunarak öldürdüğü öğrenildi.

Diyarbakır’da 9 yaşındaki M.Ö, 37 yaşındaki babası M.S.Ö tarafından 1 ay boyunca tecavüze uğramış. Çocuğun ağır yaralanmasına karşın sanık mahkemede “Çocuğumun kabızlık sorunu var” diye savunma yaptığı öğrenildi.

Bursa’da 12 yaşındaki çocuğun 2 kişi tarafından cinsel istismara uğradığı ortaya çıktı. Çocuğun istismarın ardından intihara kalkıştığı öğrenildi. 26 yaşındaki B.A. ile 20 yaşındaki K.B., 12 yaşındaki S.T.’ye istismardan gözaltına alındı.

Çocuklara saldırılar sürerken RTÜK çocuk istismarını meşrulaştıracak açıklamada bulundu Şortla dans eden çocukların gösteri yaptığı bir TV programına dair “Çocukluğun saflık ve masumiyetine tezat görüntüler içinde sahnede arzı endam eden kızlar, yaşlarına uygun olmayan kıyafet ve makyajlarla dans gösterilerini tamamlamışlar, söz konusu yarışmada yayın yoluyla istismar edilmişlerdir” ifadeleri yer aldı.

İnsan Hakları Sözleşmesi’nde, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde Çocuk Koruma Yasası’nda Ceza Yasası ve Medeni Kanun’da bu suçu önleyici hükümler vardır. Bu sözleşme ve kanun hükümlerinin etkin uygulanması gerektiği verilere göre açıktır.
*Çocuk istismarı ile ilgili veriler basına yansıyan kadarıdır, gerçek rakamlar Çocuk İzleme Merkezlerine başvuran çocuklar düşünüldüğünde çok daha yüksektir. Ancak bu merkezlere yansımayan olgular vardır, belirtmek gerekir ki ülkemizde çocuk istismarının gerçek boyutu henüz ölçülebilmiş değildir.

Laik eğitim yok sayılmaya çalışıldı, müfredata cinsiyetçi söylemler eklendi

 2017 yılında çocuklar müfredatta cinsiyetçi söylemlerin yer aldığı eğitim hayatına başladı. Kadına yönelik şiddetin temeli bu müfredat değişikliği ile atılmış oldu. Eğitimde bu yıl laikliğe aykırı değişiklikler yapılarak kız çocuklarının “kocaya itaat etmesi” gerektiği,”evliliklerin fıtratında” olduğu, yine çocukların “evliliğe kadar iffetini muhafaza etmesi” gerektiği gibi konular müfredata eklendi.

İstanbul Kartal Özel Çınar Anaokulunda yapılan bir tiyatro gösterisinde 3-6 yaş arasındaki kız çocuklarının başları kapatıldı, ardından erkek çocuklarının ayakları yıkatıldı.

Kadınların yaşam tarzına yönelik saldırılara karşı kadınlar “Kıyafetime Karışma” dedi


Mayıs- Ekim ayları arasında 16 kadın “şort giydiği, açık giyindiği, sigara içtiği” bahanesiyle saldırıya uğradı. Kadınların yaşam tarzına yönelik saldırıların artması ülke genelinde büyük tepki topladı, kadınlar “kıyafetime karışma” dedi.Kadınlar yaşam tarzına yönelik saldırılara karşı mücadele ederken laikliğe medeni kanunlara aykırı çocuk yaşta evliliklerin önünü açacak yasa gündeme getirildi.  Bu yıl Meclis’ten apar topar geçirilen Nüfus Hizmetleri Kanun Tasarısı ile Resmi nikâhın müftülüklerce kıyılabilmesinin önü açıldı. Medeni Kanunlara aykırı olan bu yasa ile zaten ülkemizde büyük bir problem olan çocuk yaşta evliliklerin artmasına, çocukların yaşarken hayatlarının ellerinden alınmasına neden olacak.
İstanbul’da Sultan Taşar ekmek aldığı fırından çıkarken taksici tarafından ‘O şortla ekmek almaya gelmişsin. O ekmek sana haram. Boğazından geçen her şey sana haram, O babana söyle sana nasıl giyineceğini anlatsın’ şeklinde sözlü saldırıya uğradı.
Ancak bu saldırıların gerekçesi olarak kıyafeti öne sürenler yaz mevsiminde açık giyilmesini de bahane ediyorlardı. Konunun açık kapalı giyinmekle alakalı olmadığı, kadın düşmanı bakış açısının bir sonucu olduğu saldırıların devam ediyor olmasından belli oluyor.
İstanbul’da Melisa Sağlam ‘Ramazan’da böyle giyinmeye utanmıyor musun’  diyerek Ercan Kızılateş tarafından minibüste saldırıya uğradı. Yine İstanbul Eminönü’nde bir adam “üstüne başına dikkat et, milleti azdırıyorsun” diyerek Canan Kaymakçı isimli kadına sözlü saldırıda bulundu.
Aralık ayında Ankara’da yaşayan 20 yaşında bir üniversite öğrencisi evine gitmek için indiği otobüsten takip edilip evinin önünde tacize uğradı. Saldırgan sosyal medyadaki dayanışma sayesinde bulundu. Saldırgan ifadesinde “Mini etek giymişti tahrik oldum” dedi.
Sosyal medya hesabından beden eğitimi dersinde eşofman giyen öğrencilerden tahrik olduğunu ima ederek , ‘Kız öğrencilerin giydiği eşofman onları çıplak yapar’, şeklinde paylaşımlar yayınlayan Ayşe Kemal İnanç Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde görevli Felsefe öğretmeni Ercan Harmancı hakkında Konya Milli Eğitim İl Müdürlüğü tarafından başlatılan soruşturma sonucu görevden alındı.
Kadınlar “ayrı vagon, taksi, otobüs” vb. uygulamalarla toplumdan soyutlanmaya çalışıldı
Kadınların haklarını korumak gerekçesiyle aslında kadınları sosyal hayattan çekmeye yönelik uygulamalar gerçekleşti. Ulaşım içerisinde kadınları tacizden korumak adına “pembe vagon”, “pembe metrobüs”, “pembe trambüs” gibi uygulamalar başladı. bu uygulamaların hiç biri kadına yönelik şiddeti önlemek için deil, kadınları toplumdan dışlamaya yönelik uygulamalardır. Halık büyük tepkisine neden olan Bursa’da kadınlara ayrı vagon uygulaması toplumda yerini bulmadı, toplum o vagonlara karışık binmeye devam etti.
Malatya’da “pembe trambüs”ten sonra kadın yolcular akşam saat 10’dan itibaren istedikleri durakta inmelerini sağlayacak projeye karar verildi. Bu uygulamalar kadını korumaktan da çok kullanan/kullanmayan olmak üzere toplumu bölmeye ve kadınları sosyal hayattan çekmeye sebep oluyor. Toplu taşıma araçlarında kadınlar saldırıya uğramaya devam etti.
Bursa’da kadınlar için “pembe vagon” uygulaması başladı. Vagonların girişine “bayanlar öncelikli” yazıldı. Kadınlar bu uygulamayı protesto edip, “Kadınlar metroda tacize uğruyor, o halde vagonları ayıralım’ demek, tacizi gerçeğini tartışmadan kadını toplumdan izole etmek ve başka bir çözüm olmadığını savunmaktır. Halbuki mevcut yasalarımıza göre hareket edilse biz zaten kadına yönelik şiddeti çoktan engellemiştik.” dediler.
Aralık ayında 35, 2017 yılında 332 kadın cinsel şiddete uğradı

Kadınlara yönelik saldırılarda cinsel şiddet de azalmıyor. Kadınlar bu şiddet karşısında kendi yöntemleriyle korunmaya çalışıyor. Cinsel şiddet en çok kamuya açık alanlarda, sokakta ve toplu taşıma araçlarında gerçekleşiyor. Kadınların 129’u saldırıya kamuya açık alanlarda ve özellikle sokaklarda uğruyor. Kadınların 14’i tanımadığı erkekler tarafından cinsel şiddete maruz kaldı.
Edirne’ye otobüsle seyahat eden M.K  kendisine cinsel tacizde bulunduğu iddiasıyla muavinden E.G’den şikayetçi oldu.
Uşak’ta nişanlısı H.Ö tarafından cinsel istismara uğrayan 16 yaşındaki A.S, istismar sonucu hamile kaldı. Bebeği evinin tuvaletinde kimse yokken gizlice doğurup ailesinden korktuğu için dışarı attı.
Bursa’da G.A ayrılma istediği için erkek arkadaşı tecavüz etti. Genç kadın kurtulmak için evin camından atlamak istedi. Çevredekilerin müdahalesiyle hastaneye kaldırılan genç kadın, kurtulmak için intihar etmek istediğini açıkladı.
2017 yılında 409 kadın öldürüldü, aralık ayı en yüksek sayıya ulaştı
2017 yılında erkekler tarafından 409 kadın yaşamını yitirdi. Meclis açılır açılmaz ancak kadınların tüm itirazlarına rağmen “İsteseniz de istemeseniz de çıkacak” denilerek yürürlüğe giren “Müftülerin resmi nikah kıyma yetkisini öngören yasa” ile fiili olarak laiklik ortadan kaldırılmış buna bağlı olarak kadın düşmanlığının önü açılmış oldu. Her gün öldürülen, boşanmak isterken şiddete uğrayan, hakları gasp edilen ve korunmayan kadınlar varken kadın düşmanı yasaların bir diğerinin “Arabuluculuk Yasası” olması da gündem oldu. Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nda “aile içi şiddet” iddiası içeren uyuşmazlıkların arabuluculuğa uygun olmadığı sonucuna varılarak, eşitlik ilkesine aykırı olduğu söyleniyor. Kadınların evlenememe değil, boşanamama sorununun olduğu ortadayken; kadınlar göz boşanmak istedikleri için öldürülürken, koruma altındayken öldürülürken; hala kadınları evlendirmek ve aileyi korumak üzerine politik hamlelerle kadınlar resmen ölüme mahkum edilmeye çalışılıyor. Bunlar kadın cinayetlerindeki ciddi artışın sebepleri.
Kadınların 88’i kendi hayatına dair karar almak, 30’u boşanmak istediği için öldürülürken;  134 şüpheli ölüm ve 110 tespit edilemeyen kadın cinayeti gerçekleşti.
Bir yıl içerisinde en çok kadın cinayetinin gerçekleştiği iller; İstanbul’da 57, İzmir’de 32, Antalya’da 25, Bursa’da 18, Adana’da 17, Gaziantep’te 15, Konya’da 12 şeklinde oldu.

6284 kadınların şifresi

2017 yılı içerisinde öldürülen kadınların koruması yok ya da tespit edilemiyor. Kadına yönelik şiddette en büyük çözüm olan ve kadın örgütlerinin yıllarca süren mücadelesi sonucu yürürlüğe giren 6284 sayılı Koruma Kanunu etkin uygulanmıyor. Şiddete uğrayan kadını korumak için saldırgana en az 1 ay uzaklaştırma kararı çıkartılması; kadına barınak sağlanması; kadına yeni kimlik verilmesi gibi birçok düzenlemeyi içeren 6284 etkin uygulanmış olsaydı bugün kadınlar yaşıyor olacaktı. 6284’ün yürürlüğe girdiği 2011 yılında en az kadın cinayeti yaşanmışken 6284’ün saldırıya uğradığı 2017 yılında en yüksek sayıya ulaşması tesadüf değil. Bu yıl kadınlar 6284’ün bazı basın organlarında “aile yıkan, yuva bozan” diye karanlanmasına karşı 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde kadınlar “6284 kadınlar için şifredir” diyerek meydanlardaydı.
Afyonkarahisar’da eşi 31 yaşındaki Vural Şentürk tarafından 10 gün boyunca şiddete uğrayan 29 yaşındaki Cemile Şentürk ablasının yanına, Antalya’ya taşındı. Buraya gelen Vural Şentürk, eşi Cemile Şentürk’ü tabancayla vurarak öldürdü. Cemile, Antalya’ya taşınmadan önce polise gidip şikayette bulunmuş ama işlem başlatılmamıştı.
İstanbul’da Türkan Tankut, boşandığı erkek tarafından sokak ortasında pompalı tüfekle öldürdü. Kaçmaya çalışan saldırgan, yurttaşlar tarafından yakalanarak polise teslim edildi. Türkan Tankut’un boşandığı şahıstan tehditler aldığı ve hakkında koruma kararı çıktığı öğrenildi.
Şüpheli ölümlerde geçen yıla göre artış oldu
Aralık ayında şaka ile öldürdü haberleri yaygınlaştı, çocukların kadınları öldürdüğü iddia edildi. Bu duruma sebep olarak bireysel silahlanmanın teşviki ve silah kullanımının son yıllarda artması sebep olurken; bu cinayetleri şüpheli ölüm kapsamında ele aldık.
Erzincan’da güvenlik koruyucusu M.K.’nin oğlu Y.E.K. (15), babasının tüfeğini alarak şakalaştığı amcasının 11 yaşındaki kızı Z.K.yi tüfeğin ateş alması sonucu vurarak öldürdü.
Konya’da 7 yaşındaki S.A., babasının pompalı av tüfeğiyle oynadığı sırada, temizlik yapan annesi 37 yaşındaki Figen A.’yı, boynundan vurup öldürdü.
Bunun dışında kadın cinayetlerinde vahşetin bir diğer boyutu öldürme yöntemlerinde ortaya çıkıyor. Bu yıl kadınlar işkenceyle de öldürüldüler.
Yozgat’ta 30 yaşındaki Halime D., tokat attığı iddiasıyla kardeşi tarafından levyeyle işkence edilerek öldürüldü.
Antalya’da Nurcan Demiröz erkek arkadaşı tarafından dinamitle öldürüldü.
Aydın’da 5 kişi tarafından tecavüze uğrayan Eylem Kanık öldürüldü. Cansız bedeni yanmış halde ormanlık alanda bulundu.
Kadın cinayetlerinde yaş aralığı düşüyor, genç kadınlar mücadeleyi büyütüyor

Kadın cinayetlerinde öldürülen kadınların yaş aralığı düştü. Bu yıl 15-18 ve 19-25 yaş arasında toplam 65 kadın öldürüldü. Kadınlar liselerde, üniversitelerde, iş yerlerinde şiddete karşı tepki gösterdi.
İzmir’de, 21 yaşındaki Zülal Tütüncü arkadaşı 26 yaşındaki Gürkan Ö. tarafından aralarındaki tartışma sonucu boynundan bıçaklanarak öldürdü.
Pendik İstanbul Ticaret Odası Meslek ve Teknik Anadolu Lisesi’nde Bilişim ve Teknoloji alanında okuyan Helin Palandöken arkadaşlık teklifini reddettiği Mustafa Yetgin tarafından okulunda öldürüldü. Helin birçok defa şiddete maruz aldığını sosyal medyadan duyurmuştu. Helin korunsaydı, yaşıyor olacaktı. Helin Palandöken’in ailesine taziye ziyaretinde bulunan Başbakan Binali Yıldırım ise sadece göz yaşı döktü. Ancak ülkede kadına yönelik her türlü şiddetin arttığı bu dönemde yetkili mercilerin görevi sadece göz yaşı dökmekle bitemez. Gerekli adımların tüm taraflara atılması gerektiği açık. Buna karşın kadınlar Helin, Zülal ve birçok kadın için haklarını eylemdeydi.
* 8 Mart’ta bu yılda kadınlar meydanlardaydı. Birçok ilde gerçekleşen eylemlerde kadınlar “Hayatın İçindeyiz, Özgürlükten Vazgeçmeyiz” dedi
* Kadın Dayanışmasının güzel örneklerinden biri Kadınlar Birlikte Güçlü denilerek bu yıl ortaya koyuldu.

*Nuriye Gülmen ve Esra Özakça ekmeğinin ve emeğinin peşinde direnen kadınların sembolü oldu.
* Dünyadan birçok kadın hareketi de bu yıl meydanlardaydı. İran’da molla rejimine karşı kadınlar protestoların en ön saflarında yer aldılar.


* Kadınlar, bu yıl kadına yönelik her türlü şiddete karşı çözüm yollarını birlikte konuşup, tartışıp, karar alıp omuz omuza mücadele verme için Kadın Meclislerini il il, ilçe ilçe ve birçok üniversitede kurmaya başladı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

* Femisid; embriyodan cenine, bebekten çocuğa, erişkinden yaşlıya kadar tüm kadın cinsiyetteki bireylerin sadece cinsiyetlerinden dolayı ya da toplumsal cinsiyet kimliği algısına aykırı eylemleri bahane edilerek, bir erkek tarafından öldürülmesi ya da intihara zorlanmasıdır. Femisidler salt kadın cinsiyetteki insanların öldürüldüğü cinayetler olarak algılanmamalıdır. Nefretle işlenen bu cinayetlerde, saldırıya uğrayan şey kadın kimliğidir

Kaynak:kadincinayetlerinidurduracagiz.net

Share
. tarafından

Kadınlar Diyanet’i ‘mühürledi’

Ocak 3, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Diyanet’in “9 yaşındaki kızlar evlenebilir” açıklamasının ardından, kadınlar Diyanet İşleri Başkanlığı’nın önüne giderek “İstismarcı Diyanet ‘Kadın Hükmünde Kararname’ ile mühürlenmiştir” dedi.

Diyanet’in internet sitesinden nikah tanımına yapılan açıklamada çocuklara cinsel saldırıyı teşvik eden söylemler kullanılmıştı. Halkevci Kadınlardan oluşan bir grup, başkanlık önünde “Diyanet elini hayatımdan çek” sloganı atarak, “İstismarcı Diyanet, Kadın Hükmünde Kararname ile mühürlenmiştir” pankartı açtı. Dün gece saatlerinde yapılan eylemde 6 kadın gözaltına alındı.

Kaynak: Gazete Patika

Share
. tarafından

Bu kez Carmen kendisine saldıran Don Jose’yi öldürecek

Ocak 3, 2018 de ANASAYFA . tarafından

İtalya’daki Floransa Opera Evi, kadına yönelik şiddete dikkat çekmek için, Fransız besteci Georges Bizet’in kaleme aldığı aldığı ve ilk kez 1875’te sahnelenen Carmen operasına alternatif bir son yazdı.

Carmen’in bir erkek tarafından öldürülmesiyle sonlanan operanın sonu değiştirildi. Gelecek hafta sahnelenmeye başlanacak olan yeni Carmen’de, Carmen, bu kez Don Jose tarafından öldürülmeyecek, kendisine saldıran Don Jose’ye o öldürecek.

Kaynak: Gazete Patika

Share
. tarafından

Sultan Özakça ve Beyza Gülmen serbest bırakıldı

Ocak 3, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Ankara Güvenpark’ta eylem yapan ve polis saldırısı sonucu, yerde sürüklenerek gözaltına alınan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın aileleri serbest bırakıldı.

Anne Özakça ve Kardeş Gülmen dün gece emniyetteki işlemlerinin ardından serbest bırakıldı.

Share
. tarafından

Dersim Konak’ın Savunma Hakkı Engellendi

Ocak 4, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Konak’ın savunma hakkı engellendi

Elazığ Hapishanesi’nde bulunan tutsak Dersim Konak’ın yargılandığı davada ifade vermesi engellenirken avukatlarda duruşma salonundan çıkartılmakla tehdit edildi.

Konak, 18 Mayıs 2017 yılında İstanbul’da katıldığı İbrahim Kaypakkaya anmasına gözaltına alınmış ve hakkında dava açılmıştı. Dün İstanbul Adliyesi’nde davanın ikinci duruşması görülürken, Elazığ Hapishanesi’nde tutsak bulunan Dersim Konak mahkemeye Segbis ile katıldı.

Dersim Konak savunmasında, Sosyalist Meclisler Federasyonu üyesi ve Halkın Günlüğü okuru olduğunu ifade ederek “anma sırasında polisler dağılın anonsuna karşın, kitlenin dağılması için zaman tanımayarak gözaltılara başladığını” söyledi.

“Davanın sebebi Kaypakkaya korkusu”

“Bu coğrafyada İbrahim Kaypakkaya’yı kim anarsa devlet görevlileri ile karşı karşıya geliyor, bu davanın temel sebebi de budur” diyen Konak, avukatıyla görüştürülmediğini, hala açlık grevinde olduğunu ve devamlı olarak hak ihlalleri yaşadığını belirtti.

Dersim Konak’ın 60 günün üstünde açlık grevinde olduklarını, avukatla görüştürülmediği için savunma hazırlayamadığını, cinsel şiddete maruz bırakıldıklarını söylemesini üzerine mahkeme başkanı Konak’ın savunmasına engel olarak Segbis’i kapattırdı.

Avukatlara da tehdit

Mahkemenin Segbis’i kapatarak savunmayı engellemesine avukatlardan tepki geldi. Avukatlar savunma hakkının kısıtlandığını belirterek, Konak’ın işkenceye maruz kaldığını söylediğini, mahkemenin bununla ilgili gerekli işlemi yapmak yerine, zorla Segbis’le ifade verdirilen Konak’ın savunma hakkının da engellendiğini ifade ettiler.

Mahkeme başkanı avukatların tepkileri üzerine, avukatları da duruşma salonundan dışarı çıkarmakla tehdit etti. Avukatlarsa mahkeme başkanına bir kez daha tepki göstererek “Avukatları dışarı atmakla tehdit etmek hukukun geldiği içler acısı noktayı göstermektedir” ifadelerini kullanarak “Bu şekilde savunma yapılamaz. Çıkarırsanız çıkarın” dediler.

Duruşma 30 Mayıs tarihine ertelendi.

kaynak: Gazete Patika

Share
. tarafından

Diyanet’ten geri adım: Bu İslam’a aykırıdır

Ocak 4, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Diyanete ait internet sitesinde ‘kızların 9 erkeklerin 12 yaşında bluğ çağına girdikleri’ ve ‘bluğ çağında evlenebileceği’ ifadelerinin yer almasının ardından gelen tepkiler geri adım attırdı.

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Ekrem Keleş, “Bu insanlıkla ahlakla bağdaşmaz. Diyanet’in görüşü, bir kız 17, erkek 18 yaşından önce evlenmemeli. Kimse çocuğunu 9-10-15 yaşlarında evlendirmemeli. Bu İslam’a aykırıdır yönünde” dedi.

“Hiç kimse çocuğunu 9-10 hatta 15 yaşında evlendirmemeli”

Keleş açıklamasında, “Bırakın 9-10 yaşı bir çocuk 15 yaşında da evlenmemeli, evlendirilmemeli. Yapılan tanım biyolojik bir tanımdır ve buluğ çağına girmeden kimsenin evlendirilmemesi gerektiğini anlatıyor. Bir çocuk 9 yaşında buluğ çağına girdi diyelim hangi vicdan onu evlendirebilir. Bu kadar yanlış bir düşünce olabilir mi? Bu eleştiriler ne ahlaka, ne insanlığa sığar. Diyanet çocuk yaşta evlilikleri engellemek için yıllardır çaba harcıyor. Bu konuda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile bir sürü çalışmamız oldu. Şimdi kim çıkıp bizi suçlayabilir? 1917 yılında Aile Hukuku Kararnamesi yayınlandı. Bu kararname tamamen İslam fıkıhından kaynağını alıyor. Orada evlilikte alt sınır kızlarda 17, erkeklerde 18’dir. Diyanet de her zaman bunu savundu. Bir kişi psikolojik olarak hazır değilse evlenmemeli. Bu yaşlardan önce kim hazır olabilir? Bir kişi anne ve baba olmanın sorumluluğunu taşıyabilmeli. Aksi halde toplumda sorunlar ortaya çıkar. Hiç kimse çocuğunu 9-10 hatta 15 yaşında evlendirmemeli. Bunu düşünmek bile büyük yanlıştır.” ifadelerine yer verdi.

Gazete Patika

Share
. tarafından

AVRUPA’YI AYDINLATAN KIZIL YILDIZ

Ocak 9, 2018 de ANASAYFA . tarafından

AVRUPA’YI AYDINLATAN KIZIL YILDIZ
Komünist enternasyonal hareketin öncü kadınlarından olan ROSA LUXEMBURG ve Karl LIEBKNECHT’in 99. ölümsüzlük yıldönümüne girerken, yine Ocak ayında ölümsüzleşen Enternasyonal proletaryanın büyük önderi LENİN’i Ekim devriminin 100.yılında coşkuyla selamlıyoruz.


Kısa bir ömüre sığdırılmış devasa, ödünsüz bir yaşam. ‘‘Dünyayı sarsan 10 günden’’ yüzyıla yayılmış bir teori ve pratik.
Rosa’yı ve dava arkadaşlarını ölümsüz kılan, insanlık tarihi için yaşanabilir bir dünyayı hayal olmaktan çıkarıp yaşanır kılarak, günümüzün ihtiyacı olduğunu yeniden ve yeniden tüm ezilenlere gösteriyor olmasıdır. Yeniyi yaratma felsefesini, düşünmeyi ve üretmeyi bir yaşam biçim olarak pratikleştirdiler ve elbette üretim ilişkilerinin devrimci dönüşümü ile birleştirebildikleri için hâlâ Yaşasın Devrim diyebiliyoruz. Bu mücadele de özellikle yaşadığı dönem itibariyle Avrupa’da tartışmaların ana eksenini oluşturan ve her Ocak ayında Sosyalizmin sembolleri olarak anılarına yürüyüş düzenlenenlerden biri olan ( Lüksemburg ,Liebknecht,Lenin) Roza Lüksemburg ayrı bir yerde durmakta.
Bir kadın ve bir Sosyalist. Burjuvazi için fazlaca tehlikeli. Yoldaşlarının kimileri için düşünsel özelliğini, farklılığını ve cüretini defalarca ispatlamış olmasına rağmen, kadın önder olması elbette kafalarındaki fotoğrafa uymayacaktı. Bütün ön yargılara karşı verdiği mücadele de iyi bir ekonomist, felesefeci ve siyaset biliminde doktorin yaparak Avrupa ve Almanya devriminin ana eksenini oluşturdu. Ve Lenin O’nun yaşamını özetleyen cümleyi kurdu ‘’O bir kartaldı‘’ Sosyalizmin Kızıl kanatlı Rosa’sı. ‘’Devrim için çarpışmak O’nun en büyük mutluluğuydu. O, keskin bir kılıç, canlı bir devrim aleviydi’’ diye tanımlıyordu Clara Zetkin. Ölümünden bir gün önce Rote Fahne (Kızıl Bayrak)‘de ki son yazısında ‘‘Kum üzerine kurulu sizin düzeniniz.Devrim daha yarın olmadan yine doğrulacaktır ve sizleri dehşet içinde bırakıp şunu haykıracaktır: Vardım, Varım, Var olacağım‘‘ O günden bugüne Rosa kadınlara kendi sloganlarını yaratmasını sağladı.
Yüz yıl önceki mücadelenin bugünkü karşılığı sokaklar da yankısını buluyor. Polonya‘da kürtaj yasasının iptali, İran’da ‘’ Yolsuzluğa, yoksulluğa ve diktatörlüğe’’ karşı protesto gösterileri, dahası faşist molla rejimine geri adım attıran kadınların, örtünmeye karşı yürüttükleri mücadele sayesinde baş örtüsü zorunluluğunun esnetilmesi. Ve yine Orta-Doğu’nun göbeğinde dünyaya açılan Rojova’lı kadınlar, en barbar gericiliğe karşı özgürleşme yolunda önemli mesafeler katettiler. Ayrı coğrafyalar da emperyalist işgale ve kapitalist sömürüye karşı kadınların mücadelesi, tarihsel miraslarının yarattığı birikimle güçlenmeye devam edecektir. Çünkü, sistemin asırlardır nesneleştirdiği kadının, özgürlük bilincini nasıl kuşanmaları gerektigini Rosalar, Claralar, Olgalar, Ciang Cingler, kadın mücadelesini Sosyalizm perspektifiyle ele alarak, bize yol gösterdiler, göstermeye devam edecekler.
Rosa’dan bugüne uzanan bu görkemli mücadele tarihini ve Ekim Devrimini Selamlıyoruz ! Devrimin ilerletici gücüne emek katan, can veren, Rojova’dan Parise, Katalonya’dan İran’a, Kuzey Kürdistan’a, devrimin tarihi koşullarını yaratanları Ekim Devriminin bilinciyle selamlıyoruz ! Bu biliniçle Avrupa’da yaşayan Türkiye ve Kuzey Kürdistanlı kadınlar olarak bugün, Filistin’li, Kürdistan’lı, İran’lı, Cezayir’li ve faşizmin zindanlarında direnen tutsak kızkardeşlerimiz için kadının ve insanlığın eşitlik ve özgürlük mücadelesinde Rosa’nın şiarıyla yürüyoruz VARDIK VARIZ VAROLACAĞIZ…
Yaşasın Özgür, Örgütlü Mücadelemiz !
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm

AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ
03.01.2018

Share
. tarafından

52 Hafta 52 Erkek

Ocak 9, 2018 de ANASAYFA . tarafından

2018’de 52 erkek 52 hafta bianet’te erkek şiddeti yazacak.

İlk yazı gazeteci Murat Çelikkan’dan, 10 Ocak 2018 Çarşamba günü bianet’te.

Sonrasında her hafta Çarşamba günü medya, edebiyat, akademi, spor, sinema, müzik, hak mücadelesi gibi alanlardan erkekler “erkekliklerini” ve “erkeklerin ürettiği şiddete” dair düşüncelerini, kişisel deneyimlerini paylaşacak.

Bu çalışmayı Şenay Aydemir koordine edecek, çizimler Kemal Gökhan Gürses’ten.

Kaynak: bianet.org

Share
. tarafından

Kadın Gazeteciler: 10 Ocak kutlama değil mücadele günüKadın Gazeteciler: 10 Ocak kutlama değil mücadele günü

Ocak 10, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Mezopotamya Kadın Gazeteciler Platformu, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ne ilişkin açıklama yaparak “165 gazetecinin tutuklu, en az 10 binin işsiz olduğu ve ‘dışarıda’ kalanların ise her an saldırı tehdidi altında olduğu bir ortamda bir kutlamadan çok dayanışmaya ve hakikat için direnişimizi büyütmeye ihtiyacımız olduğunun farkındayız” dedi.

Mezopotamya Kadın Gazeteciler Platformu’ndan yapılan açıklamada, “Baskı, gözaltı ve tutuklama furyası altında karşıladığımız 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü bizim için ne yazık ki kutlanacak bir gün olmaktan çok uzak. 165 gazetecinin tutuklu, en az 10 binin işsiz olduğu ve ‘dışarıda’ kalanların ise her an saldırı tehdidi altında olduğu bir ortamda bir kutlamadan çok dayanışmaya ve hakikat için direnişimizi büyütmeye ihtiyacımız olduğunun farkındayız” ifadelerine yer verildi.

Kutlamadan çok mücadele kararlığımızı yenileyeceğimiz gün

Açıklamada, “Kameramızı ve kalemimizi hakikatlerden yana tutacağız. Bu nedenle 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü bizim için bir kutlamadan çok mücadelemizin süreceğine dair kararlılığımızı yenileyeceğimiz bir gün olabilir. Yine iktidar yargısı ve medyası ne kadar arkadaşlarımızı karalamaya çalışsa da biz amaçları hakikati yazmak olan meslektaşlarımızın gazeteciliklerine tanık olduğumuzu bir kez daha yinelemek isteriz. Bu bağlamda 5 Temmuz 2016’dan beri tutuklu olan ve yarın mahkemesi görülecek KHK ile kapatılan DİHA muhabiri Şerife Oruç’un duruşmasına dikkat çekmek, tüm tutuklu meslektaşlarımız gibi, Oruç’un gazeteciliğine de tanık olduğumuzu söylemek isteriz.” denildi.

kaynak: Gazete Patika

Share
. tarafından

Güneş’in Kızları’nın ilk görselleri yayınlandı

Ocak 12, 2018 de ANASAYFA . tarafından

 IŞİD’e karşı savaşan Kürt ve Ezidi kadınları konu edinen ‘Güneş’in Kızları’ filminin ilk görselleri yayınlandı.

Fransız yönetmen Eva Husson’un yönetmenliği yaptığı Girls of the Sun (Güneş’in Kızları) filminden ilk görseller paylaşıldı. Dünya prömiyerini büyük festivallerden birinde yapmaya hazırlanan ‘Güneş’in Kızları’nın, başrolünde Golshifteh Farahani yer alıyor.

Filmloverss’da yer alan habere göre, Yönetmen Husson, Suriye ve Irak’tan geçerken IŞİD askerleri tarafından rehin alınan ve kaçmayı başarıp geride kalan esirleri kurtarmak için IŞİD’e karşı silahlı mücadeleye girişen Ezidi Kürt kadınların; bu rehin alınma sürecinde maruz bırakıldığı istismar edilme, zorla alıkonulma, tecavüz gibi haberlerin kendisine film yapmak için esin kaynağı olduğunu belirtiyor.

Kaynak: Gazete Patika

Share
. tarafından

Kadın katliamına bir kez daha ‘iyi hal’ indirimi

Ocak 12, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Amed’de ablası Hüda Nur P’yi katleden Ö.F.P’ye yargılandığı davada “iyi hal” indirimi uygulandı ve ömür boyu hapis cezası verildi.

Amed’de geçtiğimiz yıl ablası Hüda Nur P.’yi katleden Ö.F.P.’nin yargılandığı davanın karar duruşması Diyarbakır 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Mahkeme sanık Ö.F.P’ye “Kardeşi kasten öldürme” suçundan ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına çarptırdı. Daha sonra ise sanığa “iyi hal” indirimi uygulayan mahkeme cezayı ömür boyu hapse çevirdi.

Ö.F.P’ye “ruhsatsız silah taşıma” suçundan verilen 10 ay hapis ve 500 lira para cezası ise ertelendi.

Kaynak: Gazete Patika

Share
. tarafından

Kürşad Kahramanoğlu vefat etti

Ocak 13, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Birgün gazetesi yazarı Kürşad Kahramanoğlu, dün akşam saatlerinde yaşama veda etti.

ILGA (Uluslararası Lezbiyen ve Gey Birliği) Genel Sekreterlik görevini de yürüten Kahramanoğlu 30 yıl boyunca İngiltere’de yaşadı ve üniversitede eğitim görevlisi ve profesyonel sendikacılık yaptı.

Etik dersleri okutan Kahramanoğlu, İngiltere’nin en büyük sendikasına insan hakları ve dış ilişkiler konularında danışmanlık yaptı. 1999 senesinde Uluslararası Lezbiyen ve Gey Birliği (ILGA) Genel Sekreteri seçildi. Bu göreve 4 sefer daha seçilerek 7 sene yürüten Kürşad Kahramanoğlu, bu kuruluşun tarihinde en uzun genel sekreterlik yapmış aktivist oldu.

2007 yılında Türkiye’ye dönen Kahramanoğlu, Bilgi Üniversitesi, Hukuk Fakültesi İnsan Hakları Hukuku Yüksek Lisans Programı’nda öğretim görevliliği yaptı.

Gazete Patika

Share
. tarafından

Gay imam: Eşcinsel dostu camiler açılmalı

Ocak 13, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Avustralya’da Sydney ve Melbourne olmak üzere büyük kentlerde yapılan görkemli kutlamalarla bugün ilk eşcinsel evlilik gerçekleşti. Gay çiftin evlilikleri kutlanırken, ülkede yaşayan Müslüman LGBTİ’ler için ise durum pek iç açıcı değil.

Gazete Duvar’ın haberine göre, Eşcinsel olduğunu açıklayan imam Nur Warsame, ABC News’e yaptığı açıklamada Müslüman LGBTİ’lerin yaşadıkları sorunlara dikkat çekti. İmam Nur “eşcinsellere hem güvenli bir ev hem de danışmanlık yapacak bir caminin açılmasını umut ettiğini” söyledi.

Avustralya’da geçtiğimiz sene Kasım ayında yapılan referandumda yüzde 61.6’lık kesim ‘evet’ oyu kullandı ve ülkede eşcinsel evliliği yasal hale geldi. Başbakan Malcolm Turnbull referandumun ardından yaptığı açıklamada “Milyonlarca Avustralyalı sesini duyurdu ve eşcinsel evliliklerin yasal hale gelmesinden yana olduklarını gösterdi” açıklaması yapmıştı.

‘Müslüman LGBTİ’ler zor durumda’

Nur Warsame, Müslüman LGBTİ’lerin destek hizmetleri almakta zorlandıklarını ya da kendilerini güvende hissedecekleri alan bulamadıklarını söyledi. Warsame’ye göre bu durum, Müslüman LGBTİ’ler arasında bir ‘çaresizlik’ yaratıyor. İmam Nur, aynı zamanda Melbourne’un en büyük camilerinden birisinde imamlık görevini yürütüyordu. Ancak 2010’da gay olduğunu açıklayınca hafız olmasına rağmen diğer din adamlarıyla bağları koptu ve cemaatten dışlandı. O zamandan beri ölüm tehditleri almasına rağmen Müslüman LGBTİ’lerin sesi olmaya çalışıyor.

“Düşünsene senin bir gay olarak öldürülmeyi hak ettiğini düşünen bir ideoloji ile savaşıyorsun” diyen Nur Warsame gününün büyük bir bölümünü ailesinden ve çevresinden şiddet gören genç Müslüman LGBTİ’lere yardımcı olmakla geçiriyor.

Warsame “Şu anda gençlerimiz için en önemli ihtiyaç uygun güvenli bir ev. Onların travmalara neden olacak ortamlardan uzaklaşmaları gerekiyor. Tek yataklı odamda yedi kişi kalıyorduk. Çünkü o gençler öldürülmek yada kaçmak arasında bir tercih yapmak durumunda kaldılar” diyor.

Share
. tarafından

Hindistan’ın gay prensi sarayının kapılarını LGBTİ+’lara açtı

Ocak 13, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Hindistan’ın tek gay olduğunu açıklayan prensi Manvendra Singh Gohil, sarayın kapılarını eşcinsellere açıyor. International Business Times’in haberine göre, Singh ülkede bir süredir gay hakları için mücadele ediyor.

Aileleri tarafından reddedilen LGBTİ+’lara destek vermeyi amaçlayan Singh, “Hindistan’da bir aile sistemi var. Aileyle birlikte olmak şart koşuluyor, bu düzenden dışarı çıkmak istediğiniz anda toplumun sizi boykot edeceği söyleniyor. Sosyal bir dışlanma var. İnsanlar parasal olarak ailelerine bağlı” diye konuştu. Prens ayrıca ailesinden dışlanan insanlara ‘sosyal ve finansal destek’ vermek istiyor.

LGBTİ+ aktivisti olarak hareket ediyor

Hintli bir kraliyet ailesinin soyundan gelen Manvendra Singh Gohil, dünyanın bilinen ilk gay prensi. Gohil prens olur olmaz hükumete, eşcinselliği yasaklayan yasayı durdurmaları için çağrıda bulunmuştu. Prens Manvendra Singh Gohil, 2006 yılında eşcinsel olduğunu açıkladığından beri medyanın ilgi odağı haline geldi. Fakat Gohil, ünlü olma durumunu LGBTİ+ aktivistliğine çevirerek, o zamandan bu yana, ülkesindeki LGBTİ+ konularına dikkat çekmek için çalışıyor.

Gazete Patika

Share
. tarafından

Güney Afrika’da H&M’e protesto

Ocak 13, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Ekonomik Özgürlük Savaşçıları adlı grup, Sandton, Menlyn Park ve East Rand’da yer alan mağazaların raflarını devirip kıyafetleri etrafa saçtı.

Markanın reklam afişinde, siyahi bir çocuğa üzerinde “ormandaki en havalı maymun” yazan bir tişört giydirmesi tepkilere neden olmuş, H&M ırkçılıkla suçlanmıştı.

Aralarında Manchester United’lı futbolcu Romelu Lukaku, NBA yıldızı LeBron James ve rap müzsiyeni P. Diddy’nin olduğu birçok ünlü firmaya tepki göstermiş, şirket ürünleri için boykot çağrısı yapılmıştı.

Söz konusu fotoğrafı internet sitesinden kaldıran H&M ise yaptığı özür açıklamasında tepki çeken sweatshirt’ün satışını da sonlandırdığını ve konuyla ilgili soruşturma başlattığını belirtmişti.

Gazete Patika

Share
. tarafından

Kerestecioğlu’ndan Anaokulundaki Cinsiyetçi Oyunla İlgili Önerge

Ocak 13, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili ve İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu, İstanbul’daki anaokulunda oynatılan cinsiyetçi oyun ile ilgili soru önergesi verdi.

Milli Eğitim Bakanı Sayın İsmet Yılmaz’ın cevaplaması istemiyle verdiği önergede “Çocuklara cinsiyetçi, gerici, ayrıştırıcı ve rol biçici bir oyunu oynatan öğretmenler hakkında idari ve yasal bir işlem başlatılmış mıdır?” diye sordu.

“Anadolu kültüründen örnek” dediler

 

* Fotoğraf: Evrensel

İstanbul Kartal’da bulunan Kartal Özel Çınar Çocuk Anaokulu’ndaki kız öğrencilerin oğlan öğrencilerin ayaklarını yıkadığı tiyatro gösterisi, Evrensel’den Eylem Nazlıer’in haberi  ile gündeme gelmişti.

Hürriyet’ten Gülseven Özkan’ın haberinde Kartal İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden bir yetkilinin inceleme başlatıldığına dair ifadeleri aktarıldı:

“Konuyu araştırıyoruz. Ne olduğunu bilmiyoruz. Bu bir tiyatro gösterisi mi, hangi amaçla onaylanmış, hepsini araştıracağız. Milli Eğitim Temel Kanunu’na aykırı bir durum varsa gerekli işlemler yapılacak.”

Kartal Özel Çınar Anaokulu’nun avukatı Abdullah Emre Okur ise Hürriyet’e yaptığı açıklamada “Yerli malı haftası nedeniyle tiyatro gösterisi düzenleniyor. Anadolu’nun kültür öğelerine yer veriliyor. Yörük hayatı canlandırılıyor ve imece usulü anlatılıyor. Oyunda kız çocuklarının aşağılanması söz konusu değil” diye konuştu.

Okul öncesinde toplumsal cinsiyet rolleri

Kerestecioğlu, Milli Eğitim Bakanına yönelttiği soru önergesinde “Geleneksel kadınlık rollerini İslami kurallar ile meşrulaştırmaya çalışan Bakanlığınız, toplumsal cinsiyet rollerini sürdürerek, ders kitaplarıyla, oyunlarla, öğretmenlerin söylem ve tutumlarıyla ve aile yaşamını kutsayan ve kadını yok sayan politikalarla kadına ve çocuklara yönelik şiddetin artmasına ve kadın cinayetlerinin meşrulaştırılmasına zemin hazırlamaktadır” dedi.

Önergede anaokulu idaresi ve oyunu oynatan öğretmenler hakkında soruşturma başlatılıp başlatılmadığını sordu.

Kerestecioğlu ayrıca cinsiyetçi politikaların erkek şiddetini arttırdığına dikkat çekerek bakanlığın bu tür uygulamalara desteğini, okul öncesi eğitimde çocuklara toplumsal cinsiyet rollerini yükleyen yönlendirmeleri kaldırmak için girişimlerini de sordu. (BK)

BIANET

Share
. tarafından

Cecilia Palmeiro’yla söyleşi: Uluslararası kadın grevi ve yüzde 99’un feminizmi

Ocak 14, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Söyleşi: Linda Yang

Çeviri: Başlangıç Dergisi


Cecilia Palmeiro, Buenos Aires’teki New York Üniversitesi’nde Latin Amerika edebiyatı ve queer teori alanında profesör. Kendisi aynı zamanda, Arjantin’den doğan uluslararası Latin Amerika feminist hareketi Ni Una Menos‘un[1] deneyimli üyelerinden.

Palmeiro, Mart 2017’deki Uluslararası Kadın Grevi’ni örgütleyenler arasında yer aldı. “Yüzde 99 için feminizm şiarıyla yola çıkan grevin amacı, enformel emek piyasalarında çalışan kadınları temsil etmekti -bunlar, lean-in feminism‘in gözardı ettiği kadınlardı.[2]

Uluslararası kadın grevi 8 Mart’ta gerçekleşti; kısa süre öncesinde Polonyalı kadınların grevi ve Güney Koreli kadınların grevi yaşanmıştı. O günden beri, “[bizler] kızkardeşlik ve dayanışma üzerine kurulu yeni bir enternasyonalizm örmeye başladık diyor,” Palmeiro: “Bu da, önümüzde yeni bir politik ufuk ve beklenmedik ittifak imkanları açtı.”

“Erkekler tarafından erkekler için yaratılan dünya iç çelişkileri nedeniyle çökerken, yeni bir dünya tasavvur ve inşa ediliyor,” diye ekliyor.

Biz de Broadly olarak, Palmeiro’ya örgütlenmeyle geçen son yılını, küresel feminist direniş ağlarının nasıl güçlenip geliştiğini, ayrıca 2018 uluslararası kadın grevi için neler planlandığını sorduk.

Geçen yıla dönüp bakarsak, 2017 senin için ne anlam ifade ediyor?

2017, feminizmin ve arzu politikasının tarihinde bir dönemeç oldu. İlk kez olarak, 55 ülkeden kadınlar ve feminize edilmiş bedenler, ataerkil ve kolonyal sömürü biçimlerine karşı grev yapmak için örgütlendi. Bu, şimdiye kadar kolektif olarak deneyimlediğimiz en büyük ve en radikal süreçti.

Yıl, başka bir tarihi olayla açılmıştı: ABD’de 600’ün üzerinde şehirde gerçekleşen Kadın Yürüyüşü. Ancak bu olaylar birer süreçtir, belirli bir tarihte başlayıp bitmezler.

Grevin ardından, bir feminist siyaset ağı oluşturduk Arjantin’de. İşçilerce işgal edilmiş fabrikalarda, çatışmaların sürdüğü yerli topraklarında ve başka mücadele alanlarında meclisler kurduk; siyasi tutsakların arasında, eğitim reformuna direnen liselerde. Sadece machista [ataerkil, maço] şiddet arzusunu teşhir etmekle kalmadık, aynı zamanda toprak, emek ve insan hakları mücadelelerini feminist bir bakış açısıyla birbiriyle bağladık.

2017 yılı feminist dalganın, bizim adlandırdığımız haliyle dünya kadınlarının sınırları, dilleri ve kimlikleri aşan bu okyanusvari protestolarda yarattıkları yeni kolektif öznenin yılı. Bu dalga kesişimsel, yatay, çapraz, küresel: Kendimizi devrimci bir özne olarak kurduk, ancak devrimimiz demokrasinin geleneksel temsili biçimlerine dökülemez; her ne kadar her yerde ortaya çıkıp sel gibi yayılsa da. Dalga sanat dillerine nüfuz ediyor, politik partilere müdahale ediyor, sendikalarda gündemi belirliyor, fabrikalarda ve enformel ekonomide üretim ilişkilerini dönüştürüyor, hayatın her alanında iktidar mücadelelerini ateşliyor. Sokak protestolarında çiçek açıyor ve hanelerde, yataklarda patlak veriyor. Bu varoluşa dair bir devrim; her şeyi değiştirmek için örgütleniyoruz biz.

Kendi bölgende Kadın Grevi örgütlenmesinde yer aldın. Grev sona erdikten sonra kendini nasıl hissettin?

Micromachismo‘dan[3] tut kadın cinayetlerine kadar, machista şiddete maruz kalan bütün feminize edilmiş bedenler arasında empati yaratarak, bir güç ve sosyal dönüşüm kaynağı olarak uluslararası ve kesişimsel kızkardeşliğimizi güçlendirdik. Diğer kadınları (ataerkinin istediği şekilde) rakip olarak görmek yerine, onların mücadeleleriyle özdeşlik kuruyoruz. Aynı davayı paylaşıyoruz; şiddet hepimizi farklı etkiliyor olabilir ama kökü aynı. Bu, uluslararası grev örgütlenmesinin bir getirisi; sadece bir olay değil bu, yaratıcı bir süreç; küresel itaatsizlikleri ve direnişleri haritaya döküyoruz, kavram ve mücadeleleri dile getiriyoruz, sömürü ve ‘kazıp çıkarmacılık’[4] biçimlerini görünür kılıyoruz; ve bizzat gezegendeki yaşamın tehdit altında olduğu insanlığın bu kritik anını ele alan radikal bir feminist perspektif inşa ediyoruz. Fedakarlık değil yaşam üzerine kurulu bir feminist hayat etiği geliştirdik ve cinsiyetlendirilmiş, cinselleştirilmiş ve ırksallaştırılmış uluslararası işbölümüne meydan okumak için yeni kavramsal araçlar geliştirdik.

Ni Una Menos şimdiden 2018 Kadın Grevi’ni örgütlemeye başladı. Bu grevin neler getireceğini umut ediyorsun?

2018’de, çoktan geliştirilmiş ve test edilmiş ağlarımız olacak. İlk Uluslararası Kadın Grevi’ni gelecek dünyanın, içinde yaşamak istediğimiz dünyanın provası olarak örgütlemekte başarılı olduk. Grev yapmak bize, emek sömürüsünün üzerindeki, beden ve topraklarımıza yönelik kazıp çıkarmacılık biçimlerinin üzerindeki doğallık halesini sıyırıp atma şansı verdi. Bu yıl, grev şu soru etrafında örgütlenecek: “Kadınlar nasıl grev yapar?”

Çünkü, formel piyasada çalışma bizim yegane emek biçimimiz değil. Dünyadaki kadınların çoğu ücretli çalışma ayrıcalığına sahip değil. Ev kadınları, işsiz kadınlar, öğrenciler, emekli kadınlar, enformel ekonomide çalışanlar; kadın nüfusunun çoğunluğunu teşkil ediyor. Dolayısıyla bizim grevimiz yaratıcı bir araç olmalı. Öncelikle ne şekillerde çalıştığımızı görünür kılmalıyız. Bize dayatılan ve bizim “doğal” olarak emek sarfettiğimiz görevleri algılamamız gerekli: Sevgi söz konusu olsun olmasın, bakımın, yeniden üretimin, ev içi emeğin adı konmalı. Ardından da, Nasıl grev yaparız?, sorusu bize yaşamımızın denetimini ele almak için araçlar veriyor; itaat etmemek ve yeni yaşam biçimleri oluşturmak için. Çünkü, piyasadaki değersizleştirilen emeğimiz ve evdeki tanınmayan emeğimizle, dünya kadınları olarak kapitalizmin dayanağı halindeyiz. Üretici süreçlerdeki konumumuzu bir kere kavradıktan sonra, dünyayı değiştirme gücüne sahibiz.

Ni Una Menos hareketinin geçen Mart ayından beri çok geliştiğini söyledin. Ni Una Menos nasıl gelişti ve nasıl genişleyeceğini umut ediyorsun?

Grevden bu yana, özellikle Latin Amerika’da süregiden muhafazakâr restorasyon bağlamında, mücadelenin farklı cephelerini birbirine bağlıyor ve örüyoruz. Biz emek, sömürü ve ‘kazıp çıkarmacılık’ konularına odaklandık. Bu yeni ve yoğun neoliberalizm dalgası yüzünden, bedenlerimiz ve topraklarımız tehlikede. Müşterek alanlara dair çatışmalar yaşanıyor: Ulusaşırı şirketlerin el koyduğu topraklarda köylüler ve yerli halk yerinden ediliyor (örneğin Benetton Patagonya’da bunu yapıyor); devletin iğdiş edilmesiyle beraber kadınların eğitim, sağlık ve güvenlik olanaklarına erişimi ortadan kalkıyor; bedenlerimize birer fetih ganimeti gibi el konuyor, sömürülüyor ve disipline ediliyoruz. Yerli feminizmi, siyah feminizmi, göçmen feminizmi, queer feminizmi ve popüler feminizmi birbirine bağlayarak, ittifaklar oluşturduk; farklı şiddetlerin kesişim noktalarına ışık tutarken aynı zamanda olası direniş stratejilerini ortaya koyduk. İşte bu yüzden bizim hareketimize feminizmin dördüncü dalgası ya da yüzde 99’un feminizmi deniyor.

Çeşitli meseleleri birbiriyle bağlantılandırma ve daha derinden kavrama şansımız oldu: Yaşamlarımızı tehdit eden tarım şirketleri, bir yaşam kaynağı olarak Toprak Ana’nın savunusu, sömürgecilik karşıtı ve neoliberalizm karşıtı mücadeleler bağlamında haklarımızın ve özerkliğimizin savunusu (üremeyle ilişkili hakların temel bir kamu sağlığı meselesi olarak kabulü). Grevden bu yana, çeşitli biçimlerde feminist meclisler pıtrak gibi çoğaldı. Kadınlar her alanda örgütleniyor—akademiden tut gecekondulara, siyasi partilerden tut liselere dek—doğrudan demokrasiyi hayata geçiriyor ve sosyal dokuyu kolektif olarak yeniden inşa ediyor. Varoluşumuz üzerindeki tıbbi ve finansal kontrolü, doğrudan eylemle yaratıcı biçimde sorguladık. Taleplerimizin neoliberalizm tarafından iç edilmesini eleştirdik. Umudumuz, feminizmin bu felaketten çıkışın yolu olabileceği şeklinde.

Geçen yıl sende ne bıraktı: Hayal kırıklığı, umut?

2017 heyecan kadar hayal kırıklığı da getirdi. Sosyal manzaraya bakarsak, çok yıkıcı bir dönemdi. Yoksulluk ve şiddet tüm dünyada yayıldı. Çatışmalar her düzeyde patlak verdi: Küresel savaş tehdidinden, kadın cinayetlerindeki artışa kadar. Neoliberal politikalar ve yüzde birlik hakim elitin sonsuz açgözlülüğü, hükümetlerin de suç ortaklığıyla beraber insanlığın bu krizine yol açtı. Umudumuz, dünya nüfusunun yarısından fazlasının bu çılgınlığı sona erdirmeye karar vermesi. Kadınlar insanlık fabrikalarının sahibidir: Sadece farkındalığı artırıp, kendi gücümüzü ele almamız yeterli.

Mücadele yüzünden yorulmuş veya tükenmiş hissedenlere tavsiyen var mı? Yol almaya nasıl devam edeceğiz?

Her gün, hak ve özgürlüklerimizin daha da kısıtlandığını gördükçe hayal kırıklığı ve umutsuzluk yaşıyoruz. Ancak şunu hep aklımızda tutmamız lazım: İçinde yaşadığımız dünyayı biz inşa ederiz, dolayısıyla onu değiştirmek de bizim elimizde -mikro-politik düzeyden, gündelik yaşam siyasetinden başlayarak. Herkes fark yaratabilir. Feminist devrim için hiçbir şey çok küçük değil. Yeni bir güç yaratıyoruz ve mümkün olan her şekilde bu dalgayı beslememiz gerekli. İnsanın kendisinden büyük bir şeyin parçası olduğunu bilmesi bile, rahatlatıcı, harekete geçirici bir şey. Devrimci süreçte duygu ve yaratıcılığın rolünü hafife almayalım.

2018’e girerken, hangi inisiyatifleri önemli görüyorsun? Neler başarmayı umut ediyorsun?

Ni Una Menos dışında, bazı başka kadın yoldaşlarla beraber kısa süre önce Kadın Sanat Emekçileri Sürekli Meclisi’ni kurduk ve bir Feminist Sanat Pratiklerine Angajman Bildirisi yayımladık.[5] İlk amacımız, grev yapmaya dair yaratıcı perspektifler sunmak ve sanat dünyasındaki ataerkinin üzerindeki doğallık halesini kırmak, parçalarına ayırmak. Kadın hassasiyetlerinin ve dünya görüşlerinin ön plana çıkması, sansürlenmemesi hayati önemde; her alanda eşitsizliğe karşı faaliyet yürütüyoruz.

Ni Una Menos olaraksa 2018 için temel planımız, ikinci Uluslararası Kadın Grevi’nin örgütlenmesi ki, bu şimdiden dev bir kampanya halinde sürüyor. Bunun ardından, daha fazla ittifak oluşturmayı, sosyal protestonun yeni dillerini tahayyül etmeyi, ve yeni topluluk biçimleri oluşturmayı hedefliyoruz. Yeni örgütlenme biçimleriyle deney yaparak, ufkumuzu genişletmeye devam etmeyi umut ediyoruz.

Erkekler tarafından erkekler için yaratılan dünya iç çelişkileri nedeniyle çökerken, yeni bir dünya tasavvur ve inşa ediliyor. Gelecek biziz.


Orijinali: Vice


[1] Ni Una Menos, ‘Bir kadın daha eksilmeyeceğiz’ diye çevrilebilir -çn
[2] Lean-in feminism: Kadınların iş piyasasında yükselerek erkeklerle eşit haklara kavuşacağını öngören bir tür elitist, işkadını ideolojisi -çn
[3] Mikro maçoluk, gündelik ataerki -çn
[4] Extractivism: hafriyatçılık, kaynak sömürüsü -çn
[5] nosotrasproponemos.org

Gazete Karınca

Share
. tarafından

İran’ın karanlığına müziği ile meydan okuyan bir kadın: Merziye Rezazi

Ocak 14, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Merziye Rezazi, 5 Mayıs 1958 yılında İran’ın Marivan kentinde dünyaya geldi.

Henüz çocuk yaşta müziğe ilgi duymaya başlayan Merziye; Meryem Xan, Nesrîn Şêrwan, Eyşe Şan ve Gulbihar gibi Kürt kadın sanatçılardan etkilendi.

Küçük yaşlardan itibaren sesinin güzelliği ile çevresindekileri büyüleyen Merziye anadili ve dışarıda konuşmak zorunda olduğu dil arasında ikilem yaşadı. Bu ikilem onun evde Kürtçe, dışarıda Farsça şarkı söylemesine neden oldu.

Müziğin yanı sıra tiyatroya da meraklı olan Merziye, okuldaki tüm özel gün ve etkinliklerde sahnenin aranan ismiydi.

Merziye sanata duyduğu bu aşkın sömürgeci bir düzende başına neler açacağını ise biraz büyüdükten sonra kötü tecrübelerle deneyimleyerek anladı.

Stran söylemenin ‘cezası’: Tandır hapsi

Bir gün okulda stran seslendiren Merziye eve gittiğinde tandıra koyularak ‘cezalandırıldı’.

Merziye, o gün yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

Bir keresinde dayım beni ekmek tandırının içine koydu. Sıcaktan boğulmak üzereydim. Hem dar bir alan hem de hala tandırın içindeki toprak sıcaktı. Okulda stran söylediğim için bana bunu yaptı. Dayım beni cezalandırdı ve bir daha stran söylemememi istedi. O zaman anladım sömürgeci rejimlerin başımıza neler getirdiğini ve bizi nasıl yokluğa ve fakirliğe mahkum ettiklerini.

Farsça şarkı söylememe kararı

İran’da şah Muhammed Rıza Şah Pehlevi dönemiydi. Kürtçe’ye yönelik de yoğun bir baskının olduğu bu dönemde tabir-i caizse etrafındakileri anlamaya başlayan genç Merziye, kendi deyimiyle devrimci olmaya karar verdi.

Kürtçe dili ve kültürüne yönelik baskılara karşı kendince bir tepki olarak bir daha hiç Farsça şarkı söylememeye karar verdi.

Bölgenin müziği kendine yol eyleyen ilk Kürt kadını

Radyo Bağdat’ta dinlediği Kürtçe ezgiler ruhundaki ışıkla birleşti, diline döküldü. Radyo aracılığıyla Kürt kadın dengbêjlerle tanıştı, stranlara kulak kabarttı.

Merziye, bulunduğu bölgedeki ilk ve tek müzisyen Kürt kadını oldu. Daha önce de stranlar seslendiren kadınlar olmuştu elbet ancak hepsi bir süre sonra müzikten ellerini eteklerini çekmişti.

İlk ve orta öğrenimini Marivan’da tamamlayan Merziye ardından Sine’de akademik eğitimini tamamladı ve öğretmen oldu. Bölge köylerinde öğretmenlik yapmaya başladı.

Kendisini hem sanatçı hem de devrimci olarak tanımlayan Merziye, bu köylerdeki çocuklara okuma yazma öğretmek için gece gündüz çalıştı.

Merziye bu süreçte hem Kürt halkına uygulanan baskılara hem de kadın ve kız çocuklarının nasıl yok
sayıldığına bizzat tanık oldu.

Kadınlara kadınlık rolü ve bilincini anlatmaya, ufuklarını açmaya çabaladı. Onları zorla kıstırıldıkları kalıplardan çıkarmak için usanmadan konuştu, anlattı.

1977’de Korî Musîqay Sine (Sine Müzik Korosu) ile çalışmaya başlayan Merziye, birkaç kere halkın karşısına çıkarak müziğini onlarla paylaştı.

Bir süre sonra Merivan’a geri dönen Merziye buraya yakın bir köyde ders vermeyi sürdürdü. Tabi müziğe olan tutkusu da onunla birlikte gitti, gezdi köy köy.

Merziye 1978 yılında ünlü sanatçı Nasir Rezazi ile evlendi. Bu evlilikten bir kız, iki de erkek çocuğu oldu.

Merziye rejime karşı mücadelede

Aynı yıl giderek artan rejim karşıtı gösterilere katıldı. Halkın rejime karşı sesi yükseliyordu.

Devrimci Merziye, bu dönemde polis tarafından yakalandı ve katıldığı eylemler gerekçe gösterilerek öğretmenlikten atıldı.

Aynı dönemde, eşi Nasir ve meslektaşı Najamaddin Gholami ile birlikte bir Kürt müzik grubu kurdu.

Söyledikleri şarkılarla halkın devrimci bilincini arttırmaya da çalıştılar.

Yıl 1980’e geldiğinde İran’da Şah devrildi ancak bu kez yerine Şah’dan da beter biri geldi: Humeyni.

Humeyni, statüsünü sağlamlaştırır sağlamlaştırmaz Kürtlere ve devrimcilere yönelik operasyonlara başladı.

Merziye, tüm bu baskılara karşı eşi ile birlikte Komel peşmergesi olarak mücadele ediyordu.

Humeyni rejimi, ne Kürt devrimcilerine ne de sosyalistlere şehirde yaşam şansı bırakmadı. Bunun üzerine Merziye de pek çok devrimci gibi dağların yolunu tuttu.

Derdini, sevgisini, devrim aşkını şarkılar ile anlatmayı kendisine dil belleyen Merziye dağlarda da devrim marşları söyledi, köyleri gezerek çocuklara ders vermeye devam etti.

Merziye bir grup peşmerge ile birlikte Korî Bangewaz grubunu kurdu. Bu koro içinde birçok marş ve şarkı besteleyip, seslendirdiler.

Müziğin belli bir yeri yoktu. Sahne, şehir, sokak, dağ, okul… Merziye için her yer birdi, yeter ki içindeki notalar dilinden müzik olup aksın.

Merziye İran’da ‘Peşmergeye Selam Olsun’ adıyla ilk marş seslendiren Kürt kadını oldu.

Peşmergelik günlerinin ardından 1985 yılında eşi ve çocukları ile birlikte İsveç’e iltica etti.

İsveç, Merziye için sanatsal profesyonel olarak doludizgin sürdüreceği bir dönemin kapısını açtı.

Aynı zamanda Merziye burada kadın ve çocuk hakları konusundaki çalışmalarını aktifleştirdi.

Kürtlerin ilk televizyonu olan Med TV kurulduğunda Merziye buraya çıkarak sesini özlemini çektiği tüm coğrafyaya duyurdu.

Merziye, ilham aldığı Meryem gibi Kürtçe’nin bütün lehçelerinde stranlar seslendirdi.

Merziye, Med TV kapandıktan sonra yerine açılan Medya TV’de Jîlemo adıyla kadın hakları ve sorunları üzerine bir programın sunuculuğunu yaptı.

18 Eylül 2005’te İsveç’in Stockholm kentinde 48 yaşındayken yaşamını yitiren Merziye’nin ezgileri hala o çok sevdiği halkının dilinde.

Onun ardından şu sözler döküldü insanların dilinden: Çok kararlı bir savaşçıydı ve sesini, yaşamını ve tüm servetini dünya çocuklarına bağışladı’.

Gazete Karınca

Share
. tarafından

Jineoloji Konferansı: ‘Kapitalist moderniteye karşı alternatif bir yaşam’

Ocak 14, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Kuzey Suriyeli kadınların katılımıyla Cizir Kantonu’na bağlı Derik kentinde “Jineoloji Toplum Gerçeğini Kadın Doğasıyla Aydınlatıyor” sloganıyla düzenlenen Jineoloji Konferansı sona erdi.

Konferansın ikinci gününde, Rojava’ya gelen enternasyonalist kadın devrimciler Medya ve Nujin İtalyanca bir dinleti sundu.

Ardından Jineoloji Akademisi’nin hazırlamış olduğu ve bundan sonra yürütülecek çalışmaları içeren proje taslağı okundu.

Jineoloji Akademisi’nin amaçları:

Jineoloji Akademisi üyesi Rumet Heval yeni bir örgütlenme modeline ihtiyaç duyulduğunu belirterek, amaçlarını şöyle sıraladı:

“Yaşamı, toplumu, kadını, çocukları katleden kapitalist modernite gerçeğine karşı yeni bir yaşam felsefesini alternatif olarak sunar.

Kadınların Rojava ve Suriye’de siyasi, askeri, toplumsal, kültürel ve hukuksal alanda elde etmiş olduğu kazanımları daha da derinleştirmeyi, bu alanların içeriğini daha güçlü doldurmayı akademi çalışmalarıyla amaçlamaktadır.

Kadın erkek ilişkilerinde egemenlik ve kölelik ilişkilerinin yaratıldığı gerçeğinden hareketle özgür eş yaşam projesini devreye koyarak erkeği dönüştürmeyi esas alır.

Boşanma, aile içi şiddet, aile içi her türlü cinsiyetçilik, kadını namus gören, berdel gören, ensest ilişki, çocuk yaşta evlilik, çok eşlilik, fuhuş, kadın katliamlarına karşı bunları araştırır, mevcut sorunlarına çözüm üretir.

Jineoloji akademileri eğitim, etik-estetik, sağlık, ekonomi, sosyal alan ekoloji, tarih, özgür eş yaşam, demografya, politika öz savunma, hukuk, basın ve genç kadınlar alanında kendisini örgütlemeyi hedefler.”

Share
. tarafından

ABD Kongre binası yerliler tarafından işgal edildi: ‘İklim krizindeyiz’

Ocak 14, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Kongresi’nin 115. yıl açılış törenine yaşam savunucularının çevre protestosu damga vurdu.

Çarşamba günü kongrenin düzenlendiği bina önü 200 yerli yaşam savunucusu tarafından işgal edildi.

isyandan.org‘un haberine göre 7 farklı kabileden kadınların öncülük ettiği eylemde, “İklim krizindeyiz! Şimdi harekete geç!” sloganları atıldı.

Eylemciler, yapılması planlanan Tacoma Sıvılaştırılmış Doğalgaz Tesisi ve Kinder Morgan Trans Mountain boru hattının genişletilmesini durdurmak için bu eylemini gerçekleştirdi.

Yerliler, ABD’nin kuzeybatısındaki dokuz yerli halkın avlanma ve balıkçılık hakkını garanti altına alan 1854 tarihli Medicine Creek Anlaşması’nın ihlal edildiğini belirtiyor.

Santee Sioux Kabilesi yerlileri doğalgaz tesislerini veya kömür madenlerini bölgelerinde istemediklerini bu politikalar durdurulmadıkça protestolarına devam edeceklerini söylüyor.

Söz konusu tesislerin dışında devam eden ve pek çok çevre örgütünün destek verdiği protestolara katılanlar arasında yer alan 350 Seattle çevre örgütü, fosil yakıtlara yapılan yatırımların derhal durdurulması ve 2028 yılına kadar sadece yenilenebilir enerjide çalışan bir ekonominin kurulması çağrısında bulunuyor.

Protestolara katılanlar arasında Kanada’nın İlk Ulusu Saanich Yerlilerinden oluşan Salish Denizi Koruyucuları da yer alıyor.

Salish Denizi, Kanada British Columbia’sı ve Washington’u kapsayan ve halihazırda aşırı avlanma ve petrol sızıntıları nedeniyle çevresel tehdit altında.

Gazete Karınca

Share
. tarafından

Afrika çöllerinde kadınların egemen olduğu müslüman bir kabile: Tuaregler

Ocak 14, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Kuzey Afrika’da 1000 yılı aşkın süredir Sahra Çölü’nde göçebe olarak yaşayan alışılmış erkek egemenliği altındaki dünyada farklı ışıltısı ile dikkat çeken bir kabile: Tuaregler.

Afrika Berberilerinden olan bu müslüman kabile artık yarı göçebe halde ve nüfusu yaklaşık 1.5 milyon civarında.

Yıllarca Cezayir, Mali ve Nijerya arasındaki bölgede yaşamış olan kabileyi bu kadar farklı kılan ise kadın merkezli olması.

Anaerkil olan bu kabilede kadınlar evlenmeden önce istediği kadar erkekle beraber olabiliyor.

Kabilede evlilik ve boşanma tamamen kadının isteğine bağlı olarak gerçekleşiyor. Kadın biriyle evlenmek için o kişinin kendisini etkileyecek bir şiir yazmasını bekliyor.

Çocuk doğduğunda da annesinin soyadını alıyor ve soy ağacı anne üzerinden şekilleniyor.

Boşanan kadınlar parti düzenliyor

Bu kabilede boşanmak da oldukça sıradan ve kolay. Boşanan çiftlerden erkek devesi ile birlikte ‘annesinin evine’ dönüyor. Kadın ise ailesinin desteğiyle bir boşanma partisi düzenliyor. Bu parti ile aile kızlarının yeniden bekar kalmasını kutluyor.

Kadınlar evli olmadıkları müddetçe, boşanmış ya da hiç evlenmemiş olmalarının, genç ya da yaşlı olmalarının, toplum önünde hiçbir farkı yok.

Diğer bir farklılık ise erkeklerin peçe takması. Müslüman toplulukların aksine Tuaregler de örtünen taraf erkek. Erkeklere göre bunun sebebi ise kadınlar güzel olması ve yine onlara göre güzellik saklanmamalı. Peçe takan Tuareg erkekleri “Sahra’nın Mavi Adamları” olarak anılıyor.

Fotoğraf: Brent Stirton

‘Tanrı’nın terk ettiği’

Ayrıca bu kabilede okuma yazma oranı da oldukça yüksek.

Bu arada Tuareg kelimesinin anlamı Arapçada ‘Tanrı’nın terk ettiği’ anlamına geliyor. Böyle bir ifadenin nedeni ise, bu toplumun katı inanışlara mesafeli durmaları.

Ki zaten adları ile müstesna olan kabile kültürlerini koruma noktasında tehlike altında. Çünkü kültürleri yüzünden onları kabul etmeyen İslam alemi, göçerlikten kentleşmeye geçiş geleneklerinin zayıflamasına neden olabilecek etkenlerin başında geliyor.

Gazete Karınca

Share
. tarafından

Sen hep var olacaksın Rosa!

Ocak 14, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Eden Oteli. Berlin. 15 Ocak 1919 gecesi. Işıklarla aydınlatılmış lobi yüzbaşı Waldemar Pabst komutasındaki Nazi öncüsü askerlerle doldurulmuş, birliğin Genel Kurmay Merkezi olmuştu. Birkaç saat önce tutuklanmış olan Rosa Luxemburg yakalandığı evden çıkarken çantasına yerleştirmeyi ihmal etmediği Goethe’nin Faust’u ile lobiye getirilir getirilmez günlerce cinayet çağrılarıyla işlenmiş kalabalık önce susmuş sonra aşağılama dolu bir nidanın yükselişine tanık olmuştu. Bu nidanın “hakaretsiz” halini gazeteler şöyle yazmıştı: “Liderlerini öldürün! Liebknecht ve Luxemburg’u öldürün! O zaman barışa kavuşacak, iş ve ekmek sahibi olacaksınız.” Kısa süren kimlik kontrolü Rosa’nın soruşturması olmuş, hapishaneye nakledileceği söylenmişti. Otelden çıkarken hakaretler devam etmekteydi. Bu esnada keskin nişancı dipçik darbesiyle onu yere düşürdü ve sürüklenerek bir arabaya bindirildi. Çok geçmeden subay Kurt Vogel silahıyla vurdu onu. Tasarlanmış cinayet gerçekleşmişti. Araç Spree nehrine doğru yoluna devam etti ve Rosa’nın bedenini nehre attılar. Tüm katliamcılar gibi korkaktılar çünkü. Rosa Luxemburg’un ölüsünden, fikirlerinden korktukları gibi korkmaktaydılar.

Arkadaşlarının Berlin’i terk et çağrılarına kulak asmayan Rosa bu cinayetin yaklaştığını biliyordu belki de. İki ay önce Spartakist gazete Die Rote Falme’de önsezi niteliği taşıyan bir makale yayımlamıştı. Öncüsü olduğu Spartakist hareketin dedikodular ve iftiralarla nasıl manipüle edildiğini anlatıp şöyle diyordu: “Ancak, bu dedikoduların, bu gülünç kuruntuların, bu çılgın eşkiya öykülerinin ve bu küstah yalanların ardında çok ciddi bir şey var: Bunların hepsi planlanmış. Tahrik kampanyası, sistemli bir biçimde yürütülmekte. Bu, ayakta uyutma öyküleriyle küçük burjuvalar arasında panik yaratmak, halkın kafasını karıştırmak, işçiler ve askerleri sindirip yanıltmak istiyorlar. Bir Yahudi kıyımı atmosferi yaratılmak ve Spartakist hareket, geniş kitlelere politikasını ve amaçlarını tanıtma olanağı bulamadan, siyasal açıdan tırpanlanmak isteniyor.” Spartakist oluşum Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg’un 1914-1919 yılları arasında yönettikleri Alman sosyalist ve komünist hareketiydi. Antikomünist yüzbaşı Waldemar Pabst, çok sonra Rosa’nın silah elde dövüşen asilerden çok daha tehlikeli olduğunu düşündüğünü söyleyecektir. 15 Ocak 1919 gecesi Rosa’nın dava arkadaşı Liebknecht’i de o sorgulamış ve öldürtmüştür.

Rosa Luxemburg her ne kadar Alman sosyalist hareketiyle anılsa da aslında Polonya’da doğmuştur. Yahudi bir aileden geldiği için Polonya’da yeterince Polonyalı sayılmamış, sahte evlilik yaparak vatandaşlık hakkı aldığı Almanya’da ise yabancı olduğunun altı her fırsatta çizilmiştir. Yaşadığı dönem içinde daima onu yaftalayacak bir özellik bulmuş insanlar. Bazen Yahudi oluşuna, bazen onca erkek içinde cesurca yükselttiği gür sesine ve bazen de 5 yaşında ortaya çıkan hastalığından dolayı aksayan bacağına laf etmişler. Lakin Rosa’nın hayata ve devrime olan tutkusunu sindirememişlerdir. Hapishaneden bir arkadaşına yazdığı mektupta dediği gibi: “O halde, insan kalmaya bak. Temel mesele insan olmak. Bu ise kararlı, dürüst ve neşeli olmak demek, evet herkese ve her şeye rağmen neşeli olmak, çünkü sızlanmak zayıfların işidir. İnsan olmak demek, gerektiğinde tüm hayatını seve seve ‘kaderin büyük terazisine’ koymak, fakat aynı anda her aydınlık güne ve her güzel buluta sevinmek demektir.”

Rosa’nın doğup 3 yaşına kadar yaşadığı Zamość ( Yidişlerin Zamoshtsh dediği) ve ailesinin bazı nedenlerle (ekonomik, sosyal..) taşındığı Varşova kentleri yaşamında belirgin izler bırakmıştır. Tarihi, istilalarla dolu Zamość şehri kozmopolit yapısının etkisi ile zengin kültürel bir dokuya sahipti. Ticaret ve zanaat işleri ile ön plana çıkıyordu. İsveç istilasına kadar İspanya’dan ve Portekiz’den Sefarad göçleri alan şehre bu istiladan sonra Aşkenaz Yahudileri göç etmiştir. Aşkenazları istemeyen Polonya krallığı Hıristiyan yurttaşları koruma kanunları çıkartarak, Yahudilerin ticaret, yerleşme ve mülkiyet edinme haklarını kısıtlamış ve Yahudileri bazı mesleklerden men etmiştir.

Rosa’nın babası varlıklı ve dindar olmayan bir aileden geliyordu. Annesi ise daha dindar bir ailedendi. Aile seküler eğitim ve kültür yaşantısını savunan Yahudi Aydınlanmasını (Haskalah) destekliyordu. Zamość şehrinde ise haskalaha karşı çıkan Ortodoks Yahudilerin varlığı fazlaydı. Tek neden bu değildi ama Rosa’nın ailesi Varşova’ya göç etme kararı aldı.

Varşova’da ise Yahudilerin merkezden uzaklara yerleşmesini sağlayan bir yapı oluşturmuşlardı. Elzbieta Ettinger’in Bir Yaşam Rosa Luxemburg kitabında belirttiği üzere “1809- 1862 yıllarında, Yahudi mahallesi dışında oturma izni alabilen sadece 140 Yahudi aile vardı. Bu oturma iznini alabilmek için, iyi Lehçe, Almanca ya da Fransızca bilmek, çocuklarını devlet okuluna kaydettirmek ve Batı tarzı giyinmek yetmiyordu; ayrıca büyük bir servete -60.000 Polonya zlotisi (o zaman yaklaşık 6,900 dolara eşit)- sahip olmak şarttı. Ekonomik ya da politik çıkarlar gerektirdiğinde, ayrımcı yasalarda esneklik sağlanıyordu. Bu politika Polonyalılar ve Yahudiler arasındaki güvensizliği arttırdı. Katolik Kilisesi, Yahudi ve Hıristiyanların bir arada yaşamaları halinde de bunun çürümeye yol açabileceği konusunda uyarıda bulunuyor, Polonyalı belediye idaresi, Varşova’da sadece sanat ve bilimde seçkin bir yere sahip olan Yahudilerin oturmasına izin veriyordu. Şiddetli bir muhalefete rağmen, Çar’ın 1862 kararnamesi en sonunda yerleşim sınırlamalarına son verdi ve Yahudi mahallesi uygulaması resmen ortadan kalktı.”

Bu baskılar sonucunda Yahudi ailelerin bir kısmı artık evde Yidiş konuşmuyor, Avrupalı gibi giyinmeyi tercih ederek asimile oluyordu. Rosa’nın ailesi Varşova’da orta sınıf bir mahalleye taşınmıştı; fakat bu mahallenin birkaç adım ötesinde bu kurallara uymamak için direnen Yahudiler yaşıyordu. Değil kılık kıyafet değiştirmek, Lehçe öğrenmeye zorlandıkça Yidişi edebiyat diline çevirmişlerdi. Rosa toplumsal yapıdaki bu farklılığı çok küçük yaşlarda fark etmişti. Çünkü bu semtin biri “şık” diğeri “yoksul” olmak üzere iki yüzü vardı. Semtin parkında aksayan ayağına bakıp “sakat” diye bağıran çocuklarla bu şehirde tanışmıştı. Okula gidebilmek için sınava tâbi olmuştu çünkü Yahudi kotası vardı. Bu da okula girmeye hak kazanmak için Yahudi olmayan öğrencilerden daha yüksek puan almak zorunda olduğu anlamına geliyordu. Ama o ayrımcılığın her çeşidiyle savaşmaya hazırdı. Güçlü biri olmaya böylelikle karar verdi. Bu kararını destekleyen sarsıcı bir olaya daha tanıklık etmişti 1881 yılında: Varşova pogromuna.

Varşova pogromu Noel günü Kutsal Haç Kilisesi’nden çıkmakta olan kalabalığın -nasıl alevlendiği hiçbir zaman bilinemeyen bir şekilde- kargaşaya karışmasıyla başladı. Bir panik ortamı oluşturuldu ve sonucu pogrom oldu. Çarlık İmparatorluğu’nda yaşayan Yahudilerin güven içinde olmadıklarını göstermekti amaç. Sürekli kontrol altında tutulduklarını hissettirmekti. Kalabalık bir Ortodoks Yahudi nüfusun Polonya’da yaşıyor olması ekonomik sıkıntıları bahane ederek fanatik milliyetçiliğe kapılan Polonyalıların sayılarını arttırmıştı. Çarlık polisi bu saldırıları görmezden geldi ve müdahale etmedi. Pogrom özellikle yoksul semtlerde yaşayan iki bin aileyi etkilemiş; çok sayıda Yahudi öldürülmüş ve yaralanmıştı. Pogrom Rosa’da bir iz bıraktı, her ne kadar bu izi tutkuyla kalabalıklara hitap ettiği günlerde kimseye belli etmese de 1917 yılında arkadaşı Luise Kautsky’ye, “Beni hangi düşüncenin pençesine alıp, korkuttuğunu biliyor musun?” diye yazmıştı.“İğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalığın doldurduğu kocaman bir salona, parlayan ışıkların altına, kulak tırmalayan gürültüye, beni iten insanların arasına tekrar girmem gerektiğini hayal ediyor ve hemen oradan kaçmak istiyorum! Kalabalıklar beni dehşete düşürüyor.”

Rosa hem ilk gençlik yıllarında hem de sonraki zamanlarda edebiyatla çok ilgiliydi, şiirleri seviyor dünyaya bakışını etkilemiş şair Adam Mickiewicz’i okuyordu. Tüm ezilenlerin, işçilerin, Yahudilerin, köylülerin, fakirlerin, evsiz barksızların bir gün eşit olacağı bir dünya hayal ediyordu. 14 yaşındayken 1. Wilhelm’in Polonya ziyaretinden esinlenip anti militarist bir şiir yazmıştı:

“Avrupa aşkına

Hayır de düzene

Seni kurnaz tilki Bismarck

Barışın adını kirletme sakın.”

16 yaşındayken ise “Kişinin herkesi gönül rahatlığıyla sevmesine izin veren bir toplumsal sistem” arzuladığını ifade ediyordu.

Bu fikirlerle birlikte lise mezuniyeti sonrası Polonya’da illegal sayılan Proletarya isimli örgüte katıldı. Akabinde üniversite için Zürih’e taşındı; çünkü ülkesi Polonya’da kadınlara üniversite eğitimi verilmiyordu.

Üniversite yılları ve sonrası politik faaliyetler, teorik çalışmalar, tartışmalar ve daha adil bir dünya için çarpışmakla geçecekti.

Annelies Laschitza’nın Rosa Luxemburg Her Şeye Rağmen Tutkuyla Yaşamak kitabında belirttiği gibi: “Rosa Luxemburg’un hayatı yorucuydu ve çatışmalarla doluydu. Daha iyi bir dünya için savaştı. İdeali, halk tarafından biçimlendirilen, mutlak özgürlük ve demokrasi temeline dayanan ve kalıcı bir barışı güvence altına alan bir sosyalizmdi. Özgüven sahibi bir Marksist olarak, kapsamlı tarih bilgisi ve derin toplumsal analizleri etkileyiciydi. Uluslararası sosyalist hareket içerisinde kuruluşuna katıldığı veya etkilediği partilerde dogmatizme ve biçimciliğe tavizsizce karşı çıktı.”

Onun evi dünyaydı. Putamayo’dan Afrika’ya ezilen, sömürülen herkes için söyleyecek sözü vardı. Alman emperyalizmi Nambiya’daki halkları katlederken sessiz kalması düşünülemezdi. İnsanın kurtuluşunun sosyalist demokrasinin başarısıyla olabileceğini anlatıyordu. Bürokrasiye, aşırı merkeziyetçiliğe, seçkinciliğe ve kapitalist demokrasinin getirdiği totaliterliğin tehlikelerine dikkat çekiyordu çalışmalarında. Onun sayfalardan taşan ve ilham veren fikirlerini kolayca ve kısaca anlatmak öylesine zor ki. John Berger’in Rosa’ya Armağan makalesinde yazdığı gibi: “Sık sık okuduğum bir sayfadan çıkar gelirsin -bazen de yazmaya çalıştığım bir sayfadan- başını geri atarak gülümsersin. Ne tek bir sayfaya sığarsın ne de seni tekrar tekrar koydukları hapishane hücrelerine.”

Rosa Luxemburg nehre atıldıktan aylar sonra bulundu ve 13 Haziran 1919’da Friedrichsfelde mezarlığına kitlelerin katıldığı bir törenle defnedildi. Yoldaşı Karl Liebknecht’in yanına gömülmüştür. Bertolt Brecht dizeleri de eşlik eder ona:

“Burada Rosa Luxemburg gömülü

Polonyalı bir Yahudi kadın

Alman işçilerinin öncü savaşçısı

Alman sömürücülerinin emriyle öldürüldü

Ezilenler, gömün ayrılıklarınızı!”

Şunu unutmamak gerekir ki Rosa’yı 99 yıl önce bugün öldürenler ondan kurtulduklarını sanarak büyük bir yanılgıya kapılmıştır. Çünkü Rosa’nın mirası yaşıyor ve mücadelesi devam ediyor. Onun kaleminden çıkan “Vardım, varım, var olacağım!” sözcüklerine cevap veren ve verecek olan yüzbinlerden bu ses geliyor:

Sen Hep Var Olacaksın Rosa!

*Melike Karaosmanoğlu tarafından kaleme alınan yazı, Avlaremoz’da yayınlanmıştır.

Gazete Patika

Share
. tarafından

Rosa LUXEMBURG ‘u anıyoruz! paneli

Ocak 14, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi- Mulhouse Ekim devriminin 100. Yılında; Rosa LUXEMBURG ‘u anıyoruz!  paneli gerçekleştirdi.

Rosa, Lenin ve Liebknecht şahsında tüm devrim şehitleri için saygı duruşuyla başlayan panelde; “Tarih kadınları sevmemiştir. Ancak kadınlar mücadeleleriyle büyük bedeller ödeyerek hep varolmuşlardır ve bugün de bu direniş miraslarının ışığıyla direnmeye devam ediyorlar.” açıklamasının yanında “Bugün ‘Vardık Varız Varolacağız ‘ sloganı öylesine bir söylem değil, Devrim ve Sosyalizmde ısrarın adıdır “denildi. Ekim devrimine, Lenin’e ve  Liebknecht’e de kısa ve öz olarak değinilen panel katılımcıların  konuşmaları ve örgütlülükte daha çok ısrar vurgusuyla  sona erdi.

   

Share
. tarafından

“Olağanüstü Hal’in ‘olağan’ hale gelmesine alışmıyoruz”

Ocak 15, 2018 de ANASAYFA . tarafından

87 kadın kurumundan OHAL’e karşı kampanya87 kadın kurumundan OHAL’e karşı kampanya

“OHAL; biz kadınlar için evde, sokakta, işte güvencesizlik demek. Herhangi bir bahaneyle birileri tarafından ihbar edilebilme huzursuzluğu içinde çalışmak demek, gözaltındayken avukatla görüşüp görüşemeyeceğini, yakınlarına haber verip veremeyeceğini bilmemek demek. İşten ihraç edilip kocaya, abiye, babaya, sevgiliye bağımlı kılınmak demek. Parayı verenin kendinde daha çok hak görmesi demek, itiraz edince daha fazla şiddet görmek, ev içinde de emeğimizin daha fazla sömürülmesi demek. Dayanışma için başvurduğumuz kadın derneklerinin, belediyelerin kadın birimlerinin kapatılması demek. Belirsizlikler ve güvencesizliklerle boğuşarak çocuklara bir gelecek sağlamaya çalışmak demek. ‘Güvenlik’ bahanesiyle mahallende, sokağında, hatta evinde LGBTİ olamamak demek. ‘Güvenlik’ bahanesiyle dün konuştuğun, anlamaya çalıştığın tanıdıklarının, komşularının düşmanlaştırıldığına tanık olmak demek. Fetvalarla, çocuklara, kadınlara yönelik ayrımcılığın, istismarın, tacizin, tecavüzün meşrulaştırılmaya çalışılması demek. Nefretle baş etmek demek. Nefretin bir gelecek kuramayacağını daha iyi anlamak demek. Sözümüzü, sorunlarımızı görünür kılan basın yayın organlarının kapatılması, sesimiz kısıldıkça kadın cinayetlerinin artması demek. Meclisi, seçilmiş kadınları siyasetin dışında bırakmak demek. Haklarımızın, demokratik ve siyasal kazanımlarımızın gasp edilmesi demek. Her şeyin, bu günümüzün ve geleceğimizin KHK’lerle düzenlenebilmesi demek.”

Kadınlar OHAL’i neden istemiyor?

Kadınların OHAL’i neden istemediği açıklamada, “Sadece 696 No’lu KHK bile OHAL’den kurtulmak istememiz için yeter. Erkeklerin kadınları kolayca katlettiği bu topraklarda, erkekler iyi hal, haksız tahrik indirimi diyerek ‘cezasız’ bırakılır, kolluk ve yargı erkekleri korur. Şimdi de son KHK ile silahlanmış ya da silahlandırılmış erkekler ‘darbe karşıtıyım’ diye cinayet işlese bu kez yargı karşısına bile çıkarılmayacak. Çünkü ‘bazı’ sivillere yargı muafiyeti getiren maddeyle öldürmek, şiddet uygulamak, işkence yapmak yasal koruma altına alındı. ’15 Temmuz darbe girişimi ile sınırlı’ açıklamalarına da inanmıyoruz. İktidar kanadı bile birbirini yalanlarcasına açıklamalar yaptı. Bir de ‘anayasal suçlar’dan yargılananlara tek tip kıyafet zorunluluğu çıkarıldı. Biz bunların birtakım kişilere işledikleri suçlar için cezasızlık zırhı sağlarken diğerlerini tek tip kıyafet gibi haysiyet kırıcı bir cezalandırmayı yargılama sürerken uygulamak suretiyle peşin hükümle suçlu ilan edeceğini açıkça görüyoruz” sözleriyle ifade edildi.

İmzacı kurumlar

Açıklamada imzası bulunan kadın kurum ve kuruluşları şöyle: DİSK Kadın Komisyonu, KESK Kadın Meclisi, TMMOB Kadın Çalışma Grubu, TTB Kadın Hekimlik Kadın Sağlığı Kolu, 17+ Alevi kadınlar, 78’liler Federasyonu’ndan kadınlar, Adana Kadın Platformu, Aka-Der Kadın Faaliyeti, Anarşist Kadınlar, Ankara Kadın Platformu, Antalya Kadın Danışma ve Dayanışma Merkezi, Ayvalık Bağımsız Kadın İnisiyatifi, Barış için Kadın Girişimi, Barış için Kadın Akademisyenler, Bodrum Kadın Dayanışma Derneği, Buca Evka 1 Kadın Kültür Evi Dayanışma Derneği-BEKEV, Çekim Yapan Kadınlar, Datça Kadın Girişimi, DBP Kadın Komisyonu, Defne Kadın Emeği Kolektifi, Demir Leblebi, Demokratik İslam Kongresi Kadın Meclisi, Demokratik Kadın Hareketi, Dersim Yenigün Kadın Dayanışma Derneği, Devrimci Partili Kadınlar, Didim Kibele Kadın Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği, Dünya Kadın Yürüyüşü Türkiye Koordinasyonu, Ekmek ve Gül, Emek Partili Kadınlar, Emek ve Adalet Platformu’ndan Kadınlar, Erktolia, Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği, Eşitiz-Eşitlik İzleme Kadın Grubu, FeminAmfi, FKF’li Kadınlar, Genç LGBTİ+ Derneği, GEN-DER Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Kolektifi, Gülsuyu Gülensu Kadın Dayanışma Evi, Halkevci Kadınlar, Hatay Kadın Platformu, HDK Kadın Meclisleri, HDP Kadın Meclisi, İHD Ankara Şubesi Kadın Komisyonu, İHD Diyarbakır Şubesi Kadın Komisyonu, İlerici Kadınlar Meclisi, İmece Ev İşçileri Sendikası, İskenderun Kadın Platformu, İşçi Kardeşliği Partili Kadınlar, İzmir Amargi, İzmir Kadın dayanışma Dayanışma Derneği, Jineoloji Dergisi, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, Kadın Emeği, Çalışan Feminist Araştırmacılar-KEFAKadın Emeği Kolektifi, Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi Platformu-KEİG, Kadın Özgürlük Meclisi, Kadın Yazarları Derneği, Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi, Kampüs Cadıları Kocaeli Ekmek ve Gül Kadın Dayanışma Derneği, Kocaeli Kadın Platformu, Körfez Bağımsız Kadın Dayanışması, Kuzey Ormanları Savunması Kadınları-KOSKA, Lambdaİstanbul, LeGeBİT Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Araştırmaları ve Dayanışma Topluluğu, Maltepeli Kadınlar, Mardin Kadın Platformu, Mersin Kadın Platformu, Mor Dayanışma, Nar Kadın Dayanışması, Özgürlükçü Hukukçular Platformu Kadın Komisyonu, Queer Eskişehir Lgbti Topluluğu, Samandağ Kadın Emeği Kolektifi, SODA Sosyal Dayanışma Ağı, Sosyalist Kadın Meclisleri, SYKP Kadın Meclisi, Tevgera Jinên Azad-TJA, Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği (TODAP) Kadın Komisyonu, Türkiye HomeNet, Ev Eksenli Çalışan Kadınlar Dayanışma Ağı, Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu, Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği, Üniversiteli Kadın Kolektifi, Yeni Demokrat Kadın, Yeryüzü Kadınları, Yeşil Feministler, Yoğurtçu Kadın Forumu, Zorla Alıkonulan Kadınlar İçin Mücadele Platformu.

Share
. tarafından

‘115 hamile çocuk’ skandalını ortaya çıkaran memur konuştu: 2016 ve önceki yıllara bakamadım bile

Ocak 19, 2018 de ANASAYFA . tarafından

İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Hastanesi’ndeki ‘hamile çocuklar skandalı‘nı ortaya çıkaran memur, hastaneye yılda 450-500 civarında hamile çocuğun getirildiğini belirterek olayı ortaya çıkarırken dışlandığını anlattı.

Kanuni Sultan Suleyman Dogumhastanesi’nde 18 yas alti kayda alinmayan gebelikleri ortaya cikaran sosyal hizmetler gorevlisi Iclal Nergiz

Küçükçekmece ilçesindeki Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne 2017’de beş aylık süreçte getirilen yaşı 18’in altında 115 çocuğun kayıtlara geçmediği ve polise suç ihbarında bulunulmadığını ortaya çıkmıştı. Bu çocuklardan 38’inin ise 15 yaşından küçük olduğu öğrenilmişti.

Hürriyet’tan Dinçer Gökçe’nin haberine göre, skandalı ortaya çıkaran ve aynı hastanede Haziran 2012’den beri görev yaptığını söyleyen sosyal hizmet uzmanı İclal N. süreci şöyle anlattı: “Ailemden aldığım eğitim gereği mesleğimi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. 9 Mayıs 2017’de hastanenin Sosyal Hizmet Birimi’nde görev almaya başladım. Olay önce, hastaneye gelen ve hamile olduğu anlaşılan 17 yaşındaki bir çocuğun raporu ve emniyete yapılması gereken bildirim yazısının olmaması ile ortaya çıktı. O gün benim yerimde nöbetçi olan N. D.’den gerekli evrakları istedim. Ancak bunlar verilmedi. Bu durumu tutanak altına aldık ve hastane yönetimine bildirdim. Bir süre sonra geçmiş ayları kontrol ederek eksik bir evrak olup olmadığını tespit etmek istedim. Ben bu birimde 2017’de göreve başladığım için 1 Ocak 2017- 9 Mayıs 2017 dönemini kontrol ettim. 2016 ve önceki yıllara bakamadım bile.”

“TUTANAKLA İLGİLİ İŞLEM YAPILMADI”

“5 ay 9 günlük süreçte hastaneye gelen 18 yaşın altındaki hamile çocuk sayısı 250 civarında. Bu çocuklardan 115’i için emniyete bildirimin yapılmadığını tespit ettim. Diğer çocuklar için bildirim yapılmış. 115 çocuk ile ilgili emniyet birimine bildirim yapılmadığı gibi hastane polisinin protokol defterinde de kayıtları yok. Yaptığım tespiti tutanak altına alarak başhekim yardımcısı A. A.’ya bildirdim. Tutanağın tarihi 12 Haziran 2017. Ancak bu tutanak ile ilgili bir işlem yapılmadı. En son, dilekçe ile başvuruda bulundum. 15 gün içinde dilekçeye yanıt verilmesi gerekirken yine yanıt gelmedi. 29 Eylül günü başhekim yardımcısı A.A.’nın odasına giderek sözlü olarak da dilekçenin akıbetini sordum. Bu görüşmeden 3 gün sonra görev yerim değişti. Hastane binasının dışında Sefaköy’de bulunan Toplum Ruh Sağlığı Merkezi’nde görevlendirildim. Bu birime görevlendirildikten sonra avukatımla da konuşarak konuyu savcılığa bildirmeye karar verdim. Elimdeki listeler, tutanakları diğer evraklarla birlikte savcılığa başvurduk. Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı ihbar dilekçemden sonra, 3 Ekim günü ifademi de aldı.”

Kanuni Sultan Süleyman Hastanesi’nin kadın doğum ve çocuk hastalıkları alanında iyi bir konumda olduğunu ve yılda 450-500 civarında 18 yaş altı hamile geldiğini belirten İclal N., “Bizim görevimiz, çocuk yaştaki hamile çocuklar ile ilgili durumu bir üst yazı ile polise bildirmek. Eğer acil bir vaka varsa, çocuğu önce hastanede koruma altına alırız. Direkt ilgili polis birimine haber verilir. Ki polis de artık bu konularda çok hassas ve hızla duruma müdahale ediyor” dedi.

“ÇALMADIĞIM KAPI KALMADI”

İclal N. çalıştığı alan itibari ile cinsel istismar mağduru çok sayıda çocuk ile görüştüğünü anlatarak şunları anlattı: “Hayatım boyunca unutamayacağım bir çocuk var. Yaşı 16’ydı. Tecavüze uğramıştı. Ailesi hastaneye getirdi. Esasında kürtaj yaptırmak istemişler ama çok geç kalınmış. Doğumhaneye indirilince benim de haberim oldu ve doğumhaneye indim. Burada 5-6 kadın daha bulunuyordu. Bu çocuk da doğum için buraya getirilmiş. Ben oraya gittiğimde, doğum sancısı çeken kadınların çoğu çığlık çığlığaydı. Ben 32 yaşındayım bu yaşımda ben bile öyle ortamda korkarım. O çocuğun yanına gittim. Kadınların çığlıkları nedeni ile çok korkmuş ve ağlıyordu. O çocuğun o ağlayışları hâlâ kulaklarımda. 4 yıl önce yaşadığım bu olay bende büyük bir etki yaratmış durumda. Bugün bu 115 çocuk ile ilgili derdimi anlatmak için çalmadığım kapı kalmadı hastane içinde. Üstelik dışlanan ben oldum.”

“ÇARESİZ DURUMDALAR”

İclal N. tespitini yaptığı 115 çocuktan 39 Suriyeli çocuğu hatırlattıldığında ise “Bu insanlar savaştan kaçıp gelmiş. Çok çaresizler. Dil bilmiyorlar, çoğu okula gitmiyor. Para yok… O çocukların kim bilir ne hayalleri vardı. 16 yaşında hamile kalan Bayır Bucak Türkmen’i bir kız geldi hastanemize. Bu kız ile uzun bir vakit geçirdim. Dini nikahlı olduğu 18 yaşındaki başka bir çocuktan hamile kalmış. Kızı ile ilgilendiğim için annesinin bana sarılışını unutamam” dedi.

Küçükçekmece savcılığı, konuyla ilgili iki hastane görevlisi hakkında ‘suçu bildirmemek’ ve ‘çocuklara cinsel saldırı’ suçları kapsamında iki ayrı soruşturma yürütüyor.

Share
. tarafından

Ayşe Deniz Karacagil’e 55 ay hapis

Ocak 19, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Gezi/Haziran Ayaklanmasına katıldığı için yargılanan ve Rakka’da IŞİD’e karşı mücadele ederken yaşamını yitiren Ayşe Deniz Karacagil, 55 ay hapse mahkum edildi.

Karacagil kamuoyunda ‘Kırmızı fularlı kız’ olarak biliniyor. Antalya’da Haziran Ayaklanmasına katılan Karacagil hakkında açılan davanın karar duruşması yapıldı. Mahkeme, Karacagil’in yeni istenen nüfus kayıtlarında halen sağ göründüğünü gerekçe göstererek, eylemlerinden dolayı 55 ay hapse mahkum etti.

Avukat Hakan Evcin, müvekkilinin öldüğünü belirterek, “Kanunlar kişinin ölmesi halinde davanın düşürülmesini hükmeder. Nüfus kayıtlarında sağ gözüküyor olsa bile ölüm olayını herkes bilmektedir. Biz mahkemeden beraat kararı verilmesini bekledik. Ceza verilmesi düşünülüyor ise de savcılık tarafından nüfus kaydının düzeltilmesi davasının açılması gerekiyordu. Ancak bu dava açılmadığı için mahkemeye nüfus idaresinden gelen yazıda müvekkilim sağ gözüktü. Bu nedenle de ceza verildi” diye konuştu.

Gazete Patika

Share
. tarafından

Nevşin Mengü: “En çok tacize Ortadoğu’da uğradım”

Ocak 19, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Mengü, kariyeri boyunca birçok kez tacize uğradığını ve tacizi en çok kadın ile erkeğin toplumsal hayatta keskin çizgilerle birbirinden ayrıldığı Orta Doğu ülkelerinde yaşadığını belirtti.

BBC Türkçe’nin kadına yönelik taciz ve şiddetin azaltılmasına dair tartışmalara katkı yapmak amacıyla başlattığı haber dizisi kapsamında İrem Köker’in sorularını yanıtlayan Mengü, ülke içerisinde kadınların bu konuda konuşup konuşamadıkları sorusuna, “Kesinlikle konuşulamıyor” yanıtını verdi ve şöyle devam etti:

“Çünkü hala şöyle bir bakış açısı var: ‘Aranmıştır bu’. İtiraf etmek istemiyor insanlar, çünkü kabahatin kendinde olduğunu düşünüyor. ‘Benim yaptığım bir şey yüzünden taciz edilmişimdir’ diye düşünüyor.

Bir de taciz öyle bir şey ki; hele yakınınızdan- iş arkadaşınızdan, patronunuzdan – geliyorsa şöyle algılıyorsunuz: Yanlış anlamışımdır herhalde ben, öyle olmamıştır. Konduramıyorsunuz. Sokak tacizinde de böyle aslında.

O zor bir süreç, sonradan travmasını yaşıyorsun. O bir şok anı, kalakalıyorsun. Sonrasında da bence insanların çoğu benim yanlış yaptığım bir şey yüzünden oldu bu diye düşünüyor ve insanların konuşmadığını düşünüyorum.”

Gazeteciliğe Kanaltürk’te başlayan Mengü, bir dönem TRT Türk’ün Tahran muhabirliğini yaptı. Kısa bir süre önce CNN Türk ana haber spikerliği görevinden ayrılan Mengü, İran’da yaşadıklarını anlattığı “İnsanın Düşünmekten Canı Yanar Mı?” adlı bir kitap yayınladı.

“Medyada tutunmak için hırçın ve asabi olmak gerek”

Mengü ayrıca bir kadın olarak gazeteciliğin hem stüdyoda hem de sahada zor olduğunu ve Türkiye’de medyada kadın olarak ciddiye alınmak için “hırçın ve asabi” olmak gerektiğini söyledi.

Mengü, “Bir gazeteci, işini yapan biri olarak stüdyoya oturduğunuz zaman bir konuk ağırladığınız zaman öncelikle size bu da buraya gelmiş, süslenmiş, oturuyor diye bakıyorlar. Sizin sorduğunuz soruyu kale almıyor, dediğiniz şeyi duymazdan geliyor. Kendi bildiğini anlatmaya gelmiş. Çünkü sen onun gözünde, konuk gelen akademisyenin, siyasetçinin gözünde boyalı bir kızsın” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü:

“Öncelikle senin kendini ifade etmen ve karşındaki konuğu maalesef bastırman, kendini ifade etmen gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye medyasında tutunmak istiyorsan bir kadın olarak hırçın ve asabi olman gerekiyor. Çünkü öbür türlü ciddiye alınmıyorsun.

Şöyle bakılıyor: Bunun kocası vardır, yoksa da olsun bir kocası. Babası vardır, buraya da harçlığını almaya geliyordur nasılsa. Dolayısıyla bunun saçını yapalım, makyajını yapalım, oturtalım buraya, önüne yazanı okusun. Bakış açısı bu. Böyle olmadığını kanıtlamak için biraz sert ve belki erkeksi davranmak gerekiyor.”

“En çok tacize Ortadoğu’da uğradım”

Mengü, kariyeri boyunca birçok kez tacize uğradığını aktararak, gazeteciliği bir kadın olarak hem sahada hem de stüdyoda yapmanın zor olduğunu belirtti.

Kendisinin tacizi en çok kadın ile erkeğin toplumsal hayatta keskin çizgilerle birbirinden ayrıldığı Ortadoğu ülkelerinde yaşadığını ifade eden Mengü, başından geçenleri şöyle anlattı:

“Örneğin, sene 2008, Gazze Savaşı sırasında bir Cuma namazı öncesi, röportaj yapmak üzere bir milletvekilini bekliyordum. Benim üstümde çelik yelek falan var, altımda da kot pantolon var.

Cuma namazına gelen kalabalık tarafından çok yoğun tacize uğradım. Kameramanım ne yapacağını bilemedi. Dedim ki, hiçbir şey yapma, yapabilecek hiçbir şey yok. Çünkü o kitleyi alevlendirdiğin an işin Allah korusun toplu tecavüze dönme durumu olabiliyor. Onun haricinde İran’da seçim dönemi, mitingleri takip ederken sınırsız tacize uğradığımı söyleyebilirim.”

Mengü, kadın ile erkeğin çok keskin çizgilerle toplumsal hayatta birbirinden ayrıldığı Ortadoğu ülkelerinde bu kadar tacize uğramasının nedenini ise “Kadın kamusal bir yere girdiği zaman ‘aranıyor herhâlde’ diye anlaşılması” olarak tanımladı.

Mengü, sahadan sonra meslek hayatına stüdyoda devam ettiği dönemde de tacizlerden kurtulamamış. Bu kez yaşadığı tacizler, daha farklı boyutlara taşınmış:

“CNN Türk’te ana haberi sunmaya başladıktan sonra sosyal medyadan inanılmaz bir taciz oluyor. Ayrıca şöyle şeyler de oluyor: Her gün izleyen birtakım psikolojisi bozuk insanlar seni eşi zannetmeye başlıyor. Eşi zannedip kanalın kapısına dayanan oldu. Evin önünde bekleyenler olabiliyor, takip ediyorlar.”

Gazete Patika

Share
. tarafından

YA KÜRDİSTAN ÖZGÜRLEŞİR! YA HER YER KÜRDİSTANLAŞIR!

Ocak 22, 2018 de ANASAYFA . tarafından

YA KÜRDİSTAN ÖZGÜRLEŞİR! YA HERYER KÜRDİSTANLAŞIR!
Onların yenilgileri kaçınılmaz bizim zaferimiz kesindir!


Bütün emperyalistler birlik olmuş, çeteler ve cemaatler cumhuriyetine dönmüş faşist Türk devletini onaylayarak Efrin’in işgalini izliyor.
Kürdistan’ı en son dört parçaya böldüklerinde her biri diğer parçaya gözünü dikmiş ve işbirlikçilerine jandarmalık görevini vermişlerdi. Ama değişmeyen bir gerçek var, Kürdistan’a sefer olur, zafer olmaz. Ve artık her saldırıda Kürdistan işgal devletlerine karşı daha da güçlenerek çıkmaktadır. Tarihi deneyimler defalarca kez gösterdi; haklı olduğunu bilen ve savaşını veren hiç kimse stratejik olarak yenilmez.
Kürt ulusunun direnişi tüm dünya halklarının  kalbinde yer alırken hafızalarda ZULME KARŞI İSYAN MEŞRUDUR! Şiarlaşmaya başlamıştır. Cesareti ve uluslararası dayanışmayı bulunduğumuz her yerde sokaklara taşımak günümüzün insan hak ve özgürlüklerinin esas görevidir.
Faşist TC devleti ve AKP iktidarı “bu milli seferberliktir hiç kimse sokaklara çıkıp karşı çıkmayı düşünmesin, …ezer geçeriz” diye tehditler savurmaktadır. Oysa ki bu tehditler uçurumun sonuna gelmiş bir canavarın  korku çığlıklarıdır. Biz dünya halkları bu canavarların çığlıklarını çok duyduk. Dünün Musolini ve Hitleri, bugünün RT Erdoğan’ı farklı değildir.
Dünya halkları güçlerini haklılıklarından, cesaretlerini tarihlerinden almıştır. Bugün Efrin, tarihi bir kez daha biz dünya halkları için yazacağını ilan etmektedir. Efrin Kürt Ulusunun Direnişidir. Kürdistan’ın ezilen halkları Efrin için birlikte haykıralım; Efrin Direniştir!

Yaşasın Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı!
Saldırı Hepimize! Karşı koyuş Hep Birlikte!

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi

Share
. tarafından

DKH’li Gizem Yamaç: “Biz güneşi doğurmaya devam edeceğiz”

Ocak 23, 2018 de ANASAYFA . tarafından

 

 

 

 

 

(Fotoğraf: ESP’li Fethiye Ok ve DKH’li Gizem Yamaç)

22 Ağustos’ta Dersim’de yapılan polis baskınlarıyla gözaltına alınan ve 24 Ağustos’ta tutuklananlar arasında bulunan DKH üyesi Gizem Yamaç, “Biz güneşi doğurmaya devam edeceğiz” dedi.

Elazığ T Tipi Hapishanesi’nde tutsak olan Demokratik Kadın Hareketi (DKH) üyesi Gizem Yamaç, gazetemize gönderdiği mektupta, “4 ayı aşkındır var olan kimlik meselesi içeride-dışarıda birlik ve dayanışmanın var olmasıyla çözüldü” dedi.

“Kadın’ı teslim almaya çalışıyorlar”

DKH’li Yamaç mektubunda şu satılara yer verdi;

“Muktedirler tarihin her döneminde kadını teslim almaya çalıştı, çalışıyor. Çünkü biliyorlar ki; kadının yaratıcılığı, üretkenliği, istikrarlı ve kararlı mücadelesi yaşama can veriyor. Düşün ve duygu dünyasındaki içtenlik, düşüncelerindeki incelik, dokunuşunda boy veren yenilik muktedirleri çileden çıkarıyor. İşte bundan ki gelinen aşamada muktedirlerin daha fazla hedefindedir. Kadının özgürlük koşullarından alıkonulup esaretle bağlanmak istemesi, yapılan her yasa düzenlemesiyle kadının daha fazla “kapatılmak” istenmesi nedensiz, amaçsız değildir! Kürt sorununa dair açıklama yapan bir bakan şöyle diyordu: “Biz bir konuda hata yaptık. Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan vatandaşlarımızdan erkekleri hep eğittik. Ama kadınları eğitmedik. Esas yapmamız gereken kadınları eğitmekti.” Dışarıdan ve yalın haliyle bakıldığında pozitif gibi görünen bu söylemin satır aralarını okuduğumuzda, özellikle “kadını eğitmek” vurgusunun arka planındaki amacı görüyor insan. Neden “kadını eğitmek”? Çünkü, bizim topraklarda önce kadınlar uyanır da ondan. Çünkü, bizim topraklarda ve dünyanın her yerinde çocuklar önce ana dillerini öğrenirler, kültürlerini annelerinin süt pınarlarından gıdım gıdım içerek büyürler. Sevginin sınırsız ve sonsuzluğunu, özveri ve sahiplenmenin nasıl karşılıksızca verildiğini, yeniliği, üretkenliği kadından öğrenirler. İşte bugün de esaret koşullarının beton soğukluğu, tel örgülerin keskinliği ve demirin sertliği ile örselenmeye çalışıyoruz. Zihni ceberutlaşanların biz kadınları eğitemediklerindendir. Hep beraber ne diyelim; varsın eğitim onların olsun, biz güneşi doğurmaya devam edeceğiz.”

“Her gün yeni bir dayatmayla karşı karşıyayız”

Yamaç hapishanede son 4 aydır yaşadıklarını ise şöyle anlattı;

“Bugün burada direnen kadınları sürgün ettiler. Ve bu süre zarfında birçok “disiplin” soruşturmasına tabi tutulduk. 4 aydır buradaki sorundan kaynaklı tüm haklarımız engellenmekteydi. Şimdi ise bu cezalar uygulandığı için görüşe çıkamıyorum. Bunun yanı sıra geçen gün yukarı katta otururken sayımda aşağıda bulunmadığımdan kaynaklı bana ve Çiğdem’e (Kılınç) “disiplin” soruşturması açmışlar. Her gün yeni bir dayatmayla karşı karşıyayız. Anlayacağınız hapishane halleri…”

Gazete Patika

Share
. tarafından

Almanya’da Efrîn Kadın Platformu kuruldu

Ocak 25, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Türk devletinin Efrîn’e dönük işgal saldırısına karşı Kürtlerin direnişi sürüyor. Dünyanın birçok yerinde Kürtler ve dostları sokaklarda tepki gösteriyor. Bu eylemlerin öncülüğünü ise kadınlar yapıyor. Bugün de Almanya’nın Köln kentinde, YJK-E öncülüğünde Türkiyeli ve Kürdistan’ın 4 parçasından birçok kadın kurumunun katılımıyla Efrîn Kadın Platformu kuruldu. Kadınlar, yaptıkları bir basın açıklamasıyla platformun kuruluşunu ilan etti. Açıklamaya YJK-E, ADKH, SKP, Yaşanacak Dünya PYD, Êzidî Kadınlar, FEDA, HDK-Almanya, Rojhilat Kürdistan’ından KJAR, Güney Kürdistan’dan Tevgera Azadî olmak üzere çok sayıda kadın kuruluşu katıldı. Basın açıklamasını okuyan YJK-Almanya Sözcüsü Ayten Aslaner, Almanya’nın bütün kentlerinde yapılacak gösteriler için kadınlara güçlü katılım çağrısında bulundu.

‘ROJAVA DEVRİMİ BÜTÜN DÜNYANIN İLHAM KAYNAĞI OLMUŞTUR’

YJK-Almanya Sözcüsü Ayten Aslaner, Rojava’nın devriminin bütün dünyaya ilham kaynağı olduğuna dikkat çekerek, “Başta Ortadoğulu kadınlar olmak üzere tüm dünyaya ilham kaynağı olan Rojava Devrimi’nin yaratmış olduğu etkiyi sindiremeyen faşist Türk devleti, Kürt halkının ve kadınlarının kazanımlarına saldırmaya devam ediyor. Erdoğan faşizmi, Rojava kadın devrimine bu kez de Efrîn’i hedef alarak yönelmektedir. Geleceğini Kürt halkının yokluğu üzerinden inşa etmeye çalışan faşist Erdoğan rejimi, Efrîn’i işgal girişimiyle Kürt halkına dönük yeni bir saldırı dalgası başlatmıştır. Faşist Erdoğan hükûmeti içte yaşadığı iflası, bitmişliği, şimdi de Efrîn’i işgal girişiminde bulunarak kapatmaya çalışmaktadır. Türkiye’yi zindana çeviren, halklara yaşam alanı bırakmayan, en ufak bir kıpırtıya bile tahammülü olmayan bu rejim gün gittikçe çökmektedir” diye konuştu.

Aslaner’in okuduğu açıklamada, Rojava kadın devrimine de vurgu yapılarak, “Rojava devrimi ve Kobanê direnişiyle Kürt kadın hareketi evrenselleşip sembolleşti. Kürdistan’da yaşayan bütün halklar için demokrasi ve özgürlük umudu haline geldi. Bu umut Rojava’da sistemleşti. Bunun somut örneği de Efrîn’dir. Çünkü bugün Efrîn’deki sistemin yaratıcısı kadındır. Yani diyebiliriz ki Efrîn bir kadın kentidir. Rojava kadının direnişinin kentidir. Erdoğan ve çetelerinin Efrinê saldırısının nedeni de budur” denildi.

‘EFRİN ERDOĞAN’IN SONU OLACAK!’

“Efrîn, faşist Türk devletinin ve Erdoğan’ın sonu olacaktır” vurgusunda bulunan Aslaner, şöyle devam etti:

“İşgalci Türk devletinin DAİŞ çetelerine verdiği desteği Rojava’da yenilgiye uğratan Kürt halkı ve enternasyonalist devrimciler, faşist Türk ordusu ve onun beslediği silahlı çeteleri bir kez daha geri püskürtecek ve büyük direnerek onları her yerde yenilgiye uğratacaktır. Efrîn’de kadınlar, çocuklar, halklar direniyor, insanlık onuru için savaşıyor. İnsanlığa karşı büyük suç işleyen TC faşizmine karşı mücadele ediyor. Erdoğan’ın savaş politikasının er geç iflas edeceği kesindir. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın ki Kürt kadınları, Kürt halkı ve onurlu insanlık Efrîn’i sonuna kadar sahiplenecek, savunacak ve işgal ordusuna hayatının dersini verecektir. Savaşlarda en çok sivil insanlar, kadınlar ve çocuklar yaşamını yitiriyor. Faşist Türk devletinin saldırılarından da ne yazık ki siviller, kadınlar ve çocuklar yaşamını yitirmektedir. Her gün uçaklarla Efrîn’de yeni katliamlara imza atan faşizm blokuna karşı biz kadınların yapacağı çok şey var.”

‘27 OCAK’TA KÖLN’E ÇAĞIRIYORUZ’

YJK-Almanya Sözcüsü Ayten Aslaner, açıkaması şu çağrıyla bitirdi: “Biz Almanya’da yaşayan devrimci-demokrat, her halktan ve inançtan kadınlar, TC’nin Efrîn’e yönelik işgalci terörist saldırılarına karşı Kobanê ruhuyla alanlarda olacak ve sesimizi herkese duyuruncaya kadar meydanları bırakmayacağız. Bu temelde, 27 Ocak günü Almanya’nın Köln şehrinde gerçekleştirilecek olan Efrîn işgaline karşı merkezi Almanya yürüyüşüne başta devrimci ve demokrat, her halktan ve inançtan kadınlar olmak üzere herkesi katılmaya, Efrîn’deki işgal saldırısına sessiz kalmamaya, enternasyonal direniş ruhunu ve dayanışmayı büyütmeye çağırıyoruz.”

Share
. tarafından

Prof.Dr. Büşra Ersanlı’nın Beyanı

Ocak 30, 2018 de ANASAYFA . tarafından

Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden emekli Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın Barış İçin Akademisyenler’in “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzalaması sebebiyle Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde 32. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı davadaki beyanı;

Istanbul C. Başsavcılığı’nın 2017/144025-28373-5011 sayılı ve 10.10.2017 günlü işlemi ile düzenlenen iddianameyi inceledim. İddianame ile şahsıma isnad edilen suçlamanın gerçeklerle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

2015 yaz aylarından itibaren bölgede vuku bulan çatışma ortamından olumsuz yönde etkilenmek için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak, hatta sadece insan olmak yeterlidir. Olayları yazılı ve görsel medyadan, sosyal medyadan, bunların hepsine çeşitli biçimlerde yansıyan vatandaş izlenimlerinden, insan hakları dernek ve vakıflarından; ayrıca uluslararası antlaşmalar nezdinde bağlayıcı vasfı da bulunan İnsan hakları dernekleri ve Tabibler Birliği raporlarından, Diyarbakır Barosu Raporundan, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinin raporundan da okuyarak düşünmek ve sorgulamak için akademik olmaya bile gerek yoktur. Örneğin Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’nin18.11.2015 tarihli raporunda Silvan ve Cizre söz konusu edilmekte ve sokağa çıkma yasaklarının 4 aya yakın bir sürede siviller açısından insan hakları ihlallerine, güvenlik güçleri konusunda da kronik cezasızlığa yol açtığına işaret edilmektedir. Bu raporda belirtilen bu iki husus bütün diğer raporlarda da mevcuttur.

Bir bilim insanı, özellikle de sosyal siyasal bilimle kırk yıla yakın ilgilenen bir insan olarak söz konusu imza metnine onay vermenin iki yanı olduğunu düşünüyorum:

Birinci yanı şahsi olan yanıdır. Resmi ve resmi olmayan kaynaklardan edinilen bilgileri, bölük pörçük ve parçalı da olsa vicdanen değerlendiren bir insan yaşanandan, görünenden rahatsızlık, öfke ve infial hislerine kapılabilir. Böyle bir metinle karşılaştığında“ben olsam farklı yazabilirdim” diye de aklından geçirebilir ki, ben bunu aklımdan geçirdim ama tek tek kelimeler üzerinde durmadım çünkü kızgındım. Bir insan hükümetine devletine kızabilir. İmza metni hükümet ve devlet açısından sert olsa da bu sert eleştiriyi uygun bulabilir ve bildiriye onay verebilir. Ben de böyle yaptım. Çünkü özü doğruydu ve barış talep ediyordu. Şahsen öncelikle sorgulamam gerekenin vatandaşı bulunduğum ülke yetkilileri olduğunu düşündüm.Bağlı bulunduğum devletinyetkili kurumlarının güvenlik ve istihbarat konusunda gücü vardır, sorgulamam gereken merci odur. Bağlı bulunmadığım, sempati duymadığım illegal silahlı bir örgüt bana hak hukuk getiremez. Dolayısıyla rahatsız olduğum konuda vatandaşı bulunduğum ülkenin yöneticilerini eleştirmek benim hakkımdır. İfade özgürlüğü hakkımı bu şekilde kullandım.

İşin bir de kollektif yani toplu/kamusal yanı vardır. Bunu da siyasal bilimci bir akademisyen olarak hükümeti yeniden barış alanına çağırmak istemi olarak tarif edebilirim. Devlet ve hükümetin temin ettiği bilgileri muhalif bilgilerle ve çok çeşitli kaynaklarla karşılaştırarak değerlendirme yöntemine sahip olan biz akademisyenler ülke sorunlarına çözüm bulmak için bilgi üretiriz, tepkilerimizi de böyle veririz. Bu birikimimizi çatışmalı/ölümlü olaylar karşısında hızlı ve sert olarak da belirtebiliriz. Okuduğumuz tüm raporları, resmi kaynakların verdiği bilgilerle karşılaştırmak bizim aslı vazifemiz ve yöntemimizdir. Böylesine üzücü bir süreçte, çok sevdiğim ve asla vazgeçemeyeceğim ülkemin önemli bir sorununa karşı toplu bir ifade tepkisinin de bir örgüt suçu olarak görülmesini ve iddianamede baştan sona bu şekilde ifade edilmesini son derece şaşırtıcı ve temelsiz buluyorum.

Her iki açıdan yani şahsi açıdan da kolektif açıdan da bu bildiri bir ifade özgürlüğü konusudur. Devlet kaynaklarının verdiği bilgileri yeterince tatminkâr bulmamak ve yaşananları sert bir şekilde eleştirmek de ifade özgürlüğüdür. Akademik sorumlulukla hükümeti yeniden barış alanına çağırmak için bir toplu nidadır.

Oysa, iddianame bize şöyle bir baskı uyguluyor:Sadece devlet ve hükümetin verdiği bilgiler doğrudur, baroların, derneklerin bilgileri yanlıştır. Devletin hükümetin verdiği bilgileri sorgulayan suçludur. Siz onları sorgulamakla silahlı illegal örgüte yakınlık gösteriyorsunuz.

Ben ise şöyle düşünüyorum. Tek doğruya inanmak bilime ve hayata aykırıdır. Üstelik çeşitli kaynaklardan inceleme ve karşılaştırma yapmadan tek bir doğruya saplanmak akademik hayatta yoktur, olmaması gereken olumsuz bir özelliktir. Tek bir doğruya zorlanmak ifade özürlüğünü tamamen ortadan kaldırır. Sansüre ve oto sansüre yol açar. Bir hukuk devleti ifadeyi bu yolla sorgulayamaz. Akademik sorgulama ve eleştiri de tek bir doğrunun tasdiki yolunda böyle yapılamaz.

Sabırlı ve bilinçli bir istihbarat, hayatım boyunca şiddet içeren ve yasa dışı olan ne varsa uzaktan yakından ilgili olmadığımı gayet açık gösterir. Hangi konularda çalıştığımı, hangi dergilerde yazdığımı merak edenler ekte sunduğum akademik özgeçmişime bakabilirler.

Hiçbir güç beni illegal silahlı bir örgütün üyesi, sempatizanı veya propaganda aracısıyapamaz ve yapamadı zaten. Bırakınız böyle bir örgütün liderlerinden veya otoritesinden talimat almak, şiddet içermeyen ve yasal olan ancak fikrime uymayan herhangi başka bir güçten de talimat almam, almadım. İddianamede ileri sürülen türdeki büyük savlar, mutlaka somut delillerle desteklenmelidir, talimat da, imza metni çağrısının ve dağıtımının illegal örgüt yoluyla örgütlenmesi de belgelenmelidir. Bunlar ortada yok.

Çoğu alanında kendini kanıtlamış binlerce öğrenci yetiştirmiş, uluslararası yayınları olan yüzlerce akademisyenin herhangi bir örgüt talimatıylabir bildiriye onay vermesi düşünülemez.

Barış talebi için ifade özgürlüğünün bir bildiri üzerinden kullanılmasından ibaret olan bu onayımın, herhangi bir suç vasfı bulunmamaktadır. Mahkemenizin, suç işlediğimi gösteren herhangi bir delil toplamaya gerek görmeden, suçluluğu ön kabul olarak ele alan bu iddianameyi yeniden değerlendireceğine ve suçsuzluğumu sabit bulacağına inanmak isterim.

Tüm bu nedenlerle, beraatime karar verilmesini diliyorum. (BE/BK)

Share
. tarafından

İran’da kadın eylemleri

Ocak 30, 2018 de ANASAYFA . tarafından

İran’da sokakta başörtüsünü çıkarıp salladığı eylem sonucu tutuklanan Vida Mohaved, pazar günü serbest bırakıldı. Aynı yerde aynı eylemi gerçekleştiren bir başka kadın ise gözaltına alındı

Tahran’da dün (29 Ocak), Vida Mohaved’in çıktığı telefon kutusunun üzerinde bir başka kadın aynı eylemi gerçekleştirdi. Eylemi gerçekleştiren kadının yanı sıra eylemi kayda alan 2 kişi daha gözaltına alındı. Gözaltına alınan kadının isminin Narges Hosseini olduğu öğrenildi.

Share