Rojowa Enternasyonal Mücadelenin Adıdır!


Bölgede bulunan halklarla birlikte yaşamak, kendi yaşamını belirleme hakkı, yönetme hakkı iҫin mücadele etmekten baṣka bir istemi olmayan Kürt ulusuna karṣı, barbar saldırı emri verildi.Faşist işgalci RTE, ve başta ABD olmak üzere; Kürtlerin demografik yapısın bozarak, İŞİD’e alan açmak, Rojowa’da gerçekleşen ortak enternasyonal kazanımları, ve kadın mücadelesini güçlü kılan tüm moral değerleri yok etme saldırasını başlatmış bulunuyor.
Kürdün inkarı ve imhası üzerine oluşturulan geleneksel devlet politikasının devamını sağlamaya yeminli olarak gerçekleştirdiği son saldırı da, diḡerleri gibi yıkım, katliam, göҫ ve zulüm getirecektir. Bu saldırı, baṣta Kürt kadını olmak üzere; Arap, Süryani, Ezidi ve bölgede yaṣayan daha birҫok ulusa, halka ve inançlara mensup kadınların, savaş ganimeti olarak sunulması işgalci savaş anlayışının parçasıdır.
Kapitalist sistemin efendilerinin karar verip yürüttükleri, haksız savaşlara karşı insan yaşamını ve onurunu korumanın elzemliğine inanıyoruz. Kürt ulusuna karşı sürdürülen bu haksız savaşı, işgali teşhir etmeliyiz.Tarihsel kazanımlar gösterdi ki savaş ancak karşı direnişle bertaraf edilir.Bunun için Kobane direnişinde direnen ve mücadele eden kadınların kararlılığı kadının ve insanlığın kurtuluş mücadelesine güç verdi.Kazanacağımız günler için tüm üye ve aktivistlerimiz başta olmak üzere herkesi devrimci mücadeleyi güçlendirerek savaşa karşı, sokağa SAVAŞA HAYIR DEMEYE ÇAĞIRIYORUZ.
Biz Avrupa Demokratik Kadın Hareketi olarak, faṣist iṣgal saldırısını kınıyor, Rojava halkının mücadelesinin yanında olduğumuzu beyan ediyoruz!
10 Ekim 2019

 

Web sitesi: www.adkh.org,

Facebook: ADHK-Avrupa Demokratik Kadın Hareketi,

Twitter:@ ADKH_ADKH

Share

Defend Rojava Platformu’ndan Küresel Eylem Çağrısı

Defend Rojava Platformu’ndan Küresel Eylemlere Katılım Çağrısı Kuruldu

Türkiye’nin Rojava’ya dönük işgal saldırılarıyla birlikte dünya vicdanını ayaklandırmak, IŞİD karanlığına karşı mücadele etmiş Kürtleri yalnız bırakmamak amacıyla Kürt halkının dostları tarafından dünya çapında başlatılan eylemlere aktif katılım çağrısı yapıyoruz.

Herkesi, Rojava’ya yönelik saldırının insanlık onuruna ve değerlerine yapıldığı gerçeğinden hareketle yüksek bir sorumluluk duygusuyla tepkilerini göstermeye, anlamlı ve tarihi direnişe destek vermeye çağırıyoruz.

Faşist Türk devleti ile onun yayılmacı, NEO Osmanlıcı MHP-AKP iktidarı ve Sultan Erdoğan’ın savaş politikalarına karşı gün Rojava devrimi savunma günüdür.
Platform olarak insanım diyen herkesi insanlık değerlerini savunan Rojava’yla dayanışmaya 12 Ekim’deki eylem ve etkinlikleri yaygınlaştırmaya ve kendi alanlarındakilere aktif biçimde katılmaya çağırıyoruz.

DEFEND ROJAVA PLATFORMU

Eylem Tarihleri ve Yerleri .

11 Ekim

POLONYA
Yer: TC konsoloslugun önu
Saat:17.00
ITALYA
Venezia
Yer: Ponte degli Scalzi(istasyon karşısı)
Saat 17.00

12 Ekim Cumartesi

HOLANDA
Den-Haag
Yer: Malieveld ,
Saat: 14.00

ISVICRE
Zurch
Yer: Helvetia platz
Saat : 14.30

NORVEC
Oslo
Yer:Trafikanten Oslo
Saat:15.00

ISVEC

Göteborg
Yer: GÖTAPLATSEN
Saat:13.00

Stockolm
Yer: Norra Bantorget Stockholm
saat: 13.00

DANIMARKA
Kopanhagen
Yer:Vesterbro Torv
Saat: 13.00

ALMANYA

Berlin
Yer : Hermann Platz Berlin
Saat: 15.00

Hamburg
Yer: Vom S-Bahn Sternschanze Hamburg
Saat: 15.00

Hannover
Yer: Hbf Hannover
Saat:16.00

Bremen
Yer: Hbf Bremen
Saat:14.00

Münih
Yer: Karl-Stützel-Platz Münih
Saat: 13.00

Frankfurt
Yer: Hbf Frankfurt/Main önünde
Saat: 14.30

Saarbrücken

Yer : Avrupa Galerie önü Saarbrücken
Saat: 14.00

Köln
Yer:Köln Deutz
Saat: 14.00

YUNANISTAN
Atina
Yer: Politekniyo
Saat: 18.00
AVUSTURALYA

Sydney
Yer: Town Hall meyadan
Saat 2 pm

Melbourne
Yer: şehir merkezinde
Saat: 4.30

Perth
Yer. Murray st mall onunde
Saat: 1.00 pm
FRANSA

Paris:
Yer: Place de la republique
Saat: 14.00

Strasbourg:
Yer: Place Kleber
Saat: 14.00

Marseille
Yer: Canabiere
Saat: 14.00

Nantes:
Yer : Place du commerce
Saat: 16.00

Bordeaux
Yer: Place de la bourse
Saat:14.00

Lyon:
Yer: Place Bellecour
Saat: 15.30

Grenoble
Yer: Place victor hugo
Saat: 16.00

Tours:
Yer: Place Jean Jaures
Saat: 15.00

ITALYA

PRATO
Prato centrale Prato
Saat 17.30 da miting
Bolonga
Piazza del Nettuno
Saat 15.00 da yürüyüş.

Empoli
Piazza selle Vittoria
Saat 17.00 yürüyüş.

Bolzano
Piazza del Grani
Saat 15.30 da miting-yürüyüş.

Pisa
Piazza Garibaldi
Saat 16.00 da yürüyüş.

Torino
Piazza Castello
Saat 17.00 da miting-yürüyüş.

Milano
Piazzale de Piola
saat 14.30 da yürüyüş.

AVUSTURYA

Innsbruck
Yer: Maria-Theresien-Straße Annasäule
Saat 15.00

Graz
Yer: Hauptbahnof
Saat 15 00

Viyana
Yer:Westbahnhof
Saat .14.00

Linz
Schillerpark linz
saat 15.30

FINLANDA
Yer: Narinkkatori
Saat: 12.00

KIBRIS
Yer: Lidre Plat Meydani
Saat: 10.30

Amerika Birlesik Devletleri

Montréal, QC – 6PM – FB Event
New York, NY – 6:30PM – FB Event – Meeting
Saturday, October 12th, 2019:
Los Angeles, CA – 12PM – FB Event
Seattle, WA – 3PM – FB Event

13 Ekim Pazar

INGILTERE

Londra
Yer: BBC önünde
Saat 13.00 Birliği

KANADA

Toronto
Yer :Yonge&Bloor‘dan
Saat: 3 pm(Toplanma saati)

ABD
Washington, DC – 1PM – FB Event
Sunday, October 13th, 2019:

14 Ekim
JAPONYA
Yer: BM Tokya Temsilsici Önu
Saat: 2:00-5:00 arası

Share

Güney Afrika’da kadınlar şiddete karşı sokaklarda

Güney Afrika’da binlerce kadın, kadınlara yönelik olarak artan şiddet olayları için sokaklara çıktı.

Kadın katliamlarını protesto eden binlerce kadın parlamento binasına yürüyerek olağanüstü hâl ilan edilmesi çağrısında bulundu.

“Vücudum senin suç mahallin değildir” sloganları atan kadınlar, Cape Town’da saldırılarda hayatını kaybedenlerin anısına siyah ve mor giysiler içinde yürüdü.

Hükümeti kadına yönelik suçları önlemede yetersiz kalmakla suçlayan kadınlar, tecavüzden suçlu bulunanlara ömür boyu hapis cezası verilmesini talep etti. Göstericiler, gerekli yasal düzenlemeleri yapmaması durumunda hükümete karşı Anayasa Mahkemesi’nde dava açacaklarını söyledi.

Yasaları Değişme Sözü

Parlamento önünde göstericilere hitap eden Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa yasaları değiştirme sözü vererek, meclisin bunları öncelikli olarak ele alacağını, kadına yönelik şiddet olaylarına bakacak özel mahkemeler kurulacağını ve kadın sığınma evleri açacaklarını söyledi. Kadınların ülke genelinde bugün de eylem yapacakları belirtiliyor.

Günde 137 Cinsel Saldırı Gerçekleşiyor

Güney Afrika’da günde resmi kayıtlara geçen 137 cinsel saldırı olayı yaşanıyor.

Bu hafta, kadınlardan sorumlu bakan Maite Nkoana-Mashabane, geçen ay içinde 30’dan fazla kadının eşleri tarafından öldürüldüğünü söyledi. Geçen ay işlenen bazı cinayetler ülkeyi sarsmıştı. Saadiqa Newman adlı 26 yaşındaki hamile bir kadın sekiz kurşunla öldürülmüştü. Denusha Witbooi adlı bir kadın kimliği belirsiz kişilerin saldırısında arabasının içinde öldürülürken, bir kum ocağında Meghan Cremer adlı kadının cesedi elleri bağlanmış halde bulunmuştu.

Nathlia Pienaar adlı altı yaşındaki bir kız çocuğu evlerinin önünde ip atlarken başına isabet eden kurşunla hayatını kaybetmiş; Lynetter Volschenk adlı kadının parçalanmış cesedi komşusu tarafından bulunmuş; boks şampiyonu Leighandre Jegels, polis memuru olan erkek arkadaşı tarafından öldürülmüştü. Cape Town’da bir süredir kayıp olan 19 yaşındaki üniversite öğrencisi Uyinene Mrwetyana’nın da paketini teslim almak için gittiği postanede tecavüze uğradıktan sonra dövülerek öldürüldüğü ortaya çıkmıştı. (BBC Türkçe’den derlenmiştir)

gazetepatika10.org

Share

1. Uluslararası Kadın Yönetmenler Kısa Film Festivali başlıyor

Bu yıl ilki düzenlenecek olan 1. Uluslararası Kadın Yönetmenler Kısa Film Festivali 13-15 Eylül tarihlerinde Kadıköy’de seyirciyle buluşacak.

Festival programında yer alan filmlerin tümünün kadınlar tarafından çekildiği 49 film yer alıyor.

Her dilden, kültürden farklı bakış ve hikayelere sahip kadınların çektiği kısa filmlerin buluştuğu festival dünyada dört yıldır New York ve
İspanya başta olmak üzere birçok ülkede Eylül ayında gerçekleşecek.

Kadıköy Belediyesi’nin desteklediği Festival, kadın kısa film yönetmenlerini teşvik etmek ve üretimlerinin artmasına katkıda bulunmak, dünyadan ve Türkiye’den nitelikli kısa filmleri seyirci ile buluşturmak amacıyla düzenleniyor.

gazetepatika10.org

Share

VİYANA HALK FESTİVALİ

( VOLKsstimmefest)


Viyana halk festivali 31 Ağustos-1Eylül Tarihleri arasında bir çok etkinlik ve eylemliliklere ev sahipliği yaparak başarıyla tamamlandı.  Aralarında ADKH, SYM, YENİ KADIN, SKB,  AVESTA, AVUSTURYA ALEVİ KADIN HAREKETİ KOMinterin gibi bir çok kurumun katıldığı Halk Festivali’nde bir çok etkinlik yapıldı.  Havanın da güzel olması etkinliğe katılımı artırdı. Yapılan etkinliklerde Diyarbakır, Van ve Mardin büyük şehir belediyelerine yönelik düzenlenen kayyum saldırılarına karşı bir yürüyüş düzenlendi.  Bunun yanı sıra HDP eski milletvekili Lezgin Botan kayyumlara karşı konuşma yaptı.  Avusturya’lı kurumlarla beraber yapılan Festivalde kadın cinayetlerini protesto amaçlı Viyana’da bulunan kadın örgütleriyle beraber ADKH’nın da  olduğu kurumlar “ölmek istemiyoruz”,  “kadın cinayetleri politiktir” başlıklı protesto eylemi gerçekleştirildi. Bir çok kurumun konuşma yaptığı ve kendini ifade edebilmesinin olanaklarının yaratıldığı eylemlikler başarıyla yamamlandı.
Kadın Cinayetleri Politiktir !
Sessizlik Şiddeti Gizler !
AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ
VİYANA

Share

Ölmek istemiyoruz!!

Ataerkil iktidar anlayışının topluma nüfuz eden  sonuçları: Boşanmak isteyen  Kadınlar öldürülmekte. Hem de her gün. Namus, ahlak ve aile  değerleri sisteminde yeniden kendini üreten, iktidarla bütünleşen eril  akıl kadınların, çocuk denecek yaşta kızların hayatını yok etmektedir. Eril iktidarın  ‘beden politikaları’  ile biçimlendirilmiş kadınlık rollerini red eden kadınlar şiddete uğramaktadır.  İslami bir hukuksal sistemde ayrılmak (boşanmak) isteyen kadın öldürülüyor. Emine Bulut’un katil zanlısı “devlet beni korusun” diyerek eril adalete olan güvene bir kez daha vurgu yapmış oldu. “Anne ölme” çığlığını hiç bir kadın unutamayacaktır.

Avrupa konseyinin İstanbul’da imzaya açtığı İstanbul sözleşmesi  olarak geçen anlaşmaya göre şiddete uğrayan kadının etkin korunması, şiddetin azaltılması için basın ve  eğitim dahil toplumunu bilinçlendirmeyi şart koyan ve tüm bunlara rağmen kadın şiddete uğrarsa, zarar görürse “etkin ceza sistemi ve kovuşturma” yı öngörerek adaletin sağlanmasını talep ediyor. İmzalanmış bu sözleşme  muhafazakar iktidar tarafından ‘aşırı’ bulunduğu için kadın şiddet görmeye, ölmeye devam ediyor. Sadece kadınlarla sınırlı olmayan bir şiddet atmosferi gittikçe yaygın hale geldi.

Örgütlü devlet şiddetinin yanı sıra, AKP iktidarının toplumda yarattığı ekonomik ve ruhsal krizle birlikte şekillendirilen “Yeni islama uygun toplum” anlayışının sonuçları can almaya devam edecek. Sokağı fetvalarla, medya ve dizilerle dizayn eden toplumsal kontrolü muhafazakar islama göre yayan eril iktidar anlayışı şiddete zemin hazırlıyor. Buna karşı mülkiyet ilişkilerinden arınmış, özgür, eşitlikçi, toplum anlayışını geliştirmeliyiz. Kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık ancak  kadınların örgütlü gücüyle aşılabilir. Kadınlar birlikte örgütlü mücadeleyle güçlüdür. Gücümüzü birleştirerek, bireylerin kendisini özgürce ifade edebildiği, yaşayabildiği, üretebildiği  bir toplumu yaratmak için haykıralım herkes duysun: Örgütlenerek özgürleşelim!

Kadın Cinayetleri Politikdir!
Sessizlik Şiddeti Gizler!
İstanbul Sözleşmesi uygulansın!

Ağustos 2019

AVRUPA DEMOKRATIK KADIN HAREKETI

Share

HALKLARIN İRADESİNE SALDIRILARIN KARŞISINDA OLACAĞIZ!

 

Faşizmin sürekliliğinin sağlandığı ve tüm demokratik ve meşru hakların gasp edildiği dönemlerden bir tanesi daha yine bildik bir yöntemle hayata geçiriliyor. Akp-Mhp iktidarı halkların iradesini hiç bir şekilde tanımayarak seçilmiş illerin belediye başkanlarını tanımayarak yerlerine kayyum atadı.

Gerek 31 Mart gerekse de 23 Haziran’da yaşamış oldukları hezimet karşısında AKP iktidarı kendileri için buradan bir ders çıkarma yönelimine girmekten ziyade alınan belediyelere ”işyaptırmama” beyanında bulunmuş ve bugün de bunu yerine getirmekteler. Öncesinde yüzlerce insanın göz altına alınması, sonrasında kayyumlar atanarak bazı işçilerinin de işten çıkarılması ile bu süreci devam ettiren iktidar, kendi korkuları içinde boğulacaktır.

İradesizleştirilmek istenen ve biat kültürü altında yaşatılmak istenen halklar buna sessiz kalmayacaktır. Çünkü seçilen bu belediyeler Kürt ulusunun ve halkların iradeleri sonucu göreve gelmişlerdir, demokratik ve meşrudurlar.

Bu anlamıyla  Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de gelişen tepkiler halkların demokratik itirazıdır ve desteklenmelidir.

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi olarak bu iradeye karşı yapılan darbelerin karşısında ve Kürt ulusunun yanındayız. Bu iradeye saldırıları, karşı saldırılarla cevaplamalı ve dört bir yanı Serhildanlara çevirmeliyiz. Tüm işçi ve emekçileri bu saldırılara karşı omuz omuza mücadeleye çağırıyoruz.

 

AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ

Share

Ben yapanım, Ben üretenim ve başaran BEN’im! Burada ki özne Ben’im

Kadın mücadelesinin bugün geldiği seyir açısından bakıldığında somut gerçekliğin yeterince kavranmadığı aşikârdır. Kadın mücadelesinin neden istenilen düzeyde gelişmediği, böylesi bir devrimci dinamiğin neden etkinleştirilemediği yıllardır gerek devrimci hareket, gerekse de kadın örgütleri tarafından tartışılıyor. Bunun tabii ki birçok nedeni var. Tarihsel koşullar, kadının örgütlemedeki zayıf olan deney ve tecrübesizliği, ruh dünyasındaki parçalanmışlık ve erkek egemen sistemin katmerli şiddeti vs. Ancak bunlar genel okumalardır ve bilinç böyle kaldıkça hep bu şekilde okunmaya devam edecektir. Asıl mesele, mevcudu doğru okuyarak kavramaktır. Partilerin veya örgütlerin teorilerinin cins sorununu sınıfsal temelde yeterince görememe durumu, geleneksel toplumsal şekilleniş teoride kabul edilse de, devrimci kadroda köklü bir davranış kültürüne dönüştürememeleri ve sadece sistemi suçlayarak bir durum tanımlaması yapmaları ciddi bir sorun olarak orta yerde durmaktadır.

Bir ihtiyacın ürünü olarak doğan bu parti veya örgütlerin yapısını oluşturan bireyler ilkeler söz konusu olduğunda oldukça katı veya sıkı olurken, ezilen cins kadına karşı olan görev veya ilke söz konusu olunca yeni bir geri yapı olarak kendisini ortaya çıkarır. Kadının hayatındaki devletleri kaldırma mücadelesine soyunmuş bu kurtuluş hareketleri ne yazık ki kadın için yine bir devlete dönüşürler.

Örgütler, bireyleri yetkin oldukları alanlarda konumlandırmayınca doğal olarak kadın da dâhil tüm bireyler emir komuta zinciri altında bir kurtarıcı beklemeyi sürdürür. Bu durumda ne kadar cesur ve cömert yoldaşlar olduklarını düşündüklerinin peşinden yürümekle yetinirler. İşte kadınlar, örgütlerin bu türden yanlış anlayışları altında yıllarca var olmaya çalıştılar ve sonrasında kendi hareketlerini yaratma mücadelesine gittiler. Yaratılan bu örgütlenmeler kadının kurtuluş mücadelesine anlamlı bir ivme kazandırdı ve kadının özgüvenini geliştirip özneleşmesine fırsat verdi. Bu kazanımlar tek tek anlattığımızda sayfalara sığmayacaktır ama yine de kadın kurtuluşunun devrim sonrasına endeksli bir şekilde devam ettiği hepimiz için aşikârdır.

Kadın mücadelesine dair somut perspektifler oldukça iyi konmuşken AN’daki kadının kurtuluş mücadelesini somutlamada hayli zayıf kalınmıştır. Kadınlar için konan pozitif ayrımcılık kota vs. gibi olumlu adımlar ki -bunlardan kota bile sınırlı sayıda bir kadın katılımı anlamına gelebilir- gündelik sorunları çözmeye maalesef yetmemiştir.

Peki neden?

Bunun bir tarafı kadın sorununa dair sürekli bir reçete sunulması ancak tek tip olan bu reçetenin tüm hastalıkları tedavi edememesi. Bir diğeri de bu reçeteyi yazanların, somut durumu bilmeyen veya kadının mücadele sürecinde nasıl bir rol oynayacağını somutlamadan kendisinin hem hasta hem doktor olmasıdır.

Bunların dışında kadınların bulundukları alanlarda yaptıkları çalışmalar ve yarattıkları olumlu değerlerin ciddiyetle ele alınmaması, aynı zamanda da kadınların kendilerinin de ihtiyaç olanı talep etmemesi, konumlandırıldıkları yerlerde veya aldıkları görevlerde etkili rol oynamaması, özne olarak sahaya çıkmaması süreç içerisinde edilgen bir şekilde plansız, deyim yerindeyse belirsiz, programsız kadın kitlesi olarak kalmasından öteye gidememiştir.

Oysa olması gereken kadının yaşadığı alanlarda karşılaştığı somut sorunları çözme noktasında ve kendisini de bu durumun muhatabı yaparak, yerelde söz sahibi olmasını sağlamak olmalıdır. Kadının yerel alandaki siyasal varoluşlarının güçlendirilmesi ve yerel politikaların kadın odaklı olarak sürdürülebilmesi büyük önem taşıyor.

Böyle bir yapı devrim mücadelesine katılır, sosyalizm amaçlar ve komünist hedefe yürüyüşü örgütler. İşte böyle bir yapı, özlenen gerçek kadın örgütünün tam da kendisi olur. Kadın örgütleri, kadının var olma ve kurtuluş mücadelesini kadın mağduriyeti üzerinden değil, o anda içinde yaşadığı gerici sistemi, bu sistem içerisindeki erkek egemen kültürü, eril dili; yani bil-cümle hegemonyacı anlayışların karşısında olacak aktif hareketlerle, aktif eylemliliklerle, aktif sokak hareketleriyle ve kendi diliyle, rengiyle yaratır.

Kadının kavganın bilincine ne kadar varırsa o kadar söz söyleme hakkına sahip olacağı günümüz açısından çok somut bir gerçeklik olarak ortada duruyor. Kadın kurtuluş mücadelesi için her alanda alınan kararların uygulanması ve bu kararları da tepeden bir yönetim anlayışıyla değil, yukardan aşağıya dayatılan bir yönetim biçimiyle değil, yerelden çalışmanın içerisine girerek, kadının kendi kendisini yönetebilmesinin koşullarını yaratarak ve bizzat kadının bu yerel yönetimin içerisinde yer almasını sağlayacak kadın meclisleriyle yaratması gerekiyor. Bugüne kadar yapılamayan veya eksik bırakılan bir noktadır bu. Tam da burası, yani kadına “sizi kurtaracağız” diyerek kurulan kadın hareketleri, kadın komisyonları ve başlarındaki “elit kadınlarla” bu iş kurtarılmaya çalışılmıştır. Ama bu kadınların evdeki, sokaktaki, tarladaki kadının kendi somutunda yaşadığı sorunlara dair belki de en ufak bir fikri olmamıştır ve maalesef bir bağ kuramamıştır. Çünkü çoğu kere kadın hareketlerinin aldığı kararlar kadının kendi gerçekliği ile uyuşmamıştır. Ayrıca yapılacaklar noktasında kadınların görüşü alınmadan üst mevkilerin inisiyatifine tabi bırakılmıştır.

Buradan varılacak sonuç ya da ders, kadın hareketlerinin öncelikli görevi kadına dokunacak, kadının güvenini kazanacak ve kadını pratik yaşamda eylemliliklerin içerisine çekecek somut örgütlenme biçimlerini yaratmak gerekiyor. Kadına mahallelerde, ilçelerde, illerde komitelerde, komisyonlarda, meclis yönetimlerinde yer alarak, kendi sesini duyması, kendi aldığı kararların pratikte hayata geçirildiğini kendisi yaşayarak, görme fırsatı verilmesi gerekiyor.

BEN yapanım, BEN üretenim ve başaran Ben’im. Buradaki özne Ben’im demesi ve görerek ikna olması gerekiyor. Kendi gerçekliğine uymayan yanlışların karşısında bu benim gerçekliğime uymuyor diyebilmesi gerekiyor. Pasifize edilmiş ya da etkisiz bırakılmış bu geniş dinamiğin harekete geçirilmesi gerekiyor.

Bu anlamda kadınların yaşamda durdukları yere dokunabilmemiz için öncelikle en ufak birimlerin içerisinde ama mümkün olduğu ölçüde geniş kadın kitlesini işin içine sokarak bir örgütlenme şekline yönelmemiz gerekiyor.

Bugün Türkiye’de, Kürdistan’da ve Avrupa’da yaşayan kadınlar olarak, kadına yönelik şiddetin, kadın kırımlarına yol açacak kadar bir tanımlamaya gittiği bir evreden geçiyoruz. Dolayısıyla kadın kırımının bu kadar üst boyutta yaşandığı bir coğrafyada (Türkiye ve Kuzey Kürdistan) kadın gerçekliğine uymayan şeylerle gittiğimiz zaman karşılık bulamayız, kadını mücadele sahasına ikna edemeyiz ya da kadını üretim alanlarında dinamik ve aktif halde göremeyiz. Onu bu cenderenin içeresinden çıkaracak kurtuluş mücadelesine katacak ve kendi meclislerinde kendi hayatını kazanacak ekonomik koşullarını sağlayacak, kendisinin üretip kendisinin kazanacağı ve kendisinin söz hakkına sahip olacağı bir ortam yaratmakla ancak uzun vade de kadının yetkinleşmesine, özne olmasına alan açmış oluruz.

Bu anlamıyla kadın hareketlerinin önce kadınların yetkinleşebileceği bir çizgi ışığında donanabileceği kadın meclisleri ortamlarında hazırlaması ilk aşamada doğru olandır. Bunu yerine getirmenin yolu ise, “kadın yönetime kadın iktidara” perspektifiyle açılan güzergâhta, gerçek anlamıyla kadının kurtuluş mücadelesine doğru perspektifler sunarak, o andaki durumlara somut öneriler getirerek, pratik yaşamın içerisinde toplumun yarısını oluşturan bu devrimci dinamiğin, aktif potansiyelin harekete geçirilmesini ciddiyetle ele almaktan geçecektir.

gazetepatika10.org

Share

Londra Pride Walk 2019

Bir buçuk milyon insan Onur Yürüyüşünün (Pride Walk) 50. yılında Londra sokaklarını doldurdu.

Londra büyük şehir belediye başkanı, gölge eğitim bakanı, savunma bakanı ve birçok sanatçının katıldığı Onur Yürüşüne, RAF (Kraliyet Hava Kuvvetleri) jetleri yaptıkları gösteriyle destek verdiler.

30. yıl vesilesiyle Pride Jubilee ana temasıyla yapılan gösterilere 600 gurup ve organizasyon katıldı. Bu yıl iklim değişikliğine dikkat çekilerek acil eylem çağrısı yapıldı.

Bu yıl yürüyüşte sorulara neden olan bir durumda yaşandı. Marjinal guruplara yer olmadığı için yürüyüşe katılım izni verilmediği ve kenarda izlemek zorunda kaldıkları ama buna karşı Metropolitan polisinin ve içişleri bakanlığının yürüyüşte yer almalarından dolayı bu durumu sorgulayan dövizler dikkat çekiciydi.

Haber:The Guardian

Fotograflar: AFP/Getty images, PA, reuters, EPA

Share

Kadın Cinayetleri ve Çocuk İstismarı 2019 Raporu: 214 ataerki cinayeti, 99 cinsel saldırı, 28 çocuk istismarı

1 Ocak-30 Haziran tarihlerini kapsayan “Türkiye’de Kadın Cinayetleri ve Çocuk İstismarı Raporu” CHP Milletvekili ve TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) Üyesi Necati Tığlı tarafından hazırlanıp yayımlandı.

İyi Hal Uygulamalarına Son Verilmeli

2016 yılından bu yana kadın ve çocuklara yönelik suçlardaki artışa dikkat çeken Necati Tığlı, “Kadınların hedef gösterilmesi devam ettiği sürece şiddet de yükseliyor, bu suçlarda mahkemelerin iyi hal uygulamalarına bir an önce son vermeleri gerekiyor. Kadınlar geleceklerinden endişe duyuyor” değerlendirmesinde bulundu. Tığlı, bu korkunç tablonun ortadan kalkması için 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un etkin olarak uygulanması gerektiğine dikkat çekti.

Suç İşleyenler Cezasız Bırakılmamalı

Kadın ve çocuklara yönelik şiddet ve istismarın önlenmesinin AKP’nin birinci görevi olduğunu söyleyen Tığlı, “Partimiz TBMM’nin bu konuda yapacağı tüm çalışmalara katkı vermeye hazırdır. Kadına yönelik kötü muamele, cinayet, işkence, tecavüz ve istismarın önlenmesini sağlayacak denetim ve cezalandırma mekanizmaları işletilmeli, suç işleyenler ve işlenmesine göz yumanlar kesinlikle cezalandırılmalı. Kadına yönelik suçlardan dolayı yargıç karşısına çıkanlara davranış ve şekli görüntüsünden dolayı iyi hal uygulanmamalı” dedi.

Türkiye’de Kadın Cinayetleri ve Çocuk İstismarı Raporu’nda yer alan verilere göre, 2019 yılının ilk 6 ayında:

  • 214 kadın erkekler tarafından öldürüldü.
  • Kadın cinayetlerinde bir önceki yıla göre yüzde 4 artış yaşandı.
  • 99 kadın cinsel saldırıya uğradı.
  • 28 çocuk istismar edildi.

gazetepatika10.org

Share

Cumartesi Anneleri, Transporter araçlar ile kaçırılanların akıbetini sordu

Kayıplarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle sürdürdükleri eylemlerinin 745’inci haftasında Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelmek isteyen Cumartesi Anneleri, bir kez daha polis tarafından engellendi. Cumartesi Anneleri, polis ablukasına alınan İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nin bulunduğu sokakta eylemlerini gerçekleştirdi. Bu haftaki eyleme, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Ali Kenanoğlu destek verdi. Kayıp yakınları, üzerinde kayıpların fotoğraflarının olduğu tişörtler giyerek, gözaltında kaybedilen yakınlarının fotoğrafları ve kırmızı karanfil taşıdı.

Bu haftaki eylemde güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınarak kaybedilen Gökhan Türkmen, Yasin Ugan, Özgür Kaya, Erkan Irmak, Mustafa Yılmaz ve Salim Zeybek’in akıbetleri soruldu.

‘Sessiz kalmayacağız’

Basın açıklamasını İHD İstanbul Şubesi Gözaltına Kayıplara Karşı Komisyon Üyesi Sebla Alcan okudu. 745 haftadır yalnız kaybedilen insanları için değil, bir daha hiç kimsenin kaybedilmemesi için de mücadele ettiklerini belirten Alcan, “Gizli gözaltı, gözaltında kaybetmenin ve işkencenin yatağıdır. Asla kabul edilemez. Zorla kaçırma ve kaçırılan kişinin akıbetini gizleme gözaltında kaybetmenin ilk adımıdır. Asla kabul edilemez. Bu iddialar karşısında susmak, hukukun gereğini yapmamak suçtur. Biz sessiz kalmayacağız. Vicdan ve onur sahibi yurttaşlar olarak herkes için, her yerde insan haklarını talep edeceğiz” dedi.

‘Transporter araçlarla kaçırıldılar’

7 ve 21 Şubat’ta kaçırılan Gökhan Türkmen, Yasin Ugan, Özgür Kaya, Erkan Irmak, Mustafa Yılmaz ve Salim Zeybek’ten ailelerinin tüm çabalarına rağmen haber alınamadığını hatırlatan Alcan, yaşamlarını tehdit eden koşullar altında kaybolduklarına ilişkin kuvvetli şüphe bulunan bu kişilerin, Transporter araçlarla ve tanık beyanlarına göre kendilerini kamu görevlisi olarak tanıtan kişiler tarafından zorla kaçırıldığını dile getirdi. Alcan, “745’inci haftamızda Gökhan Türkmen, Yasin Ugan, Özgür Kaya, Erkan Irmak, Mustafa Yılmaz ve Salim Zeybek’in aileleriyle birlikteyiz. Aileler kaçırılma ve yasadışı alıkonulma iddiasıyla tüm mercilere başvurmuş olmalarına rağmen Şubat ayından bu yana hiçbir bilgiye ulaşamamışlardır. Hakkında hangi suç isnadı bulunursa bulunsun herkesin hukuk kurallarından eşit ve adil bir biçimde yararlanmaya hakkı vardır. Hiç bir gerekçe bu hakkın ihlalini meşrulaştıramaz” diye belirtti.

‘Hukuk kurallarını uygulayın’

Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’e çağrıda bulunan Alcan, kaçırılma vakalarının etkin bir biçimde ve maddi gerçeği açığa çıkartacak şekilde soruşturulmasını istedi. AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’a da seslenen Alcan, söz konusu kaçırılma vakaları hakkında, acil ve etkin soruşturma yürütülerek, kayıp kişilerin nerede bulunduğunun tespit edilmesini, bu kişilerin kayıt dışı gözaltında tutuluyorlarsa, ailelerinin bilgilendirilmelerini ve adli makamların karşısına çıkarılmalarını sağlama çağrısında bulundu.

Devleti yönetenlere de seslenerek hukuk kurallarının herkese eşit ve adil bir biçimde uygulanması gerektiğini vurgulayan Alacan, “Kaçırılan insanların ailelerinin savcılıklara da yansıyan iddiaları ile ilgili yaşamı koruma ve etkili soruşturma yükümlülüğünüzü yerine getirin. Gökhan Türkmen, Yasin Ugan, Özgür Kaya, Erkan Irmak, Mustafa Yılmaz ve Salim Zeybek nerede?” diye sordu.

Açıklamadan sonra gözaltında kaybedilenlerin hikayeleri kamuoyuyla paylaşıldı. Kaybedilenlerin hikayeleri şu şekilde:

Gökhan Türkmen 

“Türkiye Zirai Donatım Kurumunda kimyager olarak çalışan Gökhan Türkmen, 1 5 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından görevinden ihraç edildi. 9 Ağustos 2016 tarihinde 4 polis Ankara’daki evine gelerek arama yaptı. Polisler Selda Türkmen’e eşi hakkında yakalama kararı olduğunu söyledi. Polisler evdeyken 6-7 silahlı özel harekât polisi Gökhan Türkmen’i almak üzere geldiklerini söyledi. O sırada evde bulunmayan Türkmen sonrasında da eve gelmedi. Ailesi ile telefonla haberleşiyordu. 2 Şubat 2019 tarihinde annesine ‘eğer benden bir hafta haber alamazsanız suç duyurusunda bulunun’ dedi. 7 Şubat 2019 tarihinde anne babasının Antalya’daki eve gitti. Annesi onun çok sıkıntılı olduğunu fark etti. Öğleden sonra motosikletle dışarı çıktı ve kendisinden bir daha haber alınamadı. Ailesinin tüm başvuruları sonuçsuz kaldı.

Yasin Ugan, Özgür Kaya

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında haklarında yakalama kararı bulunan Yasin Ugan ve Özgür Kaya evlerinden ayrılmak zorunda kaldı. Birlikte Ankara ili Altındağ ilçesi Çamlık Mahallesi 1847 No’lu sokaktaki 12 numaralı evi kiraladılar. 13 Şubat 2019 tarihinde saat 15.00 ile 16.00 saatleri arası ellerinde silah bulunan ve kendilerini polis olarak tanıtan kişiler evlerinin kapısını kırarak içeri girdi. Ugan ve Kaya’yı ters kelepçe takıp kafalarına siyah poşet geçirerek gözaltına aldı ve beyaz bir minibüse bindirerek götürdü. Olay yerinde silahlı ve polis yelekli kırk civarında kişi bulunuyordu. Ev sahibi gözaltı işlemi yapan kişilere kim olduklarını sorduğunda polis olduklarını söyleyerek gözaltına alınanlarla ilgili savcılığın yürüttüğü soruşturma dosyasının numarasını verdiler. Olay mahallelinin gözü önünde gerçekleşti. 13 Şubat 2019 tarihinden sonra Yasin Ugan ve Özgür Kaya’dan bir daha haber alınamadı. Ailelerinin tüm başvuruları sonuçsuz kaldı.

Erkan Irmak 

Öğretmen olan Erkan Irmak İstanbul Ümraniye’de yaşıyordu. Hakkında yakalama kararı olan Irmak evinden ayrılmak zorunda kalmıştı. Zaman zaman ailesini görmek üzere evine geliyordu. Bu gelişlerinden birinde gece saat 23.00 civarında Ümraniye İstiklal Mahallesi’ndeki evinden çıktı. Eşi camdan onun gidişini izledi. İki kişinin hızla Erkan Irmak’a yaklaşıp koluna girdiğini, ön taraftan bir kişinin de onlara doğru koşarak geldiğini gördü. Kaçırılmanın gerçekleştiği 16 Şubat 2019 tarihinden sonra Erkan Irmak’tan bir daha haber alınamadı. Ailesi Erkan Irmak’ın yasadışı bir şekilde alıkonulduğu iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. Ancak bugüne kadar Erkan Irmak’ın akıbeti hakkında ailesine bilgi verilmedi. Ailesinin tüm başvuruları sonuçsuz kaldı.

Mustafa Yılmaz

Fizyoterapist olan 33 yaşındaki bir çocuk babası Mustafa Yılmaz Ankara’da yaşıyordu. 9 Ekim 2018 tarihinde Bylock kullanımı ve Bank Asya’da hesap hareketleri bulunduğu iddiasıyla tutuklandı ve yargılandı. 8 Ocak 2019 tarihinde 6 yıl 3 ay ceza aldı. Yurtdışı çıkış yasağı konularak serbest bırakılan Mustafa Yılmaz, hüküm sonrası üst mahkemeye itiraz başvurusunda bulundu. Mustafa Yılmaz 19 Şubat 2019 sabahı işe gitmek üzere evden ayrıldı ve kendisinden bir daha haber alınamadı. Ailesi emniyete ve savcılığa başvurdu. Ancak sonuç alamadı. Kendi imkanları ile yaptıkları arama sonucunda ulaştıkları kamera görüntüsünde aile, Mustafa Yılmaz’ın darp edilip başına bir çuval geçirildikten sonra köşede bekleyen siyah transporter marka bir araca bindirildiğini gördü. Ancak bugüne kadar Mustafa Yılmaz’ın akıbeti hakkında ailesine bilgi verilmedi. Ailesinin tüm başvuruları sonuçsuz kaldı.

Salim Zeybek

Salim Zeybek Ankara’da yaşıyordu. Bilgi Teknolojileri Kurumu’nda çalışırken 670 sayılı OHAL KHK’sıyla ihraç edildi’ Hakkında bir soruşturma yürütülen Zeybek’in muhtemelen soruşturma kapsamında kendisi ile ilgili arama ve yakalama kararı bulunuyordu. Bu nedenle evden ayrılmak zorunda kalmıştı. Zaman zaman eşiyle telefonla görüşüyordu. Bu görüşmelerden birinde Salim Zeybek eşine İstanbul’da görüşmek İstediğini söyledi. Eşi ve çocukları ile İstanbul’da buluştu. 21 Şubat 2019 tarihinde akşam 19.00 sularında Zeybek Ailesi’nin içinde bulunduğu aracın önü kesildi. Edirne Emniyet Müdürlüğüne bağlı sivil polis olduklarını söyleyen kişiler tarafından Salim Zeybek bir araca, eşi ve çocukları başka bir araca bindirildi. “Biz devletin polisiyiz” diyen silahlı kişiler yolda birkaç kez plaka değiştirerek Salim Zeybek’in eşini ve çocuklarını Ankara’daki evlerine kadar götürdüler. Salim Zeybek’in eşinin arabadan inmesine izin vermeden önce “biz devletiz, savcıya, polise gitme. Sen bizi dinle, biz seni artık bir hafta sonra mı olur, bir ay sonra mı olur, bir sene sonra mı olur, eşinle görüştüreceğiz. Ama önce eşinin bizim elimizden geçmesi lazım” dediler. Bugüne kadar Salim Zeybek’in akıbeti hakkında ailesine bilgi verilmedi. Ailesinin tüm başvuruları sonuçsuz kaldı.” (MA)

gazetepatika10.org

Share

2019 yılında 254 kadın katledildi!

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu 2019 yılının ilk 6 ayına ilişkin raporunda cinsel şiddet ve çocuk istismarının da artarak devam ettiğini açıkladı.

Rapora göre 2019 yılının ilk 6 ayında 214, haziran ayında ise 40 kadının öldürüldü. Yine rapora göre, haziran ayındaki kadın cinayetlerinin 8’i şüpheli ölüm olarak kaydedildi ve 21 kadının öldürülme nedeni de tespit edilemedi.

Rapor 40 kadından 2’sinin ekonomik bahaneyle, 9’unun boşanmak istemesi, barışma ya da arkadaşlık isteğini reddetmesi gibi gerekçelerle öldürüldüğünü ortaya koyuyor. Platformdan yapılan açıklamada, “şüpheli, sanık ve katiller caydırıcı cezalar almadıkça, önleyici tedbirler uygulanmadıkça şiddet boyut değiştirerek sürecek” denildi.

Birleşmiş Milletler (BM) Kadın Birimi’nin raporunda ise kadınlar için en tehlikeli yerin kendi evleri olduğu vurgulandı. BM raporunda, “Türkiye’de 2019’un ilk 6 ayında 100 kadın aile üyeleri tarafından öldürüldü” denildi.

gazetepatika10.org

Share

Diyanet’ten nefret açıklaması: Eşcinsellik “sapkınlık”, nikahsız yaşam “haram”

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan tüm camilerde okunan ve web sitesinde de yer alan Cuma Hutbesi’nde eşcinselliğin hedef alındığı nefret söylemlerine yer verildi.

Eşcinselliğin “sapkınlık” olarak tanımlanması ve nikahsız yaşamanın haram olduğu ifadeleri tepki yarattı.

‘Evlilik Dışı Birliktelikler Haramdır’

Nikahın kutlu bir sözleşme olduğunun vurgulandığı hutbede “Evlilik dışı birliktelikler ve ‘cinsel özgürlük’ adı altında gündemde tutulmaya çalışılan ‘serbest yaklaşımlar’ ise kadının da erkeğin de saygınlığını ve haklarını korumaktan uzaktır. Meşru ve muteber bir nikâh olmadan yaşanan birliktelik, Allah tarafından haram kılınmıştır” ifadeleri kullanıldı.

‘Eşcinsellik Helak Sebebidir’

Eşcinselliğin de hedef alındığı hutbede “Irkımızı, rengimizi ve ömrümüzü olduğu gibi cinsiyetimizi de Yüce Yaratan belirlemiştir. Fıtratın kodlarıyla oynamak, yaratılıştan gelen özellikleri değiştirmeye çalışmak sünnetullaha aykırıdır. Cinsiyete müdahale eden ve cinsiyetsizliğe davet eden çabalar sadece bireyin değil bütün bir neslin felaketini hazırlar. Cinsiyet seçimini kişisel bir özgürlük alanı gibi göstererek ilahi iradeyi yok saymak, haddi aşma ve kulluktan sapmadır. Tarih boyunca bütün inançlar bu tür anlayışları şiddetle reddetmiş ve lanetlemiştir” denildi.

Tarihte birçok kavmin “vahye kulaklarını kapatmaları, ahlaki bozulmaları ve sapkınlıkları yüzünden helak olduğunu” belirten hutbede, “Azgınlıkları ve haddi aşmaları sebebiyle helak edilen kavimlerden ibret alalım. Fıtratımıza uygun, nezih bir hayat yaşamaya gayret edelim“ ifadeleri yer aldı.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş 30 Haziran’da düzenlenen Onur Yürüyüşü’ne değindiği konuşmasında LGBTİ bireyler için “sapkın” ve “yaradılışa aykırı” ifadelerini kullandığı için eleştirilmişti.

gazetepatika10.org

Share

LGBTİ’ların İnsan Hakları Raporu: Nefret cinayetleri, işkence ve ifade özgürlüğü ihlalleri…

Kaos GL derneği 2018 yılına ait LGBTİ+ların İnsan Hakları Raporu”nu yayımladı. Yayımlanan raporda LGBTİ+’lara dönük yapılan sistematik hak ihlallerinin sürdüğü belirtildi.

Avukat Yasemin Öz tarafından hazırlanan raporda; 2018 yılında LGBTİ+’ların insan haklarına erişimini engelleyen uygulama ve insan hakları ihlallerine ilişkin vakalar yer alıyor.

Rapor kapsamında, 2018 yılında LGBTİ+’lara yönelik insan hakları ihlallerine ilişkin toplam 89 vaka ele alınıyor. İhlallerin hak kategorilerine göre dağılımına bakıldığında; dört nefret cinayeti, on nefret suçu, yirmi üç nefret söylemi, işkence ve kötü muamele yasağı ihlali ile ilgili altı vaka, kişi özgürlüğü ve güvenliğinin ihlali konusunda üç, özel hayatın gizliliğinin ihlali anlamında bir, ifade özgürlüğünün ihlali anlamında beş, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlali anlamında dört, çalışma yaşamında ayrımcılıkla ilgili beş, eğitim alanında ayrımcılıkla ilgili on üç, sağlık alanında ayrımcılıkla ilgili üç, barınma hakkının ihlali alanında ayrımcılıkla ilgili bir, mal ve hizmetlere erişim konusunda ayrımcılıkla ilgili dört, cezaevindeki LGBTİ+’lara yönelik hak ihlalleri ile ilgili dört, mültecilere yönelik hak ihlalleri ile ilgili üç vakaya raporda detaylı yer veriliyor.

Rapor özeti şöyle:

“LGBTİ+’ların İnsan Haklarını İzleme Raporu kapsamında ele alınan vakalar incelendiğinde de LGBTİ+’lara yönelik olumsuz davranış ve uygulamaların yoğunluğunu şiddetli bir biçimde koruduğu görülecektir. LGBTİ+’lara yönelik ihlallerin görünürlüğünün arttığı ve ihlallere karşı yasal yollara başvurma süreçlerinde artış olduğu raporda görülebilecek diğer sonuçlardır. 2017 ve 2018 yılları, Ankara’da LGBTİ+ etkinliklerin ilk defa ve süresiz olarak yasaklanması gibi daha önce karşılaşılmayan uygulama ve ihlal türlerinin de ortaya çıktığı yıllardır. İhlaller ve görünürlükleri ile birlikte ihlallere karşı yargı makamlarına başvurma sayısındaki artışa rağmen, yargıdan ihlallerin engellenmesine dair olumlu karar alabilme sayısı son derece sınırlıdır. Az sayıda da olsa yargısal kararlarla ihlallerin engellendiği de görülmektedir ve bu kararlara da rapor kapsamında ilgili kategori altında yer verilmiştir. Raporun, LGBTİ+’ların maruz kaldığı hak ihlallerini ve bu ihlallerin sistematik bir biçim arz ettiğini görünür kılarak ihlallerin ortadan kalktığı bir ülke için bir adım olmasını diliyoruz.”

Raporda hak be özgürlük kategorileri başlıklar haline ele alınıyor, bu başlıklarda her hak ve özgürlüğü düzenleyen ulusal ve uluslararası mevzuatın yanı sıra o hak-özgürlük kategorisinde 2017 ve 2018 yılında gerçekleşmiş veya önceki yıllarda gerçekleşmiş olup 2018 yılında hâlâ yargı süreçleri devam eden olumlu ve olumsuz vakalardan oluşan genel tablo yer alıyor.

Medya İzleme ve Nefret Suçları Raporları Verileri de Raporda

Raporda nefret söylemi gibi ihlal sayısının çok yüksek olduğu kategorilerde, genel çerçeveyi çizebilecek sınırlı sayıda ihlal ve tespit edilen toplam ihlal sayısı rakamsal olarak yer alıyor. Nefret söylemine ilişkin derneğin Medya İzleme Raporu’ndaki veriler de raporda yer alıyor.

Kaos GL’nin 2018 yılında mağdur ve tanık ifadelerine dayalı nefret suçları raporundaki 62 sayıda nefret suçu vakasından da insan hakları raporunda bahsediliyor.(KAOS GL’den derlenmiştir)

LGBTİ+’ların İnsan Hakları Raporu’na ulaşmak için tıklayınız.

gazetepatika10.org

Share

27’nci İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası yürüyüşüne polis saldırdı

İstanbul’da düzenlenen 27’nci İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası kapsamında Mis Sokak’ta toplanan grup basın açıklaması yaptı.

27’nci İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası kapsamında yapılması planlanan yürüyüş öncesi, İstiklal Caddesi polisler tarafından abluka altına alındı. Valilik tarafından yasaklanan İstanbul Onur Yürüyüşü için kitle Mis Sokak‘ta toplandı. Sokakta toplanan kalabalık burada basın açıklaması gerçekleştirdi.

Polis, basın açıklamasının ardından Süslü Saksı sokakta gökkuşağı bayraklarıyla kutlamalara devam eden gruba plastik mermi kullanılarak müdahale etti.

Ara sokaklara dağılan kitle eylemi sürdürmeye devam etti.

gazetepatika10.org

Share

Yunanistan’da kadınların mücadelesi sonucunda Tecavüz Yasası değişti

Yunanistan’da cinsel saldırıya ilişkin kabul edilen yasa tecavüzün kapsamı değiştirildi.

Yeni tasarı ile tecavüz “rıza olmadan cinsel ilişki” olarak tanımlandı. Daha önce insanların rızası yerine fiziksel ve cinsel şiddet, fiziksel tehdit, direnme ve baskıyı merkeze alan yasa böylelikle değişmiş oldu.

Bu yasayla birlikte cezası 10 yıla erişen tecavüz suçu, artık rıza ve beyan üzerinden değerlendirilecek ve fiziksel şiddet, vakaların tecavüz olarak nitelendirilmesi için şart olmayacak.

Ülkede bu düzenleme öncesinde sunulan yasa tasarısında, tecavüzü ağır bir suç olarak değerlendirmiyor ve cinsel saldırıya dair cezaları hafifletiyordu. Bu yasa tasarısının taslak haline göre, bir cinsel saldırının tecavüz olarak nitelendirilmesi için fiziksel şiddetin bulunması gerekiyordu.

Yunanistan, Avrupa’da tecavüzün tanımlamasını “rıza olmadan cinsel ilişki” olarak güncelleyen dokuzuncu ülke oldu. Bu tanımlamayı uygulamaya geçiren diğer Avrupa ülkeleri ise Britanya, İrlanda, Lüksemburg, Almanya, Kıbrıs, Belçika, İzlanda ve İsveç. Geri kalan 22 Avrupa ülkesinde ise yasalardaki tecavüz tanımı farklılık gösteriyor.

Share

*Eşcinsel Genlerinin Evrimsel Analizi: Eşcinselik Tercih mi, Genetik mi?*

Eşcinsel erkeklerin (gaylerin) ortak bir “gay genine” sahip oldukları iddiası 1990’larda insanlar arasında kafa karışıklığına neden oldu. Çünkü insanların doğuştan gelen yapıları gereği böyle olması fikri, o zamanlara kadar eşcinsellerin “sapkın” tercihlerinden ötürü “o şekilde” oldukları yaftasına aykırıydı. Üstelik bu insanların, heteroseksüel insanlar gibi “gayet normal, var oluşları dolayısıyla öyle” oldukları anlamına geliyordu. Bu da, doğumun kusursuzluğu ve kutsallığı gibi iddiaların arkasına sığınarak eşcinsel insanları ötekileştirmeye çalışan insanların planlarını suya düşürüyordu. Ancak son 20 yılda yapılan yeni araştırmalar, bu ayrımcı insanları pek sevindireceğe benzemiyor: çünkü bulgular, gaylerde ortak bir genin bulunduğu fikrini doğruluyor gibi gözüküyor; hatta eşcinselliğe neden olan yeni gen adayları bile sunuyor!

Evrimsel bir genetikçi için bir insanın genetik yapısının onun eş bulma tercihlerini etkiliyor olduğu fikri hiç de şaşırtıcı değildir. Bunu Hayvanlar Alemi’nde her zaman görürüz. Muhtemelen insanların cinsel yönelimlerini etkileyen çok sayıda gen bulunuyor. Bu konuda yapılan araştırmalar, çok ilginç bir noktaya ulaşmamızı sağladı: Belki de “eşcinselliği” tamamen hatalı yorumluyoruzdur? Belki de eşcinsellik, sadece cinsiyetlerin birbirlerine olan yakınlığını etkileyen genlerdeki bir farklılık, bir varyasyondur? Yani eşcinselliğe sebep olduğu düşünülen ve henüz net olarak tespit edilememiş olan bu genleri “gay genleri” olarak düşünmek yerine belki de bu genleri “erkek sevme genleri” olarak yorumlamamız gerekiyordur! Çünkü yeni araştırmalar, bu değişken genlerin dişilerde erkeklerle daha erken ve daha sık çiftleşmesini ve dolayısıyla daha fazla çocuğa sahip olmasını sağlıyor olabileceğini gösteriyor. Buna benzer bir şekilde, lezbiyen kadınlarda “dişi sevme genleri”nin bulunmaması şaşırtıcı olurdu. Bu genler de onların erkeklere karşı tutumlarını belirliyor olmalı… Ancak bu konuyu detaylandırmadan önce, “gay genleri” denen bu genleri ile ilgili temel araştırmalara bakmakta fayda var.

“Gay Genleri”nin Varlığına Kanıt

İnsanlarda bulunan genetik varyantları (bir genin farklı çeşitlerini), o insanların ailelerindeki farklılıkları takip ederek tespit edebiliriz. Kalıtımda gördüğümüz bazı desenler, “aleller” olarak da bilinen gen varyantlarını ortaya çıkarırlar. Bunlar, saç rengi gibi sıradan özelliklerimizi belirlediği gibi, orak hücre anemisi gibi hastalıklara sahip olup olmayacağımıza da karar verirler. Boy gibi sayısal olarak ölçülebilir özelliklerimiz genellikle çok sayıda gen ve çevrenin iş birliği ile belirlenirler.

Ancak bu teknikleri erkeklerin eşcinselliğini tespit etmekte kullanmamız zordur. Çünkü ne yazık ki birçok eşcinsel erkek, bu konuda açık değildir ve “sırlarını” kendilerine saklarlar. Bu nedenle de bilim insanları bir ailede kimin eşcinsel olup kimin olmadığını bilemez ve bilimsel bir araştırmanın önü kapanmış olur. Hatta genellikle bu tür genetik araştırmalarda çok güçlü sonuçlar verebilen “ikiz deneylerini” (bir ailedeki genetik olarak birebir aynı olan ikizler üzerinde yapılan araştırmalar) yapmak çok daha da zordur; çünkü hem ikiz olan hem de eşcinsel olduğunu açıkça ifade edebilen bireyleri bulmak çok güçtür. Fakat nadiren de olsa bu yapılabilmiştir ve bu araştırmalar; eşcinsellerin paylaştıkları genlerin hikayenin sadece bir kısmı olduğunu gösteriyor: aynı zamanda hormonlar, doğum sırası ve çevrenin de bir bireyin cinsel yönelimini belirlediği görülüyor.

1993 senesinde Amerikalı genetikçi Dean Hamer, anne tarafından birkaç tane gay erkeğin bulunduğu bir ailede ortak genler olduğunu ve bunların X kromozomu üzerinde taşındığını ileri sürdü. Yaptığı araştırma sonucunda gay olan kardeşlerin X kromozomlarının uç bölgesinde küçük bir bölgenin ortak olduğunu gösterdi ve bu bölge içerisinde erkekleri eşcinsel yapan bir gen bulunduğunu ileri sürdü. Hamer’ın sonuçları son derece tartışmalıydı. Hayatının ve araştırmalarının her evresinde, eşcinselliğin en azından kısmen bile olsa genetik olamayacağını savunan insanlarca kendisine meydan okundu. Bu kişiler, aynı zamanda, eşcinselliğin bir “yaşam biçimi seçimi” olduğu kanısındaydılar.

Gay erkekler ise ikiye bölünmüştü: evet, bu bulgular sürekli olarak tekrar edilen “Ben bu şekilde doğdum.” açıklamasını destekliyordu; ancak aynı zamanda bu kişilerin tespitine ve ayrımcılığa maruz kalmasına da korkutucu bir kapı aralıyordu: genler tespit edilebilir unsurlardır ve bir kişinin genlerine sahip olmak, onlarla ilgili sayısız bilgiyi açığa çıkarır. Eğer ki gay erkekler ortak bir gen taşıyorlarsa; bu tespit edilebilir ve eşcinselliğe açık olmayan toplumlarda ayrımcılık için kullanılabilir. Bu sebeple gay erkekler araştırma sonuçlarına şüpheci ve mesafeli yaklaştılar.

Daha sonradan yapılan benzer çalışmalar ise, çelişkili sonuçlar verdi. Örneğin sonradan yapılan araştırmalardan birinde diğer 3 adet kromozom üzerinde bulunan genlerin eşcinsellikle ilişkili olabileceği iddia ediliyordu. 2014 yılında ise gay erkek kardeşler üzerinde yapılan çok daha kapsamlı bir araştırma, İnsan Genom Projesi sayesinde sahip olduğumuz genetik işaretleyicileri kullanarak orijinal bulguyu doğruladı ve 8. kromozom üzerinde bir “gay geni” tespit etti. Bu da, Dünya çapında tartışmaları yeniden alevlendirdi.

Burada sorulması gereken soru şudur: eğer ki gay varyantların sineklerden tutun da büyük memelilere kadar çok sayıda hayvanda bulunduğunu biliyorsak; neden bu sonuçlara bu kadar tepki gösteriliyor? Eşcinsellik, buradaki yazımızda birçok örneğini verdiğimiz gibi, Hayvanlar Alemi’nde son derece yaygın, son derece sıradan bir olgudur.

Birkaç ek örnek verelim: Farelerde bulunan bazı genler, bu hayvanların eş bulma tercihlerini değiştirmektedir. Meyve sineklerinde tespit edilen bir mutasyonsa, erkek sineklerin dişiler yerine erkeklerle kur yapmasına neden olmaktadır. Burada verdiklerimizle bu örnekler birleştirildiğinde, eşcinselliğin genetik bir alt yapısı olduğu fikri güçlenmektedir. Peki, az önceki soruya dönecek olursak:

Eşcinsellik Geni, Aslında Sadece “Erkek Sevme Geni” Olabilir Mi?

Şu anda bilimin başa çıkmaya çalıştığı soru “İnsanlarda gay genleri bulunuyor mu?” sorusu değildir. Daha ziyade, popülasyonumuz içerisindeki eşcinsellerin sayısının neden bu kadar fazla olduğudur: İnsanlardaki erkek popülasyonunun %5-15 civarının eşcinsel olduğu hesaplanmaktadır. Eşcinsel erkekler ortalamada daha az sayıda yavruya sahip oluyorlarsa, bu genetik varyantlar neden evrimsel süreçte yok olmadılar? İşte bu soruya, buradaki yazımızda anlattığımız açılardan yanıtlar verilebileceği gibi, bir diğer açıdan da cevap verilebilir ve genetik arkaplanı oldukça güçlü olan bu cevabı ayrıca ele almak istedik:

Eşcinselliğin bu kadar yaygın oluşunun evrimsel genetik açısından açıklamalarından birisi, dengeli polimorfizm konusudur. Bunun görüldüğü popülasyonların evriminde, belli aleller belli çevre şartlarında avantaj sağlarken, bazı diğer şartlarda avantaj sağlamazlar. Bunun klasik bir örneği orak hücreanemisidir. Bu hastalık, eğer ki hastalığa ait iki alele de sahipseniz, ölümcüldür. Ancak eğer ki bu allelerden sadece 1 tanesine sahipseniz, sıtmaya karşı direnç kazanırsınız. Bu sebeple sıtmanın bol görüldüğü bölgelerde evrimsel süreç içerisinde orak hücre anemisi alelleri sayıca çoğalmıştır. Dengeli polimorfizmin bir alt başlığı olan cinsel olarak zıt genler durumu ise, eşcinselliğin açıklamasında kullanılabilir: bu genler, bir cinsiyette evrimsel uyum başarısını arttırırken, diğer cinsiyette etkisiz olabilir veya olumsuz etkiye sahip olabilir (hatta ölümcül olabilir). Bu tür genlere dair sayısız türde birçok örnek bulunmaktadır. İşte gay genlerinin de böyle olabileceği düşünülmektedir. Belki de bu genler, dişilerin erkeklerle daha erken çiftleşmesini tetiklemekte ve daha fazla çocuğa sahip olmasını sağlamaktadır. Eğer ki bu bireylerin kız kardeşleri, anneleri ve teyzeleri bu genlere sahip daha fazla yavru yaparsa, gay erkeklerin daha az çocuk sahibi olmasının olumsuz etkisi dengelenmiş olur. Böylece erkeklerde eşcinselliğe neden olan gen, popülasyondaki toplam çiftleşme oranlarını arttırarak evrimsel uyum başarısını arttırıyor olabilir!

Gerçekten de böyle olduğuna dair verilere de sahibiz: İtalya’daki bir grup üzerinde yapılan bir araştırma, eşcinsel erkeklerin dişi akrabalarının, heteroseksüel erkeklerin dişi akrabalarına kıyasla 1.3 kat daha fazla çocuğa sahip olduğu gösterilmiştir! Bu sayı kulağa az gibi geliyor olsa da, evrimsel seçilim avantajı bakımından devasa bir sayıdır. Çünkü evrimsel süreçte %0.5 gibi ufacık avantajlar bile muazzam değişimlere neden olabilirken, eşcinsellik söz konusu olduğunda gördüğümüz bu %30’luk bir avantaj kesinlikle evrimsel bir anlama sahip olmalıdır. İşte bu, eşcinselliğin sıradanlığını ve normalliğini gösteren en güçlü verilerden biridir. Evrim ve genler yalan söylemez.

Şu anda yapılan farklı araştırmaların “gay genleri” olarak sunduklarının aynı mı, yoksa farklı mı genler olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Hamer’ın tespit ettiği orijinal gay geni X kromozomu üzerindeydi, çünkü bu kromozom üzerinde diğer genlere kıyasla üremeyi etkileyen çok daha fazla gen bulunmaktadır. Ancak evrimsel genetikçiler, diğer kromozomlarımız üzerinde de üreme tercihlerimizi doğrudan etkileyen birçok gen olduğunu düşünüyorlar. Bu genlerin bazıları dişilere, bazı diğerleri ise erkeklere yatkınlığı ve onları sevmeyi etkiliyor olabilir.

Eğer ki bir popülasyondaki on binlerce bireyde dişi-sevme ve erkek-sevme alelleri evrimsel bir mücadele içerisindeyse, popülasyonumuzda çok sayıda varyantın olması kaçınılmazdır. Çevresel etkilerin de eşcinsellikle ilişkilendirildiği göz önüne alınacak olursa, bu genlerin ve varyantların spesifik olarak hangileri olduğunu tespit etmek çok zor bir iştir. Ancak yapılamaz da değildir. Bu sebeple, anlamsız toplumsal çatışmaları körüklemekten ziyade, özgür düşünce ve araştırma ortamını sağlayabilirsek, popülasyonumuzda göz ardı edemeyeceğimiz miktarda bulunan eşcinsel insanların neden bu özelliğe sahip olduklarını çok daha kısa sürede bulabilir ve düşünsel rahata erebiliriz. Çünkü doğada gördüğümüz bir olgunun temel sebebini keşfetmek, muhtemelen bu olguya yönelik içi boş tartışmaların çoğunu nihai olarak sona erdirecek ve daha yapıcı tartışmaları doğuracaktır. Eşcinsellikle ilgili yapılan sığ tartışmaların ezici çoğunluğu göz önüne alınacak olursa, insanlığın ihtiyacının eşcinsellere karşı daha fazla önyargı pompalamaktan ziyade, bu özelliğin sebeplerini keşfetmektir diye düşünüyoruz.

Bu açılardan bakıldığında, buradaki makalemizde de izah ettiğimiz gibi, eşcinselliği çeşitli hastalıklara benzetmekten ziyade, “boy uzunluğu” gibi bir özelliğe benzetmemiz gerekmektedir. İkisi de belki de binlerce genin varyantlarından etkilenmektedir. Üstelik ikisinde de çevresel faktörler de sonucu kökünden değiştirebilmektedir. Bu nedenle popülasyon içerisinde sadece 1.80 ve 1.60 olan insanlardan ziyade, çok geniş bir spektruma yayılmış çok sayıda varyasyon (çeşitlilik) bulunmaktadır: 1.61 olan da bulunur, 1.92 olan da… Aynı şekilde, eşcinsellik de “eşcinsel olan” ve “eşcinsel olmayan” gibi bir ayrıma sahip olmayabilir! Genlerimizin farklı cinsiyetlere yönelimimizin miktarını etkilemesi, her birimizde eşcinselliğe kısmen veya tamamen yatkınlık olduğunu göstermektedir. Tıpkı boy uzunluğunda uçlar olması gibi (“çok uzun” ve “çok kısa” gibi), eşcinsellikte de uçlar var olabilir: “eşcinsel olduğunu açıkça kabul edenler” ve “eşcinselliğe dair içerisinde hiçbir his olmadığını savunacak kadar bundan uzak olanlar” gibi… Nasıl ki uzun olan bir bireyin de, kısa olan bir bireyin de en nihayetinde bir “boy uzunluğu” varsa; eşcinsellerin de, heteroseksüellerin de mutlaka bir “cinsel yönelimi” vardır. Bu cinsel yönelimi sadece “eşcinsel” ve “değil” olarak nitelemek hatalı olabilir. Arasında kalan geniş bölgede bol bol “grilikler” bulunuyor olması çok muhtemeldir.( Çağrı Mert Bakırcı- Evrim Ağacı*)

Share

İstanbul’da bir kadın işkence edilerek katledildi

İstanbul’un Fatih ilçesinde Tacikistanlı bir kadın, kimliği tespit edilemeyen kişi ya da kişiler tarafından işkenceye maruz bırakılarak katledildi. Kadından haber alamayan arkadaşlarının evine gelmesiyle ortaya çıkan olayda, ihbar üzerine olay yerine sağlık ekipleri ve polis sevk edildi.

Sağlık ekipleri tarafından yapılan incelemelerin ardından kadının hayatını kaybettiği belirlendi.

Polisin yaptığı incelemede ise kadının işkenceye maruz bırakıldığı tespit edildi.

gazetepatika10.org

Share

Şule Çet davasında yeni gelişme!

Ankara’da, bir plazanın 20’nci katından şüpheli bir şekilde düşerek yaşamını yitiren üniversite öğrencisi Şule Çet’in avukatı, tutuklu yargılanan sanıklar Çağatay Aksu ve Berk Akand’ın  güvenlik kamerası saatine göre olayın ardından 18 dakika ofiste kaldıklarını ve delilleri kararttıklarını söyledi. Mahkeme heyetinin talebi üzerine plaza yönetimi, güvenlik kamerası saatinin 10-11 dakika ileride olduğunu belirtti.

18 dakika içeride kaldılar 

Dava aşamasında Şule Çet’in avukatları, güvenlik görevlilerinin ifadeleri doğrultusunda olay saatinin 03.50 olduğunu, kamera saatine göre 04.08’de ofisten çıktıkları görünen sanıkların 18 dakika içeride kaldıklarını ve delilleri kararttıklarını ifade etti.

Mahkemenin talebi üzerine yönetim, plazadaki güvenlik kamerası saatlerinin 10-11 dakika ileride olduğu bilgisini verdi. Plaza yönetiminin mahkemeye gönderdiği cevap yazısında şu ifadeler yer aldı:

“Yönetimimize sorduğunuz kamera saatlerinin olay anında 10-11 dakika ileri olduğunu, kamera sistemlerinin takılmasından sonra herhangi bir saat ayarı yapılmadığını ve mevcut durumda 10-11 dakikalık kamera saatinin ileri olduğu durumunun devam ettiğini arz ederiz.”

Share

Öğretmen Ayşe Çelik beraat etti!

Kanal D’de yayınlanan Beyaz Show’a telefonla bağlanarak, “Çocuklar ölmesin” dediği için “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla yargılanan Ayşe (Öğretmen) Çelik, yeniden görülen davada beraat etti.

Bakırköy 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen 1 yıl 3 aylık hapis cezası, Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından ifade özgürlüğünün ihlali olarak değerlendirildi. AYM kararının ardından yeniden görülen dava, bugün Bakırköy 2’nci Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü. Ayşe Öğretmen ve avukatı Ramazan Demir’in hazır bulunduğu duruşmaya, CHP eski Milletvekili Zeynep Altıok Akatlı da katıldı.

AYM’nin kararı hatırlatıldı 

Ayşe Öğretmen savunmasında AYM’nin kararını hatırlatarak, beraatını istedi. Avukat Ramazan Demir de yaptığı savunmada, “Anayasa Mahkemesi düşüncenin suç olmadığını belirterek, mahkumiyet kararınızı ve mahkemenizin anlayışını mahkum etmiştir. Dosyada her hangi bir maddi delil bu anlamda kalmamıştır ve dayanağınız boş hale gelmiştir” dedi.

Demir’in ardından duruşma savcısı verdiği esas hakkındaki mütalaasında “sanığın canlı yayınlanan televizyon programına telefon ile bağlanarak yapmış olduğu konuşmanın ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı yönündeki Anayasa Mahkemesinin kararı ve bu karardaki gerekçe esas alınarak, Anayasa Mahkemesinin kararlarının bağlayıcılığı da nazara alınmak suretiyle sanığın üzerine atılı suçtan beraatına karar edilmesi talep olunur” ifadelerine yer verdi.

Mahkeme heyeti de verdiği kararında, AYM’nin Ayşe Öğretmen başvurusunda verdiği kararı göz önünde bulundurarak tahliyesine karar verdi.

gazetepatika10.org

Share

Mersin’de 5’inci Onur Haftası etkinlikleri yasaklandı

Mersin Valiliği, bu yıl, 1-7  Temmuz tarihleri arasında 5’incisi düzenlenmek istenen Mersin LGBTİ+ Onur Haftası etkinliklerini “huzur” ve “güvenlik”i gerekçe göstererek  yasaklandı.

Mersin Valiliği’nin yasak kararına gösterdiği gerekçeler şöyle ifade edildi:

“Kamu esenliğinin ve genel asayişin devamının sağlanması suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın, genel ahlakın, vatandaşlarımızın mal ve can güvenliklerin korunması amacıyla; 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunun 17’inci maddesi ve  5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/A ve 11/C maddelerine istinaden LGBTİ (Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans ve İntelsex) dernekleri veya benzer oluşum ve gruplar tarafından ilimizde kamuya açık alanlarda yapılması düşünülen yürüyüş, basın açıklaması, oturma eylemi, stand/çadır kurma, bildiri dağıtma, şenlik, festival vb. her türlü etkinlik 25 Haziran 2019 tarihinden itibaren (20) gün süreyle yasaklanmıştır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

gazetepatika10.org

Share

ILO şiddet ve tacizin önlenmesine yönelik sözleşmeyi kabul etti

ILO’nun 108’inci Uluslararası Çalışma Konferansı’nın son gününde “çalışma hayatında şiddet ve taciz” konusu ele alındı.

10 Haziran’da başlayan konferansta ILO, dünyadaki iş standartlarını belirlemek ve “daha iyi bir iş” için hükümetleri, işverenleri ve işçi örgütlerini bir araya getirdi.

Konferans kapsamında, Çalışma Hayatında Şiddet ve Tacize İlişkin Standart Belirleme Komitesi oluşturuldu. Komitenin çalışmalarıyla son halini alan, çalışma hayatında kadınların şiddet ve tacizden korunmasını içeren küresel sözleşme bugün oylamaya sunuldu.

Türkiye “evet” oyu kullandı

Oylama öncesi ABD lehte oy kullanacağını açıklarken, Rusya çekimser kalacağını duyurdu.

Yapılan oylamada, Çalışma Hayatında Şiddet ve Tacizin Önlenmesi Sözleşmesi’ne delegelerden 439’u “evet”, 7’si “hayır” oyu verip 30’u “çekimser” kalırken, sözleşmeye yönelik tavsiye kararına ise 397’si “evet”, 12’si “hayır” oyu verdi ve 44’ü ise “çekimser” kaldı.

Eşit fırsatlara karşı bir tehdit oluşturuyor

Sözleşme, çalışma hayatında kadına karşı şiddet ve tacizin, “bir insan hakkı ihlali veya istismarı teşkil edebileceğini, eşit fırsatlara karşı bir tehdit oluşturduğunu, kabul edilemez ve iyi işle uyumsuz olduğunu” kabul ediyor.

Sözleşmede, şiddet ve taciz ise “fiziksel, psikolojik, cinsel veya ekonomik zararla sonuçlanacak ya da sonuçlanması muhtemel tehditler ve davranışlar” şeklinde tanımlanıyor.

Metinde ayrıca hükümetlere, çalışma hayatında şiddet ve tacizin önüne geçilebilmesi için “sıfır tolerans” uygulaması hatırlatılıyor.

#MeToo kampanyasının başarısı

Öte yandan, sözleşmenin kabul edilmesinde kadınların günlük yaşamda maruz kaldığı cinsel tacize dikkat çekmeye çalışan sosyal medyadaki #MeToo (Ben de) kampanyası önemli rol oynadı.

ILO Genel Direktörü Guy Ryder, BM Cenevre Ofisi’nde basın mensuplarına, kadınların çalışma hayatında şiddet ve tacizden korunmasında işverenlere büyük görev düştüğünü söyledi.

Ryder, “(Sözleşmedeki) standartlar, herkesin şiddet ve tacizden arındırılmış bir çalışma hayatı hakkı olduğunu kabul ediyor.” ifadesini kullandı.

Sözleşmeyi onaylayan ILO üyesi devletlerin, bunu kendi ulusal yasalarına uyarlaması gerekiyor.

(Sendika.org)

Share

Bakırköy’deki Onur Yürüyüşü’ne valilikten yasak

İstanbul Valiliği, Bakırköy Meydan’da yapılacak Onur Yürüyüşü’ne izin vermedi.

Valilik, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenecek alanlar arasında yer alan Bakırköy’deki eylemi, “halkın huzur ve güvenliğinin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, genel sağlığın ve genel ahlakın, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması, olası şiddet ve terör olaylarının önlenmesi, provokatif eylem ve olayların yaşanmaması” gerekçeleriyle yasakladı.

İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası Komitesi, yasağa ilişkin şu açıklamayı yaptı:

“Az önce İstanbul Valiliği tarafından duyurulan yürüyüş ve miting alanlarından olan Bakırköy Cumartesi Pazarı alanı için yaptığımız yürüyüş ve miting başvurumuz İstanbul Valiliği tarafından reddedildi. Böylelikle LGBTİ+lara sadece Taksim’in değil İstanbul’un her yerinin yasak olduğunu görmüş olduk. Genel ahlak, genel sağlık, toplum güvenliği gibi bahanelerle getirilen yasak kararına dair atacağımız adımları ve yürüyüşün durumunu yakın zamanda duyuracağız. 30 Haziran günü LGBTİ+’lar ve LGBTİ+fobi karşıtlarının bir arada olacağına olan inancımızla çalışmalarımızı sürdürüyoruz.”

gazetepatika10.org

Share

İHD Halfeti Raporu’nu açıkladı: Elektirikli işkence, cinsel işkence, 16 yaşındaki kız çocuğuna silahlı tehdit

İnsan Hakları Derneği (İHD) Merkezi Kadın Komisyonu, 18 Mayıs tarihinde Urfa’nın Halfeti ilçesinde çıkan çatışma sonucu gözaltına alınan 51 kişinin işkenceye maruz kalmasına ilişkin, İHD Genel Merkez binasında basın toplantısı düzenledi.

Cinsel İşkence Belgelendi

İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin’in de katıldığı toplantıda komisyonun metnini İHD MYK üyesi Nuray Çevirmen okudu. Çevirmen, Urfa Barosu İnsan Hakları Komisyonu tarafından olaya ilişkin ayrıntılı bir rapor hazırlandığını ve işkencenin doğrulandığını belirtti. Çevirmen, “Kamuoyuna yansıyan bilgilerden gözaltına alınan tüm kadınların cinsel işkenceye maruz kaldıkları bilgisinin edinilmesi üzerine, İHD Merkezi Kadın Komisyonu olarak, İstanbul Sözleşmesi ve ayrıca İstanbul Protokolü çerçevesinde kadınlara uygulanan cinsel işkence olayını araştırmak üzere Urfa’ya gittik” dedi.

Elektirikli İşkenceye Defalarca Maruz Kaldım

Türkiye’nin kadına yönelik şiddet alanında düzenlenmiş olan İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı olduğunun hatırlatan Çevirmen, Halfeti’de gözaltına alınıp tutuklanan iki kadın ve gözaltında serbest bırakılan 16 yaşındaki kız çocuğu ile yaptıkları görüşmelerde edindikleri bilgileri de şöyle aktardı: “Olay günü evlerinin basıldığını, çok sayıda polisin evlerine girdiğini belirten 50 yaşında olan ve 4 çocuğu olan G.A. ‘Çocuklarımız dahil hepimizin gözlerini ve ellerini bağlayarak dövmeye başladılar. Bana tecavüz tehdidinde bulundular. TEM’e götürüldükten sonra 11 gün burada kaldık. Gözlerimi bağladılar, başıma çuval geçirdiler. Çoğunlukla ellerim arkadan kelepçeliydi. Defalarca işkence seansına çıkarıldım. Pijamamın altından kablo geçirmek suretiyle göğsümden ve cinsel organımdan elektrik verdiler. Elektriğin şiddetiyle bayılınca o kabloları çıkarıp bu kez kollarımdan ve bacaklarımdan elektrik vermeye başladılar. Sürekli sinkaflı küfürler ediyorlardı’ dedi. “

Cinsel Tacizde Bulunuldu

Cezaevinde bulunan T.A. ile görüştüklerini de belirten Çevirmen,T. A.’nın aktarımlarını şöyle sıraladı: “39 yaşında ve 4 çocukluyum. Olay günü Halfeti’de değildik, 3 gündür Urfa’da görümcemin evindeydik. Olay günü kaldığımız görümcemin evine  çok sayıda polis geldi. Kocamın kafasını duvarlara vurdular, başı yarıldı. Daha sonra 16 yaşındaki kızımın başına silah dayayarak tehdit ettiler. TEM’e götürüldükten sonra ismini Güler olarak hatırladığım bir kadın polis, gözlerim bağlı bir şekilde beni nezarethaneden aldı ve iki erkek polisin oturduğu bir odaya götürdü. Erkek polislerden biri, senin kesin dostun vardır. 4 çocuğun var, 5’incisi de benden olsun ister misin? Diyerek cinsel tacizde bulundu.”

Sırtıma Silah Dayadılar

Çevirmen, görüşme gerçekleştirdikleri 16 yaşındaki  F.A.’nın da dilinden yaşananları şöyle aktardı: “Biz halamın evindeyken polisler eve baskın yaptı. Babamı çok dövdüler. Benim sırtıma silah dayayarak konuş diye tehdit ettiler. İki erkek kardeşimle beraber bizi çocuk şubeye götürdüler. 4 gün çocuk şubede kaldık, daha sonra bizi bıraktılar. Ama biz hala çok korkuyoruz. Geceleri uyuyamıyoruz.

Çevirmen, gözaltına alınan ve görüştükleri tüm mağdur kadınların, hastaneye götürüldüklerinde, doktorun yanına polisin geldiği bilgisini de verdiğini söyleyerek, “G.A. ‘bizi doktorun yanına toplu aldılar. Doktor oğluma pansuman yaparken hala oğluma vurmaya devam ediliyordu’ dedi. Sonuç olarak Halfeti’de meydana gelen olay sonrasında gözaltına alınan kadınlara, gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi iç hukuku, gerekse uymayı taahhüt ettiği Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler belgesi olan İstanbul Protokolü’ne aykırı biçimde işkence ve cinsel işkence uygulanmış ve işkence belgelenmiştir” ifadelerini kullandı.

İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin de raporu İngilizce olarak ilgili oldukları insan hakları kurulları ve Avrupa Konseyi’ne göndereceklerini ifade etti. (Mezopotamya Ajansı)

Share

‘Sizin açgözlülüğünüz bizim geleceğimize mal oluyor’

Avrupa’da iklim değişikliğine dikkat çekmek için yapılan eylemler sürüyor. Almanya’da Gelecek için Cumalar (Fridays for Future) isimli girişimin organize ettiği eyleme on binlerce öğrenci katıldı.

Almanya’nın Aachen kentinde en geniş katılımlı Gelecek için Cumalar gösterisi düzenlendi. Onbinlerce genç iklim değişikliğine acil müdahalede bulunulmasını talep etti.

Sizin Açgözlülüğünüz Bizim Gelceğimize Mal Oluyor”

Kömürden vazgeçilmesini ve Paris İklim Anlaşması’na uyulmasını talep eden eylemciler “Sizin açgözlülüğünüz bizim geleceğimize mal oluyor”, “İklim adaleti: hemen şimdi” ve “Eğer Dünya bir banka olsaydı, onu şimdiye kadar çoktan kurtarmış olurdunuz” ifadelerinin yazılı olduğu pankartlar taşıdı. Almanya’nın Freiburg şehrinden eyleme katılmak için gelen 17 yaşındaki Malika Scheller “Şu anda harekete geçmeliyiz: Aslında geç bile kaldık” dedi.

Almanya’da şimdiye kadar gerçekleşen en kalabalık Gelecek için Cumalar protestosuna Hollanda, Belçika, Fransa ve İngiltere dahil 15 ülkeden katılım oldu. İsveçli öğrenci Greta Thunberg’in “İklim için okul grevi” sloganıyla başlattığı protesto gösterileri kısa sürede tüm dünyaya yayılmıştı. Thunberg, Ağustos 2018’den beri her Cuma okula gitmek yerine İsveç parlamentosunun önünde eylem yaparak, hükümeti iklimlerin korunması konusunda daha etkin bir tutum izlemesini talep ediyor.

Maden ocağına karşı eylem

Aachen’a 40 km mesafede bulunan Garzweiler maden ocağında da Cumartesi günü protesto gösterileri düzenlenmesi bekleniyor. Eyleme 4 bin kişilik bir katılım olacağı öngörülüyor. Eylemciler 2038’e kadar açık kalması planlanan madenin derhal kapatılmasını talep ediyor. (DW)

gazetepatika10.org

Share

Dersim’de Kadın Meclisleri; ‘Söz, Yetki, Karar Kadınlara’ şiarıyla ilk toplantısını gerçekleştirdi

Kadın Meclisleri, ilk toplantısını Dersim Belediyesi’nin konferans salonunda gerçekleştirdi. ‘Köklerimize sarılarak büyüyoruz, kadın meclislerini kuruyoruz’ şiarıyla yapılan toplantıya siyasi parti, sivil toplum kuruluşları, kadın örgütleri temsilcileri, psikolog ve sosyologların da aralarında bulunduğu çok sayıda kadın katılımcı katıldı.

“Meclis; Kadının Yaşamın Her Alanında Öncü Duruma Gelmesini Savunur”
Toplantıda Kadın Meclisleri Sözcüsü ve Belediye Başkan Yardımcısı Canan Aydoğan, şöyle konuştu:

“Kadın meclisleri; kadınların kapitalist sistemin içerisinde ikinci cins olmanın yaşattığı sorunların ve bu sorunların neler olduğu çözümü noktasında yapılması gerekenleri ortaya koyar ve antikapitalist antifaşist anti demokratik tüm uygulamaları kadına, emeğe, inanca, ekolojiye; kısaca yaşamın tüm alanlarındaki sömürüye karşı çıkar ve erkek egemen sistemin kadını yok sayan tüm müdahalelerine karşı mücadele edebilecek kadının öz örgütlülüğünün oluşturulmasını savunur. Bu noktadan hareketle kadının, yaşamın her alanında öncü duruma gelmesini esas alan bir çalışma tarzını oluşturmayı esas alır” ifadelerini kullandı

‘Kadın Meclislerimizin Hedefleri’

Toplantıda Kadın Meclislerinin hedefleri şöyle aktarıldı:

“-Belediye kadın meclisleri cinsiyetçi ayrımcı her türlü uygulamaya karşı çıkarak eğitim, kültür, sanat, inanç, kimlik, ekoloji vb. kısaca yaşamın nüksettiği her alanda yeni yaşamı var edecek bir dil ve bir çalışma tarzı geliştirerek mücadele etmek.

-Belediye Kadın Meclisi, kadının hem ev içerisinde hem çalışma yaşamında karşılaştığı tüm sorunları tespit eder ve bu sorunları çözmeyi hedefler.

-Belediye kadın meclisi kadınların yaşadığı ekonomik sıkıntıların giderilmesi için üretim esaslı çalışmalar hedefler

-Belediye Kadın Meclisleri, kadınların hukuki ve sağlık hizmetlerinden yararlanabilecekleri bir çalışma yöntemi geliştirir ve bu hizmetlerden yararlanamayan kadınları bilgilendirmeyi hedefler.

-Kadına çocuğa hayvana yapılan şiddet vb. konulara yapılması gerekenlerle ilgili her an iletişimde olabilecekleri birimlerin oluşturulmasını ve hukuki psikolojik danışma merkezleri ile ortaklaşa çalışmayı hedefler.

-LGBTİ’lerin mücadelesini kendi mücadelesi olarak görür ve ortak çalışma alanları yaratır.

-Kapitalist hegemonyanın yaratmış olduğu eril zihniyet karşı paneller, etkinlikler düzenler.

-Çalışan kadınların kreş sorununa ilişkin çözüm üretmeye çalışır.”

gazetepatika10.com

Share

Pirahã Kabilesi: Dünsüz, yarınsız ve kaygısız bir yaşam

Amazon’un derinliklerinde, yalnızca birkaç yüz kişilik bir kabile yaşıyor. Tamamen adına teknoloji dediğimiz şeylerden uzak, avcı ve toplayıcılıkla yaşamlarını sürdürerek. Dış dünyaya kendilerini tamamen kapatmış; paradan ve lüksten haberi bile olmayan ilkel olarak düşünülen bu insanlar dünyanın en mutlu insanları. Neden derseniz, çünkü bu kabilenin dilinde gelecek zaman yok; onlar hep “şimdi”yi yaşıyorlar!

Pirahã Kabilesi’nin yerleşim yeri Porto Velho (Brezilya) şehrine 400 km uzaklıkta. Ulaşmak için 4 günlük bir tekne seyahati gerekiyor.

Bizlerin Pirahãlar hakkında bu kadar bilgi sahibi olmasını sağlayan kişi ise onları bizzat görmüş, yıllarca birlikte yaşamış ve onları incelemiş, nihayet ömrünün büyük bir kısmını onları incelemeye adamış eski bir misyoner ve antropolog olan Daniel Everett.

1977 yılında bu kabileyi görmek ve onları “insanlaştırmak” için Amazonlara ilk yolculuğunu yapan Everett, zaman içinde onlara öğreteceklerinden çok öğreneceği çok şey olduğunun farkına varıyor bu insanları tanıdıkça. Bu yolculuklarının ardından bir de kitap yazıyor: “The Grammar of Happiness”

“Hiç bu kadar zorlu şartlarla karşı karşıya olan ama buna rağmen büyük bir incelik ve mutluluk içinde yaşayan insanlar görmemiştim. Pirahãların hayatı benim düşünme biçimimde devrim yaptı. Her şart altında mutlu olmayı öğretti”.

Pirahã insanları zaman içerisinde çok büyük zorluklara ve dayatmalara maruz kalmış, fakat kendi kültürlerinden asla kopmamışlar. Modern dünyanın nimetlerine gerek duymayarak, elindekiyle yetinmeyi bir yaşam biçimi haline getirmişler.

Onlar yalnızca zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak kadar çalışıp, geri kalan zamanlarında eğlenmek ve sohbet etmek istiyorlar. Aralarında hiçbir hiyerarşi yok. Özel günler ya da törenler düzenlemiyorlar. Doğayla harika bir uyum içinde yaşıyorlar. Avladıkları hayvanlar dışında hiçbir hayvana zarar vermiyorlar. Topladıkları yiyecekler eşit olarak paylaştırılıyor.

Bu kabilenin en şaşırtıcı ve ayırt edici varlığı ise, başta da ifade ettiğimiz gibi; dilleri.

Dillerinin bir alfabesi yok, dolayısıyla ortada yazıya dökülebilen bir dil yok. Sesler çıkarıyorlar, ıslıklar çalıyorlar, zaman zaman hayvanları ve doğadaki diğer sesleri taklit ediyorlar. Bu konuda o kadar ustalar ki, maymunları uzaklaştırıp kartalları bile çağırabiliyorlar.

“Anı yaşamak” dendiğinde yazık ki, aklımızda hep rockstarlardan bozma hayatlar ve “motosikletli” felsefeler canlanır. Bu denli berrak bir kavramın altını yine modern yaşam boşaltmış olacak ki, Pirahãlar hiçbir gürültüye ihtiyaç duymadan, kelimenin tam anlamıyla bunu yapıyor.

Şöyle ki, Pirahã dilinde geçmiş ya da gelecek zaman kavramları yok: Yarın yok. Dün yok. Ay, yıl, hafta yok; onlar için ya “şimdi” var, ya da “şimdi değil” var! Dolayısıyla bu insanlar pişmanlık ya da beklenti içinde yaşamaktan oldukça uzak. Geçmişe dair efsaneleri, mitleri de yok. Onlar için yalnızca gördükleri var.

Dillerinde sayı da yok. Bu insanlar 10’a kadar sayamıyor. Miktar kavramı, yalnızca yeterli olup olmadığına göre ayrılıyor. Bir kilo balığın, veya 5 tane balığın kaç tane balık olduğunu onlar bilmiyorlar. Onlar için “az balık” ya da “çok balık” var. Bir şeyden yeteri kadar varsa, sayısının hiçbir önemi yok.

Şimdi bu yazıyı yazarken bu insanlara hep, ortada olan bir şeyler varmış da onlar bilmiyormuş gibi yaklaştık. Aslında burada tam tersi var. Düşününce, onların tarafında bir eksiklik yok; bizim tarafta bir fazlalık var.

Kaynak: www.wannart.com / Dünyalılar

gazetepatika10.org

Share

Hindistan’da çocuk ölümleri artıyor: 100’den fazla çocuk beyin iltihabından öldü

Hindistan’ın en yoksul bölgelerinden biri olan yaklaşık 100 milyon nüfusa sahip Bihar eyaletinde 100’den fazla çocuk beyin iltihabı nedeniyle hayatını kaybetti. Yetkililer, hastalığa neden olan virüsün potansiyel olarak liçi meyvesinden bulaştığı düşünüyor. Bihar eyaleti, Haziran ayının başından beri Akut Ensefalit Sendromu (AES) salgını ile mücadele ediyor.

Sağlık yetkilisi Ashok Kumar Singh, hastaların çoğunun kanında ani bir glikoz kaybı görüldüğünü söyledi. Bu salgınların 1995’ten beri her yıl yaz aylarında aynı bölgelerde, tipik olarak liçi mevsimi ile aynı zamana denk geldiği belirtildi.
ABD’li araştırmacılar birkaç yıl önce, beyin iltihabı hastalığının meyvede bulunan toksik bir maddeyle bağlantılı olabileceğini söylemişti. Araştırmacılar ayrıca felç ve akli durumun kötüleşmesiyle ölüme neden olan hastalığın nedenini ortaya çıkarmak için daha fazla çalışmaya ihtiyaç olduğunu söyledi.

Chamki Bukhar adı verilen hastalık 2014’te 150 çocuğun ölümüne neden olmuştu. Liçi meyvesinin Bangladeş ve Vietnam’da yetiştiği bölgelerde nörolojik hastalık salgınları da gözlenmişti.

gazetepatika10.org

Share

864 çocuk, anneleriyle birlikte hapishanede!

Türkiye’de annelerinin talebiyle toplam 864 çocuk hapishanede kalmak zorunda kalırken, Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde kaç çocuğun annesiyle birlikte hapishanede kalmak zorunda olduğuna dair Adalet Bakanlığı’ndan herhangi bir veri paylaşılmıyor.

Cumhuriyet’ten Mahmut Lıcalı’nın haberine göre; CHP Ankara milletvekili Murat Emir, bakanlığın OHAL dönemiyle ilgili verileri açıklaması gerektiğini vurguladı. CHP’li Emir, Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CİMER) bilgi edinme yasası kapsamında gerek

OHAL süreci içindeki KHK’ler gerekse OHAL sonrası yapılan operasyonlar sonrası anne veya babası tutuklandığı için hapishanelere girmek zorunda kalan ve bu şekilde hapishanelerde yaşamını sürdüren çocuk sayısının kaç olduğunu sordu. Emir’in CİMER’e yönelttiği soruya Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü tarafından yanıt verildi. Yanıtta, ceza infaz kurumlarında tutuklu ve hükümlü annelerinin yanında kalan 0-6 yaş grubu çocukların, annelerinin talebi doğrultusunda kurumlarda kalmakta olduğu belirtilerek “Annelerin talebi halinde çocukların gelişimsel dönemleri dikkate alınarak kurum dışındaki yakınlarına da teslim edilebilmektedir” denildi.

‘Suskunluk bozulmalı’

Yanıtta, 24 Mayıs 2019 tarihi itibarıyla ceza infaz kurumlarında annelerinin talebi doğrultusunda yanlarında kalan çocuk sayısının 864 olduğu ifade edildi. Yanıtta, OHAL döneminde kaç çocuğun annesiyle birlikte hapishanede olmak zorunda kaldığına ilişkin herhangi bir bilgi belirtilmedi. Adalet Bakanlığı’nın yanıtını değerlendiren CHP’li Emir, bir çocuğun bile annesiyle birlikte hapishanede olmasının, özgürlüğünün sınırlandırılmasının başlı başına bir sorun olduğunu belirterek “864 sayısı çok yüksek. Küçük çocuğu olan annelerin daha uygun ortamlarda infazlarının yapılması konusunda daha duyarlı olunmalı. Cezaevi koşullarının bir çocuğun sağlıklı büyümesi için uygun bir ortam olmadığı ortada” diye konuştu.

CHP’li Emir, OHAL döneminde yapılan tutuklamalar nedeniyle kaç çocuğun annesiyle birlikte hapishanede kaldığı konusunda bakanlığın suskunluğunu koruduğunu vurgulayarak “Bu rakamlar kamuoyuyla paylaşılmalı” değerlendirmesine bulundu.

gazetepatika10.org

Share

Fransa’nın Strasbourg şehrinde LGBTİ yürüşü

Yaklaşık 50 yıl önce polisin  New-York’un Stonewal İnn kasabasındaki bir bara baskınının ardından çıkan ve günlerce süren isyanın ardından örgütlenen eşcinseller, farkındalık yaratmak ve her türlü  ayrımcılığa karşı durmak için her yıl eylem ve yürüyüşler düzenlerler.

Bu yıl Strasbourg LGBT derneğinin düzenlediği etkinliğe geçen yıla göre yüzde 65 artarak onbine yakın bir katılımla şiddet eylemleri kınandı. “Biz buradayız” Irkçılık ve her türden ayrımcılığa son sloganlarının atıldığı eylem, binlerin dünyanın heryerinde kimlikleri, cinsel tercihleri ve farklılıklarından dolayı tacize, tecavüze uğrayan, hayatını kaybedenler için 3 dakikalık saygı duruşunun ardından çeşitli standların olduğu alana gidilerek etkinlik gününün  geç saatlerine kadar panayır biçiminde devam etti.

Share

Tacizciye atılan terlik “suç” sayıldı; 5 yıl hapis istendi!

Denizli’de yaşayan 25 yaşındaki H.H. adlı kadın ile 2 kadın arkadaşının birlikte tatil için gittiği Aydın’ın Kuşadası ilçesinde eğlence mekanından çıktıktan sonra kendilerini elle taciz ettiğini iddia ettikleri kişiye tepki gösterip, fırlattıkları terlik, ‘silah’ sayıldı.

Olay, 9 Temmuz 2017 tarihinde Kuşadası ilçesinin Türkmen Mahallesi’nde meydana geldi. Gece bir eğlence mekanına giren ve saat 03.00 sıralarında kaldıkları Türkmen Mahallesi’ndeki eve gitmek için yola çıkan H.H., iddiaya göre kendisiyle aynı yaştaki iki kadın arkadaşıyla yolda yürürken karşılarından gelen 24 yaşındaki M.E.K.’nin tacizine uğradı. 3 genç kadın, karşıdan iki kolunu da yana açarak gelen M.E.K.’nın, göğüslerine dokunduğunu ileri sürüp, tepki gösterdi. H.H. ve yanındaki iki kadın arkadaşı ile M.E.K. arasında çıkan başlayan tartışma kavgaya dönüştü. Kavga sırasında H.H. ile kadın arkadaşları M.E.K.’ya ayaklarındaki terliği fırlattı.

İki yıl sonra gelen terlik davası

Polis merkezinde ifade veren H.H. ile iki arkadaşı daha sonra memleketleri Denizli’ye döndü. Olaydan iki yıl sonra gelen mahkeme tebligatıyla H.H. ile arkadaşları şaşkına döndü. Kuşadası’nda meydana gelen olayla ilgili kadınları taciz ettiği iddia edilen M.E.K.’nin darp edildiği gerekçesiyle şikayetçi olduğu, savcılığın ise soruşturma başlattığı öğrenildi.

Kuşadası Cumhuriyet Savcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, şüpheli konumunda olan H.H. ile iki kadın arkadaşı hakkında, saldırıda kullanmaya elverişli terlik ve ayakkabı ile yaralamaya teşebbüs ettikleri, kasten basit yaraladıkları, şüphelilere atılı suçun bu haliyle silahla basit yaralama suçunu oluşturdukları ve eylem birliği içinde hareket ettikleri gerekçesiyle Kuşadası Asliye Ceza Mahkemesi’nde 5 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.

‘Taciz mağduruyken suçlu olduk’

Attıkları terliğin silah sayılmasına çok şaşırdıkları belirten H.H., “Eğlence mekanından çıktıktan sonra eve giderken, karşımızdan gelen kişi, iki kolunu da yanlara açarak üzerime doğru geldi. Elleriyle bizim göğüs bölgemize dokundu. Biz de tepki gösterdik ve aramızda arbede çıktı. Bu sırada ayağımızdaki terlikleri fırlattık. Terlikler ona isabet etmedi. Kendisi de ilk mahkemede terliğin isabet etmediğini söyledi. Terlik silah sayıldı ve hakkımızda dava açıldı. Mağdurken, suçlu konumuna döştük. Bir taciz olayı var ama karşı taraf darp edildiğini söyleyince biz yargılanmaya başladık. Bu durumda hapis cezası alabiliriz. 2 yıl önce yaşanan bir olayda mağdurken sanık olduk” dedi.

‘Soruşturma aşamasında ihmal olduğunu düşünüyoruz’

Üç kadının avukatı olan Ozan Orpak ise soruşturma aşamasında ihmal olduğunu düşündüklerini belirterek, “2 yıl önce yaşanan bir olay için yeni dava açılıyor. Tatil için gittikleri yerde tanımadıkları bir kişinin kollarını açarak gelmesiyle tacize uğruyorlar. Üç kadın müvekkilim her kadının vereceği tepkiyi veriyor. Karşı tarafın şikayetçi olması üzerine dava açılıyor. Ancak biz soruşturma aşamasında ihmal olduğunu düşünüyoruz. Polis merkezinde tacize uğradıklarını söylemelerine rağmen taciz soruşturması açılmamış. Neden kaynaklandığını bilmiyoruz. Tacize uğrayan kadınlar olmasına rağmen, şüpheli konumunda oluyorlar ve silahla basit yaralama suçundan yargılanmaya başladılar. Terliğin silah olup olmadığı tartışılan bir konu. Ancak, tacize uğrayan bir kadının kendisini korumak amacıyla kullandığı terlik bir silah değildir” dedi.

gazetepatika10.org

Share

14 HAZİRAN 2019 GENEL GREVE ÇAĞRI!

14 HAZİRAN 2019 GENEL GREVE ÇAĞRI!

Toplumların özgürlük düzeyi kadının özgürlük düzeyi ile aynıdır. İçinden geçtiğimiz bu tarihsel süreçte Dünyanın neresinde olursa olsun demokratik bir sistem yaratmanın veya demokratik bir sistemde yaşamanın, bu sistemin sürekliliğini sağlamanın ve kalıcılaştırmanın tek garantisi kadının özgürleşmesidir. Mevcut hakim sistemlerin en zayıf noktalarının başında kadını metalaştıran ve toplumsal cinsiyetçi zihniyeti kurumsallaştıran erkek egemen ideolojisi gelmektetir. Egemen erkek ideolojisi, ahlakı ve kültürüyle mücadele edilmeden özgür, eşit ve demokratik bir yaşamın yaratılması mümkün değildir. Çünki bugünki Kapitalist Emperyalist sistemin sürekli kriz üretiyor olması ve bu krizleri toplumsal eşitliğe ve özgürlüğe dayalı bir çözüm yerine, emeği sömürerek bölgesel savaşlar çıkarıp insanı ve doğayı sürekli baskı ve tahakküm altına alıp sindirme politikası ile aşmaya çalışması sorunları dahada derinleştirmektedir. Tüm bu sorunlardan dolayı toplumsal dönüşüm kendini dayatmaktadır. Hangi toplumsal dönüşümü esas almamız gerektiği meselesini,  başta kadınlar olmak üzere toplumun tüm ezilen kesimlerinin düşünmesi gereken esas görevdir. Dolayısıyla sistemden kaynaklanan sorunlarla mücadeleyi bir günle sınırlamadan mevcut sistemin tüm gerici dayatmalarına karşı mücadeleyi süreklileştirerek demokratik kazanımlarımızı büyütmeliyiz.

Günümüz hakim Kapitalist Emperyalist gerici sisteminde yaşayan Kadınların, eşit ve özgür bireyler olarak siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik yaşama eşit katılma hakları vardır. Kendi doğal hakları olan bu  hakları kullanan kadınlar emeklerinin karşılığını eşit bir şekilde almamaktadırlar. Aynı işi yapmalarına rağmen erkek emekçilerden ortalama olarak %20 daha az ücret almaktadırlar. Emeklilik sürecinde erkek emekçilerden %37 daha az emekli aylığı almaktadırlar. Ev işlerinde ve çocuk bakımını ücretsiz yapan kadınların, aynı zamanda cinsiyetçilğe maruz kalarak,  cinsel ve fiziki şiddeti yaşayarak  zor çalışma koşullarında düzensiz çalışma saatleri ve güvencesiz iş saatleri gibi sorunları dün olduğu gibi bugünde yaşayarak hala günümüzde en büyük sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna ek olarak Sosyal ve siyasal toplumsal yaşamda, renginden, milliyetinden ve inancından dolayı ayrımcılığa ve ırkçı saldırılara maruz kalan göçmen kadınların yaşadıkları koşullar dahada ağırdır.

İDHF olarak tüm bu gerici uygulamaları geriletme adına tüm bunlarla mücadele ederek ortadan kaldırmanın tek yolu olarak mevcut gerici erkek egemen ideolojiden kaynaklanan kadına karşı uygulanan  her türlü baskı, şiddet , tahakküm altına almaya dönük anlayış, yaklaşım ve uygulamalara karşı direnmenin hakkını,  kadının cinsiyetçilğe ve eşitsizliğe karsı mücadelesinin haklılığını savunarak 14 Haziran 2019 da tüm İsviçre’de yapılacak olan Cinsiyetçilik, Eşitsizlik ‘’Eşit işe eşit ücret’’ genel ulusal Grevini  İsviçre Demokratik Haklar Federasyonu olarak selamlıyoruz.  Başta tüm Kadınlar olaraktüm ezilenleri, erkek egemen ideolojinin yarattığı cinsiyetçilğe ve eşitsizliğe karşı kadınların esas hakkı olan 14 Hazirandaki Grevde demokratik taleplerini almaları için mücadele etmeye  çağırıyoruz!

İsviçre Demokratik Haklar Federasyonu

Share

Hasta kadını, “evi kötü koku sarmasın” diye tuvalette yatırmışlar

Ağrı’ya bağlı Hamur ilçesinde, Melek Karaaslan’ı tuvalete kapatıp, aç susuz bırakıp, ölümüne neden oldukları iddiasıyla yargılanan eşi Ferdi Karaaslan ile kayınpeder Kutbettin ve kayınvalide Naciye Karaaslan’a verilen cezalar, Yargıtay’ın bozma kararı üzerine yapılan yeniden yargılamada 2 kat arttı. Mahkeme, ‘kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi’ suçundan verdiği cezaların gerekçeli kararında, hastalığı nedeniyle sürekli altına idrar ve dışkı kaçıran Melek’in ‘evde koku yapmasın, diğer kişiler mikrop kapmasın’ denilerek, tuvalette ölüme terk edilişini detaylarıyla anlattı.

DHA’dan Hümeyra Pardeli’nin habere göre: Ağrı’ya bağlı Hamur ilçesinin Çağlayan köyünde yaşayan Hanım ve Kasım Levent çiftinin 8 çocuğundan biri olan Melek Karaaslan, 16 yaşında çobanlık yapan Ferdi Karaaslan ile evlendirildi. 25 Kasım 2008’de resmi nikah kıyılan Melek Karaaslan’ın 2 oğlu dünyaya geldi. Ancak genç kadın, eşi, kayınpederi ve kayınvalidesi tarafından hastalığı nedeniyle tuvalete kapatılarak, aç susuz bırakıldı. İstanbul’da çalışan ağabeyi Reis Levent, kardeşine yapılanı duyunca köye aldı. Ölüme terk edilen bu nedenle ruh sağlığı da bozulan Melek Karaaslan, tuvaletten çıkarılarak, Ağrı Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Bakanlığın devreye girmesiyle de ambulans uçakla Ankara’ya sevk edildi. Ancak Melek Karaaslan, 25 Temmuz 2012’de yaşamını yitirdi.

Ağır Ceza’da dava açıldı

Karaaslan’ın ölümüne neden oldukları gerekçesiyle eşi Ferdi Karaaslan, kayınpeder Kutbettin Karaaslan, kayınvalide Naciye Karaaslan ile babası Kasım Levent hakkında Ağrı Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Ağrı Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamanın 22 Ocak 2014 günü görülen karar duruşmasında, ara celsede tutuklanan Ferdi Karaaslan 8 yıl 4 ay, Kutbettin ve Naciye Karaaslan çift  6’şar yıl 3’er ay, baba Kasım Levent de 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı. Dosya, Cumhuriyet savcısı, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile taraf avukatlarının itirazı üzerine Yargıtay’a gitti.  1’nci Ceza Dairesi, verilen cezaları az bularak, kararı bozdu.

Cezalar arttırıldı

Yargıtay’ın bozma kararı sonrası yeniden görülen davanın 20 Şubat 2019’daki duruşmasında mahkeme, Ferdi Karaaslan’ı ‘kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi’ suçundan 16 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırdı. Naciye ve Kutbettin Karaaslan’ı da aynı suçtan 12’şer yıl 6’şar ay hapis cezasına mahkum etti. Baba Kasım Levent ise, ‘yardım ve bildirim yükümlülüğü yerine getirmeme’ suçundan beraat etti.

Tüm detaylar gerekçeli kararda anlatıldı

Mahkeme tarafından hazırlanan 47 sayfalık gerekçeli kararda, Melek’in ölüme nasıl sürüklendiği tüm detaylarıyla anlatıldı. Kararda, Melek’in, hastanede ifadesini alan polis memurları ile barodan atanan avukatın anlatımlarına da yer verildi. Avukatın, “Melek ‘Beni evin tuvaletine koydular. Üç aydır banyo yapmıyorum. Hastalığım bu sebepten dolayı daha da arttı’ dedi. Kendisi eşinden ve ailesinden şikayetçi olmadı” ifadelerinin yer aldığı kararda, polis memurunun tanıklığı sırasında söylediği  “Melek, yatakta cenin bir pozisyonda yatıyordu ve kendisinden çok ağır koku geliyordu. Bu koku ceset kokusuna benziyordu. Yani çürük et kokusu gibiydi. Kendisine devlet koruması altında olduğunu, şikayetçi olup olmadığı konusunda özgür olduğunu açıkladık ancak şikayetçi olmadığını ve olmayacağını söyledi” sözleri kaydedildi.

Hasta olan Melek Karaaslan’ın iyileşmesinden ümidini kesen eşi, kayınpederi ve kayınvalidesinin genç kadına evde bakmaya başladıklarına değinilen gerekçeli kararda, “Maktulün sürekli altına idrar ve dışkısını kaçırması nedeniyle ‘evde koku yapmasın ve evdeki diğer kişiler mikrop kapmasın’ gerekçeleriyle evin tuvaletine ait küçük bir alanda, sert bir tahta parçasının üzerine yatırıldığı, hareketsiz bir yaşam süren maktulün durumunun giderek kötüleşmeye başladığı ve vücudunda ölümü ile nedensellik bağı oluşturabilecek derecede bası yaraları enfekte olması ve enfeksiyonun tüm vücuda yayılması nedeniyle Melek’in hayatını kaybettiği anlaşılmıştır” denildi.

‘Eşler birbirlerine yardımcı olmaya mükellef’

Türk Medeni Kanunu’nun 185/3 maddesi gereği ‘Eşlerin birlikte yaşama, birbirlerine yardımcı olma, birbirlerinin yaşam ve sağlıklarının korunması hususunda mükellef olduklarının’ belirtildiği kararda, Ferdi Karaaslan’ın hukuki yükümlülüğünü yerine getirmediği, eşi Melek Karaaslan’ın ölümüne neden olduğuna vurgu yapıldı. Adli Tıp raporuna göre ölüm ile uzun süre yatmaya bağlı yaralar arasında illiyet bağı bulunduğuna işaret edilen kararda, şöyle denildi;

“Sanıklar Ferdi, Naciye ve Kudbettin Karaaslan’ın maktul Melek’in bu durumunu görmelerine rağmen icrai hareketleri yapmayarak, maktulü yüksek bir koruma ihtiyacının bulunduğu ve yardım olmaksızın kendisini kurtaramayacağı bir duruma soktukları, sanıkların ihmal göstererek maktulün yaşamını tehlikeye sokmasını sonuçlarına katlanması gerektiği anlaşıldığından, sanıkların hastalığın ağırlaşması ve ölüme gitmesine öngören hareketleri ile neden oldukları ve akabinde ihmal göstermek sureti ile maktulü tedavi ettirmeyerek, temizliğini yapmayarak bakım ve ihtiyaçlarını yerine getirmedikleri bu nedenle sanıkların, kasten öldürmenin ihmali davranışı suçunu işledikleri kanaatine varılarak, cezalandırılmalarına karar verilmiştir.”

gazetepatika10.org

Share

İsviçre’de Yapılacak Genel Greve Çağrımızdır!

İsviçre’de Yapılacak Genel Greve  Çağrımızdır!

14 Haziran 2019 günü Isviçre genelinde “cinsiyetçilik, eşitsizlik, kadına karşı şiddet ve eşit işe eşit ücret “talepleriyle kadınlar genel  greve gidiyor.  14 Haziran 1991’de yarım milyonu aşkın kadının katıldığı ilk İsviçre Ulusal Kadın Grevi 28 yıl aradan sonra ikinci kez 14 Haziran 2019’da İsviçre genelinde yapılacak.  Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin de içinde bulunduğu ve farklı kadın örgütlerinin, eylem komitelerinin, sendikaların, yerli ve göçmen kadın gruplarının yer aldığı grev gün boyu bütün kantonlarda çeşitli gösterilerle yapılacak. Kadın gurupları  “cinsiyetçilik, eşitsizlik, kadına karşı şiddetin “hala devam ettiğini ve bu vesileyle ‘Eşit İşe Eşit Ücret Genel Grevi`ne“ tüm kadınları katılmaya  çağırıyor.

Tarih 14 Haziran 1991, beş yüz bin kadının harekete geçerek, mor kıyafetler ve rozetler takarak, sokaklara verdikleri kadın isimleriyle, “Sokakta Grev, Evlerde Grev” şeklinde düzenledikleri çeşitli gösterilerle, tüm ülkede kadınlara büyük moral kazandırarak, çalışma ortamlarında mücadelelerinin sürmesine yol açarlar. Kadınlar adım adım ilerleyerek haklarını koparmaya başlarlar. İşyerlerinde yaşanan haksızlıkları ortadan kaldırmak için 1995 yılının Mart ayında kadın ve erkek arasında eşitlik ilkesi federal düzeyde yasallaşır. Kadınlar 60 yıl önce anayasaya yazılan doğum  iznini ise ancak 2005’te çıkarılan yasayla elde ederler. Tüm bu eşitsizlikler sadece çalışma saatlerinin ve ücretle sınırlı olmayıp eşit olmayan ücret şikayetleri % 76 , cinsel taciz  suçlari ise % 83 oranında mahkemelerde inkar edilmektedir. İsviçre’de iş yerlerinde kadın işçilerin % 63’ü icra pozisyonlarında görev alamıyor. Her ay iki kadın eski eş şiddetiyle öldürülüyor. Her beş kadından biri hayatı boyunca fiziki veya cinsel şiddete maruz kalıyor. Kadınların emeklilikte aldıkları maaş erkeklere göre %37 daha düşük. Tüm bunlara ek olarak zor calışma koşulları, düzensiz  çalışma saatleri ve güvencesiz iş sözleşmeleri gibi şartlar kadınların hayatını geçmişte olduğu gibi bugün de etkilemeye devam ediyor.

Ev işlerinde, çocuk eğitimi ve bakımını ücretsiz yapan kadınlar, Güvencesiz ve düşük ücretli işlerde çalıştırılan kadınlar,karar verme pozisyonu azınlıkta olan kadınlar, ‘Kadın işi’ denilerek değersizleştirilen kadınlar, Emeklilik yaşının yükseltilmesine karşı olan kadınlar, ev ve bakım işlerinin sosyal güvenlik ve emeklilikte tanınmasını isteyen kadınlar, daha uzun, eşit ve devredilmez ebeveyn izni ve daha fazla hastalık izni isteyen kadınlar, çocuk, hasta ve yaşlı bakımı için kamusal imkanların artmasını isteyen kadınlar, ücretli ve ücretsiz işlerin daha eşit dağılımlı yapılmasını isteyen  kadınlar, yarı zamanlı çalışmadan kurtulmak için çalışma saatlerinin kısaltılmasını isteyen kadınlar, iş yerlerinde, sokaklarda, evlerde, cinsiyetçiliğe, ve ayrımcılığa uğrayan  kadınlar, Kamusal alanlarda cinsiyetçi, kadın ve LGBTI düşmanı saldırılara karşı ülke genelinde yaşanan her türlü fiziksel ve cinsel şiddete karşı olan kadınlar, bizim hakkımız olan tüm bu haklar ve taleplerimiz için ADKH olarak  çalışan veya çalışmayan, genç, yetişkin, yaşlı, LGBTI ve farklı kültürlere sahip bütün kadınları, 14 Haziran 2019’da  ülke genelinde yapılacak olan bu büyük greve çağırıyoruz.

 

 

AVRUPA DEMOKRATIK KADIN HAREKETI

Share

Avrupa’daki Dersim, Alevi Kurumları ve Demokratik Kitle Örgütlerinden Ortak Açıklama;

Avrupa’daki Dersim, Alevi Kurumları ve Demokratik Kitle Örgütlerinden Ortak Açıklama;

1937-38 Tenkil, Tedip ve Tehcirine karşı, Dersim ismi ve Dersim Belediyesi Savunulmalıdır !

Bizler, Avrupa’da çalışmalar yürüten Dersim ve Alevi Kurumları, Demokratik Kitle örgütleri, Dersim Belediye Meclisinin almış olduğu “Tunceli Belediyesi” isminin, “DERSİM BELEDİYESİ” olarak değiştirilmesi kararını selamlıyor, sahip çıkıyor, DERSİM, DERSİMDİR, bu tarihsel Hafızamızı hiç bir güç Dersimden söküp atamayacaktır diyoruz !

Söz konusu bu kararın kamuoyu ile paylaşılmasının ardından, Dersim belediyesi, ırkçı, faşist parti ve yapılanmalar ile “sözde solcu”suna kadar ittihatçılığın tüm versiyonlarının karşı saldırısına uğradı. Oysa yapılan şey, belediyemizin kayyum gaspından kurtarıldıktan sonra doğal isminin bir kez daha kullanıma sokulmasından ibaretti.

Dersim ismi, tarihimiz ve kültürümüzün, coğrafyamız ve toplumsal gerçekliğimizin adıdır. Devletin dayattığı “Tunceli” ismi ise her defasında biz Dersimlilere, atalarımızın uğradığı 1937-38 Soykırımını anımsatmaktadır ve yaralarımızı kanatmaya devam etmektedir.

Tarihsel hafızamızla çok iyi biliyoruz ki; Dersim adına yöneltilen saldırı, gerçekte toplumsal varlığımıza, kültürümüze ve kimlik değerlerimize yöneltilen bir saldırıdır. Uğradığımız sürgün ve kırımlar yetmezmiş gibi, köylerimize kadar girişilen isim değiştirmelerle bizi  biz yapan her şeyimiz yok edilmek istenmektedir.

Tunceli” ismi biz Dersimliler için 1937-38 Soykırımının, Zulmün adıdır !

Dersim, Osmanlıdan günümüze egemenlerin inkâr, asimilasyon ve katliam politikalarının hedefi durumundadır. Yüzlerce yıldır devam eden bu zulme karşı Dersim mazlumları baş eğmez duruşundan taviz vermemiştir. Siyasal, sosyal ve inançsal kimliği nedeniyle bugün de egemenlerin hala hedefi durumundadır. 1937-38 katliamının izlerini taşıyan Dersim resmi ideolojilerin tekçi, inkârcı ve asimilasyoncu anlayışlarına karşı direnmeye devam etmektedir.

Bu bağlamda, Dersimliler için “Tunceli” adı, toplumsal varlığımızı, kültürümüzü, kimliğimizi tarihten silmeyi hedefleyen projenin, bize “düşman ceza hukukunu” dayatan 1935 “Tunç Eli Kanunu”nun, “devletin tunç eli Dersim’in üzerine inecektir” diyen Abdullah Alpdoğan’ca uygulanan Tenkil, Tedip, Tehcir ve kırım uygulanmasının adıdır.

Dolayısıyla Dersim Belediyesinin aldığı kararın meşruiyeti bizim açımızdan tartışma götürmez bir durumdur ve Dersim ismimizi gasp eden kayyum zihniyetine karşı ortaya koyduğu toplumsal Dersim iradesinin ilanı ve karşı duruşudur.

Dersim halkının bu demokratik iradesini gerçekleştirmeye yönelik adımına muktedirlerce verilen tepki ise, kırımla tehdit edilmemiz olmaktadır. Nitekim, TBMM kürsüsünden sonunuz geçmişte dedelerinizin başına gelenlerden çok farklı olmayacaktır” ifadeleri ile verilen mesaj çok açıktır.

1925 Şark ıslahat kanununun, güncellenerek devam edeceğidir.

Bu sözlerin 2019’da söylenebilmesi ve yaptırımsız kalması, T.C Devleti’nin bütün Soykırım ve katliamların failinin kendisi olduğunun en açık göstergesidir.

Fakat, dost düşman herkes bilmeli ki Dersim Dersim’dir ve Dersim olarak kalacaktır. Bu bağlamda Sayın Maçoğlu ve Dersim Belediyesi şahsında toplumsal varlığımızı hedefleyen bu linç kampanyasını kınıyor, bu saldırılara karşı demokrasi güçlerini birlikte mücadele etmeye çağırıyor ve elbette ki bu tehditlerin hukuki açıdan da takipçisi olacağımızı ifade ediyoruz.

Toplumsal varlığımıza yönelen bu saldırı ve tehditlere karşı, dünya çapında örgütlü tüm Dersim ve Alevi Kurumları, Demokratik Kitle Örgütleri ve dostları olarak Dersim Belediyesinin aldığı bu haklı kararı destekliyor, Başkan Maçoğlu ve Dersim Belediyesinin sonuna kadar yanında olduğumuzu bir kez daha ilan ediyoruz.

İmzalayan Kurumlar:

Avrupa Demokratik Dersim Birlikleri Federasyonu (ADEF)

Demokratik Alevi Federasyonu (FEDA)

Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK)

Almanya Demokratik Haklar Federasyonun (ADHF)

Avusturya Demokratik Haklar Federasyonu (ADHF)

İsviçre Demokratik Haklar Federasyonu (İDHF)

Fransa Demokratik Haklar Federasyonu (FDHF)

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH)

Sosyalist Gençlik Hareketi (SYM)

Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu (ATİK)

Yaşanacak Dünya

Dersim İnşa Kongresi

Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu/Kültür ve Sanat Kurulu

Frankfurt Alevi Kültür Merkezi/Cemevi

Bielefeld Alevi Kültür Merkezi

Bremen CEMEVİ

Porz Alevi Kültür Merkezi

Strazburg Alevi Kültür Merkezi

Hatterheim Alevi Kültür Merkezi

Bad Hamburg Alevi Kültür Merkezi

Gütersloh Alevi Kültür Merkezi

Ortak Bellek Dersim Europa

Memoire Collektive des  Dersim en Europa

Kürmeş Derneği

Ludwigsburg Dersimspor

Rüselsehim Dersimspor

Emek ve Özgürlük Cephesi/Avrupa İnsiyatifi

Wenge Dersim-Hanover

Bielefeld Dersimle Dayanışma Derneği

Dersim Kulturverein Rhein-Main e.V

Dersim Kollektifi-Saarland

Rüselsehim Dersimle Dayanışma Derneği

Hamburg Demokratik Dersim Derneği

Berlin Dersim Komitesi (ADEF)

Hamm Dersim Komitesi (ADEF)

Paris Dersim Kültür Derneği

Hollanda Dersim Dayanışması

ACOTF Mulhouse

Londra YÇKM

 

Share

”Cumartesi Anneleri: “Acılarımız 38 yıldır hiç dinmedi”

Kayıplarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle sürdürdükleri eylemlerinin 741’inci haftasında Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelmek isteyen Cumartesi Anneleri, bir kez daha polis tarafından engellendi. Cumartesi Anneleri, polis ablukasına alınan İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nin bulunduğu sokakta eylemlerini gerçekleştirdi.

Bu haftaki eylemde, 28 Aralık 1980 tarihinde Antep’te bir ev baskınında yaralı olarak gözaltına alındıktan sonra idam edilen ve daha sonra kaybedilen Veysel Güney’in akıbeti soruldu.

‘İktidarlar değişse bile cezasızlık devam ediyor’

Bu haftaki basın açıklamasını 6 Aralık 1993’te Urfa’nın Siverek ilçesinde gözaltına alındıktan sonra kaybedilen Hüseyin Taşkaya’nın kızı Serpil Taşkaya yaptı. AKP’nin yürüttüğü politikalar sonucunda Türkiye’nin derin bir hukuk ve demokrasi krizi yaşadığını belirten Taşkaya, iktidarın politikalarına karşı itirazı olanların, eleştiri hakkını kullananların, hak ve özgürlük talep edenlerin, anayasal güvenceden mahrum bırakıldığını söyledi. İktidarın gözaltında kaybedilen sevdiklerini arayan Cumartesi Annelerinin 42 haftadır Galatasaray Meydanı’na çıkmasını engellediğini hatırlatan Taşkaya, “Türkiye’de iktidarlar değişse bile toplumsal travmalara yol açan yaygın insan hakları ihlalleri ve cezasızlık devam ediyor. Biz 741 haftadır bu devamlılığın bir sistem sorunu olduğunun, yaygın hak ihlallerinde suçun işlenmesi için gerekli ortamı yaratan sistemin topyekûn sorgulanması gerektiğinin altını çiziyoruz” dedi.

‘İdam edildikten sonra kaybedildi’

Veysel Güney’in 24 yaşında iken 12 Eylül Askeri Darbesinin ardından 28 Aralık 1980 tarihinde Antep’te bir ev baskınında gözaltına alındığını belirten Taşkaya, sözlerini şöyle sürdürdü: “Adana Bölgesi Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No’lu Askeri Mahkemesi’nde yargılandı. İlk duruşması 6 Şubat 1981 tarihinde yapıldı. 17 Şubat 1981 tarihinde yapılan ikinci duruşmasında, kendisini suçlayacak deliller olmaksızın idama mahkum edildi. Avukat talebi reddedildi ve savunma hakkı yok sayıldı. Meclis kararı olmadan özel kanun çıkartılarak, 10 Haziran 1981 tarihinde Gaziantep E Tipi Cezaevi’nde idam edildi. İdam sonrasında Veysel’in üzerinde bulunan kalemi, sigarası ve çakmağı tutanakla baba Ali Güney’e teslim edildi. Ancak 10 Haziran 1981 tarih ve 266 sayılı tutanakla babasına verilmek üzere Yüzbaşı Burhan Erdem’e teslim edilen cansız bedeni kaybedildi. Veysel’in idamından 25 yıl sonra Veysel Güney’in ilk ifadesini alan ve idamında hazır bulunan savcı Mete Göktürk ‘Adaleti Gördünüz mü?’ isimli kitabında onu suçlayacak delillerinin olmadığını açıkladı. Bütün mercilere başvurular yapıldı, kampanyalar yürütüldü ve hukuk mücadelesi verildi. Milletvekilleri soru önergeleri ile konuyu defalarca Meclisin gündemine taşıdı. Bu girişimlerin tümü sonuçsuz kaldı.”

‘Kaybedilmesinde tüm askeri ve sivil unsurlar sorumludur’

“Veysel’in idamından ve kaybedilmesinden; başta Kenan Evren olmak üzere, 12 Eylül’ün tüm asker ve sivil unsurları, Gaziantep Sıkıyönetim Komutanı General Şahabettin Balkan, Veysel’in bedenini tutanakla teslim alan Yüzbaşı Burhan Erdem sorumludur” diyen Taşkaya, Güney’in idamı ve bedeninin kaybedilmesinin insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu söyledi. İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımının olamayacağını vurgulayan Taşkaya, adli makamları, etkili bir soruşturma ve kovuşturma yaparak, Güney’in idamı ve kaybedilmesi ile ilgili karar alma ve uygulama mekanizmalarında yer almış tüm devlet görevlilerinin cezalandırılmasını sağlayacak hukuki bir süreci başlatmaya çağırdı. Taşkaya, “Devleti yönetenleri 12 Eylül’ün suçlarını ve suçlularını korumaktan vazgeçerek Veysel Güney’in 38 yıldır gizlenen mezar yerinin tespit edilmesi için gerekli adımları atmaya çağırıyoruz” diye belirtti.

‘Bayramları bayram havasında geçirmek istiyoruz’

23 Şubat 1995’te gözaltında kaybedilen Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız da, eyleme katılanların bayramını kutlayarak, “Bayramlar geçiyor herkes öyle ya da böyle Bayram ediyor. Biz acı, yas içinde gözlerimiz yollarda. Yıllardır belki devletten bir haber alırız diye, bayramları bayram gibi yaşarız diye bekliyoruz. Ne yazık ki olmadı. Biz intikam peşinde değiliz. Bizim ne aradığımızı herkes iyi biliyor. Devlette bunu iyi biliyor. Ama bu zulmü yaşatmaya devam ediyor. Biz acılıyız, öfkeliyiz kararlıyız ama Galatasaray lisesi önünden vazgeçmeye niyetimiz yok. Alanların açılmasını istiyor ve sesimizi halka böyle duyurmak istiyoruz” dedi. Türk annelerine seslenen Yıldız, “Hangi partiden olursa olsun bizim yanımızda olmalarını, bizim sesimizi duymalarını, bizi görmelerini istiyoruz. Bakın oylar nelere kadirdir. Oy zamanı geldi mi herkes kardeş oluyor, ana oluyor, dost oluyor. Oydan sonrada nereye gitmek istiyorlarsa oraya gitsinler diyorlar” ifadelerini kullandı.

‘31 yıl boyunca ıstırapla yaşattılar’

Amcası Veysel Güney’in 38 yıl önce suçsuz olduğu halde devlet tarafından idam edildiğini dile getiren Doğan Güney, devletin kendilerini bir mezara muhtaç hale getirdiğini söyledi. Acılarının 38 yıldır hiçbir şekilde dinmediğini ifade eden Güney, “Nenem Galatasaray Meydanı’nda ilk ağıtını yakmaya başladı. Sesini burada duyurmaya başladı. Ve bu şekilde son isteği de evladının mezarına, evladının eşyalarıyla birlikte gömülebilmekti. Çünkü evladının bir mezarı bile yoktu. Nenemi 31 yıl boyunca bu ıstırapla yaşattılar. Bu hangi vicdan veya adalet sisteminde yer alıyorsa, biz buna karşı Güney ailesi olarak direndik. Mücadelemiz bu şekilde sürmeye devam ediyor. Bizler tüm kayıpların bulunmasını ve bizlere bu acıları yaşatanların adalet önüne çıkmalarını istiyoruz. Yataklarında rahat bir şekilde değil, Kenan Evren gibi ölmelerini değil, adaletin önünde hesap vermelerini istiyoruz” diye konuştu.

gazetepatika10.org

Share

2 Kürt kadın, İran’da hastaneye kabul edilmediği için yaşamını yitirdi

İran’da son on gün içerisinde 2 Kürt kadının hastanelerin kabul etmemesi sonucu hayatlarını kaybettiği açıklandı.

ANF’de yer alan habere göre Sine’de iki aylık hamile 33 yaşındaki K.Z. ağır grip nedeniyle şehir merkezindeki Be’sat Hastanesine kaldırılmak istendi. Hastanenin kabul etmediği K.Z. daha sonra hayatını kaybetti.

Bir başka olayda ise Piranşehirden Zolayha Sarşin adlı bir kadın eşi tarafından hastaneye götürüldü. Hastaneye kabul edilmeyen Sarşin’e Mahabad’a gitmesi önerildi ancak ambülans tahsis edilmedi. Eşi tarafından özel araçla Mahabad’a götürülmek istenen Sarşin yolda beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetti.

gazetepatika10.org

Share

Japonya’da kadınlar topuklu ayakkabı baskısına karşı birleşti: #KuToo

Japonya’da kadınlar bazı işverenlerin topluklu ayakkabı giyilmesini zorunlu tutmasını internet üzerinden başlattıkları kampanya ile protesto etti.

Japon oyuncu ve yazar Yumi Ishikawa tarafından başlatılan #KuToo hareketi, kısa sürede ses getirdi.

Kampanyada 20 bine yakın imza toplandı.

Kadınlara iş yerlerinde topuklu ayakkabı giyilmesi yönünde baskı yapıldığını, bir oteldeki pozisyonda da topuklu giyme şartı arandığını belirten Ishikawa, 21 Şubat’ta bu duruma tepki gösteren bir tweet atmıştı.

Zorunlu olmasa da tercih sebebi

Kampanyaya destek verenler, Japonya’da topuklu ayakkabı giymenin resmi bir zorunluluk olmasa da pek çok kuruluşun topuklu ayakkabı giyen kadınları tercih ettiğini belirtiyor.

Dolayısıyla kadınlar -tercih etmeseler de- iş ararken ya da çalışma hayatında topuklu ayakkabı giymek durumunda kalıyor.

#KuToo ismi nereden geliyor?

#KuToo hareketi ismini Japonca’da ayakkabı anlamına gelen “kutsu” ve acı manasındaki “kutsuu” kelimelerinden alıyor.

Topuklu ayakkabı ile hareketin zor olduğunu, kolayca hareket edilemediğini belirten Yuki Ishikawa, erkeklerin böyle bir zorlukla karşı karşıya kalmadığını belirterek cinsiyetçi yaklaşıma dikkat çekiyor.

 

Yumi-Ishikawa.-topkulu-ayakkabı-protesto.-2.son-Reuters.jpg
Yumi Ishikawa / Fotoğraf: Reuters

 

Ishikawa bu tür ayakkabıların cinsiyet ayrımcılığının yanı sıra cinsel tacizi kışkırttığını ve kadın sağlığına zarar verdiğini belirtiyor.

Japonya Çalışma Bakanlığı henüz bu kampanyaya ilişkin bir girişimde bulunmadı

Share

İsviçre’de 1 Mayıs

 

Dünya işçi Emekçiler Günü olan 1.Mayıs,İsviçre’nin 20 kantonunda düzenlenen 60 ayrı etkinlikle kutlandı. ADKH olarak filamalarımızla birleşenimiz İDHF pankartıyla aynı kortejde yürüdük. Ayrıca İsviçre’nin Fribourg kantonunda 1.Mayıs birlig , mücadele ve dayanışma bilinciyle ADKH içinde olduğu bir yürüyüş düzenlendi. Diyer şehir merkezlerinde olduğu gibi Fribourg ‘da İDHF pankartıyla aynı kortejde yürüdük. Zürih ‘ te sabah saatlerinde Helvetiaplatz’da bir araya gelen katılımcılar yürüyüş boyunca bir araya gelen işçiler,sendika üyeleri,sivil toplum örgütleri ve siyasi parti temsilcileri taleplerini yaptıkları yürüyüşler eşliğinde haykırdılar. Çalışma yaşamındaki maaş eşitsizliğine vurgu yapan pankartların taşındığı yürüyüşlerde maaş eşitsizliğinin giderilmesi için yeni düzenlemeler talep edildi ve 14 Haziran’ da İsviçre genelinde yapılacak olan kadın grevlerine destek mesajları verildi. Sechselautenplatz’da kurulan sahnede yapılan konuşmalarda ön plana çıkan konuşmalar,klima, sosyal adalet, eşit işe eşit ücret vurguları ile 14 . Haziran ‘da İsviçre genelinde yapılacak olan kadın grevleri oldu. Zürih ‘te 16 bin kişi yürüdü isviçre ‘ de 1.Mayıs kutlamalarının en dikkat çekeni Zürich ‘ te gerçekleşti.

Share

Paris’te 1 Mayıs

1 Mayıs işçi ve emekçilerin dayanışma günü, alınan sıkı sıkı güvenlik önlemleriyle Montparnas set meydanında, çok gergin bir havada başladı. Herhangi bir bildiri okunmadı. Yapılan stant hazırlıklarına izin verilmedi. Bu gergin ortam ve jille jeun lerin uzun zamandır gerçekleştirdikleri yürüyüşler sloganlar, güne damgasını vurdu. Göçmen katılımın düşük olduğu etkinlikte, herşeye rağmen, kitle halaylarla sloganlar la protestolarla yürüyüşe geçti. Daha sonra polisin sert müdahalesi sonucunda, çatışmalar yaşandı. Ve yüzlerce gözaltı sonucunda bizlerde dağılmak durumunda kaldık.

Share