ADKH Fribourg’da Panel gerçekleştirdi

 

2 Aralık Pazar günü İsviçre’nin Fribourg şehrinde Avrupa Demokratik Kadın Hareketi tarafından bir panel düzenlendi.

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin siyasal  kampanyası doğrultusunda ve 25 kasım Uluslararası Kadına yönelik şiddete karşı mücadele günü vesilesiyle gerçekleşen panelde,  başta kadın direnişçiler olmak üzere, Devrim ve Demokrasi mücadelesinde ölümsüzleşenlerin anısına saygı duruşuyla başladı.

Yapılan sunumda Emek sömürüsünün kadın özgülünde nasıl  uygulandığı detaylı ele alınırken aynı zamanda şiddet olgusu ve şidettin çeşitleri üzerinde de duruldu.

Ayrıca Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da AKP tek dikta rejim iktidarının, ülkeyi ekonomik siyasi olarak  nasıl büyük bir krize sürüklediği ve dindar bir nesil yetiştirmek istediği vurgulanırken, katımlımcılar tarafından da  ülkenin gidişatından büyük kaygı duyulduğu dile getirildi. Katılımcıların soruları ve karşılıklı tartışmalarla Panel canlı bir şekilde  devam etti.

Kadının özgülünde emek sömürüsünün, şiddetin ve kadına yönelik her türlü  baskının ancak doğru mücadele yöntemleriyle ve doğru mücadele alanlarında örgütlenerek  bütün bu sorunları çözüleceği, başka çözümün mümkün olmayacağı vurgusu yapılarak Panel sona erdi. 

Share

Kadın işsizliği 2 milyon 896 bine ulaştı

Raporda kadın emekçilerin yaşadığı sorunlar, işsizlik, kayıt dışı çalışma, iş cinayetleri gibi sorunlara ilişkin veriler de paylaşıldı. Raporda kadın emekçilerin yaşadığı sorunlar, işsizlik, kayıt dışı çalışma, iş cinayetleri gibi sorunlara ilişkin veriler de paylaşıldı.

AKP’nin kadın politikalarının kadınları eve hapsettiğini belirten Bingöl, ayrıştıran ve eşitlikçi olmayan tüm politikalara rağmen bugün kadınların hakları için mücadele etmeye devam ettiğini kaydetti. Bingöl, Flormar’da sendikalı oldukları için işten atılan kadınların kararlılıkla sürdürdüğü direnişe de dikkat çekti. Rapora göre;

İstihdamdaki kadınların yüzde 43’ü kayıt dışı çalıştırılıyor.

Çalışan kadınların yüzde 34’ü, haftalık 45 saatin üzerinde çalıştırılıyor.

Yüz yüze oldukları bunca hak ihlaline rağmen kadınların sadece yüzde 8,1’i sendikalı. Üstelik kayıt dışı istihdam da dikkate alındığında, kadın işçilerin gerçek sendikalaşma oranı yüzde 6’lara kadar düşüyor.

Genç kadın işsizliği yüzde 26,4 ve tarım dışı kadın işsizliği yüzde 32,9’a yükselmiş durumda. Türkiye’de geniş tanımlı kadın işsizliği ise 2 milyon 896 bine ulaştı.

Son 5 yılda 722 kadın işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti.

www.gazetepatika8.com

Share

Hamburg 25 Kasım yürüyüşü

25 Kasım kadına karşı şiddete hayır mücadele gününde Hamburg ‘da kitlesel bir yürüş yapıldı. 12 kadın örgütünün düzenlediği yürüşe 450 kişi katıldı.(Gewalt gegen frauen hat viele gesichte widerstand auch…!) (kadına karşı şiddetin bir çok yüzü varsa, direnişi de vardır) ortak çağrısıyla yapılan ve yaklaşık iki saat süren yürüş, sloganlarla ve her kurumun kendi bildirisini okumasıyla son buldu.

Share

25 Kasım yürüyüşü/Innsbruck

24 Kasım /Innsbruck

25 Kasım Kadına karşı şiddetle mücadele günü kapsamında Avusturya/Innsbruck’da yapılan yürüyüşe 40 kadın örgütünden yaklaşık 400 kişi katıldı.ADKH aktivistlerinin de yer aldığı ve çoğunluğunu genç kadınların oluşturduğu yürüyüşte  “istediğimi giyerim, hayır hayırdır, dünyada kadın şiddetine son, hiçbir kadın illegal değildir!” ve özellikle dev tanga dövizleri  dikkat çekiciydi. Yaklaşık 2 saat süren eylem, oldukça canlı geçti.

Share

Stuttgart 25 Kasım Mitingi

Stuttgart/Cumartesi 24.11.2018

Çeşitli etnik toplumların kadın örgütleri “Frauenbündnis Stuttgart” platformu olarak “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Gününde”  enformasyon standlarıyla başlayan mitingde, İranlı kadınların, kadına yönelik şiddeti ve karşı durmayı konu alan tiyatro gösterisi çok beğeni aldı. Örgütlerin şiddette karşı kadın mücadelesini içeren konuşmalarıyla devam eden mitingin ardından 250 kişi  “Stop Sexismus(cinsiyetçi ayrımcılığı durdurun)” pankartının altında yürüyüşe geçti. Coşkulu geçen yürüyüş, Stuttgart merkezi olan Königstrasse’de açıklama ve sloganlar eşliğinde sona erdi.

Share

Moulhouse 25 Kasım Yürüyüşü

Fransa’nın Mulhouse şehrinde ADKH, Fransız Feministleri, CDIF kadın kurumu, Anti Kapitalistler ve Sosyalistlerin katılımıyla kitlesel bir yürüyüş gerçekleştirildi. Ortak açıklamada; şiddete son verilsin, göçmenlerin oturum sorunları çözülsün, sınırlar açılsın denilerek, ne kadar çok birlikteysek o kadar çok güçlüyüz denildi. Kadın dayanışmasını daha da güçlendirmek dileğiyle yürūyüşe son verildi.

Share

Viyana’da Kadınlar 25 Kasım’da alanlardaydılar!

25 Kasım Siddete karşı mücadele gününde kadınlar yine alanlardaydı.

Avusturya’nın başkenti  Viyana’da aralarında ADKH’nında olduğu kadın kurumlarıyla biraraya gelerek ortak yürüyüş düzenlendi.  Yürüyüşte yapılan konuşmalarda Avusturya’da son bir yılda 32 kadın katledildiği ve yüzlerce kadınınsa erkeğin şiddetine maruz kaldığı açıklandı. Son olarak 15. Viyana bölgesinde bir erkek tarafından katledilen kadının anısına bu yıl 25 Kasım yürüyüşü burada gerçekleşti.  Yürüyüşteki konuşmalarda kadın dayanışmasının önemine vurgular yapılarak Mücadeleyi Yükseltme çağrılar yapıldı. ADKH adına çıkartılan Almanca bildiri toplanma alanında okunduktan sonra Türkçe ve Almanca çıkarılan bildiriler yürüyüş güzergahı boyunca dağıtıldı. Yürüyüş diğer Kadın Kurumlarının konuşmalarıyla sonlandırıldı.

ADHK Viyana 25 kasım.

Share

Emeğimizin Gaspı Hayatımızın Gaspıdır

EMEĞİMİZİN GASPI HAYATIMIZIN GASPIDIR!

 

 

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin başlatmış olduğu kadının emeğinin hayatın her alanında gaspı ve kadın mücadelesinin örgütlenmesine dair kampanyası vesilesiyle bir panel düzenledi. Panel de Barış imzacısı sosyolog Latife Akyüz ve Kadın hareketi aktivistinin yapmış olduğu sunum canlı tartışmalara vasile oldu.

25 Kasım’ın tarihçesine vurgu yapılarak başlandı. “Diktatörlük dönemi aynı zamanda direniş dönemiydi diktatörlüğe karşı  organize edilen direniş başarısızlıkla sonuçlanır. Direnişçiler tutuklanır üç kız kardeş olan Mirabel kardeşlerin eşleri de tutuklanır. Mirabel kardeşler tutsakları ziyaret etmeleri Bir suikast sonucu öleceklerini bilmelerine rağmen diktatörlüğe karşı mücadele ederken diktatörlüğün askerleri tarafından tecavüz edilerek öldürülürler.Bu mücadele bir yıl sonra diktatörlüğün yıkılmasını sağlar.” Tarihsel süreci dünyadaki ve Türkiye’de şiddete karşı kadın hareketlerinin mücadelesi sonucu BM resmi kabul tarihinide özetleyen Sosyolog Akyüz, sunumuna “kadına yönelik şiddeti konuştuğumuzda ne kadar bireysel konuştuğumuzu görürüz. Aslında hiç de bireysel olmadığını, devletin, sistemin kendi eliyle politikalarıyla yükselttiği bir şey olduğunu görüyoruz. Bunun için kadına yönelik şiddetin nasıl bir devlet ve sistem politikası olduğunu konuşmak gerekiyor. Şiddetin farklı çeşitleri konuşulabilir. Ancak ben kadın emeğinin sömürülmesi sürecini konuşmak istiyorum. Özellikle 70’lerden sonra kapitalizmin yeniden kendini biçimlendirmesi sürecinden ele almakta fayda var. Kapitalizmin restore edildiği dönemlerdir bu süreç. Küreselleşme dediğimiz şeyin ilk adımı atılıyordu, sermayenin önündeki güçlü sınırları açma dönemidir. Aynı zamanda liberal politikaların uygulandığı dönemlerdir. Evimizin içine kadar tek tek bunun etkilerini gördük yaşadık. Nasıl okundu bu? Üretim sürecinin bölünmesi ve ucuz iş gücünün bulunduğu her yere gidiyordu bu politikalar.Daha az maliyetle ucuz iş gücü ile daha fazla kâr etmektir. Özellikle teknolojik alanda kadın emeğine ihtiyaç duyuluyor. Silikon vadisi buna örnektir.Esnek üretim ve güvensiz işler kadının iş piyasasına girmesi yüzde 25 30 arası geliştiğini görürüz. Ancak bu kadınların özgürleştiği anlamına gelmiyor. Çünkü bir de bizim için üretilen ev sorunu var. Kayıtsız çalıştığı, emeğinin sömürüldüğü bir yerde evde kalmayı tercih ediyor kadın. Düzenli iş alanı sunulmayınca dört duvar içindeki sömürü ve emek böylece daha da görünmez hale geliyor. Bütün bunları düşünerek ev içi emeğinin sınıf mücadelesinin bir parçası ve mücadele alanı olduğunu görmek zorundayız.”

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi aktivisti, kampanyanın amacını anlatarak şunları belirtti kadına yönelik şiddet daha çok fiziki Psikolojik şiddet, cinsel şiddet olarak öne çıkıyor.Kapitalizm de bugün Medya aracılığıyla  ‘bizim de sorunumuz biz de sahip çıkıyoruz,’ şiddete karşı çözüm mesajını veriyor.Temel sorunlardan biri olan ekonomik şiddet çok arka planda kalıyor. Görünmeyen bir bölümdür, neden görünmüyor? Bunu anlatacağız ve bunun için bir kampanya konusu olarak belirledik. Görünmeyen kadın emeğinin talanını görünür kılmak.

Özellikle Almanya’da ve  Avrupa ülkeleri başta olmak üzere üç noktada konuşulur kadın sorunu. Bir Avrupa vardır Asya Ortadoğu birde üçüncü dünya ülkeleri denilen Afrika ülkeleri vardır. Önce Afrika ülkeleri anlatılır orada kadın daha çok sömürülür, iş piyasasına dahil edilmez, evlerine kapatılmış şeklinde anlatılır. Avrupa’daki kadının bunlara göre daha az ezildiği vurgusu yapılır. Ve böylece Avrupa’daki sömürü görünmez kılınır.” Sunumuna ekonomik şiddetin kadını nasıl tahakküm altına aldığını psikolojik olarak zayıflattığını ve hangi biçimde sömürüldüğünü vurgulayarak, Kapitalizm de çok daha öne çıkan para mülkiyet ilişkisi kadının az gelirli olması sadece mutfak gideri” için çalışma koşuluna sahip olmak kadını ev içinde de yedek duruma düşürmesine neden oluyor. Kadına ancak part time işlerde çalışma koşulları sunulmakta. ”diyerek  yaşanan pratik örneklerle kadın emeğinin talanı ve yarattığı sonuçlar vurgulandı. Her iki kadın panelist, kadının bu durumu aşmak için, fark yaratmak için bilinçli, komünal anlayışla örgütlenmeli vurgusu ile bitirildi.

Share

Frankfurt’a Kadın Hareketleri 25 Kasım’da Sokaklardaydı

Frankfurtta Kadın Hareketleri 25 Kasımda Sokaklardaydı!

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma günü vesilesiyle dünyanın her yerinde yapılan kadın eylemlerinin  bir taneside  Frankfurt’ta kadın hareketleri tarafından gerçekleştirildi. Frankfurt kadın hareketlerinin  çağrısıyla Frankfurt merkezi garında bir arayaya gelen kadınlar, kadına yönelik her türlü şiddete karşı kadının sesini ve mücadelesini  haykırdılar. Aralarında ADKH’ın da bulunduğu kadın hareketleri toplanma alanı olan  Frtankfurt merkezi garında bir araya gelerek  burada yaptıkları kısa konuşmalardan sonra yürüyüşe geçti. Yol boyunca kadına yönelik her türlü şdideti teşhir eden kadınlar, daha sonra Frankfurt çarşı merkezinde miting olarak eylemi sürdürdü. Burada Amara Kürt Kadın Meclisleri, ADKH ve Yeni Kadın adına kitleye dönük konuşmalar yapıldıktan sonra eylem müzik ve halaylarla son buldu.

 

Share

Paris’de Mor Dalga

Paris’te Mor Dalga


“Aslan yüreklidir her kadınımız,
Kralla konuşmaya gittiğimizde
İzin vermez, saldırırlarsa bize
Biliriz yiğitçe karşı koymayı,
Yoktur erkeklerden farklı yanımız.”

1789 Devrim Şarkıları *

“Cinsel ve cinsiyetçi şiddete stop” çerçeve sloganıyla başlayan ve 30 bin dolayında göstericinin katıldığı 24 Kasım yürüyüşü, kadın-erkek komünarların kentine çok yakıştı.
Büyük Fransız ihtilalinin işaret fişeği sayılan Bastille zindanı baskının kadın savaşçılarından, 1871 Komünün
“Paris’in Savunulması ve Yaralılara Yardım İçin Kadınlar Birliği” gönüllülerine; Nazi işgaline karşı erkek yoldaşlarıyla omuz omuza direnen partizanlardan, 68’in yürekli kadınlarına kadar süregelen mücadelelerden günümüz Paris’ine bir kültür mirası kalmamış olamazdı.
“Hak/hukuk istiyoruz (gül değil)”, “Eteklerimiz kısa, düşüncelerimiz değil”
diyen Parisli kadınlar, karnaval renkliliği ve çoşkusuyla etkili bir tepki verdiler.

Paris gösterisi, “Kadının giyotine gitme hakkı varsa meclise girme hakkı da olmalıdır” diyen Olympe De Gouges’ten Simone de Beauvoir’a uzanan eşitlik ve özgürlük mücadelesinin boşa gitmediğini gösteriyordu.
Kadınların mücadele alanlarına çıkması, dünya gericiliğinin adeta şahlandığı, ırkçı-milliyetçi çıldırmanın yayıldığı mevcut durumda çok anlamlıydı.
Küresel ölçekte artan şiddet dilinin, yeni boğazlaşmaları haber veren kapitalist/emperyalist hegemonya
dalaşmasının Kadınlar için hangi trajik yıkımları ifade ettiği tarihsel deneylerden iyi biliniyor.
Kadınların sokakları fethetmeleri, dünya gericiliğinin, erkek egemen kapitalist cinnetin caydırıcı, temel dinamiklerinden biri olacaktır.
Paris’teki mor dalga, geleceğe dönük taşıdığı potansiyel itibariyle umut vericiydi.
“Erkekler kadınların kendileriyle alay etmelerinden korkarlar, kadınlar ise erkeklerin kendilerini öldüreceklerinden korkarlar” pankartı, sosyo-psikolojik bir derinliğe ve olguya işaret ediyordu.
24 Kasım günü Paris, sabahın erken saatlerinden başlayıp gece yarısına kadar devam eden “sarı yelekliler hareketi”yle de sarsılıyordu. Orada da vardı kadınlar…
Bütün Tv haber kanallarının dikkatinin bu direniş üzerinde olması, bir festival havasında geçen kadın yürüyüşünün görkemini etkiledi ama ortadan kaldırmadı.
Paris, 1789 büyük Fransız devriminden Sakine Cansız cinayetine kadar çok kadın canı da almıştı.
Ama 24 Kasım çoşkusu, geleceğe düştüğü not ile günahlarını da telafi eder gibiydi.

Share

Londra’da İntiarlar ve Çeteleşmeye karşı kitle toplantısı yapıldı

Son dönemlerde Türkiyeli ve Kürt toplumu içinde yeniden yaygınlaşan çeteleşme ve intihar olaylarına karşı çeşitli çalışmalar yapan Demokratik Güç Birliği Britanya bu kapsamda bir halk toplantısı gerçekleştirdi. Yapılan halk toplantısında intiara sürükleyen sebepler ve aile ve kurumlara düşen sorumlulukların yanısıra yerel yönetimlerin bu noktada yetersizliği üzerine sunum ve tartışmalar yapıldı. 

Etkinliğin ilk bölümünde DGB adına bir konuşma yapıldı. Yapılan konuşmada DGB temsilcisi “ Gençlik Gelecektir diyorsak gençlerimize sahip çıkmalıyız. Bu toplantı ile bu intiarların ve çeteleşmenin nedenleri nelerdir noktasında bilgi vermeye çalışacağız. Ortak çaba ile birbirimizden öğrenerek ileride yapacaklarımızı açığa çıkaracağız. Sevgiyi, dostluğu ve dayanışmayı güçlendirmek için çabalayacağız” diyerek konuşmasını sonlandırdı. 

Bir diğer konuşmacı İntiarların nedeni, nasıl anlaşılır ve ne yapmalıyız noktasında bir sunum gerçekleştirdi. Sunumda dünyada yılda bir milyon insanın intihar ettiğini yine bir ile on milyon insanın ise intihara teşebbüs ettiğini söyledi. İntiarların gençlik döneminde arttığını, umutsuzluk, çaresizlik gibi nedenlerin etken olduğunu bununla birlikte aileden ayrışma, duygusal ilişkinin bir şekilde bitmesi, sosyal izolasyon, sevgisizlik, cinsiyet, etnik kökenlerden dolayı aşırı baskı görmenin intiar riskini arttırdığını belirtti. 

Üçüncü konuşmacı olarak Britanya’da çalışma yapan Samaritans yardım kurum temsilcisi oldu. Temsilci bir yardım kurumu olduklarını intiar ve benzeri sorunlarda devreye girdiklerini konuşarak destek sunduklarını belirtti. Temsilci konuşmasının devamında önemli istatistiki bilgileri paylaştı. Bu bilgiler arasında öne çıkanlar şunlardı;

  • Britanya’da 86 dakikada bir kişi intiar ediyor. 
  • Erkeklerin intiar etme oranları kadınların üç katı
  • 2014’de trafik kazalarında ölen insan sayısı 1775 iken intiarlar sonucu ölen insan sayısı 6122
  • Genellikle 45-59 yaş erkekler buna teşebbüs etmekte

Kurum temsilcisi intiar etme gerekçelerinide açıklayarak bu konuda önemli olan doğru kuruma yönlendirmek aynı zamanda böyle bir eğilimi olduğunu bildiğiniz kişiyi sorgulamadan yargılamadan ve tavsiyelerde bulunmadan sadece dinlemenin önemli olduğunu ifade etti. 

Etkinliğin ikinci bölümünde bir workshop çalışması gerçekleştirildi. Yapılan çalışmada her kuruba 4 soru soruldu ve çıkan görüşler grup temsilcileri tarafından kitleyle paylaşıldı ve bu doğrultuda çıkan sonuçların Demokratik Güç Birliği tarafından değerlendirerek bundan sonrasında çalışmaların sürdürülmesine karar verildi. 

Toplantıda ayrıca 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele günü vesilesiyle DGB bir konuşma yaptı. 

Toplantıya Londra Belediyesi başkan yardımcısı, Londra/Enfield belediyesi lideri ve Londra/Haringay belediyesi Çocuk Servisi sorumlusuda katılarak kısa konuşmalar yaptılar. 

Share

Zürih’te 25 Kasım yürüyüşü

Isviçre’nin Zürih Kentinde 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şìddete karşı Mücadele günü vesilesiyle 24 Kasım Cumartesi günü ADKH`ninde  içinde yer aldığı, yüzlerce kadının katılımıyla kitlesel biyürüyüş gerçekleşti.

  

 Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin de içinde yer aldığı  İsviçre Kadın Hareketleri Platformu, Kürt Kadın Hareketi, Yeni Kadın, Sosyalist Kadın Birliği,  Özgür Kadınlar Platformu, Aufbau Frauenstruktur, FrauenLesbenKasama, Frauen Lora, Frauen Kafi in der RAF Kochareal gibi örgütlerinde katılım göstermiş olduğu eylem Schiffbau da  başlayıp Helvetia Platz ‘da sonlandırıldı. Yürüyüş programı içinde sloganlar eşliğinde yürüyen kitle, 8 ayrı noktada durarak her kadın hareketi kendi mesajını Almanca sundu.

 Bireylere, özelde de kadınlara ve çocuklara karşı uygulanan sistematik ve akut şiddetin, ekonomik, psikolojik, cinsel, fiziksel yıkımları ile tüm toplumlardaki en büyük sorunlardan biri olduğu, Kadına yönelik şiddetin bazen ev içindeki erkek -baba-ağabey-eş-sevgili tarafından; bazen kışkırtıcı giyindiği gerekçe gösterilerek, sokaktan geçen herhangi bir erkek tarafından pervasızca uygulandığı,Özelde kadına, genelde tüm ötekileştirilen canlılara uygulanan her türlü şiddete karşı, örgütlü gücü yükseltmenin öneminin vurgulandığı çağrı Almanca okundu  

 Sistematik şiddeti, örgütlü gücümüz ile yok edelim!

Kadına şiddete son!

Özgürlük mücadelesi kadın mücadelesine giden yoldan geçer!

Ötekileştirilenlerin sesi olalım!  

 Sloganları, türkü ve halaylar  eşliğinde eylem sonlandırıldı.

Share

Kadınlar Paris sokaklarını zaptettiler

Bugün kadınlar Paris sokaklarını zaptettiler

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nde  kadınlar alanlardaydı. Paris’de düzenlenen 25 Kasım yürüşünde Opéra meydanında  buluşan  kadınlar, saat 14.00 binlerce  kadının katılımıyla yürüşe geçtiler. “Hepimiz” (NousToutes) hareketinin çağrısı üzerine binlerce kişi kadına yönelik şiddete karşı sokağa döküldü. Yürüş boyuca sloganlar atıldı.
Her yıl kadına taciz, tecavüz, şiddet artarken yasaların caydırıcı olmadığı vurgusu yapıldı.
Çarpıcı sloganlar içeren pankartlar taşındı.
Bitiş yeri olan Republique Meydanı’nda yapılan konuşmalarla eylem sonlandırıldı.

Share

Women of the world, unite to end violence against women!

The statement no.1

In commemoration of the international day of struggle against violence against women

Women of the world, unite to end violence against women!

The extent of violence against women in the world has been brutally increased. From the trade of young women and girls in the Western and other countries for forced prostitution and pornography, to rape, insult and humiliation, honour killing, from forced marriage, harassment in the streets and the workplace, women’s stoning for love, to endangering the lives of millions of women by illegal abortion and beating in their homes by men…; there is an interconnected chain of state, social and domestic oppression of women. It is the dominant imperialist system that imposes such brutal violence against women. Without degrading women, the practical and ideological support of man’s superiority over woman and organising the widest form of violence in various spheres of economic, social and domestic, this system which is based on the oppression and exploitation, will not survive. All the forms of state, social, and domestic violence against women, are tools for the continuation and strengthening of the power relations and the obedience to men, and are one of the most blatant manifestations of the authority of patriarchal class system in today’s world. But at the same time that violence against women has become global, women’s resistance and struggle have become more globally widespread.

Nearly 40 years ago, the new government of the Islamic Republic regime in Iran, by Khomeini’s order of compulsory Hijab, told women that it was based on discrimination, widespread violence and women’s repression and subordination. Forcing hijab was the first step to force other anti-women laws based on Islamic Sharia, and since then, there has been an unbridled violence to deepen women’s subjugation. By announcing a war on women with forced hijab, tens of thousands of women, in five days of continuous uprising and with the slogan “women’s freedom, is the scale of society’s freedom”; founded the new women’s movement. Over the past 40 years, women individually and collectively, consciously and spontaneously, have continued the struggle and resistance against organized government violence, in various forms, with “bad hijab” with seeking to obtain the right to divorce, custody and …

In recent months, on the basis of the objective conditions that led to the rise and struggle of the masses in lower class of society against the whole regime in Iran, the struggle against compulsory hijab, which started by Vida Movahed waving her headscarf on stick and spread quickly throughout the country, is having a new and protesting dimensions. Progressive and rebellious women will abolish the law of forced hijab by their own. This form of struggle shows that law is written and executed by the oppressed. This struggle has the potential to be organized and advance toward the goal of serving a revolution that breaks down the foundations of the anti-women Islamic regime of Iran and its imperialist supporters, and releases the energy of millions of women into building a new society in which women are emancipated.

  • The campaign to fight violence against women in Iran, which started two years ago, plans to organise a three-day march on the occasion of International Women’s Day (2019) in three European countries in the following cities: Hamburg (March 6th), Amsterdam (March 7th) and Brussels (March 8th); to celebrate the 40th anniversary of women’s uprising against forced hijab in Iran, and to reflect the voice of millions of women in Iran against forced hijab, in solidarity with the recent struggles.

We call on all revolutionary and progressive activists, forces and organizations to participate in the successful advancement of this revolutionary march and support it in any possible way in solidarity with women’s struggles against forced hijab as the core centre of state violence against women in Iran.

 

Campaign to fight state, social and domestic violence against women in Iran

November 2018

 

www.kaarzaar.com

karzar.zanan.2016@gmail.com

www.facebook.com/kaarzaar

https://twitter.com/kaarzaar

https://t.me/kaarzaar

Share

CİMER: ‘‘18 ayda 21 bin 957 çocuk hamile olarak kayıtlara geçti’’

İstanbul Küçükçekmece’deki Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 18 yaş altı gebeliklerin adli makamlara bildirilmemesi skandalının ortaya çıkması üzerine konuyu çeşitli soru ve Meclis araştırma önergeleri ile Meclis gündemine taşıyan CHP’li Şeker, resmi verilere göre 18 ayda 21 bin 957 çocuğun gebe olarak hastanelerde kayıt altına alındığını açıkladı.

Araştırma önergesi reddedilen, soru önergesine cevap verilmeyen Şeker’in bilgi edinme başvurusuna CİMER’den verilen yanıta göre, 2017 yılı genelinde ve 2018 yılının ilk 6 ayı içerisinde, yani toplamda 18 aylık bir süre zarfında, her gün 40’dan fazla çocuğun anne olmaya zorlandığı anlaşılıyor.

Cimer bir çok sorunun yanıtını gizlemeye çalışıyor

CİMER’in hazırladığı belgelerde de gerçeklerin gizlenmeye çalışıldığını belirten Ali Şeker, ‘gebeliklerin yaşlara göre dağılımı’ ve ‘kayıtlara geçen en küçük gebe çocuğun yaşı’ gibi sorularının yanıtsız bırakıldığını söyledi:

“Bu verilere göre, ne yazık ki her gün 40’tan fazla çocuğumuz, daha kendileri birer çocukken, okul sıralarında derslerini dinlemek yerine, anne olmaya zorlanmış. Ne yazık ki CİMER vasıtası ile edindiğimiz bilgilerde de gerçekler gizlenmeye çalışılmış. Gebeliklerin yaşlara göre dağılımı ve kayıtlara geçen en küçük gebe çocuğun yaşı gibi sorularım yanıtsız bırakıldı” dedi.

Siyasi iktidar, çocukları tecavüzcüleriyle evlendirmeye çalışıyordu 

Geçtiğimiz yıl hükümetin bir gece yarısı önergesiyle çocukları tecavüzcüsüyle evlendirerek af getirmeye çalıştığını hatırlatan şeker, iktidarın muhalefetin gösterdiği güçlü tepki nedeniyle geri adım atmak zorunda kaldığını söyledi:

“Çocuk annelikle mücadele etmek için çaba göstermesi gereken hükümet; gece yarısı kanun önergeleri ile çocuk anneliği, çocuk gelinleri özendiren, istismarcılara af getiren düzenlemeler için uğraş verdi. Okullarda ders kitapları aracılığıyla buluğ yaşına giren (kız çocuğu için 9 yaş, erkek çocuğu için 12 yaş) çocuk kendi başına evlenebilir şeklinde eğitimler verilirken iktidar suskunluğunu korumayı tercih etti. Kanunu çıkaramadılar ancak adli makamlara bildirim yapmayarak fiili durum yaratıyorlar. Bu tercihin sonu da her gün 40’tan fazla çocuğumuzun anneliğe zorlanması sonucunu doğurdu.”

Cimer’in yanıt vermediği sorular

CHP İstanbul Milletvekili Ali Şeker’in bilgi edinme talebiyle CİMER’e yaptığı başvuruda yanıtsız bırakılan sorular şöyle:

2017 yılı boyunca ve 2018 yılının ilk 6 ayında Türkiye genelinde kayda geçen 18 yaş altı gebe çocuklarımızın yaşlara göre dağılımı nasıldır? Kayıtlara geçen en küçük gebe çocuk yaşı kaçtır?

2018 yılı içerisinde ortaya çıkan ve yukarıda değinilen iki sağlık skandalı da göz önüne alındığında çocuk gebelerin yetkili makamlara bildirilmesi konusunda hastane yetkilileri ve sağlık çalışanları yalnızca gebe poliklinikleri ve doğumhanelere başvuran vakaları dikkate almaktadır. Gebe polikliniği ve doğumhanelere başvuran çocuk gebelerin yanı sıra çocuk polikliniği başta olmak üzere diğer branş ve polikliniklere başvuran çocuk gebelerin takip ve tespiti için alınan önlemler nelerdir?

2017 yılı boyunca ve 2018 yılının ilk 6 ayında gebe polikliniği ve doğumhaneler dışındaki diğer polikliniklere ve branşlara başvuran ve gebe oldukları tespit edilen 18 yaş altı çocuk gebe sayısı kaçtır? Bu çocuklarımızın illere ve hastanelere göre dağılımı nasıldır?

Bu çocuklarımızın kaçı ile ilgili olarak sorumlu Sosyal Hizmetler Uzmanı vasıtasıyla İl Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şubesi’ne bildirim yapılmıştır?

gazetepatika8.com

 

Share

Ekim ayında 20 kadın, erkekler tarafından katledildi

Erkekler, Ekim’de en az 20 kadını ve iki çocuğu katletti.

Bianet’in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlerden edindiği bilgilerle oluşturduğu kadın cinayetleri çetelesine göre; erkekler Ekim’de en az 20 kadını ve iki çocuğu katletti; dört kadına tecavüz etti; yedi kadını taciz etti, en az 93 kadına zorla seks işçiliği yaptırdı; 27 kız çocuğuna ve bir oğlan çocuğuna cinsel istismarda bulundu; 25 kadına şiddet uyguladı. Ayrıca, erkekler, üç kadını dijital yollardan taciz etti.

Ekim’de öldürülen 20 kadının yanında, Elazığ’da bir erkek karısını evde defalarca bıçaklayarak öldürmeye teşebbüs etti. Hukuki süreç basına yansımazken, kadının hayati tehlikesi devam ediyor.

Ayrıca, 5 Ekim’de, İzmir’de 7 Haziran’da Melahat Mersinli isimli kadının öldürülmesinde sorumluluğu olan fail ortaya çıkartıldı ve tutuklandı.

Erkekler 2018’in ilk on ayında en az 203 kadın ve 12 çocuk öldürdü; 54 kadına tecavüz etti; 169 kadını taciz etti; 468 kadına zorla seks işçiliği yaptırdı; 306 kız çocuğuna cinsel istismarda bulundu; 341 kadını yaraladı.

Kadın ve çocuk katliamı

Erkekler Ekim’de en az 20 kadın, iki çocuğu katletti. Kadınların dördü barışma teklifini reddettikleri için, ikisi, “kıskançlık” bahanesiyle öldürüldü. Bir kadın iki işyeri kiracısı, bir kadın komşusu, bir kadın da kardeşi tarafından katledildi.

Kadınların yüzde 20’si barışma teklifini reddettikleri için öldürüldü.

10 kadını kocası, dördünü sevgilisi, ikisini eski kocası, birini erkek kardeşi, birini komşusu, birini nişanlısı ve birini de işyerini kiraya verdiği iki erkek katletti.

Cinayetlerin onu bıçakla, altısı ateşli silahlarla, biri satırla, biri eşarpla boğularak, biri elle boğularak işlendi. Bir kadının öldürülme nedeni halen bulunamadı.

Cinayetlerin 15’i evde, üçü sokakta, biri kadının iş yerinde ve biri de dağlık alanda gerçekleşti. Cinayetlerin yüzde 75’i evde, yüzde 15’i sokakta gerçekleşti. Öldürülen kadınlardan biri Suriyeli biri de Özbekistan’lıydı. Öldürülen 4 ve 6 yaşlarındaki iki çocuk da Suriyeli idi.

Ekim’de kadın cinayetlerinin yaşandığı iller Afyon (1), Ankara (2), Aydın (1), Antalya (1), Antep (1), İstanbul (3), Diyarbakır (1), Iğdır (1), Tekirdağ (1), Denizli (1), Isparta (1), İzmir (1), Kayseri (1), Bursa (1), Uşak (1), Manisa (2).

Tecavüz

Erkekler, Ekim’de üç ilde dört kadına tecavüz etti. Erkekler, İstanbul’da iki Bursa ve Muğla’da bir kadına tecavüz etti.

İstanbul’daki tecavüzlerden birinde zihinsel engelli kadına tecavüz eden fail iki erkekti, birindeyse kadına tecavüz eden fail kadının arkadaşının kuzeniydi. Bursa’daysa fail kadının yakın akrabasıydı. Muğla’daysa fail erkek eve giren hırsızdı.

Faillerden dördü tutuklandı, İstanbul’da zihinsel engelli kadına tecavüz etmek için eve giden dört erkek serbest ve yine İstanbul’daysa kuzenin arkadaşına tecavüz eden fail serbest bırakıldı.

Seks işçiliğine zorlanma

Erkekler, Ekim’de, 93 kadına zorla seks işçiliği yaptırdı. Seks işçiliği yaptırılan kadıların bulundukları iller şöyle: İstanbul (60), Antalya (18), Hatay (11), Bursa (1) ve Kocaeli’nde (3) 93 kadına zorla seks işçiliği yaptırdı.

Bu kadınlardan, 89’u Türkiye vatandaşı değildi, üçü Özbekistan vatandaşıydı, biri Türkiye vatandaşıydı.

Faillerden 35’i gözaltına alındı. Üç fail erkek tutuklandı. İstanbul, Bursa ve Antalya’daki 10 erkek faile dair hukuki süreç basına yansımadı.

Taciz

Ekim’de erkekler yedi kadını taciz etti. Tacizlerin gerçekleştiği iller şöyle: İstanbul (3), Manisa (2), Muğla (1) Sakarya (1)

Faillerden biri otobüs şöförü, biri futbolcu, dördü tanımadığı erkek biri de oyuncu arkadaşıydı.

Tacizlerden biri otobüste, üçü sokakta, biri dizi setinde, biri telefonda gerçekleşti biri de eğlence merkezinde gerçekleşti.

Faillerden biri işinden çıkartıldı (otobüs şoförü), biri gözaltına alındı, birine ne olduğuna dair basına bilgi yansımadı (futbolcu) iki fail hakkında da hukuki süreç başlatıldı, bir erkek fail de aranıyor.

Dijital taciz

Erkekler Ekim’de üç kadını dijital yollardan taciz etti. Dijital tacizler şu illerde gerçekleşti:

Samsun (1), Kocaeli (2)

Faillerden biri adli kontrolle serbest bırakılırken, bir failin de daha önce sosyal medya üzerinden taciz nedeniyle hakkında soruşturma başlatıldığı ortaya çıktı.

Çocuk istismarı

Ekim’de 18 erkek, 27 kız çocuğu ve bir oğlan çocuğuna cinsel istismarda bulundu.

Cinsel istismarların yaşandığı iller şöyle: Kocaeli (2), Afyon (1), Urfa (1), Denizli’de (1), Antalya (1), Muğla (1), Osmaniye (1) Trabzon (1)

Çocuklara cinsel taciz bulunanlardan biri market sahibi, 18 kız çocuğu ve bir oğlan çocuğunun faili öğretmenleri, biri ablasının kocası, biri temizlik işçisi, biri tanığı dört erkek, biri tanıdığı erkek biri de babasıydı, biri de temizlik işçisydi.

Kız çocuklarından biri engelliydi. Üç cinsel istismar kameralara yansıdı. 18 failden 15’i tutuklandı.

Şiddet ve yaralama

Ekim’de 24 erkek, 25 kadına şiddet uyguladı, kadınlardan biri ağır yaralı.

Kadınların şiddete maruz kaldığı iller şöyle:

İstanbul (6), Karaman (1) Antalya (4), Bursa (1), Mersin (1), Aksaray (1), Antep (1), Aydın (1), Denizli (1), Samsun (2), Erzurum (1), Adana (2), Maraş (1) Karabük (1), İzmir (1)

Kadınlardan biri uzaklaştırma kararına rağmen şiddete maruz kaldı. Kadınlardan birini sevgilisi, birini eski nişanlısı, birini evine giren hırsız, 13’ünü kocası, ikisini çocuğu, birisini eski kocası, birini iş vereni, birini babası yaraladı. Kadınlardan birinin durumu ağır.

Kadınlardan ikisi boşanma aşamasındaki kocası tarafından yaralandı. Kadınlardan ikisi daha önce aynı erkekten şiddet görmüştü.

Erkeklerden biri, kadınlardan birini tabanca dipçiği ile darp etti, birini de pompalı tüfekle yaraladı. Bir kadını yaralayan fail mesleği polislik olan kocasıydı. Çocuğu tarafından darp edilen bir kadının evi de yine çocuğu tarafından yakıldı.

Erkeklerden 11’i gözaltına alındıktan sonra serbest bırakıldı polis memuru hakkında adli soruşturma başlatıldı, dördü tutuklandı, bir erkek hakkında arama kararı verildi, 8 faile ilişkin basına bilgi yansımadı.

Şüpheli ölüm-intihar

Ekim’de basına beş şüpheli ölüm / intihar vakası yansıdı. Şüpheli ölüm/intiharların gerçekleştiği iller şöyle:

Adana (1), İstanbul (2), Mersin (1), Adana (1)

Hatay’da kadının tabancayla intihar ettiği öne sürülürken, kadının hatıra defterine kocasının kendisini öldürmek istediği yazmıştı. Adana’da kadının cenazesi su kanalında bulundu. İstanbul’da şarkıcı Tuğba Ergüzel aile tarafından evde ölü bulundu. Yine İstanbul’daki şüpheli bir şekilde ölen kadın sevgilisinin evinde tabancayla vuruldu.

Bir şüpheli ölüm hakkında adli tıp raporu beklenirken, dört vaka hakkında soruşturma başlatıldı.

gazetepatika8.com

Share

SMF’den açıklama: “Aday adaylarımıza yönelik karalama çalışmalarına sessiz kalmayacağız”

Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) Ovacık belediye başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu’nun SMF’ye aday adaylığı başvurusunun ardından kamuoyunda belli çevreler tarafından yıpratmaya, zayıflatmaya ve karalamaya yönelik açıklamaları kınayan bir açıklama yayınladı. SMF açıklamasında: “Kurumumuz ve aday adaylarımıza yönelik karalama ve yıpratma çalışmalarına karşı sessiz kalmayacağımızı ifade eder, dost kurumların da bu konuda uyanık ve hassas olmalarını temenni ederiz.” ifadelerine yer verildi

SMF’nin açıklamasının tam metni şöyle;

“Devletin her dönem baskılarına maruz kalan kurumumuz Sosyalist Meclisler Federasyonu, farklı yerellerde uğradığı birçok siyasi operasyonlarla onlarca üyesini tutsak vermiş bulunmaktadır. Devrimci demokratik güçlerin tasfiye edilmesine yönelik sistemli bir şekilde uygulanan devlet terörünün bir parçası olarak, SMF bu siyasi baskıların açık hedeflerinden biridir. Federasyonumuza bağlı birçok dernek 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL ile AKP/Erdoğan diktatörlüğü tarafından keyfi bir şekilde kapatılmıştır. Bu süreçte birçok yoldaşımız kontra timleri tarafından kaçırılmış, tehdit, darp ve işkenceye maruz bırakılmıştır. SMF; tüm baskı, siyasi operasyonlara ve komplolara karşı fiili-meşru mücadele zemininden aldığı güçle siyasal çalışmalarına devam etmektedir.

SMF çalışmalarının bütününde dost güçleri birleştirme, ortak hareket etme, faşizme karşı emekçi ve ezilen halk kitlelerinin kazanımlarını koruma ve ilerletme temelinden hareket eder. Dün, bugün ve yarın için de bu yönelimimiz stratejiktir. İttifak politikamız gereği hiçbir kuruma dayatmada bulunmayız, hiçbir kurumun da dayatmasını kabul etmeyiz. İttifaklarımızda; propaganda ve ajitasyonda serbestliği, eylemde birliği savunuruz. Yerel yönetimleri kazandığımız bütün yerellerde o yereldeki demokrasi güçleri ve halkla ortak karar alarak, ortak hareket etmeye özen gösterdik. Gelinen aşamada Hozat ve Mazgirt deneyimlerimizin de etkisiyle SMF yerel yönetim çalışmalarının Ovacık üzerinden yarattığı etki ve ortaya çıkan somut ilerlemeler ülke kamuoyunun ilgisi ve bilgisi dahilindedir.

“SMF, Mart 2019 yerel seçimlerine de kendi programı ve gücü oranında katılacaktır”

Bilindiği üzere kurumumuz 2004 yılından beri yerel seçimlere katılmaktadır. Süreç içerisinde Hozat, Mazgirt, Ovacık deneyimlerini yaşamış, Dersim merkez ilçede de küçümsenmeyecek önemli, ciddi ve kararlı bir çalışma örmüştür. Mart 2019 yerel seçimlerine de kendi programı ve gücü oranında katılacaktır. Devrimci demokratik kamuoyunun yakından takip ettiği ve medyada geniş yer bulan, halihazırda Ovacık Belediyesi başkanı olan yoldaşımız Fatih Mehmet Maçoğlu kurumumuza Dersim merkez belediye başkan adaylığı için başvuru yapmış bulunmaktadır. Yerel seçimler yaklaşırken Dersim merkez ve ilçelerinde kurumumuza birçok adaylık başvurusu yapılmış, adaylarla ilgili süreç devam etmekle birlikte, adaylıklarla ilgili son kararı Dersim halkı, ön seçimle kendisi belirleyecektir.

“SMF yerel yönetimler çalışması boşa çıkarılmak istenmektedir”

Ovacık Belediye başkanımız Fatih Mehmet Maçoğlu’nun aday adaylığını açıklaması sonrası medya ve sosyal medyada olumlu-olumsuz bazı tepkiler ortaya çıkmıştır. Geniş emekçi halk kitleleri nezdinde olumlu karşılanan Fatih Mehmet Maçoğlu’nun aday adaylığı başvurusu, bazı kesimler tarafından da olumsuz karşılanmıştır. Özellikle sosyal medya üzerinden ifade edilen tepkiler, tepki olmayı ve siyasi değerlendirme yapmayı aşmış olup adeta kurumumuz ve aday adaylarımız üzerinden bir karalama kampanyasına dönüşerek, SMF yerel yönetimler çalışması boşa çıkarılmak istenmektedir.

 “Aday adaylarımıza yönelik karalama ve yıpratma çalışmalarına karşı sessiz kalmayacağız”

Gelinen aşamada Mart 2019 yerel seçimleri öncesi, dost güçlerle ittifak görüşmelerimiz devam etmektedir. Son dönemde Federasyonumuza yönelik bazı çevreler tarafından karalama ve yıpratma çalışmaları yapıldığını gözlemlemekteyiz. Konuyla ilgili başta SMF üye ve taraftarlarımız olmak üzere devrimci demokratik kamuoyundan bu siyaset dışı, kör tartışmalara dahil olmamalarını, dost güçleri bölmeye ve yıpratmaya yönelik bu provokasyonlara prim vermemelerini talep etmekteyiz. Süreç içerisinde tüm gücümüzü, devrimin ve demokrasinin dost güçlerini birleştirmeye, emekçilerin siyasal, ekonomik ve sosyal hak ve talepleri ekseninde çalışmalarımızı yoğunlaştırmaya harcamalıyız.

SMF olarak, kurumumuz ve aday adaylarımıza yönelik karalama ve yıpratma çalışmalarına karşı sessiz kalmayacağımızı ifade eder, dost kurumların da bu konuda uyanık ve hassas olmalarını temenni ederiz.”

gazetepatika8.com

Share

DKH’den Açıklama: Krizi Yaratan Devletten, Şiddeti Yaratan Erkekten Soracak Hesabımız Var!

Demokratik Kadın Hareketi (DKH), 25 Kasım vesilesi ile bir açıklama yayınlayarak tüm kadınları 25 Kasım’da bulundukları her yerde  birlikte olmaya çağırdı. DKH’nin açıklaması şu şekilde:

‘‘Şiddetin, baskının, sömürünün giderek arttığı bir süreçten geçiyoruz. Her zor karşıtını yaratmaya mahkûmdur. Kadın mücadelemiz de erk egemen sisteme karşı, sistemin şiddetine ve katliamlarına karşı, her geçen gün daha da güçleniyor örgütleniyor. Yaşadığımız şiddetin kökleri nereye dayanıyorsa orayı kazıyacağız. Bizi evlerimize, erkeğin boyunduruğu altına hapsetmeye çalışanlar da kriz zamanlarında ucuz işgücü diyerek ilk fırsatta bizlerin emeğine el koyanlar da aynı kervanda yürüyorlar. Bu kervan, kadınların birleşik mücadelesiyle zayıflayacak, yıkılacak ve ayaklarımızın altında çürüyerek yok olacaktır. Bu güç örgütlü birleşik mücadelemizde mevcuttur ve bizler gücümüzün farkındayız. Baskıya karşı direnci kuşanan bizler, birlikte kazanacağız ve insanlığa güzel bir dünya armağan edeceğiz.

Başta katledilen tüm kadınlar için, adliye koridorlarında mahkemelerde katledilen, şiddet gören kadınlarla hak mücadelesi yürütenler için, patronların sömürüsüne, şiddetine karşı işçi mücadelesine adını yazdıran Flormar direnişçileri için 25 Kasım 2018’de sokakları doldurmak mücadelemizi bir kez daha alanlara taşımak için tüm kadınları bulundukları her yerde birlikte olmaya çağırıyoruz!’’

gazetepatika8.com

Share

Norveç’te kadınlar kürtaj yasasının daraltılmak istenmesine karşı sokağa çıktı

Norveç meclisinin kürtaj hakkında kadının kendi kaderini tayin etme yasasını daraltmak istemesinin ardından, 17 Kasım Cumartesi günü Norveç genelinde 10 binler alanlara çıktı ve “Kürtaj yasasına dokunma!” dedi.

Evrensel’den Mahmut Algünerhan’ın haberine göre; Norveç’teki kürtaj eylemi başkent Oslo, Bergen, Stavanger, Trondheim gibi büyük şehirler başta olmak üzere 33 ilde yapıldı. Ülke genelinde büyük ilginin olduğu eylemlere on binlerce kişi katıldı.

Oslo’daki eylem meclis binası önünde yapıldı. Kadın örgütleri, sendikalar ve siyasi partilerden toplam 62 kurum ve kuruluşun destek verdiği eyleme 8 bin üzerinde kişi katıldı.

Eylemde, Başbakan Erna Solberg’in kürtaj yasasını değiştirmeye çalışmasına karşı sert tepki gösterildi. Sık sık “Benim vücudum benim kararım” sloganı atan kadınlar, “Kendi yaşamımız ve kendi vücudumuz üzerinde doktorların, karanlık adamların ve kurulların değil, kendimiz karar vereceğiz” dediler.

Kadınların bedeni siyaset oyununa kurban ediliyor

Sağcı Parti HØYRE, kürtaj yasasında daraltma yapıp KrF’nin desteğini alarak, iktidarını sağlamlaştırmak istiyor.

Norveç’te son günlerde ülke siyaseti, Hristiyan Halk Partisi (KrF)’nin kendi politik yönünü belirleme çabasının gölgesinde kaldı. Bir süreden beri KrF, iktidardaki sağcı koalisyon hükümetine mi, yoksa Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne (AP) güç vererek, AP öncülüğünde oluşabilecek bir koalisyon hükümeti içinde yer almanın tartışmasını yaşadı. İktidardaki HØYRE partisinden olan başbakan Erna Solberg ile Sağlık Bakanı Bent Høie, KrF’ye kürtaj yasasında değişiklik yapacakları sözünü verdikten sonra, KrF sağcı koalisyon hükümetine yanaştı.

KrF tercihini HØYRE partisinden yana göstermesinden sonra, AP’ye yanaşmak isteyen KrF başkanı ise partisinin genel başkanlığından istifa etti.

‘Erna Aburt Yasası’ ne içeriyor?

Norveç’te kürtaj yasası, gebeliğin 12’nci haftasına kadar kürtajın yasal bir hak olduğunu söylüyor. Yasaya göre geç kürtaj sınırı ise 22’nci hafta. HØYRE partisi kürtaj yasasının 2C paragrafını değiştirmek ya da kaldırmak istiyor. 2C paragrafı, ceninde çok ciddi hastalık veya sakatlanmalar olduğunda, on iki haftadan sonra da kürtajın yapılabileceğini söylüyor.

gazetepatika8.com

Share

Etkinliğe Çağrı

Modern Kölelik ve baskı aracı olarak Ekonomik Şiddet

Özelde kadının genelde tüm ötekileştirilmiş ve sömürülen tüm emekçilerin nasıl bir şiddete maruz kaldığını konuşup tartışacağımız etkinliğimize hepinizi bekliyoruz.

Tarih: 18/11/2018 (Pazar)

Saat: 13:30

Yer: Eğitim ve Kültür Evi Innsbruck

Dreiheiligen Str 9

Düzenleyen: Avrupa Demokratik Kadın Hareketi Innsbruck

Share

Mor Çatı’dan 6284 sayılı yasa için kampanya: ‘Karar aldım’

 

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 6284 sayılı Kanun kapsamında kadınların haklarının bilirliğinin artırmak ve kanunun uygulanmasını yaygınlaştırmak amacıyla “Karar aldım” kampanyası başlatıyor.

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, kadınların 6284 sayılı Kanun kapsamında alacağı destek, kanun kapsamındaki haklarının bilinirliğini artırmak ve kanunun nitelikli olarak uygulanmasını yaygınlaştırmak amacıyla “Karar Aldım Kampanyası” başlatıyor. Kadınlar için şiddeti hayatlarından uzaklaştırmak kolay verilebilen bir karar olmadığının altını çizen Vakıf, kadınların eş, sevgili, baba, erkek kardeş gibi yakınlarından gördükleri şiddet sonucu failleri hayatlarından çıkarma kararı aldıklarında onları güçlendirecek destek mekanizmalarının varlığının hayati önem taşıdığını belirtti.

‘Kadın dayanışması ile güçleniyoruz’

Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadelede en önemli mekanizmalardan biri  olan 6284 sayılı  Kanunu’n kadınların hayatlarında önemli bir yere sahip olduğunu vurgulayan Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı,  kanunun kadınlar için yaşamsal önemini vurgulamak, tüm kadınların 6284 sayılı Kanun kapsamındaki haklarının bilinirliğini artırmak ve kanunun nitelikli olarak uygulanmasını yaygınlaştırmak amacıyla “Karar Aldım Kampanyası” başlatacaklarını duyurdu. Sosyal medyadan duyurulan kampanyada ” Daha çok kadının şiddeti hayatlarından uzaklaştırma kararı alabilmesi için kadın dayanışması ile güçleniyoruz” çağrısında bulundu.

kaynak: jinnews1.com

gazetepatika8.com

Share

2018 Yargıda Cinsiyetçilik raporu yayınladı

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun “2018 Ocak-Kasım Ayları Yargıda Cinsiyetçilik Raporu”na göre, kadınların eylemleri sonucu 14 davada “iyi hal” indirimleri uygulanmazken, yine 10 davada ise çeşitli nedenlerden dolayı fail erkeklere “tahrik indirimi” uygulandı.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu bu yılın başından bu yana takip ettikleri davaların raporunu kamuoyu ile paylaştı. “2018 Ocak-Kasım Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Davaları Yargıda Cinsiyetçilik Raporu” ismiyle raporlarını yayınlayan kadınlar, 2018 yılı Ocak ayından Kasım ayına kadar görülmeye devam eden 64 dava olduğu bilgisini verdi.

Raporda takip edilen davalar şöyle sıralandı: “Takip ettiğimiz bu davaların 20’si kadın cinayeti, 16’sı yaralama, 8’i tehdit/hakaret, 9’u cinsel saldırı, 1’i eşe karşı cinsel saldırı, 1’i yanlış teşhis, 1’i velayet, 5’i çocuk istismarı, 1’i çocuğa karşı cinsel taciz, 2’si çocuk cinayeti (bunlardan 1 tanesi istismar sonrası cinayet) davası şeklindedir.”

Kadın mücadelesi sonucu 14 davada indirim yapılmadı

Takip edilen davaların 35 tanesinin sonuçlandığının belirtildiği raporda, bu davaların 24’ünün kadın katliamı, 3’ü yaralama, 6’sı cinsel saldırı, 1’i çocuk istismarı, 1’i tehdit davası olduğu kaydedildi. Sonuçlanan davaların 10’unda “iyi hal” veya “tahrik indirimi” uygulanarak faillere indirimli bir şekilde ceza verildiği ifade edilirken, 14’ünde ise kadınların mücadelesi sonucunda faillere söz konusu indirimler uygulanmadığının altı çizildi.

‘Kadınlar şiddete sessiz kalmıyor’

KCDP’ye son dönemde kadınlardan gelen başvurular, çoğunlukla erkekler tarafından gerçekleştirilen kadınlara yönelik yaralama, tehdit ve hakaret suçları olduğu vurgulanırken, kadınların en çok da  suçlar meydana geldikten sonra polis merkezlerinde sanıklar hakkında şikayetçi olmak istediklerinde polisin durumu zorlaştırmak istedikleri yönünden şikayetçi oldu. Devamında şunlar belirtildi: “Yani polis merkezlerindeki memurların, kadınları ‘Süreç çok uzun sürecek, zaten sanık ceza almayacak, çok yıpranacaksın’ gibi söylemlerle şikayetlerinden vazgeçirmeye çalışması. Ama kadınlar, bütün bu yıldırma çabalarına rağmen ısrarla şikayetçi oluyorlar ve Platform’a başvurarak söz konusu suçlar hakkında kamuoyu oluşmasını, davalarının diğer kadınlara örnek olmasını, güç vermesini istiyorlar. Ve kadınlar 6284 sayılı kanuna dayanarak koruma kararını almakta da tek başlarına olduklarında sürecin çok zor ilerlediğini, koruma kararını zorluklarla birçok vazgeçirme çabasına rağmen aldıklarını ifade ediyorlar. Ve bu suçlara maruz bırakılan kadın arkadaşlarımız, her fırsatta tüm kadınlara asla vazgeçmemeleri gerektiğini, asla yalnız olmadıklarını anlatıyorlar, onları da sessiz kalmamaları için mücadele etmeye çağırıyorlar ve diğer kadınlara cesaret vererek toplumda emsal oluyorlar.”

Kadına yönelik suçlara artık sessiz kalınmadığı örneklerle belirtilen raporda, “Bu örnekler senelerdir kadın cinayetlerine, kadına yönelik şiddete karşı verilen mücadelenin sonuçlarıdır. Artık yaşları fark etmeksizin kadınlar kadına yönelik şiddete, cinsel tacize ve diğer suçlara çok güçlü bir şekilde itiraz ediyor; diğer kadınlara susmamalarını ve mücadele etmelerini öğütlüyor, yalnız olmadıklarını hatırlatıyor. Bunlar tesadüf değil, önemli kazanımlardır” denildi.

Kadınların yaşam özgürlükleri kısıtlanıyor

Yine raporda yaralama ve cinsel saldırı suçlarından dolayı görülen davalarda da sanıkların tutuksuz yargılandığı şekilde süren davaların çok olduğu hatırlatılarak kadınların yaşam özgürlüklerinin kısıtlanmasıyla karşı karşıya kaldığı belirtildi.

Raporda ayrıca değinilen bir diğer konu da failin akıl sağlığının yerinde olup olmadığına dair sağlık kurumlarından rapor istenmesi ve bu raporun beklenmesi ile geçen aylar boyunca dava hakkında karar verilememesi, yargılama sürecinin uzaması. Sanıkların çoğunlukla raporu kendisinin talep ettiği ve  “akli dengelerinin yerinde olmadığı, bipolar bozuklukları olduğu” yönünde savunmalar yaptığı ve serbest bırakıldıkları dile getirildi. Bunun için bakanlığın acilen bu konu hakkında adımlar atması, söz konusu raporların alınmasındaki süreçlerin hızlandırılması istendi.

‘Pişmanım diyene iyi hal indirimi veriliyor’

Raporda davalarda en çok görülen “iyi hal” indirimleri için şunlar ifade edildi: “En çok gördüğümüz savunmalardan bir diğeri ise ‘pişmanım’, ‘bir anlık sinirle oldu’ şeklindeki savunmalar. Pişmanlık savının sanık veya failler tarafından ileri sürülmediği davalar neredeyse yok denecek kadar. Biz de takip ettiğimiz her dava bu savunma ile karşılaşıyoruz. Sanıklar ‘pişmanım’ diyerek iyi hal indirimlerinden yararlanmaya çalışıyorlar. Fakat biz biliyoruz ki kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet, cinsel taciz/saldırı ‘bir anlık sinirle’ gerçekleşen olaylar değildir. ‘Bir anlık sinir’ şeklinde bir bahane asla kadın cinayetlerinin bahanesi olamaz.  Senelerce iyi hal indirimleri hakkında platform olarak çalışmalar yürüttük, yürütmeye devam ediyoruz. Takip etmekte olduğumuz davalarda da bu konu üzerinde titizlikle duruyoruz, çünkü erkeğin pişmanım demesi sonucunda karakolda kendisine şiddet uygulayan eşleriyle barıştırılan kadınların yine aynı erkekler tarafından öldürüldüğü gerçeğiyle karşı karşıyayız. Mahkemelerce iyi hal indirimleri olayın koşulları değerlendirilmeden sadece bir ‘pişmanım’ ifadesine bakılarak kesinlikle verilmemelidir, iyi hal indirimleri kadın cinayeti, kadına yönelik şiddet, cinsel taciz/saldırı davalarında sınırlandırılmalıdır.”

6284 sayılı konun etkin uygulanmıyor

Yine kadınların 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi kanunu için çok çaba sarf ettiği ve yasalaştığının altı çizilerek, fakat koruma kararı kapsamında yapılması gerekenler devlet ve emniyet güçleri tarafından etkin olarak uygulanmadığı vurgulandı.

Raporun sonunda ise yargı tarafından verilen emsal kararlar şöyle sıralandı:

“*Emani’ye 9 aylık hamileyken tecavüz edildi. 10 aylık bebeği ile birlikte öldürüldü. Katillere hiçbir indirim uygulanmadan 132’şer yıl ceza verildi. Bu dava da karar açısından örnek bir davadır, mücadelemiz ve takibimiz sonucunda hem süreç hızlı ilerlemiş hem de failler hakkında indirimsiz ceza verilmiştir.

*17 yaşında cinsel saldırıya direndiği için öldürülen Kader Kaya davasında; sanığa çocuk öldürmek, hürriyeti yoksun kılmak ve çocuğu nitelikli istismara teşebbüs suçlarından indirimsiz ceza verildi. Diğer davalara örnek olması gereken, mahkemelere emsal olması gereken bir karardır.

*Boşanma aşamasında olduğu erkek tarafından ablası ve yeğeni ile birlikte toplamda 8 yakını ile öldürülen Tuğba Taşçı’nın davasında fail ailesine ait silahı alıp saklaması ardından cinayetleri işlemesine rağmen olayı hatırlamadığı yönünde savunmalar yaparak cinayetleri reddetmişti. Fakat türlü bahanelerle cinayeti reddeden fail hakkında yaklaşık iki yıl süren mücadelemiz sonucunda indirimsiz ceza verildi.

*Emine Demirci davası örneğin bu açıdan önemli bir davadır. İzmir’de eşi tarafından pompalı tüfekle öldürülen Emine Demirci davasında “kaza oldu” şeklinde savunma yapan faile mahkeme tarafından beraat kararı verilmişti. Temyiz edilen dava dosyası mücadelemiz sonucunda dava dosyası hakkında Yargıtay tarafından bozma kararı verildi. Bozma kararı üzerine yerel mahkemede görülen davada başlangıçta tutuksuz olan sanığın tutuklu yargılanmasına karar verildi, karar duruşmasında da faile indirimsiz ceza verildi.

*Tuğçe Uludağ ise evlenme teklifini reddettiği erkek tarafından koruma kararı olmasına rağmen ateşli silahla vurularak öldürüldü. Bu davada da fail çok tanıdık ifadelerle savunma yaptı, ‘çok seviyordum, bir anda oldu’ diyerek indirim almaya çalıştı. Fakat tüm bunlara karşın Tuğçe’nin ailesi ile beraber yürüttüğümüz mücadele sonucu hiçbir indirim uygulanmadan faile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi.

*Helin Palandöken ısrarlı takip altındaydı, fail Helin’i iş çıkışlarında bekliyor, tehdit ediyordu. Sosyal medya hesabında “Gizli bir platonik sapığım var. Sokağa çıkmaya korkuyorum.” demişti, okul çıkışı reddettiği erkek tarafından ateşli silahla öldürüldü. Eğer ısrarlı takip suçu olduğu anda önlem alınsaydı, takip suçu cezasız kalmasaydı cinayetin önüne geçilebilirdi. Cinayet sonrasında görülen davada verilen kararda iyi hal indirimi uygulanmadı. Söz konusu indirimin uygulanmaması hem aile hem de kadın örgütlerinin mücadelesinin sonucudur.

*Eşi tarafından defalarca bıçaklanıp ardından balkondan aşağı atılan Netice Taşdelen’in davasında da fail tarafından Netice’nin okuma yazma bilmediği halde intihar mektubu bırakıp intihar ettiği iddia edilmişti. Ancak kadın cinayeti olduğu açıkça görülen bu davada mücadelemiz sonucunda, failin indirim uygulanması yönündeki tüm çabalarına rağmen indirimsiz bir şekilde ceza verildi.

*Henüz soruşturma aşamasında olsa bile Şule Çet davası da son dönemde yaşanan önemli örneklerden. Sanıklar tarafından intihar ettiği iddia edilen Şule Çet’in adli tıp raporunda cinsel saldırı olduğu, cam etrafında parmak izi olmadığı yönündeki bulgularına rağmen sanıklar tutuklanmamıştı. Ancak üç ilde birden gerçekleştirdiğimiz aynı gün içerisindeki eylemler sonucunda sanıklar tutuklandı. Burada da bir kez daha kamuoyu oluşturmanın önemi ortaya çıkmakta, kamuoyu oluşturulduğunda kadınlar olaya el atıp tepkilerini dile getirdiğinde sürecin hızlandığı, mahkemelerin daha dikkat ve özenle karar verdiği görülmektedir.

kaynak: jinnews1.com

gazetepatika8.com

Share

İzmir Barosu LGBTİ+ Hakları Komisyonu kuruldu

İzmir Barosu LGBTİ+ (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks, Artı) Hakları Komisyonu, İzmir Barosu Başkanlığı’na bağlı olarak, bu yönergede düzenlenen esaslar çerçevesinde faaliyet göstermek üzere İzmir Barosu Yönetim Kurulunun 16.10.2018 tarihli kararı ile kuruldu.

Komisyon, LGBTİ+ hakları alanında ulusal ve uluslararası hukuk ekseninde, insan haklarının tanınması, korunması, uygulanması, geliştirilmesi, farkındalığın arttırılması, LGBTİ+’ların hak taleplerinin görünür kılınması açısından mesleki, kuramsal ve uygulamaya yönelik disiplinler arası bir yaklaşımla araştırma ve çalışma yapacak. Faaliyetlerin koordine edilmesi ve yönetim kurulu ile iletişimin sürdürülmesi için etkinlikler, aynı cinsiyetten olmayan iki eş koordinatör aracılığı ile yürütülecek. Komisyon kararları toplantılarda alınacak.

Komisyon nasıl kuruldu?

İzmir Barosu ve Kaos GL Derneği’nin stajyer avukatlar ve hukuk fakülteleri öğrencilerine yönelik düzenlediği seminerin ardından kurulan ve düzenli olarak bir araya gelen Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Temelli Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu’ndan avukatlar; bugünkü Baro Başkanı Özkan Yücel, Baro Genel Sekreteri Perihan Kayadelen’in de imzasıyla geçtiğimiz ay gerçekleşen baro genel kurulunda önerge sundu. Dönemin başkan vekili ile genel sekreterin isminin de yer aldığı önerge, 400 avukatın lehe 15 avukatın aleyhe oy kullanması sonucu oy çokluğu ile kabul edildi.

25 Ekim tarihinde verilen isim değişikliği dilekçesiyle, komisyonun adı genel kurulda kabul edilen önergeye atıfla “LGBTİ+ Hakları Komisyonu” olarak değiştirildi.

Kaynak: kaosgl.org

gazetepatika8.com

Share

Yan gelip yatan kadınlara süresiz nafaka ödeyen erkekler efsanesi – Av. Selin Nakıpoğlu

Son dönemde boşanma sonrası nafaka kavramı çok tartışılan bir konu haline geldi.

Konunun detaylarına girmeden evvel ifade etmek isterim ki, ülkede sanki kadına ve çocuğa yönelik şiddetin sayısının her bir mecrada, ve her gün yükseldiği gerçeği gün gibi ortada değilmiş gibi, yoksulluk nafakasını tartışmaya mecbur bırakılmamızı erkek egemen sistemin bir dayatması olarak görmekteyim. Üstelik bağlamların bu kadar hatalı kurgulanmasının da bu dayatmanın oldukça tehlikeli sonuçlarının olacağının da habercisi olduğu açıktır.

Peki nedir bu nafaka karşıtlarının talepleri?

Özetle; Medeni Kanun Madde 175’teki ‘süresiz’ ibaresi yasadan kaldırılsın, evlilik süresiyle nafaka süresi arasında paralellik kurulsun ve nafaka süresine tavan ve taban sınırlamalar getirilsin gibi talepler.

Bilindiği gibi, boşanma ile birlikte bazı önemli sonuçlar doğmaktadır. Bu sonuçlardan biri de nafakadır. Hukukumuzda nafaka, bakım nafakası ve yardım nafakası olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bakım nafakası; tedbir nafakası, iştirak nafakası ve yoksulluk nafakasından oluşmaktadır.

Medeni Kanun Madde 175 uyarınca nafaka, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek tarafa ödenir.

Biri yan gelip yatarken biri süresiz nafaka mı ödüyor?

Kanun koyucunun yoksulluk nafakasını sosyal ve etik değerlerin etkisi ile ortaya çıkarmış olduğunu da ayrıca göz önünde tutmak gerekir. Anayasa Mahkemesi 17.05.2012 tarih, 2011\ 136 E. ve 2012\ 72 K. sayılı kararında: “Yoksulluk nafakasının özünde ahlaki değerler ve sosyal yardımlaşma düşüncesi yer almaktadır” diyerek yoksulluk nafakasının sebebini anlatmıştır.

Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, ister erkek ister kadın olsun, kusuru daha ağır olmamak şartıyla, geçimini sağlamak amacıyla diğer taraftan yoksulluk nafakası talebinde bulunabilecektir. Esasen en önemli kriter yoksulluğun anlamının belirlenmesidir. Kendi ihtiyaçlarını ve geçimini sağlayamayacak duruma düşen tarafın yoksul olduğu kabul edilir.

Yoksulluğa düşüp düşmeyeceği hakim tarafından detaylıca araştırılıp hükme bağlanmaktadır. Medeni Kanun yoksulluk nafakasının belirlenmesini hakimin takdirine bırakmış ve nafakanın verilmesinde belli bir süre belirlememiştir. Yani son yıllarda bir derneğin başını çektiği “boşandığım kadın yan gelip yatıyor, ben süresiz nafaka ödüyorum” gibi söylemlerin gerçek olmadığı ortadadır.

Nafaka gerçekten süresiz midir? Hayır

Çünkü Medeni Kanun Madde 175 metninde nafakanın mutlaka süresiz verileceği düzenlenmemektedir. Ayrıca takip eden Madde 176 ile de nafakanın sonlandırılacağı haller sayılmıştır. Kadının iş bulması, yeniden evlenmesi ve\veya yoksulluk durumunun ortadan kalkması ile nafaka kaldırılabilir. Tarafların mali durumlarının değişmesi ve ya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde nafaka miktarının artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.

Görünmeyen emek, ne geçindiren ne de ödenen nafaka…

Sair bir önemli nokta da, sosyolojik açıdan bakmadan konuyu ele almanın eksik ve hatta yanlış olacağıdır. Çünkü toplumsal cinsiyet ve cinsiyete dayalı iş bölümünün bu kadar keskin hatlarla çizilmiş olduğu bizim gibi toplumlarda kadınların işgücüne katılım oranı oldukça düşüktür.

Toplumsal cinsiyet, çok özetle, cinsel kimliğin toplumsal kurgulanımını anlatır. Cinsiyete dayalı iş bölümü ise kadına ev içinde gerçekleştirilmesi gereken işleri, erkeğe de ev dışındaki işleri vermiştir. Kadın ev ve çocuk bakımı ile görevlendirilirken, evin geçimi erkeğin işi olarak görülmektedir. Yani kadının görünmeyen emeğini hesaba katmadan bağlamları doğru kurmak mümkün değildir.

Yoksulluk nafakasına dair tüm bu mesnetsiz söylemler bir yana, esasen nafakaya dair çözülmeye muhtaç pek çok sorun mevcuttur. Örneğin, verilen nafaka miktarları kadınları yoksulluktan kurtaracak ya da çocukların bakımını karşılayacak düzeyde değildir, nafaka ödemekle yükümlü olan erkekler gelirlerini asgari ücretten göstermek, kayıt dışı çalışmak ve malvarlıklarını başkasının üzerine yapmak gibi yöntemler uygulayarak verilen nafaka miktarını en aza indirmekte, çoğu da nafaka ödememektedir. Ayrıca nafakasını düzenli alamayan kadınların hepsi icra takibi yoluna başvurmamakta, başvuranlar ise erkeğin ikametgahını değiştirip tebligatı almaması gibi nedenlerle sonuç alamamaktadırlar.

Yanıt bekleyen sorular

Diğer bir ilginç hal de bu kadar mühim bir meseleyi veriler olmadan tartışmak zorunda bırakılmamızdır. Kim ne kadar süre-aylık ne kadar nafaka ödemiştir? Bu davaların açılma sebepleri ve münderecatı nedir? Nafaka lehdarı kadın çalışabilir durumda mıdır? Çocuklara bakmak için işten ayrılmış mıdır? Çocukların bakımını üstlenirken çalışma saatlerine uyabilecek midir? Eşit işe eşit ücret sözde mi kalacaktır? Ücretsiz kreş var mıdır, varsa yurt çapında sayısı kaçtır? gibi pek çok sorunun cevabı verilmemiştir.

Çünkü bu konuda adli veri çalışması yoktur ancak varmış gibi münferit örneklerle yasa değişikliğine gidilmesi yönünde baskı kurulmaktadır. Hatta binlerce insanın nafaka mağduru olduğu gerçekmiş gibi kabul edilip konu üzerine sempozyumlar, çalıştaylar düzenlenmekte; kimi hukuk sempozyumları ise objektif kriterlerden arı bir şekilde yönetilip, boşanmış mağdur (!) babaları selamlayarak açılmaktadır. Ama biz kadınlar Medeni Hukuk’un ruhuna aykırı, kadınların aleyhine yapılmak istenen bu düzenlemelere karşı mücadelemizi gerçeklere ve sosyoekonomik verilere dayanarak vermeye devam ediyoruz.

Bu minvalde kadının görünmeyen emeğinin hesaba katılmadan bağlamın kurulmasının eksik olacağı gibi, Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranlarını da irdelemeden konuyu ele almamız eksik ve de hatalı olacaktır. TÜİK verilerine bakınca, kadınların istihdam oranının %28 olduğunu ve çoğunlukla sosyal güvenlikten yoksun işlerde çalıştıklarını görmekteyiz, bu tablo karşısında boşanma halinde neden kadınların yoksulluğa düştüklerini de anlamanın zor olmadığı açıktır.

İşsiz ve çocuklu

Çocuklu boşanmalarda ise kadının yoksulluğa düşme oranının katlanarak artmakta olduğu sosyolojik bir gerçektir. Kadınlar, mevcut hükümetin çocuk sayısının artmasına ilişkin politikası ile daha çok güvencesiz ve yarı zamanlı işlerde çalışmaya mecbur bırakılmakta olup özellikle de kentsel alanda çocuklu olmanın ve çocuk sayısının işgücüne katılımı azaltan etkenlerden olduğu da bilinen bir gerçektir.

Sonuç olarak, nafaka konulu katıldığım sempozyumlarda ve 10 Ekim 2018 tarihinde Adalet Bakanlığı ve ASP Bakanlığı’nca düzenlenen çalıştayda katılımcı olan hukuk insanlarının beyanları göstermektedir ki, evlilik süresiyle nafaka süresi arasında doğru orantı kurulması ve nafaka süresine tavan ve taban sınırlamalar getirilmesi talepleri kabul görmemektedir. Yasa maddesinin olduğu gibi kalması, hakimin takdir yetkisiyle sürdürülmesi yaygın olarak ortaya çıkan görüştür. Belki de en önemlisi  “süresiz nafaka” kavramsallaştırmasının Medeni Kanun’un ruhundan uzaklaşmak anlamına geldiği üzerinde hem fikir olunmuştur.

Kadın hareketinin uzun senelere dayanan mücadeleleri ile elde edilmiş kazanımlarından biri olan nafaka hakkı cinsiyet eşitsizliğini giderme, eşitliği sağlama çabalarına ilişkin olan mekanizmalardandır.  Devletin ise yürürlükteki yasal kazanımlara dokunmayıp, kadınların nafaka konusunda karşılaştıkları sorunlara dair seslerini duyması ve mağduriyetlerinin telafi edilmesine ilişkin çalışmalar yapması elzemdir.

Kaynak: sendika.org

gazetepatika8.com

Share

Kadın kurumlarından Avusturya Parlementosu işgali

12/11/2018 -Viyana-Kadınların Seçme ve Seçilme Hakkını kazanmalarının ūzerinden tam 100 yıl geçti . Tüm bu kazanılmış hakların ve seçme ve seçilme hakkının da kuşa çevrildiği gūnūmūzde bu haklarını korunması, geliştirilmesi ve görūnūr kılınması için Avusturya’da Emekçi kadın kurumları birlikte hareket ederek mūcadeleyi būyūtme çağrısıyla biraraya geldiler. Avusturya parlementosunu  kısa sūreli işgal eden kadın kurumları,­ Demokratik haklarını koruyacaklarını ve geliştireceklerini beyan ettiler.


Avusturyalı Demokratik Kadın Kuruluşlarıyla birlikte KOMintern Kadın İnsiyatifi, Yeni Kadın ve Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin de (Viyana) içinde olduğu kadınlar, Parlamento önūnde yapılan mitingte “birlikte daha gūçlūyūz, daha kararlıyız” mesajını verdiler. Demokrasi mūcadelesi Emekçi Kadınlarla būyūyecek denilerek miting sonlandırıldı.

(Viyana)

Share

Yemen’de umut öldü!

KÖLN-Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’da Suudi Arabistan Konsolosluğu’nda öldürülmesi, dünyada Suudi Arabistan’a karşı öfkeye neden oldu. Bir süre için Avrupa ülkelerinin ‘sert’ kınamaları kimi çevrelerce umutla karşılandı. Batı’nın, bu cinayetin ardından artık Suudi rejiminin baskılarına, yaptıklarına gözünü kapatamayacağı düşünüldü. ABD’nin Suudilerle artık ittifakına devam etmemesi gerektiği veya eskisi gibi etmeyeceği yönünde de fikirler yazıldı.

En zengin Arap ülkesi olan Suudi Arabistan, bölgenin en fakir ülkesinde, üç yıldan fazla bir süredir Batı’nın ürettiği en pahalı, en güçlü silahları kullanarak korkunç bir savaş yürütüyor. Suudi birlikleri ve müttefikleri 18 bin kez hava saldırısı düzenlediler. ABD ve İngiltere gibi güçlü ülkeler Suudi Arabistan ve koalisyonunun yanında konumlandı. Almanya ve birçok Avrupa ülkesi bu koalisyona silah satıyor. Batılı ülkeler bu savaşa derinden müdahil olmalarına rağmen, onlarla bir ilgisi yokmuş gibi duruyorlar.

 

Dünya Kaşıkçı cinayeti ile ilgilenirken ve Suudi yönetimi cinayeti reddederken, Birleşmiş Milletler Yemen’de 14 milyon insanın açlıkla karşı karşıya olduğunu duyurdu. Açlık krizi aylardır Yemen’de yaşanıyor ancak dünya şimdi Suudi Arabistan’ın insan hakları ihlalini az da olsa görmeye başladı. Suudi Arabistan’ın yaşattığı bu felaket Yemen’deki açlığın yüzü olan küçük kız çocuğu Amal’in (yani Umut’un) yaşamını yitirdiği sırada, New York Times gibi dünyaca tanınan gazetelerin manşetlerine yeni taşındı.

ABD hükümeti geçtiğimiz hafta 30 gün içerisinde Yemen’de geçici ateşkes yapılsın çağrısı yaptı. Fakat ateşkesi için ilk adımı Yemenli isyancıların atması gerektiğini vurgulayarak.

Yemen’de savaş o zamanın Suudi savunma bakanı, bugünün veliaht prensi, Kaşıkçı cinayetinin arkasında yer aldığı düşünülen Muhammed bin Salman tarafından başlatıldığında, dünya Suriye’de gittikçe güçlenen IŞİD ve Avrupa’da yaşanan Rusya-Ukrayna savaşı ile meşguldü. Yemen kıyıda köşede kalan bir konu oldu.

30 milyon nüfuslu fakir ülke Yemen Suudi Arabistan’ın arka bahçesiydi. 2011 yılında halk, diktatör Ali Abdullah Salih’e karşı çıkmaya başlayarak yeni bir politika yaratmak istedi. Husiler ve diğer isyancılar ülkenin kuzeyini hatta başkent San’a’yı bile aldılar. Riyad’ın gelecekteki kralı Muhammed bin Salman bunu ülkesi için bir tehdit ayrıca kendisi için de bir fırsat olarak gördü. Şii Husiler Suudi Arabistan’ın en büyük düşman olarak gördüğü İran’ın müttefikleri olarak görülüyor. Suudiler, Şiilerin kontrolünde bir komşu ülkeyi bedeli ne olursa olsun asla kabul etmeyecekler. Muhammed bin Salman, hırslı biri ve tek bir hedefi var: Suudi Arabistan’ı bölgesel lider güç yapmak ve krallık tahtı için rakipsiz olmak. Yemen’de hızlı, muzaffer bir savaşın ona bu konuda yardımcı olacağını düşünüyor.

Veliaht prense göre Yemen savaşında onunla savaşanlar ancak Suudi Arabistan’ın dostudur. Bu yüzden Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar dahil, aşırı güç getiren bir ittifak oluştu. ABD Başkanı Barack Obama, Suudi koalisyonunu desteklemeye karar verdiğinden bu yana, Suudi Hava Kuvvetleri Amerikan birliklerince bilgilendiriliyor, eğitiliyorlar. İngiltere ve Fransa da askeri destek sağlıyor ve tüm Avrupalı silah üreticileri, savaş jetleri ve bombalar da dahil olmak üzere her türlü savaş aracını sağlıyorlar.

 

Koalisyon güçleri, Alman üretimi keşif uçağı, saldırı tüfeği G36 ve Eurofighters ile savaşıyorlar. Oysa, bu silahlar sadece üçüncü şahısların eline geçmemeleri koşuluyla satılabiliyor. Ancak Almanya hükümeti bu konunun takipçisi mi bilemiyoruz.

Batı, Sudi Arabistan’ı hırslı, iddialı genç prensi güçlendirmek, İran’ı daha da sınırlamak ve silah ticareti yapmak için Yemen’de Riyad’la birlikte hareket etti. Fakat destekledikleri kuvvetler hızlı bir zafer elde edemedi. Suudi önderliğindeki koalisyon, savaş başladığından bu yana ne elde etti belli değil. Husilere silah sağlayan ama onlar üzerinde az etkiye sahip olan İran, Suudi Arabistan’ın silahlanmaya milyarlarca dolar harcadığını ancak karşılığında herhangi bir kazanç elde etmediğini görüyor. Veliaht prensin bir çıkış stratejisi olmadığı her gün biraz daha görünür hale geliyor. Batı, bu savaşın sadece bölgeyi sıkıntıya sokmakla kalmayıp aynı zamanda daha güvensiz hale getirdiğini öyle ya da böyle kabul etmek zorunda kalacak. Batı bu savaşı taraf olarak, silah satarak kışkırtmış olsa da tam desteklemiyor.

Savaşan taraflar etkisiz oldukça, savaş uzadıkça halk o kadar çok acı çekiyor. Suudi önderliğindeki koalisyon köprüleri, su depolarını, yolları ve pazar yerleri gibi stratejik altyapıyı bombaladı. İlerleyemedikleri için de ülkeyi tecrit ettiler.

Savaş koalisyonun kuzey Yemen’in ana tedarik girişi olan Hudeyda Limanı’na saldırması savaşın geldiği en üst nokta. Koalisyon güçleri şehri bloke edip bombalıyor. Yemen’in bu savaş içerisinde doğru dürüst bir medya örgütlenmesi olmaması da başlı başına bir sorun. Savaştan önce işlevsiz olan devlet aygıtı şimdi tamamen paramparça durumda. Suudiler, muhaliflere baskı uygulamak için Yemen merkez bankasını sabote etmek, hükümet maaşlarını dondurmak için mali yaptırımlar uyguladı. İki yıldan fazla bir süredir, doktor, öğretmen, polis hiç kimsenin maaş alamadığı bildiriliyor. Yiyecek ve yakıt milyonlarca insan için artık çok pahalı.

Başkent San’a’da Yemenliler ve yardım organizasyonlarının verdikleri bilgilere göre, süpermarketlerin rafları dolu ancak sokaklar dilenen insanlardan geçilmiyor. Kırsal kesimde ise gıdaya erişim imkanı olmayan birçok yer var. Tahmine göre, şimdiye kadar savaşta 16 bin ila 60 bin kişi öldürüldü ve bunların çoğu daha çok açlık ve hastalıktan öldü. Açlık da bir savaş suçudur ve bu savaşta taraf olan Batılı müttefikler de koalisyon güçleri kadar suçlular. Yemenlilerin kaçabilecekleri hiçbir çıkış yolu olmadığından Avrupa’ya hiç mülteci gelemediği için Avrupa’dan çok az siyasi baskı var. Bu yüzden Yemen dış dünyayı zorlamayan bir ülkenin üzücü hikayesine dönüştü. Savaşın yüzü Amal da öldükten sonra cılız da olsa kimi sesler çıkmaya başladı Yemen’le ilgili ancak bu henüz çok zayıf. Her şeyden önce en hayati olan konu Almanya’nın derhal Suudi Arabistan’la olan silah ticaretine son vermesi gerekliliğidir. Acı bir kayıp olan Aylan bebeğin cansız bedeni Suriye savaşında Batı kamuoyu için dönüm noktası olmuştu. Belki küçük Amal’i kaybetmiş olmak da bir nebze olsun Yemen’i dünya gündemi yapar.

gazeteduvar.com.tr

Share

Tek tipleştirilmeye karşı farklılıkların zenginliğiyle güçlenen kömünal bir yaşam örgütleyelim.

Hapishanelerden sokaklara tek tipleştirmenin, emperyalist ve ırkçı saldırıların artığı Ya Barbarlık Ya Sosyalizm  sloganın yükseldiği bugünlerde  Ludwigsburg Demokratik Kültür Merkezinde  Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH) 10. Dönem kampanya şiarıyla   “Irkçılığa emperyalist saldırganlığa ve yaşamın tek tipleştirilmesine karşı örgütlü gücümüzle direneceğiz”  paneli düzenlendi.

ADKH aktivisti yaptığı sunumda  ” Tek tipleştirilme sınıflı toplumlardan önce cinsiyetçilikle başlamıştır. Ulus devletlerin ortaya çıkışıyla birlikte Cinsiyete, sınıfa ve dine bağlı tekçilik de şekillenerek günümüze kadar gelmiştir” diyerek tek tipleştirilmenin tarihsel gelişimi“kapitalist medeniyetlerin” ulus devlet çıkarları için Asya, Afrika, Güney Amerika da katliamlar yaptığını , Hitlerin iktidara gelişinden sonra Ari ırkının varlığı için Yahudileri yakarak, yok etmeye çalıştığını, Çingenelere ve ötekileştirilen uluslara yönelik yapılan kanlı operasyonlar örnek verildi.

Tek tipleştirilmeye karşı farklılıkların zenginliğiyle güçlenen kömünal bir yaşam örgütleyelim.

Türkiye Kuzey Kürdistan da yapılan Ermeni ve Dersim katliamının tek ulus, tek bayrak, tek din, tek dil anlayışının ürünü olduğu vurgulandı. Tek tipleştirmenin günümüze kapitalizmle bağının şekillenişi günlük hayatımıza nasıl yansıdığını, teknoloji, medya, reklam, moda ve pazarlama aracılığıyla yaşamımıza nasıl şekil verdiğini ve toplumsal cinsiyet rollerine nasıl büründüğünü vurguladı. “Tek tipleştirilme toplumsal  kontroldür. Sistem kontrol edemediği farklılıklardan, denetleyemediği bilgiden korkar. Bunun için sistemini sürdürebilmek için hem emeğini sömürdüğü hem de kendisine biat eden bireyler yaratmak ister. Kontrol edemediğinde hapishanelere kapatarak hizaya getirmeye çalışır” diyerek içerde ve dışarda tek tipleştirmeye karşı örgütlü , bilinçli mücadele sürdürmek gerektiği vurgulandı. Tek tipleştirmeye karşı farklılıkların zenginliğiyle güçlenen çoğulcu, komünal bir yaşam örgütleyelim denildi. Katılımcıların fikir ve sorularıyla canlı bir tartışma ile paneli gerçekleştirildi.

Share

Sistematik şiddeti örgütlü gücümüzle yok edelim!

​ Sistematik şiddeti, örgütlü gücümüzle yok edelim!


Her 25 kasımda daha fazla kadın şiddetsiz ve özgür bir dünya istemini haykırmak için sokaklara çıkıyorlar. Şiddet, sahip olunan gücün ve iktidarın, fiziksel ya da ruhsal bir yaralanmaya ve kayba neden olacak biçimde bir başka insana, kendine, bir gruba, bir fikre, bir yaşam tarzına, bir varoluşa, doğrudan ya da dolaylı yolla uygulanması olarak tanımlanmaktadır.
Bireylere , özelde de kadınlara ve çocuklara karşı uygulanan sistematik ve akut şiddet ekonomik, psikolojik, cinsel ,fiziksel yıkımları ile tüm toplumlardaki en büyük sorunlardan biridir. Kadına yönelik şiddet bazen ev içindeki erkek -baba-ağabey-eş-sevgili tarafından, bazen kışkırtıcı giyindiği gerekçe gösterilerek , sokaktan geçen herhangi bir erkek tarafindan pervasızca uygulanır.Yeri gelir fabrikada bir işçidir, hastanede haklarını arayan sağlık görevlisidir, okulda öğretmen veya öğrencidir, dini sorgulayan, aykırı bireydir, savaşta ganimet gözü ile bakılan, tarlada karnında çocuğu ile amelelik yapan ırgattır. Kısaca kadın için her an, her yer şiddete maruz kalabileceği bir suç mahalidir. Yani kadın, hem erkek hem de sistem tarafindan hayatın her alanında şiddete maruz kalma ihtimali ile yüzyüzedir.
İktidar sahipleri direnişteki kadına akıllarınca esktra cezalandırıcı “ metodlarla müdahele eder. Örneğin, 25 kasım 1960 yılında Dominik Cumhuriyetinde, özgürlük savaşındaki üç kızkardeş, Mirabel kardeşler faşizmin askerleri tarafından tecavüze uğramış ve öldürülürmüşlerdir.Rosa Luxenburg ise öldürüldükten uzun süre sonra, cesedi bir kanalda bulunabilmiştir. Yine Türkiye Kürdistan’ın da kadın savaşçılar öldürülüp, tecavüz edilip, vücutları teşhir edilmeye çalışılarak,  kendilerince özgün metodlarla kadın cezalandırılmaktadır.
Egemenler hem sınıf hem de cinsi eşitlik mücadelesi veren kadını büyük tehlike olarak görür. Çünkü, bilirler ki kadın ayağa kalktığında toplum ayağa kalkar.
Bilirler ki kadın ve çocuklar teslim alındığında, direnişi yok etmek daha kolaydır.
Bu yüzdendir ki tüm faşizan sistemler kadına karşı şiddeti sistematik olarak uygular ve yasaları ile teşvik eder. Bize düşen ise bu sistematik şiddete, bilinçli mücadele ile cevap vermektir.
Özelde kadına, genelde tüm ötekileştirilen canlılara uygulanan şiddete karşı örgütlü gücümüzü yükseltmek her duyarlı bireyin görevi olmalıdır. Unutulmamalıdır ki eşit hak mücadelesinde, eşit koşullara sahip bireyler başarılı olacaktır. İlk adımımız kadına karşı uygulanan sistematik şiddeti yok etmek olmalıdır. Özgür insanlık mücadelesinin başlangıcı cinsiyet ayrımının yok edilmesi ile başlar.
Sistematik şiddeti, örgütlü gücümüz ile yok edelim!
Özgürlük mücadelesi kadın mücadelesine giden yoldan geçer.

Kadına şiddete son !
Ötekileştirilenlerin sesi olalım !
Avrupa Demokratik Kadın Hareketi

Kasım 2018

Share

Annem’e Mektup

 

Annem’e Mektup
Binbir yüzlü bir şehirde aldım ölüm haberini. Işıltılı çehresinin yanında bir sürgünler diyarı da olan Paris’te…
Yaratıcım, emektarım, cefakarım, güç kaynağım, varlık nedenim Annem; artık yoksun… Ne de kolay söylemesi değil mi?
Sayısız sürgün gibi ben de görmemenin, görüşememenin, koklaşamamanın dayanılmaz boşluğunu, çaresizliğini bir mektupla “telafi” etmeye çalışacağım.
Hastahane odalarına mahkûm olduğundan bu yana aklım, yüreğimin bir yarısı sendeydi. Seninle yapıyordum çocukluğuma doğru olan hayali yolculuklarımı.
Sana, anılarına baktığımda kadının, Annelerin asırlık inlemelerini, derin kanayan yaralarını, şaşılası dirençlerini, “kader”e boyun eğişlerini, binbir acı içindeki gülümselerini, olağanüstü iradi güçlerini, yavrularının üzerine gerdikleri kartal kanatlarını görüyorum.
Sınırsız, karşılıksız bir şefkat, hesapsız sevgiler, vefa duygusu, “taş çatlatan” bir sebat ve dayanma gücü canlanıyor hayalimde.
Sevinçlerini, üzüntülerini, bekleyişlerini, hastalık hallerini göremedim. Son anlarında yanıbaşında olamadım, dokunamadım.
Yokluğun ağır gelecek… Kabullenmek çok zaman alacak. Ölümün daha şimdiden yollara düşürdü beni; çocukluğumun patikalarına, labirentlerine doğru… Yüz çizgilerinin herbirini yeniden okumaya çalışıyorum.
Sırtladığın sorumluluklar, köy yaşamının bunaltan, bitmek bilmeyen işleri, tepenizde hiç eksik olmayan devlet korkusu, yani tüm bir meşakkatli yaşamın çocuklarına sarılarak oynama ve şımartacak denli sevme zamanı bırakmadı belki. Ama biz çocukların sevgini, hep hazır-nazır varlığını hissettik. Nadiren hatırladığım sarılışlarının yaydığı enerji ve kokun bir ömre bedeldi benim için.
Yıl 1994, Nevşehir “E tipi” cezaevinde ziyaretime gelmiştin. Aramızda cam bölme ve demir parmaklıklar vardı. Kucaklaşmamız yasaktı yani. Kadın gardiyanların gözetiminde “görüşecektik”. Ama içlerinde -vicdani, insani güzellikleri ölmemiş- biri vardı ki, “görev ihlali”ni göze alıp demir kapı aralığından uzattığım kafamı koynuna yaslamama göz yummuştu. O anki kokun beni çocukluğumun cıvıl cıvıl yıllarına götüren, belleğime kazınan en mutlu anlarımdandı. Çünkü kokunla bana merhametini, koruma güdünü, sevgini, hüzün ve direncini yeniden getirmiştin.
Çok ağladın benim için. Kaç kez cenazemi bekledin… Güneşin doğuşuna ve batışına yüzünü dönerek yaptığın duaların çoğunda ben vardım. Kendini çaresiz, kimsesiz hissettiğin zor zamanlarındaki serzenişlerinde, beddualarında yine ben vardım.
2002’nin yaz mevsimiydi; son kucaklaşmamız yani. Anneliğinin en yoğun duygu ve erdemleriyle sarılıp, “sen artık uzaklara gidiyorsun ve ben seni bir daha görmeden ölecem” diyişindeki çaresizlik bir düğüm olarak kalacaktı boğazımda. Yıllar sonraki çocuk hıçkırıklarımla bile söküp atamayacağım bir kör düğüm…
“Bize ne yaptı” diyenlere, yolunu beklediklerine çok kederlendin.
Yüksek sesle ifade etmesen bile beklediğin vefa duygusunu bulamamanın sana nasıl dert olduğunu biliyordum. Kapını çalmalarını dört gözle beklediklerin aramadıklarında/sormadıklarında için için kahırlandığın çok oldu. Meşakkatli yaşamında “ah”lar hiç eksik olmadı. Ama gururu elden bırakmadın. Acılarını, kırgınlıklarını içinde eritmeye çalıştın.
Annem, bugün bizlere üçer-beşer veda eden Dersim soykırımının artakalan çocuklarındandı. Ruh dünyalarındaki derin yarılmaların, travmaların bütün izlerini taşıyordu. Ama söz konusu trajik, hazin geçmişe rağmen ayakta kalabilmeleri insanın, daha çok da kadının “demirden sert taştan berk” irade gücüne bir kanıttı.
1938’in kızılca kıyamet zamanlarından kalan travmatik bir anısını hiç unutmadı.
Gündüzleri yaz güneşinin, mitralyöz takırtılarının, damlarını başlarına yıkan seri bombalamaların, geceleri ise baskına uğrama korkusunun hükümferman günleridir. Bir şafak vakti kuşatılır köyleri. Etrafına makinalı tüfeklerin mevzilendiği harman yerine toplanır köy halkı. Kadınların feryatları, iniltili ağlayışları, çocuklarını nasıl bağırlarında sakladıkları, infaz mangalarına, “çocuklarımızdan önce bizi öldürün” yakarışları tüm benliğinde yaşıyordu.
“Bir asker gözünün kadının topuğuna değmesi bile günahtır” diyen bir kültürle mayalandığı için de korkuları hep canlı kaldı.
Öyle bir yürek taşıyordu ki Annem, sonra ki yıllar boyunca köye yapılan askeri operasyonlarda bana ait kitap ve bildileri koynunda gizleyerek arama timlerinin gözlerinden kaçırabiliyordu.
Kızını koruma güdüsüyle “suç unsuru” sayılan kitap ve yayınları ateşe atan, kaybetme korkusuyla militan devrimci faaliyetlerine katılmasını istemeyen ve ve onu engellemek için çokça direnen de oydu.
Ama öte yandan, kız çocuklarını okula göndermeyen koca bir kültür coğrafyasında Babamın kızların “okuyupta ne olacaklar, kim çalışacak evde” tutumuna itiraz eden, “benim çilem bitmeyecek ama kızlarımın okuma-yazması olsun” diyerek direnen, dediğini yaptıran da oydu.
Babamı gölgede bırakan inisiyatifi, çalışkanlığı ve sorumlu kişiliğiyle
evimizin hem erkeği hem de kadınıydı.
Bütün kişilik gelişimimde onun emeği ve tayin edici etkisi vardır.
Kişiliğindeki sorumluluk duygusu, insan severlik, dayanışma, kadirbilirlik, sadakat gibi tüm üstün değerlerini devrettiği, saygı ve minnet duygularıma fazlasıyla layık ablamın ve çocuklarının varlığı acılarımı dayanılır kılıyor.
Bundan böyle duygu dünyamda, ruhumda, bilincimde yaşayacaksın biricik Annem.
O güç ve güven kaynağı asırlık çınar gölgeni hep üzerimde hissedeceğim…

🌹🌹🌹

9-10 Kasım-2018

Share

ADKH 9. Geleneksel Eğitim Kampını Almanya’da gerçekleştirdi

ADKH’nın her yıl düzenlediği eğitim kampının 9. bu yıl Almanya’da gerçekleşti.

Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin her yıl düzenli olarak gerçekleştirilen Eğitim Kampı 19-20-21 Ekim tarihlerinde Almanya’da yapıldı. 3 gün devam eden kampta;

  Avrupa’da Gündem

  Türkiye ve Orta Doğu’da Gündem

  Kültür Sanat ve Kadın

  Kadının Gücü ve Kendi Olma Çabası

konuları üzerine tartışmalar yürütüldü, Avrupa, Türkiye ve Kürdistan’daki siyasal gelişmeler ile ilgili sunumlar yapıldı. Bu başlık altında yapılan  tartışmalarda ezilen sınıflar ve özellikle kadınların gelişen baskıcı ve ırkçı politikalardan, göç ve savaşlardan nasıl olumsuz etkilendikleri tartışıldı.

DKH temsilcisi ve HDP milletvekili Dilşat Cambaz’ın Türkiye ve Kürdistan daki gelişmeler sunumu ilgi ile dinlendi.

Dilşad Cambaz sunumunda Türkiye’deki faşist rejimin bütün muhalif güçleri susturmak istediği ve bu amaçla her türlü baskı ve yasaklamaları istedikleri şekilde pratikteki  uygulamalara dikkat çekti.Kürdistan’da emperyalist güçlerin paylaşım ve işgal politikaları da tartışıldı.

   Sanat ve Kadın konusunda;  Sanatın toplumsal gelişmelerden nasıl etkilendiği ve oynadığı rolü, sanat aracılığıyla savaşa, barışa dair görsel sanatla yapılan Dia gösterisi  düşünmeyi ve tartışmayı canlı kıldı.

Kadının Gücü ve Kendi Olma Çabası; Bu çabanın Kadının tarih boyunca yürütmüş olduğu bütün çabaların en değerlisi olduğu vurgulanarak, kadının tarihsel mücadelesi ile kendi olma mücadelesinin özdeşleştiği belirtilerek; Eğitimin, araştırmanın ve soru sormanın değişim ve dönüşümdeki önemi vurgulanarak üretimin toplumsallaşması için yeniyi yaratma mücadelesi güçlendirilmeli çağrısı yapıldı.

Her yıl düzenli yapılan kadın kampın da  tutsak köşesi oluşturuldu. Kadın tutsaklarla dayanışma kartları yazıldı ve postaya verildi.

 Yoğun, tartışmalı ve verimli geçen sunumlardan sonra kadınlar kendi seslerinden ezgileri hep birlikte söylediler.

İki günü yoğun programla  geride bırakan kadınlar, kampın üçüncü ve son gününde bu dönem yapılması kararlaştırılan merkezi kampanyanın startını verdi.

Emeğimizin Gaspı Hayatımızın Gaspıdır ; Tarihsel Direnişten Özgürlüğe Yürüyoruz.”  

şiarıyla ADKH’nın sürdüreceği kampanya tüm Avrupa çapında ele alınacak. 

Üç günlük kampın değerlendirmesini de yapan kadınlar, kadından kadına bilginin, düşüncenin, yaşanmışlıkların, sıcaklığın, sevginin ve dostluğun önemine dair paylaşımların yapıldığı  eğitim çalışması sonuçlandı. CAN TV’den Hülya Şimşek’in yer aldığı kampta çeşitli röportajlar da yapıldı.

AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ

11. Dönem Komisyonu

 

                                                                              

 

Share

Eren Keskin: Kadınların yönetimde olduğu bir baro daha barışçıl olacak

41 bin 77 üyesi ile dünyanın en büyük barolarından biri olan İstanbul Barosu, yeni başkanını seçmeye hazırlanıyor.

Baronun kuruluşunun 140’ıncı yılına denk gelen genel kurulda, sekiz ayrı grubun adayları ile iki bağımsız aday yarışacak.

Yarıştaki isimlerden biri de Özgürlükçü Demokrat Avukatlar (ÖDAV) grubunun adayı avukat Eren Keskin.

 

Webiz‘de Serpil Savumlu’nun konuğu olan Keskin, baro seçimlerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yargının tamamen baskı altında olduğu bir dönemde bu seçimin ‘çok önemli’ olduğu görüşündeki Eren Keskin, bunu şöyle gerekçelendirdi:

“Çünkü avukatlar, halkın haklarını savunurlar ve esas olarak biat etmemesi gereken kesimidir yargının. Yargının bir tarafıdır ama biat etmemesi gereken tarafıdır. Maalesef bizde baroların bir bölümü ve Barolar Birliği esas olarak siyasal aidiyetleri ile bakıyorlar, hukuka da böyle yaklaşıyorlar. Oysa ki avukatların, özellikle de savunmanların haklarının ihlal edildiği durumlarda siyasal aidiyetle yaklaşım olmaz. Yani son derece tarafsız bir avukatın hak ihlaline uğraması özellikle düşünce ve ifadeleri nedeniyle hak ihlaline uğraması durumunda son derece meslek etiğine uygun, meslektaşına sahip çıkan bir baro olması gerekir. Bunun şu anda maalesef uzağındayız.”

İstanbul Barosu’nun olaylara çifte standartla yaklaştığını vurgulayan Keskin, Ergenekon Davası’na gösterilen ilginin diğer avukat yargılamalarında gösterilmediğini de söyledi.

500’den fazla avukatın sadece düşünce ve ifadeleri nedeniyle tutuklu bulunduğuna işaret eden Keskin, baronun avukatlara sahip çıkmadığını belirterek, çifte standardın son bulması gerektiğini ifade etti.

‘Korku hakimken bağımsız karar üretilemez’

Eren Keskin, Olağanüstü Hal (OHAL) sürecinde avukatlara yönelik yeni yaptırımların geldiğine dikkat çekerek, ‘korku toplumu’nun yaratıldığını söyledi.

“Hakim ve savcılar da korkuyorlar. Yani bir günde görevden alınan hakim ve savcılar var. Mahkemeler toptan görevden alınabiliyor. O nedenle yargıya korku hakim olduğu zaman zaten oradan bağımsız karar üretilmesi mümkün değildir. Durumumuz tam da bu.”

Korkunun yanında bilgisizliğin de olduğunu belirten Keskin, yargının bir açmaz içinde olduğunu ve bunun siyasetten ayrı düşünelemeyeceğini ifade etti: ‘Zaten bağımlı olan yargı artık içinden çıkılamaz bir hale getirildi.’

‘Tüm ezilen sınıf ve etnik kimliklerden yana tarafız’

Yaklaşık 30 yıllık avukatlık süresince hiç böyle bir dönem yaşamadığını vurgulayan Keskin, adaylığına ilişkin ise şunları dile getirdi:

“Demokrasi, barış, insan hakları hukuku, evrensel hukuk ve kadın bakış açısı bizi belirleyen bakış açısıdır. Biz Mahmut Esat Bozkurt hukukunu ortadan kaldırmayı amaçlıyoruz. Mahmut Esat Bozkurt, Türkiye’de hukukun anayapıcısı olan kişidir. Kendisi der ki ‘Bu vatanın öz be öz evlatları Türklerdir. Her türlü hakkın sahibi de Türktür. Türk olmayanlar ise ancak hizmetçi olabilirler.’ Aynen bunu söylemiş bir kişidir. Bizim baromuz şu anda Mahmut Esat Bozkurt adına ‘insan hakları ödülü’ veriyor. Bizim farkımız bu. Biz ezilen cinsten, ezilen sınıftan, ezilen tüm etnik kimliklerden yana tarafız. Bizi belirleyen noktamız budur.”

Baro yönetimi listelerinde birçok etnik kimlikten avukatın olduğunu da belirten Keskin, Kürt sorununu ve ‘devletin koyduğu kırmızı çizgileri’ temel bir mesele olarak gördüklerini ve yüzleşme olmadan demokrasinin gelmeyeceğini vurguladı.

‘Sivil bir Anayasa hayalimiz’

Keskin ayrıca, sivil siyasetin hapiste olduğu bir zamanda sivil bir Anayasa’nın yapılmasını istemenin hayalcilik olduğu görüşünün gelebileceğini, ancak bunun hayalleri olduğunu ve seçildikleri takdirde ilk iş olarak bu konuda çalışma yapacaklarını söyledi.

‘Kadınların yönetimde olduğu bir baro daha barışçıl olacak’

Belirledikleri 10 kişilik yönetim kurulunda yedi kadının bulunduğunu da belirten Keskin, “Kadın bakış açısının her yerde egemen olması, en azından eşit olması gerekiyor. Çünkü son derece erkek egemen ve militer kurumlar yaratılıyor” dedi ve ekledi: “Kadınların yönetimde olduğu bir baro daha barışçıl olacaktır.”

Öte yandan Eren Keskin, İstanbul Barosu başkan adaylarından birinin üniversitelerden ‘barış bildirisi’ni imzaladıkları için atılan öğretim üyelerinin atılma kararlarının altında imzası bulunduğunu da sözlerine ekledi.

gazetekarinca.com

Share

Edebiyat ve sanata kadın özgürlüğünü fısıldamış bir isim: Colette

“Yaşama dair ne gösteri varsa, hayatım boyunca en çok çiçek açmalara merak saldım… Her sabah uyandığımda dünya bana yepyeni gelir, çiçek açmaktan yalnızca ölmek için vazgeçeceğim”

Sidonie Gabrielle Colette 28 Ocak 1873’te Fransa’nın güneyindeki Saint-Sauveur-en-Puisaye’de dünyaya gelir.

Bir taşra kasabasında asker emeklisi bir bir baba ve renkli bir mizaca sahip anneden dünyaya gelen Colette, annesi sayesinde dogmalara biat etmeyen bir çocuk olarak büyür. Annesinin bu kendine münsahır, çocuklarını çok seven ama bir o kadar da çekinilen karakteri Colette’in benliğinde önemli etki yaratacaktır.

Colette’in birçok savaşta görev almış olan babası ise aslında hayatı boyunca yazmak istemiş lakin bu alanda bir türlü başarılı olamamıştır. Yaşamını yitirdiğinde ardında mürekkeple hiç buluşmamış birçok defter bırakmıştır. Boş defterler Colette’in sözcükleriyle dolacaktır.

İşte böyle bir ailede büyüyen Colette 20 yaşına geldiğinde gazeteci, yazar ve eleştirmen Willy lakaplı Henry Gauthier-Villars ile evlenir. Colette bu evlilikle birlikte büyüdüğü taşradan da ayrılır ve Paris’e taşınır.

Dolandırıcılığıyla nam salmış olan Henry’nin, yazım yeteneğini fark ettiği Colette’i bir odaya kapatıp yazmaya zorladığını belirtir bazı kaynaklar.

Ve Colette’in bu koşullarda yazdığı ancak Henry’nin adıyla yayımlanan ilk eseri ‘Claudine’ isimli roman serisi olur. Bu kötü koşullarda gerçekleşen yazım süreci Colette’in yazın dünyasına attığı adımın başlangıcı olur.

Ayıplamalarla gülerek dalga geçen Colette

Colette 1905 yılında kendisini aldatan Henry’den boşanır. Bu ayrılık Colette için güzel bir başlangıç olur ve kendi imzasıyla ilk kitabını çıkarır: ‘Hayvan Diyalogları’.

Boşanma sonrası bir süre müzikhollerde şarkı söyler. Bu sıkıntılı ancak verimli süreçte ‘Duygusal Sürgün’, ‘Avare’ ve ‘Müzikholün Diğer Yüzü’nü yazar.

Colette hem yaşamı hem de yazdıklarıyla düzenin istemediği bir kadındır. Ancak o, ne yaptığını gayet iyi bilmektedir. Kendisini ayıplayanlara dudağının kenarına yerleştirdiği umursamaz muzip gülüşle yanıt verir.

Bu dönemde Sopy Mathilde de Morny isimli kadınla yaşadığı ilişkisi ufak bir ‘skandal’ yaratır.

Kadın vücudu ve ‘kamu ahlakı’

Colette müzikhol tecrübelerinin ardından edebiyatın yansı sıra sahneye de ısınmıştır. 1906’da kısa bir tunik ve başında iki boynuz ile Mathurins sahnesinde seyirci ile buluşur. Colette bu oyunda bir bakireyi büyüleyen ve şehveti ile onu ormanın karanlıklarına doğru çeken yabani bir kadını canlandırır.

Bu temsili, Kraliyet Tiyatrosu’nda rol aldığı bir oyun takip eder. Bu oyunda Colette ve rol arkadaşı olan aktris sahnede öpüşür. Ve oyun büyük yankı uyandırır. Colette çizginin dışından gülümser toplumun diğer ve – iki – yüzüne.

Onu eleştirenler kadar alkışlayanlar da vardır elbet. Bu dönemde dönemin önemli dergilerinden ‘La Figaro’da Colette’e övgü yazısı yayımlanır.

Moulin Rouge’da oynadığı ve bir mumyayı canlandırdığı ‘Mısır Düşü’ oyunu ise tabir-i caizse yeri yerinden oynatır. Colette bu oyunda rol arkadaşıyla öpüştüğünde seyirci küfür edip, sahneye eşya fırlatmaya başlar. Saldırı öylesine büyür ki polis gelerek salonu boşaltır.

Olaylı oyunun ardından iki kadın oyuncu basın tarafından hedefe konur ve ‘ahlaki sapkınlıkla’ suçlanır. Paris emniyeti bu piyesi yasaklama kararı alır.

Bu yasak ve ayıplamalara karşı öfkelenen Colette, adeta ‘işte şimdi başlıyoruz beyler’ der ve ‘Et’ isimli oyunda kıyafetini çıkarıp memelerini açar. Alper Maritimes valisi bu iki memenin ‘kamu ahlakına zarar verdiği’ni düşünür ve piyesi yasaklamakla tehdit eder Colette’i. Derken yapılan görüşmeler sonucu Colette’in tek memesini göstermesine razı olur.

Colette onlara uymaz, bu ahlak anlayışının kadim koruyucularını önünde diz çöktürür. Bu bir kadının, basının diliyle ‘skandalların kraliçesi’nin zaferidir.

Bu oyunla Fransa’da turneye çıkar. Döndüğünde evliliği boyunca Colette’a zarar veren Willy psikolojik saldırılarına devam eder. Willy basına, Colette’in kendisini harap ettiğini söyler. Savaşı Willy başlatmıştır, Colette da buna iştirak eder. Willy’nin imzasıyla yayımlanan ‘Claudine’yi kendisinin yazdığını anımsatarak şunları söyler:

“Kişisel hınçlarını tatmin etmek için metnime birkaç cinas, müstehcen ve amiyane söz eklemekle meşguldü.”

Akademiye kabul edilen ilk kadın yazar

Colette, 1912’de ‘Le Matin’ gazetesinin editörü Henri de Jouvenel des Ursins’le evlenir. Bu evlilikten Colette de Jouvenel adını verdiği bir kızı olur. Derken savaş patlak verir Henri savaşın ardından siyasete atılır. Colette ise Matin’in yazıişleri müdürlüğünü yapmaya başlar. Bu dönemde ‘Bencil Yolculuk’ ve ‘Claudine’in Evi’ni kaleme alır.

Colette evliliğinde Henri tarafından aldatılır. Bunun ardından 1919’da yanlarına gelen Henri’nin oğluyla bir ilişki yaşar ve Henri’den boşanır. Bu ilişki ise 5 yıl sürer. Colette yaşadığı bu ilişkiyi ‘Cicim’ adlı kitabında hikayeleştirerek anlatır.

Colette evlenir ayrılır, kalbinin dikine gider, hata yapar, başarır, üzülür, mutlu olur ama sade ve sadece kendisi karar verir yürüyeceği yola. Ahlak normlarını kabullenmediği toplumun hem içinde hem de kendine özgü yaşamayı başarır. Kim ne derse desin yazar, oynar, şarkı söyler ve aşkı tüm tutkusuyla yaşar. Hayatın her zerresini tutkuyla yaşar.

1930 yılında Belçika ve Concourt akademilerine üye olur. Colette böylelikle Concourt’a kabul edilen ilk kadın yazar olma ünvanını kazanır.

1935’te Musevi bir iş insanı olan Maurice Goudaket ile evlenen Colette, Birinci Dünya Savaşı sırasında Opéra de Paris’ de balerin olarak çalışır.

Almanya’nın Fransa’yı işgal ettiği yıllarda hem eşini hem de Yahudi arkadaşlarını korumak için uğraş verir. Bu dönem onun daha dingin çağlarını oluşturur.

1944 yılında 72 yaşındayken yazdığı ‘Gigi’ adlı romanı çok büyük ün kazanır. Kitap hem filme çekilir hem de müzikal olarak Broadway’de sahnelenir.

Çiçek açmaların kadını

Eserlerinde ve oyunlarında çoğunlukla kadın özgürlüğüne odaklanan Colette, 3 Ağustos 1954’te Paris’te aramızdan ayrıldı.

Çiçekler açmanın kadını Colette, ardında onun izleri ve yaşanmışlıkları olan çok sayıda eser bıraktı. Hayatı filme konu oldu. Yaşamı dilden dile, edebiyattan sohbetlere dek uzandı.

Ve dediğini yaptı; o, çiçek açmaktan yalnızca ölmek için vazgeçti.

gazetekarinca.com


Kaynak
‘Yedi Kadın’ – Lydie Salvayre (Çeviren: Atakan Karakış) Alakarga Düşünce
Share

Şubadap: Çocukları sanattan mahrum bırakmak suçtur

Serkan Alan  salan@gazeteduvar.com.tr

ANKARA – İzmir’de kurulan Şubadap Çocuk müzik grubu İç Anadolu turnesinde çocuklarla buluşuyor. Toplumsal cinsiyet odaklı, hak temelli ve bilimsel şarkılar yazıp seslendiren grup bugüne dek dört albüm çıkardı. Pedagoglarla, çocuklarla ve ebeveynlerle kolektif üretilen şarkıları albümde çocuklar, turnelerdeki konserlerde ise Moyo Masal ekibiyle birlikte altı kişi seslendiriyor.

ŞUBADAP: SORU SORAN, SORGULAYAN VE MERAK EDEN ÇOCUK

Halk sponsorluğuyla turneler düzenleyen, albümler çıkaran Şubadap Çocuk, Ankara’daki ilk gününde Can Yücel Parkı’nda çocuklarla buluştu. Bugün (21 Ekim) ‘Yakacık Pazar Yeri’nde ve Batıkent Sinan Bengier Tiyatro Salonu’nda konser verecek olan grubun kurucuları arasında yer alan Serdar Türkmen ile konuştuk. İç Anadolu’da 33 farklı il ve ilçede, köy okullarındaki çocuklarla buluşan grubun solisti Türkmen, Şubadap’ın ortaya çıkışından faaliyetlerine kadar pek çok konudaki sorularımızı yanıtladı.

Şubadap Çocuk nasıl doğdu? Grubun adının anlamı ne?

Şubadap adında bir şarkı yapıldı. Bu şarkı soru soran çocuklara yönelikti. Şarkıya nakarat aranıyordu ve yansıma sözcük ihtiyacı doğdu. “Şubadap” oradan deneye deneye çıktı. Çocuklara yönelik müzik temelli çabamız ciddiye binince bir isim bulma telaşına düştük. Klişe isimlere düşmeden ‘Şubadap Çocuk’ koymaya karar verdik. Sonrasında da bu sözcüğe bir anlam uydurduk. Soru soran, sorgulayan ve merak eden çocuklar demek şubadap . Hal böyleyken de çocukların diline takılan pek çok şarkı gibi Şubadap’ın öyküsü de başlamış oldu.

 

İLK ALBÜM: BİLMİŞ ÇOCUĞUN ŞARKILARI

Grup olarak bir araya nasıl geldiniz? Çocukların seslendirdiği albümler çıkarmaya nasıl başladınız?

Mahallelerdeki müzik temelli çalışmalarımızda “Şubadap” ortaya çıktı. Halkevleri’nde ve diğer derneklerde çocuklarla yaptığımız müzik temelli çalışmalarda eksiklik hissediyorduk. “Mor koyun”, “sarı gelin” gibi sıfat tamlamalı çocuk şarkılarının, çocukların bugününe dair bir şey anlatmadığını gördük. “Baltalar elimizde” düzeyinde doğa ve ekoloji anlayışı vardı şarkılarda. Yeni bir şey yaratmak gerekiyordu. Biz de bu alanda ne yapabiliriz diye yola koyulduk. İlk başlarda kötü şarkılar yaptık. Onlar çocukların süzgecinden geçmediler. Çocukların süzgecinden geçen şarkılarla, Buca Halkevi’ndeki çocuklarla birlikte, zayıf bir ekipmanla bir albüm kaydetmeye koyulduk. Paramız pulumuz yokken o ekipmanlarla bir şeyler ortaya koymaya başladık ve ‘Bilmiş Çocuğun Şarkıları’ adını verdiğimiz ilk albüm ortaya çıktı.

ÇOCUKLAR İÇİN EVRİM ŞARKILARI

Sonra durumu biraz toparlayınca ikinci albümü hazırlamaya koyulduk. Çocuklar açısından ülkede en önemli problemin bir yoksunluk hissiyatı olduğunu, bunu da Milli Eğitim’in evrim meselesinde bilerek yaptığını düşündük. Çocuklar için evrim şarkıları yaptık. “Dino’nun Şarkıları” adında ikinci albümü çıkardık. Bu albümde biyologlarla ortak çalıştık. Bizim de yanlış bildiğimiz birçok şeyi bize anlattılar, evrim eğitiminden geçtik. Üçüncü albümüz ise geçmiş yıllarda “Üç Beş Ağaç Kervanı” diye turne çalışmamız vardı. Orada çocuklara sorduğumuz bir soru öne çıkmıştı: gökyüzü kimin?.. Bu her bölgenin kendi sosyokültürel durumunu da anlayabildiğimiz bir soruydu. Bazı bölgelerde Allah, bazılarında bizim, bazılarında hepimizin yanıtlarını alıyorduk. Rize’nin Fındıklı ilçesinde, “Lazlarun” yanıtını aldık. Kıbrıs’a gidip ‘Çocuklar gökyüzü kimin?’ dediğimizde “Ankara’nın” dediler. Doğa ve ekoloji üzerine hazırladığımız “Gökyüzü Kimin” albümü bu şekilde çıktı. Dördüncü albümümüzün ismi, çocuk haklarına dair düşündüğümüzde bize çok temel gelen bir meramdan doğdu: Dersler Uzun Tenefüsler Kısa… Bir albüm hazırlığımız daha var. Orada da toplumsal cinsiyet rollerini eleştirdiğimiz şarkılar olacak.

‘ŞARKILARIN YAPIM SÜRECİNDE ÇOCUKLAR HEP EN ÖNDE’

Şarkılar çocuklarla birlikte mi yazılıyor? Albümdeki şarkıları çocukların seslendirdiğini biliyoruz.

Bütün şarkıları çocuklar söylüyor albümlerde. Konserlerde ise bizler söylüyoruz. Çocuklar şarkı söyleyerek bir taraftan da stüdyo tecrübesi ediniyorlar. Şarkıların ortaya çıkışı tamamen kolektif. Ebeveynler ve çocuklar birlikte ortaya çıkarıyor. Çocuklar genellikle ilk yazım sürecinde olmuyorlar. Problem çocuklardan alınıyor, yetişkinler yazıyor. Çocuklar tema, argüman ile ilk aşamada katkı sunuyorlar. Yapım sürecinde çocuklara kelimeler danışılıyor. Bu kelimeler hoşunuza gidiyor mu, biliyor musunuz diyoruz. Pedagojik olarak çok dikkatli olmaya çalışan bir ekibiz. Elbette neoliberal bir pedagojik yaklaşımdan söz etmiyorum. Mevcut düzenin çocuklar için yaşanabilir olmadığı kanaatinde olduğumuz için dünyayı dönüştürebilecek bir pedagojinin peşindeyiz.

“Çekirdeksiz Domates” en çok sevilen şarkılarınızdan biri. Onun yazılış öyküsü nedir?

Annenin birisi çocuğunu uyutmak için, “Çekirdeksiz domates düşmüş yollara” diyor. Sadece bu kadar. Bunu söylüyor bize ve bundan bir şarkı yazılabilir mi diyor. Biz bunu alıyoruz gıda güvenliği meselesine oturtuyoruz. Domates çekirdeklerini arıyor ama çekirdekleri yok.

 

ŞARKILAR KİTAP OLUYOR

Çekirdeksiz Domates ve Dino gibi şarkılarınız kitaplaştırıldı. Kitaplaştırma süreci nasıl işliyor? Devamı gelecek mi?

Bu konuda Moyo Masal’la birlikte çalışıyoruz. Şimdiye kadar bir nota kitabı, dört tane de şarkının öyküsünü içeren resimli kitaplar hazırladık. Bu kitapları dayanışmayla üretiyoruz. Bir miktarını belirlediğimiz yerlere ücretsiz gönderiyoruz. Bir miktarını da satış yaparak yeniden basım maliyetini karşılamaya çalışıyoruz. Devam edecek ve kendi maliyetini karşıladığı noktada hepsini, şarkılarımız gibi, herkesin internetten indirebileceği hale getireceğiz. Gökyüzü gibi herkesin, hepimizin olması ümidiyle…

‘BU ŞARKILAR KİMİNDİR GERÇEKTEN?’

Herkesin erişimine sunmaya özellikle önem atfediyorsunuz…

Nazım Hikmet’in şiirleri örneğin bir bankanın, şirketin elinde. Şirketler düzeninin karşısında bir insanken şiirlerinin telif haklarının bir bankanın elinde olması kadar büyük bir çelişki yok örneğin. Biz bir şekilde bu sistemin karşısındayız ve bunun karşısında olabilecek birtakım fiiliyatları öngörmeye çalışıyoruz. Bu şarkılar kimindir gerçekten? Çocukların süzgecinden geçen, öğretmen arkadaşın attığı fikirle, öbür tiyatrocu arkadaşın eklediği sözlerle oluşan albüm kime aittir? Gökyüzüne aittir, çocuklara aittir.

‘ÖN YARGILARIMIZI SARSMAK İSTEDİK’

Mersin’den yola çıkarak İç Anadolu turnesine başladınız. 34 konser vereceksiniz pek çok il ve ilçede. Turne fikri nasıl ortaya çıktı?

Geçtiğimiz yıl bir turne yaptık, 42 gün sürmüştü. İzmir’den çıkarak kuzeye doğru Karadeniz’den Cizre’ye ulaşmıştık, oradan da Akdeniz’e gitmiştik. O zaman bu bölgeyi atladığımızı fark ettik. Muhalif insanların İç Anadolu’ya dair bir ön yargısı var. Buna oynamak ve kendi ön yargılarımızı sarsmak istedik. Ağırlıkla da devlet okullarına gidiyoruz. Süreç üç aşamalı işliyor. Etkinlikten önce çocuklar şarkılara ve öykülere hazırlanıyorlar. Sonra etkinlik oluyor, en son da söyleşi yapıyoruz. Orada da merak ettikleri soruları soruyorlar.

 

‘ISRARI ORAYA KURMAK GEREKİYOR’

İç Anadolu’da masal duymayan çocukların olduğundan bahsettiniz sahnede. Çocukların tepkileri nasıldı?

Geçtiğimiz gün Yozgat’ın Sorgun ilçesine gittik. Merkezde etkinlik yaptıktan sonra bir öğretmen geldi ve köylerine davet etti. Bizim de yüreğimizden geçen oralarda olmak. Aldık ekipmanımızı ve gittik köye. Köyün gidiş yolu bir buçuk şeritli. Burada bir adaletsizlik olduğu belli ve gittiğiniz zaman da o adaletsizliği görüyorsunuz. Bu adaletsizlik ekonomik alandan tutun kültürel adaletsizliğe kadar… Sen nasıl bir ilkokul çocuğunu tiyatroya götürmezsin? Biz kültür insanları da buralara gitmezsek bu çocukların çaresi yok. Gitmezsek bu çocuklar için tiyatro, şarkı günah olacaktır en fazla. Gittiğimiz yerlerde, evlerde şarkı söylemenin günah olduğunu, çocukların bu tip faaliyetler içinde bulunmasının çok matah karşılanmadığını öğrendik. Bizim Çankaya’daki çocuklarla beşinci buluşmamız falandır bu ama oraya bir kere gittik, belki de bir daha gidemeyeceğiz. Israrı oraya kurmak gerektiğini düşünüyoruz. Teorik olarak bakacak olursak çocukları kültür ve sanatla buluşmaktan mahrum bırakmak suçtur, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre hak ihlalidir.

HALK SPONSORLUĞUYLA ÇALIŞIYORLAR

Birçok etkinliğinizi devlet okullarında ücretsiz bir şekilde hayata geçiriyorsunuz. Ulaşım giderleri gibi masrafları nasıl karşılıyorsunuz?

Bu turnede 34 etkinlik var, 5’i ücretli, 29’u ücretsiz. Halk sponsorluğu dediğimiz bir sistemimiz var. Bu çalışmaları onaylayan arkadaşlarımızın katkılarından oluşan küçük bir havuzumuz var. Buna halk sponsorluğu diyoruz. Albüm çıkarırken de turneye çıkarken de bunu kullanıyoruz. Dolayısıyla hiçbir şirketin sponsorluğunu kabul etmiyoruz. Bilmem ne marka bebek bezi şirketi veya bilmem ne özel okulları gelip sponsor olmak istiyor örneğin. Diyoruz ki neden? Bebek beziyle, o özel okulla bu etkinliğin ne alakası var? Halk sponsorluğunu öne çıkarmaya çalışıyoruz. (DUVAR)

gazete duvar

Share

”Cumartesi Anneleri; “Ne Galatasaray’dan ne de kayıplarımızdan vazgeçmiyoruz”

Cumartesi Anneleri, kayıplarının akıbetini sormak için polis engeline ve yürüyüş yasağına rağmen 708. kez bir araya geldi. İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi önünde buluşan kayıp yakınları bu hafta da üzerinde kaybettikleri yakınlarının fotoğrafının basılı olduğu tişörtler giydi.

Cumartesi Anneleri’nin eylemine HDP’li vekillerden Oya Ersoy ve Ali Kenanoğlu, CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve çok sayıda insan hakları savunucusu katıldı.

Açıklamada ilk olarak söz alan Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak, Galatasaray Meydanı’nın 9 haftadır Anayasa’ya aykırı şekilde kendilerine kapatıldığını belirterek, “708. haftamızda AKP iktidarının uluslararası yargı karşısında hakikati kabul ettiği ancak bugüne kadar hukukun dışında durarak yükümlülüklerini yerine getirmediği kayıp dosyalarından birini kamuoyu ile paylaşacağız” dedi.

Maside Ocak, kaybedilen Fehmi Tosun ve Hüseyin Aydemir’i şöyle aktardı:

19 Ekim 1995 sabahında 35 yaşındaki Fehmi Tosun ve arkadaşı 34 yaşındaki Hüseyin Aydemir, Fehmi Tosun’un İstanbul Avcılar’daki evinde kahvaltı etmesinin ardından evden çıktı. Fehmi Tosun akşam saatlerinde beyaz toros araçla evinin önüne getirildi. Kendisini gören eşi ve çocuklarına ‘Gözaltına alındım, beni öldürecekler’ diye bağırdı. Onlar Fehmi’nin yanına koşunca araç uzaklaştı. Olaya çevredeki komşular da tanık oldu.

Ailelerin tüm yasal yollara başvurduğunu vurgulayan Ocak, “Fehmi Tosun ve Hüseyin Aydemir’in gözaltına alındığı devletin bütün kademelerince inkâr edildi. Onlardan bir daha haber alınamadı” diyerek şunları ekledi:

İç hukuktan sonuç alınamayınca Fehmi Tosun davası eşi tarafindan AİHM’e taşındı. 2003 yılında sonuçlanan davada hükümet AIHM’e verdiği savunmada “Hükümetimiz Fehmi Tosun’un kaybolması olayının meydana gelmesinden dolayı üzgündür. Bir kimsenin kaybolması olayı hakkındaki soruşturmanın eksik yapılmasının, Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi’nin 2. maddesinin ihlalini Oluşturduğu kabul edilmektedir.” dedi ve yaşam hakkı ihlallerinde gerekli tüm önlemleri alıp, etkili soruşturmaların yürütülmesini zorunlu kılan talimatları vermeyi taahhüt etti.

“Ancak bu güne kadar Tosun ve Aydemir dosyalarında etkin bir soruşturma yapılmadı” diyen Ocak, sözlerini şöyle tamamladı:

Zamanaşımından takipsizlik kararı verilen dosyalar kapatıldı. Bunun üzerine Fehmi Tosun dosyası Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. Yargı makamlarım Fehmi Tosun ve Hüseyin Aydemir dosyalannda yargılamanın yenilenmesi yoluyla etkin bir soruşturma yaparak, maddi gerçeğin açığa çıkartılması ve ceza adaletinin sağlanması yönünde göreve çağırıyoruz.

“Ne Galatasaray’dan ne de kayıplarımızdan vazgeçmiyoruz”

Ocak’ın ardından söz alan Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun ise şunları söyledi:

Galatasaray’ı yasaklayanları kınıyorum. Bizi bu sokağa neden tıkıyorsunuz. Bu zamana kadar Galatasaray bize neden yasaklandı? Biz kimseye 23 yıldır zarar vermedik. Eğer hukuktan, insan haklarından bahsediliyorsa dönüp bakmalıdırlar. Acımıza rağmen kimseye hakaret etmiyoruz, şiddet uygulamıyoruz. Kayıplarımızı aramaktan asla vazgeçmiyoruz. Eğer bu ülkede hukuktan bahsediliyorsa kayıplara dönüp baksınlar. Bu insanlar siyasetle uğraştığı için gözaltına alındı. Biz bunların hesabını yetkililerden soruyoruz. Onlar yargı önüne çıkana kadar biz hesap soracağız. Ne Galatasaray’dan ne de kayıtlarımızdan vazgeçmiyoruz.

“Kendilerini hukukun üstünde görmesinler”

Ferhat Tepe’nin kardeşi Ayşe Tepe ise, “700 haftadan itibaren Galatasaray bize yasaklandı. Galatasaray’da olmamız engellenemez. Hukuk evrenseldir, kendilerini hukukun üstünde görmesinler. İç hukuk yollarını tükettik, AİHM’e gittik Anayasa Mahkemesi’ne gittik. Biz hiçbir zaman haklı davamızdan vazgeçmedik. Burayı bile küçücük bir çembere hapsetmeye çalışıyorlar. Biraz vicdanınız sızlasın” dedi.

Kaynak / Sendika.org

Share

Sise Bingöl serbest bırakılmalı

Adana’da insan hakları savunucuları, 85 yaşındaki hasta tutuklu Sise Bingöl’ün serbest bırakılmasını istedi.

İnsan Hakları Derneği (İHD) Adana Şubesi Hapishane Komisyonu, her 15 günde bir hasta tutukluların durumuna dikkat çekmek için yaptıkları oturma eyleminin ikincisinde Tarsus T Tipi Kadın Kapalı Cezaevi’nde bulunan 85 yaşındaki hasta tutuklu Sise Bingöl’ün serbest bırakılması istendi.

Topluma gözdağı 

Açıklamayı İHD Çukurova Bölge Temsilcisi Yasemin Dora Şeker yaptı. İnsan hak ve özgürlüklerinde yaşanan ihlallerin Olağanüstü Hal’de (OHAL) artığını dile getiren Şeker, “Türkiye’de her geçen gün okullardan daha fazla yapılan cezaevleri neredeyse kent yerleşkesine dönüştürüldü. Cezaevleri yerleşkelerinde tutuklu ve hükümlü mevcudunun yüzbinlerle ifade edildiği, darp, işkence, hastalık, tedavi edilmeme, fiziki şartların kötülüğü, kalabalık koğuş, haksız disiplin cezaları ve benzeri pek çok ihlal iddialarıyla gündeme geldiği bir dönemden geçiyoruz. Bu cezaevlerinden gelen hak ihlalleri şikayet başvurularının her geçen gün artması Türkiye demokrasisinin de hangi düzeyde olduğunun göstergesidir. Tüm bu uygulamalar topluma gözdağı vermeyi amaçlamaktadır” dedi.

‘Mahpuslar artık tedavi istemiyor’

Cezaevlerinde her geçen gün tutuklu ve hükümlülerin temel sosyal hakları olan spor, haber alma, görüş ve tedavi edilme hakları gibi en yaşamsal haklarının ellerinden alındığını ifade eden Şeker, en önemlisinin de yaralı ve ağır hasta olan tutukluların tedavi edilmemesi olduğunu aktardı. Şeker, “Bölge cezaevlerindeki yaptığımız tespitlere göre birçok hasta veya yaralı yakalanmış olan mahpus tedavi edilmediği için sağlıkları giderek kötüleşmiş veya sakat kalmıştır. Mahpusların bırakınız hastanelere hemen götürülmesi, cezaevi revirlerindeki sağlıkçılara dahi haftalar sonra görünebilmesi, tedavilerin özensiz yapılması, ilaçların düzensiz verilmesi, hastaneye sevklerin çok acil durumlar dışında yapılmaması, mahpusların hastaneye sevk esnasında tek kişilik bölmeli, dar ve havasız ring araçlarında kelepçeli olarak saatlerce bekletilmesi, jandarmaların sık sık hakaretlerine maruz kalma ve hatta zaman zaman darp edildiklerine dair yoğun başvuruların olması, doktor muayenesinde dahi kelepçeli muayene ve yatağa kelepçelenme şeklindeki tedavi yöntemi bu sağlık hakkı ihlallerinden yalnızca birkaçıdır. Sırf bu çileli koşullarda hastaneye gitmesi gereken mahpuslar, artık hastaneye sevk edilmeyi ve tedavi olmayı dahi artık kabul etmemektedir” şeklinde konuştu.

İHD Genel Merkezi’nin son verilerine göre, cezaevlerinde 402’si ağır olmak üzere bin 154 hasta tutuklunun olduğuna dikkat çeken Şeker, bu hastalardan birinin de yaşlı olmasından dolayı algılama yeteneğini kaybetmiş olan ve son görüşmede mide, şeker, astım, tansiyon ve sair gibi hastalıklarına yakalanıp bakıma muhtaç olan 85 yaşındaki Sise Bingöl olduğunu dile getirdi.

‘Hayatı tehdit altında’

12 gün önce avukatların yapmış olduğu görüşmede Sise Bingöl’ün sağlık durumunun gözle görülür bir şekilde bozulduğunu aktaran Şeker, “Daha önce Muş Devlet Hastanesi’nin verdiği raporlara göre ‘sağlığının cezaevinde kalmaya elverişli olmadığı’ tespit edilmesine rağmen İstanbul ATK’nin cezaevinde kalmasının hayatı için tehlike arz etmediği belirtilerek tahliyesi engellenmiştir. Çok ihtiyarlayan ve artık ailesiyle birlikte çocuklarının bakım ve gözetiminde son zamanlarını geçirmesi gereken bu yaşlı kadının kamu düzeni açısından cezaevinde tutulmasını gerektiren tehlike ve zorunlu koşullar bulunmamaktadır. Buna rağmen ilerleyen yaşı ve birçok hastalığından dolayı bu kadar yaşlı bir kadının Mart 2020 yılına kadar kalan ceza süresini hapiste geçirmesi hayatı için ağır tehdit oluşturmaktadır. Asıl bu kadar yaşlı bir kadının cezaevinde tutulması kamunun adalete olan güvenini sarsmaya ve ‘kamu düzenini’ tehdit eden boyutlara ulaşmasına hizmet edecektir” ifadelerini kullandı.

‘Sise Bingöl serbest bırakılmalı’

Yetkilileri ve tüm kamuoyunu Bingöl ve tüm hasta tutukluların sağlığına ve özgürlüğüne kavuşması için duyarlı olmaya çağıran Şeker, “Bu koşullarda Sise Bingöl’ün ATK engelinin kaldırılmak suretiyle kocama hali ve hastalıkları dikkate alınarak Anayasanın 104’üncü maddesinde Cumhurbaşkanının kendisine tanınan ‘Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle kişilerin cezalarını hafifletir veya kaldırır’ maddesindeki hakka dayanarak affetmesi veya İnfaz Hakimliğince Sise Bingöl’ün hastalığı nedeniyle ailesinin yanında cezasını konutunda geçirmesine karar verilmesi gerekiyor” dedi.

Açıklama oturma eylemiyle son buldu.

Kaynak / Mezopotamya Ajansı

Share

Hollanda’da LGBTİ+ pasaportu kullanımı sağlandı

Hollanda’da 2001 yılında trans ameliyatı olan ve kendisini interseks olarak tanımlayan Leonne Zeegers’e, ülkedeki ilk LGBTİ+ pasaportu verdi.

Zeegers’in konuyla ilgili açtığı davada hakimler LGBTİ+ olarak kayıt olmayı engellemenin “özel hayatın, kendi geleceğini saptamanın ve bireysel özerkliğin ihlâli” olduğuna hükmetmişti.

Hollanda halkının yüzde 4’ünün kendisini interseks olarak tanımladığını söylüyor. Ülkede bir kişinin cinsiyetinin X olarak tanımlanıp tanımlanamayacağına mahkemeler karar veriyor.

Hollanda haricinde Arjantin, Avustralya, Danimarka, Hindistan, Kanada, Nepal, Malta, Pakistan ve Yeni Zelanda da cinsiyetsiz pasaportlara izin veriyor.

gazetepatika8.com

Share

Mardin’in Derik ilçesinin ilk kadın muhtarı görevden alındı

Mardin’in Derik ilçesinin ilk kadın muhtarı 55 yaşındaki Nebahat Durmaz İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla görevden uzaklaştırıldı. Derik’te aralarında Durmaz’ın da yer aldığı 9 muhtarın kaymakamlığa çağrılarak mühürleri geri alındı.

Derik’in ilk kadın muhtarı 7 çocuk annesi Nebahat Durmaz yaşananlarla ilgili olarak, “Hiçbir açıklama olmadan, sadece bir telefonla ‘mühürlerini alın gelin, açığa alındınız’ denildi, hiçbir açıklama yapılmadı” dedi.

‘Beni bu köylüler seçti’

Kocasını 17 sene önce kaybeden ve 7 çocuğunu hayvancılık yaparak büyüten Durmaz, muhtar olduktan sonra köyde birçok alanda faaliyet gösterdi: Köyde yas evi ve yol yaptırdı ve su getirdi. Ayrıca yaşlıları ve yoksul aileleri tespit ettirip yardım ve maaş sağladı, kimine ev yaptırdı… Durmaz, muhtarlığı süresince yaptıklarını şöyle özetledi “Köyüme de milletime de hizmet ettim. Tırnak kadar suçum yok eminim. Araştırılacak ve beni görevden alanlar utanacak. Ben sadece çocuklarıma, köylüme, komşuma sahip çıktım ve beni bu köylüler seçti.”

Köylülerden geçmiş olsun ziyareti 

Mardin bölgesinde ikinci, Derik ilçesinin ilk kadın muhtarı olan Durmaz “En azından buna saygı gösterilseydi” diyerek tepkisini dile getirdi.

Ekmek ve Gül’den Hilal Tok’un haberinde, Durmaz, köylülerin de duruma çok üzüldüğünü ve gün boyunca evine geçmiş olsun ziyaretinde bulunduklarını dile getirdi. Durmaz “Avukat tutacağım ve kararın haksızlığını ortaya çıkaracağım. Benim hiçbir suçum yok. Benim bir suçum olsaydı hiç üzülmezdim. Ben sadece bu yaşa kadar çocuklarıma hayvan besleyip baktım. Muhtar olunca da köylüm için uğraştım. Kimse beni hiçbir şeyle suçlayamaz. Haksızlığa uğradım. Şimdi açıklamayı bekliyoruz, sonra tekrardan adaylığımı koyacağım, hakkımı arayacağım nereye kadar giderse gitsin” dedi.

gazetepatika8.com

Share

Ayşe öğretmenin cezası 2019’a kadar ertelendi

Ayşe öğretmen bilinen Ayşe Çelik’in infaz erteleme talebi, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kabul edildi.

Beyaz Show’da “Çocuklar ölmesin” dediği için yargılanan ve 1 yıl 3 aylık hapis cezasına çarptırılan Ayşe Çelik’in infaz erteleme talebi kabul edildi. 20 Nisan’da 6 aylık kızı ile birlikte hapishaneye konulduktan sonra 4 Mayıs’ta infazı 6 ay ertelenerek tahliye olan Çelik’in talebi Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kabul edildi. Çelik’in talebi kabul edilmemesi halinde bebeğiyle birlikte yeniden hapishaneye girecekti.

Kararı, Çelik’in avukatı Mahsuni Karaman sosyal medya hesabından duyurdu. Karaman’ın aktardığına göre, ceza 17 Nisan 2019’a kadar ertelendi.

gazetepatika8.com

Share

Cumartesi Annelerinin eylemi polis tarafından yine engellendi

Kayıplarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelmek isteyen Cumartesi Anneleri, 707’nci haftada da polis engeliyle karşılaştı. İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi önünde bir araya gelen Cumartesi Anneleri, ellerinde taşıdıkları kayıpların fotoğrafları ve karanfiller ile Galatasaray Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. Cumartesi Anneleri’nin üzerine kayıpların resimlerinin bulunduğu tişörtler giydikleri görülürken,  öldürüldüğü belirtilen Suudi Gazeteci Jamal Khashoggi’nin (Cemal Kaşıkçı) fotoğrafı da taşındı. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milletvekilleri, avukatlar ve çok sayıda kişi de yürüyüşe destek verdi.

Mezopotamya Ajansında yer alan haberde, İHD binasını ablukaya alan polis kitlenin yürüyüşüne izin vermedi. Bunun üzerine kitle ile polisler arasında tartışma yaşandı. Gözaltında kaybedilen ve daha sonra cenazesi bulunan Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak, polislere dönerek, “Sizler bizlere Galatasaray Meydanı’na izin verseniz bu hengame yaşanmaz” dedi. Polis ise karşılık olarak  “İçeri girin” dedi.

23 Şubat 1995’te gözaltında kaybedilen Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız ise. “Baskıyla bir şey olmaz. Bizim kayıplarımızın akıbetini açıklarsınız failleri yargılarsınız bu biter. Hem kayıplarımızı vermiyorsun hem de arayanlara engel oluyorsunuz. İnsan haklarından bahsediyorsunuz ama insan hakları derneğine baskı yapıyorsunuz” diye konuştu.

12 Eylül 1980 darbesinde gözaltında kaybedilen Cemil Kırbayır’ın ağabeyi Mikail Kırbayır da “Ellinizi sol göğsünüze koyun kayıpları arıyoruz. Size bir şey demiyoruz sizler görevinizi yapıyorsunuz. Şuan yaptığınızdan vicdanınız rahat mı” diye sordu. 38 yıldan beri bir belirsizlik içinde yaşadıklarını dile getiren Kırbayır, “Devlet eli ile saklanan gerçekleri istiyoruz. Bizim yerimiz Galatasaray’dı. Aynı burada olduğu gibi. Adalet arıyoruz bunun sakıncası nerededir” diye belirtti.

Kırbayır’ın kardeşi Fatma Kırbayır da “Kardeşimizi bulun, Cemil Kırbayır’ı bulun. Biz burada sizle karşı karşıya gelmeye mecbur değiliz. Küçük çocuğumu bırakıp geldim tek bir kemik için. Sizle işimiz yok biz sadece adalet istiyoruz. Anneler ağlamasın. Sizin anneleriniz de ağlamasın. Cumhurbaşkanı, bu kara tülbent senin de başına gelir” diyerek, mücadele etmekten vazgeçmeyeceklerini söyledi.

”Köylülere şiddet uygulandı”

Bu hafta 27 Ekim 1995’te kaybedilen Abdulkerim (Şemsettin) Yurseven’in akıbeti soruldu. Basın açıklamasını 19 Ekim 1995’de gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un kızı Besna Tosun yaptı. “Türkiye bugün hukukun üstünlüğü ile bağlı olmayan iktidar ve yargı gücünün yarattığı bir hukuksuzluk felaketini yaşamaktadır”  diyen Tosun,  kendilerinin adalet taleplerinin 8 haftadır polis baskısı ve şiddeti ile engellendiğini ve bunun da bu felaket ortamının sonucu olduğunu söyledi. 27 Ekim 1995 günü Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul komutasındaki Yüksekova Komando Taburuna bağlı askerler, Yüksekova’nın Ağaçlı köyüne baskın yaptığını aktaran Tosun, “Baskın sırasında köylülere ağır şiddet uygulandı. Askerler köyden ayrılırken işkenceden ayakta duramayan 73 yaşındaki Abdulkerim ( Şemsettin) Yurtseven, köye odun toplamak için gelen 18 yaşındaki Mikdat Özeken ve 13 yaşındaki Münür Sarıtaş’ı gözaltına alarak askeri araçla Yüksekova İlçe Jandarma Taburu’na götürdü” diye konuştu.

‘Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz”

Tanık beyanları ve suça iştirak edenlerin itiraflarına rağmen olayın geçtiği TBMM Susurluk Raporu’na rağmen açılan dava 12 Kasım 1999 tarihinde delil yetersizliği gerekçesiyle kesin beraat hükmü ile sonuçlandığını ifade eden Tosun, ailelerin yaptığı temyiz başvurusu Yargıtayca reddedildiğini ve 2 Nisan 2001 tarihinde beraat kararıyla onaylandığını söyledi. Davanın AİHM‘e taşındığını dile getiren Tosun, “Dava 18 Aralık 2003 tarihinde sonuçlandı. AKP hükümeti AİHM’e yaptığı savunmada suçu kabul ederek, tazminat ödeme yoluna gitti” dedi. Tosun, “Abdulkerim (Şemsettin) Yurtseven, Mikdat Özeken ve Münür Sarıtaş’ın gözaltında kaybedilişlerinin 23. yılında cezasızlıkla kapatılan davalarının yeniden açılıp onların akıbetlerini açığa çıkartacak ve ceza adaletini sağlayacak bir yargılamanın başlatılmasını istiyoruz” diyerek, kayıplarının buluşma mekanı olan Galatasaray’dan vazgeçmeyeceklerini ifade etti.

28 Temmuz 1993 tarihinde gözaltında kaybedilen KHK ile kapatılan Özgür Gündem Gazetesi muhabiri Ferhat Tepe’nin annesi Zübeyde Tepe de kısa bir konuşma yaptı. Tepe, “Biz Galatasaray Meydanı’nı istiyoruz. Bizi orada çok darp ettiler. Benim oğlum Özgür Gündem Gazetesi muhabiriydi. PKK’nin kaçırdığını söylediler. Benim oğlumu Türk İntikam Tugayı kaçırdı” dedi. Faillerin şimdiye kadar neden bulunmadığı sorusunu da soran Tepe, “Biz adalet istedik. Biz çocuklarımızın katilleri yargılansın dedik slogan dahi atmadık sessizce oturuyorduk. Bu baskı neye” dedi.

”Çocuğumun kemiklerini sızlatmayacağım”

Cenazesi 1996’da kaybedilen Ahmet Kaya’nın kızı Emine Kaya da “Barış istiyoruz. Herkes gelsin bize destek versin. Kimse ölmesin. Ne polis ne asker kimse ölmesin istiyoruz” diye seslendi. Burada tekrar seslenen Hanife Yıldız, yargıya ve milletvekillerine seslenerek, “Ben devlete güvendim. Oğlumu karakola götürdüm. Buna rağmen oğlum kaybedildi. Barış, adalet olsun yeter artık bizi polisle karşı karşıya getirmeyin” dedi. Emine Erdoğan’a hitaben konuşan Yıldız, “Emine hanım bir annedir. Diyor ki güçlü olan haklı olandır. Benden daha güçlüsü var mı? Ben çocuğumun kemiklerini sızlatmayacağım” diye konuştu.

Yapılan konuşmaların ardından eylem sona erdi.

gazetepatika8.com

Share

Kadın örgütleri; Nafaka düzenlemesi, psikolojik, cinsel ve fiziksel şiddeti artıracak

Kadın örgütleri, nafaka düzenlemesinin eşitsizliği derinleştireceğine dikkat çekerek, “Bu düzenlemenin kadınlara yönelik ekonomik, psikolojik, cinsel ve fiziksel şiddeti artıracağını, kadınları ev içine hapsedeceğini düşünüyoruz” ifadelerini kullandı.

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, EŞİTİZ, Filmmor Kadın Kooperatifi, Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği, Kadınlarla Dayanışma Vakfı ve Kadınlara Hukuk Destek Merkez Derneği Medeni Kanun’un 175’inci Maddesi’ndeki nafaka hakkına ilişkin yapılması planlanan düzenlemeye dair ortak yazılı bir açıklama yaptı.

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı tarafından düzenlenen “Gündem Buluşmaları: Nafaka Sistemi” başlıklı Çalıştay’a, Türk Kadınlar Birliği ve Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu dışında kalan ancak alanda yıllardır çalışan bağımsız kadın örgütlerinin davet edilmediği belirtilerek şöyle denildi:

“Davet gönderilmediği halde Çalıştay’a katılmak istediklerini telefon ve e-mail gibi çeşitli iletişim araçları üzerinden belirten bağımsız kadın örgütlerinin ısrarlı talepleri sonucu ancak bir kadın örgütünün (Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı) daha Çalıştay’a davet edilmesi mümkün olmuştur.”

‘Maddede cinsiyet belirtilmiyor’ 

Açıklamada, Medeni Kanun’un 175’inci maddesinde yer alan “boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek tarafın, diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebileceği” ifadesi hatırlatılarak şunlar kaydedildi:

“Maddede cinsiyet belirtilmemektedir; iki taraf da nafaka talep edebilmektedir. Ancak yoksulluk nafakası uygulamada daha çok kadınlara bağlanmaktadır. Bu durum Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle genellikle kadınların yoksul olmasından kaynaklanmaktadır.”

‘Nafaka erkeklerin lütfu değil’ 

Nafaka düzenlenmesinde yapılmak istenen değişikliklerden bahsedilen açıklamada, şu noktalara vurgu yapıldı:

“Yoksulluk nafakası erkeklerin kadınlara bir lütfu değil, pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de devletin kadınların güçlenmesine ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik aldığı tedbirlerdendir. Kadınların evlilik sonrası yaşamlarını idame ettirebilmelerini sağlayan ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle yoksullaştırıldıkları için gerekli olan bir haktır.”

‘Cinsel şiddeti artıracak’ 

Bu düzenlemelerin kadınlara yönelik giderek artan eşitsizliği derinleştireceğine dikkat çekilen açıklamada şunlar kaydedildi: “Bu düzenlemenin kadınlara yönelik ekonomik, psikolojik, cinsel ve fiziksel şiddeti artıracağını, kadınları ev içine hapsedeceğini ve kadınların boşanma kararı almalarını zorlaştırarak büyük hak ihlallerine neden olacağını düşünüyoruz.”

gazetepatika8.com

Share