Viyana’da coşkulu 1 Mayıs

İşçi sınıfının birlik mūcadele ve dayanışma gūnū 1 mayıs Viyana’da kutlandı.
Kitlesel ve coşkulu geçen 1 Mayıs, opera önūnde kurumların konuşmalarıyla başladı. Bu yıl Sınıf Teorisi ve Partizan’ın oluşturduğu ortak kortejle 1 Mayıs alanında yerini aldı. Kitleselliği ile göz dolduran kortejde demokratik kitle örgūtlerimiz ADHF,ADKH,SYM,de yerini aldı.  Kitlenin toplandığı alanda konfedarasyonumuz ADHK’ın 1 Mayıs mesajı okundu yapılan konuşmalarda anti emperyalist anti faşist mūcadelenin birleşik kitlesel bir hatta yūrūmesinin önemine vurgu yapıldı. Yūrūyūş bitiminde 4 mayısta komūnist önder İbrahim Kaypakkaya’yı anma gecesine çağrı yapılarak bitirildi.

Share

Tarladan kadın dayanışmasına

OVACIK TARIMSAL KALKIMA KOOPERATİFİ–3
25.04.2019
Söyleşi: Umut Kocagöz
Ovacık kooperatifi ile beraber ilçedeki kadın istihdamı artıyor, kadınlar güçleniyor. Bu defa da kooperatifin üç kadın çalışanına bağlanıyor, deneyimlerini dinliyoruz.
Çiğdem Şaylı

Kooperatifle nasıl tanıştınız?

Çiğdem Şaylı: Ovacıklıyım. Ovacık küçük bir yer, herkes birbirini tanıyor.

Özlem Derman: Aslen Ovacıklıyım, ama Adana’da doğup büyüdüm. Ağustostan beri kooperatif çalışanıyız. Nohutların paketlemesini yapıyoruz. Önümüzdeki sezon daha çok ihtiyaç sahibi kadın aramıza katılacak, birkaç tekstil makinesi daha gelecek.

Özge Tanır: Samsunluyum. Ovacık’a yedi yıldır gelip gidiyorum. İlkin Munzur Festivali’ne gelmiştim. Ardından iki-üç ayda bir ziyaret ettim. 11 ay önce her şeyi bırakıp buraya yerleştim. Özel bir üniversitede tam burslu okuyordum. İnşaat teknikerliği bölümünü bitirdim. İş bulmakta zorlanacağımı biliyordum. Kooperatifi biliyordum, ama aklımda kooperatifte çalışmak yoktu. Şimdi on aydır çalışıyorum.

Kooperatif kadınlar nezdinde çok önemli bir adım. Dersim, birçok topluma göre ileri gibi dursa da, kadın konusunda geri bir yerde. Kadınların özgürleşebilmesi için ilk adım ne yazık ki ekonomik özgürlük. Ovacık’ta iş imkânı çok kısıtlı. Lokantada, kahvede iş var. Ama orada kadınlar çok yok. Kooperatifle beraber seksen kadına iş imkânı sağlandı. Dönüşümlü çalışıyorlar. Tarlalarda erkek-kadın birlikte çalışmaya başladı. Paketleme, ön muhasebe kısımlarında 15-20 çalışan var. Ovacık ölçeğinde bunlar çok önemli. İlerleyen dönemlerde de daha çok insana iş imkânı sağlayacağız.

Kooperatif kadınlar nezdinde çok önemli bir adım. Dersim, birçok topluma göre ileri gibi dursa da, kadın konusunda geri bir yerde. Kadınların özgürleşebilmesi için ilk adım ne yazık ki ekonomik özgürlük. Kooperatifle beraber seksen kadına iş imkânı sağlandı.

Seksen kadın dönüşümlü nasıl çalışıyor?

Tanır: Kooperatifte önce ürünler elle seçiliyor, bir kısmı eleniyor. Bu iş için günde ikisi erkek, altısı kadın sekiz kişi gerekiyor. Sekizli gruplar oluşturuluyor. Bir kısım ürünü eliyor, diğerleri paketliyor. Paketleme ve muhasebe bölümünde şu an on kişi çalışıyor. Mandıra başlayınca, oraya çalışan alınacak. Elli dönüm yer eken bir kişi bir süreliğine yoğun emeğe ihtiyaç duyar. Biçmesi var, traktörcüsü var. Orada epey çalışan oluyor.

İşçileri kim seçiyor?

Tanır: Kooperatif ihtiyacı olan, eşiyle sıkıntı yaşamış, boşanmış kadın arkadaşlarımızı önceliyor.

İhtiyaç nasıl belirleniyor?

Özge Tanır

Tanır: Burası küçük bir yer, herkes birbirini tanıyor. İnsanlar talepte bulunabiliyor. Beş-altı aydır bizimle çalışan bir kadın arkadaşımız çocuklarıyla burada, ihtiyaç sahibi. Burada çalışması ona ayakları üzerinde durabilmesi için iyi bir imkân sağlıyor. Onun özgüvenini artırıyor. Kocasına, bir erkeğe muhtaç olmadığını biliyor.

Maaş ve sosyal haklar açısından çalışma şartları nasıl?

Tanır: Asgari ücretle çalışıyoruz. Sigortalıyız, yemek parası var. Yola zaten ihtiyaç yok. Ekstra mesai ücreti karşılanıyor. Kooperatif düşük kâr marjıyla çalışıyor. Kazanılan para işçiler ve kooperatif için harcanıyor. Eğer para kalırsa, onu ortak üretim alanları için harcıyoruz. Bu sene Kızlık’ta ortak ekim yapıldı, tohum ve mazot desteği oldu. KHK ile işinden edilen kişilere, okuyan gençlere destek olmaya çalışıyoruz.

Şaylı: Sabah dokuzdan akşamüstü beşe kadar çalışıyoruz. Ama bu bize dayatılmıyor. Günlük iş planımızı yapıyoruz, ona göre çalışıyoruz. Normalde iki kişi günde 500 torba yapabiliyoruz. Yetiştirmemiz gereken iş varsa, birkaç saat fazla da çalışabiliyoruz. Yeri geliyor, haftasonları da geliyoruz. Torbalar pamuk olduğu için daha iyi. Baskı boyası kimyasal değil. Bir saat içinde kokusu kalmıyor. Çürümüyor, kullan-at değil. İşi bitince tüketiciler başka amaçla kullanabiliyor.

Asgari ücret uygun mu sizce?

Tanır: Yeterli değil elbette. İleride değişecektir. Kooperatif yeni. Bir şeyler yeni yeni oturuyor.

Hangi bölümde çalışıyorsunuz?

Tanır: Muhasebe. Kargo da yapıyorum. Burası klasik bir işyeri gibi değil. Kendi yerimiz gibi görüyoruz, herkes her işi yapıyor, iş ayırmıyoruz. Tuz da paketliyoruz, koli de taşıyoruz. İlk geldiğimde dördüncü kattaydık. Koli indirmek çıkarmak zordu. Caddeye çıkıp yardım istiyordum, insanlar geliyordu. Yazın şehir dışından, yurt dışından insanlar gönüllü çalışmaya geliyor. Öğrenciler de yardıma geliyor.

Önümüzdeki dönemde güçlü bir kadın dayanışması öreceğiz. Daha fazla kadının istihdama katılması açsından tekstil atölyesi önemli. İlerde yüz kadın istihdam eden bir atölye neden kurmayalım?

Derman: Tekstil kısmında çalışıyorum. Daha önce tekstil makineleriyle ilgili deneyimim vardı, on beş yıl çalıştım. Makinelerin alınmasına ve çalıştırılmasına destek oldum. Yöresel kıyafetler dikip satıyordum. Tekstil atölyesinde fasulye ve nohut torbası dışında alışveriş çantası üretmeyi de düşünüyoruz. Yöresel kıyafetler de yapacağız. Önümüzdeki dönemde güçlü bir kadın dayanışması öreceğiz. Daha fazla kadının istihdama katılması açısından tekstil atölyesi önemli. İlerde yüz kadın istihdam eden bir atölye neden kurmayalım?

Çiftçilik yaptınız mı?

Tanır: Üç arkadaş geldik, işsizdik. Üçümüz de üniversiteyi yeni bitirmişiz. Çiftçilik yapalım dedik. Kırk dönüm nohut, yedi-sekiz dönüm de fasulye ektik. Bir buçuk ay durmaksızın yağmur yağdı. Biraz da erken ekmişiz. Yağmurla birlikte nohutlara hastalık vurdu. Fasulyeler bizi kafa kafaya kurtardı. Bir dahaki sene tekrar yapmayı düşünüyoruz. Çiftçiliğe yabancıyım, ama alışıyorum. İsteyince oluyor. Çiftçilik dışarıdan göründüğü gibi değil, çok zor. Ekmesi, biçmesi, patozu, elemesi… Epey yorucu. Karşılığını aldığın sürece güzel. Toprakla uğraşmak iyi geliyor. Nohutta domuza karşı nöbet tutmak gerekiyor. Bir buçuk ay gündüz çalışıp gece tarlada domuz bekliyorsun. Tarla akşam çok güzel oluyor, dolunay çıkıyor, ateş yakıyoruz. Bir güzellik buluyoruz orada.

Özlem Derman

Son dönemde sizin gibi gençler tarımla uğraşmak için köye dönüyor, değil mi?

Tanır: Buradaki arkadaşlar çok yardımcı oldu. Ektiğimiz tarlalar bizim değil. Köylülerin ekilmeyen tarlaları. Burası daha çok hayvancılık yapılan bir bölgeydi. Yazın yaylaya çıkıyorlar. Köylülerin arazileri boştu, karşılık beklemeden verdiler. Biz de elde ettiğimiz ürünleri kooperatife verdik. Burada çalışan herkesin bir gönül bağı var. İyi bir şeye hizmet ettiğimizi biliyoruz. Patronumuz yok, amirimiz yok. Azarlayan biri yok, baskı yok. Bundan dolayı, işten kaytarmıyoruz.

Patronsuz örgütlenme nasıl?

Tanır: Kooperatifin bir yönetim kurulu var, kararlar bu mekanizmadan çıkıyor. Belirli ilkeleri var. Birlikte toplantı alıyoruz, insanlar fikirlerini, taleplerini, şikâyetlerini sunuyor, kararlar böyle alınıyor. Yönetimde olan arkadaşlarımız ücret almıyor.

Kooperatif toplantılarına katılıyor musunuz?

Şaylı: Çalışanlar olarak katılıyoruz. Ortak değiliz. Ürünlerimizi sunuyor, yeni fikirlerimizi, maliyet hesaplarımızı paylaşıyoruz. Birlikte düşünüyoruz. Eksiklerimiz, ihtiyaçlarımız varsa onları söylüyoruz, gideriliyor.

Kooperatif bölgedeki tarımsal üretimde neleri değiştirdi?

Şaylı: Kooperatif öncesi, insanlar üretime çok istekli değildi. Tüccar ucuza ürün alıyor, insanlar pek bir şey kazanmıyordu. Kooperatifle birlikte üretime katılım başladı. Ülkemizde saman bile ithal ediliyor. Yediğimiz birçok şey GDO’lu, zararlı katkı maddeleri içeriyor. Biz her bütçeden insana sağlıklı gıda gönderebiliyoruz. Bir anekdot anlatayım: Balların çıkma dönemiydi. Bizim karakovan çok değerli. Bir kadın arayıp ayırmamızı istedi. “Ayırma şansımız yok” dedim, başladı ağlamaya. “Neden arıyorsunuz?” diye sordum. “Kanser hastasıyım, güvenebileceğim tek yer sizsiniz” diye cevap verdi. Böyle bir güven duygusu oluşmuş. Üretici nezdinde de öyle. Bu sene yirmi dönüm arazi eken üretici seneye kırk dönüm ekmeyi planlıyor. Neden? Emeğinin karşılığını alabiliyor. Sisteme muhtaç kalmıyor. Arada aracı yok. Ucuza vermek zorunda değil, ürünün hakkını alıyor. Burada kışın bir şey yapamıyorsun, yazın ne kazanırsan onunla geçinmek zorundasın…
Mandıra alanımız var. Geçen sene geç kaldık, sadece kaşar üretimi yapabildik. Bir süre sonra süt de başlar. Köylerden süt topluyoruz. İnek alıp insanlara veriyoruz, sonra onlardan süt alıyoruz. Köy köy dolaşıyoruz. Geçtiğimiz sene ürettiğimiz bir buçuk ton kaşar kısa zamanda tükendi. İnsanlar güveniyor, pazar konusunda sorunumuz yok. İnsanlar hem destek olmak istiyor, hem de gerçekten böylesi bir dönemde ailelerine sağlıklı gıda yedirmek istiyor. Eskiden komünistlere öcü gibi bakılırdı, şimdi başka türlü bakılıyor. İnsanlara bir alternatif olabileceğimizi gösterdik.

Share

Enternasyonal proletaryanın birlik, mücadele ve zafer günü 1 Mayıs’ta alanlara!

 

Emperyalist-kapitalist barbarlığın sürdürdüğü; yıkım, baskı, katliam, sömürü ve talan uygulamalarına karşı, dünyanın değişik ülkelerinde ezilen halkların haklı ve meşru mücadelesinin geliştiği bir süreçte 1 Mayıs alanlarında birlik, dayanışma ve mücadele sloganlarını hep birlikte haykıralım.

ADHK (24-04-2019) Dünyanın değişik ülkelerinde sosyalizm, özgürlük ve genel demokratik hak taleplerinin yükseldiği 1 Mayıs’ın öngünlerinde, kapitalizmin krizini derinleştirmek ve devrimci görevlerimize sarılmak elzemdir. Kapitalist-emperyalist sermaye, dünya pazarlarında para ve meta dolaşımını sağlamak amacıyla, etnik ve mezhepsel farklılıkları kullanarak katliamlar yapmaktadır. Azami kar uğruna sürdürdüğü bu gerici savaşları, ‘demokrasi ve özgürlük götürmek’ sosuyla ezilen halklara pazarlamaktadır. Daha önce Kafkasya’da, Balkanlar’da uygulanan ve bugün Büyük Orta Doğu projesi olarak hayata geçirilen de emperyalist çıkar amaçlı projelerdir.

Büyük Orta Doğu projesinin eş başkanı R.T. Erdoğan, emperyalizmin tetikçisi Türk komprador hakim sınıflar devletinin yayılmacı konumunu güçlendirmiş, Kürdistan’ın belirli topraklarını işgal etmiştir. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkına devlet terörü ile ipotek koymuştur. İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ta, alanlarda Kürt ulusunun haklı mücadelesinin talepleri de yankılanacaktır.

Türkiye/Kuzey Kürdistan’da demokrasinin son kırıntısını yok eden AKP iktidarı, Türk komprador tekelci burjuvazisinin ihtiyaçlarına göre pozisyon almakta ve işçi sınıfı başta olmak üzere geniş emekçi kitleleri koyu biçimde sömürmektedir. Sendika ve grev hakkına dönük yasak ve kısıtlamalar, sosyal hakların budanması, taşeron sistemiyle iş güvencesinin ortadan kaldırılması, işçi ve emekçilerden vergi adı altında yapılan kesintilerin kapitalistlerin hizmetine sunulması, işçi ölümlerini kader haline getirerek patronları koruması AKP iktidarının sınıfsal niteliğini tartışmasız biçimde ortaya koymaktadır. Özelleştirme uygulamalarıyla yandaş kesim ve emperyalist sermaye ihya edilmekte, ülkemizin yer altı ve yer üstü zenginlikleri haraç mezat satılmaktadır. Neo-liberal ekonomi politik uygulamaların işçi ve emekçilere faturası daha fazla zam, yüksek enflasyon, işsizlik ve açlık olmaktadır. Bu 1 Mayıs’ta sınıfın ve halkın ekonomik ve siyasal taleplerini en gür biçimde bağırmak önceliğimiz olmalıdır.

Kadınların her gün sokak ortasında katledildiği: evde, işte, okulda tacize ve tecavüze uğradığı bu karanlık süreçte, erkek egemen kültüre ve iktidar ilişkilerine karşı kadınların kurtuluş mücadelesinin mevzisine çevirelim 1 Mayıs alanlarını. Günlük hayatta acı çeken, ötekileştirilen, emeği görünmez kılınan, savaşın ve ekonomik krizin yükünü en fazla taşıyan kadınların, kendi renkleriyle ve talepleriyle alanları sarsma günüdür 1 Mayıs.

Türkiye/Kuzey Kürdistanı açık hapishaneye dönüştüren T.C. devleti, örgütlü devrimci ve demokratik faaliyeti dağıtma çabasındadır. Hitler ve Mussolini dönemini aratan göstermelik mahkemelerle on binlerce devrimci, demokrat ve yurtsever tutsak alınmıştır. Tecrit politikasını kırmak için Leyla Güven öncülüğünde başlayan açlık grevi, hapishanelere ve dünyanın değişik bölgelerine yayılmıştır. Kendilerine ‘demokrasi merkezi’ diyen Avrupa ülkeleri üç maymunu oynayarak ezilen uluslara ve halklara düşmanlıklarını bir kez daha teyit etmişlerdir. T.C. devletinin tecrit politikalarının ve tutsak ailelerine uyguladığı terörün dolaylı olarak destekçisi olduklarını kanıtlamışlardır.

Avrupa’da sarı yeleklerin hayaleti gezmektedir. Fransa proletaryasının ve halkının sürdürdüğü eylemler aylarca sürmektedir. Avrupa’daki 1 Mayıs’a sarı yeleklerin haklı mücadelesi damgasını vuracaktır.

Fransa devletinin sarı yelekler karşısındaki çaresizliği sürerken, Avrupa devletleri yeni radikal kanunlar çıkarmaktadır. Yeni polis yasalarının çıkarılması, ezilen ve sömürülen sınıfların tarihsel mücadelesi sonucu elde edilen hakların gasbedilmesi, Avrupa burjuvazisinin halk düşmanı karakterinin doğal sonucudur. Yüz binlerce kişinin yükselen ev kiralarına karşı kitlesel eylemleri, sarı yelekliler hareketi, doğanın talanına karşı çevre ve iklim eylemlerindeki artış, gelecek dönemde Emperyalist haydutlara karşı gelişecek olan kitlesel eylemliliklerin habercisidir.

Emperyalist ve Kapitalist sistemin döktüğü işçi ve emekçilerin kanları zihnimizin en diri tarafında durmaktadır. 1 Mayıs 1886’da Chicago’da ve 1 Mayıs 1977’de İstanbul Taksim’de işçilerin katledilmesi aynı zihniyetin sonucudur ve suçudur. Kapitalist Emperyalist sistemin bu suçlarını tüm sınıf kinimizle lanetliyoruz. Unutmadık, unutmayacağız.

İşçi ve emekçilere dönük yapılan katliamlar, sömürü, talan ve baskılar ancak sosyalist devrimlerin zaferi ile ortadan kaldırılabilir. Emperyalist-kapitalist sömürü sistemi parçalanmadan ezilen ve sömürülen sınıfların, ulusların, inançların, cins ve cinsel yönelim sahiplerinin, doğamızın gerçek kurtuluşu ham hayaldir. Gerçek kurtuluşumuzun bu köhnemiş düzende olmadığını 1 mayısların tarihi tecrübesi işçi ve emekçilere göstermiştir. Kurtuluş işçi ve emekçilerin kendi ellerindedir.

Çözüm Devrim ve Sosyalizmdedir!

Yaşasın Bir Mayıs, Bıji Yek Gulan!

Enternasyonal proletaryanın birlik, mücadele ve zafer günü 1 Mayıs’ta alanlara!

Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK)

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH)

Sosyalist Gençlik Hareketi (SYM)

Share

ADKH 12.KURULTAYINI  FRANKFURT’DA GERÇEKLEŞTİRDİ

 

”Emeğimizin Gasbı, Hayatımızın Gaspıdır” sloganıyla başlayan merkezi kampanya delege ve konukların tartışmalarıyla sonuçlandırıldı.

Salonun girişinden başlayan zemine yapıştırılmış,üzerinde enteresan sözlerin bulunduğu; ”Her istek kendine bir yol bulur”,”Kadının direnişi kadına mirastır” ve çocuk ayak izlerinde yazan ”Çekin kirli ellerinizi üzerimizden”…gibi renkli ayak izleri; katılımcıları kadınların pankartına götürüyordu.

Yoklama ve saygı duruşuyla başlayan kurultay, açılış konuşmasının ardından gündemlerle devam etti.

Komisyon üyesi yaptığı açılış konuşmasında; ”Ülkemizde ve dünyada kapitalist emperyalist sistemler gerek kendi yarattığı krizleri önlemek gerekse de karanlık ve kirli iktidarını uzun süre ayakta tutmak için ezilen halklara yönelik saldırılarını her alanda devam ettirmektedirler .Yaşadığımız Avrupa ülkelerinde de bizler çok iyi biliyoruz ki; onların sözde ”sosyal devlet” dedikleri, içeride işçi sınıfı ve göçmen halkların alınteri üzerinden yükselirken, dışarıda da az gelişmiş ülkeleri parçalayarak, halkların yaşamını talana çevirerek gerçekleşmektedir.”

”Ülkemizde de zorbacı rejim; içerisiyle dışarısıyla halklara tektipleşmeyi dayatmış, Leyla Güven, onlarca tutsak ve analar açlık grevindedir.

Şeklinde genel vurgusunun ardından sisteme karşı duruşları da şu şekilde özetledi; ”Bütün bunların yanında, erk egemen sisteme karşı mücadeleler de halkların özgün örgütlülükleriyle  devam etmektedir. Paris’in sokaklarında ”Sarı yelekliler”hareketi gibi sınıf hareketine; ”Mor Dalga” nın yükselişi gibi kadınların isyanına ivme katan hareketler gibi…Ayrıca Sudan’lı kadınların tek adam diktatörlüğüne karşı sokaklara taşıdığı ”Kadın nın yeri devrimdir”, ”Mermi öldürmez, sessizlik öldürür” mesajı bütün dünya emekçi kadınlarına mesaj verir nitelikteydi. 

 

Antropolog, araştırmacı,yazar Sibel ÖZBUDUN’ un yaptığı sunum çeşitli alt başlıklar içerisinde tartışıldı. Sibel ÖZBUDUN , sözlerine ”Öncelikle üzerimde bir selam var Ovacık’tan başlayıp Dersim’e uzanan ondan sonra büyün coğrafyaya açılacağını umduğumuz o umut çiçeğinden selamlar getirdim. Dersim de olan hepimiz için bir umut kapısının yeniden aralanmasıdır. Bir yol açılıyor hepimiz bu yola omuz vermek durumundayız arkadaşlar ,elimizden ne geliyorsa ne yapıyorsak bu selamı ve bu dayanışma çağrısını lütfen kabul edin” diyerek kitleyi selamlayarak başladı.

”Benim kadınlığa ilişkin bilincim 1970 li yıllarda sosyalizmin hegomonik olduğu dönemlerde biçimlendi. Biz emek eksenli düşünmeye alıştık. Dolayısıyla birincil sorunumuz kadınların nasıl üretime dahil olacağıydı. Sanayinin muzaffer çağıydı Batı dünyası…Kadınların sanayi işçileri olarak durumlarının düzenlenmesiydi. Çünkü kadınlar yedek proletarya, yedek işçi ordusu olarak değerlendirildi.Yani kapitalizmin normal olarak işlediği dönemlerde yığınsal olarak işe aldığı, krize girdiği anda da yığınsal olarak kapı dışarı edildiği, düşük ücretle çalıştırabildiği bir yedek iş gücü ordusu olarak gördü.” Kadın emeğinin her kıta da nasıl sömürüldüğünü somut örneklerle tartışılmasını sağladı. ADHK dönem başkanının sunduğumücadele ve tebrik mesajının ardından, ADKH kurultayı faaliyet raporunun tartışılması ve yeni yönetim organlarının seçilmesiyle “jin jiyan azadi” sloganı ile sonuçlandırıldı.

 

 

 

Share

Leyla Halid, açlık grevinde olan Leyla Güven’i ziyaret etti

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Politbüro üyesi Leyla Halid, Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle 159 gündür açlık grevi eyleminde olan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven’i evinde ziyaret etti.

Leyla Halid’den Leyla Güven’e mesaj

KESK’in İstanbul’da düzenlediği Ortadoğu Konferansı’na katılan Leyla Halid, açlık grevi eylemine dair yaptığı değerlendirmede “Ben Abdullah Öcalan’ın kendisi için birinin ölüme yatmasını isteyeceğini sanmıyorum. Abdullah Öcalan böyle bir şey istemezdi. Leyla Güven’i ziyaret etme fırsatım olursa kendisinden bedenine zarar vermemesini isteyeceğim” dedi.

Halid, açlık grevinin tek başına yeterli olmayacağını ve hükümeti zorlayacak şeyin aynı talep etrafında kenetlenen halk kitleleri olduğunu vurguladı. Öte yandan Urfa’daki kitle örgütleri açlık grevleri için “Ses verin” çağrısı yaptı.

“İki halk da kendi toprakları üzerinde hak talep ediyor”

Mezopotamya Ajansının aktardığına göre Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra sömürgecilerin bölgeyi parçalara böldüğünü anımsatan Halid, “Türkiye’de ‘hasta adam’ diye tabir edilen imparatorluğun çöküşünden sonra bu bölünme parçalanma devam etti. Halklar arasına sınırlar girdi. Bu süre sonucunda bizim ülkemizde böyle parçalandı. Kürtler kendi topraklarınız üzerinde mücadele veriyorsunuz ama Filistinliler kendi topraklarından sürüldüler. İki halk da tabii ki kendi toprakları üzerinde hak talep ediyorlar. Uzun vadeye yayılan bir taleptir ve bugüne kadar sürdü. Hâlâ devam ediyor” dedi.

“Yaşamı tehdit edecek şeyden kaçınmamız gerekiyor”

Açlık grevlerine dikkat çeken Halid, şöyle devam etti:

“Leyla Güven, Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle açlık grevi eylemine başladı. Bu talep haklı ve meşru bir taleptir. Fakat bu yetersizdir. Etrafında ciddi bir halk kitlesinin olması gerekiyor. Aynı talep etrafında kenetlenen bir halk kitlesi olması gerekiyor. Hükümeti zorlayacak olan budur. Açlık grevi eylemi direniş biçimlerinden sadece bir tanesidir. Bir sonuç elde edilene kadar bu eylem tekrarlanabilir. Bu eylemi tamamıyla meşru görmek lazım. Fakat biz her şeyden önce yaşamı savunuyoruz. Yaşamı tehdit edecek şeyden kaçınmamız gerekiyor.”

“Güven’i ziyaret edersem kendisine zarar vermemesini isteyeceğim”

Haapishanede bulunan tutukluların farklı bir eylem yapma şanslarının olmadığını sözlerine ekleyen Halid, “Bu nedenle kendi bedenleri üzerinden bir eyleme giriştiler. Bu doğaldır ama daha farklı eylem biçimleri olabilir. Önemli olan özgür olanların geliştirecekleri eylemlerdir. Ben Abdullah Öcalan’ın kendisi için birinin ölüme yatmasını isteyeceğini sanmıyorum. Abdullah Öcalan böyle bir şey istemezdi. Leyla Güven’i ziyaret etme fırsatım olursa kendisinden bedenine zarar vermemesini isteyeceğim. Başka eylem biçimleri denenebilir. Şu an Filistin tutukluları da açlık grevi eylemindeler. Burada da halk nöbetleşe açlık grevi eylemine giriyor. Protesto eylemi yapıyor. Bu grevlerin etrafında kenetlenen kitleler var. Mektup yazma kampanyaları başlatıldı. Özellikle manevi yönden desteklemek amacıyla dayanışma mektupları gönderiliyor. Türkiye’de ve Filistin’de açlık grevi eylemlerinin etrafında kenetlemek gerekiyor” diye konuştu.  

Hapishanelerde ve HDP il binasında açlık grevleri sürüyor

Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Hewlêr kentinde açlık grevine başlayan HDP üyesi Nasır Yağız 145, Strasburg’da 14 kişi ve Galler’de İmam Şiş 119, hapishanelerde 16 Aralık’ta başlayan tutuklular 120 gündür açlık grevinde. Açlık grevleri 1 Mart itibarıyla tüm hapishanelere yayılmıştı.

HDP milletvekilleri Dersim Dağ, Tayip Temel ve Murat Sarısaç’ın partilerinin Diyarbakır İl Örgütü binasında başlattığı açlık grevi de 3 Mart’tan beri devam ediyor.

Erzincan T Tipi Kapalı Hapishanesi’nde açlık grevi eylemine başlayan Sedat Akın’ın tahliye edilmesi ardından Batman’daki evinde sürdürdüğü eylem 96’ncı gününde.

Gurbet Ektiren, Bakırköy Hapishanesi’nde 15 Ocak’ta başladığı açlık grevi eylemini tahliye olduğu 8 Mart’tan bu yana Mardin’in Derik ilçesindeki evinde; İhsan Sinmiş (55) 1 Mart’ta Silivri Hapishanesi’nde başladığı açlık grevini 11 Mart’ta tahliye olduktan sonra İstanbul Küçükçekmece’deki evinde; Buca Kırıklar 1 No’lu F Tipi Kapalı Hapishanesi’nde 22 Mart’ta tahliye olan Ferdi Karabay 1 Mart’ta başladığı açlık grevini evinde, HDP binasında açlık grevine başlaması üzerine gözaltına alınıp tutuklanan Sevican Yaşar 2 Nisan’da, Salih Tekin ve Bilal Özgezer ise 5 Nisan’da tahliye edildikten sonra açlık grevlerini evlerinde sürdürüyor.

gazetepatika8.com

Share

Yaşamı vareden kadınlar asırlardır yok sayılsa da kadının varlık mücadelesi hiç durmadı/durmayacakda…

İnsanın özü emek ise; kadın bu emeğe değer katan, yaşanır kılan ve ona yolaldırandır.. Kadın emekle hayatı varetti ama yarattığı hayat O’nu hep yok saydı. İradesi, kararları, bedeni, kimliği ve kişiliği her dönemde de saldırıya uğradı. En çok da bu saldırılara ”Hayır” dediği oranda şiddetle karşı karşıya kaldı. Toplumsal değer yargılarına, erk egemen zihniyetin gerici, vahşi saldırılarına başkaldırdığı ölçüde hep şiddet gördü..
Ancak asırların baskısı; ne kadının varolma mücadelesini, nede gerici toplumsal değer yargılarına ve emperyalist kapitalist sistemlerin vahşi saldırılarına karşı başkaldırışını durdurabildi..Durduramazdı;

Çünkü kadın; yaşamı dört duvar arasından çıkarmış ve sokağa ,meydanlara indirmişti bir kez.

Çünkü kadın; doğruyu savunan, Adaleti, Özgürlüğü, Eşitliği savunandı.

Çünkü kadın; yaşamı anlamlı kılan, emeği savunandı.

Çünkü kadın; insanlığın üzerindeki bütün gerici baskılara karşı çıkan ve geleceği savunandı.

Çünkü kadın; başka bir dünya, yaşanılası bir dünya isteyendi.
O nedenle kadınlar, mücadele ederek her baskıdan daha güçlü çıktılar. Güçlendikçe yaşamdaki yerlerini de aldılar. Böylelikle yaşamda aldığı her yer kadına daha çok söz söyleme hakkı doğurdu. Toplumsal her sistemde kadının hem varlığı hemde sözü yok sayılsa da ; her  dönem kadınlar bütün varlığıyla sözünü söylemekten geri durmadı.
En çok da kadın; devrim mücadelesinde , toplumsal isyanlarda sözünü söyledi. Yani geri ve eski olanı yıkmada ve yeniyi kurmada hep sözü vardı. En çok baskıya Onlar uğruyorsa en çok başkaldıran da Onlar olmalıydı.
Günümüze kadar bütün devrim mücadelelerinde kadınlar da tarih yazdı erkek yoldaşları gibi. Ve ardıllarına direnişlerini miras bıraktılar. Gösterdiler ki kadınlar sadece ezilen, mağdur olan, zayıf olan, edilgen, pasif olan  değil; yaşatan, üreten, değer katan , isyan eden, eskiyi yıkan ve yeniyi yaratandır.
İşte bunun son örneğini Sudan’lı kadınlar bütün dünyaya bir kez daha duyurdular. 30 yıllık tek adam diktatörlüğüne karşı Sudanlı kadınlar sokağa döküldü ve 22 yaşında Alaa Sarah’ın ”Kadının Yeri Devrimdir” sözü sınırları aşarak isyan eden kadının neleri hedefleyeceğini ve neleri başaracağını gösterdi. Ordu yönetime elkoysa da Sudanlı kadınlar orduya karşı da direniyor ve sivil yönetim istiyorlar.

Yeterki kadınlar isyanını örgütlesin; doğru toplumsal politikalarla, yerinde ve zamanında harekete geçtiklerinde başaramayacakları hiçbir şey yoktur.

Kadınlar olmadan devrimler rengini bulamayacak…

O halde örgütlenerek güçlenmeye, gücümüzle söz söylemeye diyoruz…
Avrupa Demokratik Kadın Hareketi

11.Dönem Komisyonu.

Share

Çocuklarımızın sesi olmaya çağırıyoruz!

 

Rabia Naz 11 yaşında bir çocuk, Giresun’da ölü bulundu ve ailesine intihar ettiği söylendi. Acılı baba Şaban Vatan ise olayın böyle olmadığını kanıtlamanın peşinde yani kızı için adalet arıyor. Bir babanın kızı için adalet aramasından daha doğal ne olabilir.

Rabia’nın babası tehditlere , tezgahlara inanmadığı için ısrarla adalet aradığı için de 3 haftalık Samsun Ruh Hastalıkları Hastanesine yatırmaya çalışıyorlar.

Karanlık ve kirli iktidarlar halkların yaşamını daha çok abluka altına alırken; bu ablukadan en çok da çocuklar ve kadınlar etkilenmektedir.

Kirli çıkarlar üzerine kurulan her sistem toplumu da çevreyi de kirletir ve kendisi gibi saldırgan, pervasız, aciz ve zavallı bireyler yetiştirmek ister ve yetiştirir de.

Onların çırpınışları acizliklerinden, zavallı olmalarından ve çözümsüzlüklerinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla çürüyen sistemler adaleti sadece kendi kirli oyunlarını kapatmak için kullanırlar.

Halkların adaletini ise ancak emekçi halkların mücadelesi getirecektir.

Bu inanç ve umutla duyarlı tüm halkımızı çocuklarımızın sesi olmaya,

Rabia’nın sesi olmaya,

Adalet arayışına güç vermeye çağırıyoruz…

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi

11.Dönem Komisyonu

Share

ADKH 12. Kurultayına Çağrı

ÇAĞRIMIZDIR

Değerli üyelerimize, bileşenlerimize, kadın arkadaşlarımıza ve duyarlı tüm dostlarımıza,

Emeğimizin gasbıyla başladı mücadelemizin tarihi…

Her dönemde kendi emeğimizin gasbıyla başladı mücadelemizin tarihi…

Her dönemde kendi öncülerini yarattı…

Azgınlaşsa da erk-egemen sistem bütün iktidarlarında…

Bugün “Mor Dalga” yla yürüyor kadınlar başka bir dünyaya…

Bu coşku ve kararlılıkla ADKH olarak 12. sini düzenleyeceğimiz kurultayımıza tüm kadın arkadaşlarımızı “Kadınlar Birlikte Güçlü ” şiarıyla katılmaya çağırıyoruz!

 Konuklar

 –Avukat: Meral HANBAYAT

Hukuk ve Kadın

– Araştırmacı-Yazar: Sibel ÖZBUDUN

Emeğimizin Gaspı Hayatımızın Gaspıdır.

Küreselleşme ve Kadın

           EMEĞİMİZİN GASPI HAYATIMIZIN GASPIDIR!

DİRENİŞTEN ÖZGÜRLÜĞE YÜRÜYORUZ!

12. KURULTAYIMIZDA BULUŞALIM

Tarih: 20-21.04.2019

Saat: 13:00

Yer: Saalbau Gallus

Frankenallee 111

60326 Frankfurt am Main

AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ

Share

Innsbruck’da 8 Mart ve Son Siyasal süreç konulu panel

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin 8 Mart vesilesiyle düzenlediği panellerden biride Avusturya Innsbruck’da gerçekleştirildi. 

Innsbruck ‘ta yapılan Panelde, 8 Mart ve Türkiye’deki siyasal süreç konuşuldu. ADKH’nın düzenlediği panelde konuşmacı olan HDP-SMF milletvekili Dilşad Canbaz Kaya; Tecrit, Cezaevlerinde tutsakların durumu ve özelde kadın tutsakların durumu, kadın katliamları, Ortadoğu’daki genel durum, Türkiye’de rejim değişikliği ve yerel seçimler üzerine konuşmasını yaptı. 

Konuşmanın ardından, gelen sorular yanıtladı. Konukların ilgi ile izledikleri panel yaklaşık 3 saat sürdü.

Share

Londra 8 Mart etkinliği

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi Britanya’nın 8 Mart vesilesiyle düzenlediği     ‘8 Mart ve son siyasal süreç’ konulu paneli gerçekleştirildi. Panel saygı duruşu ile başladı.
Sosyalist Meclisler Federasyonu ve HDP milletvekili Dilşat Canbaz Kaya’nın katıldığı programda, 8 Mart özgülünde kadın mücadelesi, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da kadınlar üzerinde mevcut iktidarın gün geçtikçe artan baskıları ve karşısında gelişen direniş ruhuna değinilerek aynı zamanda Leyla Güven şahsında hapisanelerdeki devrimci tutsakların sesi olunmasına dair bilgilendirmeler yapıldı. Yerel seçimlerin de ele alındığı programda milletvekili Kaya’nın açıklamaları şöyleydi;

Biz ne zaman çoğalırsak o zaman sıkıntı başlar

“ Bugün devam eden bir tecrit var ve Leyla Güven şahsında tüm tutsaklara dair olan temel hakların verilmesini isteyen bir talep var. Bizler için tecrit parlementoda, vekiller olarak, Aleviler olarak, Sosyalistler olarak, Cumartesi anneleri olarak zaten bizler tecrit altındayız.
3. havalimanında işçilerin haklarının gözardı edilmesi bir tecrit, basının susturulması, sokağa çıkmama durumu bir tecrit. Bizler daha yaşanılır bir ülke için mücadele ediyoruz ve kadınlar olarak bunun neresindeyiz derseniz tam da ortasındayız. AKP 17 yıllık iktidarında gerici politikaları sonucu birçok yasa çıkardı ve bu yasalar öncelikle kadınları ve çocukları vurdu. Güvencesiz yaşıyoruz sendikalarda, yönetim mercilerinde, parlementoda sesimizi kıstılar. Kadın erkek eşitliği komisyonu var parlementoda fakat yarısından fazlası erkek bu anlamıyla bir çok yasayı çıkarma şansınız olmuyor. AKP’den bu yana binlerce kadın katledildi. 12 Eylül’de kadına yönelik taciz ve tecavüz hep saklandı ve biz bunları sonradan kitaplardan öğrendik. Ama bugün bizlere yönelik tecavüzü dillendir- sekte yasalarla bunu meşrulaştırdılar. Şunu akıldan çıkarmamak lazım biz ne zaman çoğalırsak o zaman sıkıntı başlar.

Bir ezan sesi meselesi başlattılar. Binlerce kadının toplandığı Taksim meydanında kadınların gücünden korkan iktidar, ‘ezanı yuhladılar’ diyerek bize yöneldiler. Sonrasında Kürt halkı üzerinde genel bir saldırının devam ettiği bu süreçte bu saldırının adresini bilinçli değiştirip din üzerinden gerici faşist bir çevreyi kışkırtmaya çalıştılar ve bunuda kadınlar üzerinden yaptılar. Bu gerici odakları sokaklara saldılar. İstanbul HDP İl binasına saldırı düzenlediler. Ondan değilseniz Alevi, Kürt, kadın, doğa ile ilgili iseniz size düşmanlar. “ ben varsam siz varsınız, yoksam yoksunuz” tehditleri yapıyorlar.

Bizim  kadınlar olarak halklarla bir sorunumuz yok. Bizim sistemle sorunumuz var bu yüzden örgütlülüğü önemsiyoruz.
Bu saldırılar daha artarak devam edecek. Onlarca gazeteci, yüzlerce siyasetçi içeride, bir partinin genel başkanları içeride ve böylesi bir ortamda yine bir seçime gidiyoruz. Her iki yılda bir seçim yaşanıyor ülkede. Ama bu seçim egemenler tarafından medyası tüm baskı araçları ile topyekün bir savaşla bizlere karşı yürütülüyor. Bizlerin sesini kısarak medya araçlarını kullanmamızı engelleyerek yapıyorlar.
Bu seçim sürecinde bir tarafta Millet ittifakı bir tarafta Cumhur ittifakı var ve bu ittifakları oluşturan tüm partiler bu ülkenin tarihine katliamlar bırakmış partiler. Bu durumda halk biz bunları nasıl göndereceğiz sıkıntısı içinde. Ama biz sosyalistler biliyoruz ki Orta Doğu’da hiç bir diktatörlük seçimle gitmemiştir. Bu nedenle yapılması gereken mücadelenin yükseltilmesidir.

Kadın Yönetime, Kadın İktidara

Bu seçimin bizler açısından neler getireceği oldukça önemlidir. Özellikle partilerin biz kadınlara, gençlere, çocuklara ve çevreye dair politikaları yoksa, geleceğe dair politikaları yoksa birşey başaramazsınız. Bu anlamıyla yerel yönetimler anlayışımız doğrultusunda ‘Kadın yönetime, Kadın iktidara’ şiarımızla Dersim’de aday olan üç kadın Birgül, Derya ve Sabahat yoldaşlarımıza buradan selam yolluyoruz.
Bu arada saldırılar aralıksız devam ediyor. İki gün önce Sosyalist Meclisler Federasyonundan 8 yoldaşımız gözaltına alındı. Bize şiddeti, tutsaklığı kanıksatmışlar. Korkutmuşlar, sindirmişler. Ama bunu tersine çevirebiliriz. Yeniden birşeyleri inşa edebiliriz. Yeni insan, yeni yaşam söylemimiz ileridir ve geçmiş tarihimizden öğrenerek yeniyi yaratmalıyız. Demokratik Kadın Hareketi olarak biz diyoruz ki; kadınlar olarak önce kendimizi sonrada dünyayı değiştirebiliriz” diyerek konuşmasını sonlandırdı. İkinci bölümde gelen soruların ve yorumların ardından cevaplandırma yapılarak etkinlik sona erdi.

Share

Şimdi bizim olan kente geri dönüyoruz/Duygu Kıt

MA BE XER Dİ

“Körler ülkesinde bir gözü gören kişi kral değil, seyircidir.” (Geertz)

Evet, körler ülkesindeyiz. Körler ülkesinde önce ellerimiz gözümüzdü. Gözümüzü verdiklerinde beyler, bedenlerimizde yaratmaya başladık direnişi. Şimdi olmasa da gözümüz, binlerce kadın yan yana, bakarak yarına, yaratıyoruz geleceği. Bizim esas görevimiz bu. Sanılan ve dayatılanın aksine biz kadınların görevi temelde bu. Doğa ve insanlık için üstümüze alacağımız bu! Varın siz konuşun ağalar, beyler, biz artık göze muhtaç olmadığımız, göz olduğumuz yerdeyiz.

Hepinizi kucak dolusu özlemle kucaklıyorum sevgili kadınlar. Bilincinize, yaratıcılığınıza saygıyla, en çok sizlerle olmak istediğim için mütevazı önerilerimi ve taleplerimi sunacağım. Düzenlemiş olduğunuz çalıştayın heyecanını ve coşkusunu dört duvar arasından taşırdığımı bilin. Gözüm sizin bilin. Herkesi tekrardan 8 Mart’ın coşkusuyla selamlıyorum.

Mart sonunda yapılacak yerel seçimlere sayılı günler kaldı. Yaz sürecinde beraber çalışıp, beraber tohumunu attığımız çalışmalar meyve vermeye hazırlanıyor. Kadınlar olarak yaşadığımız kente, köye, mahalleye talibiz. Bu talebimiz ne 31 Mart’ta başlayacak ne de 31 Mart’ta bitecek. Dersim’de dört mevsim boyunca yaşamı ortaklaştırmaya, haklarımızı almak için çalışmalar yapmaya, daha yaşanılır bir kent için talepler sunmaya ve bu taleplerin örgütleyicisi olmaya devam edeceğiz.vc

Nasıl çalışmalı, kadın çalışmasını nasıl ele almalıyız?

Kucağımızdaki çocukla, elimizdeki çapayla, hamurla, yaşamlarımızla birlikte bugün bir aradayız. Bulunduğumuz her yerde ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel iyileştirme ve düzenlemeleri talep etmeli ve toplumsal cinsiyet eşitliğini denetleyen mekanizmalarda yer alan kadın, LGBTİ+ katılımını sağlayacak ve koruyacak politikaların takipçisi olmalıyız. Çünkü toprağı filizlendiren bizler, yufkada, hizmet sektöründe ter dökenler, yani dünyayı döndürenler nasıl ayrı görebiliriz ki kendimizi bir kenti yönetmekten?

Kadınlık, içinde yaşadığımız toplumsal sistemde, eğitim, statü, kültür gibi değişkenlerden azade olup erkek ve ev üzerinden tanımlanıp geleneksel rollerin sürekliliği için her gün medya ve siyaset gibi kanallara yeniden üretilir. Siyasetteki heteroseksist erken egemen sömürüsü en çok kadınların temsiliyeti üzerinden kendini göstermektedir. Konumuz üzerindeki yerel yönetimlerdeki kadınların temsiliyet oranı yok denilecek durumda olmasına karşın engellenmeye çalışılıyor. Bu da başta dediğimiz gibi kadınlara dayatılan rollerin evle sınırlandırılıp, erkeklerin ise kamusal alanda yer alıp, siyasal, toplumsal ve ekonomik olarak günün erilleştirilmesinden ileri gelmektedir.

Siyasetteki erkek egemenliği, kadınların engelleniyor olmasının esas kaynağıdır ve bu aynı zamanda bir sınıfın tezahürüdür. Bu anlamda pozitif ayrımcılık ve kadın kotası, siyasetteki, yönetimdeki erkek egemen politikaları değiştirmek için oldukça önemlidir. Bu yüzden her alanda en az %50 kadın kotasının uygulayıcısı ve denetleyicisi olmaya devam etmeliyiz.

Kadın çalışmamızın güçlenmesi, taleplerle kurumsallaşması ve örgütlenerek yerelleşmesi gerçekliği ve ihtiyacı bakımından yerel yönetimler muazzam olanaklar sunmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı politikaları yaygınlaştırmak için en verimli anı bulundurmakta aynı zamanda yaratmaktadır. Bu nedenle gittiğimiz her yerde kadınların kente, köye, mahalleye dair taleplerini alıp takipçisi olacağımız bir talep haline çevirmeliyiz. Erkek egemen ‘değerleri’ toplumsal bir kural haline getirip savunan eril siyaseti zayıflatmak için kadın meclislerini yaygınlaştırmak ilk hedefimiz olmalı. Bugünden geriye dönüp baktığımızda kadınların oy ve temsiliyet hakkını elde edişinden bugüne bir karşılaştırma yapmak dahi bu örgütlü çalışmanın izahı olacaktır.

Peki, biz kadınlara göre durum nasıldır? Durumun kendisi özenle mücadeleyle açıklanmaya muhtaçtır. Zira hiçbir temsiliyet ya da kazanım bize verilmiş bir hak değildir. Yüzlerce yıl öncesine dayanan talep ve mücadelelerin ürünüdür. Bugün daha da ilerideyiz. Kadın meclislerini oluşturup, kadına yönelik şiddetle, istismarla, ekonomik şiddetle, ayrımcılıkla mücadele ettiğimiz daha güçlü bir dönemdeyiz.

Zaten tüm bunlar cinsiyet ilişkilerini tahlil etmek ve bu ilişkilerin dönüştürülmesini hedefleyen, politik yaklaşımlar geliştirmek isteyen bizler için oldukça önemlidir. Çünkü bulunduğumuz alanlarda kadınların erklik ve yaşamla kurduğu ilişkilerin niteliğini anlamak, gündelik yaşamımızdaki güçlenme ve politik kazanımlar için önemli ve gereklidir. Bu nedenle çalıştığımız her yerde, bulunduğumuz her yerde toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayan ve cinsiyetçi politikaları teşhir eden bir hatta çalışmalar gerçekleştirmeli, eril politikalarla yabancılaştırdığımız emeğimize daha fazla sahip çıkmalı ve hatırlamalıyız. Zira erkek egemen sistem toplumsal denetim kanallarında, üretim ilişkileri ve araçlarında kurumsallaştırdığı ve süreklileştirdiği cinsiyet temelli politikaların tümüdür. Biz de bunu unutmayarak güne başlamalı, sokakları arşınlamalı, sömürge olan evleri yıkmalıyız. Belediyenin, muhtarlığın her daim bizlerin ellerinde olduğunu unutmamalı, her gün yarın için talepler sunmalı, toplumsal iyileştirmeyi destekleyecek politikaların takipçisi ve örgütleyicisi olmalıyız. Biz dururken hak vereceklerini mi sanacağız? Asla! Çünkü kadınları eve kapatmaktan oldukça memnunlar.

Peki, neler talep etmeliyiz?

Daha uygun ve gerçekçi bir iyileşme için Dersim merkez tüm ilçelerin demografik, sosyolojik, ekonomik, kültürel bir haritası çıkarılarak yalnızca insanların değil doğanın da ihtiyaçlarını ve haklarını karşılayacak somut bir çalışma programı oluşturmalıyız. Mesela Ovacık’ta kaç kadın var, kadım emeğini değerlendirmek için neler yapabiliriz, yaşam kalitesini arttırmak için nasıl düzenlemeler yapabiliriz, tüm bunları belirginleştirip bir yol haritası çıkartmalıyız. Yaşam için emek veren herkesin katılımı ve söz hakkı yerel yönetimler politikamızın can suyudur. Yerel yönetimlerle ilişkimiz her şeyden çok irade gerçekliği ve zorunluluğuyla ilintilidir. Cinsiyetçi eşitsizlikler ancak böyle gerileyecektir çünkü. Önerilerimi muhakkak ki eksiklikleriyle şöyle sıralayabilirim:

Belediye ve tüm birimlerde çok dilli hizmetle birlikte:

* Kreş (karma eğitimciler)

* Toplumsal cinsiyet eşitliği birimleri

* Kadın evleri

* Kadın sendikaları

* Kadın kooperatiflerin yaygınlaştırılması

* Kadın emeği pazarları

* Toplumsal cinsiyete duyarlı istihdam

* Düzenli sağlık kontrolleri(meme ve rahim ağzı kontrolü), ücretsiz ped

* Belediyelerde ve bütün işletmelerde %50 kadın kotası ile birlikte eşit işe eşit ücret uygulanması

* 8 Mart, 25 Kasım, 20 Kasım’ın ücretli tatil kapsamına alınması

* Regl döneminde ücretli izin aynı zamanda gebelik dönemi ve sonrasında ebeveyn izinleri

* Yaşlı, engelli bakım evleri(karma eğitimciler)

* Ev içi emeğini komünleştirme çalışmaları

* Şiddet ve nefret suçunu önleyici çalışmalar

Son olarak bizlerin bu alanda önemli deneyimleri mevcut. Aynı zamanda eksikliklerimizden yola çıkarak güçlendirdiğimiz deneyimler bunlar. Tüm bunları söylemişken şu eleştirimi de sunmak istiyorum. Tüm adayların belirlenme süreçlerinde en az %50 kadın kotası uygulanmalıydı. Bunu bir daha ellerimizden kaçırmayalım. Kadınların ikinci cins olarak görüldüğünü, ayrımcılığa uğradığını, yerel yönetimlerden daha doğrusu tüm yönetsel süreçlerden dışlandıklarını elbette ki iyi biliyoruz. Kadınların bu kadar geriye itilmeye çalışılmasının nedenini toplumsal cinsiyet rollerinin geleneksel bir kural haline getirilmesine daha yakından bakıp sorgulamalı ve teşhir etmeliyiz. Çünkü kadınlar için öncelikle erk sistemden kaynaklanan sorunlara yönelmek hizmet politikası açısından yaşamsal değerde olacaktır. Kadın ve erkek eşitliği için eğitimler, toplumsal cinsiyet birimleri, ayrımcı politikalar ve ekonomik tahakküme karşı çözümler yerel yönetimlerin her fırsatta öncelik vereceği konular olmalı.

Bizim her alanda eşitlikçi, politikalarında ve yönetsel mekanizmalarında cinsiyetçiliğin yarattığı eşitsizliklerin farkında olan yerel yönetimlere ihtiyacımız var. Bu nedenle kadın meclislerimiz her yerde aktif bir şekilde kadınların katılımı için çalışmalı ve üretmeli. Şiddete, istismara, cinsiyetçi iş bölümüne dair söyleyecek çok şeyimiz var. Yan yana gelmeli ve yürümeliyiz yalnızca.

“Yeterince gömüldük, görülmedik, yeterince kirli bulaşık yıkadık, yeterince kirli lavabo temizledik, saçlarımızı yeterince süpürge ettik, bir çocuğun sorumluluğunu yeterince tek başına üstlendik, yeterince çifte sömürüye maruz kaldık.” Şimdi bizim olan kente geri dönüyoruz. Tüm Dersimli ve Dersim dostu kadınları bir kez daha selamlıyorum. Çalışmalarda olamayacağız ancak önerilen tüm platformlarda yer alacağız. Şimdi koyamadığımız ellerimiz için bir boşluk bırakan, ellerimiz muhakkak orada olacak. Attığımız her adım daha iyi bir kadın politikası ve daha yaşanılır bir kent için olacak. Dersim sizlerle güzeldi, sizlerle daha da güzelleşecek. Hepinizi tekrardan 8 Mart’ın coşkusuyla selamlıyorum/z. Başarılar…

Ez ji jinên  azad re silav dikim /Ma be xer di ciniken azad!

gazetepatika8.com

Share

İnnsbruck’da 8 Mart yürüyüşü!

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin de  yer aldığı, yaklaşık 20 kurumdan oluşan Kadın Ağı Innsbruck platformunun örgütlediği yürüyüş çok hareketli, coşkulu ve yüksek katılımla gerçekleşti. Son yılların en iyi yürüyüşű olarak değerlendirilen yürüyüşde, Avusturyalı genç kadınların yüksek katılım oranı ilgi çekti.

Share

Zürih’te coşkulu 8 Mart!

Zürihte 8 mart Dünya Emekçi kadınlar Günü vesilesiyle bir yürüyüş gerçekleşti.


İsviçrenin Zürih kentinde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle 9 Mart Cumartesi günü Avrupa Demokratik Kadın Hareketi, Yeni Kadın, Sosyalist Kadınlar Birliği, Mor-kızıl Kollektiv, Özgür Kadınlar Platformu, Aufbau Fraunstruktur, Frauenlesben Kasama, Frauen Lora, Frauen Kafi inder RAF gibi çeşitli Demokrat kadın kurumlarının öncülüğünde binlerce kadının katılımıyla yürüyüş düzenlendi. Polis yürüyüşü engellemek için bir çok geçiş noktasına barikat kurdu.Havanın soğuk ve yağışlı olmasına rağmen kadınlar barikatlara karşı direnerek uzun bir süre alanı terk etmedi ve kadınların kararlılığı karşısında barikatlar açılmak zorunda kaldı.

Hecht Platzda başlayan yürüyüşde kadın kurumları belli noktalarda söz alarak  konuşmalar yaptı. Konuşmalarda özellikle cezaevlerindeki tecrit ve hak gasplarına karşı başlatılan açlık grevlerine vurgu yapılarak, Leyla Güven ve diğer tutsakların direnişi selamlandı. Yürüyüş çoşkulu bir şekilde son nokta olan Helveitia Platza kadar yüründü ve burada kapanış konuşması yapılarak yürüyüş son buldu.Yürüyüş son bulmasına rağmen polisin hâlâ bir çok noktada beklemeyi sürdürdüğü gözlemlendi.

Share

Stuttgart 8 Mart mitingi “Kadınlar durursa dünya durur”

Dünyada gelişen Kadın hareketi bu yıl Almanya’da vücut buldu. 25 yıl önce, yani 1994 senesinde Almanya’da en son yaşanmış kadın grevi yeniden Kadın örgütlerinin “Kadınlar durursa, dünya durur” çağrısında yer buldu. Stuttgart’ta çeşitli dillerden olan ve 13 kadın örgütünden oluşan kadın ağı / Frauenbündnis ( ADKH, FAU Stuttgart, Courage, Frauenkollektiv Stuttgart, HDKA-A Stuttgart, MLPD , Yeni Kadın, Cumartesi Anneleri, SKB, YJK-E, Zusammen Kämpfen Stuttgart, Yasanacak Dünya, Rahai Zan ) örgütleri gün boyu etkinliklerde bulundular.

8 Mart sabahında işe giden kadınlara çiçek dağıltıldı ve saat 12 ye beş kala Almanya çapında “sandalyeni kap otur meydana” eylemi gerçekleştirildi. Saat 16:30 da miting alanında bir araya gelen kadınlar (Frauenbündnis) halaylar ve kadın örgütlerinin konuşmalarıyla başlayan  miting coşkuyla gerçekleşti.  Kadınların hâlâ erkeklerle eşit ücret alamadıkları ve günde 100 saniye fazla çalışmaları gerektiğinden saat 17’de Almanya’nın 40 ayrı şehirinde “küresel isyan” çağrısını 100 saniye bağırarak ve düdüklerle isyan gürültüsü yapıldı. Saat 17:30 da yürüyüşe geçen 900 civarındaki kitle yürüyüş boyunca, kadınlara yönelik cinsiyet ayrımcılığına ve sermayenin yaratığı savaşlara karşı sloganlar eşliğinde yürüyüş saat 19:30 da halaylarla bitirildi.

Share

Akademide Kadın Olmak-2: ‘Mobbinge dayanamayınca intihar girişiminde bulundum

Öğrencisi tarafından öldürülen Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi Ceren Damar’ın anısına…

DUVAR – Türkiye’de, her alanda olduğu gibi, ne akademi ne de akademik çevrelerde kurulan ilişkiler toplumsal cinsiyet kodlarından azade… Özgür ve özerk olması gerekirken sayısız sorunla boğuşan üniversiteler, yeri geldiğinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve cinsiyetçi kavramların yeniden üretildiği yerler olabiliyor. Gazete Duvar’da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle “kendilerine ait bir odaları” olsa da, akademisyen kadınların maruz kaldığı cinsiyetçi tavır ve davranışları, kimi zaman da tacizleri açığa çıkaran anlatımlar* okuyacaksınız.

MELEK: GURURUM, ONURUM, KİŞİLİĞİM ZEDELENDİ

Karadeniz Bölgesi’ndeki bir üniversitede akademisyen olan Melek, genç yaşında atandığı sosyoloji bölümünün ilk kadın araştırma görevlisiydi. Erkek meslektaşları tarafından pek ciddiye alınmıyor, “küçük kız” muamelesi görüyordu.

Bölümde yardımcı doçent olarak görev yapan erkek bir akademisyen tarafından bir gün odasına çağrıldı. Melek odaya gittiğinde yardımcı doçent olan meslektaşını kanepede uzanır vaziyette buldu. Rahatsız hissettiği için içeri girmek istemedi. Kapı girişinde bekleyerek dediklerini dinledi. Sonrasında rektörlüğe verdiği şikâyet dilekçesinde, “Bu davranış beni bir kadın olarak oldukça rahatsız etti” diye yazacaktı.

Bu olaydan bir süre sonra aynı meslektaşı tarafından öğrencilerin yaptığı bir etkinlikle ilgili suçlamalara maruz kaldı. Melek, konuyla ilgisi olmadığını söylese de inandıramadı. Yardımcı doçentin bu olaydan sonra tavırları daha da saldırganlaştı.

Bir gün Melek’e, kendi dersinin sınav kâğıtlarını çoğaltmak zorunda olduğunu, bu isteğini yerine getirmezse hakkında idari disiplin soruşturması açtıracağını söyledi. Melek, görev tanımı kapsamında olmadığını ifade etti ve isteneni yapmadı. Bunun üzerine sosyal medyada oldukça rahatsız edici paylaşımlarla karşılaştı: Erkek meslektaşı Melek hakkında diğer çalışma arkadaşlarının yanı sıra öğrencilerinin de göreceği şekilde hakaret dolu ifadelerde bulunmuştu.

SİNİR KRİZİ GEÇİRDİ, ACİLE KALDIRILDI

Melek, rencide olmuştu. Konuyla ilgili olarak üniversite yönetimine şikâyette bulundu ama herhangi bir sonuç alamadı. Yardımcı doçentin saldırıları henüz son bulmamıştı. “Akademik geleceğini bitireceğim, akademik olarak ilerlemeni engelleyeceğim” ifadeleriyle Melek’i tehdit etti. Diğer yandan da sosyal medyadan itibarsızlaştırıcı açıklamalarını sürdürmeye devam etti. Melek, savcılığa giderek tehditten suç duyurusunda bulunmak zorunda kaldı. Çalışma arkadaşlarından, “Kadın haliyle benimle mi uğraşacak” dediğini duyuyordu. Yardımcı doçent olan akademisyenin başka kadınlara da ağır mobbing uyguladığını sonradan öğrendi.

Bölümde yapılan bir toplantıda tansiyon iyice yükselmişti. Gergin bir ortam vardı. Melek yine hakaretlere maruz kalıyordu. Yardımcı doçent tarafından diğer meslektaşlarının önünde hakarete uğramaya başlayınca sinir krizi geçirdi. Acile kaldırılan Melek’e doktorlar dört gün rapor verdi.

Melek, yaşadıklarından dolayı anksiyete bozukluğuyla boğuşuyordu. Psikolojisi bozulduğu için tedavi görüyordu. Bir akşam fakülteden eve geldiğinde ağlama nöbeti geçirdi. Ardından intihar girişiminde bulundu. Arkadaşları bilinci kapalı halde buldukları Melek’i hastaneye yetiştirebilmişlerdi. İki gece yoğun bakımda kaldı. Fakülte sekreteri Melek’e okula döndüğünde, “İntihar meselesi duyulsa ne yapardık” demişti.

Herkes tanık, herkes suskundu.

Melek, rektörlüğe verdiği dilekçede yaşadıklarını üç cümleyle şöyle özetlemişti:

“Bugüne kadar bölümle ilgili görevlendirildiğim hiçbir işi yapmamazlık etmedim. Yaşadığım sistematik baskı ve mobbing nedeniyle şikâyetçiyim. Gururum, onurum ve kişiliğim zedelendi.”

DERYA: İŞ İÇİN ODASINA ÇAĞIRAN DEKAN SORUYOR, ‘EVLİ MİSİN? ÇOK GÜZELSİN!’

İstanbul’da bir vakıf üniversitesinde idari personel olarak çalışan Derya’nın, fakülte dekanı olan erkek profesörle henüz tanışıklığı yoktu. Akademik çevrelerde oldukça tanınan bu profesör, fakültedeki eksikler konusunda Derya’yla görüşmek üzere çalıştığı birime geldi. Ancak o sıra telefonu çalıp da birimden ayrılmak zorunda kalınca Derya’yı odasına çağırdı.

Derya odaya girince yarım açık kalan kapıyı kapatmasını istedi. Kapıyı kapattığı sırada profesörün, “Boyun ne kadar uzunmuş senin” dediğini duydu. Derya, ne diyeceğini bilemedi. Çok anlamsız bir yorum olarak düşünse de, “İletişim kurmaya çalışıyor herhalde” diyerek üzerinde durmadı ve “Evet hocam” deyip yerine geçti.

Ardından bir soruyla karşılaştı:

“Evli misin?”

Derya, dekan ile arasında geçen konuşmanın içeriğine şaşırsa da, “Hayır hocam” demek durumunda kaldı. Ancak ikinci bir soru daha geldi:

“Erkek arkadaşın var mı?”

Sohbetin alakasızlığı nedeniyle rahatsız olmuştu ama o an ne yapacağını bilemediği için bu soruya da, “Hayır” yanıtını verdi.

Profesör bu tacizkar sohbeti devam ettirmekte kararlıydı:

“Boyun uzun tabii, bulmak zordur.”

Derya yüzüne zoraki bir gülümse yerleştirdi. Sohbetin gidişatından giderek daha fazla rahatsız oluyordu ve üstelik daha işle ilgili konuşmaya başlayamamışlardı! İşi şakaya vurup konuyu kapatmak istedi:

“Evet hocam, ben de basket maçlarına gidiyorum ama yine de bulamıyorum!”

Sohbet son bulmadı, dekan bey bir espri (!) daha patlattı:

“Boyum müsait ama yaşım müsait değil!”

Derya bu kez sustu. Hiç cevap vermedi. Kalakalmıştı. Nihayet işle ilgili sorunların konuşulması kısmına geçebilmişlerdi.

Dekan, konuşma bittikten sonra Derya’yı kapıya kadar uğurladı. Tokalaşmak için elini uzattıktan sonra iki eliyle Derya’nın ellerini sardı:

“Çok güzelsin!”

Derya, teşekkür etmekten başka bir şey yapamadı. “Niyet mi okuyorum” diye düşünmeye başlamıştı. Olayı, kadın bölüm başkanına anlattı. Aldığı cevap, “Bu niyet okuma falan değil, alenen sözlü taciz” oldu.

Derya ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Fakültede çok fazla göz önünde olmamaya, dekanın olduğu ortamlara girmemeye ve severek giydiği elbiseleri, etekleri giymemeye başlamıştı. Ancak sonra, “Ben neden yapıyorum bunları” diye düşündü ve birkaç hafta sonra rutinine geri döndü. Ancak maruz kaldığı tacizden epey etkilenmişti.

Yalnız olmadığını sonradan öğrenecekti. Dekan olan profesörün bir zamanlar asistanlarıyla ilişki yaşadığına, kadın akademisyenlere sözlü tacizde bulunduğuna dair hikâyeler duyar oldu.

Profesör kişi üniversiteden ayrıldıysa da bir süre sonra geri geldi. Derya, onun yerine dekan olan akademisyene bu geri dönüş üzerine başına geleni anlattı. Yeni dekan hiç şaşırmamıştı:

“Flörtöz tavırlarının çok fazla olduğunu ben de duydum. Tacizde bulunduğunu da… Bir kadın akademisyen de seninle benzer bir şikâyette bulundu.”

Yeni dekan durumu anlıyordu ama mevzu bahis profesör oldukça nüfuzlu olduğu için kimse kendisine karışamıyordu. Derya başlarda yaşadığını fakültede kimseye anlatmayı düşünmemişti ancak sonra fikrini değiştirdi:

“Kafanızdan senaryo kurmaya başlıyorsunuz. ‘Bir daha böyle bir şey olursa şunu demeliyim’ gibi… Şu an bizim fakültede yaklaşık 10 kişi biliyor. Anlatmıyordum aslında ama anlatmam gerektiğini düşündüm ve anlatıyorum artık. Bir şey yapılmasa da insanlar bilmeli.”

* İsimler değiştirilmiştir

gazeteduvar.com.tr

Share

8 Mart vesilesiyle, yaşamı aydınlatan komünist perspektifle yeni ufuklara yürüyoruz!

31 Mart’ta yapılacak olan mahalli seçim çalışmalarına her sınıf kendi anlayışı doğrultusunda devam ediyor. AKP iktidarı adına ‘beka’ dediği ‘ölüm kalım’ meselesine çevirdiği bu seçimler, diğer seçimler gibi halkı manipüle eden, korkutan veya birbirine kışkırtan hamleleriyle sürdürüyor. Toplumu yeniden tektipleştirmede 17 yıldır sürdürülen değişim, muhaliflerin devlet tarafından terörize edilmesi, gözaltına alınması, fişlenmesi ve hapishanelerde devrimci tutsakların tecrit edilmesi, ekonomik kriz durumu ve kadınlara uygulanan şiddetin yoğunlaşarak artması ve daha sayamadığımız birçok baskı biçimleri altında yerel seçime doğru ilerliyoruz.

Yerel seçimler genel seçimlere göre adayların daha zor belirlendiği bir süreç. Genel seçimlerde milletvekili adayları esasen egemenlerin atadığı veya belirlediği çevrelerden geliyor ve bunlar sadece seçim döneminde aday oldukları illere dair bir iki okkalı cümleden sonra çoğu kere o alanlara bir daha uğramıyorlar bile. Meclis çatısı altında “gözümü kaparım vazifemi yaparım” diyerek bir dahaki seçimi bekliyorlar, tabi bu arada elde edilen rantlar, üstü kapalı gelirler ve üstünlük kapma yarışı gırla gidiyor. Bu anlamıyla genel seçimler sadece oy kapmak için halkın karşısına çıkılan seçimler oluyor ve dolayısıyla genel seçimleri bu yönünden dolayı bir kenara koyarsak asıl ve önemli olanın yerel seçimler olduğu doğalında ortaya çıkmış oluyor. Yerel seçimler direk köy, mahalle, ilçe, il muhtar ve belediye adaylarının belirlenmeye çalışıldığı, belli büyükşehirlerde aday olan elit kısmın dışında daha çok yerel halkın bildiği adayların seçime sokulmaya çalışıldığı bir süreç ve bu anlamıyla yerel seçimleri daha sağlıklı ele almayı gerekli kılıyor. Komünistler için halkın doğrudan kendisinin yönetime dahil olduğu, ‘söz, yetki, karar” bizzat halkın kendisinde olduğu bir halkçı belediyecilik anlayışını savunduğumuz için, doğrudan halk ile birlikte hareket edebilme olanaklarını sağladığı için ve çok daha önemlisi en başta çocuk, kadın ve üretenlerin dahil olduğu bir anlayış üzerinden şekillendiği için önemsiyoruz yerel seçimleri. Bugün tektipçi egemen zihniyetin baskı koşulları altında bunun ne kadar yapılabileceğini aklımızın bir köşesinde tutarken, tüm bu baskıların hükmünü sürdüğü şartlarda bile yapılabileceklerin en iyisinin yapmayı amaçlayarak ve yaşamı aydınlatan bir ışık gibi yola düşüyoruz.

8 Mart günlerindeyiz ve bu süreçte kadının Türkiye ve Kuzey Kürdistan coğrafyasında yaşadıkları noktasında henüz istediğimiz köklü değişime ulaşmış değiliz. Yol uzun ve kahırlıdır, biliyoruz. Ocak ayında 46, Şubat ayında yine 31 kadın erkekler tarafından katledildi. Hapishanelerde tutsaklara ve özelde kadın tutsaklara yönelik baskılar katmerleşerek devam ediyor. Dünya genelinde yine kadınların aleyhindeki ağır şartlar devam ediyor. Bu tespitten yola çıkarak hiçbir şey yapılamaz, her şey karanlık gibi sonuç çıkarmayın sakın! Biz sınıf bilinçli kadınlar zulme karşı dünya çapında kazandığımız tüm hakların bir bedelle koparılıp alındığını biliyoruz ve bundan sonra da ufukta doğan güneşin sıcaklığını ülkemize ve tüm dünyaya hakim kılana kadar yine bu bedeli ödeyerek örgütleneceğiz ve ilerleyeceğiz. Kadın ile gerçek toplumsal hayat birbirine ulaşıp doğallaştığında ve bu doğal yaşam noktasına ulaşmak için kadın gerekli devrimci bilince ve cürete ulaştığı taktirde kendisinin ve tüm toplumun özgürleşeceğini çok iyi biliyoruz ki, kadın özgürleşmeden, kadın dünyasını sarmalayan zincirler parçalanmadan ne emek ne de emekçiler ve ne de insanlık asla ve asla özgürleşmeyecektir. Tam da bu nedenle kadınların devrimci bilinçle donanarak, örgütlenerek alanlarda yer alması tek çaredir. Kadının yer almadığı, içinde emeği olmadığı devrimci örgüt/parti/iktidar organlarının işlevinin kötürüm kalacağını bilen ancak bunu daha henüz yeterince bilince çıkarmayan biz kadınların ve erkek yoldaşlarımızın daha gideceği çok yol var. Belirlediğimiz bu bilimsel perspektif mücadelemizin can damarıdır. Bu çizgiyi bir an bile akıldan çıkarmadan hareket etmeliyiz.

Buradan yola çıktığımızda şu an gündemimizde olan yerel seçimlerde Dersim’de SMF ve Dersim Demokratik Halk Dayanışması saflarında aday gösterilen üç kadın yoldaşımızın ve çevrelerinde yer alan yüzlerce emekçi kadının “bizde varız” şeklindeki yükselttikleri devrimci parolalarını yürekten selamlıyoruz. Ovacık modeli olarak da anılan ve kadın istihdamının sağlandığı, kadınların meclislerde yönetici olduğu, kadının emeğiyle var olduğu ve bu emeğin somuta dökülerek görünür kılındığı bir alanda daha fazla kadının böylesi yönetimlerde yer alması ve üretime katılması uzun vadede kadının yetkinleşmesi, tıpkı ezilen ulusların kendi kaderini tayin etmesi gibi, kadının kendi kaderini eline alması anlamında çok önemli ve anlamlı bir yerde duruyor. SMF ve Dersim Demokratik Halk Dayanışması, %50 kadın kotası gibi devrimci bir çizgi uyguluyor olması yereldeki kadının önderleşmesi ve öncüleşmesi noktasında önemli bir politikadır. “Söz, yetki, karar halka” şiarının yaşam bulması büyük bir değişimdir. Burada, 8 Mart vesilesiyle biz yaşamını hayatı değiştirmeye adayan komünist kadınlar için bu doğru devrimci parolanın yanına şu şiarı ekliyoruz, “Söz yetki karar kadına” “Kadın yaşamın şah damarıdır” diyerek atılan her pratik adımın toplumsal değişimi hızlandıracağının bilincindeyiz. Tüm mücadele sahalarında olduğu gibi açık sahada, Ovacık ile başlayan, yarın Dersim ve giderek ülke çapında daha derinden hayat hakkı bulacak olan komünist dünya görüşü ışığında kadının söz, yetki ve karar verebilmesi ile burjuva temsili demokrasi aşılarak, doğrudan halk demokrasisi ile kadın, gerçekten olması gereken düzeye adım adım varacaktır. Bu coşkuyla, bir kez daha şan ve onur olsun 8 Mart’a diyoruz!

Share

17. Feminist Gece Yürüyüşü’ne polis saldırısı

17. Feminist Gece Yürüyüşü için saat 19.30’da İstiklal Caddesi’nin Taksim girişindeki Fransız Kültür Merkezi önünde toplanan kadınlara polis saldırdı.

Eylem öncesi İstiklal Caddesi’ne giren bütün sokakların polis tarafından ablukaya alınmasına karşın bir araya gelen kadınlara polis saldırdı.

Kadınlar yürüyüşe başlayabilmek için polis barikatlarının kaldırılmasını talep etti.  Uzun süren bekleyişin ardından gece yürüyüşü için toplanan binlerce kadına polis biber gazı ile saldırdı. Polisin saldırısı sonrası ara sokaklarda yürüyüşler devam ediyor.

Polis, kadınlara tazyikli su ve biber gazı ile müdahalede bulundu. İstiklal Caddesi’nde Gece Yürüyüşü’nü engelleyen polis ara sokaklarda kadınlara müdahale etti. Kadınlar, biber gazı ve plastik mermiye tepki gösterdi. Kadınlar, müdahale sonrası Mis Sokak’ta toplandı.

Mis Sokakta toplanan kadınlara saldırı devam ediyor.

gazetepatika8.com

Share

”Cumartesi Anneleri; “Gözaltında Kaybedilen Kadınların Unutmayacağız”

28 haftadır Galatasaray Meydanı’na çıkmalarına izin verilmeyen Cumartesi Anneleri bu hafta da İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nin bulunduğu Beyoğlu Çukurlu Çeşme Sokak’ta buluştu. 728’inci eylemlerini polis ablukası altında gerçekleştiren kayıp yakınları gözaltında kaybedilen kadınların akıbetini sordu.

Bu hafta basın açıklamasını kayıp yakını kadınlar okudu.

Dün İstiklal Caddesi’nde gerçekleşen polis saldırını hatırlatan kayıp yakınları, “Dünyanın her yerinde kadınlar; eşitlik ve özgürlük taleplerini ortaklaştırarak meydanlara çıktılar. Baskıya ve eşitsizliğe karşı mücadele ve dayanışma kararlılıklarını yükselttiler. Biz de bu kararlılığa, insan onurunu zedeleyen cezasızlığa ve adaletsizliğe karşı sesimizi yükselterek katılıyoruz. 8 Mart’a kadına yönelik devlet şiddeti ve Cumartesi Anneleri’ne Galatasaray’ın polis zoruyla yasaklanmasıyla girdik. 28 haftadır açıklamalarımızı kayıplarımızla buluşma mekânımız olan Galatasaray’da gerçekleştiremiyoruz” dedi.

728. haftalarında Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle “gözaltında kaybedilen kadınları unutmadık” diyerek buluşan Cumartesi Anneleri gözaltında kaybedilen kadınların kaybediliş hikayelerini anlattı:

• 1991 yılında Cizre’de gözaltına alındıktan 18 yıl sonra yol yapım çalışması sırasında kemikleri bulunan Makbule Ökden’i unutmayacağız!
• 27 Temmuz 1992 tarihinde Dersim’de gözaltına alındıktan 8 gün sonra işkenceden tanınmaz haldeki bedeni Elazığ Karşıyaka Kartepe’de gömülü bulunan, Ayten Öztürk’ü unutmayacağız!
• 14 Ağustos 1992 tarihinde Mardin Derik’te 2 kişi ile birlikte gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Rıdda Yavuz’u unutmayacağız!
• Eylül 1993 tarihinde Hizbullah tarafından Nusaybin ilçesinin Selahaddin Eyyubi Mahallesi’nde başına çuval geçirilerek kaçırıldıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Sedika Dal’ı unutmayacağız!
• 24 Aralık 1993 tarihinde Bitlis/Tatvan/ Wanik köyündeki evlerinden kardeşi Ramazan ile birlikte askerler tarafından gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Hamide Şarlı’yı unutmayacağız!
• 24 Eylül 1994 tarihinde Dersim/ Mirik’te köye yapılan askeri operasyon sonrası kendilerinden bir daha haber alınamayan Hatun Işık, Yeter Işık, Elif Işık, Gülizar Serin ve onun 3 yaşındaki kızı Dilek Serin’i unutmayacağız!

• 05 Ekim 1994 tarihinde İstanbul’da gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Lütfiye Kaçar’ı unutmayacağız!
• 17 Ekim 1994 tarihinde Muş’un Hasköy ilçesine bağlı Ortaç köyünde hayvanlarını sağmak İçin gittikleri yaylada askeri bir operasyonun ortasında kalan ve kendilerinden bir daha haber alınamayan Gülnaz Tatu ve Kadriye Tatu’yu unutmayacağız!
• 24 Ocak 1995 tarihinde Ankara’da gözaltına alınan, işkence görmüş bedeni 76 gün sonra Kırıkkale Kimsesizler Mezarlığı’nda “kimliği meçhul kişi” olarak gömülü bulunan Ayşenur Şimşek’i unutmayacağız!
• 1 Mayıs 1995 tarihinde Diyarbakır/BismiI’de gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Hatice Şimşek’i unutmayacağız!
• 07 Eylül 1996 tarihinde Diyarbakır/ Bağlar ‘da bulunan bir eve Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı sivil polisler tarafından yapılan baskında gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Şükran Daş’ı unutmayacağız!
• 28 Kasım 1996 tarihinde Diyarbakır’da eşi Mahmut ile birlikte gözaltına alınan ve 2 yıl sonra kimsesiz olarak defnedildiği Cizre Asri Mezarlığı’na “kimliği meçhul kişi” olarak gömüldüğü anlaşılan ancak mezarına hala ulaşılamayan Fahriye Mordeniz’i unutmayacağız!
• 26 Eylül 1997 tarihinde Kulp-Diyarbakır yolunda otomobilleri durdurularak eşi Orhan ile birlikte beyaz Toros İle kaçırılan ve kendisinden bir daha haber alınamayan Zozan Eren’i unutmayacağız!
• 31 Mart 1998 tarihinde İzmir/Çeşme/Alaçatı’da 3 arkadaş ile birlikte gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Neslihan Uslu’yu unutmayacağız!
• 16 Temmuz 1998 gecesi derin devlet bağlantılı Hizbullah tarafından Mersin’de kaçırılan, 21 Ocak 2000 tarihinde İşkence edildikten sonra Konya Meram’daki bir villanın bodrumunda cansız bedenine ulaşılan Konca Kuriş’i unutmayacağız!

FERSUDE – Bengisu Kömürcü

Share

Mulhouse’da 8 Mart yürüyüşü

 

ADKH Mulhouse’da; Yeni Kadın -Alevi Kadınları -Kürt Kadın Hareketi -Action Antifasciste-I’UD CGT 68 -Femmes Giles Jaunes du 68 -Le front Social -Generation S Mulhouse Agglo -la LDH-Le NPA-Le PCF -Le Planning familial 68 kurumlarıyla ortak bir yürüyüş gerçekleştirdi.

Franklin meydanında okunan ortak bir bildiride; kadınların birliğinin önemi üzerinde durulurken, Avrupa ülkelerinde de kadınların sorunlarının ortak olduğu ve her renkten kadının sözünü söylemesi gerektiği vurgulandı.
Kadınların sözünü daha güçlü söylemeye başladığı bu yıllarda; geçtiğimiz günlerdeki Paris’ te yükselen “Mor Dalga” nın etkisi görülür gibiydi…
Ve emekçi kadınların birlikte olmaktan başka çaresinin olmadığı, dahası bunun önemsendiği de alanlara yansımıştı.
“Kadının direnişi Kadına mirastır” sözü alanlarda anlam buluyordu.
“Isyan Ateşi “müziği ve zılgıtlarla başlayan yürüyüş boyunca; “Jin Jiyan Azadi” “Yaşasın 8 Mart ” “Kadınlar Birlikte Güçlü ” ve fransızca sloganlarla coşkulu devam eden yürüyüş; bir başka zaman da kadınların ortak mücadelesinde görüşmek dileğiyle sonlandırıldı.

Share

Köln 8 Mart yürüyüşü

8 Mart vesilesiyle  Köln merkez garı önünde saat 17:00’de binlerce kadın buluştu.  8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü için farklı fraksiyonların yer aldığı platformda  ADKH’de yerini aldı. Kısa bir mitingin ardından yürüyüşe geçilirken bir gurup kadın ön saflarda arkasında bir blok boş bırakılarak  bedenen aramızda bulunamayan kadınları temsilen bir blok oluşturuldu. Yürüyüş coşkulu bir şekilde geç saatlere kadar Köln sokaklarında devam etti.

Share

Viyana’da 8 Mart yürüyüşü

8 Mart Dūnya Emekçi Kadınlar Gūnū Viyana’da coşkuyla kutlandı.
Avrupa Demokratik Kadın Hareketi ve Avusturya’lı demokratik kadın kurumlarının birlikte dūzenlediği 8 Mart yürüyüşü toplanma yerinde yapılan konuşmalarla başladı.
Ardından yūrūyūşe geçildi yūrūyūş boyunca atılan sloganlarda birlik mūcadele ön plandaydı.
ADKH’nin çıkardığı Almanca bildiri kadın arkadaş tarafından okundu ilgiyle dinlenen bildirinin sonunda alanda bulunan tūm kadınlar jin jiyan azadi sloganıyla destek verdiler. Bir 8 Martı daha geride bırakırken Şan olsun 8 Mart’ı yaratan kadınlara!
Emeğimizin gaspı Hayatımızın gaspıdır!
Tarihi direnişten zafere yūrūyoruz!
ADKH Viyana.

Share

Cumartesi Anneleri 727. haftada: Gözaltına alınan Cüneyt Aydınlar nerede?

Cumartesi Anneleri, eylemlerinin 727’nci haftasında gözaltında kaybedilen Cüneyt Aydınlar’ın akıbetini sordu. Aydınlar’ın kardeşi Emrah Aydınlar, “Mezarımız olan Galatasaray Meydanı için mücadelemizi sürdüreceğiz. Bir gün mutlaka Galatasaray Meydanı’nda olacağız” dedi.

Kayıplarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle sürdürdükleri eylemlerinin 727’nci haftasında Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelmek isteyen Cumartesi Anneleri, bir kez daha polis tarafından engellendi. Polisin engellemesi üzerine Cumartesi Anneleri, her hafta toplandıkları İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nin bulunduğu sokakta eylemlerini gerçekleştirdiler. İHD’nin olduğu sokak polisler tarafından ablukaya alındı.

Cumartesi Anneleri, üzerinde kaybedilen yakınlarının fotoğraflarının bulunduğu tişörtler giyerek, ellerinde kayıp yakınlarının fotoğrafları ve kırmızı karanfiller taşıdı. Eyleme, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili Zeynel özen, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, tarihçi Erdoğan Aydın ile çok sayıda kişi destek verdi.

Bu haftaki eylemde, 27 Şubat 1994 tarihinde İstanbul’da gözaltında kaybedilen İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğrencisi Cüneyt Aydınlar’ın akıbeti soruldu.

1996 yılından Güçlükonak katliamında yaşamını yitiren Ahmet Kaya’nın torunu Fatma Kaya, dedesi için kaleme aldığı şiiri okudu.

‘Özgürlüklerin yolu hakikatten geçer’ 

Bu haftaki basın açıklamasını ise 1995 yılında gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un kızı Besna Tosun yaptı. Hakikate gözlerini kapamış bir toplumun adalete ve özgürlüklere ulaşamayacağını belirten Tosun, “Çünkü adaletin ve özgürlüklerin yolu hakikatten geçer. Hakikatin açığa çıkması için mücadele etmek ve bu mücadeleyi desteklemek onurlu yurttaşlar olarak hepimizin görevidir” dedi.

‘Bize yaşatılan zulümdür’

25 yıldır “gözbebeğim” dediği oğlundan bir haber alma umuduyla yaşayan Menekşe Aydınlar’ın “Bize yaşatılan zulümdür. Devlet ‘oğlun firar etti’ demişti. Buna inanmadım ama kaçtıysa gizlice gelir mi diye yedi yıl boyunca geceyi gözümü kırpmadan kapı önünde geçirdim” sözlerini hatırlatan Tosun, bu sesin insanlara ulaşması için bir araya geldiklerini söyledi. Aydınlar’ın 20 Şubat 1994 tarihinde Bakırköy, İncirli’de terörle mücadele polisleri tarafından gözaltına alındığını sözlerine ekleyen Tosun, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Gayrettepe’deki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne götürülen Cüneyt’in gözaltına alındığı 7 gün boyunca inkar edildi. 27 Şubat 1994 tarihinde kaydı yapıldı ve gözaltında olduğu resmi olarak kabul edildi. Ancak Cüneyt’le gözaltında tutulan 14 kişi savcılığa çıkartıldığında aralarında Cüneyt yoktu. Bu kişiler 17 Mart 1994 tarihinde avukatları aracılığıyla kamuoyuna yaptıkları açıklamada; Cüneyt Aydınlar’ın 20 Şubat 1994 tarihinde gözaltına alındığını ve 2 Mart 1994 tarihine kadar birlikte gözaltında tutulduklarını, Cüneyt’in başına geleceklerden Gayrettepe Terörle Mücadele Şubesi’nin sorumlu olduğunu söylediler.”

‘Bilmeye hakkım var oğluma ne yaptınız’

“Cüneyt’e ağır işkence yapıldığına, yürüyemez ve hareket edemez halde olduğuna dair çok sayıda tanık vardı” diyen Tosun, “Ancak İstanbul Emniyet Müdürlüğü onu soran ailesine oğullarının 28 Şubat 1994 tarihinde yer göstermek için götürdükleri Beyoğlu Çukurcuma’da ‘Dur’ ihtarına uymayarak kaçtığını söyledi” dedi.  Aydınlar’ın akıbetini açığa çıkartacak, onu kaybedenleri yargılayarak ceza adaletini sağlayacak idari ve adli bir süreç işletilmediğinden söz eden Tosun, “Aydınlar dosyası evrensel hukuka aykırı bir biçimde zaman aşımı gerekçe gösterilerek kapatıldı. 25 yıllık talebimizi bir kez daha tekrarlıyoruz: Cüneyt Aydınlar için adalet istiyoruz. Menekşe Aydınlar’ın ‘Bilmeye hakkım var oğluma ne yaptınız?’ sorusuna adli ve idari makamlardan cevap istiyoruz” diye belirtti.

‘Cüneyt ağır işkencelere maruz kalıyordu’

Daha sonra ise İstanbul dışında olduğu için gelemeyen tanık Onur Emre Yağan’ın gönderdiği mektup okundu. Aydınlar’la hiç karşı karşıya oturup konuşamadığını ancak 25 yıldır tanıdığını dile getiren  Yağan, “Henüz 15 yaşında bir öğrenciydim. Cüneyt’le 1994 yılının Şubat sonunda Gayrettepe Terörle Mücadele Şubesi’nde gözlerimiz bağlanmış bir şekilde bekletilirken yan yana düştük. Gözlerimiz bağlı olduğu için Cüneyt’in, sadece bezin altında kalan boşluktan görebildiğim kıvırcık saçlarını çok iyi hatırlıyorum. Birbirlerini çorbacı, saatçi, boksör gibi isimlerle çağıran ve suratlarını sürekli olarak bizden gizlemeye çalışan terörle mücadelenin polisleri gözaltına aldıkları herkese işkence yapıyordu. Bazılarına kaba dayak veya hakaret, bazılarına ise daha ağırı; Filistin askısı, elektrik, falaka. Cüneyt bu ağır işkencelere maruz bırakılıyordu. Bitkin, yürüyemez, dudaklarını dahi kıpırdatamaz halde benim kucağıma getirilip bırakıldığında ayağa kalkamayacak, yemek yiyemeyecek ve yürüyemeyecek durumdaydı” dedi.

‘Cüneyt’le 2 gün geçirdik’

Aydınları’n belli aralıklarla alıp götürüldüğünü ve bir süre sonra tekrar geri getirildiğini vurgulayan Yağan, “Her seferinde daha bir bitkin, yürüyemez ve acı içinde geri getiriliyordu. Cüneyt’e çok ağır işkence yapıldığını anlayabiliyordum. Cüneyt’le iki gün geçirdik birlikte” dedi. İki günün sonunda Aydınlar’ın alındığını ve bir daha yanına geri getirilmediğini belirten Yağan, Aydınları o zaman kim olduğunu bilmediğini ancak daha sonra gazetede çıkan bir ilan ile kim olduğunu öğrendiğini söyledi.

‘Galatasaray meydanı için mücadele edeceğiz’

Yağan’ın mektubunun ardından Aydınların kardeşi Emrah Aydınlar konuştu. 25 yıldan beri kayıp olan ağabeyinden haber alamadıklarını ifade eden Aydınlar, “727 haftadır her cumartesi burada toplanıp kayıplarımızı arıyoruz. Devlet sürekli annelerimizin acılarını, acılarla terbiye ediyor. Kaçtığı iddia ediyor ama ağır işkencelerden geçen Cüneyt’in yürüyemeyecek halde olduğunu dair tanıklar var. Annem 7 yıl boyunca kapının önünde yattı Cüneyt geldi diye” diye konuştu. Aydınlar konuşmasını, “Mezarlığımız olan Galatasaray Meydanına gitmek için mücadelemiz devam edecek. Bir gün mutlaka tekrar mezarımız olan Galatasaray Meydanı’nda olacağız” diye sonlandır.

gazetepatika8.com

Share

Plaza de Mayo Annesi Cortinas, açlık grevindeki Leyla Güven’i ziyaret etti

Plaza de Mayo Anneleri’nden Nora Morales Cortinas, 115’nci gününde açlık grevi direnişini sürdüren DTK Eş başkanı Leyla Güven’i ziyaret etti. Okuduğu şiirle Güven’e destek veren Cortinas, direnişi Arjantin’de anlatacağını dile getirdi.

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyle Güven,  Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle 8 Kasım 2018’de başlattığı süresiz dönüşümsüz açlık grevi direnişi 115’nci gününde sürdürüyor. Diyarbakır merkez Bağlar ilçesine bulunan evinde açlık grevini sürdüren Güven’e ulusal ve uluslararası dayanışma ziyaretleri sürüyor.

Arjantin’de kaybedilen çocukları için adalet arayışında dünyaya simge olan Plaza de Mayo Anneleri’nden Nora Morales Cortinas ve beraberindeki 3 gazeteci, Leyla Güven’i ziyaret etti.

Duygulu anlar yaşandı 

Cortinas, ziyaret esnasında Güven’e atfedilen bir şiir okudu. Güven ile Cortinas’in sımsıkı ele ele tutuşması duygusal bir atmosfer yaşattı.

‘Sizin için çalışma yürüteceğiz’ 

Ziyaret esnasında Güven’e duygularını dile getiren anne Cortinas, dayanışma amacıyla geldiğini vurguladı. Cortinas, bundan sonra da başta Güven olmak üzere açlık grevindeki tüm tutuklularla dayanışma içinde olacaklarını ifade etti. Leyla Güven’in eyleminin önemi ve anlamını Plaza de Mayo anneleriyle paylaşacağını ve bunun için çalışmalar yürüteceğini belirten Cortinas, “Ülkemizdeki savaştan ben de kendi oğlumu kaybettim ve hala cenazesi kayıptır. Sizin buradaki eylemleriniz gibi halen adalet ve arayış mücadelemiz sürüyor. Hiçbir zaman oğlumun fotoğrafını boynumdan çıkartmadım. O benim için semboldür. Bu nedenle sizin eyleminin önemi ve anlamı çok iyi anlıyorum” diye konuştu.

Güven: acını paylaşıyorum 

Güven ise, Plaza de Mayo Anneleri’nin acılarını paylaştığını dile getirerek, savaşın olduğu coğrafyalarda acıların ortak olduğunu ve savaşa karşı barışı savunan anneler olarak her zaman dayanışma ve birlik içinde olacaklarını söyledi.

Cortinas’tan Güven’e Kürtçe kitap 

Cortinas, kapağında gazeteci-ressam Zehra Doğan’ın çizimi olan “Gulê Gulîstan” adlı Kürtçe kitabı Güven’e hediye etti.

MA / Bilal Güldem

Share

İki ayda 11 kadının öldürüldüğü Portekiz’de yas ilan edildi

Portekiz’de, iki ayda 11 kadının öldürülmesi üzerine bir günlük ulusal yas ilan edildi.

Kadınlara yönelik son dönemde artan şiddet olayları hükumeti harekete geçirdi. Bu yılın ilk iki ayında 11 kadının öldürülmesi üzerine ülkede ulusal yas ilan edilmesine karar verildi.

Bayraklar yarıya indirilecek

Buna göre, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nden bir gün önce ülkede bayraklar yarıya indirilecek. Yaklaşık 10 milyon nüfusa sahip ülkede 2017 yılında toplam 12 kadın öldürülmüştü

2018 yılında Türkiye’de 440 kadın öldürüldü

2018 yılında Türkiye’de erkekler 440 kadını öldürdü
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun 3 Ocak’ta açıkladığı rapora göre, Türkiye’de 2018 yılında, 440 kadın erkekler tarafından öldürüldü, 317 kadın ise cinsel şiddete maruz kaldı.

gazetepatika8.com

Share

İHD: “Hapishanelerde 18 yaşından küçük 3 bin çocuk var”

İHD İzmir Şubesi Kadın Komisyonu, hapishanelerde anneleriyle birlikte kalan çocuklara dikkat çekerek, “Türkiye hapishanelerinde 18 yaşından küçük 3 bin çocuk var. Çocukların hapishanelerde kalmaları, gelişimleri açısından olumsuzdur. Bu anlamda çocukların hapishanelerde olması, gelişim hakkının ihlali anlamına geliyor” dedi.

İnsan Hakları Derneği (İHD) İzmir Şubesi Kadın Komisyonu, hapishanelerde anneleriyle birlikte kalan çocuklara ilişkin şube binasında basın toplantısı düzenledi. Açıklamayı Kadın Komisyonu Üyesi Cemile Karakaya yaptı.

Hapishanelerde 743 bebeğin var olduğunu belirten Karakaya, çocukların çığlıklarını ve annelerin ninnilerini kimsenin duymadığını söyledi. Karakaya, “Hapishaneler bir ülkenin demokrasi alanındaki gelişmişliğini gösteren aynadır” dedi. İHD tespitlerine göre, hapishanelerde 18 yaşından küçük 3 bin çocuğun var olduğunu dile getirerek, “Bunlardan 743’ü 0-6 yaş grubunda, 37’si ise altı aylıktan daha küçüktür. Toplam hamile kadın sayısı ise 35’dir. 743 bebeğin annesi ile hapishanede olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Çocukların hapishanelerde kalmaları, gelişimleri açısından olumsuzdur. Bu anlamda çocukların hapishanelerde olması, gelişim hakkının ihlali anlamına geliyor” dedi. Anneleriyle tutulmak zorunda kalan çocukların gelişimlerine ve üstün yararlarına uygun şartların yaratılması gerektiğini sözlerine ekleyen Karakaya, “Konuyla ilgili Adalet Bakanlığının meslek elemanları, sivil toplum örgütleri ve diğer ilgili kurum ve kuruluşlarla birlikte çözüm üretmesini talep ediyoruz” dedi.

www.gazetepatika8.com

Share

Kadınlar Leyla Güven için imza kampanyası başlattı, Güven: 8 Mart özgürlüğün müjdesi olacak

­

Birçok kadın örgütünün de aralarında bulunduğu çok sayıda kadın, Leyla Güven’e destek olmak amacıyla “Leyla ile dayanışan ve ses veren kadınlar” sloganıyla bir araya geldi. Toplantıya mesaj gönderen Leyla Güven, “Yeni  8 Mart’lar daha özgür günlerin müjdeleyicisi olacak” dedi.

“Leyla ile dayanışan ve ses veren kadınlar” sloganı etrafında bir araya gelen kadınlar, İmralı tecridinin kaldırılması talebiyle 114 gündür açlık grevinde olan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven için topladıkları imzaları İstanbul Taksim’de bulunan bir otelde düzenledikleri toplantıyla açıkladı. “Leyla’ya ses veriyoruz, hayatı savunuyoruz” pankartının asıldığı toplantı salonunda Leyla Güven’in fotoğrafları da yer aldı. İlk olarak Leyla Güven’in kadınlara gönderdiği mesaj okundu.

GÜVEN: yeni 8 Martlar özgürlüğün müjdecisi olacak

Güven’in kadınlara gönderdiği mesaj şöyle: “Merhaba sevgili kadınlar, öncelikle 8 Mart haftasındayız. Bütün dünya kadınlarının ve sizlerin 8 Mart direniş gününü kutluyorum ve inanıyorum ki her gelen yeni gün, yeni 8 Mart’lar daha özgür günlerin müjdesi olacak. 8 Martlarda bizler kadınların yani toplumun taleplerini alanlarda haykıracağız. Her gün direnişi yükselterek kadının toplum içerisindeki haklarını ve hukukunu en üst seviyeye ulaştıracağız. Bundan hiç şüphemiz yok. Hapishanelerde yüzlerce arkadaşımız da böyle diyor. Tarih boyunca demokrasinin özgürlüklerin artması kadının hak ettiği yere gelebilmesi için kadınlar birçok eyleme öncülük yapmışlardır. Ben de böyle bir eylemin öncülüğünü yapmaktan onur duyuyorum. Ben birçok kimlik taşıyorum ve çoğunu ben seçmedim. Ben kendim karar veremedim birçok konuda. Hayatıma dair bütün kararları kendim almadım. Örneğin feminist olmak kararını kendim aldım. Eylem kararını da kendim verdim. Kendi kafamda tasarlayarak her şeyi tek başıma adeta ilmek ilmek ördüm ve bu greve öyle başladım. Hala da ruhen kendimi iyi hissediyorum. Fiziğim zorlasa da beynim bana moral veriyor. Kendi kararımı kendim verdim. Sizlerin bir araya gelmesi çok değerli. Kadın mücadelesi çok anlamlıdır. Kadın ziyaretçiler bana ayrı bir coşku veriyor. O açıdan biz diyoruz ki bir kadın şiddet görüyorsa bütün kadınlar şiddet görüyordur. Bir araya gelen bütün yüreklere ve canlar sevgilerimi iletiyorum. Başarmaya çok yakınız. Kendimi şanslı hissediyorum değerli arkadaşlarım ve yoldaşlarımdan dolayı. Gelecek 8 Martlarda olacağımızın umudunu taşıyorum. İyi ki ben de sizin arkadaşınız ve yoldaşınızım. Hoşçakalın.”

Güven’in mesajı ardından 525 kadın örgütü ve kadın tarafından hazırlanan ortak basın metni yazar Ayşegül Devecioğlu tarafından okundu.

Ortak metin şöyle: “Duymak ses vermek yaşatır. Depremlerden hatırlarız ‘Orada kimse var mı’ diyen sesi. Can kurtarmanın çabasıdır o ses. Bir ses gelsin diye umut ederiz. Yaşamın sesidir o. Leyla Güven orada Diyarbakır’da. Hayata sahip çıkmak için açlık grevinde. Uzun yıllar Türkiye’de kadın mücadelesi yürütmüş, belediye başkanlığı yapmış seçmenin yüzde 71 oyunu alarak Hakkari milletvekili olmuş, barış ve demokrasi mücadelesinin uzun yol koşucusu Leyla Güven orada. Barış istiyor sadece. Bedeniyle. Duymadık, görmedik bilmiyoruz diyemeyiz. Leyla Güven orada Diyarbakır’da. Ölümlerden yorulmadık mı? ‘Başkanlarının hayatından daha değerli değil hayatım’ diyen bir seçilmişim diğerkâmlığından etkilenmedik mi? Hayatın gücü yaşatabiliyorsak bir güç. Zaman daralıyor. Yakın tarihimiz elimizden kayan yüzlerce yaşamla dolu. Yeni kayıpları taşımaya gücümüz yok. Biz kadınlar hayatı savunuyor Leyla ile dayanışıyoruz.”

Okunan metin ardından Güven’i ziyaret eden kadınlar kısa konuşmalar yaptı.

‘O yaşadığında barışın yolu açılacaktır’

Barış aktivisti Nimet Tanrıkulu, “Leyla’nın eylemine barış yolcuğuna çıkma olarak baktım. Leyla eyleme kendisinin karar verdiğini ve en fazla kadınların tecrit altında olduğunu söyledi. Yaşadığımız süreç çok zorlu bir süreç ve Leyla bunu kendi bize düşen yaşamı savunmak ve Leyla’ya ses vererek bunu savunmak. Kadınların çok şey yapması gerekiyor. Onun içinde bir araya gelelim. O yaşadığında barışın yolu açılacaktır. Leyla’ya söz olalım” dedi.

‘Işık saçan yüzü ile tanıdım’

Güven’i yapılan ziyaret sonucu tanıdığını belirten Demokrasi İçin Birlik (DİB) Girişimi’nden Nesteren Davutoğlu, “Solmuş bedeni ve ışık saçan yüzüyle tanıdım. Sarılasım geldi ve kendimi zor tuttum. Türk kulağıyla dinledim. Oradan öyle bir çıktım ki bu benim bir kardeşimdir ve yasalar uygulanmalıdır. Bu hepimizin altında duracağı şemsiye olmalıdır diye düşünüyorum. Hakkımızı alalım diye Leyla bize öncü oldu” dedi.

‘Yüz yüze görmek büyük güç verdi’

Tarihçi Ayşe Erzan da Leyla Güven’i yüz yüze görmekten çok büyük bir güç aldığını söyleyerek, “Leyla’nı çağrısı sadece bize değil. Bu savaş artık bitmeli ve bu haksızlıklar sona ermeli. Bu yasal hakları savunmak, barış mücadelesinin de kendisidir. Leyla Güven ‘hadi diyor’ bize. Herkesin bu talebi dile getirmesini ve bu hakların ihlal edilmemesini duyarlılığı arttırmayı istiyor. Bir kadının kendi elindeki tek en kıymetli şeyi yani yaşamı ortaya koyuyor. Bunu anlamasını istedi ve hepimiz onun sesi olmalıyız” diye belirtti.

‘Mücadeleye ses olmamız gerekiyor’

HDK Eş Sözcüsü ve HDP Muş Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit ise şunları ifade etti: “Güven’le çok fazla mesaimiz oldu. Bu süreç toplamda hukuksuz bir süreç diyordu. Tahliye dahil olmak üzere talebi olmamıştı. Talep çok yalın. Hukuksuzluğun kalkmasını istiyor. Bu kadar açık ve yasadan kaynağını alan bir talep ve ne yazık ki 114 gündür bir açlık grevi devam ediyor. Bugün itibariyle bütün siyasi tutsaklar bedenlerini açlık grevlerine yatırdılar. Bu talebi sahiplenmek çok önemli. Biz kadınlar barış olsun istiyoruz ve kendimizi özgür hissedeceğimiz bir ülke olsun istiyoruz. Bizim de bu mücadeleye ses olmamız gerekiyor. Leyla’nın taleplerini görünür kılmak gerekiyor. Sessizliğe bürünmek öldürür.”

Kaynak: Mezopotamya Ajansı

Share

Yollar uzun ve yorucu ama hiç bıkmadın güzel insan!


YOLLAR UZUN VE YORUCU AMA HİÇ BIKMADIN GÜZEL INSAN, GÜZEL KADIN: FATMA AKAGÜNDÜZ!!!

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi  ve ACOTF Mulhouse (Fransa) bölgesindeki üyemiz güzel insan bugün seni anlatmak gerçekten zor.

Bölgemize geleli çok uzun bir süre olmamasına rağmen hem arkadaşları ve yoldaşlarıyla hem de kadın çalışması ve dernek faaliyetleriyle çok kısa sürede kaynaştı. Sanki yıllar öncesi hep birlikteymişiz gibi. Yine kısa zamanda hem kadın hareketinin hem de derneğin üyesi oldu. Aynı zamanda her iki alanda da görevlerini büyük bir ciddiyetle yerine getirdi.

Bölgeye gelişiyle birlikte dernek onun ikinci evi olmuştu ve neredeyse iki günde bir arar; “dernek açık mı geliyorum” derdi. Kadın çalışmasını başlatır başlatmaz da; tereddütsüz:”elimden gelen ne varsa yaparım” diyerek girdi. Yollar uzun, yorucu ama hiç bıkmadı, hep bizimle birlikte oldu.  Derneğimizin her faaliyetine de büyük duyarlılık gösterdi.

Kaypakkaya geleneğine gönülden bağlı, bu doğrultuda hangi görev olursa olsun gücü ve imkanları ölçüsünde mutlaka katılmaya çalıştı.

Dersim   kadınının duyarlı güzel  özelliklerini üzerinde toplamış güzel yürekli insan…Bütün ağırlığınla insan güzeli erdemini gösterdin çevrene; paylaşımın, fedakarlığın ve samimiyetinle… Onunla kısa bir sohbette hemen anlaşılırdı ki; Dersim kadınının her çizgisinde bir acının tarihi yatıyordu; sessiz ve derin. Bir dile gelse kimbilir neler anlatacaktı.

Düşüncelerini süsleme yada dolandırma ihtiyacı duymadan açık ve net söyleyendi. Yoldaşlarının onun yanında hep ayrı bir yeri bulunmaktaydı.

Mulhouse bölgesinde yaptığımız ADKH’nin eğitim  kampında erkenden gidip kadın yoldaşları için hazırlıklar yaparken, uzaktan gelenleri karşılamaya giderken karda kaymış bileğini incitmiş ama kimseye söylememişti, kendisiyle birlikte giden kadın arkadaş dile getirmiş ve öyle ögrenilmişti.

Son katıldığı eylem Cumartesi Annelerinin 700.hafta eylemiydi. Sağlığı elvermemesine rağmen bunu hiç gerekçe yapmadan; “bende geliyorum” dedi. Yanındaki arkadaşlara hiç belli etmese de başı çok ağrıyordu ve yüzüne yansımıştı. Ve amansız hastalık birkaç gün içinde kendisini gösterdi. Hastanede kaldığı sürede hiç şikayet etmedi hiç söylenmedi sanki olabilecek herşeyi bütün metanetiyle karşılar gibiydi.

Yaşam ve ölüm ancak bu kadar kardeş olabilirdi ; kalanlara HOŞÇAKALIN dediği tarih aynı zamanda doğum tarihiydi. (02.02.2019)

Hayatının son anına kadar bizimle olmanı devrimci yaşama bağlılığın olarak kavradık. Ve sana söz veriyoruz, yarattığın bu değeri koruyacağız!

Yıldızlar yoldaşın olsun, Güzel İnsan!

Avrupa Demokratik  Kadın Hareketi

ACOTF MULHOUSE

 

Share

Faşizme direnen, toplama kampından kaçmayı başaran:Ondina Peteani

Ondina Peteani, İtalya’nın Trieste ketinde 26 Nisan 1925 tarihinden dünyaya gelir.

Faşizmin tüm karanlığıyla ülkesini sardığı bir dönemde büyüyen Ondina, mücadeleyle 1942 yılında Monfalcone’de tersane işçisi olarak çalışırken tanışır.

Antifaşist saflarda yerini alan Ondina, bölgede faaliyet gösteren Sloven Kurtuluş Cephesi partizanlarıyla birlikte 1943 senesinde Garibaldi Birliği’ni kurar. Burada ‘Nathalia’ kod adını alan Ondina, birlik için kurye olarak çalışır. Partizanlara yiyecek ve haber ulaştırır.

Ondina ilk tutukluluğunu 2 Temmuz 1943’te yaşar. Ve 8 Eylül’de müttefiklerle ateşkes yapılana dek hapishanede kalır.

İtalya’nın Nazi Almanyası tarafından işgali sırasında faşizme karşı savaşımını sürdüren Ondina, önemli görevler üstlenir.

8 Haziran 1943 sabahı, Ondina ve arkadaşlarının evleri Naziler tarafından sarılır. Ondina buradan kaçar ve tutuklanmaktan kurtulur. Bu süreçte iki kez tutuklanır ancak ikisinde de kaçmayı başarır. Ta ki 11 Şubat 1944’e kadar.

Yeniden tutuklanan Ondina, Auschwitz toplama kampına gönderilir. Ardındanda Ravensbrück’e nakledilir.

Ravensbrück’ten özgürlüğe kaçış

Ravensbrück’ten sonra Berlin yakınlarındaki Eberswalde’deki bir fabrikaya çalışması için gönderilir. Lakin Ondina mücadelesini burada da sürdürür. Çalışmayı yavaşlatarak üretimi sabote eder.

1945 yılının Nisan ayının ortalarında Ravensbrück’e geri gönderilen Ondina buradan kaçmayı başarır ve Doğu Avrupa üzerinden İtalya’ya döner.

Ondina dönüşün kendisinde yarattığı heyecanı şöyle anlatır:

“Eve dönmek heyecan vericiydi, duyarlılığımı ve kaybedilen insanlığımı geri kazanmak için zamanım vardı, ilk geri dönenlerden biriydim. Temmuz ayının ilk günü, 1300’ü geçen üç ay. Bir kilometreyi, Avrupa’da dizlerini, köprüyü, yolu ve sağlam demiryollarını içermeyen bir yerde.”

Ancak faşist koşullardan kurtulan Ondina, orada yaşadıklarını yaşam boyu ruhu ve fiziğinde taşıyacaktır. Bunu da şöyle dile getirecektir: “Bir rüyanın ne olduğunu bilmiyorum ama 1944’ten beri kabusun ne olduğunu çok iyi biliyorum.”

Fakat içinde baş ettiği zorluklar onun çalışmalarını ve azmini durdurmaz. İtalya’da ebe olarak çalışan Ondina, İtalyan Komünist Partisi’ne de çalışır. Sosyalist gençlerin toplanacağı bir mekan yaratır. Ve yine gençler için yurt içi ve dışında yaz kampları örgütler.

Ondina, Reggio Emilia demokratik hareketinin üyeleriyle birlikte kurulan eski direnişçilerin oluşturduğu İtalyan Ulusal Partizan Derneği’nin de aktif bir üyesi olur. Bir sendikada bölgesel sekreterliğini üstlenir.

Arkadaşı Gian Luigi Brusadin ile birlikte sanatçılar ve yayıncıların uğrak noktası haline gelen Editori Riuniti bir ajans kurar. Burası komünist yayıncılar çevresinde etkin olur.

Bir dönem anoreksiya hastalığı da geçiren Ondina’nın sağlık sorunları yaşı ilerledikçe artar. Amfizem hastalığı ile mücadele eden Ondina, 1991’den itibaren evinden çıkamaz hale gelir.

Ondina nam-ı diğer Nathalie, 3 Ocak 2003’te Trieste’de yaşamını yitirir.

77 yaşında aramızdan ayrılan Ondina’dan geriye son anına kadar yaşattığı mücadele azmi ve kararlığı kaldı.

gazetepatika8.com

Share

Cumartesi Anneleri, 722. haftada Ayşenur Şimşek için adalet istedi


İçişleri Bakanlığı ve Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından 700’nci haftadan beri Galatasaray meydanında oturma eylemleri yasaklanan Cumartesi Anneleri İstanbul İHD Şubesi önünde bir araya geldi. 722’nci haftada Cumartesi Anneleri, 24 Ocak 1995’te kaybedilen Ayşenur Şimşek için adalet talep etti. 722’nci haftada konuşan kayıp yakını İkbal Eren, “Hukuk güvenliğini sağlamakla yükümlü organlar bu yükümlülüklerini yerine getirmediği için Türkiye’de bir hukuk güvenliği krizi yaşanıyor” dedi.

“Bu yüzden biz 722 haftadır hukuk devleti talebiyle meydanlarda, sokaklardayız. Bu yüzden 23 haftadır kayıplar sorununu kamuoyuna taşıyabilmek için Galatasaray’da gerçekleştirdiğimiz ve Anayasa’nın güvencesinde olan buluşmalarımız polis zoru ile engelleniyor” diyen Eren, şunları söyledi: “Bizim herkes için hukuk güvenliği talebimizin kriminalize edilmesi Türkiye’nin bir hukuk devletine dönüşme ihtimalini engelleme girişimidir. Bizim hukuk ve adalet talebimizin görünmez, duyulmaz kılınmak istenmesi Türkiye’nin demokratikleşmesini engelleme girişimidir. Biz yalnız kayıplarımız için değil, demokratik bir Türkiye için de adalet talebimizde ısrar edeceğiz.”

Ayşenur Şimşek nasıl kaybedildi?

Eren, Ayşenur Şimşek’in nasıl kaybedildiğini şöyle anlatı: “Ankara’da yaşayan 27 yaşındaki eczacı Ayşenur Şimşek sağlık emekçilerinin sendikal çalışmalarının içinde yer aldı. Sağlık-Sen Ankara Şubesi Kurucu Başkanı oldu. Çalışmalarını sürdürürken ailesini defalarca telefonla arayan kişiler, ‘Bu işleri bırakmazsa sonu kötü olur’ diyerek tehditlerde bulundu. Hakkında yakalama kararı çıkartılan Ayşenur’un babası iki defa karakola çağrılarak, ‘kızın gelip teslim olsun yoksa onun için hiç iyi olmayacak’ diye tehdit edildi. Ailesi son olarak 24 Ocak 1995 tarihinde Ayşenur’la görüştü ve o tarihten sonra kendisinden bir daha haber alınamadı.

Kızlarının akıbetinin araştırılması için emniyete, savcılığa ve İçişleri Bakanlığı’na başvuran aileye ‘gözaltına alınmamıştır’ denildi. Tüm yasal girişimleri sonuçsuz kalan aile, 21 Mart 1995 tarihinde düzenledikleri basın açıklaması ile Ayşenur’un bulunması için kampanya başlattıklarını duyurdu. Kampanya devam ederken 11 Nisan 1995 tarihli Milliyet Gazetesi’nde Kırıkkale’de bulunan bir kadın cenazesi haberi yayımlandı. Haber üzerine Şimşek ailesi Kırıkkale Savcılığı’na başvurdu. Gözaltına alındığı inkâr edilen Ayşenur’u tüm resmi kurumlarda arayan ailesi, 12 Nisan 1995 tarihinde kızlarının bedenine Kırıkkale Kimsesizler Mezarlığı’na ulaştı.

Otopsi raporuna göre 28 Ocak 1995 tarihinde öldürülen Ayşenur Şimşek’in bedeninde işkence izleri vardı. Kafasından ve göğsünden ateşli silahla yakın mesafeden vurularak öldürülmüş ve 29 Ocak 1995 tarihinde Kırıkkale yolu kenarında bulunmuştu. Daha önce gözaltına alındığı için emniyette parmak izi bulunmasına rağmen Ayşenur’un cansız bedeni üç hafta boyunca morgda bekletildikten sonra ‘kimliği meçhul kişi’ olarak Kırıkkale Kimsesizler Mezarlığı’na defnedilmişti. 24 yıldır iç hukuk organlarınca maddi gerçeği açığa çıkartacak, Ayşenur Şimşek’i katledenler, bedenini kaybetmek isteyenlerin tespit edilerek cezalandırılmalarını mümkün kılacak etkinlikte bir soruşturma yürütülmedi.”

‘Savcıları göreve çağırıyoruz’

Şimşek cinayetine karışanların yargılanması için savcılara göreve davet eden Eren şöyle devam etti: “Ayşenur Şimşek’in katledilip bedeninin kaybedilmesinde sorumlu olanların belirlenmesini ve cezalandırılmalarını sağlayacak nitelikte bir soruşturma başlatılması için savcıları göreve çağırıyoruz. Ayşenur Şimşek için adalet istiyoruz. Hakikat ve adalet talebimiz gerçekleşinceye kadar kayıplarımızı aramaktan ve kayıplarımızla buluşma mekanımız olan Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz.”

CUMARTESİ ANNELERİİHD

gazetepatika8.com

Share

‘Bin isyancıdan daha tehlikeli’ anarşist bir devrimci: Lucy Parsons


Irkçılığa, sınıf farkına ve cinsiyet eşitsizliğine karşı doğrulan bir tokat Lucy’nin sesi. Tarihten Kadın Portreleri’nde bu hafta polis tarafından ‘bin isyancıdan daha tehlikeli’ olarak görülen, işçi mücadelesi ve anarşizmin yılmaz savunucularından Lucy Parsons var.

“Biz kölelerin kölesiyiz. Biz erkeklere göre çok daha acımasızca sömürülmekteyiz.”

Lucy Parsons 1853 yılında ABD’nin Teksas eyaletinin Waco kentinde köleliğin hala geçerli olduğu bir dönemde dünyaya gelir.

Bir yanıyla Meksikalı bir yanıyla da Amerika yerlisi olan Lucy, köle olarak doğduğu için ırkçılık ve sınıf savaşımıyla genç yaşta tanışır.

1870 yılında hayatını birleştireceği, kendisi gibi hak savunucusu olan Albert Parsons ile tanışır. Albert beyaz, Lucy ise siyah olduğu için ırkçı yasalar nedeniyle resmi olarak evlenemezler.

Albert, ırkçılığa karşı verdiği mücadele nedeniyle tehdit edilir, vurularak yaralanır. İlişkileri ve politik çalışmaları nedeniyle Teksas’ta baskı gören çift, 1873’te Chicago’ya taşınır. İki çocukları dünyaya gelir.

İşsizliğin ve buna orantılı olarak işçi sömürüsünün had safhada olduğu bu dönemde kendisine bir terzi dükkanı açan Lucy, Uluslararası Kadın Konfeksiyon İşçileri Sendikası’nın (ILGWU) bir parçası haline gelir. Aynı zamanda Albert ile birlikte hem ‘Knights of Labor’un hem de Sosyal Demokrat Parti’nin üyesi olur.

Emekçi Kadınlar Birliği’nin kuruluşunda yer alan Lucy, Albert ile birlikte Anarşist Uluslar arası Emekçiler Birliği’nin yerel örgütlenmesi için çaba sarf eder.

‘Chicago Times’da işe başlayan Albert ise politik görüş ve çalışmaları nedeniyle işten çıkarılır.

İşsizliğin yarattığı depresyon ve çalışanların üzerindeki baskının her geçen gün artması emekçi kesimdeki öfkenin çığlığa dönüşmesine yol açar.

1877 yazında, ABD tarihindeki en büyük kitle grevlerinden biri olan demiryolu işçilerinin eylemleri başlar. Ülkenin dört bir yanındaki demiryolu işçileri, Baltimore Ohio Demiryolu’nun çıkardığı ücret kesintilerini protesto etmek için grev hattına katılır. Temmuz ayında grev, demiryolu işçilerinin etkin bir mücadele yürüttüğü Chicago’ya taşınır.

Lucy bu dönemde fikirlerini yazıya da dökmeye başlamıştır. Anarşist yayınlar olan The Socialist ve The Alarm için yazılar yazar. O, zulüm ortamının pasif eylemlerle son bulmayacağının bilincindedir ve “şiddetli doğrudan eylem veya böyle bir eylem tehdidinin işçilerin taleplerini kazanmasını sağlayacağını” söyler.

Bu düşünceler yoldaşlarının desteğini alırken devlet yetkilileri ve polislerin ‘kara listesi’ne girmesine neden olur.

Lucy aynı zamanda toplumsal cinsiyet normlarına karşı da başkaldırır. Geleneksel kadınlık rollerini reddeder, kadının yerini mutfaktan işyerlerine, sokaklara taşırır. Hal böyle olunca polis tarafından “bin isyancıdan daha tehlikeli” olarak nitelendirilir.

“Topraksıza toprak, işçiye araç, üreticiye ürün” sloganını benimseyen Lucy, düşüncelerini şöyle anlatır:

“Bütün bunların serbest kullanım hakkı olmaksızın, mutluluğun peşinden koşmak, özgürlüğün ve hayatın tadını çıkarmak boş birer inançtır. O nedenle bunların elde edilmesi için her türlü aracın kullanılması, şiddet içeren bir devrime yol açsa bile haklılık taşımaktadır.”

Haymarket

1 Mayıs 1886‘da ABD’nin birçok sanayi kentinde 8 saatlik iş günü ve kötü çalışma koşulları ile ilgili düzenlenen grev ve mitingler düzenlenir. Lucy de bu mücadelenin içerisindeki isimlerden biridir.

Derken günlerce süren mücadele 3 Mayıs’ta dört işçinin öldürülmesi ve birçoğunun da yaralanmasıyla farklı bir boyuta sıçrar.

İşçiler, polis saldırısı neticesinde yaşamını yitiren arkadaşlarının da öfkesiyle 4 Mayıs’ta Haymarket Meydanı’nda bir araya gelir. Yarım milyon işçinin bir araya geldiği bu mitingde, polislerin ortasında nereden ve kim tarafından atıldığı belli olmayan bir bomba patlar. Burada yedi polis ölür, onlarcası yaralanır. Ve hemen akabinde polisler işçilere yaylım ateşi açar.

Olayın ardından çok sayıda işçi gözaltına alınıp, tutuklanır ve yedisi idama mahkum edilir.

İdama mahkum edilenlerden biri de Albert’tir. Ortada yeterli kanıt yoktur ancak devlet fermanı verir. Lucy, bu kararın iptali ve meselenin özünü anlatmak için kent kent gezer, konuşmalar yapar. Gittiği her yerde toplantı salonlarının girişinde polisler tarafından karşılanır.

Ancak bu çabalar bir sonuç vermez ve 11 Kasım 1897’de Albert ve diğer üç sanık idam edilir.

Lucy acısını öfkeye dönüştürerek mücadelesine devam eder. 1891’de, Lizzy Holmes ile birlikte ‘Devrimci Anarşist Komünist Aylık Dergi: Özgürlük’ isimli yayının kuruluşunda yer alır. Dünya Endüstri İşçileri’nin de kurucu üyelerinden olan Lucy, siyasi tutuklular ve ifade özgürlüğü alanında çalışmalar yürütür. Bu süreçte üzerindeki polis baskısı aralıksız devam eder.

Lucy verdiği özgürlük mücadelesini ve bunun nasıl vazgeçilmez olduğunu şu sözlerle anlatır:

“Anarşizmin felsefesi, ‘özgürlük’ sözcüğünün içindedir. Öte yandan bu felsefe, ilerlemeyi sağlayacak her şeyi içine alabilecek kadar kapsamlıdır…Anarşizm, insanın ilerlemesine, düşünceye ya da araştırmaya engel oluşturmaz. Hiçbir şey, gelecek keşiflerin yanlışlığını ispatlamaktan aciz olacağını doğrular ve kesinlikler olarak görülemez. İşte bu nedenle değişmeyen ve başarısız olmayacak tek bir slogan vardır: ‘Özgürlük’. Doğruları keşfetmek için özgürlük, gelişmek ve doğallıkla ve dolu dolu yaşayabilmek için özgürlük.”

1888-1889 Ekonomik Forumlar yeni liberal reformist düzenlemeleri yeterli bulmayan Lucy, bunların sınıf ayrımını ortadan kaldırmadığını vurgular.

1905 yılında Liberator gazetesini düzenlemeye başlar . Bu yolla kadının boşanma, yeniden evlenme ve doğum kontrolüne erişim hakkını destekleyerek diğer kadınların sorunları üzerinde durur. Bu konuda yazılar yazar.

İşsizliğin derinleşmesiyle birlikte Lucy, 1908-1909 yıllarındaki ekonomik krizlerde açlık ve işsizlik konularına yoğunlaşır. 1915’te Chicago’da yapılan ‘Açlık Gösterileri’ni örgütler. Bu eylemi diğer geniş katılımı eylemler takip eder.

Yıl 1925’i gösterdiğinde Lucy, Komünist Parti ile birlikte çalışmaya başlar. Partiyle birlikte yerli halkın maruz bırakıldığı ırkçı muameleyi teşhir eder.

Görme yetisi zamanla zayıflayan Lucy, yine de hayatının sonuna dek kavgasından vazgeçmez.

7 Mart 1942’de çıkan bir yangında 89 yaşındayken yaşamını yitirir.

Külleri Haymarket anıtında

Lucy’nin sosyalizm ve anarşi ile ilgili 1500 kitaptan oluşan kütüphanesi, kişisel makaleleri gizemli bir şekilde ortadan kayboldu. Ne FBI ne de polis, kütüphaneyi kurtarmaya gelen Irving Abrams’a, FBI’ın zaten tüm kitaplarına el koyduğunu söylemedi.

Lucy’nin külleri, aralarında Albert’ın küllerinin de olduğu ‘Haymarket Kayıpları’ anıtına gömüldü.

gazetepatika8.com

Share

Söz, yetki, karar Dersim halkına! Sosyalist adayları destekliyoruz

ADHK (24-01-2019) Emperyalist-kapitalist sistemin uzun süredir içine girdiği üçüncü ekonomik ve siyasal krizin devam ettiği, bundan kaynaklı emperyalist haydutların topyökün dünya halklarına yönelik saldırılarının bütün şiddetiyle devam ettirildiği bu süreçte, Türkiye K. Kürdistan’da faşist TC devleti Türk islam sentezli AKP- MHP iktidarına “güven” tazeletmek adına yeni bir seçim aldatmacasıyla kitlelerin gelişen öfkesini silikleştirmeye çalışmaktadır.

Seçimlerin, halklarımız için bir kurtuluş olmadığını her fırsatta açıkladık ve bu yönlü söylemlerimizi söylemeye devam edeceğiz. Ancak içinde bulunulan süreci dikkate alarak (halklarımıza yönelik yürütülen saldırıların, gözaltıların, kıyım ve yıkımların sistematik bir şekilde devam ettirilerek bir korku imparatorluğunun yaratılmak istendiği bu süreçte) gündemdeki yerel seçimlere aktif olarak katılıp, faşizmin saldırılarına karşı durmayı, kitlelerle omuz omuza olmayı sosyalist mücadelenin taktik bir aşaması olarak ele alan SMF’nin yürüttüğü mücadeleyi desteklediğimizi ADHK olarak belirtmek isteriz.

Bu seçimlerin AKP- MHP faşist klikleri için ne denli önemli olduğunun kuşkusuz farkındayız. Sürekli kan kaybeden bu Türk- İslam sentezli iktidardaki faşist kliklerin her türlü hileye, yalana dolana baş vuracaklarını ve devletin bütün imkanlarını kullanarak, aslında sadece kağıttan kaplan olan iktidarlarının ne denli “güçlü” bir iktidar olduklarının çabası içerisine gireceklerini de biliyoruz. Ancak bütün bu faşist çırpınışlar nafile. Faşist AKP iktidarı aslında gerçek anlamıyla özellikle Anayasa referandumundan bu yana hiç bir dönem gösterilen oy oranına sahip olamadı. Emperyalistlerin desteği ve CHP’nin koltuk değnekliği sayesinde olmayan oylar varmış gibi gösterildi. Bir proje partisi olan AKP’nin, Orta Doğu’daki emperyalist dalaşlardan ötürü, onların çıkarları gereği iktidarda kalması gerekiyordu. Kuşkusuz başka başka nedenler de sıralamak mümkkün. Ancak şimdilik meselemiz bu değil.

Bu yerel seçimler, hakim sınıflar için olduğu kadar, devrimci- demokrat, yurtsever ve sosyalistler için de elbette ayrı bir önem arzetmektedir. Kendisinden olmayan herkese saldırıyı bir amaç haline getirmiş olan AKP- MHP faşist iktidarına karşı, geniş tabanlı bir demokratik cephenin oluşturulması, ortak düşmana karşı, ortak devrimci ittifakların yaratılması elbetteki en büyük arzumuzdur. Bu konuda SMF’nin mücadele tarihinin örnek bir tarih olduğu gerçeğini hiç kimse reddedemez. İttifaklar hiç bir zaman “hep bana, hep bana” anlayışı üzerinde şekillenemez. Karşılıklı tavizler, esnek politikalarla mümkündür. Devrimci mücadelede “büyük abi”, “küçük kardeş” anlayışlarına yer yoktur. Halkın ve devrimin çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre şekillenmek esasdır. Aynı zamanda hiç bir kurumun özgün iradesine gem vurulamaz. Bunlar sosyalistlerin vazgeçilmezleridir. Bu seçimlerde de SMF, bu zemin üzerinde hareket ederek taktik mücadele biçimini belirlemiştir. Bu seçimlerdeki tevrımızın bir yanını bu anlayış oluştururken, diğer bir yanını da Dersim’in, esasa itibariyla tarihi boyunca devlete muhalif duruşu ve devrimci yanıyla birlikte, herkes de kabul eder ki geleneğimiz açısından özel bir yerde durduğu gerçeğidir. Bundan ötürüdür ki Dersim her dönem ilgi alanımızın merkezi ve Dersim halkıyla bütünleştiğimiz bir mücadele alanı olmuştur. Dostlarımızın bu gerçeği bilmiyor olmaları düşünülemez. Bizim istem ve yaklaşımımızdan çok, dostlarımızın “sizinle omuz omuza olacağız, desteğimiz sizedir” demelerini beklerdik. Ama hayır, tam tersi bir tutumla karşı karşıya kaldık.

Dersim yerelinde daha başından itibaren HDP tabanı, yazarları, çizerleri dostane bir ilişki içinde olmak yerine, deyim yerinde ise dilmizin varmadığı hiçte hoş olmayan tutum ve davranışlar içine girerek sosyal medyada SMF’nin ilk başta aday adayı sonrasında adayı olan Mehmet Fatih Maçoğlu nezdinde aslında SMF hedef seçilerek akla hayale sığmayacak karalamalar, suçlamalar, küçümsemeler ileri sürebilmişlerdir. Yıllardır faşizme karşı, SMF geleneği ile HDP arasındaki dostane ilişkiler ve ittifaklar bir çırpıda yok sayılabilmiştir. Tüm uyarılara rağmen HDP’nin bu çirkin saldırıların önüne geçmemesi, en ufak bir resmi açıklama yapmaması meselenin tuzu biberi olmuştur. Elbette her bireyin söylemleri dikkate alınamayabilinir. Ama resmi bir yayın organındaki söylemler, hayatın gerçekliğiyle bağdaşmayan iddialar ve karalamalar düşündürücüdür. Şu söylem ciddi bir söylemdir. “Aday olan Maçoğlu’nun kazanması mevcut siyasi ortamda demokrasi güçleri açısından bir politik değeri yoktur.” Her şeyden önce Maçoğlu bir birey değildir. Biz meseleye Maçoğlu olarak değil, (ki bu yoldaşımızı önemsemediğimiz demek değildir) SMF olarak bakarız. SMF’nin kazanması durumunda bunun nasıl bir politik değeri olmuyor anlamak mümkün değil. Sosyalistleri bu denli küçümseme hakkını hiç kimse kandisinde görme hakkına sahip olamaz. HDP kazanınca politik bir değeri oluyor da, SMF kazanınca neden politik bir değeri olmuyor. Kayyum politikalarını geriletmek sadece HDP’nin tekelinde mi ? Ayrıca sosyalistlere olan bu güvensizlik niye. Kayyum atamalarında kurumumuzun tavırı açık ve net orta yerde duruyorken görmemezlikten gelmek kime ne yarar sağlar. Her bir iddiayı, karalamayı, suçlamayı ayrı ayrı ele alıp üzerinde uzun uzun yorumlar yapmayı, akla karanın karşılaştırmasını yapmayı en azından şimdilik uygun bulmuyoruz. Gerekte görmüyoruz. Fakat bunca suçlamanın, karalamanın üstüne kalem çektiğimiz, es geçtiğimiz anlamı da çıkartılmamalı. Elbette yeri ve zamanı geldiğinde dostane söylemlerimizi söyleyeceğiz. Unutulmasınki, SMF’nin Dersim yerelinde kazanması durumunda, kazanan Dersim halkı, devrimci demokratlar ve yurtseverler olacaktır. Bu faşist devletin en büyük düşmanı ve yine halkın en samimi dostları sosyalistlerdir. Bundandır ki üzülmeniz, dövünmeniz yerine sevinmeniz gerekir. SMF’nin kazanımını, kendi kazanımınız gibi görmelisiniz. Çünkü SMF, siz de kabul edersiniz ki dost, devrimci bir kurumdur. HDP’nin adayları nasıl bizleri mutlu kılıyorsa, SMF’nin kazanması da sizleri mutlu etmelidir. Dostluk, yoldaşlık bunu gerektirir.

SMF’nin bugüne kadarki yerel yönetimler deneyimleri, iktidar yürüyüşümüzün küçük küçük adımlarıdır. Özel olarakta Ovacık deneyimimiz eksiklikleri ve yetmezlikleriyle birlikte bu coğrafyanın da ötesinde kitlelerce kabul görmüş, umut olmuştur. “Nohut, Fasuliye” diyerek, gerçekleri kitlelerin gözünden uzak tutma anlayışınızı anlamış değiliz. Küçümsediğiniz o fasuliye ve nohut iktidar yürüyüşümüzde önemli bir yer tutmaktadırlar. Stratejik düşlerimiz, hedeflerimiz olan kolektifizmin, ortak üretimin, ortak paylaşımın ve ihtiyaçlara göre şekillenmenin ön adımlarıdır. Tüm ezilen kesimlerce kabul gören bu uygulamanın eksik ve gediklerini gidererek yolumıuza devam etmemizi, genişleyerek yaygınlaştırmamızı, “bir Dersim yetmez, bin Dersim gerek” şiarımıza uygun hareket tarızmızdan vaz geçmemizi kimin bizden isteme hakkı olabilir. Bizler nasıl ki ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına müdahale hakkımızın olmadığı bilincinde isek, dostlarımız da sosyalistlerin iktidar yürüşlerine müdahale etme hklarının olmadığı bilincinde olmalılar.

Sonuç olarak, bu mücadele sürecinde, faşist devlet yönetimlerinin alternetifi olarak ve devrimin bir adım öne çıkmasında rol oynayacak olan yerel yönetimlerdeki halkın alternatif yönetim şekilini birfiil pratikte halka göstermek adına, sosyalistlerin kendi politikalarını hayata geçirme çabaları onların vazgeçilmez görev ve sorumlulukları arasındadır. Halkın söz, yetki ve karar hakının geliştirilip genişletilmesi devrimin bir adım ilerletilmesinin vesilesi olacaksa komünistler bunu hayata geçirmekte en ufak bir tereddüt duymazlar. Bu asla halk saflarındaki dostlarına karşı zarar verici bir tutum değil, tam aksine onların lehine, çıkar ve menfaatlerine olan bir tutum olur. Tamda bu anlayış içinde hareket eden SMF’nin tüm adaylarını desteklemek, dolayısıyla halkı söz, yetki ve karar sahibi kılmak için çıkılan yolda yürümek ADHK ve bileşenleri olan SYM ve ADKH’nın görev ve sorumlulukları içindedir. Aynı zamanda, adaylarımızın olmadığı yerlerde sosyalist, devrimci, yurtsever adayları desteklemek, onlarla omuz omuza olmak devrimci sorumluluğumuz gereğidir.

Kahrolsun Faşizm! Yaşasın Devrimci Dayanışma!

Faşizme, AKP/Erdoğan İktidarının Kayyumlarına Karşı Sosyalist Adayları Destekleyelim! Söz, Yetki, Karar Dersim Halkına!

ADHK (Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu)

ADKH (Avrupa Demokratik Kadın Hareketi)

SYM (Sosyalist Gençlik Hareketi)

Share

Cumartesi Anneleri: Gerçek bir yargı, gerçek bir adalet talep ediyoruz

İçişleri Bakanlığı ve Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemleri yasaklanan Cumartesi Anneleri 721. hafta İstanbul İHD Şubesi önünde bir araya geldi. 43 yaşındayken işkence görmüş bir şekilde bulunan ve gözaltında öldürüldüğü kesinleşen Abdullah Canan için bir araya gelen Cumartesi Anneleri bu haftaki açıklamalarını yine polis ablukası altında yaptı. Bu haftaki açıklamaya HDP İstanbul Milletvekili Oya Ersoy, CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da katıldı.

‘Gerçek bir yargı talep ediyoruz’

Bu haftaki açıklamayı gözaltında kayıp komisyonundan Maside Ocak yaptı. Ocak, Galatasaray Meydanı’nın aylardır kapalı olduğunu hatırlatarak, “Gerçek bir yargı gerçek bir adalet talep ediyoruz. 721 haftadır dile getirdiğimiz taleplerimiz açık ve net. Hukukun üstünlüğünü sağlayan mahkemeler istiyoruz. Adaletin sağlanması ve haklarımızın korunması konusunda adalet istiyoruz. Taleplerimizde ısrarcıyız. Biliyoruz ki taleplerimiz ancak biz ısrar edersek gerçekleşecek” dedi.

Abdullah canan kimdir?

Ocak, 1996 yılında gözaltında kaybedilen Abdullah Canan için şunları söyledi: “Abdullah Canan çevresinde sevilen bir iş insanıydı. Bölge’de yaşanılan ağır hak ihlalleri nediyle Canan ve akrabaları suç duyurusunda bulundu. Daha sonra şikayetlerinden vazgeçmeleri istendi. Canan tanıklar önünde tehdit edildi, gözaltına alındı. Ailesi, yerel ve ulusal tüm makamlara başvurdu. Ancak gözaltına alındığı inkar edildi. Akrabaları Abdullah Canan’ı ‘siz aldınız’ diyerek günlerce oturma eylemi yaptı. Bir köprünün altında menfezde elleri ve gözleri bağlı olarak bulundu.”

Vicdanım el vermiyor’

Yüksekova taburunda görev yapan Kahraman Bilgiç, Savcıya verdiği ifadede Canan’ın işkence ile sorgulandığını, tabur komutanı binbaşı Mehmet Emin Yurdakul’un talimatı ile öldürüldüğünü anlattı. Ocak şöyle devam etti: “Olay tarihinde Hakkari’de görev yapan albay Kamber Oğur, ‘vicdanım el vermiyor’ diyerek Abdullah Canan’ı Hakkari Dağ Komando Taburu’na ait revirde başı sarılı halde gördüğüne dair tanık sıfatıyla ifade verdi. Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada tanıkların ve ailenin ifadeleri yeterli bulunmadı. Sanıklar hakkında beraat kararı verildi. İç hukuktan sonuç alamayan Canan ailesi davayı AİHM’e taşıdı. AİHM 3’ncü Dairesi Türkiye’yi oy birliği ile mahkum etti. ”

Ocak son olarak şunları söyledi; “Abdullah Cananı gözaltına alanlar, işkence edenler, katledenler ve bedenini kaybetmek isteyenler belli. Meclis araştırma komisyonunda, AİHM’de isimleri yazılı. Canan’ı katledenler üzerinde koruma kalkanı kalkmalı ve yeniden yargılanmaları sağlanmalı.”

Babasının katillerine seslendi: yüzleşelim

Canan’ın oğlu Tayyup Canan, ise ‘gelin yüzleşelim’ çağrısı yaptı; “23 yıl önce babam Abdullah Canan Yüksekova’dan Hakkari’ye gitmek üzere evden ayrıldı. 23 kasım 1995 tarihinde köyümüz yakılıp yıkılıp talan edildi. Köyümüzü talan eden katil binbaşı Mehmet Emin Yurdakul komutasındaki askerleri köyümüzü talan ettiler. Katiller hakkında babam ve 7 köylü Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Ama ne yazık ki katiller yargılanmadı katiller korundu. Katilleri koruyan zihniyeti anlamıyorum. Bizler bu ülkede hak hukuk ve adalet mücadelemizden hiçbir zaman vazgeçmeyeceğiz. Babamı öldürdüler beni de öldürebilirler ama vazgeçmeyeceğiz. Çocuklarımız vazgeçmez.”

‘Yüreğimizi kapatamazlar…’

Tayyup Canan son olarak şöyle devam etti: “Galatasaray Meydanı’nı da kapatabilirler ama yüreğimizi kapatamazlar. Hak hukuk mücadelemiz devam edecek. Bu katiller eğer yerel mahkemenin vermiş olduğu beraat kararına güveniyorlarsa’ yürekli misiniz?’ diye soruyorum. Katil değilseniz yürekliyseniz ben size katil unvanını yakıştırıyorum. Yürekli iseniz Savcılıkta yüzleşelim. Gün gelecek bu hesabı vereceksiniz, gün gelecek yargılanacaksınız.”

Canan nasıl kaybedildi?

Hakkari Yüksekova’da yaşayan iş insanı Abdullah Canan 17 Ocak 1996 sabahı otomobiliyle Hakkâri’ye gitmek üzere evinden ayrıldı. Canan’ın cansız bedeni 21 Şubat Günü işkence görmüş, elleri, ayakları ve ağzı bağlı olarak bir menfezde bulunmuştu.

Gözaltına alındığı bugüne kadar inkâr edilen Abdullah Canan davasında iç hukukta tanıklara ve askeri personelin itiraflarına rağmen yargılanan sanıklar beraat etti. AİHM ise; “Abdullah Canan’ın gözaltında öldürüldüğü mahkememizce saptanmıştır.” tespitinde bulundu ve oy birliğiyle Türkiye’yi mahkûm etti.

gazetepatika8.com

Share

Sancı Dergisi Yazı Kurulu üyesi Duygu Kıt’dan mektup var

Geçtiğimiz Kasım ayında SMF İstanbul örgütlülüğüne yapılan siyasi operasyonda gözaltına alınıp tutuklanan Sancı Kültür Sanat Edebiyat Dergisi Yazı Kurulu üyesi Duygu Kıt gazetemize mektup yolladı.

Mektup şöyle:

B -6’dan selamlar

Gün başlıyor kente. Aydınlık emeğin kirpiklerinde titriyor önce. Binlerce evden Yenigün’ün ılıklığı yayılıyor. Ne kadar saklanmak istense de bizim ‘unutma bahçemiz’ olan havalandırmaya düşüyor ışık dans ederek. Kumruların yuva yapacağı pencere önlerini, saçak atlılarını temizleyen, yeryüzünün bütün kötülüklerini, küresel karanlığı her gün adımlarıyla yuvarlayan, şeffaflığı ince ince duvarlara asan kadınlar da uyanıyor.

Haklarında her türlü hikayelerin anlatıldığı işçilerin, köylülerin, avarelerin, çocukların, su yorumcularının, hayal gücü iktidara diyenlerin de uyandığı gibi.

Hayallerini, inadını ta Kaf Dağı’ndan buralara kadar uçurup terini sarayların zulmünde, Yusuf’un kör kuyusunda parçalayan Hiyem ve Zeyno duvarların harcına, mazgalın demirine yerleştiriyorlar kendilerini.

Karayel’in soğuğunu ve gücünü ellerinde saklayıp, yazın buz gibi sularına ılıklığına, geyiklerin gözlerine tanıklık eden Elif ve Xece geliyor sonra. Güngörmüş bilgeliğiyle savaş cephelerinde direnişi ve sanatı duygunun ve inancın en sade, en güçlü haliyle anlatan Zuhal ve Serpil selamlıyor sonra bizi. Nemrud’un ateşini gelincik tarlasına çevireceklerine dair inancı her sabah kattığımıza katan Hülya ve Eylem de burda.

Sonra her voltada turnaların kanadında süzülen, karanlıklarda saklanılacak bir karı yeri tutan Esra ve Yelda, Şahmaran’ın cennet köşesinden bize bakıp hayal uzatan Benazir ve Berivan, Kıraç tarlalara can suyu olan görüntüleri cam gözlerine kilitleyen Hatice ve Ezgi, Duvarın öte yanına devrilmiş ayrı ve yıldızları kumruların kanatlarına saklayan, gün ağardığında bu şöleni koğuşa taşıyan Arzu ve Benay, Her akşam üç insan boyundaki duvardan mavi kuş’ları gören, ıssız dağlardan, güneşli baharlardan, yokluktan gelen, inanmanın şarkısını söyleyen Dilek ve Özlem, İçine kapanmaya, düzene konmaya karşı ufukları seçmeye, göğe, cine talip Pınar ve İsminaz, Güneşin doğuşunu görmeye yazgılılardan yüzyıllık güzellikleriyle Canan ve Gönül, Başakların aynı yönde savrulduğu kırlardan gelen, eski dostlarla kucaklaşır gibi zamana başkaldıran Semiha ve Gonca, Yusuf ile Züleyha’nın, Kerem ile Aslı’nın hikayesini gerçek yapmak için görevli Didar ve Gamze de buradalar. Bulutlara, sabahın güneşine, kedilerine, küpe çiçeklerine, dost olan, hastalığına, ölüme, acıya, patrona, arabuluculara kök söktüren kadınlar buluşmuş B-6’da.

Dışarıda muhtacız/muhtaçtım göğe, denize, düşe. Hiç gitmediğim kentlerden, yollardan geçiyorum burada. Her gün bir pencere kumruyla konuşuyor. Kara ebemkuşağının uçarılığına boyun eğiyor, dar zamanları beğenmiyor vakit. Düşünmeye, sevmeye, biriktirmeye, konuşmaya, birbirimizin içine dünya kurmaya, arada hüzünlenmeye değer veriyor B-6. Zorbalık kapıların ardında elbet. Küçük havalandırmamız da henüz fazla gelişmemiş bir ahlat ağacımız karşı koğuşun pencerelerine uzanıyor Rüzgar, bulutlar ve yağmurlar ise bizim ahengimize uygun acele bir yürüyüşte. Ada vapurlarıyla sonbaharı uğurluyoruz yavaş yavaş. Peki, ben B-6’ya nasıl geldim. Kasım’ın 29’unda dalga olan kucaklara atlayarak. Arama için arkamdan seslenen gardiyanları heyecandan duymayarak, 29 kadına sığınarak.. Hepinize bolca sevgiler, selamlar.

Duygu Kıt

gazetepatika8.com

Share

Katili babası çıktı

Keşan’da öldürüldükten sonra parçalara ayrılmış vücudu ormanlık alanda bulunan Didem Uslu’nun katili babası çıktı. Gözaltına alınan baba Hasan Uslu, sorgusunda suçunu itiraf etti.

Edirne’nin Keşan ilçesinde ormanlık alanda kesik kolu ve diğer vücut parçaları bulunan Didem Uslu’yu dönerci ustası olan babası Hasan Uslu’nun öldürdüğü ortaya çıktı. Polis ekiplerince genç kızın annesi Satı ve babası Hasan Uslu gözaltına alındı.

Edirne’nin Keşan ilçesinde 9 Ocak günü ormanlık alanda kozalak toplamaya giden bir kişi tarafından gazete kağıdına sarılmış kesik insan kolu bulundu. Haber verilmesi üzerine Edirne Emniyet Müdürlüğü’na bağlı Cinayet Büro ekipleri tarafından yapılan parmak izi incelemesinde, omuz hizasından kesildiği belirlenen sol kolun, Didem Uslu isimli kadına ait olduğu belirlendi.

Bu bilgiyle yola çıkan polis ekipleri, Uslu ailesinin oturduğu evde yapılan aramada kan izlerine rastlanması üzerine baba Hasan, anne Satı ile İstanbul’da oturduğu belirlenen kız kardeşi Özlem Uslu’yu gözaltına aldı.

Baba Hasan Uslu, yapılan sorgusunda suçunu itiraf etti. Soruşturma kapsamında ormanlık alana götürülen baba Uslu, kızına ait parçaların yerlerini tek tek gösterdi.

Didem Uslu’nun kız kardeşi serbest bırakılırken, anne Satı ve baba Hasan Uslu, Keşan İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde işlemlerinin ardından sağlık kontrolünden geçirilerek Keşan Adliyesi’ne sevk edildi.

gazetepatika8.com

Share

İstanbul avcılar’da kadın cinayeti

İstanbul’un Avcılar ilçesinde bir evde baza içine saklanmış kadın cenazesi bulundu. Binada bulunan komşuların ağır kokudan rahatsız olması sonucu dairenin kapısını çalmasıyla yanıt verilmeyince polise haber verildi.

Gelen ekipler, evi birkaç ay önce kiralayan emlak bürosundaki görevli ile bağlantı kurarak araştırmaya başladı. Savcılığa haber verilmesi ardından içeri giren Avcılar Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube ekipleri, ağır kokunun bazadan geldiğini anladı. Açılan bazada bir kadının çürümeye başlayan cenazesiyle karşılaşıldı.

Evde kavga veya boğuşma izleri bulunmazken, cenazede ilk tespitlerde herhangi kesici veya delici silah izine rastlanmadı. Kadının evde öldürüldüğü veya cenazenin başka bir yerden buraya getirilerek saklandığı gibi olasılıklar da değerlendirilirken, cenazenin çıkarabilmesi için İstanbul Büyükşehir Belediyesi itfaiyesine haber verildi.

Yabancı uyruklu olduğu belirtilen kadının cenazesi otopsi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu’na götürüldü.

Olayla ilgili başlatılan soruşturma kapsamında 3 kişinin ifadesine başvurulduğu, evi kiralayan kişinin bulunması için çalışmaların sürdüğü öğrenildi.

gazetepatika8.com

Share

Sakine, Fidan, Leyla devrimci Kürt kadını kimlikleriyle özgürlüğe çağrı meşalesidir!

Onların anısını, birleşik öfkeye dönüştürecek olan, 12 Ocak merkezi Paris yürüyüşüne katıl, faşizm’den hesap sor!

ADHK (10-01-2019) Fransa’da Kürt ulusal hareketine mensup 3 yiğit yurtsever devrimci kadın Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez’lerin hunharca katledilişlerinin altıncı yılında saygıyla anıyoruz.

Onların, NATO organizatörlüğünde faşist Türk devleti çeteleri aracılığıyla kalleşçe katledilmesinin 6. Yıldönümünde;

Başta, Türkiye ve Kuzey Kürdistan olmak üzere, emperyalist Dünya’nın dört bir yanında kadını kıyımdan geçiren, burjuva-feodal “modern” erkek egemen anlayışın, cinsiyetçi saldırılarına karşı durmak için..

Türkiye Kuzey Kürdistan Hapishanelerinde, tecrit ve hak gasplarına karşı başlatılan Ölüm Orucu ve Açlık Grevi direnişinin sembolü Leyla Güven şahsında Türk Faşist Diktatörlüğüne karşı kenetlenmek için,

Fransız emperyalizminin, yerli ve göçmen emekçilere karşı küstah Macron hükümetinin pervasız saldırılarına karşı, sokakları zapt etmeye devam eden Sarı Yelek Halk Hareketinin öfkesini SAKİNE, Fidan ve Leyla şahsında selamlamak için..

Dünya devrim tarihinde Sakinelere uzanan direniş çizgisinde Kadının tarihsel rolünü sahiplenen bir siper yoldaşlığının, günümüze miras olarak bıraktığı; VARDIK, VARIZ, VAROLACAĞIZ bilincini hep birlikte kuşanıp, ortak düşmanlarımıza meydan okumak için,

Sesimizi duyan tüm duyarlı dostlarımızı, 12 Ocak Cumartesi günü, Paris Gare Du Nord’da, saat 10:30’da başlayacak olan merkezi yürüyüşe katılmaya davet ediyoruz.

– Soreşgeran Namırın!

– Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez Ölümsüzdür!

– Kahrolsun Faşizm! Yaşasın Devrimci Dayanışma!

Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK)

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH)

Sosyalist Gençlik Hareketi (SYM)

Share

Devrimci, halkçı belediyeleri büyütelim geliştirelim ilerletelim!

Share

”Başka Bir Dünya Mümkündür” ısrarımızı durduramayacaksınız!

Dünya halklarının birinci derecede tehdit eden emperyalist saldırganlık sömürdüğü ülkelerdeki vahşetini artırırken; kendi içinde de hak gasplarına devam ediyor. Burjuva demokrasisinin “Sosyal Devlet” maskesi tek tek düşüyor.

Işçi sınıfına bir lütuf gibi sunduğu sosyal haklar yeniden elinden alınmak isteniyor.

Değilmi ki bütün dünya halklarının gözleri önünde; erk-egemen sistemin sosyal devletleri;  içeride işçi sınıfının emekleri üzerinden yükselirken, dışarıda da sömürge ve yarı sömürge  ülkeleri parçalayarak, yeniden pazarlayarak halkların yaşamını talana çevirerek gerçekleşiyor.

Işte bu nedenle;  Paris Komünü ve Sosyalist Bloğun üzerinden yıllar geçsede, kapitalizm; yoksulluk ve savaşlar, ücretlerin düşüklüğü, yükselen vergiler ve her gün artan zamlarla hepimizin hayatını ekonomik ve sosyal imkansızlıklarla sınırlamakta ve yönetmektedir.  Buna ragmen eşit, adil ve özgür yaşamı temsil eden  sosyalizmin değeri ve asırlardır yok sayılan kadınların varolma mücadelesi her geçen gün daha büyük önem kazanmaktadır.

Kurumuş bozkırı tek bir kıvılcımın tutuşturması gibi;  zam ve vergi adı altındaki sömürüye karşı öğrencilerden emeklilere kadar “Sarı Yelekliler” hareketi birçok ülkede emperyalizme karşı direnişi sürdürüyor. Kadınlar, en az iki kat daha fazla maruz kaldıkları sömürü ve baskıya karşı hiç durmayan mücadeleleri bugün yükselen “Mor Dalga” hareketiyle toplumsal bir direnişi örgütlüyor. Insan olarak doğup kadın oldurarak emeği ve bedeni üzerindeki sömürünün, baskının, taciz ve tecavüz gibi her türden şiddete uğramaya karşı “Me To” diyerek hem isyan bayrağını çekip hemde yeni bir dünya yaratmanın mevzilerini oluşturmaktadırlar.

Emperyalist haydutların baskıları, sömürüleri ve savaşları varsa; ezilen halkların da başkaldırıları,  direnişleri ve isyanları vardır.

Tarih onların saldırılarını yazdığı kadar; isyan eden direnen halkların tarihini de yazmıştır.

Bu doğrultuda; yeniyi yaratma felsefesini, düşünmeyi ve üretmeyi bir yaşam  biçimine dönüştüren ve bunu devrimle pratikleştiren sosyalizmin sembolleri: LENİN -LİEBKNECHT-LUXEMBOURG  bugün bize daha büyük ve daha güçlü ışık tutmaktadır. Katledilişinin 100.yılında  Rosa’nın çağrısı yeniden Avrupa sokaklarında yankısını buluyor; “Ya Sosyalizm, Ya Barbarlık!”

Bu coşku ve kararlılıkla;  Avrupa Demokratik Kadın Hareketi olarak, tüm halkımızı Almanya’nın Berlin şehrinde 13 Ocakta  LENİN -LİEBKNECHT-LUXEMBOURG  yürüyüşünde buluşmaya çağırıyoruz.

 

—KAHROLSUN EMPERYALIZM, YAŞASIN HALKLARIN KARDESLİĞİ! !!

—YAŞASIN ENTERNASYONALIZM!

—YAŞASIN SOSYALİZM!

ADKH 11.DÖNEM

Share

2018’de Kadın Hareketlerinde On Önemli An

Küresel Kadın Fonu(Global Fund for Women), 2018’de kadın hareketlerinin dünya çapında güçlü yöntemlerle politikaları, uygulamaları ve tartışmaları etkilediğini belirterek kadının insan hakları, cinsiyetler arası adalet ve eşitlik için önemli olayları değerlendirdi.

Listede sıralanan kazanımların dünya çapında kadın hareketinin gücünü örneklediğinin ve bu ruhu 2019’a taşımak için ilham verici olduğunun altı çizildi.

1-Kadının insan hakları savunucuları adalet için çalışmaya devam ediyor

2018’de pek çok ülkede kadın hak savunucularına şiddet ve baskılar sürdü. Mart’ta Brezilya’da 38 yaşındaki Afro-Brezilyalı politikacı ve LGBTQI+ aktivisti Marielle Franco, Ukrayna’da ülkenin önde gelen aktivistlerinden Katerina Gandzyuk öldürüldü. Ancak hak savunucularına karşı artan saldırılara rağmen 2018’de hem çalışmalar yoğunlaştı hem de düşünce ve eylem üretmek ve başarıları kutlamak için kolektif alanlar oluşturuldu.

Arjantin’deki kürtaj hakkı mücadelesi

2- Kürtaj hakkında politika, toplumsal norm ve kamuoyu değiştiriliyor

ABD dahil pek çok ülkede kürtaj haklarını kısıtlama ve geri alma çabaları olsa da dünya çapında ilerleme kaydedildi. Önceden kürtajın tamamen yasak olduğu Şili ve İrlanda’da kürtaj yasallaştırıldı. Arjantin’de on yıllarca süren çalışmalar sonucu kürtaj hakları yasa tasarısı sunuldu. Yasa tasarısı senato tarafından reddedilse de ülkede daha önce görülmemiş bir halk desteği gördü.

3- İklim değişikliğinin çerçevesi değiştiriliyor

2018’de iklim değişikliği üzerinde çalışan ve yerel topluluklarının ihtiyaçlarını dile getiren kadın grupları arttı. Örneğin çevre konularında kadınların liderliğini destekleyen Hindistan Kadın Kolektifi(Women’s Collectivein India) gıda güvencesi sağlamak için kadın çiftçilerle çalıştı. Kuzey Uganda’da Kadınlar ve Kırsal Gelişim Ağı (Women and Rural Development Network) sürdürülebilir tarım uygulamalarına başladı. İklim değişikliği çerçevesinde cinsiyet eşitsizliğini “İklim Adaletinde Kadınların Rolü” başlıklı kitabı bu yıl yayınlanan eski İrlanda Başkanı Mary Robinson gibi liderler de gündeme taşıdı.

İklim değişikliği ile mücadelede kadınlar genel olarak karar mekanizmalarının dışında bırakıldığı halde iklim değişikliğinin en ağır sonuçları ile kadınların yüzleştiği fark edildi: Kasırga ve su baskınları sonucu yer değiştirmek zorunda kalanların çoğu kadın ve tüm dünyada kuraklık, su baskınları ve aşırı sıcaklıklardan olumsuz etkilenen besin kaynakları üretiminin yüzde 80’e yakınını kadınlar gerçekleştiriyor.

Ergen kız çocukları için mücadele arttı

4-İktidar ve yönetimde kız çocukları ve genç kadınların gücünün farkına varılıyor

Kız çocukları ve genç kadınlar yeni ve heyecan verici yöntemlerle olumlu değişiklikler için harekete geçiyor. 2018’de kadının insan hakları alanında ilerleme kaydeden genç liderler öne çıktı. Jenerasyonlar arası ve hareketler arası alışverişler yeni hareketlerin oluşmasına alan tanıdı.

MamaCash ve FRIDA örgütlerinin yakın zamanda yayımladıkları araştırmaya göre kız çocukları ve genç kadınların liderlik yaptığı hareketler önemli bir güce sahip. Küresel Kadın Fonu ise kız çocuklarının yönettiği hareketleri desteklemek üzere Ergen Kızlar Fonu’nu (Adolescent Girls Fund) kurdu.

Bir Eksik Olmayacağız hareketi de listede

5- Kadına ve kız çocuklarına şiddet suçları işleyen faillerden hesap soruluyor

Bu yıl dünyada cinsiyete bağlı şiddete karşı mücadeleler sürdü. Mayıs’ta Uruguay’da ilk kez bir sanık “kadın cinayeti”nden hüküm giydi. Kadın cinayeti ülkede 2017’nin Ekim ayında yasal olarak insan öldürme suçundan farklı, nefret suçu gibi özel koşullar göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi gereken bir suç sayılmıştı.

Filistin’de pek çok feminist grup kadın cinayetlerine karşı sessizlik ve cezasızlığa karşı harekete geçti. İsrail’de Yahudi ve Filistinli kadınlar Aralık’ta 16 yaşındaki Yara Ayoub’un ve 13 yaşındaki Silvana Tsegai’nin öldürülmesine karşı öfkelerini dile getirmek için grev yaptı. Arjantin’de başlayan ve Güney Amerika’ya yayılan, erkek şiddetine karşı mücadele eden Bir Eksik Olmayacağız (Ni Una Menos) hareketi eylemlerini sürdürdü.

6- İnsani yardımlara feminist bir odak getiriliyor

Bu yıl dünya çapında cinsiyet eşitliği çalışmalarına 300 milyon dolardan fazla bütçe ayıran Kanada Hükümeti gibi büyük fon sağlayıcılar feminist bir odağı olan yardım projeleri yürüttü. İnsani yardımların feminist bir yaklaşımla yürütülmesi dünyada önemli kazanımları destekliyor.

7- Cinsel şiddetin savaş silahı olarak kullanıldığı tanındı

Nobel Barış Ödülü’nün kazananları bu yıl Kongo’da şiddet gören kadınlarla çalışan Dr. Denis Mukwege ve IŞİD’in cinsel şiddetine ışık tutan Ezidi aktivist Nadia Murad oldu. Ödülün Mukwege ve Murad’a verilmesi cinsel şiddetin savaş silahı olarak kullanılması sorununa dikkat çekti.

İşbirliği arttı

8- Kesişimselliğe ışık tutuldu

Kadın hareketleri artan baskılara karşı en güçlü cevabı vermek için strateji geliştirirken gittikçe daha çok örgüt, grup ve lider hareketler arası örgütlenmenin gücünü tanımaya başladı. Kesişimselliğin odağa alınması sonucunda çeşitli konularda uzmanlaşan toplumsal adalet örgütleri arasındaki işbirliği, tartışma ve iletişim sonucunda toplumsal hareketler güçlendi.

Sanat aktivizim için 

9- Hükümetler aktivistleri bastırdığında kadın hareketleri yaratıcılıklarını konuşturdu

Orda Doğu’dan Güney Amerika’ya baskıcı hükümetler politikalarına ters düşen hak savunucularını kısıtlamak, tehdit etmek ve yok etmek için çalışıyor. Risklere rağmen kadın örgütleri yaratıcı toplanma, çalışma ve strateji yöntemleri geliştirdi. Acil Eylem Fonu (Urgent Action Fund)raporuna göre gruplar sosyal medya ve diğer teknolojileri kullanarak yeni fon kanalları yaratıyor ve yasal kısıtlamaları deliyor. Sanat aracılığıyla aktivizm de baskılara meydan okumak için kullanılıyor.

10- Direniş devam ediyor

Dünyada pek çok ülkede kadına şiddet, kadına şiddete cezasızlık, ücret eşitsizliği gibi sorunlar bu yıl da devam etti ve kadının insan hakları pek çok açıdan tehdit edildi. Ancak kadının insan haklarına getirilmeye çalışılan kısıtlamalara karşı direniş de tüm gücüyle devam ediyor.

gazetepatika8.com

Share

Türkiye, kadın-erkek eşitliğinde 149 ülke arasında 130’ncu sırada

Dünya Ekonomik Forumu’nun açıkladığı 2018 Cinsiyet Eşitliği Raporu’na göre Türkiye, kadın-erkek eşitliği konusunda 149 ülke arasında 130’ncu sırada yer aldı. Rapordaki verilere göre kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması için 108 yıl geçmesi gerekiyor.

Dünya Ekonomik Forumu, 149 ülkedeki eğitim, sağlık, siyaset ve iş hayatını inceleyerek oluşturduğu 2018 Cinsiyet Eşitliği Raporu’nu açıkladı. Buna göre cinsiyet eşitliğinde İzlanda, Norveç, İsveç, Finlandiya, Nikaragua ve Ruanda ilk sıralarda yer alırken, listenin son dört basamağında Suriye, Irak, Pakistan ve Yemen bulunuyor. Rapora göre; cinsiyet eşitliğinin yüzde 62,8 oranında sağlandığı Türkiye, 149 ülke arasında 130’uncu sırada.

Türkiye’de iş hayatına katılım da düşük

Türkiye iş hayatına katılım ve fırsat eşitliği alanında 131’inci, eğitim alanında 106’ncı, sağlık alanında 67’inci, siyasete katılım alanında ise 113’üncü sırada yer alıyor. Yine rapordaki verilere göre Batı Avrupa ortalama yüzde 75,8 ile cinsiyet eşitliğinin en yüksek olduğu bölge. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ise yüzde 60,2 ile cinsiyet eşitliği konusunda en geride yer alan bölgeler.

‘Eşit haklar için 108 yıl geçmesi gerekiyor’

Rapora göre kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması için 108 yıl, erkeklerle eşit ücrete sahip olması için de 202 yıl geçmesi gerekiyor. Rapor, dünya çapında cinsiyet eşitliği alanında ilerlemenin yavaşladığını hatta bazı alanlarda kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizliğin arttığını ortaya koyuyor. Cinsiyet eşitsizliğin artış gösterdiği alanlardan bazıları da sağlık ve eğitim olarak belirtildi.

İş hayatına katılım konusunda kadınların oranının azaldığına da vurgu yapılan raporda, “tedirgin edici gelişme” olarak nitelendirilerek en önemli gerekçenin de otomasyonun geleneksel olarak kadınların daha çok çalıştığı alanlarda yayılması olarak gösterildi. Buna bağlı olarak da matematik, bilişim, teknik ve fen bilimleri dallarında beceri ve bilgi gerektiren ve gelişmekte olan alanlarda kadınların yeterince temsil edilmediği kaydedildi.

Raporda ayrıca; dünya çapında çocuk ve yaşlılara bakım hizmetlerinin yeterince gelişmiş olmaması kadınların çalışma hayatına geri dönüşünü frenleyen ve engelleyen etkenler olarak sayıldı.

gazetepatika8.com

Share