TAJÊ: Efrîn’de Êzidîler Müslümanlaştırılıyor, kadınlar satılıyor

Êzidxan Kadın Özgürlük Hareketi (Tevgera Azadiya Jinên Êzidxanê -TAJÊ), yaptığı yazılı açıklamada Türk devleti ve çetelerinin Êzidîleri zorla camilere götürüp Müslümanlaştırmaya çalıştğını belirtti.

Şengal’de olduğu gibi Êzidî kadınların kaçırılıp satıldığını belirten TAJÊ, Êzidî toplumuna yönelik saldırıların sadece fiziki değil olmadığını, kültürel olarak da yok edilmek istendiğini kaydetti.

Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “21. yüzyılda kendi varlığını savunan, kültürünün koruyan bütün Ortadoğu halkları egemen iktidar tarafından hedef olmuştur. Mezopotamya’nın en kadim kültürü olan Kürtlerin özü olan Ezidi halkına yönelik egemen güçler tarafından sürekli soykırım politikaları yürütülmektedir. Ezidi toplumuna yapılan bu saldırılar sadece fiziki değil aynı zamanda onun kültürünü, tarihsel yerlerini yok etmek, Ezidi inancına, onun ruhuna fikrine, düşüncelerine yönelik de yapılmaktadır.”

Efrîn’de Êzidî toplumunun maruz kaldığı insanlık dışı uygulamalara dikkat çeken TAJÊ, şunları belirtti:

“Son süreçlerde egemen barbar güçler Ortadoğu’ya hakim olmak ve kanlı siyasetlerini yapmak için İslamiyet adı altında Ezidi toplumuna saldırıda bulunmuşlardır; bunun somut örneği de Şengal’de yaşanmıştır. Yürütülen bu soykırım politikaları Şengal’de olduğu gibi şimdi de Efrin’de yapılmak isteniyor. Efrin’de ilk önce Ezidi toplumunun yaşadığı yerler hedef olmuştur, Ezidi toplumunun kültürünün olduğu tarihsel yerler, onun kutsal yerleri faşistler tarafından yakılıp yıkılmıştır, talan edilmiştir, toplumun tarihsel bilincini yok etmek istemişlerdir. Ezidi toplumuna ait olan 22 köy boşaltıp oraya ait olmayan Arap, Türkmen halkını getirip Efrin coğrafyasında demografya değişikliğini yapmaktadırlar. Aynı zamanda bu faşist saldırılara rağmen toprağına yurduna bağlı Ezidi toplumunun bir kısmı köylerinden çıkmamıştır. TC devleti ve çeteleri Şengal’de olduğu gibi Ezidi kadınları kaçırıp satmışlardır, Ezidi halkını zorla camilere götürüp Ezidi toplumunun dinini değiştirmektedirler. Tarih boyunca bu tür saldırılara maruz kalan Ezidilerin kültürü, inancı, fikirleri hedef alınmaktadır. Ezidi toplumunun içinde de Ezidi kadınları bu kadar hedef almasının nedeni Ezidi kadının kültürünü, varlığını yaşatan, koruyan olmasıdır.”

Ortak mücadele çağrısında bulunan TAJÊ, şöyle dedi: “Ezidi toplumuna Şengal’de sahip çıktığımız gibi şimdide Efrin’de yaşayan Ezidi toplumunun varlığı, güvenliği için yürütülen konsepti boşa çıkartmak için birlik olalım. Faşizme egemen devlete karşı ortak mücadeleyi yükseltelim. Özgürlük için mücadele eden bütün kadınlar; Ezidi kadınlara yönelik saldırıları kırıp Ezidi kadınlara sahip çıkalım. Efrin’deki çağın direnişinde yer alıp mücadeleyi yükseltelim ve başarıyı elde edelim.”

anfnews

 

Share

Kadınlardan sahne yasağına karşı itiraz:Vardık, varız, var olacağız

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu tarafından başlatılan ‘Meclis Sohbetleri’nde gerçekleştirilen müzikli gösteride rol alan kadınların sahneye çıkması, Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın talebiyle engellenmişti.

Oyuncular Sendikası bu uygulamayı protesto etmek için kadın oyunculara çağrıda bulundu.

Kenter Tiyatrosu’nda “Kadınlar Sahneye” çağrısıyla bir araya gelen kadınlara erkek oyuncular da destek verdi.

Meclis’teki uygulamanın ‘cinsiyet eşitsizliğinin en cüretkar örneği’ olduğunu kaydeden Saran şunları söyledi:

“Bugün bir arada olmamız hepimiz için çok kıymetli. Geçtiğimiz hafta Meclis’te yaşanan kadın oyuncu yasağını hiçbirimiz kabul etmiyoruz. Hepimiz yaşanan trajik durumun ayrıntılarına hâkimiz, o yüzden bu konuda daha fazla konuşmaya gerek olmadığını düşünüyoruz. Türkiye halkının iradesini temsil etmesi gereken Meclis’imizde kadına sahne yasağı uygulanmasını toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en cüretkâr örneği olarak görüyoruz. Kadınlar olarak hayatın her alanında vardık, varız, var olacağız. Hiçbir erkek aklı, siyasi bakışı ne olursa olsun bu varlığı yok edemeyecek. Sahnelerdeki cesaretimizi Afife Jale’den Meclis’teki varlığımız yüz yıllık kadın mücadelesinden geliyor ve bunu tekrar hatırlatmak için şu an sahnedeyiz. Varlığımız tüm hafızalara kazınıncaya dek mücadelemize devam edeceğiz. Her zaman sözümüzü söyleyeceğiz, her zaman sahnede olacağız. Bugün yüzlerce yazarın dilinden yüz replik okuyacağız.”

Konuşmanın ardından tiyatro oyuncuları, sivil toplum örgütü temsilcileri, sendikacılar ve aktivistlerden oluşan 100 kadın, “Yüz kadın yüz replik” adlı eylemi sahneledi.

Eylem “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” repliğinin hep bir ağızdan söylenmesiyle son buldu.

www.gazetepatika7.com

Share

45 kadın kurumundan ortak açıklama: “İsmail Kahraman istifa!”

Meclis’te kadın oyuncuların sahneye çıkarılmaması, 45 kadın kurumu tarafından yapılan açıklamayla kınandı.

Açıklamada olay şöyle anlatıldı; “Kadın oyuncuların beyanına göre bu değişiklik, İsmail Kahraman tarafından ‘Kızlarımız arkada duracak değil mi, aferin’ denilerek ve eliyle de salonun arka tarafı işaret edilerek kutlandı. Erkek oyuncular ‘Sizin olmadığınız yerde bizim ne işimiz var’ diyerek kadın oyunculara destek vermeye çalıştılarsa da, Devlet Tiyatroları yöneticilerinin devreye girmesi sonucunda, oyun son haliyle sahnelendi. Erkek oyuncular sahnede oyunu sergilerken, kadın oyuncular protokol ve katılımcıların doğrudan görüş mesafesi dışında arkada merdivenlerde tutuldu.”

Kadınların sahneye çıkarılmamasının ardından Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ve TBMM Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı tarafından yapılan açıklamaların tatmin edici olmadığı belirtilen açıklamada, yapılan bu açıklamaların, kadın oyuncuların sahneden kopartılıp, “TBMM tören salonunun iki tarafında ve katılımcıların arasında durmak” ve sadece “şiir okuma”ya eşlik etmek zorunda bırakıldığının doğrulandığı ifade edildi.

Ayrımcılık suçundan yargılanmalılar

Açıklamada, “Kadın oyunculara yönelik bu uygulama Anayasaya aykırı olmanın ötesinde, ayrımcılıktır, aşağılamadır, insan onurunu ayaklar altına almaktır. Biz kadınlar, kadınlara dönük bu dehşet verici muameleyi kınıyor, ‘bu oyunda rol alan tüm sorumluların’ ortaya çıkarılmasını, Türk Ceza Kanunu açısından suç oluşturan bu ayrımcılık nedeniyle yargılanmalarını; derhal istifa ederek siyaset ve bürokrasi sahnesinde bir daha da yer almamalarını istiyoruz.” İfadeleri yer aldı.

Açıklamada imzası bulunan kadın kurumları şöyle: 

AKDAM, Avrupa Kadın Lobisi -Türkiye Koordinasyonu, Ankara Kadın Ressamlar Derneği, Antalya Kadın Dayanışma Merkezi, Ayvalık Bağımsız Kadın İnisiyatifi, Bodrum Kadın Dayanışma Derneği, Erzincan Katre Kadın Oluşumu, erktolia, EŞİTİZ – Eşitlik İzleme Kadın Grubu, EVKAD – Adana, Fethiye Kadın Dayanışma Derneği, Kadınının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği, Kadın Haklarını Koruma Derneği Genel Merkezi, Kadınlarla Dayanışma Vakfı, Kadıköy Kadın Meclisi, Kadın Partisi, Kadın Savunması, Kartal Kadın Dayanışması, KAOS GL, Kırmızı Biber Derneği, Halkevci Kadınları, İlerici Kadınlar Meclisi, İmece Evişçileri Sendikası, İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği, İzmir Amargi, İzmir Bağımsız Kadın İnisiyatifi, İzmir Kadın Dayanışma Derneği, İzmir Kadın Kuruluşları Birliği, Mor Çetele, Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği, Nar Kadın Dayanışması, Özgür Genç Kadın, Tevgere Jinên Azad, TÜKD Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Genel Merkezi ve 24 şubesi, Türk Kadınlar Birliği, TKDF Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu, Trabzon Femin&Art Sanat Derneği Genel Merkezi, Karadeniz Kadın Dayanışma Derneği, Trabzon Cazılarını, SODA Sosyal Dayanışma Ağı, Sosyal Haklar Derneği’nden Kadınlar, Uçan Süpürge Vakfı, Yeni Demokrat Kadın, Yeniyoldan Kadınlar, Yeşil Feministler.

www.gazetepatika7.com

Share

Christoph Sydow: Savaşa katılmak kolaydır, ama savaştan çıkmak zordur

KÖLN – Christoph Sydow, Freien Universität Berlin’de İslam Bilimleri ve tarih okudu. 2005 yılında Yakın Doğu ve Orta Doğu konularına yer verilen internet blogu “Alsharq”ı kurdu. 2009’dan beri “Zenith Zeitschrift für den Orient”in (Zenith- Orient Dergisi) redaktörülüğünü yapıyor. Aynı zamanda 2013 yılından beri Almanya’nın önemli politika dergisi Der Spiegel’in politika bölümünde redaktör olarak çalışıyor. Gazete Duvar için Christoph Sydow’la Suriye savaşını, Afrin’i, Türkiye’nin bölgedeki olası planlarını, Rusya, Esad ve ABD politikalarını, Kürtlerin Suriye’deki pozisyonunu, Almanya-Türkiye-AB ilişkilerini Almanya’daki Kürtleri ve Türkleri konuştuk:

Türkiye’deki muhalefet, AB ve Almanya’nın özellikle Erdoğan’ın politikasına karşı tutum almasını bekliyor. Ama beklenen tutum ortaya bir türlü çıkmıyor. Siz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu beni şaşırtmıyor. Çünkü Almanya’nın ve AB’nin politikası böyle şekillendi. Angela Merkel, mecliste yaptığı konuşmasında, AB’nin Türkiye’yle göçmenler konusunda yaptığı anlaşmaya sadık kalınacağını açıkladı. Bu da Avrupa’ya daha çok mültecinin gelmesini engelliyor ve Merkel için en önemli şey. Ancak aynı zamanda Türkiye’nin Afrin’e girmesini de yargılıyor, fakat buna karşı girişimlerde bulunmuyor. Yaptığı tek şey konuşmak. Çünkü Almanya’ya gelen bir milyon sığınmacıdan ve daha çok gelebilecek insandan dolayı Merkel, Erdoğan’a bağlı.

Evet, Erdoğan AB ve Almanya’nın Suriyeli göçmenler konusunda Türkiye’ye ödenecek paranın bir türlü verilmediğini hemen her konuşmasında vurguluyor. Ayrıca AB’yi, “yeterli” sayıda göçmen kabul etmediği için de eleştiriyor. Bu eleştirileri sizce haklı mı?

Açıkça söylemek gerekirse, Avrupa Birliği’nin Erdoğan’a ne kadar para alacağı, ne kadarının verildiği ve ne kadarının açık kaldığı konusunda bir şey bilmiyorum. Ayrıca Türkiye’nin üstlendiği bu görevle ne kadar mültecinin Türkiye sınırlarını geçmekte engellendiğini de bilemiyorum. Erdoğan bu konudaki sayıları abartıyor mu bilmiyorum, ama Avrupa’ya bırakmadığı sığınmacıları koz olarak kullandığı aşikar: “Eğer beni çok veya sert eleştirirseniz, ben de mültecilerin Yunanistan yolunu açarım. O zaman görürsünüz beni yermek neymiş” diyor.

Gözlerimizi Türkiye’nin batısındaki sorundan, güneydoğusundaki soruna çevirecek olursak: Türkiye’nin Irak ve Suriye’ye yaptığı askeri operasyonları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Spiegel’de Pazartesi günkü yazımda belirtmiştim, Erdoğan bu savaşla kendisinin ve Türkiye devletinin bölgedeki önemini vurgulamaya çalışıp, gövde gösterisinde bulunuyor: “Biz bir küresel oyuncuyuz ve Orta Doğu’nın vazgeçilmez partneriyiz” demeye uğraşıyor. Bence bu tavrıyla milliyetçiliği tırmandırmayı veya milliyetçilerin desteğini, oylarını toplamayı amaçlıyor. Böylelikle içerde kendi popülerliğini arttıracağına ve dışarıya karşı Türkiye’nin Suriye Savaşı’ndaki önemini daha iyi vurgulayabileceğine inanıyor ve Rusya, İran ve İsrail gibi bölgedeki büyük oyuncuların yanında kendisinin de söz sahibi olabilmesi için, oynadığı oyunda bankoyu arttırıyor.

Türkiye, Menbiç’e girmek istiyor. Fakat orada ABD askerleri var. ABD ve Rusya Türkiye’nin Menbiç’e girmesine izin verir mi?

Bu konuda bir şey söylemek güç, çünkü Trump’ın Suriye konusunda ne yapacağı belli değil. Şu anda ABD’nin buna izin vereceğini düşünmüyorum. Türkiye’nin ilk etaptaki hedefi Afrin’i ele geçirmek, ardından kontrolü kalıcı olarak sağlamak. YPG, gerilla savaşı başlatacağını açıkladı. Hani denir ya: “Savaşa katılmak kolaydır, ama savaştan çıkmak zordur.” Bu lafı Türkiye’nin iyi bellemesi gerekir. Ben Türkiye’nin Menbiç yönünde ilerleyeceğini zannetmiyorum. Sadece yinelenen bir tehdit olacaktır şimdilik. Ayrıca Donald Trump’ın John Bolton’u güvenlik danışmanı yapmasının ardından olayların ne yöne ilerleyeceğini beklemek gerekiyor: Hatırlarsanız Bolton, 2016 yazındaki darbe girişimini oldukça olumlu karşılamıştı. Önümüzdeki zamanda Bolton’un Beyaz Saray’daki ağırlığını göreceğiz. Ancak Türkiye Ordusu’nun Menbiç’e ilerleme arzusuna Amerika’nın olumlu yaklaşacağını zannetmiyorum.

Peki bu satranç oyununda Rusya’nın nasıl bir yol izleyeceğini bekliyorsunuz?

Rusya’nın bu konuya bir itirazı olacağını düşünmüyorum, çünkü Rusya iki ülke arasında anlaşmazlık çıkmasına her zaman sevinmiştir. Eğer Türkiye’yle Amerika (veya ABD müttefikleri) arasında Menbiç yüzünden çatışma çıkacak olursa, Putin sadece seyretmekle yetinecektir, çünkü bu durum Rusya’nın Guta, İdlib ya da başka yerlerde işlediği savaş suçlarından ilgiyi başka yöne çekecek.

YPG Afrin’den çekildi şimdi sizinle konuşmadan az önce de PKK’nin Şengal’den çekildiği haberi geldi. Bu bir taktik mi? Siz nasıl görüyorsunuz?

Sanırsam şimdilik geri çekilip beklemenin daha akıllıca olduğunu anladılar. Daha sonra Türkiye’yi bir gerilla savaşına çekmeye çalışacaklardır, çünkü bu açık meydan muharebesinden daha akıllıca. Benim bölgeden aldığım haberlere göre, militanlar Afrin’den, çatışmayı sürdürmenin bir şey getirmeyeceğini düşündüklerinden geri çekildiği yönünde. Eğer Afrin mahalle mahalle, ev ev savunulacak olsaydı, şehir tamamen yok edilecekti. Geçmişten Kürtler biliyorlar ki, Türkler asker kaybı oldukça daha çok asker sevk ediyor, daha güçlü saldırıyor. Türkiye’nin şu anki pozisyonda baskın güç olacağını kabul etmiş olmak, çekilmeyi destekleyen unsurlardan biri oldu. Bence şimdilik geri çekilmek, yeni bir taktik kurmak, onların açısından akıllıca oldu.

Sivil kayıpları engellemek için de geri çekilme gerçekleştirildi deniyor.

Evet, olabilir. Ancak bu propagandanın parçası da olabilir. Sivilleri mi sakınmak yoksa taktik kendilerini mi kurtarmaktı, bunu zaman gösterecek.

 Sizce Afrin’den sonra Türkiye’nin bölgedeki politikası nasıl olur?

Bugünkü tablodan yola çıkarsak Erdoğan’ın intibası, kendisinin hemen her şeyi yapabileceği yönünde. Aslında birazda eli rahat şimdilik bu konuda. Ancak bir zaman gelecek, Erdoğan da, Suriye ve Irak topraklarının Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı olduğu zamanları hatırlatmak ile mevzubahis bölgeleri bizzat almanın iki farklı şey olduğunu kabul etmek zorunda kalacak. Yine aynı şekilde kabul etmek zorunda kalacağı şey, “Fırat Kalkanı Harekâtı” ya da “Zeytin Dalı Harekâtı” gibi askeri operasyonlarla komşu ülke topraklarına girerek kimi adımlarda bulunulabilmesine karşın, bölgeyi uzun vadeli elinde tutma hayallerinin imkansız bir hedef olduğu, çünkü Rusya’nın buna seyirci kalmayacağıdır.

Almanya veya AB’nin bundan sonra Suriye’de olacak gelişmelerle ilgili tutumu ne olur? Türkiye Menbiç’e girerse daha sert eleştirilir mi? Yoksa şu andaki gibi sadece “kaygı duyuyoruz” demekle mi yetinirler?

“Olanları yargılıyoruz” ya da “Bu yapılanlar uluslararası hukuka aykırıdır” gibi söylemleri yetkili makamlardan çok duyduk. Bu ayardaki lafların ötesine nasıl geçilebileceğini kurgulayamıyorum ve bu duruştan doğacak somut adımlar beklemiyorum: Yani bu cılız seslerden yola çıkarak AB-Türkiye mülteci antlaşmasının feshedilmesini olasılık dışı buluyorum. Alman hükümeti öncelikle kendi vatandaşlarının veya Deniz Yücel gibi çifte vatandaşların Türkiye’de rehin alınması ihtimalini de göz önünde bulunduruyordur.

Peki tüm bu olup biten karşısında Esad ne yapacak? Önümüzdeki haftalarda Doğu Guta’yı tamamen kontrolü altına alması bekleniyor.

Ondan sonra İdlib’in ne olacağına bakılacak: Belki Esad yönetimindeki Suriye ile Türkiye arasında bir anlaşma olacak ve bunun sonucunda da İdlib, Türk kontrolüne geçecek ve orada başkaldıran tüm asi gruplar orada yoğunlaştırılacak. Türkiye, Suriye topraklarında kurulacak bir kamptan geçici olarak sorumlu olacak. Ama Esad bu durumu kalıcı olarak kabul eder mi, bu plana Putin ne der, yanıtlamak güç. En azından orta vadeli bir çözüm olarak Esad bu işe razı gelecek, o da biliyor ki İdlib uzun bir süre daha kendi kontrolü altında olmayacak. Bu zaten geçmiş haftalardaki İdlib’e ilerleyişini durdurup, Doğu Guta’ya yönelmesinden de görüldü. Önümüzdeki zamanda bunun böyle kalacağını düşünüyorum.

Almanya toplumu Türkiye’nin antidemokratikleştiği eleştirileri hakkında ne düşünüyor?

Tüm halk tek bir ağızdan konuşmuyor tabi. Ancak anket sonuçlarına bakınca, Almanya’da halkın çoğunluğunun, Türkiye’deki gelişmeleri tedirginlikle izlediğini ve hayal kırıklığına uğradığını görüyoruz. Erdoğan işbaşına geçtikten sonra, 2000’li yılların başında halk, “İslam’la demokrasiyi bağdaştırabilen biri geldi” düşüncesine eğilimliydi. Sonra bunun bir yanılgı olduğunu gördü: 2008-2009’da Erdoğan değişti ya da o dönemle gerçek yüzünü göstermeye başladı. Sanırım o zamandan itibaren yaptıklarına anlayış gösterilmemeye başlandı. Almanya halkında oluşan bir diğer hayal kırıklığı da, Almanya’da yaşayan Türkiyelilerin, Erdoğan’ı eleştirmemeleriydi: Onların Erdoğan’a verdiği desteğe hem şaşırıyor hem de kızıyorlar. Bunun en güzel örneklerinden biri de, geçen yıl yurt dışında da gerçekleştirilen referandumda, Türkiye’dekinden daha büyük desteğin Almanya’da yaşayan Türkiyelilerden gelmiş olmasıydı. “Siz burada demokratik bir hukuk devletinde yaşıyorsunuz, ama orada, bunların tam tersini yürüten birisini destekliyorsunuz.” Bu çelişkiyi sorgulayan Almanya halkı, doğal olarak olanlara eleştirel yaklaşıyor.

Almanya medyasında, Türkler ve Kürtler arasındaki çatışmalardan bahsediliyor ve bunların daha da artacağı tahminlerine yer veriliyor. Bununla birlikte Kürtler, bayrak, slogan ve yürüyüş yasaklarıyla Alman hükümetinin onları kriminalize etmeye çalıştıklarını düşünüyorlar. Siz bu konulara nasıl bakıyorsunuz?

İki tarafı da anlıyorum; bir tarafta Kürtler, Suriye’nin belirli bölgelerinde barışı getirebilmiş ve koruyabilen, orada demokratik bir oluşum kurup, bunu insan hakları çerçevesinde savunabilen YPG’nin bayraklarını taşımak istiyor bunu anlıyorum. Öte taraftan silahlı eylemler gerçekleştirmiş olan bir örgütün sembollerini yürüyüşlerde taşıdıklarında Türklerin tepki göstermesini de anlıyorum. Ancak önemli olan, bu çatışmanın diyalogla çözülmesi; şiddet göstermeden, her ne kadar DİTİB’in yaymaya çalıştığı düşünceler kabul edilir olmasa da, bence yine de Diyanet binalarının ateşe verilmemesi, tahrip edilmemesi gerekir.

Gazete Duvar

 

Share

5 çocuğa cinsel istismarda bulunan Din Öğretmeni tutuklandı

Amed’de, 5 kız öğrencisine cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla dün gözaltına alınan ve hakkında soruşturma başlatılan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni E.Y., emniyetteki işlemlerinin ardından çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

Cumhuriyet’te yer alan habere göre Merkez Yenişehir ilçesinde bulunan bir ortaokulda görevli Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni E.Y.’nin, iddiaya göre 5 kız öğrencisine cinsel istismarda bulunmasının ardından dün polis tarafından gözaltına alınmıştı. Tacize uğradığı iddia edilen yaşları 11 ile 14 arasında değişen 5 kız öğrencinin, Çocuk İzleme Merkezi’nde (ÇİM) psikolog, avukat ve savcı eşliğinde ifadeleri alındı. E.Y.’nin ise Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Ahlak Büro Amirliği’nde polisler tarafından ifadesi alınırken, hakkındaki suçlamaları reddettiği öğrenildi. E.Y., işlemlerin ardından bugün Cumhuriyet Savcılığı’nın talimatı ile adliyeye sevk edildi.

Öğrencilerini taciz ettiği iddia edilen E.Y., savcılığa verdiği ifadenin ardından tutuklanma talebiyle nöbetçi mahkemeye sevk edildi. Mahkemede verdiği ifadenin ardından E.Y., tutuklanarak Diyarbakır E Tipi Hapishanesi’ne gönderildi.

www.gazetepatika7.com

Share

Kaos GL, 2017 Nefret Suçları Raporu’nu açıkladı

Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği (Kaos GL), ‘2017 Yılında Türkiye’de Gerçekleşen Homofobi ve Transfobi Temelli Nefret Suçları Raporu’nu yayımladı.

Prof. Dr. Melek Göregenli’nin yazdığı anket yoluyla hazırlanan raporda paylaşılan 117 anketin, 93 mağdur ile 24 tanık tarafından yanıtlandığı belirtildi.

“Nefret suçu meşrulaştırılıyor”

Raporda nefret suçlarının kamu otoriteleri tarafından meşrulaştırıldığı belirtilirken, saldırıların yarısından fazlasında iki veya daha fazla sayıdaki görgü tanığının gözü önünde yapıldığı ifade edildi.  Görgü tanıklarının yarısından fazlasının (%55) olaylara tepki vermediği açıklanırken, yüzde 15’i mağdurları destekleyici tavır aldı.

Rapora göre, 2017 yılında homofobi veya transfobiye dayalı nefret suçlarının büyük kısmı okulda, evde, evin civarında, toplu taşıma araçlarında veya duraklarında, kafe ve barlarda, sokakta veya diğer kamusal alanlarda işlendi.

Raporda, nefret suçlarının çoğunlukla kamusal alanlarda yaşanması “kişilerin görünür olmasıyla ilişkili olarak düşünülebilir” şeklinde açıklandı.

270 ihlalden 58’i öldürmeye teşebbüs

Rapora  göre mağdurlar, ortalama olarak vaka başına ikiden fazla hak ihlaline maruz kaldı. 270 ihlalden 58’i öldürmeye teşebbüs, fiziksel şiddet, silahla yaralama, cinsel saldırı ya da cinsel saldırıları içerecek biçimdeki fiili saldırılar olarak gerçekleşti. Bu suçları içeren toplam 52 vakadan sadece 14’ü polise bildirildi, 5’i mahkemeye taşındı.

Rapora göre, vakaların beşte üçünde failler iki veya daha fazla sayıda kişiden oluşuyor. 117 olaydan 32’sinde ise failler üçten fazla kişiydi.

www.gazetepatika7.com

Share

HDP Kadın Meclisi: “İtiraz iradesini 1 Mayıs’a taşıyacağız”

HDP Kadın Meclisi Ankara’da yaptığı kapsamlı toplantının ardından sonuç bildirgesini açıkladı.

Siyasal sürecin ve örgütsel durumun değerlendirildiği toplantı 23-24 Mart’ta Ankara’da gerçekleşti.

Sonuç bildirgesinde şu ifadelere yer verildi;

“Toplantımızı 8 Mart ve Newroz’da bütün engelleme, yasak ve ablukaları aşarak bütün baskılara rağmen milyonlarla alanlara akan kadınlar, gençler, Kürt halkı ve demokrasi güçlerinin iradesinden ve Efrîn halkının görkemli direnişinden ve kararlılığından aldığımız güç ve coşkuyla yaptık.

8 Mart’ta kadın sözünü ve iradesini ortaya koyan kadınlar eşitsizliğe, cinsiyetçiliğe, kadın kırımına, savaşa ve işgale, sömürüye, şiddete, faşizme, dinciliğe, ayrımcılığa ve en başta da erkek egemen sisteme ve zihniyete karşı emeğine, bedenine, kimliğine sahip çıkarak, kadın kazanımlarını yok etmeye çalışan kadın düşmanı politikalara karşı isyanını dile getirdi. 8 Mart öncesi çiçek dağıtmak dahil tüm açık alan etkinliklerine getirilen yasaklara karşın vekillerimiz de dahil tüm kadın aktivistlerimizin ısrarlı ve kararlı bir çalışmayla halkla buluşmayı, gündemi ortaklaştırmayı başarmış olması bu sonucun alınmasında, binlerce kadının alanlara çıkmasında belirleyici oldu.

21 Mart’ta halklarımız faşizme, tecrite ve Efrîn’in işgaline karşı isyanını en güçlü biçimde ifade ederek özgürlükten, demokrasiden, onurlu bir yaşam iddiasından asla vazgeçmediğini, boyun eğmediğini ortaya koydu; umut ve irade dimdik ayakta dedi. Son güne kadar verilmeyen izinlere, tutuklamalara, tehditlere karşın milyonlarca insan Newroz alanlarına aktı. Şimdi önümüzde bu çok boyutlu ve kapsamlı itiraz iradesini aynı güçle 1 Mayıs’a taşıma görevi var.

Faşizm kadın, demokrasi, özgürlük, doğa, hukuk işçi düşmanlığı olduğu kadar, saldırganlıktır, savaştır. Hem yönetim, ekonomi, basın, kültür, toplumsal yaşam üzerine kurduğu tekelci kontrolden beslenir hem de savaştan, şövenizmden ve saldırganlıktan. AKP-MHP ittifakı da Ortadoğu coğrafyasında yürütülen paylaşım savaşını fırsat bilerek Efrîn’e saldırdı ama sadece Efrîn’i değil, Kürtlerin kuzey Suriye’de diğer halklarla birlikte kurduğu demokratik, kadın özgürlükçü, eşit ve özgür birliktelik esasına dayalı yönetim ve varoluş biçimini hedef alıyor. Kobane’den Cizire’ye uzanan alanı istila etme niyetini, açıkça beyan ediyor.

Kadın Meclisimiz bu saldırgan ve sömürgeci savaş politikalarına karşı mücadelenin, faşizme ve AKP-MHP ittifakının kadın düşmanı politikalarına karşı mücadelenin ayrılamaz bir parçası olduğunu belirledi. Bunu enternasyonal kadın dayanışmasını örmeye ve birleşik kadın mücadelesini öncelemeye ilişkin konferans kararlarımız çerçevesinde her alanda ülke, bölge ve dünya kadınlarıyla ortak mücadele stratejileri ve ağları inşa etme çalışması yürüterek, yerel ve bölgesel bütün kadın mücadelelerinin içinde yer alarak yapacağız. Dünya sokaklarının protesto sesleriyle dolduğu bu 24 Mart Dünya Efrîn Günü’nde yüreğimiz Efrîn halkının haklı mücadelesi ve onurlu direnişiyle birlikte atıyor. Duruşları ve eylemleriyle bugüne güç katan bütün direnişçileri selamlıyoruz.

Tekirdağ Newroz mitinginde hiçbir kanunda yeri olmayan, barıştan ve Efrîn’den söz etmeme yasağına uymadığı için hak ve hukuk ayaklar altına alınarak tutuklanan kadın özgürlük mücadelesi emekçisi, Kadın Meclisi ve MYK üyemiz, feminist yoldaşımız Gülsüm Ağaoğlu’na ve konuşmasına, zindanlardaki binlerce kadın tutsağa ve direnişlerine buradan selam yolluyor, Kadın Mücadelesi ve barış sözü susturulamaz diyoruz. Bulunduğumuz her yerde verdiğimiz ortak mücadele hepimizi özgürleştirecek.

Dün yitirdiğimiz İHD kurucularından ve 12 Eylül sonrası cezaevi önlerinin yılmaz mücadelecilerinden Vahide Açan Ana’yı saygıyla anıyor, yakınlarına, sevenlerine ve halklarımıza baş sağlığı diliyoruz.

Kadın mücadelesine, kazanımlarına yönelik tahammülsüzlük ve saldırılar tüm dünyada sürüyor.

Brezilya’da faşist çetelerce katledilen Sosyalizm ve Sol Partisi ve belediye meclisi üyesi, feminist aktivist Marielle Franco bunun en son örneklerinden biri oldu. Kendisini saygıyla anıyor yakınlarına ve mücadele arkadaşlarına baş sağlığı diliyoruz.”

www.gazetepatika7.com

Share

Kadın işçiler fabrikayı işgal etti

 

Tekirdağ’ın Çerkezköy ilçesinde bulunan Prettl Endüstri Sistemleri fabrikasında, Türk Metal Sendikası tarafından sürdürülen Toplu İş Sözleşmesi (TİS) görüşmelerinin anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine işveren 19’u kadın 20 işçiyi işten çıkardı.

Jinnews’in haberine göre, bunun üzerine 200 kadın işçi, üretimi durdurarak fabrikayı işgal etti. Anlaşma sağlanana kadar direnişe devam edeceklerini belirten işçiler, atılan 20 işçi işe geri alınana kadar üretime izin vermeyeceklerini vurguladı.

Fabrikadaki direniş sürüyor.

www.gazetepatika7.com

Share

Basel’de ADKH Paneli

Basel/ ADKH’nin Irkçılığa, Emperyalist Saldırganlığa ve Yaşamlarımızın Tektipleştirilmesine Karşı Örgütlü Gücümüzle Direneceğiz temalı merkezi kampanyası doğrultusunda Basel’de düzenlediği  panel  HDK Basel Kadın Meclisi’nin katılımı ile  gerçekleştirildi.

Efrin direnişini selamlamayla başlayan panelde Mart ayında yaşanan  katliamların unutulmayacağına vurgu yapılırken yine Mart ayında devrimci geleneğin tarihsel direngenliği ve dayanışma duygusuna vurgu yapılarak
8 Mart -21 Mart Newroz-30 Mart  Kızıldere’ye vurgu yapılarak ” Selam olsun bu direngen tarihi bize bırakanlarımıza” denilerek  saygı duruşuna çağırıldı.

İlk sunumu yapan Basel Kadın Meclisi   Emperyalist saldırganlığın geçmiste ve bugün Ortadogu’da aldığı boyutu anlatırken Emperyalizmin her dönem yıkıcı özelliğine dikkat çekti.

Ardında söz alan  ADKH temsilcisi ise egemenlerin ırkçılığı kendi çıkarları için her dönem kullanmakla birlikte en yoğun bu dönem kullandığını, Türkiye’deki OHAL in yarattığı durumu, içerisiyle dışarısıyla nasıl tektip toplum yaratmaya çalıştıklarını anlatırken; Bugün hep birlikte hareket edemezsek yarın çok geç kalmış olacağız ve bu geç kalmışlığımız halklara daha büyük bir acı olarak dönecek diyerek birlikte hareket etmenin önemine dikkat çekti. Katılımcıların soru ve görüşleriyle de zenginleşen panel “yaşam varsa umut vardır Başka Bir Dünya Mümkündür” denilerek sonlandırıldı.

Share

‘Bir adım bile geri adım atmayacağız’

Brezilyalı feminist, LGBTİ+ ve insan hakları aktivisti Marielle Franco iki gün önce siyasi bir suikastte öldürüldü. Sosyalizm ve Özgürlük Partisi (PSOL) üyesi Marielle Franco 38 yaşında arabasına açılan ateş sonucunda politik bir cinayetle yaşamını yitirdi.

Marielle solcu, feminist, siyah ve lezbiyendi, korkusuz bir LGBTİ+ ve insan hakları savunucusuydu. Kendisinin de büyüdüğü, Rio de Janeiro’da nüfusun dörtte birini oluşturan favelalarda yaşayan ezilen, yoksul halkın sesi olmuştu. Marielle Franco polis şiddetine karşı mücadele ediyordu ve öldürülmeden önce yoksul halkın yaşadığı favelalarda polisin aşırı güç kullanmasını eleştiren açıklamalar yapmıştı. “Bir adım bile geri atmayacağız” 14 Mart günü aracının içindeyken şoförü Anderson Pedro Gomez’le birlikte başka bir araçtaki iki kişinin silahlı saldırısı sonucu öldürüldü, araçta arka koltukta bulunan gazeteci yaralandı. Ölümünün ardından ülke çapında binlerce insan Marielle Franco için sokaklara döküldü. Feministler, sendikalar, sol partiler ve favelaların yoksul sakinlerinin katıldığı protestolarda, kitle attığı sloganlarda “Bir adım bile geri atmayacağız” dedi.

Brezilya eski başbakanı Dilma Rousseff, Marielle Franco için “Yılmaz bir halk savaşçısıydı. Bir insan hakları savunucusunun vahşi şekilde öldürüldüğü, ülke için acı dolu günler” dedi. Redes da Maré, Franco’nun büyüdüğü favelalardaki bir sivil toplum örgütü cinayeti “onarılmaz bir kayıp” olarak niteledi.

Franco polisin işlediği cinayetleri eleştiriyordu. Eyalet yetkililerinin açıkladığı rakamlara göre Ocak ayında Rio’da 154 kişi polis tarafından öldürüldü. Marielle Franco’nun Twitter’daki son paylaşımlarından biri polis şiddetine dikkat çekiyordu. Marielle Twitter’a “Bir gencin öldürüldüğü, polise atfedilebilecek bir başka cinayet daha.. Matheus Melo öldürüldüğünde kiliseden çıkıyordu. Bu savaşın sona ermesi için daha kaç kişi ölmek zorunda?” yazmıştı.
Kaynak: Çatlak zemin

Share

Kadıköy’de Dersim’e yapılması planlanan barajlar protesto edildi

Dersim’de yapılması planlanan yeni HES projelerini protesto etmek için yüzlerce kişi Kadıköy’de bir araya geldi.

Dersim Dernekler Federasyonu’nun çağrısı ile Kadıköy Süreyya Operası önünde toplanan kitle ‘Dost ve düşman bilsin ki Dersim’de doğa kazanacak’ pankartı açarak İskele Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti.  Dersim’deki Hidroelektrik Santral (HES) projelerini ve doğa talanını, İskele Meydanı’na kadar gerçekleşen yürüyüş ve basın açıklaması ile protesto etti.

“Munzur özgür akacak”, “Munzur’da baraj istemiyoruz”, “Her yer isyan her yer direniş”,  “Baraj yapma başına yıkacağız başına”, , “ Dersim onurdur onuruna sahip çık” gibi sloganların atıldığı eyleme İstanbul Milletvekili Erdal Ataş, Patika İnisiyatifi, Kuzey Ormanları Savunması, Devrimci Parti destek verdi.

İskele Meydanı’nda toplanan kitle tarafından burada basın açıklaması gerçekleştirildi. Grup adına basın açıklamasını gerçekleştiren DEDEF üyesi Hasan Hayri Şenli okudu. Dersim’de yapılaması planlanan HES’lere karşı yeniden ayakta olduklarını belirten Şenli şöyle devam etti.

“Dersim son yılların en ağır ve en yoğun saldırılarla karşı karşıya. OHAL koşullarını da kendine güç edinen hükümet ve sermaye, onca yargı kararlarına rağmen Konaktepe Barajı ve HES 1-2 için aldığı acele kamulaştırma kararı, yaz aylarında olduğu gibi askeri operasyonlardan sonra yakılan ormanlar, kayyum atanan belediye, halkın uzun zamandır emekleriyle ördüğü festivali gasp etmesi.

Doğamızı ve yaşam alanlarımızı yok etmek istiyorlar 

Sularının ve topraklarının yasa ve yönetmeliklerle sermaye sahiplerine devredildiğini de belirten Şanlı atalarımızın, dedelerimizin yüzyıllardır koruduğu bizlere emanet ettiği yaşam alanlarımızdan göçe zorlanarak yurtsuzlaştırılıyoruz dedi.

Ayaktayız…

Devamında şöyle konuşan Şanlı “Yaşamın çağrısına kulak verenlerle birlikte ‘bütün temel haklarımız için, barış ve insanca yaşam için, eşit, özgür demokratik bir ülke için ayaktayız.”

“İnsanca yaşamı savunmak, emekçilerin, ezilenlerin, mağdurların, yoksulların, işsizlerin kadınların, gençlerin, çevrecilerin, barış yanlılarının sesine ses vermek için ayaktayız.”

Basın açıklamasının son bulmasıyla birlikte eylemde yer alan HDP İstanbul Milletvekili Erdal Ataş konuşma yaptı. Konuşmasının ardından Dersim yöresine ait ağıt söylendikten sonra eylem son buldu.

gazetepatika7.com Bu yazının devamını oku →

Share

Vahşi kapitalizmin yeni bebeği popülizm

Ayşegül Karakülhancı Duman  aysekh2808@gmail.com

KÖLN – Avrupa’nın üçüncü büyük ülkesi İtalya’da geçtiğimiz hafta seçimler yapıldı. Sağ popülistler oyların neredeyse dörtte birini alırken, sol popülist Beş Yıldız Hareketi buna karşın yüzde 33’lük bir oranla oy aldı.

Aşırı sağ popülist Alternative für Deutschland (Almanya için Alternatif Partisi) Almanya seçimlerinden ana muhalefet partisi olarak çıktı. Almanya’da aylar sonra kurulabilen Merkel liderliğindeki koalisyonun İçişleri Bakanı Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) partisinden Horst Seehofer göreve başlar başlamaz ilk açıklamasında, Almanya’ya iltica edenleri hedef aldı. Fransa’da sağ popülist parti en güçlü ikinci parti oldu. Başkan ise neoliberal Macron oldu. Fransa seçimlerinde insanlar veba ile kolera arasında seçim yapmak zorunda kaldılar. Hollanda’da sağ popülist parti hükümet kurmayı kıl payı kaçırdı. İngiltere’yi sağ muhafazakar lider Theresa May yönetiyor ve mülteci krizi bahanesiyle attığı ilk adım, milyonlarca Euro’ya mal olan Brexit kararı oldu. Eski Doğu Bloku ülkelerinden Macaristan ve Polonya’da da sağ popülist partiler yönetimdeler. Türkiye yıllardır AKP tarafından yönetiliyor.

Dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden biri olan Çin’de geçtiğimiz hafta devlet başkanlığı süresiyle ilgili sınırlama kaldırıldı: Çin Parlamentosu’nun aldığı kararla, Devlet Başkanı Xi Jinping, ömür boyu görevde kalabilecek. Çin’de sesi çok az çıkabilen muhalif kesimlerin de bu kararla tamamen sesi kesilmiş oldu.

Yine geçtiğimiz pazar Kolombiya devleti ile 52 yıllık süren çatışmaların ardından 2016’daki barış antlaşmasıyla siyasi partiye dönüşen Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri’nin (FARC) sandıkta yarıştığı ilk seçimlerde en çok oyu, barış karşıtı parti aldı.

Ben bu satırları yazarken Rusya’da sonucunu şimdiden herkesin bildiği ve Putin’in yeniden başkan olacağı seçimler yapılıyor.

Dünyanın önemli bir diğer gücü ABD’yi de yine sağ popülist Donald Trump yönetiyor.

Tabii bu kadar birbirine benzeyen adam ve az sayıda kadın lider hemen hemen aynı gerekçelerle seçimleri kazanıyorlar. Bu ülkelerin neredeyse hiçbirinde güçlü bir alternatif aday çıkamıyor veya çıkartılmıyor. Hepsi birbirini daha az veya daha çok düşman ilan ederek, dış politikasını belirliyor. Eskisi gibi ne NATO’da ne AB’de ne de BM içerisinde hiçbir ülke birbiriyle ciddi müttefik değil. Tüm politikaları sadece ekonomi belirliyor.

Örneğin Trump’ın agresif söylemleri, bir önceki Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ı görevden alış biçimi vs. dış politikada tutarlılık sergileyemediği işaretini veriyor. Tehditkar tavrı Avrupalı partnerlerinin gözünde, ABD’yi güvenilir olmaktan çıkardı. Yine Trump’ın geçtiğimiz haftalarda 800 milyar dolara ulaşan ABD’nin dış ticaret açığını ve yerli üreticinin güvenliğini gerekçe göstererek, çelik ürünleri ithalatına yüzde 25, alüminyuma da yüzde 10 vergi getirmesi, başta Çin ve Almanya olmak üzere ABD ile ticaret yapan birçok ülkeyi sarstı. Trump’ın bu kararına karşı, diğer ülkeler de ABD’nin mallarına vergi uygulayacaklarını duyurunca, küresel ticaret daha da agresif bir sürece girdi… Ekonomi uzmanları 1930’lu yıllarda yaşanan Büyük Buhran’ın geri döneceği endişesi içerisindeler.

Dünyanın önemli ekonomi güçleri arasında ekonomik savaşlar kızışırken, gezegenimizin başka kısımlarında zaten sıcak savaşlar yaşanıyor. Bu sıcak savaşlara maruz kalan halkların ne kadar az ekonomik gücü varsa, sesleri o kadar cılız çıkıyor. Uğradıkları haksızlıklar, dünya kamuoyunun gözü önünde olsa bile kimseyi ilgilendirmiyor. Tıpkı Yemen’de insanlar Suudi güçleri ve müttefiklerince bombalandığında, koleradan kırıldığında en Müslüman ülkelerin dahi Yemen’de yaşananları yok sayması gibi veya Filistin halkının yıllardır verdiği mücadelede bir adım öteye gidememesi gibi. Afrika kıtasında yaşananları ise neredeyse duymuyoruz bile.

Almanya’nın Hannover kentinde cumartesi günü hem Newroz için hem de Türkiye’nin Afrin’deki askeri harekatını protesto etmek için binlerce Kürt, Türkiyeli demokratik kurumlar, Alman solu ve savaş karşıtı insan bir araya geldi. Yürüyüş esnasında polis, kimi sloganların uygun olmadığı gerekçesiyle, dondurucu soğukta neredeyse bir saat yaşlı, çocuk demeden kitleyi bekletti. Soğuktan ve de ara sıra yürüyüşün önünde polisle gençler arasında çıkan sürtüşmelerde polisin aşırı sert tepkisinden korkup ağlayan çocuklar gözlere takılan görüntülerdi. Kürtlerin yaşadığı ilk baskı değil bu tabii. Kürtler de yıllardır dünyada nerede yaşıyorsa orada sokaklarda, alanlarda, kadın, çocuk, yaşlı, genç sesini duyurmaya çalışan bir halk.

Dünyada her şeyi kapitalizmin gittikçe agresifleşen yıkıcı tarzı belirlerken bir taraftan da ‘büyük çoğunluk’, ‘küçük çoğunluğu’ gösteri yaptıkları esnada onların hayatlarını aksatmakla, o gün ekonomik yaşam birkaç saat yavaşladığından, o kente mali kayıplar yaşatmakla, bu kayıpların da kendilerinin ödedikleri vergilerle karşılandığından şikayet ederek, oyalanmaya devam ediyor. Ama asla bu insanların da çalıştığı, vergi ödediği, bu ödedikleri vergilerle insanca muamele görmedikleri, en doğal hakları olan gösteri ve toplanma haklarını kullanırken, hayatlarının cehenneme çevrildiği, bu insanların Almanya’da 40 yıldır çalıştıkları ve ödedikleri vergilerle üretilen ve satın alınan bombaların, Suriye’de, Irak’ta yaşayan akrabalarının, kendi halklarının başına yağdığını ve bunun da bu insanların içini kanattığı akıllarının ucundan bile geçmiyor. Ekonomiye katkısı olan sanki sadece kendileriymiş gibi davranıp, tüm kibirlilikleriyle her yerde konuşur, yazar ve vergilerden dem vurarak, gösteri hakkını kullananları eleştiriyorlar. Vergiyi bile nedense sadece ‘haklı çoğunluk’ ödüyor! Bu sadece Almanya’ya özgü bir durum değil elbette dünyanın hemen her yerinde hükümetler kendilerine bağlı ana akım medya üzerinden vergi ödeyenlerin, sadece onları seçenler olduğu algısını yaratarak aldıkları her sert önlemde, o çoğunluğun haklarını koruduklarına dair algı yaratıyorlar.

Popülizm karışımı otoriter rejimler dünyayı yavaş yavaş yeni felaketlere doğru sürüklüyor. Dünyada ekonomik gücü olmayanlara var olma hakkının artık açıktan tanınmadığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

gazeteduvar.com.tr

 

Share

Kıvılcım Arat saldırıya uğradı: ‘Öldürülmekten son anda kurtuldum’

LGBTİ Derneği Sözcüsü ve DKH üyesi Kıvılcım Arat saldırıya uğradı. Arat katledilmekten son anda kurtulduğunu ifade etti.

Saldırıda yaralanan Arat, sosyal medya hesabından geçtiğimiz sabah uğradığı saldırıyı anlattı.

Arat yaptığı paylaşımda şu ifadelere yer verdi;

“31. yaş gününü görmüş biri olarak, birçok trans arkadaşıma göre şanslı olduğumu düşünmemin üzerinden 3 gün geçmeden dün sabah öldürülmekten son anda sıyrıldım. Boğazımı kesmeye çalıştığı neşterden ısırarak kurtulmuşken, aynı neşter sırtıma geldi. Yediğim yumruk darbesi sendeletti ama çabuk toparlayabildim. İkinci kez salladığı neşteri sol elimle engellemeye çalışırken derin bir kesik aldım. El kesiği baya açık olurmuş ve görünen et mide bulandırırmış. Mide bulantısı eşliğinde gelen baş dönmesi devam etseydi bugün belki aranızda olamayacaktım. Neyse ki çekilecek çilemiz varmış diyorum. El ve sırttaki kesiye atılan dikiş, gasp edilen telefonum ve biriken 400 lira paramı kaybederek sıyrılabildim. Nasıl mıyım? Gayet iyiyim ve olmadığı kadar güçlü. Yaşadığım bu olay bir kez daha anımsattı; hayat çok kısa ve ne zaman sonlanacağı belli değil.

Bu karanlığın içinde her birinizin yüreği ilişkilendiğiniz her bir insana yaşam kaynağı oluyor. Sımsıkı sarılın, öpüp, koklayın birbirinizi. Yoksa bu karanlık daha çok insan yutacak.

İyiki varsınız dostlar, İyiki varsınız. Varlığınız daim olsun. Bu vesile ile İstanbul ve Ankara’da katledilen trans kardeşlerimden özür dilerim. Daha yaşanılır bir alan yaratamadığımdan. Yolunuz ışıklı olsun.”

gazetepatika7.com

 

Share

Ovacık Belediyesi’nde ‘Toplumsal cinsiyet’ eğitimleri başlıyor

Hazine arazilerinin ekime açılması, organik nohut, fasulye, bal üretimi, ücretsiz otobüs, ücretiz su, köylünün ürünlerini doğrudan satın alma, gelir gider tablosunun belediye binasına asılması gibi birçok uygulamayla gündeme gelen Ovacık Belediyesi’nde bu kez toplumsal cinsiyet eğitimi verilecek.

Belediyeye evlilik için başvuran adaylara ve talep eden tüm çiftlere verilecek olan “Toplumsal cinsiyet eğitimi”, özellikle erkeği kadın haklarını ilişkin bilinçlendirmeyi hedefliyor.

Türkiye’de bir ilk olan ve feminist hukukçu Dr. Fehmiye Ceren Akçabay danışmanlığında yürüyen proje, sosyalist feminist Tuğçe Özgül tarafından koordine ediliyor.

‘Geleneksel aile’ sorunu çözmüyor

Proje kapsamında, belediyeye başvuran çiftlere toplumsal cinsiyet eşitliği, erkeklik eleştirisi, psikoloji, cinsellik, hukuk, iletişim, pedagojik eğitim vb. birçok başlıkta eğitim ve danışmanlık verilecek. Proje Koordinatörü Tuğçe Özgül projenin asıl amacının evlilik teşviki olmadığını belirterek şöyle konuştu:

“Bu proje evliliği teşvik eden bir yerde değil. Kadının kadın olmaktan çıkarıp ailenin içine hapseden, hatta ‘aile’ olarak adlandıran bakışa karşı duran bir yerde. Çocuk istismarı ve kadına yönelik şiddetin temeldeki nedeni erkeğin egemen olduğu bu aile anlayışıdır. Kadını birey olmaktan çıkararak, kocası ve çocuklarının kölesi haline getiren bakış, aileyi değil, aile içerisindeki erkeği esas alır. Bu proje, eşitlikçi, dayanışmacı gerçek bir aile yapısının kurulabilmesi içindir. Kadın ve çocuk ancak böyle bir aile yapısı içinde korunabilir.”

Proje özgürlükçü aileyi hedefliyor

Proje Danışmanı Dr. Fehmiye Ceren Akçabay ise şu açıklamayı yaptı:

“Evlilik öncesi eğitim, kadına yönelik ayrımcılığın ve şiddetin önüne geçebilmek ve çocukları koruyabilmek için uluslararası mevzuat gereği Aile ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bir süredir gündeminde olmasına rağmen bir türlü başlatılamamış, hazırlanan materyallerde kadın ve çocuk hakları yerine geleneksel aile yapısını korumak esas alınmıştır. Buna yönelik eğitim protokolleri ise nikâh konusunda olduğu gibi müftülüklerle yapılmıştır. Süregelen aile anlayışının devamı olan bu girişim, çözüme yönelik hiçbir katkı sunmayacaktır. Türkiye’deki kadın hakları mücadelesinin mevcut birikimi, toplumsal cinsiyet odaklı bir eğitimle daha eşitlikçi ve özgürlükçü bir aileyi mümkün kılabilir.”

gazetepatika7.com

Share

ADHK: ‘Efrin’de yanan Newroz ateşi Orta Doğu’yu ısıtıyor! Newroz piroz be!’

Mezopotamya halklarının zalimlere, Krallıklara, hanedanlara, Șah ve Padișahlara karșı ayaḡa kalkıp kendi kaderlerini deḡiștirme günü olan Newroz’u, 21. yüzyılın gerici fașist diktatörlüklerine karșı da ayaklanma ve kendi kaderlerini kendi belirleme bayramı olarak kutlayacaklardır.

İnsanlıḡın ҫeșitli kültürlerine yataklık eden, yine insanların, dünyanın farklı bölgelerine geҫiș yolu olarak da kullandıḡı Mezopotamya, sömürgeciliḡin ortaya ҫıkıșıyla birlikte; sömürgecilerin de ilgi odaḡı ve paylașım kavgalarının zaman zaman duraksamalar gösterdiḡi ama hiҫ sona ermediḡi bir coḡrafya olagelmiștir. 21. yüzyılın bașlarından itibaren Mezopotamya ve Orta-Doḡu’ya yeniden müdahale gerҫekleșmiș ve hala da sürmektedir. Bu müdahale, bir yandan mevcut rejimleri yeniden dizayn etme hedefiyle gerҫekleșirken; sürecin kendi iҫinde getirdiḡi deḡișiklikler farklı emperyalist devletlerin ve yerel fașist rejimlerin de egemenlik elde etme savașını gündeme getirdi. Daha önceki savaș deneyimlerinden dersler ҫıkaran emperyalist devletler, bölgede kendi örgütlediḡi ҫeteler aracılıḡıyla ҫatıșmalar yaratmakta ve yüzbinlerce insanın ölümüne, yaralanmasına ve milyonlarca insanın yerini yurdunu terketmesine sebep olmaktadırlar. Bölgede yașayan ҫeșitli uluslardan halkların canı ve kanı üzerinden iktidarlarını koruyan efsanedeki gibi bir Dehak deḡil, Dehaklar bulunmaktadır. Ayrıca bölgedeki Dehakların efendileri, senaryo yazarları, kanlı savaș oyunlarının yönetmenleri emperyalist haydutlar da var.

Emperyalist haydutların ve bölgedeki ușak gerici fașist diktatörlüklerin egemenlik elde etme savașı,  günümüzde, Suriye üzerinde yoḡunlașmaktadır. Amerika, Rusya ve Avrupa emperyalist devletlerinin herbirinin Suriye’deki savaștan kendi leyhlerine bir sonuҫ ҫıkarmak iҫin yürüttükleri savaș stratejisi; bölgede önemli bir nüfusa ve örgütlü muhalif güce sahip olan ve kendi iradesini kendi temsil etmeye ҫalıșan Kürt ulusal demokratik hareketinin ҫıkıșıyla kesintiye uḡramıștır. Bütün bölgeyi ilgilendiren ve ciddi șekilde etkileyen Suriye müdahalesinde ne Esad rejiminin yanında ne de emperyalistler ve ușakları tarafından olușturulan hareketlerin iҫinde yeralmayan Kürt ulusal demokratik hareketi, ayrı bir yol izleyerek bu ҫatıșma ortamından Kürt halkının kendi kaderini kendi belirlemeyi hedefledi.

Emperyalist haydutlar ve onların bölgedeki ușakları Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve İsrail tarafından örgütlenen  Irak ve Suriye’de halkların bașına bela edilen IȘİD, El Kaide, El Nusra vb. gibi  ҫeteler sürüsünü Kürt ulusal demokratik hareketinin bastırılmasına yönlendirdiler, ama Kobane direniși ve daha sonraki dönemde IȘİD’in denetimindeki șehirlerin ҫoḡunun YGP, YPJ ve devrimci enternasyonal güҫler tarafından kurtarılmasıyla birlikte; bölgede sahneye konulan savaș senaryosunda deḡișikliklere gidildi. Sahnede yeralan haydutların kendi aralarındaki ҫatıșma, yerini, geҫici uzlașma rollerine bıraktı. Baḡımsız bir güҫ olarak ve bölgedeki halkların desteḡini alarak fașist ҫetelere karșı savașan ve aynı zamanda halkların ve kültürlerin eșit temsiliyetine , kadının toplumsal yapıdaki rolünün öne ҫıkarılmasına, ekolojinin korunmasına, kolektif üretim ve tüketime dayalı bir yașamı inșayı hedefleyen Rojava devriminin, yașatılmaması konularında görüș birliḡine varan emperyalistler, farklı farklı noktalardan fașist TC hükümetinin Efrin üzerinden Rojava’ya saldırmasına yeșil ıșık yaktılar ve hala da desteklerini sürdürüyorlar. Türk ordusunun Efrin’e yönelik gerҫekleștirdiḡi bombalamalar sonucu onlarca insan yașamını yitirmekte, yaralanmaktadır, ama  O, „insan hak ve özgürlüklerinin ve yașam hakkının savunucusu“ olduḡunu iddia eden emperyalist-kapitalist devletlerin hiҫbiri, bu katliama karșı ҫıkmamaktadır. Bu kısa örnek bize șunu göstermektedir: Emperyalist kapitalist sistemi tehlikeye sokan gelișmeler karșısında; onlar, aralarındaki ҫatıșmalara ara vererek, sözkonusu tehlikeyi bertaraf etme noktasında anlașmaktadırlar.

Amerika ile Rusya 2013-2014’ten bu yana Suriye ve Irak ekseninde anlaștıkları bir planı gerҫekleștirmek istiyorlar. Bu plana göre ; Kürtler ve Araplar nereye kadar gidecek ve örgütleneceḡinin cetveli ҫizilmiștir, bunun dıșına ҫıkana müdahale edilecek ve durdurulmaya ҫalıșılacaktır. Ҫok önemli bir ayrıntı ise; hep, bölgede yașayan halklardan insanların savaș araҫ ve gereҫleri gibi kullanılıp birbirine kırdırılmasıdır. Amerika ve Rusya Türk ordusu ve devșirme fașist ҫetelerin Efrini ișgal girișimine göz yumarken veya teșvik ederken; Türkiye ve Kuzey Kürdistan ve/veya Rojava’da yașayan halkların ҫıkarlarını ve kazanımlarını korumak amacıyla deḡil; Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümetini kendilerinin bölgedeki ҫıkarları iҫin, bölgede ҫatıșma aracı olarak kullanmaktır.

Öyleyse; gerek Orta-Doḡu, Mezopotamya  halkları ve gerekse dünya halkları; aralarındaki ulusal ve kültürel farklılıklarını bir kenara bırakarak, ortak düșmanları olan emperyalist-kapitalist sistemin egemenlerine  karșı ortak harekete geҫmeli, halkların geleceḡinin umudu olan Rojava devrimine sahip ҫıkmalı, emperyalist haydutların ve bölgedeki ușaklarının Orta-Doḡu’daki katliamlarına, yeni savaș senaryolarını sahneye koymalarına engel olmalıdır.

Dünyanın neresinde olursa olsun; eḡer yüreḡiniz, bombardımanlar sonucu yașamını yitiren körpe ҫocuklara, hasta ve savunmasız insanlara, milyonlarca insanın kendi topraklarını terketmelerine ve akıl edemediḡiniz yollarda yașamlarını yitirmelerıne, sakat kalmalarına yanıyorsa; bu savașlara sebep olan emperyalist-kapitalist sisteme karșı ҫıkmalı, bölgede emperyalistlere ve onların ușaklarına karșı mücadele eden devrimci güҫlerle dayanıșma iҫinde olmalısınız. Dünyanın bir köșesinde, her türlü konvansiyonel, kimyasal silahların kullanılarak bölgedeki ülkelere müdahale edilmesi, ülkelerin ișgal edilmesini film seyreder gibi seyredemezsiniz! Amerika’da, Rusya’da, Avrupa’da yașayan hiҫ kimse kendisinin bu savașın dıșında olduḡunu düșünmemelidir. Dolaylı ya da dolaysız, herkes bu savașa dahildir.

Bugünkü koșullar; 2018 Newroz‘unu farklı bir șekilde kutlanmayı dayatmaktadır. Bu Newroz’u sadece Mezopotamya ve Orta-Doḡu halklarının Dehak’a bașkaldırı günü olarak deḡil; bölge ve dünya halklarının, bölgeye müdahale eden „modern“ Dehaklara karșı, bașkaldırı, dayanıșma ve sahiplenme günü olarak kutlanmalıdır.

2018 Newrozunun meșalesini elinde tutan Afrin direnișҫileri, yaktıkları Newroz ateșinin bölgeye yayılan sıcaklıḡıyla; dünya halklarının dayanıșması ve mücadeleyi sahiplenmesiyle; fașist TC ordusu ve devșirme fașist ҫetelerini püskürtecektir. Bașta Almanya olmak üzere; bütün Avrupa ülkelerinde yașayan halklar;  TC devletine silah satan, bölgedeki savașın organize edilmesi iҫin istihbarı bilgiler saḡlayan, bölgenin yeniden paylașılması iҫin dolaylı ya da dolaysız savașın iҫinde yeralan, bölge halklarının kendi kaderlerini kendilerinin belirleme hakkını ihlal eden kendi hükümetlerine karșı ҫıkmalıdır. Bu karșı ҫıkıș, Newroz törenlerine yansıdıḡı oranda, Suriye ve Kürdistan’daki direniș de o kadar güҫlenecek ve zafer yakınlaștıracaktır.

ADHK olarak; Mezopotamya halklarının diriliș ve bașkaldırı bayramı Newroz‘u kutlarken; tüm uluslardan ișҫileri, emekҫıleri, kadınları ve genҫleri anti-emperyalist, anti-fașist mücadele iҫinde yeralmaya, kapitalizmin tek alternatifi olan sosyalizmin örgütlenmelerini yaratmaya ҫaḡırıyoruz.

Kahrolsun  Emperyalizm, Fașizm ve Her Türden Gericilik!

Kahrolsun Paylașım Savașları!

Yașasın Newroz!

Newroz Piroz Be!

Yașasın Ulusların Kendi Kaderlerini Kendi Tayın Hakkı!

Yașasın Enternasyonal Dayanıșma!

ADHK (Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu)

Share

Ortadoğu bataklığını kadın özgürlüğü kurutur

Ayşegül Karakülhancı Duman  aysekh2808@gmail.com

KÖLN – Fas’tan Irak’a, Suriye’den Arabistan’ın güney ucuna kadar tüm Ortadoğu, yıllardır varoluşsal bir krizin içerisinde. Sosyal farklılıklar ve toplumsal gerginlikler artıyor, etnik çatışmalar tırmanıyor, devletler çöküyor, yoksulluk ve siyasi tutuklamalar yaygınlaşıyor. Bölgede iklim değişikliği hızla ilerlediğinden, bölgedeki 425 milyon insanın yaşamı tehdit altında. Petrol ve hurmanın ardından Ortadoğu denince akla ilk gelen istikrarsızlık ve ‘terörizm’ oluyor. Bu durumun tarihsel birçok nedeni var; bu karmaşık nedenleri tanımlamak da oldukça zor. Aslında bu karmaşık sorunların çok basit bir çözümü var: Bölgede özgürleşmeyi talep eden herkes, ilk etapta kadınların özgürleşmesine destek verirse, bu tüm bölgede inşa edilecek özgürlük için önemli ve büyük bir adım olacaktır.

 

Her ne kadar kadın hakları eşitliği dünyanın hiçbir yerinde Batı Avrupa’daki kadar gelişmiş değilse de, hâlâ birçok halledilememiş sorun da mevcut. Örneğin İngiltere bile kadınlara oy hakkı verdikten 100 yıl sonra bugün bile, Batı toplumsal cinsiyet eşitliğinden uzak duruyor. OECD’de yer alan verilere göre kadınların maaşları erkeklerden ortalama yüzde 16 daha düşükken, sadece yüzde 2’lik bir oranda kadın girişimci var.

Tüm devletlerin yüzde 90’ının hukuk kitaplarında kadınlara karşı ayrımcılık içeren yasalar mevcut. Ancak kadınlar Ortadoğu’da eşit hale gelirse, o zaman savaş, yoksulluk, terör yeni göç dalgaları önlenebilir.

Sadece Suudi Arabistan gibi çarpıcı bir örneğe gerek yok. Kadınlar, hiçbir Arap devletinde eşit değiller. Dünya Ekonomik Forumu’na göre, kadınlar artık Ortadoğu’dan başka hiçbir yerde bu kadar net ayrımcılığa maruz kalmıyorlar. Batı Asya’daki Ekonomik ve Sosyal İşler Komisyonu’nun (ESCWA) sekreteri Rima Khalaf, bir zamanlar Arap kadınlarının bilim, edebiyat ve sanat alanında çok sayıda başarıları olduğunu ancak hayatta kalmak için bu yeteneklerinden vazgeçmek zorunda kaldıklarını ifade etti.

Özellikle yaygın çocuk evliliklerinin Ortadoğu ülkelerinde Arap devletlerinde olduğunu düşündüğünüzde, kadınlar için birçok yerde sadece hayatta kalmak bile bir başarıdır. Her yedi kız çocuğundan biri, 18 yaşına ulaşmadan evlendiriliyor. Lübnan’da Suriyeli mülteci çocuklar arasında kızların yüzde 41’i evli, Irak’ta 18 yaşına varmadan evlendirilen kızların oranı yüzde 25, Mısır’da yüzde 17. Bazı çocuklar ebeveynleri tarafından “geçici düğünler”le – ekonomik durumlarını iyileştirmek için Körfez’in zengin Araplarıyla (fuhuşun dini nikâhla İslam’a uygun biçimiyle üstünü örterek) evlendiriliyor. Çocuk gelin olmak kadınlar için yıkıcıdır: Hamilelik dünya çapında 15 ile 19 yaş arasındaki kızlar için önde gelen ölüm nedenidir. Ayrıca, çocuk gelinlerin HIV ile enfekte olma ya da aile içi şiddet mağduru olma riski yüksektir. Fakat küçük yaşta kız çocuklarını evlendirme trajedisi, kadınların kaderinin çok ötesine geçiyor. Bu, tüm Arap ve Ortadoğu dünyasını aşağı çeken bir kısır döngünün başlangıç ​​noktası.

Çocuk yaşta evlilik reşit olmayan çocukların eğitimlerini terk etmeye zorluyor. Genç, eğitimsiz anneler, bulundukları devletin ekonomik hayatına katılamıyorlar ve yine daha az eğitim şansına sahip olabilecek daha çok çocuk doğuruyorlar. Büyüdüklerinde, eğitimsiz, işsiz işçilerden oluşan bir yığın meydana geliyor. 2008 UNESCO tahminine göre, Arap yetişkinlerin yüzde 40’ı -70 milyon insan- okuma yazma bilmiyor. Oysa 21’inci yüzyılda, Apple’ın Saudi Arabian Oil Company’nin (Suudi Arabistan’ın ulusal doğalgaz ve petrol şirketi) iki katı kadar değerli olması muhtemelken, devletler artık tüm dünyada sadece mal satarak zenginleşemezler. Geniş refah, ancak herkes yeni bilgi yaratır ve dünya çapında pazarlarsa ortaya çıkıyor. Ama Arap ve Ortadoğu dünyası, bu seviyedeki eğitim ile gelecekte yeni ne icat edebilecek? Mesela Arap kadınlarının sadece yüzde 24’ünün çalışma izni var. Bu, dünya çapındaki en düşük oran.

Eğitim eksikliğinin de siyasi sonuçları vardır. Batı demokrasisinde toplumsal sözleşmenin temelinde Amerikan Devrimi’nde ortaya çıkan slogan yatar: Temsil yoksa vergi de yok (“No taxation without representation”). Geniş orta sınıf vergileriyle devleti taşımaktadır. Devlet de vatandaşlarına sosyal güvenlik, sağlık, altyapı, eğitim ve kişisel güvenliği koruma şeklinde hizmet sunmak zorundadır. Ancak, Ortadoğu ülkelerinde nüfusun büyük çoğunluğu son derece yoksul bırakılıp devlet belli bir seçkin sınıfça finanse edilince, farklı bir sosyal sözleşme ortaya çıkıyor. Bu tür toplumlarda devletin tüm masraflarını yönetici kesim karşıladığından tebaa ağzını açmamalıdır. Polis gerekli olan kişisel güvenliği sağlamak yerine baskının enstrümanı olarak çalışır. Ortadoğu erkekleri kadınların elinden özgürlüklerini, eğitim haklarını aldıkları için kendileri de yoksuldur ve özgür değillerdir.

Bir devlette kadının statüsü ile barışçıllığı arasında açık bir ilişki vardır. Bir toplumda kadın ne kadar özgürleşirse, o toplum o kadar istikrarlı, barışçıl, hoşgörülü olur ve daha az savaşır.
Bütün bunlar sadece bir sonuç ortaya çıkarır: Ortadoğu’nun yeni Mesih’i kadınlardır. Dünyadaki bütün kadınlar eşit olsaydı, dünya ekonomisi 2025 yılına kadar 12 trilyon dolar artacaktı. Kadınların özgürleşmesi bir zincir reaksiyonunun başlangıcı olabilir: Daha eğitimli kadınlar daha az çocuk sahibi olurlar. Araştırmalar da gösteriyor ki eğitimini tamamlayan çalışan anneler, çocuklarının sağlık, beslenme ve eğitimine babalardan çok daha fazla yatırım yapıyorlar. Ortadoğu’da refah ancak kadınların özgürleşmesi ile oluşacaktır.

Bu nedenle IŞİD veya ÖSO Suriye’de savaşan Kürt kadınlarına karşı muazzam bir nefretle saldırdılar. Bu nefretin altındaki sebep sadece Kürtler’in Türk veya Araplar’ın kurallarına karşı isyan etme arzusu değildi. Bu kadınlardan, binlerce yıllık bir fenomeni tensil ettikleri için de nefret ediliyordu. Eşit haklar talep ettikleri ve bunlar için savaşmayı göze aldıkları için.

Kadınların özgürlüğü bu bölgenin gerici siyasi kültüründe de devrim yaratacaktır. Sünni erkekler, kadınları eşit olarak kabul etmeye mecbur kaldıklarında, İslam’ın bugüne kadarki en baskın radikal yorumunu yeniden düşünmek zorunda kalacaklar.

Gazete Duvar

Share

Köln’de Efrîn için Eylem

• Aralarında ADKH’nin de yer aldığı Türkiyeli ve Kürdistanlı kitle Köln Merkez Tren istasyonunda saat 19:00’dan itibaren biraraya gelerek Efrîn’de Türk devletinin saldırılarını açtıkları pankartlar, taşıdıkları dövizlerle protesto ettiler.  Sık sık atılan“İşgalci Türk devleti” sloganı ile protesto eylemi saat 22:15 de sonlandırdı.

Share

Akit gazetesi Feminist Gece Yürüyüşü’nü hedef aldı

Daha önceden birçok ilerici ve demokrat kesimi hedef alarak nefret haberciliği yapan Akit gazetesi bu pratiğine yeni birini daha ekledi. Son olarak Akit Tv’nin sabah programını sunan sunucu tarafından Cihangir’de oturanlar hedef gösterilip ‘katliam yapsak burdan başlarız ‘ söylemi kamuoyu tarafından tepkiyle karşılanmıştı.

8 Mart’ta düzenlenen Feminist Gece Yürüyüşü’ne binlerce kadının katılımını hazmedemeyen Akit gazetesi yapılan eylemi “Bu arsızlığa kim dur diyecek” başlığıyla manşete taşıdı. Ayrıca yürüyüşe katılan kadınlar için de “ahlaksız güruh”Akit, feminist yürüyüşe katılanlara ‘ahlaksız güruh’ olarak ifadelendirdi. Yürüyüşte atılan sloganları da iğrenç bulan Akit açılan pankartalara yorumu ise “ahlak dışı” oldu.

Gazete Patika

Share

Avrupa’da 8 Mart Etkinlikleri/Foto Haber

 

STUTTGART/ Stuttgart’ta çeşitli ırk ve örgütlerden oluşan Kadın Platformu 8. Mart’ta  standlarıyla Schlossplatz meydanında bir araya geldi. Miting alanında örgüt aktivistlerinin konuşmaları ve İranlı kadınların baş örtülerini çıkarma gösterimi sonunda yürüyüşe geçildi. Güzel havanında katkısıyla  çoşkulu sloganlar eşliğinde yürünmeye başlandı. Sıklıkla “Ich war, ich bin, ich werde sein, die Revolution wird die Menschheit befreien.” (vardım, varım, var olacağım, devrim insanların kurtuluşu olacak) ve Frauen die kämpfen sind Frauen die leben, lasst uns das System aus den Angeln heben( Mücadele eden Kadınlar, yaşayan kadınlardır, gelin bu Sistemi devirelim), Her yer Efrin, her yer direniş sloganlarıyla yürüyüş alana geliş sonrası son buldu.

MULHOUSE/8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü Fransa’nın Mulhouse kentinde Türkiye Kuzey Kürdistan  ve Fransız kadınlarının ortak düzenlediği yürüyüş ile kutlandı. Yürüyüş saat 15.00’de Place  Franklin’de başlayan yürüyüşe Mouvement Démocratique des Femmes (ADKH) de ACOTF, Centre Culturel des Alevis, ATIK, l’UD CGT 68, le PCF, le NPA , le Front Social, la Ligue des Droits de l’Homme, le Planning Familial kadın kurumları katılım gösterdi . Yürüyüş başlamadan önce kurumlar bildirilerini  okudu. Bildirilerde  Ataerkil sistemi tersine çevirmek işyerinde, ailede ve bir bütün olarak toplumda eşitliği sağlamak için her zamankinden daha fazla, dünyanın her yerinde kadınların harekete geçmeli ve mücadelenin bir parçası olmalıdırlar. Dünyanın her yerinde daha fazla sömürmek ve talan etmek için savaşları körükleyen emperyalizm, bugün Efrin’de işgal savaşı başlatan kukla T.C devletini desteklemektedir. Din, ırkçılık, milliyetçilik ve cinsiyetçilik gibi tüm gericilikleri besleyerek insanlığı karanlığa sürüklemektedir denildi. Yürüyüş boyunca sloganlarımız daha iyi anlaşılması için Fransızca yoğunluktaydı. Yürüyüş boyunca Jin Jiyan Azadi , FEMMES VIE LIBERTÉ , HER YER AFRİN HER YER DİRENİŞ ,SOLUTION POLITIQUE POUR KURDISTAN, TRAVAIL ÉGAL,SALAIRE ÉGAL , STOP A LA VIOLENCE CONTRE LES FEMMES sloganları atıldı.

PARİS/ Fransa’nın başkenti Paris’de 8 Mart büyük bir çoşkuyla kutlandı. Paris’in République Meydanında saat 15:30 toplanan kadınlar, aramızda olmayan kadınlar için 1 dakikalık saygı duruşu yaptı. Daha sonra bir çok kadın hareketleri açıklamalarını okudu. Afrin Kadın Platform içinde yer alan ADKH’de flamalarıyla alanda yerini aldı.

Platform adına okunan açıklamada, Ortadoğu’da on yıllardır sürmekte olan kirli şavaşlar yetmiyormuş gibi bu kez de Türk işgal harekâtı sahne aldı. Türk devleti’nin  Afrin’e başlattığı bu saldırının  Suriye ve Rojava’dan pay kapmak amaçlı olduğunu tüm dünya kamuoyu biliyor aslında. Ancak aynı kamuoyunun, Türk işgal harekâtının başından beri sayısı yüzlerle ifade edilen sivili katlettiklerine sessiz kaldıklarını da biliyor. Çoğunluğunu kadın ve cocukların oluşturduğu sivil katliamı vurgusu ayrıca öne çıktı. Fransız basınının yoğun ilgi gösterdiği 8 Mart etkinliğine şiddetli yağmura rağmen, önemli çoğunluğu kadınlardan oluşan binlerce  insan katıldı. Meydan adeta enternasyonal şölene dönüştü. “Eşit işe eşit ücret” sloganları eşliğinde Fransız kadın hareketleri,Feministler, göçmen kadın hareketleri, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları saat 17:30’dan itibaren yürüşe geçti.Afrin Kadın Platformu, hazırladığı pankartın ardında kendi  kortejini oluşturuldu.

Yürüyüş, güzergâh boyunca Afrin’in  özgürlüğü için sloganlar, marşlar ve halaylar eşliğinde saat 19:30 Opéra  alanında zılgıt ve dayanışma şiarları eşliğinde son buldu.

VİYANA/ Viyana kadın kurumlarını ortak çağrısıyla bir araya gelen ve aralarında Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin de yer aldığı  kadinlar Viyana Westbahnhof’da toplanarak burda yapılan konuşmalardan sonra saat 17:00’da yürüyüşe geçerek sloganlar  eşliğinde   Museums Quartier’e kadar yürüyüş gerçekleştirdiler. ADKH adına bir konuşma yapıldı sloganlar ve ortak mücadele vurgusu yapılan yürüyüş konuşmalardan sonra  saat 20:00’da bitirildi.

İSVİÇRE/ 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle İsviçre’nin Lausanne şehrinde ADKH, SKB LAJIN Kadın Meclisi, kadınların birlik ve mücadele ruhunu kuşanarak ,Lausanne merkezde 12-15 saatleri arası stant açıp bildiri dağıtımı yaptılar.

KÖLN/ 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü vesilesiyle Köln Dom kilisesi önünde toplanan kitle mitinge saygı duruşu ile başladı. 8 Mart’ın tarihi ve Efrin özgülünde gelişen olayları anlatan açılış konuşması ardından açık mikrofon, çocuk korosu ve farklı dillerden söylenen türkülerle devam ettiler.

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi mitingin ardından Düsseldorf 8 Mart merkezi yürüyüşüne katıldı. Binlerce kişinin katıldığı yürüyüş Düsseldorf belediyesi önünde sonlandırıldı. Yürüyüşe Adkh, Courage, Yeni Kadın, SKB, Rebell, Antifa, Feminist hareket katıldı.

FRANKFURT/Frakfurt’ta Kadınlar 8 Mart ve Efrin için alanlardaydı!
Frankfurt’ta kadın hareketleri 8 Mart vesilesiyle kadının rengini,isyanını ve direnişini alanlara taşıdılar.
Birinci eylem; 8 Mart günü aralarında  ADKH’nin de bulunduğu  çok sayıda çeşitli ulus ve milliyetlerden devrimci,demokrat,sosyalist ve feminist kadın örgütlerinin ortak çağrısıyla kadınlar Frankfurt şehir merkezinde toplandılar. Kadına yönelik her türlü  eşitsizlik,baskı ve şiddetin   kadının rengi ve isyanıyla eyleme döken kadınlar burada  miting şeklinde eylemi sürdürdü. Kadın örgütleri yaptıkları konuşmalar ve açıklamalarla 8 Mart’ın tarihsel  gerçekliğine vurgular yaparken, güncel olarak dünyanın her yerinde kadına yönelik  erkek egemen sistem tarafında uygulanan her türlü şiddet  ve eşitsizlikler teşhir edildi. Müzik dinletisinin ardından DGB Hausa kadar yüründü. Burada eylem salon etkinliğiyle son buldu.
İkinci eylem; Efrîn için  Amara Kadın Hareketinin çağrısıyla Frankfurt merkezi tren garında bir araya geldi kadınlar. ADKH’nın pankart ve bayraklarıyla  katıldığı eylem şehir merkezine  doğru davul-zurna  ve zılgıt eşliğinde  coşkulu bir şekilde  yürüyüşe geçildi. Yol boyunca Efrîn halkıyla dayanışma mesajlarının paylaşıldığı eylem, çevredekilerin ilgisini çekti.  Şehir merkezine  vardıktan sonra eylem burada miting şeklinde devam etti. Daha sonra  davul zurna eşliğinde halaylar çekildikten sonra eylem sona erdi.

Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Yaşasın Kadınların Dayanışması  ve Mücadelesi

Share

Viyana’da 8 Mart kutlaması

Viyana’da yüzlerce kadın 8 Mart’ı kutlamak için alanlara çıktı.

Avusturya’nın başkenti Viyana’da bir araya gelen yüzlerce kadın 8 Mart’ı kutladı. Westbahnhof’da toplanan kadınlar burada yapılan konuşmaların ardından saat 17.00’de yürüyüşe geçti.

Sloganlar eşliğinde yapılan yürüyüş Museumsquartier’da son buldu. Burada yapılan mücadele vurgusunun ardından etkinlik sonlandırıldı.

Share

İnnsbrcuk’ta 8 Mart kutlaması

Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde dünyanın farklı noktalarında kadınlar sokağa çıktılar.

Avusturya’nın İnnsbrcuk kentinde de yüzlerce kadın, 8 Mart için sokağa çıktı.

Tirol Kadın Ağı çağrısıyla kadınlar Annäseule Meydanı’nda bir araya geldi. Saat 16.30’da başlayan yürüyüşün ardından konuşmalar gerçekleştirildi.

8 Mart eylemi saat 18.00’de sona erdi.

Gazete Patika

Share

Devrim kızılında ilklerin adı: Aleksandra Kollontai

Sovyet devriminin “az” bilinen kadın önderlerinden biri olan Aleksandra Kollontai’nin yaşamını yitirmesinin üzerinden 66 yıl geçti. Aile kurumu, evlilik, aşk, kadın sorunu vb. konulara dair bakış açısı ve erkeklerle olan ilişkileri dönemin Sovyet liderleri tarafından “aşırı” bulunan Alexandra, asıl mücadeleyi devrimden sonra ikinci ve en yakıcı sorun olan kadın devrimine direnç gösterenlere karşı verdi.

Alexsandra Kollontai…İlk Bolşevik halk komiseri (bakan),dünyadaki ilk kadın elçi, cinsel özgürleşmeyle ilgili görüşlerini partisine rağmen çekinmeden savunan kadın. Devrimci, propagandacı, feminist, edebiyatçı, muhalif bir kadın. “Bir Çok Hayat Yaşadım” diye tanımladığı yaşama 31 Mart 1872’de açtığı gözlerini 9 Mart 1952’de kapamasının üzerinden tam 66 yıl geçti.

Sovyet devriminin “az” bilinen kadın önderlerinden biri olan Aleksandra Mihayilovna Kollontai, kent soylu bir ailenin çocuğu olarak; 31 Mart 1872’de St. Petersburg’da dünyaya geldi. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde sınıfının beklentileri yerine siyaset ve yaşam üzerine okumalar yapmaya başladı. İlk gençlik yıllarında Marx ve Engels üzerine çalıştı. 20 yaşında evlendi. Kısa bir süre sonra, “Berbat bir tutsaklık” dediği evlilikten kaçarak Zürih’e gitti ve burada ekonomi okudu. Çarlık Rusya’sında kadınların yüksek öğrenim görmesine izin verilmiyordu ve o da aynı çağda yaşamış bir çok kadın gibi İsviçre’ye gitti.

Hayatının en mutlu anı…

Üniversitede Aleksandra’nın fikirlerinden en çok etkilendiği kişi Alman Komünist Partisi kurucularından sosyalist kadın önderlerden Rosa Luxemburg oldu. Bolşevik Devrimi’nin başlangıcından hemen önce Rusya’ya geri dönerek, bir tekstil fabrikasında çalışmaya başladı. İşçi kadınlar üzerine yazılar yazdı ve 17 Ekim Devrimi’nin ünlü propagandacılarındandı. Pek çok kaynakta inanç ve tutkulu kadın olarak yer alan Aleksandra için “devrim tutku ile gerçekleşebilirdi” ve bu nedenle “hayatının en mutlu anı ne?” diye sorulduğunda tereddütsüz şu cevabı vermişti:

“Ve hayatımda en büyük ve en anlamlı anın hangisi olduğu sorulsa bana, hiç düşünmeden cevaplayabilirim: Sovyet iktidarının ilan edildiği an.”

Sovyetler Birliği’nin ilk kadın bakanı

Devrimin hemen ardından Sovyetler Birliği’nin ilk kadın bakanı Aleksandra seçildi, Bolşevik hükümetinde, Rusya’nın Sovyetler’in ve dahası dünyanın bilinen ilk ve tek kadın bakanıydı. Bakan olduğu dönemde “devrimi bir yapalım kadın özgürlüğü sonra gelir” diyenlerin kadın özgürlüğü konusunda ayak dirediğine tanıklık etti ve en büyük çalışmasını bu alanda yürüttü. “Evlilik köleleştiricidir” diyerek “Özgür aşk” kampanyasını başlatan Aleksandra’nın bu kampanyası aynı zamanda birlikte devrim yaptığı erkek yoldaşlarının değişime direnmesine karşı bir eleştiriydi.

Aynı zamanda edebiyat alanında da çalışmalarını yürüten Aleksandra’nın eleştirisi sadece siyasette değil edebiyatta da sürdü ve Kızıl Aşk adlı romanın baş kadın kahramanı Vasilisa, devrim sonrası sosyalizmi inşa ederken, eski toplumun tüm alışkanlıklarının nasıl da su yüzüne çıktığını, eski ve yeni değerlerin çatışmasını tüm açıklığıyla işledi.

“Bir Çok Hayat Yaşadım” isimli biyografisini anlatan kitapta ise şöyle özetliyordu kişisel tarihini:

“Aslında yalnızca bir tek hayat değil, birçok hayat yaşadım, hayat kesitlerim birbirinden o kadar ayrıydı. Kolay bir hayatım olmadı. İsveçlilerin deyimiyle ‘gül bahçesinde’ değildim. Yaşamadığım bir şey kalmadı: başarılar, korkunç derecede çok çalışma, takdir, kitlelerce sevilme, izlenmeler, nefret, cezaevleri, başarısızlıklar ve temel düşüncemde (kadın sorunu ve evlilik sorunu üzerine) yeterli anlayışı görememem, yoldaşlarla acı farklılıklar, düşünce ayrılıkları, ama aynı zamanda Parti’de (Lenin’in yönetimi altında) uzun yıllar beraber ve uyumlu çalışma. Çevremde her zaman çok arkadaşım vardı. Fakat bir sürü nefret, çekememezlik ve kıskançlık da oldu. Büyük aşkı, ama öte yandan kıskançlığın acı tadını da yaşadım… Her zaman ‘yaşamayı’ bildim ve bugün hâlâ bu yeteneğe sahibim.”

Asıl mücadelesi ‘devrimle’ başladı

Aile kurumu, evlilik, aşk, kadın sorunu vb. konulara dair bakış açısı ve erkeklerle olan ilişkilerinde son derece rahatlığı dönemin Sovyet liderleri tarafından “hoş” karşılanmadı ve “aşırı” bulundu. Yeni ya da eski kadını sistemin yedeğine alan ve gelenekleri besleyip sadece revize eden tutumlar devam etmekteydi ve devrimi hayatın her alanında savunan Aleksandra için bunlar kabul edilemezdi. O’nun mücadelesi devrimle bitmedi. Devrimden sonra asıl mücadelesi “devrime” sadece sınıfsal bakan ve cinsiyet devrimini düşünmeyenler karşıydı.

‘En eski devrim en eski sömürgenin yaratacağı devrimdir’

Aleksandra’ya göre asıl devrim; “En eski sömürgenin başkaldırısının yaratacağı devrimdir”. Bu nedenle eserlerinde hep, annelik rolünün kadınların üzerine bir elbise gibi giydirilmesine karşı çıkar ve kadınlar, çocukları olduğu için mutsuz değil, mutlu ve özgür olsun ister.

Özgür Bir Kadının Biyografisi isimli kitapta hemcinslerine şu kadınlık deneyiminden bahseder:

“Kadına karşı ezeli önyargıları ortadan kaldırma gücünü gösteren yalnızca canlı, devrimci rüzgârlardır ve ancak yeni insanlık, üretken-emekçi halk, yeni bir toplum kurarak kadının tümüyle eşit haklara ve özgürlüğüne kavuşmasına sağlamayı başarabilecektir… Hangi görevi yürütürsem yürüteyim, emekçi kadını tümüyle özgürlüğüne kavuşturma ve yeni bir cinsel ahlak için temel oluşturma amacının her zaman etkinliğimin, yaşamımın en yüce amacı olacağının kesinlikle bilincindeyim…”

Sovyetleri temsil eden ilk büyükelçi

“Aşırı” bulunan cinsiyet devrimi düşüncesi, eserleri ve eylemleri nedeniyle Stalin tarafından Sovyetler’den uzaklaştırılmak istendiği rivayet edilir. İlk kadın bakan olduktan bir süre sonra Aleksandra bir ilkin daha adı oldu ve Sovyetler Birliği’ni temsil eden büyükelçi olarak atandı. 1926’da Meksika’da 1927’den 1930’a kadar Norveç’te ve 1930’dan 1945’e kadar büyük elçilik görevleri üstlendi. 1933’te kadınlar arasındaki çalışmaları için Lenin Nişanı ile 1942 ve 1945 yıllarında da diplomatik çalışmaları için İşçi Sınıfı Kızıl Sancağı ödülleri aldı. 1945 yılından sonra SSCB Dışişleri Bakanlığı danışmanlığı görevinde birçok eser yazdı.

Geçirdiği kalp krizi nedeniyle felç kalan Aleksandra, 1952 yılında Moskova’da yaşamını yitirdi.

*Bu yazı ilk olarak Gazete Karınca’da yayınlanmıştır.

Gazete Patika

Share

Feminist Gece Yürüyüşü’ne binlerce kadın katıldı

Mart’ta 16. Feminist Gece Yürüyüşü’nde binlerce kadın İstiklal Caddesi’nde yürüdü. Fransız Kültür Merkezi önünden saat 19.30’da başlayan yürüyüş Tünel Meydanı’na kadar devam etti.

Binlerce kadının çoşkuyla katıldığı yürüyüşte ataerkil sistemin kadınlar üzerinde artan şiddetine karşı tepki gösterildi. Özellikle son zamanlarda yaşanan cinsel saldırı ve çocuk istismarlarına karşı slogan atan kadınlar trans tutsak Diren Coşkun ile de dayanışmayı büyütmeye çağırdılar.

Tünel Meydanı’nda sonlanan yürüyüşün ardından basın açıklaması okundu. Basın açıklamasını İrem Gerkuş okudu. Kadınların mücadelesinin yüzyılı aşkın süredir devam ettiğini belirten Gerkuş, “Bugün biz binlerce kadın burada, milyonlarca kadın dünyanın her yerinde duruyoruz. Görüyoruz ki karşımızda kadın düşmanlığının, ırkçılığın, faşizmin çırpınışları var. Her gün emeğimizi, cinselliğimizi, bedenimizi sömürmenin yollarını; bize tüm dünyanın bakım emeğini yıkarak, doğurganlığımızı kontrol altına almaya çalışarak, bizi maddi ve manevi eşitsiz koşullara mahkum ederek, cinsel yönelim tek, cinsiyet kimliği ikiden ibaretmiş gibi yaparak, “hiza”ya getirmek için şiddete maruz bırakarak, çocukları taciz ederek, hayatlarımızı erkek egemen ve dini kurumlara teslim ederek, sınırları kendi çizip ihlalinin ne zaman meşru olduğunu kendi belirleyerek, iktidarını kuramadığında silahına davranarak arayan bir düzen var.” ifadelerini kullandı.

Basın açıklamasından sonra sonlanan yürüyüşün ardından kadınlar halaylar çekip şarkılar söyledikten sonra alandan ayrıldılar.

Gazete Patika

Share

Femen kurucusu: Erkekler değişirse dünya değişir demek doğru değil

Zana Ramadani, Almanya Femen’in kurucusu. ‘Seksizim, Erkekler, Güç ve Kadınlar Hakkında’ adını taşıyan ikinci kitabını çıkaran Ramadani ile Femen’i ve kadın mücadelesini konuştuk.

Ayşegül KARAKÜLHANCI 

ARTI GERÇEK- Zana Ramadani, Müslüman bir ailenin kızı olarak Makedonya’da dünyaya geldi. Ailesi o henüz 7 yaşındayken ’90’lardaki Balkanlar savaşı sırasında Almanya’ya göç etti. Ramadani şimdilerde 34 yaşında ve neredeyse tüm yaşamı kadın hakları için mücadele ile geçmiş. Almanya Femen’in kurucusu olan Ramadani, bu grubun eylemleriyle tanındı. “Top Model Almanya” adlı TV şovunu basarak programı protesto etmesiyle de hatırlanan Ramadani aynı zamanda bir yazar. “Örtülü Tehlike: Müslüman Annelerin Gücü ve Almanların Hoşgörü Takıntısı” adlı kitabı 14 hafta boyunca Der Spiegel’in en çok satanlar listesinde yer aldı. Ramadani’nin “Seksizim, Erkekler, Güç ve Kadınlar Hakkında” adını taşıyan ikinci kitabı ise geçtiğimiz hafta yayınlandı. Politik çalışmalarının yanı sıra avukatlık yapan ve bir çocuk annesi olan Ramadani ile 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü öncesi kadın haklarını, batı ve doğu toplumunda kadının yerini, özgürlük mücadelesini, Femen’i, #MeToo hareketini ve kitaplarını konuştuk.

– Geçen hafta yayınlanan kitabınız Almanya eski Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’un sizi taciz ettiği tartışmalarına neden oldu. Konunun aslı nedir?

#MeToo, seksizm kampanyaları, gündelik hayatta seksizm, erkek iktidarı ve kadın konularını içeren yeni bir kitap yazdım. Kitapta Cumhurbaşkanı Gauck’la ilgili yaşadıklarıma yer verdim. Gauck’la yaşadıklarımı neyin seksüel şiddet, neyin seksüel şiddet olmadığını anlatmak için örnek vermiştim. Bellevue Sarayı’nda bir organizasyona katılmıştım. Joachim Gauck, bana eski Femen aktivisti olmam nedeniyle orada soyunup soyunmayacağımı sormuştu. Ben de ‘Hayır bugün değil’ dedim. ‘Hem sırtı fermuarlı bir elbiseyle zor olurdu deyince, o da bana yardımcı olabileceğini söylemişti. Sonra bir fotoğraf çektirme esnasında elini kalçama koydu. Hoş olmayan bir biçimde bana dokunulmuştu ama bunu önemsemedim. Kaygılarımı bir kenara bıraktım, gülümsedim. Kitapta bu yaşadıklarımı anlattım.

– Peki, bunu neden şimdi anlattınız? Dikkatleri kitaba ilgi çekmek için mi yoksa başka bir nedeni var mı?

Hayır, ilgi çekmek için anlatmadım. Cinsel şiddetin farklı dereceleri, basamakları vardır. Buna örnek vermek içindi. Çünkü bu olayda pozisyonu, iktidarı, gücü olan biri vardı. Ama yaşadıklarım direkt bir taciz değildi, buna örnekti. Şöyle ki: Erkekler, özellikle de yaşlı erkekler yanlış veya nahoş komplimanlar yapabiliyorlar. Bu hemen cinsel şiddet olarak algılanmamalı. Kadınlar bu tür yanlış komplimanlarla karşılaştıklarında hemen panik olmamalılar. Bu aptalca komplimanlarla nasıl başa çıkabileceklerini anlatmak istedim.

Almanya veya batı dünyasında yanlış komplimanla tecavüz veya cinsel şiddet neredeyse aynı kefeye konuyor. Bu kadar kaba yaklaşmak konuya doğru değil. Doğal seksizm diye bir şey var. Bu kadın-erkek arasındaki iletişim için gerekli olan biçim. Ancak bunu istemeyen biri ‘Hayır ben bu yaklaşımı istemiyorum’ dediğinde bu net bir ifadedir ve bu o kişinin sınır koyduğunu gösterir. Eğer bu sınır ihlal edilirse işte bu seksizmin bir sonraki aşamasıdır. Artık bu noktadan itibaren tolere edilememesi gerekir. Doğal seksizmde en önemli şey net biçimde ‘Hayır’ dendiğinde o andan itibaren durulması zorunluluğudur.

– Gauck’ın sizi taciz ettiği ve sizin de bunu seksist bulmadığınız haberi doğru değil mi?

Benimle röportaj yapan ve Gauck’la ilgili konuyu gündeme getiren gazeteci benden bu konuyla ilgili skandal bir şey duyacağını zannetti sanırım. Ben ona istediği sansasyonel haberi vermeyince, kitabımdaki ifadeyi alıp ondan da skandal yarattı, bu şekilde de yayıldı. Ben haberde yazdığı gibi asla bu olayın seksizm olmadığını söylemedim tam tersine bunun seksizim olduğunu ve önemli bir örnek olduğunu düşündüğüm için kitaba aldım. Fakat burada bir ayrım yaptım: Bunun bir şiddet barındırmadığını, doğal seksizim içinde gördüğümü ifade ettim.

– Sizin yaklaşımınız feminist çevrelerce eleştirilmeye açık bir tutum değil mi? Ne, ne zaman cinsel taciz, ne zaman değil bu sınır çok net değil mi?

Prensipte bu sınır çok net: Fiili bir tacizde kişinin ‘Hayır’ demesi sınırdır. “Ben senden kompliman istemiyorum, benim bir yüzüm var. Göğüslerime bakma.” Bunlar bizlerin her gün muhatap olduğu günlük seksizmin sıradan hali. Bazı kadınlar da erkeklere günlük seksizim uyguluyor. Mesela kadınlar içinde erkekler güçlü olmalı, ailesine bakmalı, kariyer yapmış olmalı, iyi görünmeli vs. diyerek onları kalıplara sokuyor. Bizlerin hepimizin kafasında basmakalıp düşünceler var. Elbette nasıl ki her erkek tacizci değilse her kadın da böyle düşünmüyor. Ama böyle kalıplar içinde düşünenler de var. Ama bununla insan yaşabiliyor ya da yaşamak zorunda. Tüm bunlar doğal seksizmin sınırları içerisinde demek istiyorum.

– Bu görüşleriniz ‘erkekleri savunan’ bir bakış açısı şeklinde anlaşılma tehlikesi barındırmıyor mu? 

Hayır, ben sadece kadınların günlük konular içinde boğulup, oraya takılıp kalmalarını istemiyorum. Kendi çalışmalarımda erkeklerin de kendilerini değiştirmeleri gerektiğini ifade ediyorum. Fakat benim her zaman üzerinde durduğum nokta şu: Ancak güçlü kadın dünyayı değiştirebilir. Eğer biz kadınlar günlük olarak yaptıklarımızla ataerkil sistemi desteklemesek, taleplerimizle, giyimimizle, görünüşümüzle, çocuk yetiştirmemizle vs. -bunların hepsi birbirine bağlı- bunları fark edip değiştirirsek birçok şey kendiliğinden mecburen değişecek. Ben sürekli şikâyet edip erkeklerin değişmesini savunmaktansa kendimizde de değişecek ne varsa değiştirmekten yanayım. Bizler düşüncelerimizi özgürleştirirsek, günlük hayatımızı rahatlatırsak birçok şeyi değiştirebiliriz. Biliyorum birçok feminist ‘erkekler değişirse dünya değişir’i duymak istiyor. Ama bu gerçekçi değil, hepimiz kendimizi değiştirmeliyiz.

– ‘Örtülü Tehlike. Müslüman Annelerin Gücü ve Almanların Hoşgörü Takıntısı’ (Die verschleierte Gefahr. Die Macht der muslimischen Mütter und der Toleranzwahn der Deutschen), adlı kitabınızda Müslüman anneleri çocuklarını ayrımcı yetiştirdikleri için eleştiriyorsunuz. Sizce kadınlar erkek çocuklarını bilinçli mi ‘prens’ gibi yetiştiriyor. Ya da bin yıllardır yerleşmiş gelenek kadınların düşünme yetisini bloke etmiş olabilir mi? Farkında bile olmadıkları bir durumu nasıl değiştirebilirler?

Burada batının kullandığı değerleri kullanabiliriz. ‘Herkes eşittir’i içselleştirmeleri yeterli olacaktır. Bunu içselleştirince çocukları da öyle yetiştirecekler. Burada önemli olan problemin nerede olduğunu saptamak ve kendilerini nasıl özgürleştirebileceklerinin yolunu bulmaktır. Ben özellikle İslam geleneğinde yetişmiş kadınlara kendilerinin değerli olduğunu anlatmak istiyorum. Eski kuşağa bunu anlatıp onların kemikleşmiş düşüncelerini değiştirmek çok zor. Bu nedenle ben katıldığım toplantılarda özellikle genç kızlarla, genç kadınlarla bu konuları konuşuyorum. Benim hedefimde genç nesil kadınlar var. Onlara erkekler kadar önemli ve değerli olduklarını anlatmaya çalışıyorum. Çocukları yetiştirmede temel hak kadınlarda olduğu için özellikle de Batı dünyasındaki kadınların elinde büyük bir güç var. Kim çocukları yetiştirebiliyorsa o büyük bir güce sahiptir.

– Prensipte ataerkil sistemin insanların düşünce ve yaşamları üzerinde yarattığı tahribat aynıdır. Batı dünyasında da kadınların sorunları bitmiş değil. Avrupa’da, ABD’de de kadınlar ev içi şiddete maruz kalıyor, eşit ücretlendirilmiyor, mobinge maruz kalıyor, taciz, istismar vs. var. Bunu #MeToo hareketiyle daha net gördük. Ünlü ve de görece güçlü olabilecek kadınlar Hollywood’da, AB Parlamentosu’nda, İngiltere Parlamentosu’nda vb. maruz kaldıkları taciz ve mobing karşısında susmuşlar. İslam ülkelerindeki kadınların susmak zorunda kalmasıyla Batı ülkelerindeki kadınların susması arasında bir fark var mı?

Kadınların susması temelde aynı ama iki dünya arasında yapısal olarak farklılar var. Ancak kimsenin görmek istemediği büyük fark şu: Türkiye, Makedonya veya birçok ülkede tıpkı Almanya’da olduğu gibi kâğıt üzerinde kadınların hakları yasalarla koruma altına alınmış. Ancak Müslüman ülkelerden farkı Almanya’da kadınları koruyan çok sayıda oluşum var. Kadınlar bu haklarını kullanabiliyor. Avukat parası veya dava açma parası yoksa devlet karşılıyor. Kadınları şiddetten korumak için çok sayıda kadın sığınma evleri var, kadın hakları için ve ayrımcılığa karşı mücadele eden çok sayıda güçlü kurum, organizasyon var. Bunun yanı sıra Almanya yasalarınca ayrımcılığa karşı insanlar gerçekten en iyi şekilde koruma altına alınmıştır. Paranın olup olmaması burada rol oynamıyor. Parası yoksa bile bir kadın kendi hakkını aramak için dava açabilir, bu hak burada koruma altında ve işliyor. AB ülkelerinde ve Almanya’da kadınların ellerindeki bu tarzda imkânların çoğu başka ülkelerde yok. Bu nedenle batıda feministlerin kadınları kurban rolüne sokmalarına karşıyım, burada ulaştığımız birçok yerden farklı olarak güçlü olanak ve yasalarımız var. Bunlar Türkiye, Makedonya veya diğer ülkelerdeki kadınların durumu ile aradaki ciddi farktır. Kadın haklarının iyi korunmadığı ülkelerde kadınların bu ayrımcılığı kabul etmelerini görece kabul edebilirim çünkü o ülkelerde gerçekten hakkına sahip çıkmak çok zor ama batı toplumunda bunu kabul edemem.

– Siz bu bağlamda büyük bir dalga yaratan #MeeToo hareketini de eleştiriyorsunuz.

Hollywood’da yaşanılan mesele de bence böyle. Birkaç kadın iyi roller önlerine gelsin diye yapımcının etrafında dolaşmış ve tecavüzü görmezden gelmiş. Aslınsa herkes biliyormuş tecavüzü ancak yokmuş gibi davranmışlar. Asıl bu tutum gücü olan adamların işi buraya vardırmasına izin veriyor, onları ne yapacağız! Şimdi de ortaya dökülüp ‘ama bilmiyorduk böyle olduğunu’ diyorlar. Herkes biliyor! Hepimiz hem kadınların hem erkeklerin bu sistemde mesleklerini yapabilmek için neleri göze alabileceğinin farkındayız. Olan olmuş ama biliyorum ki isteyen herkes yanlışa dur diyebilir, bir şeyler yapabilir.

– Sizin ‘dur’ deme biçiminiz nedir?

Benim için yeni kuşak çok önemli. Yeni kuşak yetişkin bir kadının bilmesi gereken en önemli şey, “Bu dünyada hiçbir erkek, hiçbir iş ve para benim bir erkek tarafından aşağılanmama izin vermem için değerli değildir!” Bizler kızlarımızı da bu bilinçle yetiştirmeliyiz. Bu bilinçle yetişen kadın güçlü olur. Güç ve iktidar tarzında yaşanılan taciz ve ayrımcılıkta çok büyük oranda azalır belki de yok olur. Ama ne yazık ki bu şekilde yetişmiyorlar. Almanya’da ‘Germanys next Supermodel’ (Top Model Almanya) gibi yarışmalarla büyüyorlar. Madalyonun bir tarafında kızlara güzel olmak, seksi görünmek empoze ediliyor diğer tarafında da İslam ülkelerindeki gibi onurlu, mukaddes, iyi kadın olmak için başörtü takmaları dayatılıyor. Prensipte aynı değerlerle (gerçek ve iyi kadın olmak anlamında) sadece farklı tahayyüllerle yetiştiriliyorlar.

– “Başörtüsü özgür toplumun kefenidir” diyorsunuz. Bunu açıklar mısınız? 

Benim için başörtüsü kadınının kadınlığını da örtüyor. Onu kadın kimliğinden koparıyor, kadının kadın olmasını elinden alıyor. Bir toplum kadının kadın kimliğini elinden almayı normal ve doğru olarak kabul ediyor, kadınların kendilerini gizlemesini özgürlük olarak yorumluyorsa burada bir yanlış var demektir. Bu nedenle başörtüsünü bu şekilde tanımladım. Benim için feminizm, bir insanın cinsiyeti ve cinselliğinin onun insan kimliğinin arkasında kalması demektir. Bizler İslam toplumlarında kadına yapılanları kabul etmiyoruz ama ‘Başörtüsü özgürce bir seçim ve kişisel bir karardır’ diyoruz bu yanlış. İnsanları cinsiyete bölmek feminizme aykırıdır. Tersine başörtüsü bir insanın cinsiyetini, cinselliğini ve dinini işaret eder. Başörtüsü diğer taraftan da günlük hayatta bazı değerlerin propagandasını yapan bir araçtır. Feminist ve hümanist biri olarak bunu kabul edemem.

– Türkiye’de kadınların yaşadıkları sorunları takip ediyor musunuz? Dayanıştığınız kurumlar var mı?

Elbette, kadınların uğradığı yoğun şiddetten haberim var. ‘Tere De Femmes’ organizasyonumuzla Türkiye’den dayanıştığımız kurumlar da var. YAKA-KOOP’un Van’da yaptığı, ‘Namus Adına Şiddetten Koruma’ (Schutz vor Gewalt im Namen der Ehre) adlı projeyi 2014’ten beri destekliyoruz.

– O zaman Türkiye’de özellikle son zamanlarda çocukların uğradığı cinsel istismardan da haberiniz vardır. Neden sizce İslam ülkelerinde her konuya seks merkez alınarak yaklaşılıyor?

Çünkü İslam toplumlarında küçük yaştan itibaren erkeklere bu vaaz ediliyor. Bu nedenle de bu toplum çok cinsellik merkezli ve cinsiyetçi ama bir taraftan da neredeyse her bireyin seksüel hayatı baskı altında. Elbette her insanın doğal olarak cinsellik dürtüleri var. Günümüzde hemen herkesin elinde internet var, hemen herkes porno bakıyor ve hemen herkesin konuyla ilgili bir tasavvuru var. Özellikle bu tür toplumlarda baskıladıkları cinsel dürtülerini en kolay şekilde küçük kız çocuklarına veya erkek çocuklarına yönlendiriyorlar.

– İslam kültürünü medyada sert şekilde eleştiren bir insansınız. Özellikle de Müslüman bir aileden gelen biri olarak Almanya’da bunu yapıyorsunuz. Bu nedenle radikal İslamcılardan tehdit alıyor musunuz veya aldınız mı?

İlk kez kamuya açık konuşmaya başladığımda ‘İslam’ kelimesini ağzıma alır almaz akabinde tehdit aldım. O günden beri, tecavüz ve ölüm tehditleri alıyorum. Tabi herhangi bir tartışma ve eleştiri yok sadece tehdit ve küfür var. Hamile olduğumu öğrendiklerinde çocuğumu bile öldürmekle tehdit ettiler. Koruma altındayım adresimi kimse bulamaz. Herhangi bir yere davetliysem polis koruması mutlaka oluyor. Ben bu konuyla mücadele etmeye devam edeceğim. Artık benimle ilgili bir mesele de değil, artık kızımın kuşağı için mücadele ediyorum. Benim için yeni yetişen nesil önemli. Onlar için yazmaya ve konuşmaya devam edeceğim. Kendim ve kızım için başka birinin mücadele etmesini bekleyemem. Mücadele etmek için bir şeyleri riske etmeye de hazır olmak gerekiyor.

– Siz aynı zamanda Almanya’da Femen’in kurucususunuz. Neden Femen içinde mücadele etmeyi tercih ettiniz?

Uzun yıllardır politik hayatta aktifim fakat bu bana yetmiyordu. Sadece farklı bir şey yapmak istedim. Almanya’da politika gerçekten çok yorucu ve hızlı ilerleyemiyorsunuz kimi konularda. El ilanı yazmak, onları dağıtmak vs. çok yorucuydu. Ben bu tür şeylerden sonuç almayı beklemek için fazla sabırsız biriyim. Femen’i de feminist ağından Ukrayna’dan tanıyordum, fikri iyi buldum. Desteklenmesi gerektiğini düşündüm. Almanya’da da çok eski bir kadın hareketi var. Ve bu hareket içerisinde yer alan, kendinden emin, çıplak vücuduyla ortaya çıkmaktan çekinmeyecek çok güçlü kadınlar vardır diye düşünmüştüm. Hatta bu kadınlardan fazlaca vardır sanıyordum. Bunları harekete geçirmek istemiştim. Aslında o zamanlar iyi kazanıyordum sadece finanse ederim diye düşünmüştüm. Bir de fark ettim ki bu hareket Almanya’da hiç yokmuş. Bende var olan güçlü, kendi vücutlarıyla barışık ve doğal çıplaklıktan çekinmeyecek batılı kadın imajı yıkıldı. Kendi kendime bu tasavvuru edindim kendi kendime de yıktım. Kendim denemek zorundayım dedim. Benim için kendi kendimi yenme tecrübesi oldu. Çıplak olmak, çıplak dolaşmak, çıplak protesto etmek kolay bir şey değildi ama kendimi çok güçlü ve de özgür hissettim. Fark ettim ki bir dakika süren çıplak bir protesto sonucunda çok uzun soluklu tartışmalara sebep olabiliyorsunuz. Bir aktivistin görevi de budur zaten, bir konuyu tartışmaya açabilmek. Elbette bu aksiyonlarla dünyayı değiştiremezsiniz ama bir konuya dikkat çekebilirsiniz, çokta işe yaradı. Benim için Femen, sadece yeni bir politik ifadeydi, politikayı yenilemekti ve kendimi burada geliştirdim. Politika yapmanın yeni yolu da kitap yazmak, bunu yapıyorum. Workshoplar düzenliyorum. Benim en üstteki hedefim hümanizm. Kadınların özgürlüğü ve hakları için her türlü problemle tek tek ilgileniyorum.

– Herhangi bir partiye aktif olarak üye misiniz?

Ben eskiden beri Hristiyan Demokratlar Birliği (CDU) üyesiyim. CDU’nun Kadınlar Biriliği’nde aktifim. Parti içinde farklı politik zeminlerde ve komisyonlarda görev alıyorum. Almanca konuşulan tüm ülkelerde çalışma yürütüyorum.

– Neden CDU’dasınız?

Küçük bir yerde, gerçekten ‘iyi’ Hıristiyanların arasında büyüdüm. Onlar bana hep Hıristiyanlıkta insanın anlamı nedir bunu anlattılar. Bu da İsa’nın öğretisiydi ve bu öğreti de saf hümanizm: Önyargısız biçimde insanların kökenine, cinsiyetine bakmaksızın eşit olduğunu kabul etmek. Bu nedenle de CDU’da yer almak benim için çok değişik bir adım değildi. Elbette CDU’nun içinde de her şey mükemmel değil veya bu öğreti ile iş yapılmıyor. Burada da birçok şeyle aktif mücadele ediyorum. 13 yıldır hayvan haklarında da aktifim, veganım. Bazı durumlarda Yeşiller bana daha yakın veya sosyal eşitlik konusunda Sol Parti’ye daha yakınım mesela. Ancak dediğim gibi Hıristiyanlıktaki hümanizm nedeniyle buradayım.

– İnançlı biri misiniz?

Ben Müslüman bir ailede doğdum, Hıristiyan köyünde büyüdüm ama inançlı biri değilim. Ama belki kültürel olarak Müslümanlıktan çok Hıristiyanlığa yakınım. Çünkü onlar bana arka planını sorgulamayı, sormayı öğrettiler. Ben kendimi hiçbir zaman bir din içinde tanımlamadım, dini tarih olarak görüyorum. Bence insanın insan kimliği herhangi bir dini kimlikten çok daha değerli olmalıdır.

artigercek.com

Share

‘Her konuda erkeklerden alacaklıyız, sinemada da’

 


ARTI GERÇEK- “16. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali” bu yıl 10 Mart-10 Mayıs tarihleri arasında yapılacak. Festivalde paneller, forum, atölye ve söyleşilerle dopdolu bir program var. Ayrıca “Görüntü üreticisi” Hollandalı sanatçı Fiona Tan’ın kişisel ve politik belleğe görüntüler kaydeden 4 filmi de festival kapsamında yer alıyor. İstanbul’un ardından festival filmleri Trabzon, İzmir, Antalya, Bodrum, Mersin, Adana ve Diyarbakır’da da kadınlarla buluşacak. Festival koordinatörlerinden ve Filmmor Kadın Filmleri Festivali kurucularından Melek Özman’la hem festivali hem feminist sinemayı hem de kadınların yaşadıkları güncel gelişmeleri konuştuk.

– Bu yıl festival programı nasıl? Hangi ülkelerden filmler izleyecek festival seyircisi?
Festival kapsamında 48 film gösterilecek. Bu yılki filmler arasında kurmaca filmler daha fazla. Bu sene 30 ülkeden film var. ‘Komşu Komşunun Filmine Muhtaç’ diye bir bölümümüz var. Coğrafya komşuluğunu düşünerek yaptık bu bölümü, bu nedenle de Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan filmler yoğunlukta. Tunus, İran, Afganistan, Suudi Arabistan gibi ülkelerden fimler mevcut. Galiba bu yıl en çok İran ve Fransa’dan film var.

– Kadın filmleri festivalleri kadınları sinema alanında görünür kıldı mı?
Bu önemli bir soru. Bir alanın kadınlaşması gibi bir algı söz konusudur ya biz bunu istemiyoruz. Kadınlar sinemanın ilk yıllarından itibaren bu dalın içindeler. Ama sektör sinemanın güçlü ve etkileyici bir alan olduğunu farkedince kadınları dışarı atmaya çalıştı. Yoksa kadınlar her dönem sinema yaptılar. 70’lerdeki feminist dalga bu ayrımcılığı fark ederek kadın filmleri festivalleri, kadın dağıtım ağları yapınca böyle bir gelenek başladı. Biz de bu geleneği devam ettiriyoruz. Bu festivalin adını kadınlar koydular. Kadın filmleri festivali, kadın yönetmen, kadınlar vardır dememizdeki amaç bir görünürlülük yaratmaktı. Ama bu yıllar içinde erkek yönetmen demediğimiz için müstehzi bir kadın filmi ifadesi halini aldı. Asli olanı onlara bırakmışız biz de kadın filmleri yaparak bir gettoyu kabul etmişiz gibi oldu. Cannes veya Berlin gibi büyük film festivallerinde artık kadın yönetmenler yarışmamaya başladı. Paranın pulun, gücün çok olduğu ve paylaşıldığı, spotların yandığı bu alanlarda erkekler, kadınların film festivalleri var, onlar oradalar, bu alanda bize kaldı gibi bir rahatlıkla kadınları yok saymaya başladılar.

Bu durum kadınlar tarafından tespit edildi. Kadın filmleri festival ağının toplantılarında konuşuldu ve buna karşı mücadele gündemdeydi. Bizler de kadın filmleri festivalleri bizim gettomuz değil, bunu kabul etmiyoruz, her alanda her yerde var olacağız dedik. Kadın filmleri festivalleri bizim güçlendiğimiz, dayanıştığımız alanlar ama biz her yerde varız.

Böyle bir gündemin sonunda dünyada kadın sinemacılar örgütelenmeye başladılar ve bütün bir ayrımcılığın adını koydular. #MeToo, TimesUp gibi kampanyalara kadar vardı. Bu sektörde bir araya gelerek, dayanaşarak, sorunları tespit ederek başladı ve sonra artık herşeyi dillendirmeye sıra geldi.

– Kadın filmlerinde sanki hep ortak bir konu veya mesaj varmış gibi bir algı var. Bu doğru bir algı mı? Kadınlar her alandan her konudan filmler yapmıyorlar mı?
Maalesef öyle bir düşünce var: Kadın yönetmenlerin yaptığı kadınlara ait konuların filmleri. Hayır öyle değil! Biz bu yıl kendimizden çok emin diyoruz ki: Kadın yönetmen değil, 21. yüzyılın ustaları. Yani 21. yüzyılın sinemasını değiştiren, hayata başka kadrajlar açan yönetmenlerin filmlerini gösteriyoruz. Her konuda film yapıyorlar. Tıpkı ‘Feminizm herkes içindir’ gibi dünyadaki bütün konular kadınların gündeminde. Ancak kadınların hikayelerine, deneyimlerine odaklanan filmlerimiz de var. Çünkü dünya o deneyimlere muhtaç! Kadınların deneyimleri ve hikayeleri yeterince anlatılmıyor, bu yüzden de kendimizden başlamamız, kadınların sinemada bunu anlatması da çok beklenebilir bir şey.

– Kadın filmleri festivalleri sadece kadınları ilgilendiriyormuş, o filmleri sadece kadınlar izlermiş gibi bir yaklaşım var.
Aslında erkeklerin kadınlardan öğrenecekleri çok şey var. Zaten en büyük sorun kadınlardan öğrenmeleri gereken şeylerin farkında bile olmamaları ve bu bilgiden mahrum kalmaları. Bu yüzden ‘erkeklik’ bayağı eksik bir şey. Kadınlar bu çağın, zamanın, yeryüzünün hakikatine kamera tutuyorlar. Bu hakikatin kaydını yapıyorlar ve izliyorlar. Zamanın hakikatinin kaydını yapıyorlar. Mesela, Afganistan’ın içinde özne olmadığı Afganistan filmlerini izliyoruz. Dünyanın hakkında karar verdiği bir coğrafyadan bahsediyoruz. İranlı yönetmen Sepideh Farsi, savaş olan bir ülkeye, eline kamerasını alıp gidip Afganistan hakikatini çekmiş. Kadınlar bizim komşu coğrafyalarda dahil orada yaşanan herşeyin, hayatın kaydını tutmuşlar ama düşleri de ortak hikayeleri de var. Masallar da kadınlarda. Bunu kadınlara pozitif ayrımcılık olsun diye söylemiyoruz, hakikat olduğu için dile getiriyoruz. 21. yüzyılın sinemasını kadınlar yapıyorlar. Onlar bu yüzyılın ve gelecek zamanların ustaları. Bu kadınların filmi yer alıyor festivalde.

– Bu yıl festivalde ‘Vakti Geldi’ bölümü var. Bu bölümde sinema sektöründe yaşanılan cinsel taciz ele alınıyor. Başta ABD olmak üzere dünyanın bir çok yerinde #MeToo ve TimesUp rüzgarı esiyor. Bu yıl tüm büyük sinema festivallerine, ödül törenlerine bu hareket damgasını vurdu ancak Türkiye’de bu konu çok konuşulmadı. Siz nasıl işleyeceksiniz bu konuyu?

Bu sene cinsel tacizi işliyoruz. Yukarıda da anlattığım gibi bizleri bu alanlarda gettolara bırakıp yok sayıyorlar. Kadınlar her alanda olduğu gibi bunu sinemada da yaşadılar. Burada ayrımcılık var, rahat edemiyoruz biribirimize dönüyoruz. Kendimize kadın filmleri festivalinde olduğu gibi küçük alanlar kuruyoruz. Sonra bir bakıyoruz bizleri oralarda bırakıp bütün alanı kendilerine kaldı zannediyorlar. Bu meselelerin üstüne gitmek “hayır” yeyüzünün yarısı bizim demek gerekiyor. Her konuda alacaklı olduğumuz gibi sinemadaki erkeklerden de alacaklıyız.

Kadınlara bu alanları o kadar dar ettikler ki bu artık bir #MeToo veya TimesUp’la çözülecek mesele değil. Aynı şey Türkiye’de de var. Çok yoğun bir istismar ve taciz var. Biz tanığıyız bunların ama bir sürü kadının bu konuları dillendirmesinin önünde engeller var. Bir örnek vereyim: Sektörden bir kadın arkadaş, bir yönetmenin tacizine uğrayıp işten ayrılmak zorunda kalmıştı. Israr vardı, takip vardı işin içinde. Biz ondan karar vermesini bekliyorduk birlikte hareket edebilmek için. Çok da kararlıydı susmamaya. Ancak ailesinin devreye girmesiyle vazgeçti. Zaten ailesini bu sektörde çalışmaya zor ikna etmişti. Çünkü medya ve sinemadaki kadınlar “makbul kadın” tanımına uymazlar. Bu alanların kadınlar için tehlikeli olduğu düşünülür. Arkadaşımız bu meselenin üzerini kapatmak zorunda kaldı. Çünkü hem ailesiyle uğraşması gerekecekti -bunu göze alamadı- hem de bu alanda devam edemeyecekti. Bunun gibi başka bir yığın örnek var. Bu örneği vermemin nedeni kadınların yaşadıklarını anlatmaları bir anda olabilen birşey, bir dalga değil. O ana gelene kadar kadınların güçlenmesi gereken çok ana ve zamana ihitiyaç oluyor. Türkiye’de konuşulmadı değil aslında #MeToo ile eş zamanlı #SendeAnlat başladı. İlk Beren Saat konuştu hatta.

– Soruyu aslında şu sebeple sordum: Türkiye’de kimse bu konuyu çok dile getirmediği için yapılacak ‘Vakti Geldi’ panelinde konuşmacı olarak hangi isimler var?
Deniz Türkali, Sinem Derya Çetinkaya, Melissa Silverstein ve Hülya Uğur Tanrıöver var. Daha teyit edilmeyen kadın oyuncular var. Bu konulara tanıklık eden kadınları da çağıracağız. Bu konuları konuşabiliriz. Ancak ABD’deki gibi Harvey’e dünyayı dar eden bir harekete dönüşmemiz zaman alacaktır.

– Aslında ABD’de olan biten bile bizi çok şaşırttı. Bu kadar güçlü ve ünlü isimlerin yıllarca susmuş olması bile bu konuları konuşmanın pek de kolay olmadığını gösteriyor. Türkiye’den bunu beklemek bugünün koşullarında çok zor.
Burada da konuşuluyor fakat görünür değil. Coğrafya kader değil, bunu kabul etmeyelim ama biraz da etkili. Biliyorsunuz burada herşey fısıltı gazetesi şeklinde dolaşıyor. TimesUp gibi kampanyalar bizde zor çıkıyor.

– Ancak Hollywood’da konuşan kadınlar için ‘neden bu kadar zaman susup da şimdi konuştular’ eleştirileri de var.
Bu soruyu sormak, kadınların ezildiği bir dünyada yaşadığımızın farkında olmamak demektir. Bunun gerçekten bir vakti var. Eğer şu anda anlatıyorlarsa demek ki şimdi bu durum olgunlaştı. Belki sosyal medyada yapılması da bu mücadelenin eleştirilebilir. Ama şu anda bu yöntemi buldular ve yaşadıkları şeylerle bununla mücadele ediyorlar. Başka bir zaman, başka bir yöntem bulur, o araçla mücadele ederler. Bunu bu kadar sorgulamak, didiklemek de ayrı bir istismar aslında. Ben de kişisel olarak sevmiyorum. Sosyal medyanın meseleyi tüketen, hafifleştiren bir tarafı da olabiliyor, bu da riskli. Bazen ifşa metinlerini okuyorum, bazılarında neyi ifşa etiklerini anlamıyorum. Çünkü herkes kendi deneyimini, kendi ihtiyaç duyduğu şeyi anlatmaya ihtiyaç duyduğu bir zamanda. Ama kişi olarak benimsemeyebilirim fakat bunlar önemli araçlar. Sonuç alınacak araçlar mı? Bence değil! Nasıl araçlarla sonuç alabiliriz hep birlikte konuşmamız lazım.

– En azından Harvey Weinstein’ı sektörden silmeyi başardılar. Türkiye’de aile içinde, okullarda, yurtlarda veya dini kurumlarda neredeyse hergün çocuklara yönelik cinsel istismar vakaları açığa çıkıyor. Kadınlara yönelik saldırı, taciz ve tacavüzü saymıyorum bile.
Evet biz bu ülkede ne çocuk istismarları, ne tecavüz vakaları gördük. Garip birşey var. Yer yerinden oynamıyor burada. Zaten tepetaklak herşey belki ondandır. Bu yüzden genel olarak birşey olması zor. Ama Türkiye’de sinema sektöründe bir hareket olsa, sektördeki herkes bildiklerini anlatsa, birlikte hareket etsek en azından sektör düzeyinde bir değişim olabilir. Biz de işte bu konuyu konuşmaya vesile olacak bir panel yapıyoruz. Ayrıca festival kapsamında ‘Bedenimiz Bizimdir’ bölümünde cinsel tacizi konu ettik ve bu konuyla ilgili dört film gösterilcek.

– Bu yıl festivalde bir de çocuklar için özel gösterim var. Onları da birey olarak görmek, anne ve babalarından ayrı varoluşlar olarak tanımlamak ve bu konuda farkındalık yaratmak açısından önemli bir adım. Hangi film var çocuklar için?
Onlar için özel bir seans yaptık. Biz kadın festivaliyiz, bu seansta kadınlar geliyor çocuklarını da getirsinler şeklinde düşündüğümüz için değil. Zaten çocuklara bakmanın kadınların görevi olduğunu da düşünmüyoruz. Çocuklarla konuşmaya ihtiyacımız olduğunu düşündüğümüz için bu bölümü koyduk. Onlar bizim kurduğumuz dünyanın ne kadar anlamsız olduğunu bir çırpıda görebiliyorlar. Anti miltarist bir film seçtik. Çocuklar için savaşın anlamsızlığını anlatıyor. Bu kadar anlamsız bir dünyada, sınırların, bürokrasinin bütün bu cerahatin normal kabul edildiği bir dünyada, çocukları dinleyebiliriz dedik. Biz büyüklerin çocuklardan öğreneceği çok şey var. Bizim de onlara anlatacaklarımız var. Bu filmde de dünyayı getirdiğimiz bu halin ne kadar anlamsız olduğu anlatılıyor.

artıgercek.com

Share

8 Mart’ın resmi tatil olması için Meclis’e kanun teklifi

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili ve İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün resmi tatil ilan edilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)  Başkanlığı’na kanun teklifi sundu.

Kerestecioğlu, TBMM Başkanlığı’na sunduğu kanun teklifinin gerekçesinde, 8 Mart’ın tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlandığını ve Türkiye’de halen tatil günü olarak ilan edilmediğini hatırlattı. 8 Mart’ın tatil günü olarak kabul edilmesinin önemli bir kazanım olduğunu belirten Kerestecioğlu, “Kadınların uzun süreli mücadelesi sonucu kazanılmış bu önemli gün, erkek egemen sisteme, savaşa, şiddete ve her türlü baskı ve sömürüye karşı, kadınların mücadelelerini, barış, hak ve eşitlik taleplerini dile getirdikleri, kendi slogan ve sözleriyle bir araya gelerek sokaklara çıktıkları gündür”  diye belirtti.

‘Çin, Rusya, Ermenistan, Afganistan’da tatil’

8 Mart’ın tatil olarak kabul edildiği ülkeleri örnek veren Kerestecioğlu, “Tüm dünyada kadınların her alandaki mücadele tarihinin sembolü olan ‘8 Mart Dünya Kadınlar Günü’, bugün aralarında Çin, Rusya, Azerbaycan, Ermenistan, Küba, Ukrayna, Afganistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Moldova’nın da bulunduğu pek çok ülkede genel tatil günlerinden biri olarak kabul edilmekte ve kadınlar yaşadıkları tüm sorunları bu gün vasıtasıyla yüksek sesle dile getirebilmektedir” ifadelerini kullandı.

‘Kadınlar en önemli rolü oynamışlar’

Dünyada ve Türkiye’de 8 Mart’ın tarihçesinin hatırlatıldığı gerekçede Kerestecioğlu, şöyle devam etti: “Bugün, Türkiye’de kadın hakları alanında birçok sorun ve özellikle kadına yönelik şiddet devam ediyor olsa da, kadınlar yıllardır verdikleri mücadeleyle çok önemli kazanımlar elde etmişler; Medeni Kanun, Ceza Kanunu gibi kanunlarda ve yasal alanda birçok ayrımcı düzenlemenin kaldırılması, kadına yönelik şiddete karşı özel tedbirler içeren kanunların kabul edilmesi, üniversitelerde kadın araştırmaları bölümlerinin kurulması, kadın sığınaklarının, dayanışma merkezlerinin, kadın kütüphanelerinin açılması, siyasal katılımda kota, eşbaşkanlık ve eşit katılım uygulamalarının hayata geçmesinde en önemli rolü oynamışlar ve oynamaya da devam etmektedirler.”

‘8 Mart baskıya karşı mücadelenin simgesi’

Dünyanın her yerinde savaş ve çatışmalı ortama karşı en güçlü savaş karşıtı mücadelenin kadınlar tarafından verildiğine vurgu yapan Kerestecioğlu, “Toplumsal barışı inşa etmede kadınların sahip oldukları güç ve birikimle, 8 Mart aynı zamanda kadınların barış için mücadelelerini ve sözlerini söyledikleri bir gün haline de gelmiştir. Bu bağlamda, hak ve eşitlik mücadelesinde yaşamlarını kaybeden kadınlara adanmış 8 Mart günü, dünyanın neresinde olursa olsun, hangi sınıftan olursa olsun tüm kadınlara uygulanan sömürü ve baskıya karşı mücadelenin simgesi olarak kabul gördüğünden, teklif ile Türkiye’de kadın örgütlerinin ve kadınların yıllardır talebi olan 8 Mart’ın TBMM tarafından ‘Dünya Kadınlar Günü’ adıyla tatil günü olarak ilan edilmesi büyük önem taşımaktadır” diye belirtti.

1habervar.net

Share

Küresel ısınma Antarktika canlılarını tehdit ediyor

Araştırmaya göre, sera etkili gaz salınımlarının bugünkü gibi artması halinde 2100 yılına kadar Antarktika’daki kral penguenlerinin sayısı yüzde 70 oranında azalacak.

Araştırmada, küresel ısınma kaynaklı olarak balıkların yer değiştirmesi nedeniyle penguenlerin beslenmeleri için gerekli ortamın yok olduğuna dikkat çekildi. Uzmanlar, küresel ısınma nedeniyle 1,1 milyon kadar kral pengueninin yer değiştirmek veya yok olmakla karşı karşıya kalacağı uyarısında bulundular.

Bu yok oluşa ise, kral penguenlerinin beslenmek amacıyla çok daha uzun mesafeler kat etmek zorunda kalmalarının yol açacağı kaydediliyor.

Anf

Share

İstanbul’da 8 Mart coşkuyla kutlandı

İstanbul’ da 8 Mart Kadın Platformu çağrısıyla  “Savaşa, OHAL’e, cinsiyetçiliğe karşı emeğimiz, kimliğimiz ve özgürlüğümüz için direniyoruz” şiarıyla Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda miting düzenlendi.

Dikili Taş’ta başlayan yürüyüşle alana giren kadınlar tarafından sık sık “Jın Jiyan Azadi, Dünya yerinden oynar, kadınlar özgür olsa, Efrin savaşına hayır” sloganları atıldı. Miting özgürlük ve devrim mücadelesinde yaşamını yitiren tüm insanlar için yapılan saygı duruşunun ardından başladı.

Mitinge konuşmalar ile devam edildi. İlk konuşmayı KHK’ler ile  ihraç edilen KESK üyesi Sema Uçar yaptı. Uçar konuşmasında şunlara değindi. “Bir direnişi örgütlenerek kadın yoldaşlığının önemine inandık. Nerede olursak olalım; içeride, dışarıda, evde, işte özgürlük mücadelesi veren kadınlarla bir araya geldik. Mücadelemiz sürecek. Vardık varız var olacağız”.

Devamında ise Tertip Komitesi adına kürtçe-türkçe  basın açıklaması okundu. Basın açıklamasını okuyan Şenay Kumuz şunları ifade etti. “Eril sistemin kadın düşmanlığı dün nasılsa bugün de bütün saldırganlığı ile kadınların deneyimleri ve hayatları üzerinden devam ediyor. Bu nedenle bugün kimliğimize, kazanımlarımıza daha fazla sahip çıkma, daha gür bir sesle haykırma günüdür. Erkek egemenliğine dayanan bu sistemin her bir parçasına kimliğimize, bedenimize, emeğimize ve bizleri sömüren bu çarkın her bir parçasına karşı 161 yıldır her 8 Mart’ta olduğumuz yerde, evde, işte, okulda, sokakta direniyoruz!”

Son olarak ise sahneye çıkan Halkların Demokratik Partisi Eş Genel başkanı Pervin Buldan bir konuşma yaptı.”Bugün dünyanın dört bir yanında alanlarda olan, kendi özgürlüğü demokrasi ve barış için alana çıkan kadınlara sevgilerimizi gönderiyorum” dediği konuşmaya şöyle devam etti. Emekçi, işçi kadınlar yaşamın her alanında eşlerimize, kocalarımıza, abilerimize itaat etmiyoruz diyorlar. Sizin de emirlerinize biat etmiyoruz. Çünkü bu ülkeyi yönetenler kadınların iradesini yok sayıyor, kadınları siyasetin arkasına atmak istiyor” dedi.

Konuşmaların sona ermesiyle birlikte Mizgin Tekin ve üyeleri sadece kadınlardan oluşan Alamor Grubu’nun müzik dinletisi eşliğinde halay ve zılgıtlarla sona erdi.

Gazete Patika

Ankara’da 8 Mart mitingine polis saldırısı

Ankara Kadın Platformu’nun 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için düzenlediği mitinge polis saldırdı. Saldırıda çok sayıda kadının yanı sıra MA muhabiri Diren Yurtsever de gözaltına alındı.

Çankaya Belediyesi önünde gerçekleştirilmek istenen mitinge polis saldırdı. Alanda haber takibi yapan Mezopotamya Ajansı (MA) muhabiri Diren Yurtsever de sarı basın kartı olmadığı gerekçesiyle polisler tarafından gözaltına alındı. Öte yandan alanda mitingi takip eden gazeteciler de polis engeliyle karşılaştı

Çorlu’da kadınlara saldırı: 8 gözaltı

Çorlu’da da 8 Mart’ta bir araya gelen kadınlara polis saldırdı.

Çorlu’da 8 Mart’a “güvenlik” gerekçesiyle yasak koyan Çorlu Kaymakamlığın kararına rağmen şiddete, eşitsizliğe, OHAL’e karşı taleplerini görünür kılmak için sokağa çıkan kadınlara polis saldırdı, 8 kişi gözaltına alındı.

Gözaltına alınanlardan isimleri öğrenilenler şöyle;

Alev Yıldırım
Gönül Doğan
Kübra Yılmaz
Eda Erdoğan
Onur Akkuş
Selman Altundal
Emek Sidar Çiçek

Gazete Patika

Share

Figen Yüksekdağ ve Sebahat Tuncel’den 8 Mart mesajı

Kandıra F Tipi Hapishanesi’nde tutsak bulunan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, 8 Mart’a ilişkin bir mesaj gönderdi.

Tuncel ve Yüksekdağ’ın mesajı şöyle:

“Sevgili kadınlar, hepinizi 8 Mart coşkusu ve direngenliğiyle, sevgiyle, saygıyla selamlıyoruz. Tüm saldırılara, savaşa, zulme, yasaklara, OHAL zorbalığına karşı yine isyandayız, yine sokakta, yine alanlarda… Sesimiz duvarlara, sınırlara inat yine ‘vardık, varız, varolacağız’ haykırışında birleşiyor. Bizlerde bütün heyecanımızla yanınızda, omuz başlarınızdayız. Bizler eşbaşkanı, kurum temsilcisi, milletvekili, siyasetçi ve özgürlük mücadelesi veren binlerce kadının hapsedildiği, kadın dayanışma ve örgütlenme mevzilerinin kapısına kilit vurulduğu koşullarda zulme inat gösterdiğiniz kararlılığı, 8 Mart’ın ruhuyla alanlarda buluşma iradenizi kutluyoruz. Kadınların 8 Mart iradesinin, savaş, OHAL, faşizm kuşatmasına karşı daha büyük ve kitlesel direnmeye yol açacağına yürekten inanıyoruz.

Kadına dönük katliam ve kırımı, çocuklara cinsel istismar vahşetini, Türkiye, Kürdistan ve bölgeyi saran savaş, ölüm histerisini durduracak başat güç şüphesiz ki kadınlardır. ‘Bu böyle gitmez, ya özgürlük ya özgürlük’ diye haykıran kadınlar, yükselen faşizm ve eril kıyıcılık karşısında cesaretten, dirençten, dayanışmadan bir hakikat kuruyor şimdi. 8 Mart alanlarında kadınların birliği ve özgürlük, adalet, eşitlik, barış ittifakı asıl gücümüz ve geleceğimizdir.

8 Mart’ta bir kez daha hakları ve yaşamı elinden alınan, bedeni, kimliği ve bütün ezilenlerin kurtuluşu için direnen kadınlarla yüreğimizi, sesimizi birleştiriyoruz. Kalbimizin yarısı burada ise yarısı Efrin’de yurdu ve bütün kadınların onuru için direnen kızkardeşlerimizle birlikte. 8 Mart alanlarından kadın, yaşam ve özgürlük için bedenini siper edenleri selamlıyoruz. Biliyoruz ki, ölüm ne kadar amansızsa, yaşam o kadar direnişçidir; eril savaş ne kadar fütursuzsa, kadın o kadar yenilmezdir. Efrin’de kenti, yaşamı, siyaseti, toplumu çağın demokratik insani bilinciyle yeniden kuran kadınlar, çağın kadın direnişiyle bu büyük değeri savunuyor. Herkes bilmeli ki Efrin ve kadın direnişi büyük insanlık ve tarih nezdinde çoktan kazanmıştır. Şimdi Efrin’de yükselen onur, özgürlük bayrağının ışığında yeni bir tarih yazılmaktadır. Kadınların ‘ya özgürlük ya özgürlük’ kararlılığı 8 Mart meydanlarına sığmaz. Efrin’den Amed’e, Şengal’den İstanbul’a kadar her yerde ve her günde aynı ruh ve sesle haykıracağız: Tek yol özgürlük!

Hepinizi yine bu duygu ve inançla selamlıyor, bütün kadınların 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyoruz. Özlemle ve kadınların yeni yaşam şenliklerinde kavuşma umuduyla kucaklıyoruz. İşçisi, ev ve kamu emekçisi, öğrencisi, köylüsü, esnafı; Kürdü, Türkü, Alevisi, Sünnisi ve tüm farklılıkları ile kadınların ortak itirazı yarını belirleyebilir.

Tutuklu kadın siyasetçiler adına Figen Yüksekdağ ve Sebahat Tuncel.”

Gazete Patika

Share

Jin TV yayına başlıyor

Newa Kadın Vakfı, Jin TV’nin açılışını duyurarak tüm kadınları ekran başına çağırdı.

Newa Kadın Vakfı tarafından yapılan açıklamada, Jin TV projesinin büyük oranda tamamlandığı belirtildi. Açıklamada, “8 Mart 1857’de ABD’nin New York kentinde kırk bin kadının emek, hak ve özgürlük mücadelesinden, 2018 yılına uzanan kadınların siyasette, sosyal yaşam, hukuk  vb. tüm  alanlarda büyüttüğü özgürlük mücadelesi bizlere ilham kaynağı olmuştur” denildi.

8 Mart’ta test yayınına başlayacak olan kanal için şu çağrı yapıldı;

“2018 yılı 8 Mart gününde kadınlar bir kez daha kadın bedeni, kadın emeği, kadın varlığı üzerindeki şiddeti, sömürüyü kırma iddiasıyla dünyanın dört bir yanında sokaklara çıkıyor. Amacını, talebini, örgütlülüğünü, ataerkil zihniyete karşı büyütüyor ve güçlendiriyor.

Bu örgütlülüğün bir parçası olarak dünya kadınlarının sesini, sözünü, mücadelesini duyurmak ve onlarla daha güçlü buluşmak için 8 Mart’ta Jin TV olarak test yayına başlıyoruz.”

Frekans bilgileri; 

Uydu: Hotbird 13°E

Frekans: 11 054 MHz

Polarizasyon: Horizontal

Symbolrate: 27500

FEC-rate: 5/6.”

Gazete Patika

Share

‘Gecede iki defa sansürlenen şarkıyı söylüyoruz’

Ayşegül KARAKÜLHANCI DUMAN


ARTI GERÇEK- TRT geçtiğimiz günlerde yine ilginç bir yasakla gündeme geldi. İçinde çok sayıda pop şarkının da olduğu 208 şarkıyı yasakladı. Yasağa tepkiler sürerken TRT’den ‘Yasal zorunluluk’ açıklaması yapıldı. TRT’nin yeterince anlaşılmayan bu açıklamasını destekler bir açıklama da Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ’dan geldi. Bozdağ yasağı “TRT görevini yapıyor,  bunu diğer kanallar da yapmalı” diye savundu. Bozdağ, yasağa gelen eleştiriler için de “Kanunun verdiği bir görevi sansürmüş gibi takdim etmek ahlaksızlıktır” değerlendirmesini yaptı.

Yasaklanan isimler arasında Hüsnü Arkan da vardı. Arkan’ın “Kırık Hava” albümünde yer alan ve çok sevilen “Gönül Yarası” şarkısı yasaklılar arasındaydı. Yasağın gerekçesini henüz bilmediğini söyleyen sanatçı, “Tahminim şarkıda geçen ‘Ben Allah bilmezdim, dergahım oldun’ dizesi” diyor. Sansürü Artı Gerçek için Hüsnü Arkan’la konuştuk:

– TRT’nin yasakladığı şarkılar listesinde Cem Adrian’la düet yaptığınız ‘Gönül Yarası’ da var.  İlk defa mı TRT tarafından sansürleniyorsunuz? 
Daha önce Ezginin Günlüğü’nde de oldu. O zamanlar basına bu kadar yansımıyordu. TRT’ye gittiğimizde öğreniyorduk. “Şunu çalmayın, bunu çalmayın” diyorlardı programı yapanlar. Sansür bu şekilde uygulanıyordu. Bir takım isimler her zaman yasaklı olmuştur Türkiye’de, televizyonlarda. Ama bu şekilde, “Bunlar, şunlar yasak, diğer kanalların da bunu uygulamasını istiyoruz” diye deklare edilmesi bizim de ilk defa başımıza geliyor. Açıkcası tuhaf geldi bana.

– Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ’ın “Bu normal bir uygulama, buna diğer kanallar da uymalı” açıklaması sansürü daha da tuhaf hale getirdi. Bahsettiğiniz gibi gizli ya da açık sansür hep vardı, ama böylesi Türkiye’de ilk defa oluyor sanırım. Bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu çağda hala böyle şeylerin olması bana gülünç geliyor. Çünkü insan ister istemez soruyor, “Neyi engelleyeceksin?” Tamam, TRT’nin çok fazla vericisi olduğu için, Türkiye’nin dört bir yanından seyredilebiliyor, dinlenebiliyor. Ancak erişim imkanları sadece TRT’yle sınırlı kalmıyor. İnternet denen bir şey var. İnsanlar giriyorlar, istediklerini izliyorlar, dinliyorlar. Yasak ve sansürlerin daha da artacağını düşünüyorum. İnternet iletişimini de RTÜK’e bağlamaya çalışıyorlar. Bakalım ne olacak, biz de merak içinde izliyoruz nereye gideceğini.

– Pop şarkıcıları da var listede. Bunların arasında Saray’dan çıkmayan isimler de var. Seçimi neye göre yaptıklarına dair bir yorumunuz var mı?
Gerekçeleri nedir bilmiyorum. Halkın duyguları mı rencide olmuş, buna benzer bir şey mi olmuş, onu da bilmiyoruz. Bizim şarkımız Gönül Yarası’yla ilgili tahminim, şarkıda “Ben Allah bilmezdim, dergahım oldun” dizesi geçtiği için yasaklandığı yönünde.

– Siz de “TRT İbn-i Arabi’nin, Hallac-ı Mansur’un, Yunus Emre’nin, Pir Sultan’ın, Ömer Hayyam’ın dediklerini yasaklamıştır. Yuh olsun” diye bir Tweet atmıştınız. Bir taraftan da tasavvufa uygulanan bir sansür olmuş oldu galiba. 
Tabi sansür olumlu birşey değil, karşı çıkmak gerekiyor, ancak unutmamamız gereken, Türkiye’de ve dünyada çok daha kötü şeylerin olduğudur: Örneğin Suriye’deki savaş sürüyor. Bu ve bunun gibi bir çok olumsuzluğun üstünü bu sansür girişiminin kapatmaması lazım bence.

– Kendinize otosansür uyguluyor musunuz?
Yollardayız, ordan oraya dolaşıyoruz ve gecede iki defa sansürlenen şarkıyı okuyoruz. Herkesin bildiği, sevdiği bir şarkı. Bu yüzden hep birlikte söylüyoruz dinleyenlerle. Sansür uygulamasını biz de konsere gelenler de pek takmıyorlar. İnsanların yasak filan dinlediği yok. Çünkü bu bir şarkı sonuçta… Dinleyen, hoşuna gittikçe söyler, eşlik eder… Ne bileyim, bu sansürlenecek bir şey değil. Ama baskı yönetenlerin hoşuna giden bir araç. Çünkü o şekilde yönetmek kolaylarına geliyor. Bu nedenle de ısrarcılar.

– Bu negatif gelişmelerin sizin gibi işi üretmek olan insanlara yansıyacağını düşünüyor musunuz?
Benim işim bu: Şarkı yazmak, söylemek-söyletmek. İşimizi yapmaya devam edeceğiz. Buna karşı bir baskı, bir engel koyabilirler ama bu nereye gider bilmiyorum, anlayamıyorum.

– Şarkılarınız en umutsuz zamanlarda bile dinleyenlere umut vermiştir. Peki siz umudunuzu nasıl koruyorsunuz?
Şarkı yazarak ya da şarkı söyleyerek umutlu olunmaz. Ancak yan gelip yatarak da umutlu olunmaz. Çabalamanız lazım umudu hakketmek için. Aynı şekilde özgürlük için bir şey yapılmazsa da özgürlük verilmiyor. Hatta tam tersi; daha da fazla insanın üstüne gelmeye çalışıyorlar. Çalışıp çabalamak, dayanışma içinde olmak lazım.

– Peki konserlerinize gelen insanlar nasıl bir ruh hali içerisindeler? 
Ben siyasetçi ya da gazeteci değilim; sanatçı kimliğimle yaptığım gözlemleri paylaşabilirim. Sonbaharda bir aylık bir turneye çıkmıştık. Şimdi daha geniş, Karadeniz’i, Doğu Anadolu’yu da kapsayan bir turnedeyiz. Dinleyicimizle iletişimimizde hiçbir sıkıntı yok. Katılımdan da memnunuz. Böyle sonlandıracağız da. Yaptığımız, dinleyenlerle şarkı paylaşmak, hepsi bu. Ayrıca bu bölgelere daha sık gelinmesi gerektiğini düşünüyoruz.

– Türkiye kötülüğün içinde kaybolmuş bir ülke gibi görünüyor. Sizce de öyle mi?
Ben çok karanlık görmüyorum geleceği de dolaştığımız yerleri de. Karamsarlığa kapılacak bir şey yok, umutlu olmak için çabalamamız lazım.

– Son zamanlarda düet çalışmalarınız da var. Biraz önce bahsettiğiniz dayanışmadan kasıt, sanatçıların birlikte hareket etmesi, birlikte üretmesine örnek olabilir mi? 
Bu iş bir rüzgardır: Sanatçıların tek başlarına yapabilecekleri bir şey yok. Amaç her türlü bir rüzgar oluşturmak. Halkın bir davranış modeli üretmesi lazım ki sanatçılar ona uysunlar. Sanatçılar toplumun önünde gitmezler, yani öyle bir ayrıcalıkları, önderlik pozisyonları da yoktur. Toplumsal hareketin ivmesine uyarlar. “Şu anda neden birlikte davranmıyorlar” diye soracak durumda da değiller. Yine de Hülya Koçyiğit’ten bir açıklama bekliyorum. “Tekrar Türkiye özgür bir ülkedir” demesi için. Çünkü yasaklanmaması gereken bir şey yasaklanıyor, bu işler komik.

– Yakında turnenize Avrupa’da devam edeceksiniz. Avrupa ayağı hangi şehirleri kapsıyor?
Sadece dört şehre gideceğiz: Köln, Brüksel, Amsterdam ve Londra. Dört şehre dört gün ayırdığımız için sıkı bir program olacak bizim için.

HÜSNÜ ARKAN KİMDİR?
Hüsnü Arkan uzun yıllar Ezginin Günlüğü’nün solistliğini yaptı. 2010 yılında Ezginin Günlüğü’nden ayrıldı. 2011 yılında ‘Solo’ albümünü yaptı. Müziğin yanı sıra “Ölü Kelebeklerin Dansı”, “Menekşeler Atlar ve Oburlar” , “Uzun Bir Yolculuğun Bittiği Yer”, “Uyku”, “Mino ‘nun Siyah Gülü”, “Hırsız ve Burjuva” adlı altı romanı, “Hiçe Doğru” adlı bir şiir kitabı yayımlandı. 2015 yılında “Kırık hava” albümünü çıkardı. Son olarak Tahir Elçi anısına Erkan Oğur’la ‘Tutuşsun’ şarkısını seslendirdi.

www.artigercek.com

Share

Irkçılığa , Emperyalist Saldırganlığa ve Yaşamlarımızın Tek-tipleştirilmesine Karşı Örgütlü Gücümüzle Direneceğiz! 8 Mart’ta Alanlara!


Kapitalizm insan emeği, bedeni ve hayatı üzerindeki katmerli sömürü sistemidir ve insanı değil emeğin gaspını esas alır. Tarih boyunca açlığı, yoksulluğu savaşları ve insan bedeninin alınıp satılmasını meşrulaştırarak kendisini yaşatmaya devam ediyor. İnsanı insana düşmanlaştıran, tüm eşitsizliklerin kaynağı olan, kadını ikinci üçüncü konuma düşüren bu sistem başta kadınlar olmak üzere tüm insanlığın düşmanıdır.
Sömürüye ve zulme karşı her yerde mücadeleyi sürdüren onurlu kadın ve erkekler insanlığın kurtuluşuna yön vermeye devam etmektedirler. 1857’de “Eşit İşe Eşit Ücret” talebi ile Amerika’da on binlerce işçi insanlık dışı çalışma koşullarından dolayı greve gitmiş ve 129’u kadın 146 kişi çıkartılan yangında hayatlarını kaybetmişlerdi. 1910’da Clara Zetkin önderliğinde 2.Enternasyonal tarafında bu mücadelelerin sahiplenilmesi ve kadınların birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak kutlanması için 8 Mart ilan edildi. O günden bugüne insanlığa miras kalan birçok devrim, deneyim ve tecrübelerin yanında artan yoksulluk, savaşlar en çokta kadın ve çocuk ölümü, organ ticareti ve beden satışı içinde yok olmaktadır .
Yine askeri faşist cunta döneminde olduğu gibi mücadeleyi kırmak ve sindirmek adına tecrit, tek tip elbise dayatması, yeniden gündemimize oturdu. Hapishanelerin artık bir toplama kampına dönüştürülerek itiraz edenlere “korku mesajı” verilmekte. Tektip dayatmasıyla özünde yapılmak istenen kendisi gibi olmayanların bertaraf edilmesidir, aslında tektip insan yaratma projesidir. Yaşam biçimimizden, çocuk sayısına, savaşı,işgali, talan etmeyi sürdürecek askere kadar kadınlık ve erkek rolleri yeniden dizayn ediliyor. Bugün biz kadınlara düşen içerde ve dışarda mücadele ederek geçit vermemektir.
Dünyanın her yerinde daha fazla sömürmek ve talan etmek için savaşları körükleyen emperyalizm, bugün Efrin’de işgal savaşı başlatan kukla T.C devletini desteklemektedir. Din, ırkçılık, milliyetçilik ve cinsiyetçilik gibi tüm gericilikleri besleyerek insanlığı karanlığa sürüklemektedir. Bunun için dün sokak eylemleriyle Paris Komün’ünü başlatan kadınlar bugün Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinde ordulaşarak savaşmaya devam ediyorlar.

Hayatlarımız, emeğimiz, bedenimiz ve irademiz için sömürüye ve savaşa hayır!
8 Mart bir çağrıdır; insanlık onurumuz ve özgürlüğümüz için emperyalizme ve her türden işbirlikçilerine karşı “Her Yer Efrin Her Yer Direniş!” diyoruz.
8 Mart bir çağrıdır; ben kadınım haykırışı ile sömürüyü ve zulmü parçalamaya!
8 Mart bir çağrıdır; özgürleşmek için örgütlenmeye!
Şan olsun 8 Mart’a!
Şan Olsun 8 Mart’ı yaratanlara!
AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ
MART 2018

Share

Kadın Yazısı Festivali 9 Mart’ta başlıyor

Türkiye’nin ilk Kadın Yazısı Festivali 9-18 Mart tarihleri arasında gerçekleştirilecek.

Edebiyat ve toplumsal cinsiyetin konuşulup tartışılacağı festivalde, kadınlar çeşitli etkinliklerle ‘kendilerine ait bir oda’ yaratacak.

Türkiye’nin ilk Kadın Yazısı Festivali, İsveç Başkonsolosluğu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Kadın Araştırmaları ve Uygulama Merkezi ile Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı’nın işbirliğiyle 9-18 Mart tarihleri arasında gerçekleştirilecek.

4 farklı mekânda yapılacak olan festivalde, paneller, söyleşiler, forumlar, sergi ve performanslar olacak.

İsveç ve Türkiye’den yaklaşık 100 katılımcıyı bir araya getirecek festivalde, edebiyat ve toplumsal cinsiyet farklı yönleriyle ele alınacak, atölyelerde yeni eserler yaratılacak.

Festival boyunca bütün etkinlikler herkese açık ve ücretsiz olacak.

Gazete Patika

Share

Baskıları ailelerine anlatan tutsaklara sürgün

Tarsus Kadın Kapalı Hapishanesinde tutsaklara yönelik baskılar devam ediyor. Yeni atanan müdürün, ayakta sayımı dayattığı belirtildi.

Jinnews’in haberine göre, yaşadıkları baskıyı ailelerine anlatan Saadet Akın, Evin Şahin ve Gülistan Tekin’in 18 Şubat günü farklı hapishanelere sürgün edildiği öğrenildi.

Tutsaklar önceki haftalarda ailelerine telefon görüşmelerinin kayda alınarak dinlendiğini, yaptıkları aktarımlardan dolayı kendilerine tutanak tutulduğunu ve bundan dolayı görüş yasağı aldıklarını belirtmişti.

Tutsaklardan Saadet Akın sürgün edildiği Sincan Kapalı Hapishanesinden bu hafta ailesini arayarak, kendisine Tarsus’ta yaptığı telefon görüşmesinden dolayı disiplin soruşturması açıldığını ve 15 gün hücre cezası istendiğini paylaştı.

Gazete Patika

Share

‘Clara Zetkin Ödülü’ Ezidi Kadınlar Özgürlük Hareketi’ne

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü sebebiyle toplumda ve siyasette üstün başarı sağlayan kadınları takdir etmek amacıyla kadın hakları için mücadele eden kadınlara verilen Clara Zetkin Onursal Kadın Ödülü’ne Ezidi Kadınlar Özgürlük Hareketi (TAJÊ) layık görüldü.

Ödüle TAJÊ ile birlikte layık görülen bir diğer isim de internet sitesinde kürtaj süreciyle ilgili bir tanıtım yerleştirdiği için mahkeme tarafından cezalandırılan Giessenli doktor Kristina Hänel oldu.

Bu yılın ödülleri, dün akşam Almanya’nın başkenti Berlin’de düzenlenen etkinlikle sahiplerine verildi.

Leyla Boan ve Çiçek Yıldız, Ezidi kadın hareketine verilen ödülü Sol Parti Eşbaşkanı Katja Kipping’in elinden aldı.

Kadınlar ödüllerini alırken “Jin, jiyan, azadî” (Kadın, yaşam, özgürlük) sloganını attılar.

Clara Zetkin Ödülü hakkında
Clara Zetkin Ödülü, Alman Sol Parti (Die Linke) tarafından kadın hakları için yaptığı mücadele dolayısıyla “kadınlara örnek olan kişilere” veriliyor.

Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün fikir annesi ve Alman kadın hakları savunucusu olan ”Clara Zetkin”in adıyla anılan ödül, 2007 yılından beri iki yılda bir veriliyor.

Ödül, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün politik boyutunu tekrar kamuoyuna hatırlatmak amacını taşıyor.

Clara Zetkin Ödülü, kadınların kamuoyuna katılımlarını desteklemek, onları yeteneklerini ve kuvvetlerini eşitlikçi ve adil bir toplum için kullanmalarına cesaretlendirmek ve onure etmek için veriliyor.

Ödülü veren inisiyatif, ister Nobel ödülü kazanan ünlü bir kadın, ister müzisyen, hemşire ya da bakıcı bir kadın olsun, kadınların her gün dayanışmacı bir toplum için farklı alanlarda üretime dahil olduklarını ancak bu çalışmalarının kamuoyu tarafından takdir edilmediğine inanıyor. Bu yetersizliğe dikkat çeken inisiyatif, kadın hakları mücadelesi başta olmak üzere insan hakları için mücadele eden kişilere, kadınları mücadelelerinde daha başarılı kılmayı hedefleyen Clara Zetkin Onursal Kadın Ödülü’nü veriyor.

Clara Zetkin Ödülü’nün 7’ncisine geçtiğimiz sene HDP Milletvekili Feleknas Uca layık görülmüştü.

Gazete Patika

Share

Pembe Hayat Derneği: Sex işçilerinin hakları insan haklarıdır

Pembe Hayat Derneği, 3 Mart Dünya Seks İşçileri Günü dolayısıyla bir basın açıklaması yayınladı. “Seks işçilerinin hakları insan haklarıdır” denildiği açıklamada ‘sağlıklı ve ve korunaklı çalışma koşullarının oluşturulması talep edildi.

“Trans kadın seks işçilerine karşı bir yıldırma ve baskı yöntemi olarak usulsüz ve hukuksuz bir şekilde Kabahatler Kanunu gerekçe gösterilerek art arda idari para cezaları yazılmaya devam etmektedir.

“Trans ve na-trans kadın, erkek ve diğer cinsiyet çeşitliliklerinden cinsel hizmet endüstrisinin her alanında çalışan, emek veren işçiler SGK sistemine çalışan olarak kayıt olamadıkları için emeklilik, ücretsiz sağlık hizmeti ve devletin SGK’lı çalışan diğer işçilere sunduğu sosyo-ekonomik haklardan faydalanamamaktadırlar.”

Seks işçilerinin zorlu şartlar, tehlike ve riske açık güvencesiz çalışma koşulları, ücretsiz sağlık hizmetlerine erişmelerinin önündeki engeller altında elde ettikleri kazançların kayıt dışı kazanç olarak değerlendirildiğini de vurgulayan Pembe Hayat, “Türkiye Cumhuriyeti ilgili kanun ve mevzuatlarında fuhuşu bir suç olarak tanımlamıyor. Ancak uygulamalarda ve kanunlara ek maddeler ve düzenlemelerde seks işçileri birer suçlu gibi değerlendirilmeye devam ediyor. Bu da toplumsal damgalama, dışlanma ve ayrımcılığa yasal bir zemin sunuyor” ifadelerini kullandı.

Pembe Hayat, “Derneğimiz web sitesinde 2015’ten bu yana 58 trans seks işçisi bireyin saldırıya maruz kaldığı ve nefret cinayetine kurban gittiği haberi bulunurken, 6 trans seks işçisi bireyin ise baskılara dayanamayıp intihar ettiği haberi yer almaktadır” diyerek; ulusal basında bu saldırıların pek çoğunun yok sayıldığını ya da trans kadın seks işçilerinin maruz kaldığı hak ihlali ve ayrımcılığı meşru kıldığını belirtti.

Yasa yapıcılardan talepler
Dernek; taleplerini ise şöyle sıraladı:

“Seks İşçiliğini bir meslek kolu olarak ve geniş bir anlamda yorumlayarak yasal hale getirmeleri,

“Cinsel hizmet sektörü çalışanlarının emeklilik, sigorta primleri, ücretsiz sağlık hizmetleri ve devletin SGK’lı çalışanlara sunduğu sosyo-ekonomik haklardan faydalanabilecekleri gerekli düzenlemeleri yapmaları,

“Korunaklı ve sağlıklı çalışma koşulları oluşturmaları,

“İş Yeri ve İşçi Güvenliği’ni ilgilendiren kanunlarda kapsayıcı düzenlemeler yapmaları,

“Seks İşçiliği ve İnsan Ticareti arasındaki ayrımı kesin bir şekilde bilerek hareket etmeleri,

“Patron ve pezevenklerin seks işçileri üzerindeki sömürülerini engelleyici ve önleyici tedbir almaları,

“Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar, HIV ve Hepatit C ile mücadelede etkin siyasi stratejiler geliştirmeleri,

“Trans, na-trans ve diğer cinsiyet çeşitliliklerinden her cinsel hizmet çalışanının kolluk kuvvetlerinden eşit ve adil muamele görmelerini sağlayıcı eğitimleri şart koşmaları,

İstihdam politikalarında yasal genelevleri ile ilgili trans çalışanları da kapsayacak şekilde ilerici düzenlemeler yapmaları,

“Mevcut çalışma sahalarının koşullarını iyileştirici tedbirler almaları çağrısında bulunuyoruz.”

Gazete Patika

Share

İstanbul 8 Mart Kadınlar Günü programı açıklandı

Yaklaşan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için 8 Mart Kadın Platformu tarafından basın açıklaması gerçekleştirildi.

” Biz kadınlar her türden saldırı ve gerici politikalarınıza karşı karşı sessizliği değil çığılığı, biat etmeyi değil direnişi seçiyoruz” denilen açıklamanın bazı kısımları şöyle:

“- Uzun süredir ülkeyi OHAL, şiddet ve savaş politikalarıyla yöneten hükümet, üç kuruş daha fazla kazanabilmek için günde 3-4 saat uykuyla işe gidip gelen kadınların canından, kanından ve cebinden sürekli fedakârlık talep edildiği için,

– Ücretlere artış yapılmadığı gibi maaşlar daha cebe girmeden erimiş olduğu için,

– Kısacası “fedakârlık” , “milli birlik” diyerek kadınlardan alın terlerini, çocuklarını, geleceğini istedikleri için,

Biz kadınlar her türden saldırı ve gerici politikalarınıza karşı sessizliği değil çığlığı, biat etmeyi değil direnişi seçiyoruz.

Kadın bilincimizle her türlü gerici erek egemen cinsiyetçi, şovenist, heteroseksist saldırılarınıza geçit vermeyeceğiz demek için 4 Mart’ta Bakırköy Cumhuriyet meydanındayız.”

Gazete Patika

Share

Ataerkil kültürün, pratiğimize, dilimize, siyasetimize yansıması

Ataerkil kültürel şekillenişin tarihsel kökenini öğrenmek hepimizin için bir zorunluluktur. Buna yoğunlaşıp ataerkil kültürün nasıl, ne şekilde doğduğunu, geliştiğini günümüze kadar gelişen ve gelen toplumsal ekonomik modelleri, günümüzde nasıl ne şekilde biçim alıp sürdüğünü detaylı bir araştırma konusu olarak ele almak sorumluluğumuz bulunuyor. Çünkü yaşam alanlarımızda ki her olgu kültür, sanat, edebiyat, felsefe, tarih, siyaset, ideoloji, hukuk, tıp, gelişen teknoloji vb hepsinin bir tarihsel kökeni vardır. Bizlerde yetkinleşmek için insanlığın gelişimi, felsefe, ekonomi vb konuların tarihsel kökenlerini öğrenmeliyiz.
Üretim araçları üzerinde ki özel mülkiyetin doğuşu, toplumun sınıflara ayrışması sınıflı toplum doğmadan önce kadın ve erkek arasında ki doğal ve zorunlu koşullar içinde iş bölüşümlerinin şekillenmesi, sınıflı toplum doğduktan sonra ise iş bölüşümlerindeki ayrışmanın derinleşmesi ile ataerkil kültürel şekilleniş arasında bağ vardır. Bu tarihsel gelişimi görmemiz gerekir.

Üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, toplumu yukarıdan aşağıya doğru uyguladığı ekonomik, siyasi, ideolojik, kültürel şekillenişiyle biçimlendirmektedir. Ataerkil kültüre esasta damgasını vuran bu durumdur. Bizler ilk olarak ataerkil kültür ile sınıflı toplum, sınıflar arasında ki bağı görüp, bu kültürel şekillenişin sınıfsal kökenini, beslendiği doğduğu yeri sorgulamalıyız. Köleci toplumda köle sahipleri, feodal toplumda toprak ağaları, kapitalist sistemde burjuvazi ataerkil kültürü temsil eden ve bu kültürü ellerinde ki her tür araçla halk sınıf ve tabakalarına empoze etmişlerdir, etmekteler.

Konuyu yaşam alanlarımıza kaydırarak aile özgünde ele alalım. Yaşadığımız toplumun gelişmişlik düzeyine paralel kadın daha yoğunluklu ev içi işlerden sorumlu kılınmıştır. Bir başka değişle ev içi işler kadının omuzlarına yüklenmiştir. Erkek ise işi olsun olmasın sürekli dışarıdadır. Her iki cinsin bu konumlanışı kapsamında kadına ve erkeğe misyonlar yüklenmiştir. Kadın ev içinde mutfak işleri, evin temizliği ve düzeni, çocukların bakımı ve yetiştirilmesi vb sorumlulukları omuzlamaktadır. Bu durum kırsal alana doğru gidildikçe kadın emeğinin tarlaya, bağa doğru kaydığını ya da metropol illerine baktığımızda kadını küçük işletmelerde fabrikalarda çalıştığını görmekteyiz. Bu durum ülkelerin sosyo ekonomik yapısına bağlı olarak değişkenlik arz etse de genelde ev içi işler kadının sorumluluğundadır. Kadına yüklenen bu misyon hem cinsine yani annenin genç kadına (çocuğuna) toplumsal kültürel şekillenişi aşılamasını öğretmesini beraber getirmektedir. Genç kadın kendine dayatılan bu ataerkil kültürel şekillenişi bilinçli bilinçsiz öğrenmekte ve uygulamaktadır. Sosyal ilişkileri ev içi komşuluk ilişkileri kapsamında birbirini ziyaretle sınırlıdır. Erkeğin yaşam alanı yoğunluklu dışarıdır. Bu iş yeri, çalıştığı alan olabileceği gibi eğer işsizse daha yoğunluklu kahve, kafe yada sokak olmaktadır.

Her iki cinsin bu konumlandırılışı doğal olarak cinslerin yaşama dair kültürel şekillenişlerini, duygularının inceliği kabalığını taleplerinin ileri geri yanlarını vb belirlemektedir. Mesela; kadın taşıdığın misyon itibariyle yapısaldır. Ki doğurganlığı, bedeninde yarattığı canlıyı sahiplenme güdüsü, korumacılığı erkeğe göre kadını daha fazla yapısalcılığa, bütünleşmeye, sahiplenmeye zorluklar karşısında mücadele etmeye itmektedir. Kadınlar bu toplumsal kültürel şekilleniş kapsamında ezilmekte, sömürülmekte yaşamı can çekişerek sürdürmektedir. Ataerkil yarattığı bu kültürel şekillenişi sorgulamak bir zorunluluktur.

Erkek sokakta şiddeti güç ve zor yoluyla karısındakini alt etmeyi, kafe kahve vb yerlerde kafa kol, belaltı şakalarıyla sistemin yozluğunu öğrenmekte ve bu çerçevedeki bir kültürle yetişmektedir. Erkek dışarıda, işyerinde patron, sokakta güçlü olan karşısında ezilmeyi ezmeyi öğrenirken, bu kültürü evde kendinden güçsüz ve zayıf olan eş ve çocuk üzerinde sürdürmektedir. Elbette erkeğin emeğini eve taşıma, evde ki eş ve çocuklara dair sorumlulukları bulunmaktadır. Ki toplumsal rol dağılımında erkeğe biçilen misyon ailesine bakmaktır.

Her iki cins özgülünde bu rol ve sorumluluklar biçimsel olarak farklılıklar taşısa da özünü korumaktadır. Bu durum mücadelenin öznesi olan her bir insan tarafından sorgulanmalı ve alternatif arayışımızı derinleştirmelidir. Çünkü esasta burjuva ataerkil kültürü buralardan başlayarak öğrenmekte ve kişiliğimiz parçası haline getirmekteyiz. Aile içinde anne ve babanın, çocuklardan kadın ve erkeğe yaklaşımlarında ki farklılık ataerkil kültüre dair ayrı bir tablo sunar bize. Erkeğin başarılarından gurur duyulurken, kadının başarıları sönük bir temelde alkışlanmaktadır. Kadın doğum yaptığında erkekse, erkekte bir kabarma yücelme durumu öne çıkarken, doğan çocuk cinsiyet olarak kız ise yaşanan sevinç daha sönük olmaktadır. Bu durum kadının üzerinde oluşturulan baskı düşünüldüğünde kadında da gözlenmektedir.

Ev içi yaşamda baba oğul TV vb ile meşgulken anne ve genç kadın mutfak vb işlerle ilgilidir. Sofrayı anne ve genç kadının kurup kaldırdığını, ev içi işlere erkek çocuğun karışmadığını hepimiz geçmişe, şu ana doğru sorgulama yaparsak göreceğizdir.
Bu kültür aile ile ilgili alınan kararlarda da gözlenmektedir. Mesela; mirasın bölüşümü konusunda erkek ve kadının eğitim yaşam konularında iki cinsin taleplerine yaklaşım konuların dışa vurmaktadır.

Ataerkil erk egemen kültürü sorguladığımızda hâkim olanın her şeyi bildiği, hakimiyet altında olanların ise tabi olduğunu tabi kılınmaya çalışıldığını görürüz. Bu kültür yukarıdan aşağıya doğru aşılanmaktadır. Ki sistem kendi ömrünü bu şekilde sürdürmektedir. Yaşamın her alanında bu durum karşımıza çıkmaktadır. Mesela evde baba, sokakta kolluk kuvvetleri, okulda müdür, sınıfta öğretmen, kurumda yöneticiler, iş yerinde patron, askerde komutan bu biat etme ettirme, her şeyi bilme ve altta olanı ezme mantalitesini aşılamaktadır.

Simdi sorular sorup düşünelim

Evde, ev içi işlerin bölüşümünde ne kadar sorumluluk üstleniyoruz? Üstlenmiyorsak neden?
Herhangi bir konuda annemize, eşimize, kadın ve erkek kardeşlerimize ne kadar danışıyoruz? Danışmıyorsak neden?
Mücadele ve faaliyet alanlarında kadın yoldaşlarımızın inisiyatifini güçlendirmek için ne kadar emek verip, onlardan öğreniyoruz? Onları küçümseme eğilimi taşıyıp, onlardan öğrenmeyi ret ediyorsak neden?
Kadının kendi emeği, kimliği kişiliği ve mücadelesi ile ürettiği yarattığı olguları ne kadar kadının kimliği, duruşu üzerinden tarif edip kabul ediyoruz? Etmeyip kadını erkek üzerinden tanımlamaya çalışıyorsak neden?
Bu sorular çoğaltılarak yaşamın her alanına taşımak sorumluluğumuzdur. Yukarıda kısmen irdelemeye çalıştığımız ataerkil kültürün pratiğimizde dışa vuran yansımalarıdır. Bu kültürü düşünüş tarzımızda, dilimizde gözlemek mümkündür. Düşünüş tarzımızda tek tipçi, biatçı, her şeyi bilirimci, ezberci, kalıpçı sorgulama ve eleştiriden uzak, danışma ve dayanışma kültürüyle yapılacak işlere mesafeli, kolektif düşünüş ve hareket tarzlarında bireyci, kitlelere karşı üstenci vb duruş ve olgular ataerkil kültürün düşünüş ve siyasetimizde dışa vurumudur.

Mesela, bir çok konuda fikir belirten bir kadın yada erkeğe ifade ettiklerine bakılmaksızın ‘’ çok bilmiş’’ denmesi gibi.
Mesela, herhangi bir kampanya yada seçimde ‘’ kitlelere danışmaya ne ger var, onlar zaten bizim belirttiğimizden başka ne diyecekler ki’’ demek gibi.

Mesela, mücadele içinde olan insanlara ‘’ne önde olacaksın nede arkada kalacaksın, tam ortada duracaksın’’ demek gibi.
Bu ve benzeri kalıplaşmış anlayışları çoğalta biliriz. Yazının akışında ataerkil kültürün dilimize, pratiğimize siyasetimize yansımasını kimi yönleriyle açmaya çalıştık. Peki ne yaparsak pratiğimizde vuku bulan, dilimize pelesenk olan, siyasetimizde kendini tekrar eden ataerkil kültürden kurtuluruz.

Savunduklarımızla ile yaptıklarımız arasındaki uçurumu azaltıp, ortadan kaldırmaya çalışmakla
biçim ve şekilcilikten sıyrılıp öz ve biçimin, etik ve estetik değerlerin diyalektik uyumunu bilince çıkarıp ileri olanı yaşamsal kılıp geri olana karşı mücadele etmeliyiz.

Savunduğumuz değerlere her alanda bağlı kalmayla,

Hep söylediğimiz cins, din, ırk, mezhep, küçük büyük ayrımı gözetmeksizin  hak ve özgürlükleri eşit ve adilane bir şekilde uygulamakla,

Üretme, yaratma, yenilenme aşkıyla yanıp, ürettiklerimizi, yarattıklarımızı, yenilendiğimiz bütün olguları kararlı ve istikrarlı bir pratikle paylaşmakla,

Üretimi kitlelerle kolektif temelde yapma anlayışını önde tutup, her konuda ve hangi alanda olursa olsun küçük büyük ayrımı yapmaksızın yanı başımızda ki insanların düşüncelerine başvurmalı, onlara danışmalı, onlarla paydaşlaşma zemini yaratmakla,

Herhangi bir konuda hata yaptığımızda top yekûn yenilgi, suçlu psikolojisine kapılmamalı, tek bir hatayla her şeyi ortadan kaldırmamalı , parça bütün diyalektiğiyle olgu ve olayları ele alıp parçada ki yöne karşı mücadele etmeli, eğer hatalarda yanlışlarda ısrar varsa o yanı koparıp atmaktan tereddüt etmemekle,

Araştırmayan, sorgulayıp tartışmayan, eleştirmeyen, ezberci, kalıpçı, biatçı yanlarımıza savaş açıp, eleştiren araştıran, sorgulayıp tartışan, kalıpları zorlayan, biatçılığa isyan eden bir modelle yaşama atılmalıyız.

Hiç kimseye her şeyi bilirci anlayışla yaklaşmayıp, yaşama dair olgulara ‘’ben her şeyi biliyorum, bildiklerim yeterlidir’’ anlayışıyla yaklaşmamak doğruyu sahiplenip onu uygularken yanlışıda sahiplenip onu aşmak için mücadele etmeliyiz. Bilgiyi öğrenmeye sınırsız kılmalıyız.

Hangi alanda olursa olsun misyon, mertebe , konum, statüyü insanlar üzerinde hakimiyet aracına dönüştürmemeli dönüştürmek isteyenlere karşı ısrarlı ve ilkeli mücadele etmeliyiz.

Eleştiriye açık olup öz eleştirel yaklaşmak, eleştiri yaparken öğreticiliği yanlışa karşı mücadeleyle bütünleştirerek yapmalı esas ve tali yönleri ayrıştırıp yöntem ve anlayış temelinde çözüm perspektifiyle yaklaşmalıyız.

Özcesi ataerkil kültürün alternatifi olan devrimci kültürü ekonomik, sosyal, siyasal, duygusal, ailevi, kurumsal vb bütün ilişkilerimizde alanlarda savunmalı, uygulamalı ve alternatif olanı büyütmeliyiz. Öyle ki yeni olanı yaratıp eskiden kopalım, ileri olanı sahiplenip geri olanı atalım.

Tutsak Bir Partizan

Gazete Patika

Share

Cinsiyetçi ifadeler TDK’dan kaldırılacak

Gözaltına bulunan Halkevleri Eş Başkanı Dilşat Aktaş’ın TDK’ya cinsiyetçi kelimelerin kaldırılması için açtığı dava sonuçlandı.

Davayı görüşen Ankara 6’ncı İdare Mahkemesi, TDK’nın işleminin iptaline karar verdi.

Kararın gerekçesinde, TDK’nın Türkçe’nin doğru ve güzel kullanılması görevi olduğuna dikkat çekilerek şöyle dendi: “Türkçenin söz ve anlam yapısını korumak ve geliştirmek konusunda davalı idarenin asli görevi üstlendiği, bu görevi kapsamında; Türkçenin, özellikleri ve kuralları bozulmadan doğru, güzel ve anlaşılır şekilde kullanılmasını sağlamak, dilin düzeysiz, kaba ve argo kullanımına yer vermemesi ve de ‘toplumsal cinsiyetçilik’ bağlamında kadını zorunlu rollere iten, onu aşağılayan ve ikincil gösteren ifadeleri içeren her türlü kelime yapısını kullanmaması gerektiği açıktır. Diğer bir ifadeyle, toplumsal cinsiyetçilik içeren tüm kelime yapılarına çalışmalarında yer vermemesi, davalı idarenin uluslararası ve ulusal normlardan kaynaklanan görevidir.”

Cinsiyetçi kelimeler kaldırılacak

TDK’nın bu tanımında argonun kullanılmaması gereken söz ve deyim olduğunun ortaya konulduğu ifade edilen gerekçeli kararda, şunlar ifade edildi: “Argonun her yerde kullanılmayan yöresel olarak değişiklik gösteren, toplumda geçerli genel dilden ayrı, ama ondan türemiş olan, yalnızca belli çevrelerce kullanılan, toplumun her kesimince anlaşılmayan, kendine özgü bir sözcük, deyim ve deyişlerden oluştuğu dikkate alındığında dava konusu kelimelerin argo anlamlarının, Türkçenin ticari hayatta, kitle iletişim araçlarında, eğitim ve öğretim kurumlarında ve sosyal hayatın diğer alanlarında doğru ve güzel kullanılması hususunda öncü görevi üstlenen Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde ve internet sayfasında yer almasının hukuka uygun olmadığı sonucuna varılmıştır.”

Kadın hakimden itiraz

Mahkemede iki erkek hakim karara imza atarken kadın hakim ise muhalif kaldı.

Kadın üye, karşı oy yazısında, “Bu ifadelerin kadınlara ayrımcılık yapmak gibi veya söz konusu ifadeler ile kadına şiddet uygulanmasına zemin hazırlanması gibi bir amaç güdülmediğinden tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı görüşü ile aksi yönde oluşan çoğunluk kararına katılmıyorum” savunmasını yaptı.

Gazete Patika

Share